Abdullah Bîn Zübeyr'in Çocukları
Abdullah Bin Zübeyr'in Kardeşleri
Abdullah Bin Zübeyr'in Halifeliği (Hicri: 64-73)
Abdullah Bin Zübeyr Döneminde Vilayetler
Abdullah Bin Zübeyr Dönemine Genel Bîr Bakış
Abdullah, (Aşere-i Mübeşşere'den) Hz. Zübeyr'in, O da El-Avam'm, O da Huvaylid'in, O da Esed'in, O da Abdül'uzza'mn, O da Kusay'ın O da Kilab'm oğludur. Babası Zübeyr Islamı ilk kabul edenlerden biriydi. Henüz onbeş yaşını doldurmadan müslüman oldu. Hz. Peygamber (sav) 'in halası Safiyye Binti Abdulmuttalib'in oğludur. îlk müslümanlar tarafından Habeşistan'a yapılan iki Hicrette de bulundu. Hz. Peygamber (sav)'in katıldığı hiç bir savaştan geri kalmadı. Uhud günü büyük bir direniş gösterdi ve Hz. Peygamber (sav) 'e uğrunda canını feda edeceğine dair söz verdi. Mekke Fethi sırasında da Muhacirlere ait üç sancaktan birini Zübeyr taşıyordu. İslam fetihlerine katıldı. Yermuk günü Bizans ordusunu üç kere yararak saflar arasından, öbür yana geçti. Mısır'ın fethi sırasında Amr Bin El-As'a gönderilen imdat kuvvetlerinin başında komutan olarak savaşa iştirak etti. Cemel olayı sırasında Hz. Ayşe ile beraber bulundu. Bu olaydan hemen sonra peşine takılan îbni Curmuz adında bir (bedbaht) tarafından Vadi's-Siba' denilen mevkide suikaste uğrayarak şehid oldu.
Abdullah'ın annesi ise Ebu Bekir-i Sıddık Hazretlerinin kızı Es-ma'dır. Çok önceleri Esma da müslüman olmuş, Hz. Rasulullah'a bey'atte bulunmuştu. Çift kuşaklı diye tanınırdı. Çünkü Hz. Pey-gamber'in Hicreti sırasında kuşağını ikiye bölerek bir parçasını O'na sofra yapmış, diğeri ile de (Babası Hz. Ebu Bekir ile Hıra Mağarasına hareket ettikleri sırada) tulumunun ağzını bağlamıştı. Bu sebeple O'na hep (Zat'un-Nikatayn) Çift kuşaklı denilirdi. Oğlu Abdullah'ın öldürülmesinden çok kısa bir süre sonra Hicretin 73'ncü yılında vefat etti. Muhacir hanımların en son vefat edeni Hz. Esma (ra)dır.
Abdullah Bin Zübeyr, (ailesi) Medine'ye muhacir olarak geldiği ilk günlerde Küba semtinde dünyaya geldi. Annesi Esma Muhacir olarak Medine'ye geldiği sırada O'na hamileydi. Küba mevkiinde konaklar konaklamaz O'nu doğurdu. Sonra Hz. Peygamber (sav)'e getirip kucağına koydu. Rasulullah (sav), bir hurma istedi. Mübarek ağzında çiğneyerek O'na yedirdi. Böylece midesine ilk önce Hz. Peygamber (sav)'in mübarek tükürüğü girmiş oldu. Sonra O'na ilk lokmasını yedirdi, duada bulundu, O'nu tebrik etti ve kendisine Abdullah adını verdi. Ebu Bekir diye de künyelendirdi. Abdullah Bin Zübeyr Medine'de hayata müslüman olarak gözünü açan ilk çocuktur. Müslümanlar O'nun doğmasıyla sevince boğuldular. Çünkü Yahudiler, Muhacirleri sihirle diki erin i, Medine'de çocuk doğuramayacaklarım ileri sürüyorlardı. Abdullah dünyaya gelince müslümanlar sevinçten tekbir getirdiler. Hz. Ebu Bekir çocuğun kulağına tekbir okuyup Yahudilerin ileri sürdüklerinin tersine, (onları yalanlamak maksadıyla) doğum haberinin yayılmasını sağlamak için O'nu Medine içinde gezdirdi. Çocuk biraz büyüyüp gelişince, bir gün aralarında Abdullah Bin Cafer, Abdullah Bin Zübeyr ve Ömer Bin Ebu Mesleme'nin de bulunduğu bir grup çocuk için Rasulullah (sav)'e mücaaat edilerek:
"Ey Allah'ın elçisi! Bunlardan da bey'at alarak şereflendir. Olaki senin bereketinden faydalanır, halk içinde ünlenirler" diye bir istekte bulunuldu. Sonra çocuklar Hz. Peygamber'in huzuruna getirildiler. O sırada sanki konuşmaktan çekinir gibi oldular. Fakat Abdullah Bin Zübeyr cesaretle ileriye atılarak konuşunca Hz. Peygamber (sav) gülümseyerek:
"O da babasının oğludur," diye latifede bulundu ve Abdullah Hz.Peygamber (sav)'e o sırada bey'at etti. Dolayısıyla o yüce bir sahabidir. Hz. Peygamber (sav)'den otuzüç hadis rivayet etmiştir.
Ayrıca babasından, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan da rivayet ettiği hadisler vardır.
Yaşı daha çok küçük olduğu halde babasıyla birlikte Yermuk Savaşına katıldı. Cabiye'de Hz. Ömer'in konuşmasını dinledi. Hz. Osman isyancıların kuşatması altındayken O'nu savunmaya çalıştı ve o gün on yerden fazla yara aldı. Cemel Olayı sırasında piyadelerin sevk ve komutasına bakıyordu. O gün El-Eşter En-Nah'i'nin 'Üzerine yürüdü. Eşter'in indirdiği bir darbe ile başından ağır yaralandı. O da Eşter'i hafif yaralamıştı. İkisi birbirlerine sarılarak yerde boğuşuyorlardı. Bu sırada {sırf hasmının öldürülmesini temin için):
'İkimizi birden biçin," diye haykırıyordu. O gün ondokuz yerinden isabet almıştı. Yaralılar arasında ve neredeyse ölmek üzereydi. Hz. Ayşe O'nun ölmediğini müjdeleyene, onbin dirhem mükafat vereceğini vadetti ve sağ olduğunu haber alınca da şükür secdesine kapandı. O'nu çok seviyordu. Çünkü kızkardeşinin oğluydu ve gözünde çok değerliydi.
Abdullah Bin Zübeyr -Afrika'daki fetihler sırasında- Abdullah Bin Saad Bin Ebiserh ile birlikte Berberilere karşı savaştı ve bu sırada Bizanslı Komutan Georg'u Hicri 27'de cereyan eden Subatıla Mevkiindeki savaşta öldürdü. Muaviye döneminde de İslam ordusunda İstanbul Seferine katılmak üzere Şam'a geldi.
Abdullah'ın fizik görünüşü de şöyleydi. Sakalının yan taraflarındaki kılları seyrekti. Yaşı altmışı buluncaya kadar da sakalı hiç gürleşmedi. Zayıf yapılıydı.
Ahlakına gelince vakurdu, büyük bir izzet-i nefse sahipti. Çok namaz kılardı. Üç hususta üzerine adam yoktu: İbadette, mertlikte ve güzel konuşmada. Hammad Bin Zeyd, Sabit El-Benanni'nin şunları anlattığını kaydediyor, diyor ki:
"Abdullah Bin Zübeyr'i, Mescid'ül-Haram'da Makam-ı İbrahim'in arkasında namaz kılarken görürdüm. Tıpkı dikilmiş bir direk gibi hiç kımıldamadan namaz kılardı."
A'rrteş de Yahya Bin Vessab'dan şunları naklediyor:
"Abdullah Bin Zübeyr secdeye kapandığı zaman, kuşlar gelir sırtına konar, üzerinde uçuşur, inip kalkarlardı. O'nu bir duvardan başka bir şey olarak görmezlerdi."
Bir diğeri de Abdullah Bin Zübeyr için şunları anlatıyor, diyor ki: "O namazda, bir gecenin tamamını kıyam halinde, bir geceyi rüku'da bir geceyi de secdede geçirerek sabahlardı." Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah'dan, O'nun nasıl olduğu, O'nu nasıl gördüğü sorulunca şöyle anlattı:
"Abdullah Bin Zübeyr daima Allah'ın kitabını okur, Rasulul-lah'ın sünnetine uyardı. Allah'a bağlıydı, yazın sıcak günlerini Allah korkusundan oruçla geçirirdi. Rasulullah'ın havarisinin oğluydu. Annesi (Büyük sahabi) Hz. Ebu Bekir'in kızıydı. Teyzesi ise Allah'ın en sevgili kulunun sevgilisi, Rasululahm değerli zevcesi idi. Allah'ın kör ettiği kimseler hariç O'nun bu fazilet ve yüceliklerini hiç bir insan görmemezlikten gelemez."
Abdullah Bin Zübeyr'in sesi gürdü. Topluluğa hitap ettiği zaman sesi Ebul Kubeys ve Zerura' tepelerinde yankı yapardı. Esmer ve zayıftı. Pek uzun boylu değildi. Alnının ortasında, çok secde etmekten (çok namaz kılmaktan dolayı) nasırlaşmış bir iz vardı. Çok ibadet ederdi. Müctehitti, güçlü bir kişiliğe sahipti, güzel konuşurdu. Çok oruç tutar, çok namaz kılardı. Gayet otoriterdi. Vakur ve nezihti. (Basit şeylere tenezzül etmezdi.) Sakallan hafifti yüzündeki kıllar seyrekti.
Afrika fatihlerinden Abdullah Bin Saad Bin Ebu Şerh vaktiyle Abdullah Bin Zübeyr'i görevlendirerek Halife Hz. Osman'a, müs-lümanların Berberilere karşı elde ettiği zaferi müjdelemek, krallarının öldürüldüğünü, birçok ganimetler ele geçirildiğini haber vermek üzere Medine'ye göndermişti. Abdullah olup bitenleri Hz. Osman'a anlatınca Hz. Osman sevinmiş O'na:
"İstersen kürsüye çıkarak bunları halka anlatabilirsin" demiş, o da:
"Tabi olur" diye kabul etmişti. Abdullah kürsüye çıkıp halka hitap ederken, olup bitenleri anlatırken, bu olayı şöyle naklediyor, diyor ki:
"Topluluğa hitap ettiğim sırada bir de baktım ki babam Zübeyr de onların arasında beni dinliyor. Babamın yüzünü görür görmez heybetinden öyle ürktüm ki neredeyse dilim dolaşacak oldu. Sonra bana Devam et! der gibi gözüyle işaret ederek beni cesaretlendirdi. Ben de hadiseyi olduğu gibi anlatarak konuşmama devam ettim. Kürsüden inince babam bana:
'Ne güzel de konuştun, sanki Hz. Ebu Bekir'in hutbesini dinler gibi oldum, senin konuşmam dinlerken yavrum' diyerek sevincini ifade etti.
Abdullah Bin Zübeyr (ra) halifelerin en merdi ve en cengave-riydi. Bu konuda eşsizdi. Taberani'nin rivayetine göre İshak Bin Ebu İshak diyor ki:
"Abdullah Bin Zübeyr, Mescid'ül-Haram'ın içinde öldürüldüğü sırada ben de oradaydım. Öldürüleceği gün, askerler Harern-i Şerifin kapılarından içeriye hücum etmeye başladılar. Fakat her kapıdan bir alay girdikçe Abdullah onları tekrar dışarı çıkanncaya kadar üzerlerine saldırıyordu. Hamlelerine devam ettiği sırada üzerine mescidin şerefelerinden biri göçerek O'nu yere yuvarladı. O esnada dudaklarından şu sözler dökülüyordu:
"Ağlama Esma anne dökme gözyaşını hiç, Elde bir şey kalmadı, dinim namusum hariç, Bir de pazularımı yumuşatan şu kılıç."
Abdullah, arada bir Harem-i Şerifin kapısından dışarı çıkıyordu. Orada, süvari -piyade beşyüz kişi vardı. Abdullah üzerlerine saldırınca sağa sola dağılıyorlardı. Kimse önünde dayanamıyordu.
Abdullah'ın adamlarından Harem-i Şerifin kapılarını koruyanların sayısı artık iyice azalmıştı. Kuşatma ordusu içinde bulunan Homs'lu askerler, Mescid'ül-Haram'ın Kabe kapısı karşısına tesadüf eden kapıyı, Dımışk'lılar Beni Şeybe kapısını, Ürdünlüler Safa Kapısını, Filistin'i iler, Beni Cimh Kapısını, Kmnesrin'liler ise Beni Sehm Kapısını kolluyorlardı. Her kapının önünde bir komutan ile adlan geçen bu memleketlerden gelen askerler bekliyorlardi. Ordunun Komutanı Haccac ile Tank Bin Amr ise El-Abtah tarafın dayd il ar. Abdullah bu kapılardan hangisine saldırıyor idiyse orada bulunanları dağıtıyor, perişan ediyordu.
Abdullah Bin Zübeyr (ra) Muaviye oğlu Yezid'in ölümünden sonra Hicretin 64'ncü yılında halife seçilmişti. Hicretin 73'ncü yılında öldürülünceye kadar Hilafet makamında kaldı. Bütün bu süre içinde halkla birlikte Hac'cetti. Hilafet döneminde Kabe'yi restore etti ve ipekle giydirdi. Kabe örtüsü daha önceleri deriden ve kıldan yapılırdı.
Abdullah Bin Zübeyr cimrilikle, uzağı görememek (ihtimalleri hesaplayamamak) dolayısıyla devlet idare etmekten aciz olmakla suçlanmıştır. Çünkü îslam Devleti'nin bütün bölgeleri (Suriye topraklarının küçük bir kısmı hariç) O'na bey'at etmiş O'nun idaresi altına girmiş bulunuyorken, (O'nun rakibi olan) Mervan'ın hakimiyet bölgesi gittikçe genişlemeye devam etti. Buna mukabil Abdullah'ın hakim olduğu saha ise gün geçtikçe daraldı. Öyle ki bir gün geldi, ortadan kaldırıldı. Çünkü gerçekten de devlet idare etmesini bilmiyordu. [1]
Abdullah Bin Zübeyr'in 13 oğlu vardı. Bunlardan bazılarının soyu yürüdü, bazılarnun ise kesintiye uğradı. Bir tane de kızı vardı. O da meşhurdur. Adı Ümmül Hasan idi. Bu kızın annesi ise Hz. Hasan'm kızı Nefise Hatun'dur.
Abdullah'ın oğullarının adları şunlardır:
1-Hubayb; Abdullah "Hubayb'in babası" diye anılırdı. Amcası Urva'dan yaşça daha büyüktü. Soyu devam etmedi.
2- Hamza; Soyu devam etti.
3- Ubbad; Soyu devam etti.
4- Sabit; Soyu devam etti.
5- Amir; Soyu devam etti.
6- Musa; Soyu devam etti.
7- Bekr; Bunun annesi Hz. Osman'ın kızı Ayşe Hatun'dur. Soyu devam etmedi. Keza Abdullah "Ebu Bekir" yani Bekr'in babası diye de tanınırdı. O'na bu künyeyi Hz. Peygamber vermişti.
8- Haşim; Soyu devam etmedi.
9- Kays; Soyu devam etmedi.
10- Urva; Soyu devam etmedi.
11- Zübeyr; Soyu devam etmedi.
12- Ebu Bekir; Soyu devam etmedi.
13- Ubeydullah; Soyu devam etmedi.[2]
Abdullah'ın babası Zübeyr Bin El-Avam diyor ki:
"Talha Bin Ubeyduılah'm, çocuklarına peygamberlerin adlarını verdiğini duydum, bilindiği üzere Hz. Muhammed'den sonra da artık peygamber gelmeyecektir. Ben de çocuklarıma -belki şeha-det mertebesine ulaşırlar diye- şehidlerin isimlerini vereceğim."
Hz. Zübeyr Bin El-Avam'ın evlilikleri ve çocukları şöyledir: Önce Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma ile evlendi. Esma'nm Zübeyr'den dünyaya getirdiği çocuklar şunlardır:
1- Abdullah: Babası bu çocuğuna Uhud Savaşı'nda şehid olan teyzesi oğlu Abdullah Bin Cahş'ın adını verdi. Çocuk Abdullah Bin Cahş'ın şehid olmasından üç gün önce dünyaya gelmekle beraber, Hz. Peygamber O'na bu adı verdi. Ve herhalde Zübeyr de O'na bu adı, Abdullah Bin Cahş'ın şehid olmasından sonra vermiş olmalıdır.
2- Urva: Zübeyr bu oğluna da Taîf de halkını İslama davet ederken onlar tarafından şehid edilen Urva Bin Mes'ud'un adını verdi.
3- El-Münzir: Zübeyr bu oğluna da (Bir-i Mauna) Faciası sırasında şehid edilen (öğretmen) El-Münzir Bin Amr'ın adım verdi.
Zübeyr'in bu oğlu Ebu Osman künyesiyle tanınırdı. Biraderi Ab-. dullah ile beraber şehid edildi.
4- Asım: Babası buna da "Raci" olayı sırasında suikaste uğrayarak şehid edilen {öğretmen} Asım Bin Sabit Bin Ebi'l-Akla'm
adını verdi.
5- El-Muhacir: Buna da Tüster Savaşı sırasında şehid edilen El-Muhacir Bin Ziyad'ın adını verdi.
Hz. Esma, eşi Zübeyr Bin El-Avam Hazretlerinden ayrıca şu kızları da dünyaya getirmiştir:
l- Hadice(El-Kübra):
2- Ümmü'l-Hasan
3- Ayşe
Sonra Hz. Zübeyr Emeh Binti Halid Bin Said Bin El-As ile evlendi. Bu hanımı da O'ndan şu çocukları dünyaya getirmiştir:
1- Halid: Babası buna Marc'us-Safar Vak'ası sırasında şehid olan Halid Bin Said'in adını verdi. Hz. Zübeyr'in bu oğlu, biraderi Abdullah halifeyken Yemen Valiliği yaptı.
2- Amr: Babası buna da Ecnadin Olayı sırasında şehid edilen Amr Bin Said Bin El-As'in adım verdi.
Bunu, biraderi (Halife) Abdullah, Emevilerin safında yerini alıp aleyhinde faaliyet gösterdiği için idam etti.
Bu hanım da Zübeyr'den ayrıca şu kız çocuklarını da dünyaya getirmiştir:
1-Habibe
2- Şevde
3- Hind
Zübeyr Bin El-Avam sonra Rabbab Binti Üneyf ile evlendi. Ondan da şu çocukları dünyaya geldi:
1- Mus'ab: Babası buna Uhud Savaşı sırasında şehid olan Mus'ab Bin Umayr'ın adını verdi.
Mus'ab Ebu İsa künyesiyle anılırdı. Biraderi (Halife) Abdullah'ın tayini ile Irakayn Valiliği yaptı.
2- Hamza: Babası buna da Uhud Savaşı sırasında şehid olan dayısı (Şehidlerin Efendisi) Hz. Hamza'nın adını verdi.
Rabbab Hz. Zübeyr'den Ramle adını verdiği bir kız çocuğu doğurdu.
Zübeyr Bin El-Avam, sonra Mürşid Bin Amr'in kızı Zeyneb Ümmü Cafer'le evlendi. Bu hanımı da ondan şu çocukları dünyaya getirdi:
1- Ubeyde: Babası buna Bedir Savaşı sırasında şehid olan Ubeyde Bin El-Haris'in adım verdi.
2- Cafer: Buna da Mu'te Harbi sırasında şehid olan (Hz. Ali'nin biraderi) Cafer Bin Ebu Talib'in adını verdi. Cafer biraderi Abdullah'ın hilafeti döneminde Medine Valiliği yaptı.
Bu hanımlardan başka Hz. Zübeyr ayrıca Ümmü Gülsüm Binti Ukba Bin Ebu Muayyıt ile de evlendi. Bu hanım daha önce Ab-durrahman Bin Avf ile evliydi. Zübeyr'den Zeynep adında bir kız çocuğu dünyaya getirdi.
Zübeyr ayrıca El-Helal Binti Kays Bin Nevfel ile evlendi, bu hanım da O'ndan Hadice (Es-Suğra)'yı doğurdu.
Böylece Hz. Zübeyr'in onbir erkek oğlu olduğu anlaşılmaktadır. Adları şöyledir:
Abdullah, Urva, El-Münzir, Asım, El-Muhacir, Halid, Amr, Mus'ab, Hamza, Ubeyde ve Cafer.
Zübeyr'in dokuz tane de kızı vardı. Onların da adları şöyledir: Hadice (El-Kubra), Ümmül Hasan, Ayşe, Habibe, Şevde, Hind, Ramle, Zeyneb ve Hadice (Es-Suğra)
Hz. Zübeyr bir de Atike Binti Zeyd Bin Amr Bin Nufeyl ile evlendi. Bu hanım daha önce Hz. Ebu Bekir'in oğiu Abdullah iie O'ndan önce de Hz. Ömer'le evliydi.[3]
Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonra Abdullah Bin Zü-beyr Mekke'de, Yezid'i hal' ettiğini (O'nu artık halife sıfatıyla tanımadığını) ilan etti. Bunun üzerine halktan bazı kimseler gizlice Abdullah'a bey'at ettiler. Bu gelişmeden sonra Abdullah, Yezid'in Mekke'deki Valisi El-Haris Bin Halid'i halka namaz kıldırmaktan alıkoyarak yerine Mus'ab Bin Abdurrahman'ı görevlendirdi. Mus'ab'la birlikte El-Müsevvir Bin Mahreme, Cübeyr Bin Şeybe ve Abdullah Bin Safvan Bin Ümmeye, (Halife) Abdullah Bin Zü-beyr'in şura meclisi üyeleriydiler. Bu gelişmelerin peşinden Medine'de halk, Yezid'in oradaki valisi Osman Bin Muhammed Bin Ebisüfyan'a karşı ayaklanarak O'nu şehirden kovdular. Başlarına Abdullah Bin Hanzala'yı vali nasbederek Ümeyyeoğulları oymağına mensup olan kitleyi Mervan Bin Hakem mahallesinde önce çembere aldılar, sonra da Medine'den sürdüler. Yezid bu olayı haber alınca, Medine'lilerin üzerine Müslim Bin Ukba El-Mirri komutasında bir kuvvet göndererek onları cezalandırmak istedi. Yezid'in gönderdiği bu ordu, Medine'den sürülen Ümeyyeoğullarıy-la Vadil-Kura denilen mevkide karşılaştı. Sonra Medine'ye ulaştı ve daha önce anlattığımız Harra Faciası cereyan etti. Medine halkı dize getirildikten sonra bu ordu Mekke'ye hareket etti. Ancak Komutan Müslim Bin Ukba El-Mirri yolda öldü. O'nun yerine askerin sevk ve komutasını, Yezid'in emri üzerine EI-Husayn Bin Nümeyr Es-Sükuni ele aldı. Fakat Mekke'nin kuşatılması sırasında bu kez de Yezid öldü. Kuşatma ordusu komutanı El-Husayn bu haberi alınca, (Halifeliğini ilan etmiş bulunan ) Abdullah'ı davet ederek El-Abtah denilen mevkide bir araya gelip görüştüler. El-Husayn, Abdullah Bin Zübeyr'e bey'at etmek istediğini (O'nu halife sıfatıyla tanımak istediğini) açıklayarak:
"Eğer gerçekten bu adam ölmüşse toplum içinde bu makama artık en layık olan sensin. Dolayısıyla gel, benim refakatimde Şam'a gidelim. Emrimdeki şu ordu Şam'ın ileri gelenlerinden ve cengaverlerinden oluşmuş bir kuvvettir. Eğer -sözümü dinleyip-gelecek olursan halifeliğin konusunda Allah'a yemin ederim ki iki kişi bile aralarında ihtilafa düşmeyeceklerdir. Sonra halkın güvenliğini temin edersin ve gerek seninle aramızda, gerekse, Harra Olayı yüzünden Medine halkıyla aramızda artık kan dökülmesini önlersin" diye konuştu. Fakat Abdullah bu teklifi reddetti. Çünkü El-Husayn'a ve Şam'lılara güvenmiyordu. Mekke'yi terketmek istemiyordu. Durum böyle olunca El-Husayn ordusuyla beraber hareket ederek geri döndü. Medine'lilerle Hicaz halkı onlara karşı baskın çıkmak için yürekli davrandılar. Fakat El-Hu-eayn'ın ordusu dağılmadan hep toplu vaziyette bulunmaya dikkat ediyordu. Sonra (Medine'den kovulan) Ümeyye oğullarını da yanlarına alarak Şam'a döndüler.
Öyle görünüyorki Abdullah Bin Zübeyr, El-Husayn'm kendisine yaptığı teklifi geri çevirmiş olmaktan pişmanlık duydu. Çünkü daha sonra gönderdiği bir mesajda O'na şöyle diyordu:
"Şam'ı ziyaret etmem konusuna gelince, bunu yapmam. Mekke'den ayrılmayı doğru bulmuyorum. Fakat benim adıma orada halktan bey'at alın. Ben sizin güvenliğini temin eder, adaletle yönetirim."
El-Husayn ise O'na:
"Sen bizzat buraya gelmeden bu iş olur mu ki; eğer gelecek olursan göreceksin ki Emevi ailesinden burada birçok kimse var ve yönetimi kendileri için istiyorlar. (Sen bizzat burada bulan-mazsan) halk oyunu onlara verecektir. Onun için sen gelmeden ben bunu yapamam (senin adına onlardan bey'at isteyemem)" diye bir cevap gönderdi.
Abdullah Bin Zübeyr, Yezid'in ölümünden sonra (Hilafetini ilan ederek) halktan bey'at istedi. Hicaz halkı O'na hemen bey'at ettiler. Bunun üzerine kardeşi Ubeydullah'ı Medine'ye vali olarak tayin etti ve O'ndan, Ümeyye oğullarını Medine'den çıkarıp sürmesini istedi. O da bu emri yerine getirdi. Böylece Ümeyye oğulları Şam'a göç ettiler. Aralarında Mervan Bin El-Hakem ve oğlu Ab-dülmelik de vardı.
Abdullah, sonra Mısır halkına da haber yollayarak kendisine bey'at etmelerini (Devlet başkanlığım tanımalarını ) istedi. Halk da bu teklifi hemen kabul etti. Bunun üzerine Abdullah Mısır'a Abdurrahman Bin Cahdar'ı vali tayin etti. Arap Yarımadasının halkı ise tamamen kendisine itaat edip yönetimini tanıdılar.
Basra halkına gelince, bunlar, halkın, üzerinde anlaştığı ve kendilerinin de kabul edebilecekleri bir halife seçilinceye kadar Ubeydullah Bin Ziyad'ı yönetici olarak tanıdılar. Ubeydullah, Kû-fe'ye bir temsilci göndererek onların da aynı Basra'lılar gibi davranmalarını istedi. Fakat Kufeliler bu teklifi reddederek başlarında vali olarak bulunan Amr Bin Hureys'i taşa tuttular ve O'nu kovarak yerine Amir Bin Mes'ud Bin Halefi Vali nasbettiler. Ancak Amir bu görevde kısa bir süre kaldı. Sonra yerine Abdullah Bin Ye-zid El-Ensari geldi. O'ndan sonra da El-Hatmi geldi. Bu sırada Haricilerin başında (Aşere-i Mübeşşere'den) Talha Bin Ubeydul-lah'ın torunu İbrahim Bin Muhammed bulunuyordu. Basra halkı daha sonra Ubeydullah'a verdikleri sözden cayarak O'nun otoritesini reddettiler. Bu sebeple Basra'da ortalık karıştı ve Ubeydullah bu yüzden Şam'a kaçtı. Basra'lılar da toplanarak, -halk bir devlet başkanı seçinceye kadar- kendilerine namaz kıldırmak üzere bir emîr nasbetmek maksadıyla toplandılar ve Abdülmelik Bin Abdullah Bin Amir adında birini bir ay içinde seçtiler. Sonra yerine Abdullah Bin El-Haris Bin Nevfel'i nasbettiler. O da iki ay kadar kendilerine namaz kıldırdı. O'ndan sonra da (Halife) Abdullah Bin Zübeyr tarafından tayin edilerek gönderilen Amr Bin Ubeydullah Bin Muammer geldi ve bu görevi bir ay kadar yaptı. Daha sonra Abdullah Bin Zübeyr O'nun yerine El-Haris Bin Abdullah Bin Ebu Rabia'yı gönderdi. Böylece Basra ve Küfe halkı Abdullah Bin Zü-beyr'in devlet başkanlığı sıfatını tanımış, kabul etmiş oldular.
Halife Abdullah sonra Yemen halkını bey'ate çağırdı. O'na bey'atte bulundular. Horasan'a da temsilci yollayarak bey'atlerini istedi. Onlar da bey'atte bulundular.
Şam'a gelince, buranın halkı Ed-Dahak Bin Kays El-Fehri'ye bey'at etmişlerdi. O sırada Dımışk Emiriydi. O'na Homs Valisi En-Numan Bin Beşir ve Kınnasrin Valisi Züfer Bin Abdullah El-Kila-bi de tabi olmuşlardı. Natil Bin Kays da Filistine girerek buranın yöneticisi bulunan Ruh Bin Zenba' El-Cüzami'yi kovdu. Suriye topraklarında Abdullah Bin Zübeyr'in otoritesi altına girmemiş çok az bir yer kalmıştı. Bu da Ürdün tarafları ve Şam'da bir araya gelmiş El-Husayn Bin Nümeyr, Ubeydullah Bin Ziyad, Ümeyye-oğullarından bazı kimselerle Yemen'den adamlar, özellikle Kelbo-ğulları Kabilesinden Yezid'in çocuklarının dayıları (hanımının akrabaları) gibi az sayıda Emevi taraftarlarından ibaretti. Keza O'na Nafi Bin EI-Ezrak ve Abdullah Bin İbad gibi Haricilerin liderleri de gelerek bey'atte bulundular.
Böylece eyaletlerin çoğunun oylarıyla ümmet şurasının ileri gelen şahsiyetleri sahabiler, sahabi çocukları ve Tabiilerin büyüklerinin ittifakıyla Abdullah Bin Zübeyr meşru halife seçilmiş oldu. Bu oybirliği ise Mervan Bin El-Hakem'i tüm iktidarı boyunca, oğlu Abdülmelik Bin Mervan'ı ise birer asi durumuna koymaktadır. İşaret edilen bu süreler içinde bu iki Emevi hükümdarı İslam kurallarına göre halife sayılmazlar.[4]
Abdullah Bin Zübeyr'in hilafet günleri istikrarsızlık ve sürekli bir karışıklıklar dönemi oldu. Vilayetten vilayete değişiyor idiyse de genelde durum böyleydi.
Vilayetler arasında Hicaz'da ortalık Abdullahm yönetimi lehinde sakindi. Ne varki Suriye'de sürekli bir hareket vardı. Ta ki Ümeyyeoğulları'mn otoritesi burada güçleninceye kadar.
Irak'a gelince burada yönetim, çeşitli siyasi görüşlere sahip idareciler arasında sürekli olarak el değiştirdi.
Mısır ve Afrika ise önceleri, Abdullah Bin Zübeyr'in idaresi altındaydı. Daha sonra buraların yönetimi sessizce Emevilerin eline geçti ve ortalık sakin vaziyette devam etti. Keza Horasan ve Yemen'de de durum böyle oldu.
Vilayetlerde ortam -ayrıntılı olarak- şöyleydi:[5]
Yezid ölmek üzereyken, yerine ikinci Muaviye'nin geçmesini vasiyet etmişti. Fakat İkinchMuaviye Emevi tahtında üç aydan fazla kalmadı ve öldü. İkinci Muaviye başa geçtikten kısa bir süre sonra "Essalatü Camia!" diye {ezandan başka) ayrıca halkın namaza çağrılmasını emretti. Halka karşı yaptığı bir konuşmada ise Allah'a hamd ettikten sonra şu açıklamada bulundu:
"Sizi idare etme konusunu şöyle iyice bir düşündüm, baktım ki bu iş için zayıfım (yetersizim). Bu sebeple sizi idare edebilecek Hz. Ömer gibi güçlü bir şahsiyet aradım. (Allah'ın rahmeti O'nun üzerine olsun) Nitekim Hz. Ebu Bekir böyle davranmış, (işin, çığırından çıkabileceği endişesiyle) O'nun yardımına baş vurmuştu. Fakat böyle birini bulamadım. Sonra (size bu konuda danışmanlık yapacak), tıpkı Hz. Ömer'in seçtiği altı şura üyesi gibi altı kişi aradım. Onlar gibisini de bulamadım. Şimdi artık yönetiminizi size bırakıyorum. Kendi işinizi siz daha iyi bilirsiniz. Onun için bu göreve istediğiniz kimseyi siz kendiniz seçin."
İkinci Muaviye halkına yaptığı bu tarihi konuşmasından sonra evine kapandı ve ölünceye kadar bir daha da halkın karşısına çıkmadı. Yaşı daha yirmiyi bile geçmiş değildi, ikinci Muaviye çok ibadet eden fazilet örneği büyük bir şahsiyetti. İktidarının süresi içinde hep rahatsızdı. Onun için Ed-Dahak Bin Kays halka namazı kıldırır ve yönetime bakardı. Yezid oğlu İkinci Muaviye vefat edince Dımışk'da Babüssağir Mezarlığı'na defnedildi, (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) Bu zat fizik yapı olarak çok beyaz tenliydi. Vücudu çok kıllı, gözleri iri, saçı kıvırcık, burnu kemerli başı muntazam yuvarlak, yüzü pek güzel, sakalı sıkça ve boylu boslu endamlıydı. Ebu Leyla künyesiyle anılırdı. İkinci Muaviye'nin anne-Haşim Bin Utba Bin Rabia'nm kızı Ümmü Haşim'dir.
El-Husayn Bin Numeyr (Mekke'yi kuşatmak için gittiği) Hicaz'dan dönünce, beraberinde Ümeyyeoğullarım da Şam'a getirdi. Ancak geldikleri sırada İkinci Muaviye henüz ölmüştü. Halk O'ndan sonra kendi aralarında ihtilafa düştü. O sırada Dımışk Emîri Dahhak Bin Kays, Kınnesrin Emiri Züfer Bin El-Haris, Homs Emiri En-Nu'man Bin Beşir ve Filistin Emiri Natil Bin Kays Abdullah Bin Zübeyr'i destekliyorlardı. Ürdün Emiri Hassan Bin Malik Bin Bahdel El-Kelbi'ye gelince Yezid'in oğlu Halid'e taraftardı. Çünkü Yezid Hassan'ın Meysun adındaki kızkardeşinin çocuğu (yani yeğeniydi). Ne varki Ümeyyeoğullarının tümü böyle düşünmüyorlardı. Mesela Mervan, çoğunluğun Abdullah Bin Zübeyr'i seçtiğini görünce, gidip o da halkın bey'at etmiş bulunduğu kimseyi seçmek üzere yanına gitmeyi tasarlıyordu. Fakat bu sırada Ubeydullah Bin Ziyad Irak'tan kaçmış, Şam'a gelmişti. İktidar Ümeyyeoğullarindan başkasının eline geçerse, Kerbela'da Hz. Hüseyin'i katlettirdiği için başına kötü şeyler gelebileceğinden korkuyordu. Keza El-Husayn Bin Nümeyr de Mekke'yi kuşattığı ve Kabe'yi mancınıklarla dövdüğü için iktidarın el değiştirmesinden korkuyordu.
Mervan, Abdullah Bin Zübeyr'e bey'at etmeyi düşünürken Ubeydullah Bin Ziyad ile bir araya geldi. Ubeydullah O'na:
"Yapmak istediğin şeyden dolayı senin adına utandım. Sen Kureyşin büyüğü ve efendisîyken nasıl olur da böyle bir şey yapabilirsin!" diye çıkıştı. Bu sözler üzerine Mervan'ın içinde ümitler yeşermeye başladı ve:
"Henüz elimizden bir fırsat kaçmış değil" dedi.
Mervan'ın tutumunun değiştiğini gören Ubeydullah O'na, Ed-Dahak'ı bir oyuna getireceğine dair söz verdi ve kendisiyle görüşmek üzere Dımışk'a gitti. O sıralarda Ümeyyeoğulları da Ted-mür'de bulunuyorlardı. Ubeydullah sözde Ed-Dahhak'a akıl vermeye başladı. O'nu kendisi için halktan bey'at istemeye teşvik ettikten sonra Dımışk'dan ayrılarak başka yerlerde de davasını halka anlatması tavsiyelerinde bulundu. Tabi Ed-Dahhak Dımışk'tan ayrılınca meydan rakipleri için boş kaldı. Esasen (o sırada) Dımışk'da zaten halk arasında anlaşmazlık vardı. Kaysoğulları Abdullah Bin Zübeyr'in taraftarları olarak Ed-Dahhak'ı desteklerken, Yemaniler de Ümeyyeoğulları lehinde propaganda yapıyorlardı. Bunun neticesi olarak birgün camide bir fitne başgösterdi. Eğer Ed-Dahhak müdahale etmeseydi işin sonu çok kötü de olabilirdi. Dahhak konuyu gözden geçireceği görüşünde bulundu. Bunun için de Hassan Bin Malik, Bin Bahdel El-Kelbi ile birlikte Ca-biye'de görüşmek üzere Ümeyyeoğulları ile anlaştı. Bunun üzerine Ümeyyeoğulları Cabiye'ye doğru giderlerken Dahhak da ayrıca kendi halkı ile birlikte hareket etti. Bu sırada O'na Sevr Bin Ma-an BinYezid Bin El-Ahnes Es-Selemî başvurarak:
"Sen bizi Abdullah Bin Zübeyr'e taraf olmaya, O'nun emri altına girmeye davet ettin, biz de sana uyduk. Şimdi de Kelboğulla-rı Kabilesine mensup şu cahil bedevi herife gidip boyun eğeceksin ve yerine Yezid'in oğlu Halid'i tayin edeceksin öyle mi?" diye sertçe çıkıştı. Bu durum karşısında mütereddid kalan Ed-Dahhak, O'na:
- Peki görüşün nedir, ne yapabiliriz, diye sordu. Sevr Bin Ma-
an şu cevabı verdi:
- Görüşüm şudur: Davamız uğruna mücadele edelim. Bunun üzerine Ed-Dahhak yamndakilerle birlikte hemen yön değiştirdiler. Oradan hareket edip Marc-ı Rahıt'a vardılar. Ed-Dahhak buradan, taraftarları olan bölge sorumlularına mesajlar göndererek onlardan acil yardım istedi. Bu sorumlulardan En-Numan Bin Be-şir, O'na imdad olarak Şurahbil Bin Zi'1-Kila'ı gönderdi. Züfer Kınnesrin halkıyla Natil de Filistin halkıyla birlikte O'na katıldılar. Bütün bu kuvvetler Marc-ı Rahıt Mevkii'nde Ed-Dahhak'ın safında yerlerini aldılar.
Ümeyyeoğulları ise Havran bölgesinde Cebiye denilen yerde toplandılar. Bu şehrin kalıntıları Neva Beldesi yakınlarında hâlâ mevcuttur. Ümeyyeoğulları'nm esasen görüşleri değişikti. Mesela Hassan Bin Malik Bin Bahdel El-Kelbi ve Malik Bin Hubayra Es-Sukûni Yezid'in oğlu Halid'i destekliyorlardı. Husayn Bin Nümeyr ise Hilafetin Mervan'da olmasını istiyordu. Nitekim onlara hitaben:
"Allah'a yemin ederim ki Araplar {yani rakip taraf) karşımıza yaşlı (olgun) bir aday getirip dikerlerken biz onlara bir çocuk gösteremeyiz," diye ciddi konuştu. Sonra Ümeyyeoğulları ve Beni Kelb, Cüzam ve Yemenlilerin tamamı hilafetin önce Mervan'da olması, O'ndan sonra Halid Bin Yezid'in, daha sonra da Amr Bin Sa-id Bin El-As'm bu makama getirilmesi konusunda söz birliği ettiler. Hemen Mervan'a bey'at edildi. O da halkın başına geçerek, sağında Amr Bin Said Bin El-As, solunda Ubeydullah Bin Ziyad ve beraberinde Sekasek, Gassan ve Sükûn kabilelerinin adamlarıyla Ürdün halkı olduğu halde Cabiye'den hareket ederek Marc-ı Rahıt'a geldi.
Şam'daki duruma gelince, Cabiye'de hazır bulunmayan Yezid Bin Ebi'n-Nems El-Gassanî buraya hakim olup Ed-Dahak'ın adamını çıkardı ve Mervan'a bey'at etti. Peşinden Devlet hazinesini ele geçirip Mervan'a adam, mal ve silah yardımında bulundu. Sonra Ümeyyeoğullarıyla Ed-Dahhak'm taraftarları savaşa tutuştular. Bu sırada Ed-Dahhak öldürüldü. Homs halkı da memleketlerine döndüler. Dahhak'ın adamlarından olan Homs'un sorumlusu En-Numan Bin Beşir buradan kaçtı. Ne çare ki Homs'lular peşine takılarak yakalayıp O'nu öldürdüler Ed-Dahhak'm diğer adamlarından Züfer de Karkisa'ya giderek burada korunmaya çalıştı. Kaysoğulları da O'na bu direnişinde yardım ettiler. Ed-Dahhak'ın diğer adamı Natil Bin Kays ise kaçıp Abdullah Bin Zübeyr'e katıldı. Bu suretle Hicri 65 yılının başından itibaren Mervan Şam halkının lideri oldu.
Abdullah Bin Zübeyr (bu sırada), kardeşi Mus'ab'ı bir kuvvetin başında Şam'ı fethetmek üzere görevlendirdi. Mervan da O'na karşı durmak üzere Amr Bin Said komutasında bir kuvvet gönderdi. Her iki ordu Filistin'de karşılaştılar. Fakat Mus'ab kaçtı. Mer-van'ın ise artık Suriye üzerinde hakimiyeti kesinleşti.
Mervan bu kez de Irak'ı Abdullah Bin Zübeyr'e bağlı yöneticilerin idaresinden çıkarıp kendine bağlamak maksadıyla bu bölgeye biri Ubeydullah Bin Ziyad, diğeri ise Hubeyş Bin Delce El-Uteybi komutasında olmak üzere iki ordu hazırladı. Ayrıca oğlu Muhammed komutasında bir kuvveti de (bugünkü Cizre merkez olmak üzere buraya bağlı bulunan ve) El-Ceziret'ul-Furatiyye adını taşıyan cepheye gönderdi. Fakat çok geçmeden Mervan öldü, böylece Suriye üzerindeki hükümdarlık süresi dokuz aydan fazla sürmedi. Ölümü Hicri 65 yılı Ramazan ayının üçüncü gününe rastladı. Kendisinden sonra yerine sırayla, önce oğlu Abdülme-lik'in O'ndan sonra da Abdülaziz'in halife olmasını vasiyet etti. Böyle davranmakla da vaktiyle Cabiye Kongresinde alınmış bulunan kararları çiğnemiş bulundu.
Şu noktaya işaret etmekte yarar vardır ki Mervan'ın babası El-Hakem İslam dininin azılı düşmanlarmdandi. Mekke Fethi sırasında (sözde) müslüman oldu. Sonra Medine'ye yerleşti. Ancak Hz. Peygamber (sav) O'nu Taife sürmüştü.
Ancak Mervan'a sahabidir, diyemezsek de O, Tabii [6] kuşağının büyük şahsiye ti erindendir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) henüz hayattayken doğdu ve Rasulullah (sav) vefat ettiği sırada da dokuz yaşındaydı. Buhari Sahih'inde , Mervan'dan ve El-Müsevvir Bin Mahreme ile bir grup sahabiden Hudeybiye Banşı'yla ilgili hadisi rivayet etmiştir. Keza Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Zeyd Bin Sabit'ten hadis naklettiği gibi, oğlu Abdülmelik, Sehl Bin Saad, Sa-id Bin El-Müseyyeb, Urva Bin Ez-Zübeyr, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabidin gibi şahsiyetler de O'ndan hadis rivayet etmişlerdir. Mervan Hz. Osman'ın katibiydi ve evi asiler tarafından sarıldığı gün O'nu cansiperane bir şekilde korumaya çalışmış, müdafaa etmişti. Hz. Ayşe ile birlikte Cemel Olayı'nı yaşadı. Bu sırada sol kanattaki kuvvetlerin başındaydı. Sonra Hz. Ali'ye bey'atte bulundu. Ancak iktidar Muaviye'nin eline geçince Mervan'a yaklaştı ve O'nu Medine'ye bir kaç kere vali tayin etti. Ta ki sonraları hadiseler oluncaya kadar.
Çocuklarının adları da şöyledir;
Abdülmelik ve Muaviye. Bunların annesi, Muaviye Bin El-Mu-ğira Bin Ebu'l As Bin Ümeyye'nin kızı Ayşe'dir. Mervan'm (adı geçen oğlu) Muaviye Hz. Ali'nin kızı Ramle ile evliydi.
Mervan'ın bir diğer oğlunun adı da Abdülaziz'dir. Bunun annesi Beni Kelb Kabile si 'nden, Zebban Kızı Leyla'dır.
Bir diğer oğlunun adı da Büşr'dür. Bunun da annesi Kilab soyundan Büşr Bin Amir (Mülaib'ül-Esinneh)nin kızı Kıttiyye'dir.
Başka bir oğlunun adı da Muhammed'dir. Bunun annesi cariyeydi. Ayrıca Abdullah ve UbeyduUah adlarındaki iki oğlunun da anneleri cariyeydi. .
Mervan'ın çocuklarından Osman, Eyüp ve Davud'un anneleri ise Hz. Osman'ın kızı Ümmü Ebban'dır. Bir başka oğlu Ömer'in annesi de Amr Bin Ebiseleme'nin kızıdır [7]
Mervan'ın ölümünden sonra oğlu Abdülmelik için Mısır ve Suriye'de bey'at yenilendi. Halka karşı tıpkı babasının siyasetini güttü ve eyaletlerde otoritesini sağlamlaştırmaya çalıştı.
Hicri 69 yılı başlarında, komutasına aldığı bir orduyla, Kays Kabilesi'nin reisi Züfer Bin Haris El-Kilabi ile çarpışmak üzere Karkisa'ya hareket etti. Züfer, Marc-i Rahıt Savaşı'ndan kaçtığı ve tövbekarlar adıyla bilinen cemaatin lideri Süleyman Bin Sard ile yönetim aleyhinde işbirliği ettiği günden beri Karkisa'da korunuyor ve direniyordu. Mervan ordusu bu grupla Ayn Varda Mevkiinde çarpışırken Züfer bunlara yardım etmişti.
Abdülmelik, Züfer'in işini bitirdikten sonra bu kez de Abdullah Bin Zübeyr'in kardeşi Mus'ab'm üzerine yürümek istiyordu. Fakat bir daha Dımışk'tan ayrılmadı. Karkisa'ya da Abdurrahman Bin Ümmil Hakem'i idareci olarak tayin etti. Ancak Amr Bin Said bu adamı devirerek yerine geçti ve burada yönetime karşı direndi. Bunun üzerine Abdülmelik dönüp burayı kuşattı. İki taraf arasında 16 gün çok şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet Amr Bin Said Ab-dülmelik'in veliahdı olmak üzere anlaştılar. İkisinden her biri diğeri kadar yönetici tayin etme hak ve yetkisine sahip olmak kaydıyla bu anlaşmayı yaptılar. Fakat Adülmelik bu anlaşmadan sonra Amr'ı davet etti, O'nu hile ile öldürerek ortadan kaldırdı.
Hicretin yetmişinci yılında Bizanslılar, müslümanlann bu iç çekişmeler sebebiyle zayıf duruma düştüklerini hissederek, Abdullah Bin Zübeyr'le Emeviler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanmak istediler. Abdülmelik, Bizanslıların, Suriye'yi tekrar ele geçirmelerinden korkarak onlara her Cuma Bin dinar vergi ödemek üzere barış yaptı. Böylece Amr Bin Said'den de kurtulduktan sonra Suriye'de ortalık Abdülmelik Bin Mervan lehinde artık sükunete kavuştu. Bu hadiseden önce Abdüîmelik her yıl Irak'a bir sefer düzenlemeyi tasarlıyordu. Keza Mus'ab da her yıl Şam üzerine yürümeyi düşünüyordu. Fakat kış gelip çatıyor bu istekler bir türlü gerçekleştirilemiyordu.
Durum Hicretin 71'nci yılına kadar böyle sürdü. Nihayet Abdülmelik Mus'ab'ın üzerine hareket etti. Ordusunun sağ kanadını, Yezid oğlu Abdullah, sol kanadını, Yezid oğlu Halid ve öncü kuvvetlerini de kardeşi Muhammed Bin Mervan komuta ediyordu. Hiç şüphe yok ki Halife'nin bizzat askerin başında bulunması onlara büyük bir moral ve cesaret veriyordu. Bunun aksine düşmanın maneviyatını da çökertiyordu. İki ordu Mesken denilen yerde karşılaştılar. Bu sırada Abdülmelik önce Mus'ab'in komutanlarıyla temas kurarak onlara mevkiler ve imkanlar va'd etti. Bu komutanlara gönderdiği mektuplardan biri de, kendisini Irak'a vali tayi-n edeceğine dair İbraim Bin El-Eşter'e gönderdiği mesajdır. Eşte-roğlu bu mesajı alır almaz doğruca Mus'ab'a giderek O'na:
"Ya Emir! Bak, komutanların arasında bu mesajın aynısını almayan yoktur. Onun için beni dinlersen hepsinin kellelerini kesmelisin," dedi. (O bu sözleriyle demek istiyordu ki: Madem Ab-dülmelik'den bana böyle bir mesaj gelmiş bulunmaktadır. O halde ordumuzda bu gizli mesajın aynısını almayan komutan yoktur. Ama buna rağmen seni bu durumdan haberdar etmemişlerdir. Bu da onların sana karşı samimi ve itaatkar olmadıklarını kanıtlamaktadır. Öyleyse onları her şeyden önce öldürmek gerekir. Yoksa savaş esnasında yenik düşmene sebep olacaklardır.) Mus'ab O'na şu cevabı verdi:
"Eğer böyle yapacak olursam, onlara bağlı olan aşiretler artık sözümüzü dinlemezler."
Demek ki Mus'ab İbrahim'e inanmış komutanlarının hain olduğuna kanaat getirmişti. Bunun üzerine Eşteroğlu O'na şu tavsiyede bulundu:
"Öyleyse onları Kisra Sarayı'na savaşın sonuna kadar hapsedersin. Zaferi şayet sen kazanırsan boyunlarını vurursun. Yok eğer savaşı kaybedecek olursan zaten senden sonra oradan çıkacaklardır." Mus'ab O'na şu karşılığı verdi:
"Ey Eba Numan! Şu anda bunu yapamayacak kadar meşgulüm, bir sürü derdim var." Sonra da dedi ki:
"Allah Ebu Bahr'e rahmet etsin. (Bununla Kays Bin Ahnef'i kastediyordu.) O daima İraklıların dönekliğine karşı beni uyarıyordu. Sanki içinde bulunduğumuz şu durumu gözleriyle seyrediyor gibiydi."
Sonra çarpışma başlayınca Eşteroğlu, Mus'ab komutasındaki ordunun ön saflarını idare ediyordu. Abdülmelik ordusunun Ön safları üzerine yürüdü ve onları dağıttı. Abdülmelik'in sağ kanat kuvvetleri bir imdat hamlesi yaparak Eşteroğlu öldürüldü. Mus'ab'ın diğer komutanlarıysa savaş alanından çekildiler. Böylece Mus'ab çok zor bir durumda kaldı. Abdülmelik O'na güven verdiyse de kabul etmedi ve:
"Benim gibi biri savaş alanından ya üstün ya da yenik olarak ancak ayrılabilir. Bana bundan başkası yakışmaz," diye cevap verdi. Bu sırada (Abdülmelik'in biraderi) Muhammed Bin Mervan, Mus'ab'ın oğlu İsa'ya seslenerek:
- Ey Yeğenim! Gel sözümü dinle kendini öldürtme, sana güven veriyorum, diye çağrıda bulundu. Mus'ab da oğluna:
- Bak amcan sana güven veriyor, git O'na teslim ol, dediyse de İsa babasına:
- Hayır babacığım, sırf kendimi kurtarmak için gidip de onlara teslim olmam. Ta ki Kureyş kadınları benim için seni ölüme terkettiğime dair dedikodu yapmasınlar, dedi. Bunun üzerine babası O'na:
- Peki yavrum öyleyse yarış atlarından birine çabucak bin ve amcan (Abdullah Bin Zübeyr) 'e git ve Iraklıların bize yaptığı kalleşliği ve benim burada Öldürülmek üzere bulunduğumu bari haber ver, dedi. Oğlu İsa O'nun bu isteğine de itiraz ederek:
- Hayır babacığım, ne içinde bulunduğun şu çetin durumu kimseye katiyyen haber veririm, ne de öldürüldüğünü Kureyş kadınlarına duyururum. Bilakis seninle omuz omuza çarpışarak ölümü tercih ederim. Fakat eğer dilersen kuvvetlerini alır Basra'ya gideriz. Çünkü onlar hâlâ bize bağlıdırlar, dedi. Ama bu kez de babası şu cevabı verdi:
- Hayır Allah'a yemin ederim kimseye benim için, savaş alanından kaçtı dedirtmem.
Sonra oğlu İsa Emevi kuvvetlerinin üzerine doğru yürüyerek çarpışmaya başladı. Ta ki babasının gözleri önünde öldürüldü. Mus'ab ise kalabalıklar üzerine peşpeşe hamleler yaparak birçok yerinden yaralar aldı ve öldü. Halk bundan sonra Abdülmelik'in etrafında toplandı. Mus'ab'ın başı kesilerek kendisine getirildi. Mus'ab'ın yedi oğlu iki de kızı vardı. Hanımları ise şunlardı:
Hz. Hüseyin'in kızı Sekine ve Hz. Ebu Bekir'in torunu, yani Ümmü Gülsüm'ün kızı Ayşe [8]
Bu hadiseden sonra Abdülmelik En-Nuheyle mevkiinde konakladı. Irak halkı gelerek burada O'na bey'at ettiler. Böylece Abdülmelik'in hükümdarlık sınırları genişleyerek Mısır, Suriye ve Irak'ı da içine almış oldu. Abdullah Bin Zübeyr'in idaresinde ise Hicaz'dan başka bir yer kalmadı.
Irak'daki gaileler de böylece sona erip Abdülmelik Şam'a dönmek isteyince bu kez de Abdullah Bin Zübeyr'e karşı çarpışmak üzere halkı çağırmaya başladı. Önce kimse O'nun bu davetine uymak istemedi. Bu sırada Haccac Bin Yusuf Es-Sakafî ayağa kalkarak:
- O'nunla mücadele etmek için ben varım Ya Emirelmü'mi-nin! diye kendini takdim ettikten sonra:
- Beni O'nun üzerine gönder. Mutlaka O'nu tepelerim, dedi. Bunun üzerine Abdülmelik Haccac'ı kalabalık bir ordunun başında Abdullah Bin Zübeyr'in üzerine gönderdi ve Mekke halkına, eğer boyun eğecek olurlarsa kendilerine dokunulmayacağına dair bir güven mesajı yolladı. Haccac Abdülmelik'ten aldığı talimat üzerine Hicretin 72'nci yılı Cemaziyelevvel ayında hareket etti. Ancak Medine'ye uğramadı. Bilakis seferine devam ederek Taif de konakladı. Oradan da Arafat mevkiine müfrezeler sevketmeye başladı. Bu sebeple iki tarafın süvari kuvvetleri zaman zaman birbirlerine rastlıyorlardı. Bu yüzden aralarında çarpışmalar meydana geliyordu. Ancak kısa sürede sona eriyor ve taraflar yerlerine dönüyorlardı. Sonra Haccac Abdülmelik'e bir mesaj yollayarak, Abdullah Bin Zübeyr'e ait kuvvetlerin azalmış bulunduğunu, O'nu kuşatabilmek için şehre hücum edip Harem'i Şerife girmek konusunda izin istedi. Halkın Abdullah Bin Zübeyr'in etrafından çözülmüş bulunduğunu da ifade ederek ayrıca destek kuvvet istedi. Abdülmelik de O'na hem Tarık Bin Amr El-Mekki komutasında bir kuvvet gönderdi, hem de Harem-i Şerife hücum etme izni verdi. Bu Tank Bin Amr adındaki adam Hz. Osman'ın azadlı köle-siydi. Bu arada Hac mevsimi de gelip çattı. Haccac da Hac yapmak istedi, ancak tavaf yapma imkanını bulamadı. Keza Abdullah da Hac yapamadı. Çünkü kuşatılmış durumdaydı. Hicri 72 yılının Zilhicce ayı başından itibaren Hicri 73 yılı Cemaziyelevvel ayının 17'sine kadar, yani şehid edildiği tarihe kadar mahsur kaldı. Kuşatma altında kaldığı süre, altı ay onyedi gündür. Bu sırada Mekke mancınıklarla dövüldü. Keza şehre su ve gıda maddesinin girişi Önlendi. Abdullah Bin Zübeyr Şam'dan gelen bu kuşatma ordusu üzerine zaman zaman hamleler yapıyor, onları girdikleri her kapıdan gerisin geri çeviriyordu Ne varki halkı onu artık yalnız bırakmışlardı. Çıkıp Şam'lı kuşatmacüara yardım ediyorlardı. Bunların arasında Abdullah'ın Hamza ve Hubayb adında iki oğlu bile vardı. Öyleki bu acıklı durumunu gidip yaşlı annesine yakınarak şöyle anlattı:
- Anneciğim! Ne yazıkki halk ve onlarla birlikte yakınlarım ve çocuklarım bile beni yalnız bıraktılar. Az sayıda askerlerimden başka kimse benimle beraber kalmadı. Halbuki dünya malı olarak kimse benden bir şey esirgemiyor. Senin görüşün nedir, nasıl davranmamı tavsiye edersin?
Annesi O'na şu cevabı verdi:
- Yavrum sen işini daha iyi bilirsin. Eğer davanda haklı olduğuna inanıyorsan sabret, dayan. Senin arkadaşların da hak yolda direnerek öldürüldüler. Kelleni onlara teslim etme, sonra Ümey-yeoğullarmın gençlerine oyuncak olur. Ama eğer bu direnişi dünyevi maksatlarla yapıyorsan senden daha kötüsü yoktur. Eğer gerçekten böyle isen kendini de beraberinde öldürülenleri de sen perişan ettin demektir. Yok eğer hak yolda mücadele ediyorsan dini duyguların zayıflamamahdir. Daha ne kadar yaşayacaksın ki! En güzel şey hak yolda can vermektir.
Annesinin bu sözlerini metanet içinde dinleyen Abdullah Bin Zübeyr, başını öperek:
- Anneciğim! Vallahi ben de bu görüşteyim. Allah'a yemin ederim ki hiç bir zaman ne dünyaya gönül verdim, ne de debdebe içinde yaşamayı istedim. Bu mücadelenin içine beni çeken sebep ise Allah'ın koymuş bulunduğu yasakların çiğnenmesine karşı öfkelenmekten başka bir şey değildir. Bununla birlikte senin de görüşünü almak istedim. Sen benim sahip olduğum basireti isabetli düşünceyi biraz daha artürdın. Onun için bak anneciğim, bugün öldürülüyorum. Sakın ha çok üzülme, durumu Allah'a havale et. Senin bu oğlun hiç bir zaman isteyerek ve kasıtla bir günah işlemedi, ne de çirkin bir amelde bulundu. Ne Allah'ın hükmünü çiğnedi, ne güven verdiği kimseye kalleşlik etti, ne bir müslümana ne de anlaşmalı bir gayrimüslime zulmetti. Bana, tayin etmiş bulunduğum idarecilerin zalimce muamele ettiklerine dair bir şikayet geldiği zaman asla razı olmadım, bilakis aleyhinde oldum. Rabbimin rızasına hiç bir şeyi asla tercih etmedim. Allah'ım ben bu sözleri kendimi temize çıkarmak için söylemiyorum. Sen bu durumumu benden de başkasından da çok daha iyi bilirsin. Ben bu sözleri esasen annemi teselli etmek için söylüyorum, dedi. Annesi de:
- Yavrum Allah'dan dilerim, senden sonra taziyem ve tesellimiyi olur. Sen önce ölmüşsün ya da ben, ne farkeder. Bana kalsa hemen çık ve git. Göreyim sonun nasıl olur, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Abdullah;
- Allah sana hayırlı mükâfatlar ihsan etsin ey anneciğim! Ben öldürülmeden önce de öldürüldükten sonra da dua etmekten geri durma, dedi. Annesi de:
- Asla, diye cevap verdi. Ve:
- Kim bâtıl bir dava uğruna öldürülmüşse ona hep beddua ederim. Ama sen haklı olduğun dava uğrunda öldürülüyorsun,
dedikten sonra şu duada bulundu:
- Allahım! Mekke ve Medine'deki bu şiddetli sıcakta haksızlığa karşı girişilen bu kıyamda (bu direnişte) sorumluluk duygusuyla yapılan bu mücadelede ve bu esnada çekilen susuzluk ve perişanlıkta merhametini esirgeme. Abdullah'ı babasına ve bana karşı saygılı bir evlat olarak kabul et. Allahım! O'nu senin ilahi takdirine havale ediyorum. O'nun hakkında mukadder kıldığın her sonuca razıyım. Allah'ım! Oğlum Abdullah Bin Zübeyr için kaderine karşı gösterdiğim bu sabır ve metanete mükafat olarak bana sabredip şükreden samimi kullarına verdiğin sevaptan ihsan eyle."
Bu duadan sonra oğlunu uğurlamak üzere kucakladı. O da annesine sarıldı. Annesi epeyce yaşlıydı. Sonra oğlunun zırh giymiş bulunduğunu farkedince:
- Yavrum bu giydiğin şey, şehid olmak isteyenlerin elbisesi değildir, senin şehid olmaktan gaye edindiğin sonucu arzu edenlerin elbisesi değildir, dedi. Abdullah annesine şu cevabı verdi:
- Anneciğim! Esasen ben bu zırhı seni teselli etmek ve hatırını hoş tutman için giymiş bulunuyorum."
Ancak annesi itiraz ederek:
- Hayır evladım, üzerinden çıkar onu, dedi. Bunun üzerine Abdullah zırhını çıkararak diğer elbiselerini giydi ve sıkı kuşanmaya çalıştı. Fakat annesi bu kez de:
- Yavrum eteklerini aşağıya doğru salıver, iyice örtün, diye öğütledi. Abdullah da öldürüldüğü zaman avret yerleri açıkta kalmasın diye elbisesinin aşağıya doğru sarkan kısımlarıyla korunmaya çalıştı. Annesi bu sırada O'na babası Zübeyr'i, dedesi Hz. Ebu Bekir'i, ninesi Abdülmuttalib'in kızı Safîyye'yi, teyzesi Hz. Ayşe'yi hatırlatıyor, üzülmem e sini, zira onlara kavuşacağını söyleyerek kendisini teselli etmeye çalışıyordu. Bundan sonra Abdullah annesine veda etti. Bu O'nunla son görüşmesi oldu. Allah'ın rızası O'nun, annesinin ve ikisinin de babaları üzerine olsun/51
Nihayet böylece, İslam Devletinin tüm bölgeleri artık Abdül-melik Bin Mervan'm idaresi altına girmiş oldu. Tüm halk O'na bey'at etti ve işbu tarihten itibaren meşru halife sıfatını kazanmış bulundu. Zira bundan önce (İslam şeriatına göre) Emirülmü'mi-nin Abdullah Bin Zübeyr'e baş kaldırmış bir asi (bir sergerde) sıfatını taşıyordu.
ölçüsünü kurdu ve Emirülmü'minin Halici üzerine {yani Fılstat kuzeyinde Süveyş Haliciyle Nil'i birleştiren) bir köprü inşa ettirdi. Hilvan şehrinin imarıyla ilgilendi. Hatta merkezini buraya nakletmeye çalıştı. Çok cömertti faziletliydi.[9]
Abdullah Bin Zübeyr, Abdurrahman Bin Cahdar'i Mısır'a vali olarak göndermiş, O da gidip bu eyalete hakim olmuştu. Bu sebeple EskiVali Said BinYezid Bin Alkarna El-Ezdi de hemen uzaklaşıp ayrılmak zorunda kalmıştı. Fakat çok geçmeden Mervan ve Amr Bin Said Mısır üzerine yürüdüler. Abdullah Bin Zübeyr'in buradaki Valisi Abdurrahman Bin Cahdar onlarla görüşmek üzere muhitinden çıkınca Mervan O'nu meşgul etti. Bundan istifade eden Amr Bin Said ise ordunun bir kısmıyla Abdurrahman'ın arkasından sıyrılarak Mısır'a girdi.
Mervan, bir ay kadar Mısır'da kaldıktan sonra oğlu Abdülaziz'i buraya vali tayin ederek diğer oğlu Büşr'ü ve Musa Bin Nusayr'ı da ona yardımcı olmak üzere yanma bırakıp Şam'a döndü.
Vali Abdülaziz gerçekten Mısır'da güzel bir siyaset izledi.[10]
ükba Bin Nafi Batıya (Mağrib'e) doğru seferine devam edince yerine Kayravanda Züheyr Bin Kays El-Belevi'yi bırakmıştı. Kendisi şehid olunca bu kere Züheyr Afrikaya Emir oldu. O da Hicri 69'da şehid oluncaya kadar cihada devam etti. Fakat O'ndan sonra kuzey Afrika'da ortalık karıştı. Bunun üzerine o sırada Mısır valisi bulunan Abdülaziz Bin Mervan, Hassan Bin Numan El-Gassa-ni'yi buraya asayişi temin etmek üzere gönderdi. Ancak bu suretle yeniden fetih faaliyetleri başladı ve Hassan, bugünkü Tunus şehrinin yerinde bulunan Kartaca'yı fethedebildi.[11]
Kûfe'de Şiiler, Süleyman Bin Sard'ın etrafında teşkilatlanarak Hz. Hüseyin'in öcünü almak için El-Nuhayla demlen mevkide toplanmak üzere sözleşmişlerdi. Emevilere karşı baş kaldıranların liderleri beş kişiydiler. Bunlar:
1- Süleyman Bin Sard (Bu zat sahabidir.)
2- El-Müseyyeb Bin Neciyye El-Fezarî
3- Abdullah Bin Saad Bin Nufeyî El-Ezdi,
4- Abdullah Bin Val Et-Temimi
5- Rifaa Bin Şeddad El-BuCeli'dir.
Bu zevat, Süleyman Bin Sard'ın kendilerine başkanlık etmesi ve En-Nuhayla denilen mevkide de toplanmak üzere söz birliği ettiler. Toplanınca El-Müseyyeb Bin Neciyye arkadaşlarına hitaben bir konuşma yaptı. Önce Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şunları söyledi:
"Allah Teala bizleri uzun ömürle ve fitnelerle imtihan etmektedir. Allah bizi denedi. Ne varki Hz. Peygamber (sav)'in kızının oğluna yardım etmek için söz verdiğimiz halde Allah'a karşı ya: lancı çıktık. O'na yazı göndererek davet ettikten sonra, kendisine yardım edeceğiz diye bize kanarak geldi. Sonra O'nu yalnız bıraktık, O'nu terkettik. O'nu, çoluk çocuğunu, aile halkını ve tüm hayırlı yakınlarını getirip katillere teslim ettik. Onlara ne kendi ellerimizle yardım ettik, ne de mallarımızla destek olduk. Sadece dilimizle onları destekledik. O halde hepimizin canı cehenneme! Eğer O'nun katillerini ve O'nu katletmek üzere sözleşmiş bulunanları tepeleyip yok etmezsek ya da bu uğurda canlarımızı feda etmezsek, hepimize ebediyyen veyl olsun. Varımız yoğumuz elimizden gitsin, diyarımız harap olsun! Ey arkadaşlar! Gelin hepiniz yekvücut bir şekilde silkinip kalkın" Rabbinize tövbe edin ve nefsinizi öldürün. (O'nun emirlerinin gerçekleşmesi yolunda canlarınızı feda edin.) Böyle davranmanız, Yaradamnızm katında daha hayırlıdır."
Sonra Süleyman Bin Sard, o sırada Medain Emiri bulunan Sa-ad Bin Huzeyfe Bin El-Yaman'a bir yazı yollayarak O'nu kendisini desteklemeye davet etti. Saad, Süleyman'ın bu teklifini kabul ettiği gibi Medain halkından kendisine bağlı olanları da bu davete uymaya çağırdı.
Muaviye oğlu Yezid'in ölümünden sonra bunlar Ümeyyeoğul-ları'nın artık zayıf düştüklerini zannediyorlardı. Bu durumdan ümitlenerek Hz. Hüseyin'in katillerini öldürmek üzere hemen Şam'a yollanmak istediler. Çünkü Abdullah Bin Ziyad da oradaydı. Fakat Süleyman Bin Sard kendilerine katılmak üzere muvafakat etmiş bulunan diğer gruplarla bir araya gelmek için kararlaştırdığı saatten Önce arkadaşlarının acele edip yola çıkmalarına engel olduysa da onlar ziyadesiyle hazırlanıp katılımda bulunarak gidip Ubeydullah Bin Ziyad'ın naibini görevinden alarak yerine, Abdullah Bin Zübeyr'e bey'at etmiş bulunan Amir Bin Mes'ud'u geçirdiler. Hicri 64 yılının 22 Ramazan'ında da o sırada Haricilerin başında bulunan Muhammed Bin Talha Bin Ubeydullah'ı beraberinde getiren Abdullah Bin Yezid El-Hatmi de Bin Zübeyr tarafından buraya gönderildi.
Ramazanın ortalarında ise El-Muhtar Bin Ebu Ubeyd Es-Se-kafi Kûfe'ye ulaşmış bulunuyordu. Kûfe'nin içinde bulunduğu karışık durumu görünce Hz, Ali'nin oğlu (Muhammed Bin El-Hani-fiyye) El-Mehdi lehinde propaganda yapmaya başladı. Süleyman Bin Sard'ın adamlarından bir grup kendisinden ayrılarak El-Muh-tar'ın peşine takıldılar. Halbuki Muhammed'in bu durumdan ne haberi vardı, ne de asla böyle bir davanın peşindeydi.
Sonra Süleyman Bin Sard cemaatiyle birlikte Cezire'ye doğru yol tuttu. Etrafında 17 Bin kişi kadar taraftar toplanmıştı. Fakat sefer sırasında bunlardan sadece 4 Bin kişi kadar kaldı. Bir merhale katettikçe taraftarlarının bir kısmı dağılıp gidiyorlardı. Nihayet Karkisa'ya vardılar. Burada, Züfer Bin El-Haris aralarından ayrılarak bir mevkide kendini emniyete alıp direnişe geçti. Sonra tekrar anlaştılar ve onlara nasihat etti. Oradan ayrılıp AynVarda'ya gittiler. Mervan'm ordusu da onları takip ederek nihayet Hicretin 65'nci yılı Cemaziyelevvel ayının 22'sinde iki taraf karşı karşıya geldiler. Mervan'ın ordusunun başında Abdullah Bin Ziyad vardı. El-Husayn Bin Numeyr de O'nunla birlikteydi. Taraflar arasında şiddetli bir savaş cereyan etti. Bu savaş sırasında kendilerine Tev-vabin (yani tövbekarlar) adını veren Süleyman Bin Sard'ın askerleri kahramanca, büyük bir metanet ve sabırla çarpıştılar. İlk önceleri El-Husayn Bin Nümeyr'in ordusuna karşı başarı gösterdiyse-ler de Mervan ordusuna Şurahbil Bin Zi'1-Kila' komutasında imdat kuvvetler gelince durum tövbekarların aleyhine dönmeye başladı. Önce Başkomutanları Süleyman Bin Sard, peşinden El-Mü-seyyeb Bin Neciyye, sonra Abdullah Bin Saad Bin Nüfeyl, daha sonra da Abdullah Bin Val, teker teker öldürüldüler. Sancağı bunlardan sonra Rifaa Bin Şeddad alınca, karanlık çökünceye kadar bekledi. Sonra karanlıktan yararlanarak çekilip memleketine döndü. (Beraberindekilerle) His denilen yere varınca Medain Emiri Huzeyfe Bin Yaman'ın oğlu Saad'la karşılaştılar. Çağrısına uyup kendisine katılanlarla birlikte tövbekarlar cemaatinin yardımına gelmişti. Ancak olup bitenler kendisine anlatılınca o da vazgeçip memleketine döndü. [12]
Küfe halkı şehirlerine döndükleri sırada EI-Muhtar Bin Ebu Ubeyd Es-Sekafi hapisteydi. Eniştesi {Hz. Ömer'in oğlu) Abdullah ikinci kez devreye girerek salıverilmesi için Kûfe'nin idarecileri olan Abdullah Bin Yezid EI-Hatmi ve İbrahim Bin Muhammed Bin Tal-ha nezdinde girişimlerde bulundu. Onlar da, karışıklık çıkarmayacağına dair kendisinden bir kaç kez söz ve taahhüd aldıktan sonra O'nu bıraktılar. Ne varki, taraftarları ve kurtulmuş bulunan tövbekarlar yine etrafında toplanıp O'na gizlice bey'at ettiler. Yeniden güçlenip İbrahim Bin El-Eştet En-Nah'i'yi de saflarına çekmeyi başarınca Vali Abdullah Bin Muti'a karşı baş kaldırdılar. Vali Şibs Bin Rib'i komutasında üzerlerine bir kuvvet gönderdi. Fakat Hz. Hüseyin'in öcünü almayı kendileri için slogan haline getirmiş bulunan Muhtar'ın taraftarları, Abdullah Bin Zübeyr'in Valisi tarafından üzerlerine gönderilmiş bulunan ordu karşısında üstünlük gösterdiler. Küfe halkından birçok kimse onlara katıldı. Vali, Abdullah Bin Muti' Küfe'den çıkarak Basra'ya gitti. Muhtar ise şehre hakim olup Hz. Hüseyin'in katillerini kovalamaya devam etti.
Muhtar daha sonra, tövbekarlar ordusuna karşı giriştiği savaştan boşalan ve El-Cezire'ye (yani bugünkü Cizre'ye) hareket eden Ubeydullah Bin Ziyad'm ordusuyla karşılaşmak üzere bir kuvvet gönderdi. Muhtarın bu ordusu, vaktiyle Marc-ı Rahıt'ta (Emevi ordusuna karşı) Ed-Dahak Bin Kays'ın saflarında çarpışan Aylan'da-ki Kaysoğullarınm üzerine yürüdü. Kaysoğulları Abdullah Bin Zübeyr'i destekliyorlardı. Muhtarın ordusu burada da üstünlük sağladı ve Abdullah Bin Ziyad'ın 80 Bin kişilik bir orduyla hareket ettiğini duyunca hemen Kûfe'ye döndüler. Muhtar burada İbrahim Bin El-Eşter komutasında bir ordu hazırladı. Fakat çok geçmeden Küfe halkı kendisine baş kaldırdı. O'nun bir yalancı olduğunu anladılar. Muhtar zor durumda kaldığını görünce İbrahim Bin El-Eşter'i geri çağırdı. Bu sefer de Kûfe'de halk birbirine girdi. Muhtar'ın adamları yine galip çıktılar. Bunun üzerine Kûfe'nin ileri gelenleri, Mus'ab Bin Zübeyr'in bulunduğu Basra'ya kaçtılar. Muhtar, Hz. Hüseyin'in Öldürülmesi olayına adı karışan Şim Bin Zi'1-Cevşen'i ve Saad Bin Ebi Vakkas'm oğlu Ömer'i yakalayarak öldürdü. Sonra Basra'ya taraftar toplamak için adam gönderdi. Ancak başarısızlığa uğradılar.
Muhtar bu kez de önce Şam ordusuyla karşılaşarak onunla kozunu paylaşabilmek maksadıyla müsait bir ortam sağlamak üzere Abdullah Bin Zübeyr'le işi idare etmeye O'nu huylandır m amaya çalıştı. O'na bir yazı göndererek emrinde olduğunu bildirdi. Abdullah Bin Zübeyr de önce Kûfe'ye bir vali tayin ederek, Muhtarın nabzını yoklamak, O'nun bu tasarrufa karşı olan tepkisini deneyerek doğru mu yalancı mı olduğunu öğrenmek istedi. Abdullah'ın tayin ettiği zat ise Örner Bin Abdurrahman Bin El-Haris El-Mah-zumi idi. Fakat Vali Ömer daha yoldayken Muhtar'ın, Zaide Bin Kudama adında bir adamı tarafından (şehre girmesi) engellendi. Bunun üzerine Ömer Bin Abdurrahman Basra'ya giderek Abdullah Bin Muti ile bir araya geldi.
Bu sırada (Emevileri temsil eden) Abdülmelik Bin Mervan da Medine'yi Abdullah Bin Zübeyr'den almak üzere Amcasıoğlu Abdülmelik Bin El-Haris komutasında bir ordu yola çıkardı. Bu ordu Vadi'1-Kura denilen yere ulaştığı sırada Muhtar Abdullah Bin Zü-beyr'e bir mesaj yollayarak O'na:
"Eğer istersen sana yardım için bir destek kuvvet gönderebilirim" teklifinde bulundu. O da Muhtar'a:
"Eğer gerçekten emrimize tabi isen destek kuvvet göndermene engel yoktur" diye cevap gönderdi.
Bunun üzerine Muhtar, Şurahbil Bin Vars El-Hemedani komutasında üçbin kişilik bir kuvvet gönderdi ve görevlendirmiş bulunduğu bu komutanına:
"Medine'ye gir ve şehri zaptettiğini bana derhal haber ver, sana ikinci bir emrim gelinceye kadar da bekle!" diye sıkı bir talimat verdi. Aslında Muhtar'ın niyeti önce Medine'yi Abdullah Bin Zübeyr'den almak, sonra da Mekke üzerine yürümekti. Fakat Abullah Bin Zübeyr Muhtar'ın bu hilesinin farkındaydı. Onun için ordusunun üzerine, El-Abbas Bin Sehl Bin Saad Es-Saidi komutasında bir kuvvet gönderdi. El-Abbas Muhtar'ın komutanıyla karşılaşınca durumu iyice anladı ve fırsat vermeden gece vakti askerlerinin çoğunu kırıp geçirdi.
Bu olaydan sonra Muhtar, (Emeviler için çalışan) Abdullah Bin Ziyad'la kozunu paylaşmak üzere İbrahim Bin El-Eşter komu: tasında bir ordu gönderdi. Musul yakınlarında iki ordu karşılaştı. Tarih Hicretin 67'nci yılmm başlarıydı, iki taraf arasında kanlı bir savaş cereyan etti. Şam ordusunun başkomutanı Ubeydullah Bin Ziyad ve yardımcıları El-Husayn Bin Nümeyr ve Şurahbil Bin Zi'l-Kila' öldürüldüler. Eşteroğlu bütün bölgeye hakim oldu, Musul, Nusaybin, Dara (Deyruzzur) ve Sencar'a valiler tayin etti. Ubeydullah Bin Ziyad'm başını da Muhtar'a gönderdi.
Abdullah Bin Zübeyr bu gelişmelere karşı ve Muhtar'in daha fazla açılmasını önlemek maksadıyla kardeşi Mus'ab'ı Basra'ya vali olarak gönderdi. Bu sırada Eşteroğlu Ubeydullah Bin Ziyad'ı öldürdükten sonra El-Cezire havalisinin büyük bir kısmına hakim olmuş durumdaydı ve (vaktiyle emrinde bulunduğu) Muhtar'ı artık küçümsüyordu. Bundan yararlanmak isteyen Mus'ab Bin Zübeyr ise Eşteroğlu'nu kazanmak istiyordu. Bu maksatla Muham-med Bin El-Eş'as Bin Kays'ı Horasan'a göndererek orada bulunan Valisi El-Muhelleb Bin Ebu Sofra'yı çağırdı.
Sonra Mus'ab, yanında El-Ahnef Bin Kays ve Ebu Sofra ile birlikte Kûfe'ye doğru gitmek üzere Basra'dan ayrıldılar. Muhtar da bir kuvvetin başında onlara karşı yürüdü. Nihayet iki ordu karşılaştılar. Cereyan eden çarpışmalar sırasında Muhtar'm ordusu yenildi ve Kûfe'ye doğru çekilirken kendisi de 14 Ramazan 68 Hicri yılında Kûfe'de öldürüldü.
Muhtar yalancı bir adamdı. Ehl-i Beyt'ten biriymiş gibi kendini gösteriyor, açıktan Hz. Ali'nin oğullarından Muhammed Bin El-Hanefiyye lehinde propaganda yapmakla birlikte gizliden de kendisi için oy toplamaya çalışıyordu. Zaman zaman kalabalıklara karşı halkı Abdullah Bin Zübeyr'e bağlanmaya çağırır, bazen de gizlice kehanetle uğraşır (meçhul ve gizli şeyleri bildiğini ileri sürerdi.) Yalancının bîriydi. Muhtar, Ümmü Sabit Binti Sumra Bin Cundup ve En-Numan Bin Beşir'in kızı Amra ile evliydi[13]
Sonra Mus'ab, İbrahim Bin EI-Eşter'i davet etti. O da bu daveti kabul edip geldi. Mus'ab kendisini ağırladı. El-Mühelleb Bin Ebu Sofra'yı da El-Cebire'ye idareci olarak gönderdi. Vaktiyle Ubeydullah Bin Abdullah Bin Muammer Basra'dan ayrılınca buraya vali olmuştu. Mus'ab'm kendisi de Kûfe'de kaldı. Sonra Abdullah Bin Zübeyr Basra'ya oğlu, Hamza'yı vali tayin etti. Daha sonra Basra'yı da Küfe ile birleştirerek kardeşi Mus'ab'm idaresine havale etti.
Bu gelişmelerin ardından, Irak'ı Abdullah Bin Zübeyr'in idaresinden koparmak için hazırlıklarım tamamlayıp Şam'dan harekete geçen Emevi lideri Abdülmelik Bin Mervan'ı durdurmak için Mus'ab da mukabil harekete geçti. Fakat yenilerek öldürüldü. Bunun üzerine Abdülmelik Irak' a girmeye muvaffak oldu ve Küfe yakınlarındaki En-Nuhayla mevkiinde konaklayınca halk gelip kendisine biat ettiler. O da kırk gün kadar Koton Bin Abdullah El-Hur-ri'yi buraya idareci olarak bıraktı. Sonra O'nu azlederek yerine kendi kardeşi Büşr Bin Mervan'ı atadı. Basra'ya da Hz. Osman'ın oğlu Ebban vali oldu. Sonra Abdülmelik buraya vali olarak Halid Bin Abdullah Bin Halid Bin Üseyyid'i vazifelendirdi. O da Ubeydullah Bin Ebi Bekre'yi yerine naib bıraktı.[14]
A- Medine: Mervan Hicretin 65'nci yılında Medine'yi Abdullah Bin Zübeyr'den almak maksadıyla Hubeyş Bin Delce El-Utey-bi komutasında bir ordu gönderdi. Bu kuvvet Medine'ye ulaşınca şehrin valisi bulunan Cabir Bin El-Esved Bin Avf kaçtı. Ardından Abdullah Bin Zübeyr'in Basra'daki Valisi El-Haris Bin Abdullah Bin Ebi Rabia Medine'yi kuşatan Bin Delce'ye karşı bir ordu hazırladı. Hubeyş bunu haber alınca bu kez kendisi üzerlerine gitti. Abdullah Bin Zübeyr de Medine'ye (kaçan) eski valinin yerine Abbas Bin Sehl Bin Saad'ı görevlendirerek O'na Hubeyş'i arkadan takip etmesi talimatını verdi. Abbas da aldığı bu emir üzerine Hubeyş'i izleyerek Rabza denilen mevkide ordusunu yakaladı. Hubeyş bir okla öldürüldü, ordusu da yenik düştü. Aralarından beşyüz kadarı Medine'de bir süre direndiyseler de daha sonra Vali Abbas'a boyun eğerek teslim oldular. Abbas hepsini, kaderlerine boyun eğmiş olarak kılıçtan geçirdi.
Abdullah Bin Zübeyr, bu sırada Medine Valiliğini kardeşi Ubeyduilah'a verdi. Ancak daha sonra O'nu da azlederek yerine diğer biraderi Mus'ab'ı buraya vali tayin etti.
Hicretin 66'ncı yılında da kardeşini Basra'ya naklederek yerine Abdurrahman Bin El-Eş'as'ı Medine'ye vali olarak görevlendirdi. Sonra yerine Cabir Bin Esved Bin Avf gelerek Hicri 68'den 71'e kadar burada kaldı. Bu tarihte de Abdullah Bin Zübeyr adına Tal-ha Bin Abdullah Bin Avf Medine Valiliği görevini üstlendi. Ancak daha sonra Medine artık Abdülmelik'in idaresi altına girdi. Abdül-melik ise buraya Haccac için gönderdiği destek kuvvetlerin başındaki komutan Tarık Bin Amr'ı vali tayin etti.
B- Mekke: Emevilerin Abdullah Bin Zübeyr'i devirmek üzere Mekke üzerine gönderdiği kuvvetlerin kullandıkları mancınıklar yüzünden Kabe'nin duvarları yan yatmış bulunuyordu. Abdullah bu duvarları yıktırarak Hz. İbrahim'in koyduğu temele kadar enkazı kaldırttı. Hicr-i İsmail olarak bilinen (küçük) alanı da Kabe'ye dahil ederek, birinden girilip Ötekinden çıkılacak şekilde iki tane de kapı yaptırdı ve Hz. Peygamber'in, yıkıp yeniden inşa etmeyi tasarladığı şekilde Kabe'yi bina etti. Bunu da, Hz. Peygamber (sav) 'in bir hadisine dayanarak gerçekleştirmek istiyordu. Nitekim gerek Müslim ve Buhari'de gerek diğer sünnet kitaplarında varid olduğu üzere Müminlerin Anası Hz. Ayşe vasıtasıyla nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber (sav) O'na hitaben şöyle buyurmuştur:
"Eğer senin kavminin İslama yeni girmiş bulunmalarından ötürü küfür dönemine yakınlıkları olmasaydı, Kabe'yi (yeniden inşa etmek üzere) yıkacaktım. Hicr-i İsmail'i de Kabe'nin sahası içine alacaktım. Kavminin Hicr-i İsmail'i Kabe sahası içine almamalarının sebebi, onların (helal) bütçesinin buna yetmemesin-den oldu. Kabe'yi yeniden inşa etseydim, O'na biri doğu cephesinde, diğeri ise batı yönünde olmak üzere iki kapı yapacaktım. İnsanlar birinden girip ötekisinden çıkacaklardı. Kapışımda zemin seviyesine indirecektim. Esasen senin halkın (Kureyşliler) böyle yapmış, istediklerini içeriye almak, dilediklerine de engel olmak için (Kabe'nin kapısını böyle yüksekte bırakmışlardı.)"
Abdullah Bin Zübeyr, teyzesi (Müminlerin anası) Hz. Ayşe'nin Hz. Peygamber (sav) 'den naklettiğine uygun bir şekilde Kabe'yi yıkarak yeniden inşa etti. Allah Teala O'nu hayırla mükâfatlandırsın.
Haccac Bin Yusuf Es-Sekafi, Hicri 72 de Taife ulaşıp oradan da Mekke'ye gelerek Harem-i Şerifi Zilhicce ayının başında kuşa-tıncaya kadar, şehir Abdullah Bin Zübeyr'in idaresinde kaldı. Kuşatma Cemaziyelevvel ayının 17'sine yani Abdullah Bin Zübeyr'in öldürüldüğü tarihe kadar sürdü. Bu tarihten itibaren Haccac Mekke'yi ele geçirerek idareye hakim oldu ve halka şöyle hitap etti:
"Ey Ahali! Abdullah, Halife olmaya heveslenip, bu makamın erbabına karşı baş kaldırarak Harem-i Şerif de saygısızlık edinceye kadar bu ümmetin en hayırlılarındandı. Fakat böyle davra-mnca Allah O'na işkencesinin acısını tattırdı. Biliyorsunuz ki Adem Aîeyhisselam Allah katında Abdullah Bin Zübeyr'den daha üstündü ve cennette bulunuyordu -ki cennet Mekke'den çok daha şerefli bir yerdir- ama Allah'ın emrine ters düşüp yasaklandığı ağaçtan yiyince Allah Teala O'nu cennetten çıkardı. Her ne ise, kalkın namazınızı kılın."
Haccac'ın şöyle de söylediği rivayet olunur:
"Ey Mekke halkı! Sizin kendisini aşırı ölçülerde büyütmeniz ve saygı göstermeniz Abdullah Bin Zübeyr'in öldürülmesine sebep oldu. Gerçek şudur ki Zübeyroğlu halife olmaya heveslenip Allah'a boyun eğmeği bir kenara atarak Harem-i Şerife saygısızlık edinceye kadar bu ümmetin en hayırlılarından biriydi. Eğer O'nun (sığınmış bulunduğu) Mekke şehri Allah'ın gerçekleşmesini irade buyurduğu kadere engel olabilecek bir şey olsaydı. O'ndan önce Cennet'in kutsallığı Adem'i kurtaracaktı. -Ki Adem'i- Allah Teala bizzat kudret eliyle yaratmış ve kendi ruhundan O'na üflemiştir. Meleklerini O'na secde ettirmiştir. Ve O'na her şeyin ismini öğretmiştir. Fakat Adem (as) Allah'ın emrine ters düşünce O'nu Cennetten çıkardı ve yeryüzüne indirdi. Üstelik
Adem Aleyhisselam Allah katında Abdullah Bin Zübeyr'den çok daha üstündür. (Zira O bir Peygamberdir.)"
Bu hadiseden sona Medine de Haccac'm idaresine girdi. Hac-cac -vaktiyle Abdülmelik tarafından kendisine gönderilen destek kuvvetlerin başında komutan olarak gelip Medine'ye vali tayin edilen Tarık Bin Amr'ı bu kez azlederek şehri kendi idari sınırları içine aldı.[15]
Horasanlılar MuaviyeoğluYezid'in ölümünden sona bir Halifeye bey'at edinceye kadar, geçici olarak Müslim Bin Ziyad Bin Ebih'in etrafında birleşmişlerdi. Fakat sonra aralarında anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Müslim, yerine El-Mühelleb Bin Ebu Sofra'yı bırakarak ayrıldı.
Horasan'da hakimiyeti ele geçirmek için daha sonra Abdullah Bin Hazım ile El-Harşi Bin Hilal El-Kuzey'i arasında bir dizi savaşlar cereyan etti. Bin Hazım Horasan'da üstünlük elde edinceye kadar bu savaşlar epey zaman uzadı ve Hicri 72 yılında öldürülünce-ye kadar da sürdü. Bin Hazım, Abdullah Bin Zübeyr'e bağlıydı. Abdülmelik bir ara, emrine girdiği takdirde on yıl müddetle O'nu Horasan'a vali bırakacağına dair kendisine yazı yazarak vaadde bulundu. Fakat Bin Hazım bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Abdülmelik, Bin Hazım'ın Merv kentine bakan Naibi Bekkir Bin Vi-şah'la temas kurarak, bağlılıklta bulunursa kendisini Horasan'a vali tayin edeceğine dair vaadlerde bulunup O'nu ayartmaya çalıştı. Bekkir de bu teklifi kabul ederek Bin Hazım'a karşı baş kaldırdı. Aralarında çıkan savaşta Bin Hazım öldürüldü. Bunun üzerine Abdülmelik, Horasan Valiliğini Bekkir Bin Vişah'a verdi.[16]
Hariciler bu ara Basra'da güçlenmişlerdi. Fakat (liderlerinden) Narı Bin El-Ezrak Basra'lılarla giriştiği bir savaşta öldürülmüştü.
Bunun üzerine Hariciler, yönetime Ubeydullah Bin Macr'u seçtiler. Ubeydullah başlarına geçerek Medain üzerine yürüdü, halkının birçoğunu Öldürüp Ahvaz'ı da ele geçirdiler. Halktan vergi topladılar, Yemame ve Bahreyn'den de kendilerine destek güçler ulaştı. Sonra Isfahan üzerine sefer düzenlediler. Bu sırada Attah Bin Varka El-Riyahî İsfahan Valisiydi. Haricileri yenerek, komutanları Ubeydullah Bin Macur'u öldürdü. Bundan sonra Haricilerin başına ünlü şair Fıtrî Bin El-Fucae geçti.
Sonra Basra halkıyla Hariciler arasında bir savaş cereyan etti. Bu savaşta Hariciler üstünlük elde ettiler. Bu olay Basra'lılarm gözünü korkutmuştu. Bunun üzerine Abdullah Bin Zübeyr, Basra Valisi Abdullah Bin El-Haris'i görevinden alarak yerine El-haris Bin Abdullah Bin Rabia'yı tayin edip El-Mühelleb Bin Ebu Sofra El-Ez-di'yi de Horasan Valiliğini deruhte etmek üzere gönderdi. El-Mu-helleb, güzergâhı üzerinde bulunan Basra'ya uğrayınca, halk kendisine Haricilerle mücadele etmesi teklifinde bulundular. Onlara:
"Emirülmü'minin beni Horasan'a göndermiş bulunmaktadır" diye mazeret beyan etti. Ancak Basra'lılar, Abdullah Bin Zü-beyr'in kendi ifadesiymiş gibi bu mealde bir yazı hazırlayarak O'na verdiler. Bunun üzerine tekliflerini kabul ederek Abdullah Bin Zübeyr'den tekrar bir teyid almak maksadıyla kendisini durumdan haberdar etti. Nitekim Abdullah Bin Zübeyr bu teklifi onayladı. Ancak El-Muhelleb, Haricilerden alıp ele geçireceği malların kendisine bırakılması ve Basra Beytülmalinden ordusu için yapılacak masrafların karşılanması konularında şartlar ileri sürdü. Basra'lılar da bu şartları kabul ettiler. Bunun üzerine El-Muhelleb Haricilerle savaşa tutuştu. Fakat onlara yenildi. Bununla beraber direnmeye çalıştı. Yenik askerleri etrafına toplayarak onlara şöyle hitap etti:
"Ey Halk! Bakınız, olur ki Allah Teala bazen kalabalık bir topluluğu kendi derdiyle başbaşa bırakır, (onların üzerinden yardım elini kaldırıverir) onlar da elbette ki yenik düşerler. Buna mukabil küçük bir topluluğa da zafer nasip eder, onlar da galip çıkarlar. Hayatım üzerine yemin ederim ki ne kadar da azınlıksınız. Fakat buna rağmen düşmana karşı direnebilen cengaver süvarilersiniz ve daima zafer kazanmış kahramanlarsınız. Aranızdan firar edenlerin şu anda sizinle beraber olmalarım hiç istemem. Çünkü eğer size katılacak olsalar bozguna uğramanızdan başka bir işe yaramazlar."
El-Muhelleb daha sonra askerlerine şöyle dedi:
"Size emrediyorum, herkes yanına on tane taş alsın ve Haricilerin kampının üzerine yürüyelim. Şu anda kendilerini güven içinde görüyorlar. Onların süvari birlikleri sizin kardeşlerinizi kovalamaya çıkmış bulunuyorlar. Vallahi ümid ederim ki onlar dönünceye kadar sizler kamplarına girmeyi ve komutanlarını da öldürmeyi başarmış olursunuz." Halk da bu emre uydu ve El-Muhelleb başlarına geçerek Haricilere ait kampı bastı ve onların birçoğunu öldürdü. Burada ağır darbe yiyen Hariciler kaçarak Kirman ve Asbahan'a gittiler. El-Muhelleb ise Ahvaz'da kaldı.
Mus'ab, El-Muhelleb Bin Ebu Safra'yı Horasan'dan El-Cezi-
re'ye nakledince Hariciler yeniden güçlenerek İran'da Istahr, Asba-han ve Ahvaz yörelerinde birtakım harekata giriştiler. O sırada bu bölgenin Valisi Ömer Bin Ubeydullah Bin Muammer idi.lVIus'ab'la Bin Muammer Haricilerle mücadeleye başladılar. Fakat Hariciler bir bölgede yenildikçe diğerine kaçıyor ve orada bulunan halktan istediklerini öldürüyorlardı. Mus'ab o sırada Musul'un idaresine bakan El-Muhelleb'e bir mesaj göndererek O'nu Haricilerle mücadele etmekle görevlendirdi. Bunun üzerine El-Muhelleb, Ahvaz'a hareket ederek bir süre Haricilerle savaştı. Gerçekten de Haricilerle en isabetli bir şekilde savaşmasını bilen biriydi. Yerine Musul'u idare etmek üzere İbrahim Bin El-Eşter görevlendirildi.
Irak topraklan daha sonra Abdülmelik1 in idaresine girince El-Muhelleb'i Ahvaz'a vali tayin etti. O da kolları sıvayarak Haricilerle kıyasıya mücadeleye girişti. Dehşetli bir şeklide onları kıyıma uğrattı, her yerde onları izleyip kovaladı. Bu harekatında Buşr Bin Mervan, Abdülmelik'in talimatına uygun bir şekilde O'na devamlı asker göndererek kendisini destekliyordu.
Neden sonra bu kez de Ebu Fudeyk El-Harisî Bahreyn'de idareye baş kaldırarak (vaktiyle değişik görüşüyle Harici yandaşlarmdan ayrılmış bulunan) Necde Bin Amir El-Hanefi'yi öldürdü. Nec-de ise Hz. Hüseyin'in şehid edildiği Hicri 61 yılından beri Yema-me'de bir ihtilal yaparak buraya hakim olmuştu. Abdülmelik'in Basra Valisi Halid Bin Abdullah Bin Halid Bin Üseyid, kardeşi Ümeyye Bin Abdullah'ı kalabalık bir ordunun başına Ebu Fu-deyk'in üzerine gönderdi. Ebu Fudeyk yenilerek kaçtı, Abdülmelik, bu kez de Ömer Bin Abdullah Bin Muammer'i Ebu Fudeykle mücadele etmek için görevlendirdi. Ömer Bin Abdullah komutasında Kufe'den onbin, Basra'dan da bir o kadar kuvvet sefere katılarak nihayet Ebu Fudeyk'i öldürmeyi başarabildiler. Böylece Ye-mame ve Bahreyn'de artık Hariciler zayıflamaya başladılar. Sadece Ahvaz'da (Haricilerden) Azraklılar koluna bağlı bir kuvvet bulunuyordu.[17]
Zübeyroğulları'yla Ümeyye oğulları arasında gelişen bu büyük ihtilaflara rağmen, bu anlaşmazlıklar tamamen içtihad ve görüş ayrılıklarından kaynaklanıyordu. Esasen taraftarlardan her biri sahip bulunduğu kanaatle ve izlemekte olduğu yolla ancak müs-lümanlara hizmet yapılabileceğini sanıyor, dolayısıyla karşı tarafı suçluyordu.
Mesela Abdülmelik Bin Mervan, Abdullah Bin Zübeyr'in (aşırı) cimriliğinde (O'nun devlet malına el dokundurmamaktaki aşırı titizliğinde ve gerektiği yerde halkı ve görevlileri bundan meşru ölçülerde yararlandırmamaktaki isabetsiz siyasetinde nefret ettirici etkiler ve neticeler görüyordu.
Zübeyroğlu ise Ümeyyeoğulları'nm devlete hakim olmaya çalışmalarım, siyasi hırslarını ve saltanatı miras haline getirme isteklerini şeriata aykırı görüyordu. Tabi taraftardan her biri kendi görüşünde tutucu bir tavır almaya çalıştı. Ta ki sonunda iş savaşmaya ve kan dökmeye kadar vardı.
Bununla beraber taraflardan biri, diğerini dini ile ilgili olarak suçlarnadı. (Islama ihanet ettiğine dair bir kabahat bulmaya çalışmadı.) Keza taraflardan biri, diğerinin sahip olduğu faziletleri hiç bir zaman inkâr da etmedi. Şimdi, ordusunun zafer kazandığı Marc-i Rahıt Savaşından sonra, düşmanı: Dahhak Bin Kays EI-Fehri'nin kesilmiş başı getirilip kendisine sunulduğu sırada Mer-van Bin Hakem'in nasıl ağlayarak şu sözleri söylediğine bir bakalım. O şöyle demişti: "Ben bu yaşa gelip bu kadar kocadiktan ve vücudum artık bunca zayıf ve nahif düştükten sonra mı taht ve makam hırsıyla kılıç çekip insanları öldürmeliydim?"
Ruh Bin Zemba' da Mervan Bin Hakem'in Hilafet makamına getirilmesi amacıyla irad ettiği bir konuşmasında şöyle demişti: "...Abdullah Bin Zübeyr'e gelince O Rasulullah (savj'm mümtaz havarisi {yüce dava arkadaşı) Hz. Zübeyr'in oğludur. Hiç bir kimse O'nun sahip olduğu faziletleri inkâr edemez. Ancak iki halifeye baş kaldırdı."
Bir Vakıadır ki, Abdullah Bin Zübeyr'i şehid eden Haccac Bin Yusuf Es-Sekafî'nin' [18] bizzat kendisi bile, Mekke halkına hitaben, Abdullah'ın öldürülmesinden sonra şöyle demişti: "Ey Ahali! Abdullah Bin Zübeyr, hilafet makamına heveslenip bu makamın er-babıyla kavgaya girişinceye kadar bu ümmetin en hayırlılarından biriydi."
Keza Abdülmelik, vaktiyle Mus'ab Bin Zübeyr'e karşı olağanü-sü bir sevgi besliyordu. Hilafetten önce onun en yakın dostuydu. Mus'ab'in kesilmiş başı kendisine getirilince ağladı ve şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki O'nu o kadar çok severdim ki O'ndan bir saat bile ayrı durmaya dayanamazdım. Aramıza kılıç girinceye kadar da bu böyle aevam etti. Ne varki hükümdarlık kısır bir şeydir. Doğrusu aramızdaki sevgi ve saygının bir mazisi vardı. Yazık, kadınlar artık ne zaman Mus'ab gibisini doğurabilecektir?!"
Bu sözlerden sonra bizzat kendisi, oğlu ve İbrahim Bin El-eş-ter Küfe yakınlarında Mesken adıyla bilinen mevkide Mus'ab'ın defin işleriyle ilgilendiler. Farklı siyasi görüşlere sahip cemaatlerin (müslüman toplulukların) da hiç biri diğerini dini açıdan suçlama, töhmet altında tutmazdı. Ancak her kitle, görüşünü benimsedikleri liderlerinin saflarında diğerlerine karşı siyasi mücadeleye katılırlardı. Liderlik sevdasındaki biri bir şehre hakim olunca oraya yönetici olur, halkı da kendisine baş eğerlerdi. Her halükârda bu olaylar müslümanları zayıf düşüren bir fitneydi. Dolayısıya düşmanlar da bu zayıf durumdan yararlanarak zaman zaman onlara hücum ediyor ve büyük insan kaybına sebep oluyorlardı. Düşmanlar, özellikle Bizanslılar bu dönemde İslam topraklarına göz dikmiş bulunuyorlardı. Ta ki Abdülmelik mecbur kalarak onlarla barış antlaşması yaptı ve vergi bile ödedi. Sonra İslam fetih hareketleri durdu. Daha doğrusu İslam'ın dünyaya yayılması sekteye uğradı. İslam tebliğ faaliyeti sadece Afrikada çok küçük bir bölgede ancak sürebildi. Bu sırada Mısır Valisi bulunan Abdülaziz Bin Mervan, Kuzey Afrika fetihleri için Hassan Bin Numan'ı görevlendirmişti. Hassan, bugünkü Tunus kentinin yerinde bulunan Kar-taca'yı fethederek İslam topraklarına kattı.
Topluma gelince bu dönemde kitleler arasındaki farklı siyasi görüşlere rağmen halk yinede birlik ve beraberlik içerisindeydi ve şeriatın emirlerine ve sınırlarına karşı saygılıydı. Kimse, kimsenin hak ve hürriyetine tecavüzde bulunmazdı. Ve hiç bir kimse yetkili bir makam ve otoriteden emir almadan ya da açıkça Allah'a isyan edildiğini görmeden başka birine karşı mücadeleye cür'et etmezdi. Ancak müslümanların kanını dökmeyi kendilerine helal zanneden Hariciler bunların dışındaydı. Bu adamlar pervasızca insan öldürür, (devletin korumasına güvenmiş) silahsız ve savunmasız insanların hürriyetine tecavüz ederlerdi. Bu saygısızlıkları bazen kadınları bile öldürmeye kadar varırdı. Çünkü onlar insanları (kesin olarak) biri Müslüman diğeri ise kâfir olmak üzere iki gruba ayırıyorlardı. (Akıllarınca) görüşlerini benimseyenler müslüman, geriye kalanların tümü ise doğru yoldan sapmış kâfirlerden ibaretti.[19]
[1] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 191-192, 194-195, 224, 227; İbn-i Kesir, EI-Bidaye tere, c. 8, s. 386-387, 403, 405
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/389-394.
[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/394-395.
[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/395-397.
[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/398-401.
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/401.
[6] Tabii; Sahabilerle -kısa da olsa- bir zaman bulunmuş olan ikinci kuşağa mensup müslümanlardır
[7] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 412-418
[8] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 500-514
[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/402-414.
[10] tbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 4, s. 315-325; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 516-518, 524-529, 546-549
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/414-415.
[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/415.
[12] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 150-158, 164-176
[13] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 195-232
[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/415-421.
[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/421-424.
[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/424.
[17] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/424-427.
[18] Haccac Bin Yusuf Es-Sekafi {661-714} Haccac-ı Zalim olarak da anılır. Bu şahıs tek kelimeyle islam Tarihinin yüz karasıdır ve kıyamet kopuncaya kadar da milyonlar tarafından hayatı ibret ve dehşetle okunacak, lanetle yadedilecektir. Zira Taberi, Belazuri ve Mesudi gibi ünlü tarihçilerin verdikleri bilgilere bakılacak olursa 130 bin kadar insan, bu zalimin gazabına kurban gitmişlerdir. Aralarında Said Bin Cübeyr ve Abdullah Bin Zübeyr gibi yüce sahabilerin de bulunduğu nice büyük şahsiyetleri, nice masum insanları acımasızca katletmiştir. 20 yıl süren Irak eyalet valiliği sırasında sırf asayişi temin etmek için değil, bilakis Emevi iktidarının dalkavukluğu uğruna ve mevkiini devam ettirmek amacıyla hemen her gün canavarca kan dökmüştür. Büyük alim ve ünlü tarihçi İmam Su-yuti hazretleri Tarih'ul-Hulefa adh eserinde bu cani için "Allah'ın laneti O'nun üzerine olsun" diye beddua etmiştir. Gerçek tarih elbetteki her zalimi işte böyle anacaktır. (Mütercim)
[19] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/427-430.