Yemame Gününün Şahini
Rasûiüllah (s.a.v.)
bir gün bazı sahabileriyle oturmuş sohbet ederken, bir ara konuşmasını kesip,
bir süre sükût ettikten sonra etrafındakilere şu sözü söyledi:
«— İçinizde, cehennemdeki
azı dişi Uhud dağından daha büyük bir adam var».
Resûlüllah'in (s.a.v.)
bu sözünden sonra Resûlüliah'la [s.a.v.) birlikte orada bulunanların tümünü
bir korku hatta bir dehşet sarmıştı. Her biri, akıbeti kötü olacak ve kötüye
çevrilecek kimse olmaktan korkuyordu.
Fakat, o gün,
bu sözün yöneltildiği kimselerden iki
kişi hariç hepsinin sonu iyi
bitmiş ve onlar ecellerini Allah yolunda şehid olarak tamamlamışlardı.
Onlardan sadece Ebû Hureyre ve er-Raccal İbn Unfuve sağ kalmışlardı.
Ebû Hureyre,
Resûîüllah'ın (s.a.v.) verdiği bu haberin kendisine isabet edeceği korkusuyla
titreyip duruyordu. Gözyaşları kesilmemiş, kafası bir türlü sakinleşmemişti.
Nihayet kader kötü nasiplinin üzerinden perdeyi kaldırdı. Er-Raccal, İslâm'dan
ayrılıp Müseylemetül Kezzab'a katıldı. Böylece Peygamber'in [s.a.v.) verdiği
haber ona isabet etti.
Bu arada Resûlüllah'ın
(s.a.v.), akıbeti kötüye çevrilecek ve kötü olacak kişi hakkında verdiği haber
ortaya çıkmıştı...
İşte bu adam,
er-Raccâl İbn Unfuve'ydi--- O, bir gün biat etmek ve müslüman oimak üzere
Resûlüllah'a (s.a.v.) gitmişti. Resûlüllah'-tan (s.a.v.) İslâm'ı öğrenince,
kabilesine dönmüştü. Medine'ye de ancak Resûlüllah'ın (s.a.v.) vefatından ve
Hz. Ebû Bekir müslümanların halifesi olduktan sonra dönmüştü. Hz. Ebû Bekir'e,
Yemame halkının Müseylime'nin etrafında
toplandığına dair haberler naklediliyor,
Yemame halkını İslâm üzere devam ettirecek birisini onlara göndermesi teklif
ediliyordu. Nihayet, Halife oraya gitmesi için er-Raccal'a izin vermişti.
Er-Raccal Yemame
halkına doğru yönelir... Onların kalabalık topluluklarını görünce, üstün
durumda olduklarını zanneder ve hain nefsi ona, geliyor sandığı Ei-Kezzab'ın
(yalancının) devletinde şimdiden kendisine bir yer ayırmasını söyler. Bunun
üzerine İslâm'dan ayrılıp, ona bol vaatlerde bulunan Müseylime'nin saflarına
katılır.
İslâm için er-Raccal, Müseylime'den daha tehlikeliydi...
Çünkü o, daha önceki
müsîümanlıgını, Hz. Peygamber'in zamanında Medine'de geçirdiği devreyi,
Kur'ân'dan ezberlediği birçok âyeti ve müslümanların Halifesi Ebû Bekir'in
elçiliğini istismar etmişti. Müseylime'nin saltanatını ve onun yalancı
peygamberliğini desteklemede bütün bunlardan faydalanmıştı.
Halk arasında, bizzat
kendisinin; Resûlüllah'ın (s.a.v.), Müseyli-me İbn Habib'i bu işe
(peygamberliğe) ortak yaptığını söylerken duyduğunu anlatıyordu. Artık
Resûlüllah (s.a.v.) vefat etmiş olduğuna göre, ondan sonra peygamberlik ve
vahiy bayrağını taşımaya en lâyık kimse Müseylime'ydi...
Müseylime'nin
etrafında toplananların sayısı; bu er-Raccal'm yalanları, daha önce İslâm ve
Hz. Peygamberle olan alâkasını hain bir şekilde istismarı sebebiyle gittikçe
artıyordu.
Er-Raccal'la ilgili
haberler Medine'ye geliyor ve müslümanlar; insanları saptıran ve sapıkliğıyla
müslümanların girmeye mecbur kalacakları harp dairesini genişleten bu
tehlikeli mürtede kızgınlıklarından dolayı yanıp tutuşuyorlardı...
Müslümanların en
öfkelisi ve onunla karşılaşmak için en çok yanıp tutuşanı; siyer ve tarih
kitaplarındaki hatırası, şu sevimli ismin, yani Zeyd İbnu'l-Hattab isminin
altında parlayan yüce bir şahabıydı"!
Zeyd İbnu'l-Hattab mı?
Siz onu tanımış
olmanız lâzım...
O, Ömer
Îbnu'l-Hattab'ın kardeşidir...
Evet... O'nun en büyük
ve en Önce kardeşi...
O Ömer'den önce
dünyaya gelmişti ve yaşça ondan daha büyüktü.
Zeyd, İslâm'a girmede
Ömer'i geçtiği gibi, Allah yolunda şehid
olmada da onu geçmişti,..
Zeyd, göz kamaştırıcı
bir kahramandı... O, sessiz hareket ederdi, çok susmak onun kahramanlığının
özüydü.
Onun Allah'a
Peygamberine ve dinine olan imanı
sağlam bir imandı. Hiçbir olay ve savaşta Resûlüllah'tan
(s.a.v.) geri kalmamıştı.
Bütün olaylarda,
şehidliği aradığı kadar zaferi
aramazdı!...
Uhud'da müşriklerle
mü'minler arasında savaş kızıştığında Zeyd İbnu'l-Hattab devamlı vuruyordu.
Kardeşi Ömer
İbnu'l-Hattab, onun zırhının düştüğünü ve düşmanlar için onun kolay bir av
haline geldiğini görünce ona:
«— Zeyd! Benim zırhımı
al da onunla dövüş» diye bağırdı.
Zeyd de şöyle cevap
verdi:
«— Ömer! Ben, senin
aradığın şeyi yani şehitliği arıyorum!»
O yine de göz
kamaştırıcı bir fedakârlık ve büyük bir kahramanlıkla zırhsız olarak
dövüşüyordu.
Biz şöyle demiştik:
O, Allah ondan razı olsun tek başına,
er-Raccâ!'in pis hayatından nasibini kesmeyi temenni ederek, onunla karşılaşma
özlemiyle yanıp tutuşuyordu... Er-Raccâl, Zeyd'e göre sadece bir mürted değil,
yalancı, münafık ve yaltaktı da... O, bir inanç için dönmemişti. Aksine alçak
bir yaltaklık, iğrenç ve basit bir münafıklık için dönmüştü.
Zeyd, münafıklık ve
yalana düşmanlıkta tam kardeşi Ömer gibiydi!
Her ikisi de basit
menfaatçıhk ve bayağı isteklerin yaptırdığı böyle bir münafıklıktan
tiksiniyorlardı...
Bu bayağı istekler
yüzünden er-Raccâl pis rolünü oynadı ve Mü-seylime'nin etrafında toplananların
sayısını çok artırdı. O, bu yaptı-ğıyla dinden dönenlerle yapılacak savaşlarda
ölecek olan birçok kimseyi kendisi vasıtasıyla ölüme davet ediyordu. Önce,
onları doğru yoldan saptırıyor, sonra da onları ölüme atıyordu... Neyin
yolunda?.
Nefsinin ve nevasının
arzu ettirdiği alçak istekler yolunda... Zeyd, Müseylime'nin şahsında değil, en
tehlikeli ve en suçlu kimsenin yani er-Raccâl İbn Unfuve'nin şahsında bu
fitneyi yok etmek için inançlı ömrünü tamamlamaya hazırlandı...
Yemame günü kara
bulutlarla kaplı olarak başlamıştı.
Halîd İbnu'l-Vetîd
İslâm ordusunu toplayıp mevzilere dağıttı. Ordusunun sancağını kime vermişti
acaba?
Zeyd İbnu'l-Hattab'a...
Müseylime'nin
taraftarları olan Hanifeoğulları şiddetli bir ölüm kalım savaşı yaptılar...
Başlangıçta savaş
müslümanlarm aleyhineydî. Onlardan birçoğu şehid düştü.
Zeyd bazı
müslümanların kalplerine korku düştüğünü gördü. Oradaki bir tepeye çıkıp
müsiüman kardeşlerine şöyle haykırdı :
«— Ey insanlar!
Dişlerinizi sıkın ve düşmanınıza öyle vurun. İleri gidiniz. Vallahi, Allah
onları yeninceye veya ben Allah'a kavuşuncaya kadar konuşmayacağım. Böylece
öldüğümde ben onunla delilimle birlikte konuşabileyim!..»
Dişlerini sıkıp dilini
hiç kıpırdatmadan tepeden indi...
Ona göre savaşın
akıbeti er-Raccâ!'in akıbetinde noktalanmıştı, er-Raccâl'î aramak için dövüşenleri
ok gibi aşıp geçiyordu. Nihayet onu gördü.
Bu arada ona, sağdan
ve soldan gelmeye başladılar! Savaş tufanı her ne zaman, düşmanını yutup
saklasa Zeyd, dalga yeniden ortaya çikanncaya kadar onun peşine düşüyordu.
Zeyd ona yaklaşıyor, kılıcını uzatıyor, ama hiddet dolu bir insan dalgası
tekrar er-Raccâl'ı yutuyordu. Zeyd onu takip edip, kurtulmaması için onun
peşinden gidiyordu.
Nihayet, onu ele
geçirir ve onun gurur, yalan ve alçaklık dolu basını uçurur...
Yalanın düşmesiyle
bütün yalan alemi düşmeye başladı. Müsey lime, el-Muhakkim İbnu't-Tufeyl vs
er-Raccâl'in öldürüldüğü haber aralarında rüzgârlı günde yayılan ateş gibi
hemen yayılan Müseylime' nin askerlerinin içine korku düştü...
Müseylime onlara kesin
zaferi ve kendisinin, er-Raccâl İbn Un-fuve ve el-Muhakkim'in İbnu't-Tufeyl'Ie
birlikte zafer sabahı dinlerini yayıp devletlerini kuracaklarını vaad ediyordu!..
İşte o er-Raccâl yere
yıkılmıştı.,. Öyleyse Müseylime'nin verdiği haberin tamamı yaiandi... Yarın
el-Muhakkim yıkılacak, ertesi günde Müseylime!..
Böylece, Müseylime'nin
saflanndaki bütün bu felâketi Zeyd İb-nu'l-Hattab'ın darbesi meydana
getirmişti...
Müslümanlar arasında
haber yayılır yayılmaz azimleri dağlar gibi yükseldi. Yaralılar bile yarasına
aldımaksızın kılıçlarını alarak yeniden ayağa kalktılar...
Bu haber şehid olmak
üzere olanların kulaklarına güzel bir rüya gibi ulaştı. Onlar da savaşmak ve
zaferin şahane sonunda bulunmak için kendilerini hayata döndürecek bir güce
sahip olmayı istediler...
Fakat onlara,
kendilerini karşılamak için Cennet kapıları açılmıştı. Onlar şimdi koltuklara
çağrılmak üzere isimlerini dinliyorlardı?!
Zeyd İbnu'l-Hattab
Rabbine dua etmek ve nimetine şükretmek üzere ellerini semaya, kaldırdı...
Daha sonra kılıcına ve
sükûtuna döndü. O, zaferi tamamlayıp şehidliği elde edinceye kadar konuşmamaya
yemin etti...
Savaş müslümanları
lehine devam ediyordu. Onların kesin zaferi hızla yaklaşıyordu...
Bu arada Zeyd zafer
rüzgârlarının gelmekte olduğunu gördü. Hayatında böyle bir sondan daha
şahanesini tanımamıştı. Allah'tan Ye-mame'nin bu gününde kendisine şehidliği
lütfetmesini diledi...
Cennet rüzgârları
esti. Onun içi özlem, gözleri yaş ve gönlü azimle doldu...
Yüce sonunu arayan
kimse gibi vuruyordu...
Kahraman şehîd
düştü...
Hayır, şehidliğe
yükseldi, deyin.
Büyük şerefli ve mesud
olarak yükseldi...
İslâm ordusu Medine'ye
muzaffer olarak döndü...
Hz. Ömer, Halife Hz.
Ebû Bekir'le bu muzaffer olarak dönen kişileri karşılarken, dönmekte olan
kardeşini Özleyen gözlerle bakıyor-du...
Zeyd oldukça uzundu,
onun için gözler onu çabuk tanıyordu...
Fakat Ömer onu hiç
zorlanmadan görmüştü. Zeyd için baş sağlığı dilemek isteyen müslümanlar ona
yaklaştığında, Hz. Ömer şöyle dedi:
«— Allah Zeyd'e rahmet
etsin.
O, iki güzel şeyde
benden önce davranmıştır...
Benden önce müslüman
oidu...
Benden önce şehit
oldu...»
İslâm'ın elde
ettiği zaferlerin çokluğuna rağmen
Zeyd, kardeşi Ömer'ül-Farûk'un
hatırasından bir an olsun çıkmadı...
O devamlı şöyle derdi:
«— Saba rüzgârı eser
esmez onda Zeyd'in kokusunu bulurum».
Evet...
Saba, Zeyd'in
esintisini ve onun üstün niteliklerinin koku taşıyor..
Fakat, Emîrülmüminin
izin verirse bu yüce cümlesine tabloyu tamamlayan kelimeleri ilâve edeceğim...
İşte o kelimeler:
Yemame gününden
itibaren zafer rüzgârları İslâm'ın Ü2erine eser esmez, İslâm onlarda Zeyd'in
esintisini, Zeyd'in yiğitliğini, Zeyd'in kahramanlığını ve Zeyd'in büyüklüğünü
bulmuştur!..
Allah'ın Resûlü'nün
sancağı altındaki Hattab ailesi mübarek olsun...
Müslüman oldukları gün
mübarek olsun... Cihâd ettikleri ve şehîd oldukları gün mübarek olsun...
Kıyamette diriltilecekler! gün mübarek olsun!.. [1]