Ne olursa olsun,
ihlâs...
Emirulmü'minin Ömer
Ibnu'i-Hattâb kendisini vali olarak Basra'ya gönderdiğinde o, halkı toplayıp şu
konuşmayı yapmıştı:
«— Mü'minierîn Emiri
Ömer, beni size, Rabbinizin "kitabını, pey-« gamberinizin (s.a.v.)
sünnetini öğretmek ve yollarınızı temizlemek üzere gönderdi!...»
Halkı bir dehşet ve
hayret kapladı. Çünkü onlar idarecinin halkı kültürlü hale getirmesi ve onlara
dinlerini öğretmesinin nasıl bir görev olduğunu biliyorlardı. Yalnız, yolları
temizleme görevi onlar için yeni bir
şeydi, hatta enteresan ve tuhaf birşeydi.
Hasan-ı Basrî'nin,
hakkında;
«— Basra'ya halk için
ondan daha iyi bir yolcu gelmedi» dediği bu vali
kimdi acaba?.
İşte o, Ebû Musa
ei-Eş'ârî künyeli, Abdullah İbn Kays'ti...
Mekke'de tevhidi
anlatan, bilerek Allah'a davet eden ve güzel ahlâkı emreden bir peygamberin
(s.a.v.) çıktığını duyar duymaz oraya
gitmek üzere memleketi
Yemen'den ayrıldı.;.
Mekke'de Resûlüllah'ın
{s.a.v.) huzuruna oturdu ve ondan hidâyet ve kesin imanı aldı...
Kelime-i tevhidi
alarak memleketine döndü. Daha sonra, Hayber'in fethi bittikten hemen sonra
Resûlüllah'a (s.a.v.) gitti.
Onun gelişiyle, Cafer
İbn Ebî Talib'le arkadaşlarının Habeşistan'dan dönüşleri aynı vakte rastladı
ve peygamber (s.a.v.) de onlara katıldı...
Ebû Musa bu gelişinde
yalnız gelmemiş, onunla birlikte, kendilerine İslâm'ı telkin' ettiği Yemen
halkından elli küsur kişi ve onun Ebû Ruhm ve
Ebû Burde isimli iki kardeşi
de gelmişti...
Peygamber (s.a.v.) bu
heyete bir isim verdi...
Hepsini «Eş'ârîler» diye isimlendirdi...
Peygamber (s.a.v.)
onları en yufka yürekli insanlar diye niteledi...
Çoğunlukla onları
ashabına en büyük misal olarak verir onlardan şöyle söz ederdi:
«— Eş'ârîler'in bir
savaşta erzakları tükenir veya ellerindeki yiyecekler azalırsa, onlar mevcut
olanları bir torbada toplar sonra onu eşit olarak taksim ederler. Onlar
bendendir... Ben de onlardanım!..»
O günden itibaren Ebû
Musa, kendilerine Resûlüliah'ın (s.a.v.) ashabı ve öğrencileri olmak, bütün çağ
ve zamanlarda dünyaya İslâm'ın taşıyıcıları olmak nasip olan müslüman ve
mü'minler arasındaki devamlı yerini
aldı...
Ebû Musa büyük
vasıfların garip bir karışımıydı...
O, savaşmaya mecbur
kalırsa cesur bir asker ve yürekli mir mü-câhiddi...
O, barışçıydı, iyiydi
ve son derece sakindi!...
O, anlayışlıydı,
sağlam kararlıydı, zekiydi, kapalı konulan doğru anlamada iyi idi, fetva ve
hüküm vermede önde gelenlerdendi. Hatta şöyle denilmişti:
«— Bu ümmetin
kadıları, (hakimleri) dörttür: Hz. Ömer, Alî, Ebû Musa ve Zeyd İbn Sabit'tir».
Buna rağmen, temiz bir
fıtrat sahibiydi ki, Allah rızası konusunda onu kim aldatırsa, onun için
aldanırdı!...
Onun sorumluluklarına
bağlılığı büyüktü... İnsanlara güveni çoktu...
Eğer hayatındaki bir
olaydan bir parola seçmek istesek, mutlaka şu cümle olurdu:
«Ne olursa olsun,
ihlâs...»
Cihâd yerlerinde el-Eş'ârî, şerefli
bir atılganlıkla sorumluluklarını yüklenirdi. Bundan dolayı Resûlüllah
(s.a.v.) onun hakkında: «— Yiğitlerin efendisi Ebû Musa'dır» demiştir.
İşte o bize, bir asker
olarak hayatından bir tablo gösteriyor:
«—Resûlüliah'la
(s.a.v,) birlikte bazı savaşlara gittik. O savaşlarda ayaklarımız parçalandı.
Benim ayaklarım prçalandı, tırnaklarım düştü. Hatta ayaklarımızı bez parçalarıyla
sarmıştık!...»
O, iyi niyetliliği
yüzünden savaş halindeki bir düşmana karşı hareket etmezdi...
O, böyle bir yerde
işleri tam bir açıklıkla görür ve kesin bir şekilde karara bağlardı...
Müslümanlar İran'ı
fethederlerken e!-Eş'ârî ordusunu, ona cizye vermek üzere anlaşma isteyen ve
onun da bu anlaşmayı kabul ettiği İsfahan'da konaklatmıştı...
Ancak Isfahan halkı bu
anlaşmasında samimi değildi... Onlar kalleşçe bir darbe için fırsat
arıyorlardı.
Fakat, Ebû Musa'nın
gereken yerlerde kaybolmayan-ihtiyatı bunların durumunu ve geceleyin yapmak
istediklerini araştırıyorlardı. Onlar darbeye niyetlenince komutan gafil
avlanmadı. Bu arada onlara savaş ilân etti. Öğle olmadan büyük bir zafer
kazandı.
Müslümanların Acem
imparatorluğuna karşı yaptıkları savaşta Ebû Musa el-Eş'ârî'nin büyük bir
kahramanlığı ve yüce bir cihâdı vardı.
Özellikle, Hürmüzan'ın
ordusuyla içine çekilip orada korkunç bir ordu topladığı Tüster savaşının
kahramanı Ebû Musa'ydı.
Emîrulmüminin Hz. Ömer
o gün başlarında Ammar İbn Yâsîr, el-Berâ İbn Malik, Enes İbn Mâlik,
Meczeetü'l-Bekrî ve Seleme İbn Ra-câ'nın bulunduğu büyük bir sayıdaki müslümam
ona takviye olarak göndermişti...
İki ordu karşılaştı...
Ebû Musa'nın
komutasındaki müslüman ordusuyla Hürmüzan komutasındaki İran ordusu en şiddetli
çarpışmalardan birlndedir.
Acemler muhkem Tüster
şehrinin içine çekildiler...
Müslümanlar orayı
günlerce kuşattılar, nihayet Ebû Musa kafasını çalıştırıp bîr hîle buldu...
O, bir acem ajanıyla
birlikte iki yüz yiğidi gönderdi. Ebû Musa onu, bu iş için seçtiği öncü birliğe
şehrin kapısını açması için bîr hile yapmaya teşvik etti...
Kapılar açılır açılmaz
ve öncü birliğin askelreri kaleye saldırır saldırmaz, Ebû Musa ordusuyla
şiddetli bir şekilde düşmanın üzerine atıldı...
Birkaç saat içinde
tehlikeli kaleyi ele geçirdi. Acemlerin komutanları teslim oldular. Ebû Musa
Emirulmüminin'in haklarındaki hükmünü vermesi için onları Medine'ye
gönderdi...
Bu becerikli asker,
savaş alanından ayrılır ayrılmaz, kuş gibi sakin, çok ağlayan ve çok tövbe
eden bir insan haline gelirdi!.
Dinleyeni titretip
sarsan bir sesle Kur'ân okurdu. Hatta Peygamber (s.a.v.) onun hakkında şöyle demişti:
«— Ebû Musa'ya Al-I
Davud'un mizmarlarından birisi verildi» (güzel ses verildi}.
Hz. Ömer [r.a.3 onu
görünce kendisine Allah'ın kitabından okuması için şöyle derdi:
«— Bize Rabbimizin
aşkını duyur. Ebû Musa».
Böylece o, ancak dinin
karşısında duran ve Allah'ın nurunu söndürmek isteyen müşrik ordularına karşı
durmak için bir savaşa katılıyordu.
İki müslüman arasında
savaş çıktığında, o savaştan kaçar ve asla o savaşta rol almazdı.
Onun bu tutumu Hz.
Ali'yle Hz. Muâviye arasındaki çekişme ve o gün ateşi müslümanlar arasında
tutuşan savaşa açık olarak görülüyordu...
Belki söz bu noktada
bizi hayatının en meşhur tutumlarından birine götürmektedir. Bu Hz. Ali'yle
Hz. Muâviye arasındaki hakemlik konusundaki tutumdur.
Bu davranış,
çoğunlukla Ebû Musa'nın aldatılması çok kolay bir derecede aşırı iyi
niyetiiliğine delil ve şahit olarak alınmaktadır.
Ancak göreceğimiz
gibi, onda da kötüye âlet olma veya hata olabileceği halde, bu davranış, bu
yüce sahabinin yüceliğini, ruhunun yüceliğini Hakk'a ve insanlara inancının
yüceliğini göstermektedir. Hakem
meselesinde, Ebû Musa'nın görüşü şöyle
özetlenebilir: O,
müslümanların birbirlerini
öldürdüklerini, her bir grubun bir idareciyi tuttuğunu, savaşanlar arasındaki
durumun çok gerginleştiğini, bütün müslümanların sonunu uçurumun kenarına
getiren halin düzeltilmesinin imkânsız hale geldiğini görüyordu.
Diyoruz ki: Onun
görüşü, durumun bu derece kötüleştiğiydi. Bütün mesele, tutum ve davranışı
tamamen değiştirmek ve işe yeniden başlamaktı.
O günkü iç savaş,
idarecinin kim olacağı hakkında çekişen iki müslüman grup arasında sürüyordu.
İstedikleri halifeliği şura yoluyla seçmek üzere meselenin tümünün yeniden
müslümanlara geçmesi şartıyla Hz. Ali ve Hz. Muâviye geçici bir süre için
halifelikten vazgeçsinler diyordu,
Ebû Musa meseleyi
böyle münâkaşa etti ve çözümü bunda buldu. i Hz. Ali'nin halifeliğine hakikî
bir biat yapıldığı doğrudur.
Gayr-i meşru bir
başkaldırmanın meşru hakkı düşürmede maksadına ulaşması gerekmez. Ancak Hz.
Ali'yle Hz. Muâviye arasındaki, yani İraklılarla Suriyeliler arasındaki
işler Ebû Musa'nın görüşüne göre yeni bir düşünce ve çözüm gerektiren mesafeye
ulaşmıştı... Muâviye'nin isyanı artık sadece bir isyan değildi... Suriyelilerin
başkaldırması artık sadece bir başkaldırma değildi... Bütün ihtilâf sadece
görüş ve tercihteki ihtilâf değildi...
Aksine bütün bunlar
iki taraftan binlerce kişinin öldüğü şiddetli bir iç savaşa dönüşmüştü...
İslâm'ı ve müslümanları çok kötü akıbetler tehdit etmeye devam ediyordu...
Çekişmenin ve harbin
sebeplerini gidermek ve tarafları uzaklaştırmak, Ebû Musa'nın zihninde
kurtuluş yolundaki başlangıç noktasını temsil etmişlerdi...
Hakem olayından önce,
Hz. Ali, hakem olarak kendi tarafını, Ab-' dullah İbn Abbas veya
arkadaşlarından birinin temsil etmesi görüşündeydi...
Fakat ordusu içindeki
güçlü büyük bir grup onu Ebû Musa'yı hakem yapmaya zorlamıştı...
Onların Ebû Musa'yı
tercih etmelerinin sebepleri; Hz. Alî'yle Hz. Muâviye arasındaki çekişme
başlamadan önce, onun asla kavgaya katılmaması, her iki tarafı anlaşmaya ve
savaşı bırakmaya teşvik edip nihayet onlardan ümidi kesince bir kenara çekilmesiydi...
Ebû Musa'nın
dindarlığı, samimiyeti ve doğruluğunda Hz. Ali'nin hiçbir şüphesi yoktu...
Fakat öbür tarafın niyetlerini anlıyor ve onların dalevere ve hileye başvurma
derecelerini biliyordu. Ebû Musa anlayış ve bilgisine rağmen hüe ve
dalevereden hoşlanmıyor, insanlara zekâsıyla değil, samimiyetiyle davranmayı
seviyordu. Onun için Hz. AN, Ebû Musa'nın diğerleri tarafından aldatılmasından,
hakemliğin tek taraflı bir dalevereye dönüşmesinden ve işlerin iyice kötüye gitmesinden
çekiniyordu...
İki taraf arasında
hakemlik başladı...
Ebû Musa el-Eş'ârî Hz.
Ali'nin tarafını temsil ediyordu.
Amr ibnul'-As da
Muâviye'nin tarafını temsil ediyordu.
Amr ibnu'J-As'm
bayrağı, Hz. Muâviye lehine almada keskin zekâsına ve hileciliğine güvendiği
gerçekti.
Ebû Musa ile Amr
brraraya- geldiler. Ebû Musa şöyle bîr teklifte bulundu. Her iki hakemin
Abdullah İbn Ömer'in adaylığında hatta onun müslümanların halifesi olarak
ilânında anlaşmalarıydı. Çünkü Abdullah İbn Ömer'i herkes sevip sayıyordu...
Amr ibnul'-As, Ebû Musa'nın
bu eğiliminde müthiş bir fırsat gördü ve bunu ganimet bildi...
Ebû Musa'nın
teklifinden anlaşılıyordu ki, artık o temsil ettiği tarafa yani Hz. Ali'ye
bağlı değildi...
Şu da anlaşılıyordu
ki, Abdullah İbn Ömer; teklif ettiğine göre o, Resûlüllah'ın (s.a.v.)
ashabından başka kimseleri de halifeliğe getirmeye hazırdı...
Amr böylece,
kurnazlıkla gayesine varacağı geniş bir açıklıkla karşılaştı. O, Muâviye'yi
teklif etmeye başladı. Sonra kendi oğlu Abdullah ibin Amr'ı teklif etti. Çünkü
o Resûlüllah'ın (s.a,v.) ashabı arasında büyük bir mevkiye sahipti,
Ebû Musa'nın zekâsı
Amr'ın dehası karşısında kaybolmadı. Amr'-ın aday gösterme prensibini
konuşmanın ve hakemliğin temeli yaptığını görür görmez meseleyi daha sağlam
bir yöne çevirdi. Amr'a halife seçmek bütün müslümanların hakkı olduğunu
Allah'ın aralarındaki işlerin müşavere ile olduğunu söylediğini ve seçme
hakkının yalnız ve tamamen onlara bırakılması gerektiğini söyledi...
Amr'ın, bu yüce
prensibi Muâviye'nin lehine nasıl istismar ettiğini ileride göreceğiz...
Fakat ondan önce,,
buluşmalarının başlangıcında Ebû Musa'yla Amr ibnul'-As arasında geçen tarihi
konuşmanın metnine kulak verelim.
Bu konuşmayı Ebû
Hanife ed-Dîneveri'nin, EI-Ahbaru't-tıval kitabından aktarıyoruz:
Ebû Musa: Amr! Sen,
ümmetin asayişini ve Allah'ın rızasını istiyor musun?
Amr; Bu da ne
demek?...
Ebû Musa: Abdullah İbn
Ömer'i halife yaparız. Çünkü o, bu savaşın hiçbir meselesine kendisini
sokmadı...
Amr: Muâviye'ye
ne dersin?
Ebû Musa: Muâviye halife değildir ve ona hakkı da
yoktur,
Amr: Sen Osman'ın
mazlum ve günahsız olarak öldürüldüğünü bilmiyor musun?
Ebû Musa: Evet
biliyorum.
Amr: Elbette sen,
Muâviye'nin ve ailesinin Hz. Osman'ın kanının velisi olduğunu da biliyorsun.
Eğer insanlar, bir önceliği olmadığı halde niçin halife yapıldı? derlerse,
bunda senin için bir bahane vardır. Şöyle dersin: Onun Osman'ın velisi olduğunu
gördüm. Allah Ta'âlâ şöyle buyurmaktadır: «Haksız yere öldürülenin velisine bir
yetki ta-nımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de
olsa yardım görmüştür». (İsra/33)
Bunun yanında o, Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) hanımı Ümmü Habî-be'nin kardeşi ve Resûlüllah'ın
ashabındandır...
Ebû Musa: Allah'tan
kork ya Amr! Muâviye'nin birçok şerefini zikrettin, eğer hilâfet şerefle elde
edilseydi Ebrehe ibnu's-Sabah ona en lâyık kimse olurdu! Çünkü o, yeryüzünün
doğusuna ve batısına hükmeden Yemen kralları tübbaların oğullarından biridir.
Sonra Ali İbn Ebî Talib'în yanında Muâviye'nin şerefi nedir ki?
«Muâviye Osman'ın
velîsidir» sözüne gelince, Osman'ın oğlu Amr, ondan daha lâyıktır...
Fakat benim fikrimi
kabul edersen, Ömer ibnu'l-Hattab'ın oğlu Abdullah'ı halife yaparsak, Ömer
ibnu'l-Hattab'ın uygulamasını ve adını yaşatmış oluruz,..
Amr: Faziletlerini,
hicretteki ve müslümanlığındaki önceliğini bildiğin halde, seni oğlum
Abdullah'ı kabul etmekten engelleyen nedir?
Ebû Musa: Oğiun dürüst
bir kimsedir. Fakat sen onu bu savaşlara soktun. Gel, sen, bu halifeliği
iyinin oğlu iyiye, yani Abdullah İbn Ömer'e verelim.
Amr: Ebû Musa! Bu işe
ancak, iki dişi olup da birisiyle yiyen, diğeriyle yediren kimse lâyıktır!
Ebû Musa: Yazıklar
olsun sana, Amr! Müslümanlar birbirleriyle savaştıktan sonra durumu bize havale
ettiler. Onları tekrar bir fitneye düşürmeyelim...
Amr: Görüşün nedir?
Ebû Musa: Ben düşünüyorum
ki, Ali'yi ve Muâvîye'yî halifelikten azledeÜm. Sonra meseleyi müslümanlar
arasında bir şuraya havale edelim. Onlar kendileri için sevdiklerini seçerler.
Amr: Ben bu goruşu
beğendim. Halkın selameti bu görüştedir.
Bu konuşma, bu hakem
olayını ne zaman hatırlasak Ebû Musa'yı görmeye
alışık olduğumuz tablonun yönünü
tamamen değiştirir...
Ebû Musa
olacaklardan tamamen habersizdi...
Hatta onun bu
konuşmasındaki zekâsı, zekâ ve kurnazlığıyla meşhur Amr ibnul'-As'ın zekâsından
daha kıvraktı...
Amr, Ebû Musa'ya,
Kureyş içindeki soyluluğuyla Hz. Osman'ın kanının velisi olması deliliyle
Muâviye'nin hilâfetini Ebû Musa'ya yutturmak isteyince Ebû Musa'nın kılıç gibi
keskin ve parlak Gevabı geldi!...
Halifelik şerefle
olsa, Ebrehe ibnu's-Sabah ona Muâviye'den daha
lâyık olurdu.
Halifelik Osman'ın
[r.a.) kanının velisi olmak ve hakkını savun-maklaysa, Osman'ın (r.a.) oğlu bu
veliliğe Muâviye'den daha lâyıktı...
Bu konuşmadan sonra
hakemlik meselesi Amr ibnu'l-As'ın sorumluluklarını tek başına yüklendiği bir
yola girdi...
Ebû Musa, işi, sözünü
söylemek ve halifesini seçmek üzere millete havale etmekle kendini temize
çıkarmıştı.
Amr bu görüşü uygun
görmüş ve benimsemişti...
Ebû Musa'nın, İslâm'ı
ve müslümanları en kötü felâketle tehdit eden bir durumda Muâviye'ye güveni ne
olursa olsun, Amr'ın daleve-reye başvuracağı aklının ucundan bile geçmemişti...
Ebû Musa, üzerinde
anlaştıkları şeyi bildirmek için İbn Abbas ve diğer müslümanların
yanına-dönünce, İbn Abbas, Amr'ın onu oyuna getirmesinden korkarak Ebû Musa'ya dikkatli olmasını söyledi:
«— Aman Ebû Musa!
Korkarım, Amr seni aldatmasın. Birşeye karar verdiyseniz, önce o konuşsun,
sonra da sen!»
Fakat Ebû Musa durumu,
Amr'ın dalaveresinden daha büyük ve daha önemli görüyordu... Bu bakımdan,
Amr'ın kararlaştırdıkları şeyi yerine getirmede herhangi bir şüpheye
düşmedi...
Ertesi gün, Ebû Musa,
Hz. Ali tarafını temsil etmek üzere birara-ya geldiler...
Ebû Musa söze
başlaması için Amr'ı davet etti... Amr kabul'etr meyip şöyle dedi:
«— Sen benden daha
faziletliyken, benden daha önce hicret etmişken ve daha yaşlıyken asla senin
önüne geçemem...»
Ebû Musa ilerleyip her
iki taraftan kalabalık bir insan topluluğunun karşısına geçti ve şöyle
konuştu:
„— Ey insanlar! Biz bu
ümmetin işini düşünüp taşındık. En uygun olarak şundan başkasını göremedik.
Biz Ali ve Muâviye'yİ halifelikten azledeceğiz. Müslümanlar da kendilerine,
uygun gördükleri birini halife seçecekler...
İşte ben, Ali'yi ve
Muâviye'yİ azlettim.
Siz işinize bakın ve
sevdiğiniz kimseyi kendinize halîfe seçin».
Ebû Musa'nın Ali'yi
azlettiği gibi,, dün kararlaştırılan anlaşmayı yerine getirmek yani Muâviye'nin
azlini ilân etmek için Amr ibnu'l-As'ın sırası geldi...
«— Ey müslümanlar! Ebû
Musa'nın dediğini duydunuz. O Ali'yi azletti...
Ben de onun gibi
Ali'yi azlettim ve Muâviye'yİ makamında bıraktım. Çünkü o mü'minierin emir!
Osman'ın velisidir ve kanının talibidir. Muâvîye onun makamına en lâyık
kimsedir!»
Ebû Musa olayın
tesirine dayanamayıp kızgın ve sitemli sözlerle Amr'a çattı...
Yeniden uzlete çekildi
ve hızlı hızlı adımlarla Mekke'ye ömrünün geri kalan günlerini orada geçirmek
üzere Ka'be civarına gitti...
Ebû Musa (r.a.) Hz.
Peygamber'in güvendiği ve sevdiği bir kimseydi, aynı şekilde onun
halifelerinin ve ashabının da güvenip sevdiği bir kimseydi...
Resûiüilah [s.a.v.)
sağlığında, onu Muaz İbn Cebel'le Yemen'e tayin etmişti...
Resûlüllah'ın
vefatından sonra, İslâm ordularının İran ve Bizans'a karşı giriştiği büyük
cihadda sorumluluklarını yüklenmek için Medine'ye dönmüştü...
Hz. Ömer, halifeliği
esnasında onu Basra'ya vali yapmıştı, Hz. Osman da onu Kûfe'ye vali yapmıştı.
Kur'ân'ı ezbere bilen, hükümlerini iyi anlayan ve onunla
amel eden kimselerdendi...
Kur'ân'ı aydınlatan
sözlerinden birisi şudur: «Kur'ân'a uyunuz...
Kur'ân'ın size tabi
olmasını arzu etmeyiniz...» O, devamlı ibadet edenlerdendi...
Sıcağı nefesleri kesen
kavurucu günlerde Ebû Musa'nın oruç tutmak için o günleri hasretle beklediğini
ve şöyle dediğini görürdün:
«— Belki sıcak
günlerin susuzluğu, Kıyamet gününde bizim için kana kana içilen bir pınar
olur».
Ve ıslak bir günde
onun eceli geldi...
Yüzüne Allah'ın
rahmetini ve onun güzel sevabını uman kimsenin parlaklığı geldi.
İnançlı hayatı
boyunca devamlı tekrar edip
durduğu kelimeler şimdi
dHindeydi ve göç anında da tekrar edip duruyordu:
İşte o kelimeler:
«Allah'ım! Sen selâmsın... Selâm sendendir...»
[1]