51- ABBASOGULLARI HANEDANI-2

Es-Seffah'ın Halifeliği3

Es-Seffah Döneminde Vilayetler7

1- Küfe. 7

2- Basra. 8

3- Musul8

4- El-Ahvaz. 8

5- Fars. 8

6- Horasan. 8

7- Sind. 8

8- El-Cezire. 8

9-Şam.. 9

10- Mısır10

11- Kuzey Afrika. 10

12- Endülüs. 10

13- Hicaz. 10

14- Bahreyn Ve Oman. 10

Ebulabbas Es-Seffah Döneminde Fetihler11

Es-Seffah Döneminde Hariciler11


51- ABBASOGULLARI HANEDANI-

 

 (Hilafet Dönemi, Hicri : 132-136)

Es-Seffah, hadis rivayet edenlerin ünlülerinden ve Hz. Pey-gamber'in amcası oğlu büyük sahabi Abdullah Bin Abbas'ın to-runlarındandır. Adı Abdullah Bin Muhammed Bin Ali'dir. Hicri 105 yılında Ürdün'ün ElHumayma beldesinde doğdu. Annesi Rabta Binti Ubeydullah Bin Abdullah Bin Abdulmeddan El-Hari-si'dir.

Babası Muhammed Bin Ali Hicri 125 yılında Humayma'da öl­dü. Abbasilik davasını ilk başlatan Muhammed'dir. Es-Seffah o sı­ralarda 20 yaşlarmdaydı. Bu mesele hakkında çok şeyler öğren­mişti, işin sırlarını biliyordu. Babası, kendisinden sonra davayı yü­rütme yetkisini {sonraları imam sıfatıyla tanınan) diğer oğlu (yani Es-Seffah'm kardeşi) İbrahim'e vermişti. Davanın başarıya ulaş­ması uğrunda İbrahim çok çalıştı, gittikçe de güçlendi. Bunun üzerine bir hac mevsimi sırasında kendini açıkça anlattı. Aynı za­manda Ebu Müslim El-Horasanî'ye bir ara gönderdiği bir mektu­bu, temsilcisinin üzerinde yakalanarak, son Emevi Halifesi Mer-van Bin Muhammed'in eline geçti. Bunun üzerine Halife, Dımışk Vaîisi'ne gönderdiği bir emirle İmam İbrahim'i yakalatarak o gü­nün hilafet merkezi olan Harran'a getirtti ve hapse attırdı. İbra­him, tutuklanınca davayı yürütmek üzere biraderi Es-Seffah'a va­siyette bulundu ve Hicri 129 da aile halkıyla birlikte (Humay-ma'dan) Kûfe'ye nakli mekan yapmasını emretti.

Biraderinin bu vasiyeti üzerine Es-Seffah, Devmetu'I-Cendel yoluyla Kûfe'ye gitti. Beraberinde aile halkından 13 kişi de vardı. Bunlar, amcaları: Salih, İsmail, Abdullah, Abdüssamed ve İsa , iki kardeşi: Abdullah Bin Muhammed El-Mansur ve Yahya Bin Mu-hammed,

Kardeşlerinin çocukları: Abdülvahhab, Muhammed (yani İb­rahim'in iki çocuğu) ile Musa'nın oğlu İsa,

Amcasının çocukları: Musa Bin Davud, Davud Bin İsa ve Yah­ya Bin Cafer idi.

Bunlar Hicri 132 yılı, Safer ayında Kûfe'ye ulaştılar. Tam bu sı­ralarda (Emevilerin eski valilerinden Halid Bin Abdullah El-Kas-ri'nin oğlu) Muhammed (Abbasi devrimcilerinden) Hassan Bin Kahtaba'nm, henüz Kûfe'ye ulaşmasından çok kısa bir süre önce şehirde baş kaldırarak vilayet sarayını işgal etmiş, Vali Yezid Bin Ömer Bin Hubayra'nın buradaki vekili Ziyad Bin Salih de bu yüz­den kaçmıştı. Üç gün sonra da Hasan Bin Kahtaba, (başındaki kuvvetlerle) gelip şehre girdi. Doğruca -devrimcilerden- Ebu Sele­me El-Halla'mn gizlenmiş bulunduğu yere gitti ve O'nu çıkardı, Şehre hakim olunduğunu gören Ebu Seleme, Küfe yakınlarında (Şam yolu üzerinde) En-Nuhayla adıyla bilinen yere giderek bura­da kampını kurdu. Oradan da Kûfe'ye üç fersah mesafede bulu­nan Ayan kaplıcalarına giderek kuvvetlerini bu kez de buraya yer­leştirdi ve Hasan Bin Kahtaba'yı Yezid Bin Ömer Bin Hubayra'ya karşı savaşmak üzere Vasıt'a gönderirken Muhammed Bin Halid Bin Abdullah El-Kasrî de Kûfe'ye naib olarak bıraktı. O'na Emîr diyorlardı. İşte tam bu sırada Es-Seffah beraberindekilerle birlikte Kûfe'ye ulaştılar.

Ebu Seleme gelen bu konukları, Haşimoğulları mevalisinden El-Velid Bin Saad'm evine yerleştirerek onları komutanlardan gizledi ve onlarla ilgili meseleyi de saklı tuttu. Halbuki bu sırada Kü­fe tamamen devrimcilerin eline geçmiş ve bir yıldan beri de Hora-sî*n' a da Ebu Müslim hakim olmuştu. Tabi bu durumda madem ki propaganda Abbasilerin lehinde yapılıyordu, madem ki mesele­nin asıl sahipleri onlar idiler, öyleyse artık ortaya çıkmalı ve işi biz­zat ele almalıydılar. Çünkü davanın baş temsilcisi İmam İbrahim bu ay içinde ölmüş, yetkisini devrettiği zat (yani Es-Seffah Abdul­lah Bin Muhammed) ise artık vekâleten değil bilakis asalaten me­selenin sorumlusu pozisyonuna girmişti. Gizli kaldığı müddetçe de Ebu Seleme El-Hallal'a (devrim içinde devrim yapmak ve Hz. Ali soyunu işbaşına getirmek istediği) yolunda sürekli olarak suç­lamalar yöneltiliyordu. Es-Seffah ve beraberindekiler kırk gündür Kûfe'de bulundukları halde kendilerine bir türlü ulaşüamıyordu. Ebu Seleme'den İmam'm nerede olduğu soruldukça da:

- Daha gelmedi ve ortaya çıkması için ortam henüz müsait de­ğildir, diye cevap veriyordu. Ta ki ileri gelen şahsiyetlerden biri Es-Seffah'm hizmetçisine bir gün rastladı. O'nu tanıyordu gelen ko­nukların nerede olduğunu sorunca hizmetçi:

-  Kûfe'deler, ancak ortaya çıkmamalarını Ebu Seleme onlar­dan istiyor, cevabını verdi. Bunun üzerine bu zat adamlarını hiz­metçiyle birlikte (konukların bulunduğu yere) gönderdi. Gidip evi tanıdılar. Ayrıca bu zat imam'in nerede bulunduğunu bir kez de Ebu Seleme'den sordu. Ebu Seleme:

- İmam'm şimdi ortaya çıkması için ortalık müsait değil, çün­kü Vasit kenti henüz ele geçmedi, diye cevap verdi. Fakat bu ko­mutan hemen gidip diğer arkadaşlarıyla meseleyi görüştü ve İmamla bir araya gelmeyi kararlaştırdılar. Ebu Seleme karargâhın­da bu haberi alıp komutanların nerede olduklarını sorunca, "Bir işleri vardı, Kûfe'ye indiler" diye birileri O'na bir cevap verdi. Nihayet komutanlar, konukların bulunduğu eve girerek: - Abdullah Bin Muhammed hanginizdir, diye sordular. Çünkü daha önceden şahsen tanışmıyorlardı. Hazır bulunanlar Es-Sef-fah'ı işaret ederek gösterince komutanlar O'nu halife sıfatıyla se­lamladılar.

Peşlerinden Ebu Seleme gelerek O da yine kendisini halife sı­fatıyla selamladı.

Es-Seffah, henüz gençti. Güzel ve heybetliydi. Beyaz tenli, uzun boylu, vakur duruşlu ve düzgün burunluydu. Güzel bir çeh­resi ve sakalı vardı, kıvırcık saçlıydı.

Es-Seffah o kadar cömertti ki O'nun cömertliği darbımeselle­re konu olmuştu. Bir keresinde Hz. Hasan'm torunu Abdullah Bin Hasan El-Müsennâ'ya bir milyon dirhem hibe ettiği söylenir.

Afif idi (namuslu ve gözü toktu) Anif idi (öfkesi ve cezası şid­detliydi) Uzun uzun ve içtenlikle ibadet ederdi.

136 Hicri senesi Zilhicce ayının 13'ncü günü çiçekten öldü. Böylece 31 yıl yaşamış oldu. Dört yıl hilafet makamında kaldı.

Kendisine Halife olarak bey'at edildikten sonra son Emevi Ha­lifesi Mervan Bin Muhammed'in varlığı sekiz ay daha sürdü. Yani bu süre içerisinde iki halifenin birden varlığı devam etti demektir.

Es-Seffah yalnızca bir kadınla evlenmiştir. O da Mahzumoğul-ları'ndan Ümmü Seleme'dir. Henüz halife olmadan önce bu ha­nımla evlenmişti. Ümmü Seleme ise vaktiyle yine Mahzumoğulla-n'ndan Abdullah Bin El-Velid Bin El-Muğira ile evliydi. Kocası öl­dükten sonra Ümeyyeoğulları'ndan Abdülaziz Bin El-Velid Bin Abdulmelik ile evlendi. O da ölünce Ebul Abbas Es-Seffah kendi­siyle evlendi. Halife olduktan sonra da başkaca evlenmedi.[1]

 

Es-Seffah'ın Halifeliği

 

Ebul Abbas Es-Seffah yakınlarıyla birlikte gizlendiği yerden Hicri 132 yılı Rabiulahir ayının 12'nci Cuma günü ortaya çıkarak Küfe vilayet sarayına girdi. Halk bu olayı haber almış ve (O'nun bu devrimine karşı çıkabilecek bir olay karşısında tedbir olmak üze­re) silahlanmışlardı.

Es-Seffah daha sonra saraydan çıkarak camiye geldi ve minbe­rin en üst basamağına kadar çıktı. Amcası Davud Bin Ali de peşinden minbere çıkarak O'nun biraz aşağısında durdu.[2] Abbasoğul-ları Hanedanının devrimle işbaşına gelen bu ilk halifesi burada ha'ka hitap ederek evvela {Ehl-i Beyt olarak) ailesinin bu makama gelmek için sahip olduğu önceliği hatırlatmaya çalıştı ve şöyle bir konuşma yaptı:

"İslami yücelterek (yegane geçerli din olarak) seçen, onu şe­reflendiren ve saygın kılan, inanç ve hayat sistemi olarak bize onu tercih eden, bizi onunla destekleyen, ona mensup, onu koru­yucu kılan, ölçüleriyle hareket etmemizi, kötü niyet ve faaliyetle­ri ondan uzaklaştırmamızı ve uğrunda mücadele vermemizi mü­yesser kılan, Allah'a hamd olsun. Koyduğu kurallara ve sınırlara bağlı kalmayı bize ilham eden, bu fazilete herkesten daha çok bi­zi lâyık ve ehil kılan, bizi Rasulullah'a akrabalık bağıyla bağla­yan, O'nun ecdadının soyundan bizi yaratan, ağacından bizleri yeşerten, kaynağından bizi doğurtan, O'nu bizden biri olarak, uğradığımız sıkıntılardan dolayı duyduğu üzüntüyle bize karşı düşkün, müminlere karşı şefkatli kılan Allah'a hamd olsun. Ge­rek İslamda, gerekse müslümanlar arasında bize yüksek bir mer­tebe (üstün bir statü) ihsan eden, İslam ehli üzerine, bu konuyu içeren bir kitap bile indiren, Allah'a hamd olsun. Nitekim izzet ve celal sahibi olan Allah Kur'an-ı Kerim'de (bu hususta) şöyle bu­yurmaktadır:

"Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru gi­derip sizi tertemiz yapmak ister.[3]

Keza şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammed, de ki: Ben sizden buna karşı yakınlara sev­giden başka bir ücret istemem.[4]

Yine Allah Teala buyurmaktadır:

"Önce en yakın hısımlarını uyar.[5]

Başka bir ayette de şöyle buyuruyor:

"Allah'ın, fethedilen ülkelerin halklarından (savaşlarda) elçisi­ne kazandırdığı ganimetler: Allah'a (Devlet hazinesine), peygam­bere, yakınlara (Hz. Peygamber'in yakınlarına), yetimlere, yoksul­lara ve yollarda kalmış (perişan olmuş) kimselere mahsustur [6]

Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Allah'a, hakkı batıldan ayıran o günde -iki topluluğun karşılaştığı günde- kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz (gerçek­leme inanıyorsanız, bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetlerin beşte bi­ri Allah'ın (yani devlet hazinesinin), peygamberin ve yakınları­nın, yetimlerin, düşkünlerin ve (yollarda sefil perişan olmuş) yol­cularındır. Allah her şeye kadirdir. [7]

Bu suretle Allah Teala bizim (diğer insanlara nisbetle) üstün­lüğümüzü onlara bildirmiş, hakkımız olan şeyi bize vermelerini ve bizi sevmelerini onlara vacip kılmıştır. Bize atfettiği fazilet se­bebiyle (bize ayrıcalık tanıyarak) savaşlarda elde edilecek gani­metlerden hissemizi büyük tutmuştur. Bunu, bize karşı olan cö­mert muamelesinden dolayı böyle yapmıştır ki Allah Teala cö­merttir.

Sapık Sebeîler [8] riyaset, siyaset ve hilafet meselelerinde baş­kalarının bizden daha çok hak sahibi olduklarını uydurmakta­dırlar. Yüzleri çarpılsın bu adamların! Bu nasıl olabilir ey halk? Halbuki insanlar dalâlet içinde bocalarken, hidayet bulmalarına, içinde bulundukları cehalet karanlığından sonra gerçekleri görmelerine, neredeyse helâka gitmek üzereyken kurtulmalarına, Allah Teala bizi vesile kıldı. Yüce Allah Hakkı bizimle üstün kıldı, bâtılın mağlubiyetini bizim elimizle gerçekleştirdi. İnsanlardan fesada uğramış bulunanları bizimle ıslah etti, çirkinlikleri bizim elimizle ortadan kaldırdı, eksikleri bizimle tamamladı, ayrılığı bizimle giderdi.

Öyle ki insanlar birbirlerine karşı kin gütmektelerken -dini ve dünyevi her konuda- bu kez birbirlerine karşı iyi duygularla bakmaya, birbirlerine iyilik ve yardımda bulunmaya başladılar ki bunun mükaâfatı olarak ahirette cennet hayatında kardeş ola­rak sedirlerin üzerinde karşılıklı oturup sohbet edeceklerdir. Bü­tün bunları Allah Teala bir lütuf ve ihsan olarak Hz. Muhammed için gerçekleştirdi. Yüce Allah O'nu aramızdan alınca da görevle­rini kendisinden sonra sahabileri üstlendiler. Yönetim şekilleri "şura"ya (meşverete) dayanıyordu. Geçmiş ümmetlerin mirasını elde ettiler. Ancak (bu mirasın vatandaşlara dağıtımında) adaletle davrandılar. Bu servetleri gerektiği yerlerde harcadılar ve müste-hak olanlara verdiler. Kendileri ise bu derya gibi servetin içinden aç biilaç şekilde sıyrılıp çıktılar.

Onlardan sonra Harboğulları ve Mervanoğulları sıçrayarak devleti ellerine geçirdiler. Devlet malını yağmaladılar, kendi ara­larında yediler ve bu tasarruflarıyla zulmettiler, bu mallarla çıkar sağladılar, amaçlarında kullandılar, ait olduğu yerlere sarfetme-mekle müstehaklarına zulmettiler.

Allah Teala önceleri onlara bir mühlet ve fırsat verdi, ta ki O'nu gazaba getirdiler, Allah Teala ise öfkelenince bizim elimizle onlardan intikam aldı. Bu suretle de hakkımızı bize iade buyur­du, za'fımızı giderdi, zaferimizi bizzat ilahi eliyle gerçekleştirdi, umurumuzu o idare etti. Ta ki bizim vesilemizle yeryüzünde ezil­miş olan kitlelere lütfederek (onları kurtarmış olsun). Yüce Allah nasıl ki bunun açılışını bizimle gerçekleştirdiyse, sonucunu da yine bizimle gerçekleştirdi. Umarım size iyiliğin (adaletin) geldi­ği yerden zulüm yapıcılığın geldiği yerden bozgunculuk gelmez. Biz Ehli Beyt'in başarısı ancak Allah'ın takdiriyle mümkündür.

Ey Küfe halkı! Sizler, biz Ehl-i Beyt'in sevgisini ve yakınlığını kazanmış bir topluluksunuz. Sizin hakkınızdaki bu tutum hiç bir zaman değişmedi. Keza, hiç bir baskı sizi bu sevgiye mazhar ol­maktan saptırmadı. Ta ki zamanımıza kadar ulaştınız ve Allah Teala devletimizi görmeyi {işbaşına gelmemizi) size nasip etti.

Siz elbette ki varlığımızla insanların en mutlu topluluğusu­nuz, aynı zamanda bizim gözümüzde onların en faziletlilerisiniz. Tahsisatlarınıza yüz dirhem eklemiş bulunuyorum.

Olaylara karşı her zaman hazırlıklı olun ve bilin ki ben hake-denin kanını mubah sayan bir kan dökücü, bir devrimci ve bir yok ediciyim."

Halife bu konuşmasını yaparken sancısı vardı. Ağrısı biraz da­ha şiddetlenince minberin üzerine oturdu. Bu sefer de amcası Da-vud Bin Ali O'nun biraz aşağısında minberin basamakları üzerin­de durarak halka şöyle hitap etti:

"Düşmanımızı helak eden, Peygamberimiz Hz. Muham-med'den kalan mirasımızı sonunda bize mal eden Allah'a şükro-larak, şükrolarak, şükrolarak hamd olsun.

Ey ahali! Dünyanın üzerine çöken karanlık, şu anda çekilmiş, perdeler kalkmış, yer ve gök aydınlığa boğulmuş, güneş ufkun­dan doğmuş, ay parlamış bulunmakta, yayı hakkıyla kullanacak el onu teslim almış, ok ise hedefine isabet etmiş bulunmaktadır. Peygamberinizin Ehl-i Beyt'i lehinde, sizlere karşı sevgi ve mer­hamet dolu Ehl-i Beyt lehinde hak yerini bulmuş durumdadır.

Ey Halk! Allah'a yemin olsun ki, gümüş veya altından servet­ler elde etmek kanallar kazdırmak, ya da saraylar yapmak için bu işe el atmış değiliz. Esasen baş kaldırmamızı, onların (Emevile-rin) hakkımızı yağma etmelerine ve amcazadelerimize, {Hz. Ali soyuna) reva gördükleri zulme karşı duyduğumuz tepki sebep ol­du. Keza umurunuz (kötü idare edilmeniz) yüzünden duyduğu­muz üzüntüler ve işlerinizin askıda kalması üzerine maruz kal­dığımız meşakkatler bizi bu yola şevketti.

Şunu ifade etmem lazım ki biz döşeklerimizin üzerinde yan gelip rahat otururken sizin sürüncemede kalan işleriniz bizi son derece üzüyor, Ümeyyeoğulları'mn sizlere reva gördükleri kötü muamelelerden dolayı sizi çiğnemelerinden, sizi aşağılamaların­dan (devlet gelirleri olarak) toplanan zekat ve ele geçirilen gani­metlerden payınıza düşenleri yemelerinden sebep elem duyu­yorduk.

Şimdi ise Allah'ın, Hazreti Peygamber (sav)'in ve Hz. Abbas'ın emaneti üzerine size yemin ediyoruz ki aranızda Allah'ın indir­miş bulunduğu hükümlerde ancak hükmedecek ve Allah'ın kita­bıyla amel edeceğiz; Rasulullah'ın yapmış olduğu gibi halktan ol­sun, eşraftan olsun herkese aynı eşit muameleyi yapacağız.

Kahrolsun, kahrolsun Harboğulları ve Mervanoğulları!

Onlar iktidarları döneminde şu fani dünyanın geçici zevk ve menfaatlerini, beka alemindeki Allah'ın kalıcı nimet ve mükafat­larına tercih ettiler. Günahlar işlediler, halka zulmettiler, yasak­ları çiğnediler, sahte mazeretlerle cürüm {suç ve cinayetler) irti-kâb ettiler. Halka yaptıkları muamelede baskı yaptılar, işledikle­ri günahlardan ve ağır, veballerin altına girmekten zevk duyarak devleti idare ettiler. Kendilerini günahların yularına kaptırarak azdılar, Allah'ın bir gün onları gafil avlayacağını bilmemezlikten gelerek, düzenbazlıklarını günün birinde cezalandıracağına ihti­mal vermeyerek dalâlet meydanlarında cirit atıp durdular.

Onlar böyle gaflet uykusu içindeyken Allah'n şiddetli cezası ansızın gelip onları buldu. Nihayet bir ibret hikayesinin konusu haline geldiler ve darmadağın oldular. Zalimler topluluğu Al­lah'ın rahmetinden ırak olsunlar!

AllahTeala intikamımızı Mervan'dan aldı. Çünkü O Allah'ın cezasına çarpılmayacağımn aldanmışlığı içindeydi. Allah bu düşmanına bir süre ilerleme fırsatını tanıdı, ta ki yularının ipine ayağı takılıverdi. Bu Allah düşmanı kendisine güç yetiremeyece-ğimizi sanmıştı. Onun için yandaşlarını çağırdı, hilelerini bir araya topladı ve çetelerini salıverdi. Ancak Allah'ın -bir anda hi­leleri bozan cezasının, şiddet ve intikamının- kendisini önden, ar­kadan, sağdan ve soldan kuşatarak batıl amaçlarını öldürdüğünü, delâletini yok ettiğini başına felaketler açtığını ve sonuç ola­rak şeref ve izzetimizi ihya ettiğini, hakkımızı ve mirasımızı bize iade ettiğini gördü.

Ey Halk! Emirülmü'minin Hazretlerinin {Allah O'na yenilgisi olmayan zaferler ihsan buyursun) Cuma namazından sonra size hitap etmek üzere tekrar minbere çıkmasının sebebi: Cuma hut­besine dünya kelamını karıştırmak istemediğinden dolayıdır. Ancak sancısı arttığı için konuşmasını yanda kesmek zorunda kaldı. Emirül mü'minin Hazretlerine sağlık duasında bulunu­nuz. Şunu takdir ediniz ki Rahman'ın düşmanı ve şeytanın hali­fesi olan, dini değiştirmek ve müslümanların harimini çiğnemek suretiyle memleketin disiplinini bozan aşağılık güruhuna ayak uyduran Marvan'i, Allah Teala ortadan kaldırarak yerine, idare­nizi üstlenmek üzere -yeryüzünü fesada boğulmuş bulunduğu bir sırada hidayet ve takva yollarıyla ıslah etmiş hayırlı ecdadının izin­de olan- bu genç olgun ve sabırlı zatın işbaşına gelmesini takdir buyurdu.

Ey Küfe Halkı! Allah Teala Horasan'daki taraftarlarımızı bize amade kılmcaya kadar -Allah'a and olsun ki- hep zulüm ve baskı­lara maruz kaldık. Fakat sonunda (Rabbimiz) onların sayesinde hakkımızı yeniden ihya etti. Delilimizin üstün gelmesini onların gücüyle sağladı. Devletimizin kurulmasını onların yardımıyla gerçekleştirdi. Size de bekleyip gözlediğiniz sonucu gösterdi. Ha-şimoğullarmdan bir halife çıkardı. O'nunla yüzleri ağarttı. Size Şam halkının üzerinde yetki verdi. Otoriteyi size nakletti. İslamı aziz kıldı ve size güzel bir siyasi kabiliyet ve anlayışa sahip olan adil bir imam (bir devlet başkanı) nasip etti. Binaenaleyh Allah'ın size ihsan ettiği bu nimeti alıp koruyun ve O'na şükredin. Bizim de emirlerimize bağlı kalın. Nefislerinize uymayın. Gerçekte bu dava bu idare bizzat sizindi. Şu da bir hakikattir ki her ailenin (her sülalenin, her hanedanın) mensup olduğu bir kent vardır. Bi­zimki de işte bu şehrinizdir. Gerçekte Hz. Peygamber (sav)'den sonraki halifeler arasında şu minberinize çıkmış bulunanlar yal­nızca Emirülmü'minin Hz. Ali efendimiz ile (Ebulabbas'ı işaret ederek ) Abdullah Bin Muhammed'dir.

Şunu da bilmiş olunuz ki, bu yetki tarafımızdan Meryemoğ-lu Hz. İsa'ya teslim edilinceye kadar [9] elimizde kalacaktır. Bizi bu sınavlara tabi tutan ve bu yetkiyi bize ihsan eden Allah'a hamd olsun.

Bu konuşmalar bittikten sonra Halife Ebulabbas ve amcası Davud Bin Ali minberden inip, amcası önden yürüyerek saraya girdiler. Ebulabbas, halkın bey'atını (oy verme işlemini) kabul et­mesi için biraderi Ebu Cafer (El-Mansur)i camide bıraktı. Ebu Ca­fer ikindiye kadar bey'atleri kabul etti. İkindiyi kıldırdıktan sonra akşama kadar yine bey'atleri kabul etmeyi sürdürdü. Sonra akşam namazını kıldırdı, gece karanlık çökünce gitti.

Gerek Ebulabbas'ın gerek amcası Davud Bin Ali'nin yaptıkla­rı konuşmadan şu üç nokta ortaya çıkmaktadır:

1-Abbasoğulları'nın Hilafet konusunda -idarenin verasete dayandığı itibar edilerek- başkalarından öncelikli olduklarını or­taya vurma çabası.

Halbuki İslam'da Hilafet müessesini verasete dayanmaz (yani devlet başkanığı makamı babadan oğula geçmez. Bu gelenek Hu-lefa-i Raşidin Devri'nden sonra yerleşti.

2-ÜmeyyeoğuHan'na hücum, onları zalim, diktatör ve devlet idaresini haksız yere (zorla) elegeçirmiş olmak ve yoldan çıkmış olmakla suçlamak.

Bu, genel olarak işbaşına gelen bir sonraki diktatörün, bir ön­cekine karşı takındığı bir tutumdur. Aslında O, bu yere gelmesini meşrulaştırmak ve yerini güçlendirmek için böyle bir tutum sergi­lemeye çalışır.

3- Allah'ın indirmiş bulunduğu yasalarla hükmedileceğine, Rasulullah'ın sünnetine, sahabeye ve Selefi Salihin'e uyulacağı­na dair vaadlerde bulunmak.

Bu da, daha önceki idarecilerin İslamı doğru şekilde tatbik et­medikleri yolunda bir sonrakilerin hep sahip oldukları bir kanaat­tir. İşin esasına bakılacak olursa İslam nizamına sahabilerden son­ra uyulmamıştır. Bilakis bu düzenin tatbikatında değişiklikler ya­pılmıştır. Ama bu değişiklikler önceleri çok azdı. îslamdan sapma açısı zaman zaman genişliyor, bazen de damlıyordu, ama dış gö­rünüş itibariyle rejim hep bir İslam rejimi olarak devam ediyordu.

Tüm hilafet süresi içinde bu böyle devam etti. Halifeler genel­likle İslam öğretilerine bağlı idiler. Onunla da övünürlerdi. Onun için de hep başkalarını -İslamı uygulamadıkları gerekçesiyle- kı­nar, kendilerinin ise onu en güzel şekilde tatbik edebileceklerim sanıyorlardı. Gerçekten de Abbasiler ilk dönemlerinde Emevi-ler'den mütedeyyin, daha çok İslama bağlı idiler. Fakat -dünya iş­leri bakımından- Ümmete daha az hizmet yaptılar. Nitekim bu gerçek, Davud Bin Ali'nin daha ilk gün yaptığı konuşmada "kanal­lar kazdırmak için bu işe el atmış değiliz" dediğinden de açıkça anlaşılmaktadır. Elbette ki bu husus, Emeviler'in İslamı tamamen boş vermiş bulundukları anlamına da gelmez. Bu mesele nisbidir. Olmaması gerekirken dönemlerinde bazı nahoş hadiseler meyda­na gelmiş olsa bile Emeviler faziletli ve dindar idiler. Onlara mal edilen ağır suçlara gelince bunlar, sırf düşmanlar ve desiseciler ta­rafından uydurulmuş iftiralardan ibarettir.

Davud Bin Ali yukarıdaki konuşmasında Hz. Peygamber (sav)'den sonraki halifeler arasında Küfe'yi üs haline getiren Hz. Ali'den başka birinin gelip Küfe minberine çıkarak halka hitap et­mediğine işaret ediyor. Yani Es-Seffah işbaşına gelinceye kadar Kufe'nin Hz. Ali'den sonraki halifelerce ihmal edildiğini anlatma­ya çalışıyor. Bu söz, -kendi idareleri demek olan- yeni (Abbasi) idaresini desteklemeleri maksadıyla Kûfelileri teşvik etmek için

söylenmiş bir sözdü. Çünkü Küfe, İslam devletinin artık hilafet merkezi (başkenti) olmuştu.

İkinci gün Çs-Seffah, A'yan kaplıcalarmdaki kampa gitti ve Ebu Seleme El-HaHal'ın odasına girdi, aralarına da bir perde geril­di. Es-Seffah, Kûfe'ye naib olarak amcası Davud Bin Ali'yi bırak­mış, diğer amcası Abdullah Bin Ali'yi de Mervan'la mücadele eden Ebuavn Abdülmelik Bin Yezid'e yardımcı olmak üzere bir kuvvetin başında görevlendirmişti.

Diğer amcası İsa Bin Musa'yı da Vasıt'da Yezid Bin Ömer Bin Hubayra'yı kuşatmış bulunan Hasan Bin Kahtaba'ya destek ol­mak üzere gönderdi.

Ayrıca Yahya Bin Cafer Bin Tamam Bin Abbas'ı Medain'de Ab-basoğullarınm propagandasıyla meşgul bulunan ve bu arada o bölgedeki Emevi çetelerine karşı mücadele veren Hamid Bin Kah­taba'ya yardımcı olmak üzere görevlendirdi.

Keza Ebulyakzan, Osman Bin Urvan Bin Muhammed Bin Ammar Bin Yasir'i Ahvaz'da bulunan Bessam Bin İbrahim Bin Bessam'a destek olmak üzere bir kuvvetin başında yola çıkardı.

Bunlardan Abdullah Bin Ali, cemaziyelahir ayının onbirinci cumartesi günü cereyan eden Büyük Zap Savaşi'nda Mervan'a karşı üstünlük kazandı. Mervan'sa kendi üssü olan Harran'a kaç­tı. Burada 20 günden fazla kalan Mervan sonra Kınnesrin'e intikal etti. Abdullah Bin Ali ise O'nu izliyordu. Mervan oradan da Homs'a, Şam'a, Ürdün'e ve Filistin'e gitti. Daha sonra da Mısır'a kaçarak Busir denilen bir yerde gizlendi. Ta ki Hicri 132 yılı, 27 Zil­hicce günü burada yakalanarak öldürülünceye kadar. Onun iki oğ­lu Abdullah ve Ubeydullah ise beraberlerinde bulunan bir cema­atle birlikte Habeşistan'a kaçtılar. Habeşliler orada Abdullah'ı öl­dürdüler, Ubeydullah ise kaçarak kurtuldu ve Abbasi Halifelerin­den Muhammed El-Mehdi zamanında gelip teslim oldu. Böylece Mervan'ın öldürülmesiyle Hilafet makamı (İlk Abbasi Halifesi) Es-Seffah lehinde meşrulaşmış oldu. Zira İslam Devletinin sınırları içinde müminlerin yalnızca bir tek halifesi bulunabilir.

Bu sırada Vasıt Kenti'nin durumuna gelince, şehirde direnme­ye çalışan Emevi Valisi Bin Hubayra; son Emevi Halifesi Mervan Bin Muhammed'in öldürüldüğü haberi kendisine İsmail Bin Ab­dullah El-Kasri tarafinclan iletilinceye kadar, Ebu Cafer El-Man-sur ile Hasan Bin Kahtaba tarafından kuşatılması devam etti. An­cak Bin Hubayra bu haberi alınca (teslim olduğu takdirde öldürül­meyeceği konusunda) güven istedi. Bu maksatla da onunla Halife Ebulabbas arasında elçiîer sürekli gidip geldiler. Nihayet kendisi­ne güven verildi. Bunun üzerine Bin Hubayra da teslim oldu ve Ebu Cafer ile erkanını sık sık ziyaret eder oldu. Ne varki daha son­ra Halife Ebulabbas, Bin Hubayra hakkında Ebu Müslim'in fikrini almak istedi. Ebu Müslim ise öldürülmesinin uygun olacağı yo­lunda kanaatini açıklayınca Halife Bin Hubayra'yı sonunda öl­dürttü.

Es-Seffah, birkaç ay kadar A'yan Kaplıcaları'nda kaldıktan sonra El-Haşimiyye'ye giderek buradaki Küfe Sarayı'na yerleşti. Son Emevi halifesi Mervan Bin Muhammed'in öldürülmesiyle si­yasi ortam Es-Seffah'm lehinde yine de yatışmadı. Bu kez Suriye bölgesinde Es-Seffah'a karşı isyanlar patlak verdi. Keza diğer böl­gelerde de karşıt siyasi hareketler cereyan etti.

Es-Seffah, Hicri 134 yılında Kûfe'den Enbar'a intikal etti. Bu­rası artık O'nun idare merkezi oldu. Ölünceye kadar da burada kaldı.

Hicri 134 yılından sonra Es-Seffah'a karşı her ne kadar büyük çapta siyasi hareketler meydana gelmediyse de zamanı pek de is­tikrarlı geçmedi. Es-Seffah, siyasetinde daha çok üç şeye dayanı­yordu:

1-Ailesi; Es-Seffah'ın mensup olduğu aile sayı bakımından büyüktü. Bu geniş aile O'nun için bir destek unsuruydu. Şüphe yok ki topluma hükmedecek bir aile kurma arzusunda olanlarm böyle bir isteği kolayca gerçekleştirmelerinde aile bireylerinin sa­yısının büyük rolü vardır. Mesela Muaviye Bin Ebisüfyan bir süla­le kurduğunu ancak {bu hanedanın ) oğlu Yezid'den sonra devam etmediğini, halbuki (devleti O'ndan devralan) Mervanoğulları aileşinin 70 yıl kadar hüküm sürdüğünü görüyoruz. Çünkü Abdül-melik'in çok sayıda oğulları vardı.

İlk Abbasi Halifesi Es-Saffah'm da 7 amcası vardı ki orduları­nın emir ve komutasını ve valilikleri bunlar üzerlerine almışlardı. Nitekim disiplini bunlar sağladılar. Şam vilayetinin idaresini Ab­dullah bin Ali, Filistin'i Salih Bin Ali, Basra'yı Süleyman Bin Ali, Arap Yarımadasını Davud Bin Ali, Musul, Ahvaz ve Fars'ın idaresi­ni de İsmail Bin Ali üstlenmişlerdi. Fars üzerine giden orduyu İsa Bin Ali, kardeşi Abdullah Bin Ali'ye destek olmak üzere devrim sı­rasında Şam Ordusuna da Abdüssamed Bin Ali komuta etmişti.

Amca çocuklarının oynadığı rol, amcalarmkinden daha az ol­madı. Musa Bin Davud'un, Davud Bin İsa'nın ve Yahya Bin Ca­fer'in, hepsinin de devletin temellerini oturtmakta büyük emekle­ri oldu.

Es-Seffah, orduların sevk ve komutasıyla vilayetlerin idaresin­de daima iki kardeşi El-Mansur Abdullah Bin Muhammed ile Yah­ya Bin Muhammed'e dayandı, onlara danıştı. Nitekim (Emevi-ler'in en son düşen üslerinden) Vasıt Kenti'nde direnen Yezid Bin Ömer Bin Hubeyra'nm Hasan Bin Kahtaba tarafından kuşatılma­sı sırasında gönderilen destek kuvvetin başında El-Mansur Abdul­lah Bin Muhammed bulunuyordu. Ondan sonra da yerine başka­sı tayin edilinceye kadar Cezire Emirliğinde bulundu. Yahya Bin Muhammed ise Musul Emirliği görevini yürütüyordu. Es-Sef­fah'm yeğeni İsa Bin Musa Abbasoğulları'nm adeta keskin kılıcıy­dı ve aynı zamanda Es-Seffah'm Ebu Cafer El-Mansur'dan sonraki veliahtıydı.

Es-Seffah mutlaka aile halkından birinin, ordusunun başında veya valilikte bulunmasını daima arzu ederdi. Ta ki bu suretle gü­venliğini temin etmiş olsun. Nitekim Bin Hubayra'yı kuşatan or­dunun komutanı Hasan Bin Kahtaba'ya destek olarak biraderi Cafer'i görevlendirince yolladığı bir mesajda Hasan'a şöyle hitap etmişti:

"Asker senin askerin, komutanlar da senin emrindedir. An­cak kardeşinin de senin yanında olmasını istedim. O'nun sözünü dinle ve kendisine itaat et, O'na iyi bir şekilde yardımcı ol."

Keza: Ebu Müslim El-Horasaııî, Fars'a Muhammed Bin El-

Eş'as'ı göndermiş bulunmasına rağmen Es-Seffah da oraya amca­sı İsa Bin Ali'yi gönderdi. Muhammed Bin El-Eş'as, İsa Bin Ali'yi geri gönderince Es-Seffah, yakınlarından birinin mutlaka Fars'da bulunması konusunda ısrar etti ve bu kez de diğer amcası İsmail Bin Ali'yi oraya gönderdi.

Mervan Bin Muhammed, Büyük Zap yenilgisinden sonra ka­çıp Musul'u terkedince Es-Seffah'ın amcası Abdullah bin Ali bu­raya Muhammed Bin Sûl'u vali tayin etmişti. Fakat çok geçmeden Es-Seffah Musul'a yine aile halkından birini tayin etti ki O da kar­deşi Yahya Bin Muhammed'tir. Sonra O'nu değiştirince yerine yi­ne aileden biri olan amcası îsmail Bin Ali'yi tayin etti.

Es-Seffah, dayılarının yardımından da istifade etti. Nitekim Arap Yarımadası'nın emiri olan amcası Davud Bin Ali ölünce, ye­rine Medine'ye, dayısı Ziyad Bin Abdullah El-Harisî'yi, Yemen'e Muhammed Bin Yezid Bin Abdullah EI-Harisî'yi, Yemen'e Mu­hammed Bin Yezid Bin Abdullah El-harisî'yi, O'ndan sonra da ye­rine AH Bin Er-Rabi' El-Harisî'yi tayin etti.

2- Es-Seffah'm dayanaklarından ikincisi de, politik yeteneğiy­le, azmi ve gücüyle Abbasilik davasında başarıya ulaşan Ebu Müs­lim El-Horasanî oldu. Ebumüslim bu meziyetleri sayesinde, Eme-viler'in Horasan Valisi Nasr Bin Seyyar'm üzerine, genç olmasına rağmen orduların başında yürüyerek üstünlük kazandı. Abbasi Devleti kurulduğu sırada Ebu Müslim henüz otuziki yaşındaydı. Öldürüldüğü zaman da daha otuzyedi yaşını doldurmamıştı. Ho­rasan, Ebu Müslim bulunduğu müddetçe Abbasilere bağlılığını devam ettirdi. Ebu Müslim'in rolü bu kadarla sınırlı değildi. Esa­sen O devlet otoritesinin hazır bir kılıcıydı. Devlete karşı gelenin boynuna hemen iniverirdi.

3- Es-Seffah'ın dayanak noktalarından üçüncüsü ise, bu dö­nemdeki ırkçılık eğilimleriydi. Esasen ırkçılık, daha Emevi idaresi sırasında boynuzlarını göstermişti. Nitekim devleti zayjf düşüren de bu faktör oldu. Irkçılık Emevi Devletinin binasını yıktı, düşüp zeval bulmasına sebep oldu. Abbasiler de bundan istifade ettiler. Çünkü bu sırada Kaysoğulları'yla Yemenliler arasında kabilecilik çekişmelerinin tırmandığını gördüler. Emeviler'in son zamanlar­da yöneticileri Kaysoğulları'ndan seçmelerine bakarak Abbasiler de devrim süreci içinde saflarına Yemenlileri almışlardı. Devletle­ri kurulunca da bu Yemenlileri ellerinde tuttular. Onun için Abba­si komutanlarının çoğunun Yemenli olduklarını görüyoruz.

Bir ara Ebulabbas'm huzurunda, vaktiyle Ebu Seleme'nin yaptıkları anlatıldı. Birileri O'na: 'Acaba ne malum, belki de Ebu Seleme, Ebu Müslim'in görüşüne uyarak böyle davrandı" diye konuştu. Ebulabbas da bunun üzerine: "Eğer bu, Ebu Müslim'in görüşünden kaynaklandıysa, Allah O'nu üzerimizden defetme­diği takdirde bir belanın eşiğindeyiz demektir" dedi ve Ebu Müs­lim'in nabzını yoklatmak için O'na Ebu Cafer El-Mansur'u gön­derdi. Ebu Cafer varınca Ebu Müslim O'nu parlak bir şekilde kar­şıladı. Üç gün sonra da ziyaretinin sebebini sorunca Ebu Cafer kendisine meseleyi anlattı. Bunun üzerine Ebu Müslim: "Hayır bu işi Ebu Seleme yaptı. Ama isterseniz sizi o dertten kurtarabili­rim" diyerek Mirar Bin Enes Ed-Dabi'yi çağırıp O'na:

"Tez davran ve hemen Kûfe'ye git. Ebu Seleme'yi bulduğun yerde tepele" diye emir verdi. Mirar da gidip bu emri hemen yeri­ne getirdi. Sonra da "Hariciler tarafından öldürüldü" diye şayia çıkarıldı. [10]

 

Es-Seffah Döneminde Vilayetler

 

1- Küfe

 

Burası Abbasiler'in (henüz devlet kurulmadan önce) baş pro-pagandistlerinin merkeziydi. Emevi Valilerinden Halid Bin Abdul­lah El-Kasri'nin oğlu Muhammed burada yönetime karşı baş kaldırarak halkı Abbasiler'in saflarına geçmeye davet etti. Bu sırada Irak Valisi Bin Hubayra'nm buradaki naibi Ziyad Bin Salih kaç­mıştı. Es-Seffah bu ortamdan yararlanarak yakınlarıyla birlikte gizlice şehre girdi. Abbasiler'in ileri gelen taraftarlarından Ebu Se­leme onları Haşimoğulları mevalisinden El-Velid Bin Saad'ın evi­ne yerleştirdi. Abbasiler'in Komutanı Hasan Bin Kah taba da bu sı­rada gelip şehre girince artık Ebu Seleme gizlendiği yerden çıkarak şehrin dışında kampım kurdu. Kufe'nin idaresini ise bu sırada Muhammed Bin Halid Bin Abdullah EI-Kasri yürütüyordu. Es-Seffah halifeliğini ilan edince Kufa Valiliğine amcası Davud Bin Ali'yi getirerek, kendisi şehrin dışında kampa çekildi. Ancak birkaç ay sonra tekrar şehre döndü. Bir yıl sonra Davud Bin Ali (Mekke, Medine, Yemen ve Yemame dahil) tüm Arap Yarımadası Valiliğine nakledildi. Küfe Valiliğini bu kez İsa Bin Musa üstlendi. [11]

Daha sonra Hicri 134 de Es-Seffah, Enbar Kenti'ne yerleşti. Fakat Küfe, yine de Abbasiler'in kuvvet merkezi olmakta devam etti.[12]

 

2- Basra

 

Es-Seffah idareyi ele alınca Basra'ya Süfyan Bin Muaviye El-Mühellebi'yi vali olarak gönderdi. Bir yıl sonra da O'nun yerine amcası Süleyman Bin Ali'yi görevlendirdi. Süleyman, yeğeni Es-Seffah'ın tüm hilafeti süresince buranın valisi olarak kaldı ve Bas­ra'da bu müddet içerisinde pek kayda değer bir hadise cereyan et­medi. [13]

 

3- Musul

 

Son Emevi Halifesi Muhammed Bin Mervan, Zap'da yenilerek Harran'a doğru kaçtıktan sonra artık Musul'u geride bırakmıştı. Bunun üzerine Abdullah Bin Ali, Abbasiler adına buraya Muham­med Bin Sûl adında birini Emir sıfatıyla tayin etti. Sonra Es-Seffah buraya kardeşi Yahya Bin Muhammed'i emîr olarak gönderdi. Bir süre sonra da O'nu amcası İsmail Bin Ali ile değiştirdi. [14]

 

4- El-Ahvaz

 

Son karışıklıklar sırasında Bessam Bin İbrahim Bin Bessam El-Ahvaz'a girerek, burada ne kadar Emevi taraftarları varsa hep­sini çıkarmış ve idareyi ele almıştı. Sonra buradan ayrılarak Meda-in üzerine yürüdü. Bunun üzerine Es-Seffah buraya amcası İsma­il Bin Ali'yi, Bessam'm üzerine (Medâin'e) de Hazım Bin Huzay-ma'yı gönderdi. [15]

 

5- Fars

 

Ebu Müslim El-Horasanî buraya Muhammed Bin El-Eş'as'ı göndererek O'na Ebu Seleme'nin tayin ettiği bütün yöneticileri derdest edip hepsini kılıçtan geçirmesini emretmişti.

Fakat Es-Seffah buraya, amcası İsa Bin Ali'yi yetkili olarak gönderince Muhammed O'nu da geri çevirdi. Bunun üzerine İs­mail Bin Ali gelerek şehri teslim aldı ve idaresini üstlendi. [16]

 

6- Horasan

 

Horasan'ın yegane efendisi Ebu Müslim idi. Burada O'na kafa tutabilecek hiç kimse yoktu. Onun için sadece O'nun sözü geçer­di. Dolayısıyla Horasan sakindi.

Vaktiyle Bin Hubayra'nm vali olarak Kûfe'de görevlendirdiği Ziyad Bin Salih, Belh Nehri gerisindeki alanda bir ara baş kaldırdı. Üzerine gönderilen kuvvetlere yenik düşünce Türk Beyi Dahkan'a kaçtı. Fakat Dahkan O'nu tutup Ebu Müslim'e geri verdi. Ebu Müslim de Ziyad'ı Hicri 135 de idam etti.

O'ndan önce de Şüreyk Bin Şeyh El-Mehdi isyan etmiş, Ebu Müslim O'nu da yakalayıp öldürmüştü. [17]

 

7- Sind

 

Es-Seffah tarafından görevlendirilen Mansur Bin Cehûr Sind'i ele geçirdikten sonra yönetime baş kaldırmıştı. Bu yüzden Es-Sef­fah, Mansur'un üzerine hicri 134 de Musa Bin Kaab komutasında bir kuvvet gönderdi. Mansur ise çöle kaçarak bir süre sonra susuz­luktan öldü. Musa Bin Kaab da ölünceye kadar Sind Valisi olarak kaldı. Oğlu Uyayna babasının naibiydi. [18]

 

8- El-Cezire

 

Mervan Bin Muhammed, kendisini kovalayan Abdullah Bin Ali'nin yaklaşmasıyla Harran'dan kaçınca yerine kardeşioğlu Eb­ban Bin Yezid Bin Muhammed'i bırakmıştı. Ebban, aynı zamanda Mervan'm damadıydı, kızı Ümmü Osman'ın kocasıydı. Abdullah Bin Ali şehre yaklaşınca Ebban kendisini karşıladı ve O'na bey'at etti, (direnmeden) idaresinde bulunan Harran ve El-Cezire hal­kıyla birlikte Abdullah'ın emri altına girdi. Bunun üzerine Abdul­lah, Harran'a Musa Bin Kaab'ı sorumlu bırakarak Mervan'ı kova­lamaya devam etti.

Fakat çok geçmeden El-Cezire halkı Kınnesrin ve Ebu'1-Vard olaylarını haber alınca Abbasi idaresini tanımadıklarını ilan ede­rek, valiliğini Musa Bin Kaab'm yaptığı Harran üzerine yürüdüler ve şehri kuşattılar. Bu sırada onlara katılmak maksadıyla İshak Bin Müslim El-Ukaylî de Ermeniye'den geldi. Mervan Bin Muham-med'in uğradığı yenilgiyi duyunca Emeviler'in imdadına gelmişti. El-Cezire halkı O'nu başlarına lider olarak geçirdiler. O da Musa Bin Kaab'ı iki ay kadar muhasara altında tutunca Es-Seffah karde­şi Ebu Cafer'i beraberinde bulunan kuvvetlerle birlikte Harran'a yolladı.

Ebu Cafer bu sırada Vasıt'da direnen Bin Hubayra'yı kuşat­makla meşguldü. Aldığı bu talimat üzerine El-Cezire'ye doğru ha­reket etti. Karkiysa ve Rakka halkı da El-Cezireliler'e bu isyanda katılacaklarına söz vermişlerdi. Bu sebeple de tshak'm kardeşi Bekkar Bin Müslim El-Ukaylî gelmiş bunların başına geçmişti.

İshak, kardeşi Bekkar'ı Dara, Mardin ve havalisine göndererek Abbasi kuvvetlerinin gelişini önlemek istediyse de Bekkar, Ebu Cafer karşısında yenildi. Ebu Cafer Harran'a ulaşınca İshak da bu­rayı terketti ve Reha'ya yöneldi. Bu suretle etrafındaki kuşatma kalkınca Kaab Bin Musa da artık Harran'dan çıkabildi.

İshak, biraderi Bekkar'ı Reha'da bırakarak kendisi Sümey-sat'a [19] geçti. Ebu Cafer O'nu burada yine kovaladı ve aralarında birtakım vuruşmalar, hadiseler cereyan etti.

Es-Seffah, amcası Abdullah Bin Ali'ye bir mesaj yollayarak, O'na, bir kuvvetin başında Sümeysat'a yürümesini emretti. O da aldığı bu emir üzerine giderek orada İshak Bin Müslim'i birkaç ay kuşatma altında tuttu. İshak, vaktiyle Mervan'a bey'at etmiş bu-lunduğunu [20] bahane ederek bir türlü teslim olmayı kabul etmi­yordu. Fakat kendisine Mervan'm öldürülmüş bulunduğu haberi verilince İshak teslim olmak için bu sefer güvence istedi. Bu duru­mu Halife Ebulabbas'a bildirdiler. O da, kendisine güvence veril­mesi için onlara muvafakat etti. Bunun üzerine hayatının teminat altında olduğu söylenen îshak teslim olarak Abbasi askerlerinin saflarına geçti. Ebu Cafer de El-Cezire ve Ermeniye'ye vali tayin edildi. Yerine Ermeniye'ye Yezid Bin Useyyid, Azerbaycan'a da Muhammed Bin Sûl tayin edilinceye kadar burada kaldı. [21]

 

9-Şam

 

Bilindiği üzere, Mervan Bin Muhammed, Harran'dan kaçak beri O'nu Abdullah Bin Ali takip ediyordu. Oradan Menbec'e, son­ra Kmnesrin'e, Homs'a ve Ba'lebek'e kadar bu kovalamaca devam etti.

Abdullah Bin Ali, bu kentlerden her birine uğradıkça halk O'nu karşılıyor, O'na bey'at ediyor ve emrine giriyordu. Fakat Dımışk'a ulaşınca şehir direndi. Abdullah şehri ve idarecilerini kuşattı. Dı­mışk'ın başında vali olarak El-Velid Bin Muaviye Bin Mervan bu­lunuyordu. Bu zat da Mervan'm damadıydı, kızı Ümmü'l-Velid ile evliydi. Nihayet Dımışk 132 yılı Ramazan ayının onuncu günü Ab­basi ordularına kapılarını açtı. Vali El-Velid Bin Muaviye öldürül­dü. Komutan Abdullah Bin Ali ise buradan Kisve'ye, oradan da Ür­dün'e geçti. Bu yörelerin ahalisi O'na bey'at ettiler. Sonra Filistin'e yönelerek Beysar'da konakladı. Sonra Marcu'r-Rum'a oradan da Ebu Fotrus Nehri'ne vardı. Buradayken O'na Ebulabbas'm bir me­sajı ulaştı. Halife, amcası Abdullah Bin Ali'den Mervan Bin Mu-hammed'in takibi için kardeşi Salih Bin Ali'yi görevlendirmesini, kendisinin ise Dımışk idaresine bakmasını istiyordu.

Salih daha sonra Filistin'e emir oldu. Abdullah Bin Ali ise El-Balka ve El-Beseniyye'de bulunan Mervan'm komutanlarından Habip Bin Murra el-Murri'ye karşı mücadele vermek için hareket etti. Tam bu esnada Kmnesri'nde Ebu'1-Vard Müczi'e Bin El-Kev-ser Bin Züfer Bin El-Haris El Kilabi baş kaldırdı. Bu da Mervan'm komutanlarmdandı. Fakat Mervan yenik düştükten sonra Abdul­lah Bin Ali gelince Ebu'1-Vard O'nu karşıladı ve kendisine bey'at ederek emrine girdi.

Ebu'1-Vard, Mesleme Bin Abdulmelik'in çocuklarının komşu-suydu. Bir gün Abdullah Bin Ali'nin emrindeki komutanlardan bi­ri, 150 süvarinin başında gelerek, Mesleme Bin Abdulmelik'in oğullarını ve onların hanımlarım zorla, günahsız yere ve sırf Eme vi ailesine mensup oldukları için alıp götürmek istedi. Bunlardan birileri gelip durum hakkında Ebu'l-Vard'a dert yandı. Bu davranış komşu olarak Ebu'1-Vard'a dokundu. Olay karşısında dayanama­yan Ebu'1-Vard, (Abbasi Ordusundaki bu küçük rütbeli) subayın ve beraberindeki askerlerin üzerine (yandaşlarıyla birlikte) hücum ederek hepsini öldürdü. Ayrıca, Abdullah Bin Ali'nin idaresini ta­nımadıklarını ilan etmek için Kınnesrin halkını isyana teşvik etti. Onlar da bu çağrıya uydular. Kaysoğulları Kabilesi de O'na bey'at edince mesele büyüdü. Ebu'1-Vard -bu sefer- hayatından endişe etmeye başladı. Bu sebeple de Abbasi İdaresi'ne karşı devrim ilan etti. işte böyle, ordudaki küçük rütbeli bir subayın bu şekildeki keyfi bir muamelesi devleti sarsan bu denli bir isyanın patlak ver­mesine sebep oldu.

Abdullah Bin Ali bu haberi alınca, kendisine karşı mücadele vermekte olduğu Habib Bin Murra ile barış yaparak Dımışk üze­rinden Kmnesrin'e yöneldi. Fakat Dımışk'ı geçer geçmez -emrin­deki subayın yaptıklarına karşı duydukları tepkiyle- Dımışk halkı Abdullah'ın üzerine yürüdüler, beraberindeki eşyayı yağmaladı­lar, fakat ailesine dokunmadılar. Çünkü, şikayetçi oldukları bir su­çun aynısını, kendileri işlemek istemiyorlardı.

Kmnesri nüler, bu isyanda kendilerine destek olmaları maksa­dıyla Horas ve Tedmür halkına da teklifte bulundular. Onlar da bu teklifi kabul edip büyük bir kuvvetle geldiler. Bu kuvvetin başında Süfyanoğlu olarak tanınan Yezid Bin Muaviye'nin torunu Ebu Muhammed Ziyad Bin Abdullah bulunuyordu. Abdullah Bin Ali, Sütyanoğlu'nun kampına yaklaşınca önce üzerlerine kardeşi Ab-düssamed komutasında onbin kişilik bir kuvvet sürdü. Ebu'1-Vard bu kuvvetle Marc'ul-Ahram mevkiinde çarpışarak onları bozguna uğrattı. Bunlar parçalanmış gruplar halinde tekrar Abdullah Bin Ali'ye döndüler. Abdullah Bin Ali yanma kardeşi Abdüssamed'i, Hamid Bin Kahtaba'yi ve seçkin bazı komutanlarını da alarak biz­zat kendisi isyancıların üzerine yürüdü. Fakat askerleri bozguna uğradıysalar da kendisi ve Hamid Bin Kahtaba çarpışmaya devam ettiler ve hamlelerini tekrarladılar. Bu sırada yakınlarından ve em­rindeki komutanlardan oluşan beşyüz kişilik kuvvetin başında Ebu'1-Vard bir süre direnmeye çalıştıysa da sonunda hepsi öldü­rüldüler. Süfyanoğlu Ebu Muhammed ise maiyetinde bulunan Kelboğulları'yla birlikte kaçarak Tedmür'e sığındılar. Daha sonra da kendisi ve çocukları Hicaza kaçtılar.

Abdullah Bin Ali bu hadiselerden sonra Kınnesrin halkına do­kunulmayacağına dair güvence verdi. Onlar da buna karşılık ola­rak yeniden Abdullah Bin Ail'nin idaresini tamdılar ve kendisine bağlılıklarını ilan ettiler. Abdullah buradan, kendisine isyan eden ve Naib'i Ganim Abdülhamid'i hezimete uğratan Dımışk'a dön­dü. Abdullah yaklaşınca'şehir halkı kaçarak dağıldılar. Fakat Ab­dullah ile aralarında herhangi bir olay çıkmadı. Her şeye rağmen Abdullah halka güvence verdi. Bunun üzerine onlar da tekrar şeh­re döndüler ve Abdullah'a bey'atte bulundular. Abdullah ise orta­lığın yatışması maksadıyla kimseden intikam almadı ve Es-Sef-fah'ın hilafeti süresince Dımışk Valisi olarak kaldı. [22]

 

10- Mısır

 

Emevi yönetimini Mısır'da temsil eden son vali Abdülmelik Bin Mervan Bin Musa Bin Nusayr idi. Son Emevi Halifesi Mervan Bin Muhammed de Abbasi'lerden kaçarak Mısır'a gelmişti ve bu­rada öldürüldü. Sonra Abbasiler adına Mısır Valiliğini Ebu'1-Avn Abdülmelik Bin Yezid EI-Ezdi 136 yılma kadar yürüttü. Ondan sonra bu görevi Salih Bin Ali üstlendi.[23]

 

11- Kuzey Afrika

 

Kuzey Afrika'ya Emeviler'in son dönemlerinde Hariciler ha­kim olmuşlardı. Muhammed Bin El-Eş'as üzerlerine yürüyerek Kuzey Afrika'ya girdi. O sırada Abdurrahman Bin Habib Bin Ebi Ubeyde El-Fehri de içeride Haricilerle mücadele halindeydi. [24]

 

12- Endülüs

 

Buraya Yusuf Bin Abdurrahman El-Fihrî hükmediyordu. Sö­zü mutlak surette geçerli olan da O'nun (meşhur veziri ve komu­tanlarından biri olan) Summayl Bin Hatim El-Kilabî [25]  idi. Endü­lüs Emevileri'nin kurucusu Abdurrahman Ed-Dâhil buraya ge­linceye kadar durum böyle devam etti. Ancak Abdurrahman En­dülüs'e gelince Yusuf ve Summayl önceleri O'na karşı direndiler. Ancak daha sonra mukavemetleri kırıldı ve boyun eğmek zorun­da kaldılar. [26]

 

13- Hicaz

 

Ebulabbas, devletini ilan ettikten kısa bir süre sonra Mekke, Medine, Yemen ve Yemame valiliğine amcası Davud Bin Ali'yi ge­tirmişti. Fakat (Abbasoğullan adına) bu valilik sadece bir isimden ibaretti. Özellikle Yemame üzerinde hiç bir otoriteleri yoktu. Çün­kü buraların esasen gerçek valisi (kendi başına buyruk olan) El-Müsenna Bin Yezid Bin Ömer Bin Hubayra idi. Çok geçmeden Davud Bin Ali öldü. Yerine oğlu Musa'yı bırakmıştı. Fakat Halife Es-Seffah, dayısı Ziyad Bin Abdullah El-Harisi'yi Medine'ye gön­dererek disiplini sağladı. Yemame'ye de İbrahim Bin Hassan Es-Selemî komutasında bir kuvvet gönderdi. îbrahim bu bölgeye bo­yun eğdirmeyi ve El-Müsenna Bin Yezidi ortadan kaldırmayı ba­şardı.

Yemene de Muhammed BinYezid Bin Abdullah El-Harisi'yi

Emîr olarak ayin etti. Bu zat Hicri 134 de ölünce Halife, Mekke'de­ki valisi Ali Bin Er-Rabi' Bin Abdullah EI-Harisî'ye bir mesaj yolla­yarak O'na gidip Yemen Valiliğini üstlenmesini emretti. Mekke Va­liliğini de El-Abbas Bin Abdullah üzerine aldı. [27]

 

14- Bahreyn Ve Oman

 

Bu bölgeler, valiliğini İsmail Bin Ali'nin deruhte ettiği Basra Vilayetine bağlıydı. [28]

 

Ebulabbas Es-Seffah Döneminde Fetihler

 

Ebulabbas daha yeni kurulmuş bulunan devletin temellerini sağlamlaştırmakla meşguldü. Bu sırada, gerek Arap Yarımada-sı'nda, gerek Şam'da gerekse Yemame'de bulunan Emevi destekçi­leri henüz güçlüydüler. Bazı siyasi karşıt hareketler de cereyan edi­yordu ki bunları kırmak lazımdı. Onun için Es-Seffah, fetihlere önem veremedi. Bu konuda yapılabilmiş olan tek şey: Komutan Halid Bin İbrahim'in Hicri 133 de bir kuvvetin başında Türk illerine yaptığı bir akından ibarettir. Halid Bin İbrahim bu gazada Belk Nehri ötesine açılarak bir miktar ganimet ele geçirmiş, oradan Maveraünnehr'e yürümüş, Türk topraklarının içlerine doğru da­larak onları biraz hırpalamıştı. Horasan'da ortamın sakin ve istik­rarlı olması belki de bunun bir neticesiydi.

Şam'da ortam istikrara kavuştuktan sonra Salih Bin Ali, Said Bin Abdullah'ı bir yaz ordusunun başında gazaya çıkardı. Bunlar yaptıkları akında bir miktar ganimet ele geçirdiler. Ebulabbas da aynı zamanda amcası Abdullah Bin Ali'ye Enbar'da sancak vere­rek O'nu Horasan El-Cezire, Musul ve Şam ahalisinden oluşan bir yaz ordusu başında gazaya gönderdi. Abdullah, ordusunu alarak Duluk'a [29] kadar gitti. Buradan henüz ayrılmamıştı ki Halife Ebu-labbas'm ölüm haberini aldı.

Aynı zamanda Bizans İmparatoru Konstantin, El-Cezire halkı­nın Ebulabbas'a isyan ettiklerini fırsat bilerek bu sıralarda Malatya ve Kalikala'yı alarak müslümanlara karşı üstünlük elde etti. [30]

 

Es-Seffah Döneminde Hariciler

 

Kavan adalarında haricilerin Safariye kolu ortaya çıkmış, bu­ralara hakim olmuşlardı. Keza Omanda da El-Celendi liderliğinde İbadiyye koluna mensup hariciler [31] zuhur etmişlerdi.

Ebulabbas bu sıralarda Hazım Bin Huzayma'ya Öfkelenmişti. O'nu yediyüz süvariden oluşan bir askeri birliğin başında haricile­rin üzerine göndermişti. Başlarında Şeyban Bin Abdulaziz olduğu halde hariciler -aralarındaki görüş ihtilaflarından dolayı- bunlarla savaştılar. Bu olayda Şeyban ve beraberindekilerin hepsi öldürül­düler. Hazım da Oman üzerine yürüdü ve El-Celendi'yi yenerek O'nu ve beraberinde bulunan onbin kişiyi de öldürüp burada bir ay kaldıktan sonra döndü.

Safariye haricileri Batı Mağrip'te de ortaya çıkmış ve bu bölge­ye hakim olmuşlardı. İbadiler ise Yakın ve Orta Mağrip'te yayılmış ve bu bölgenin geniş bir kısmını nüfuzları altına almışlardı. Abba­si Devleti kurulduğu sıralarda Abdurrahman Bin Habib Bin Ebi Ubeyde Kayravan'da haricilere karşı yapmış olduğu sürekli savaş­lara artık son veriyordu.

Çünkü berberiler, Kuzey Afrika'da Kays oğulları'yi a Yemenli­ler arasında uzun yıllar süren kabile savaşlarından Sicilya ve Sar-dinya adalarında Romalılara karşı verdikleri kanlı mücadeleler­den artık bıkmış usanmışlardı. Aynı zamanda komutanlar da Ber-berüerden değildi. O bakımdan savaşlara adeta sürüklenerek gö-türülüyorlardı. Hatta bu yüzden daha Emeviler döneminde dertle­rini Emevi Halifesi Hişam Bin Abdulmelik'e anlatmak üzere Ber-berilerden Şam'a bir heyet gitmiş, ne varki halifeyle yüzyüze gel­me ve kendisine çektikleri çileyi arzetme imkanını bulamamışlar­dı, Berberilerin bu heyeti memleketlerine döner dönmez (bu mu­ameleden duydukları tepkiden dolayı) heyet üyelerinden Meysere adında birini Hicri 121 de başlarına geçirdiler. O da peşine düşen kalabalık taraftarlarıyla beraber Tanca'ya yürüdüler.

Adam şehre girerek Vali Ömer Bin Abdullah El-Muradî'yi öl­dürdü ve Tanca'ya Abd'ül-Alâ Bin Cüreyc El-İfrikiy'ı vali tayin ederek Sus'a geçti. Burada da İsmail Bin Ubeydullah eî-Habbâb'ı

öldürdü. Böylece Batı Mağrip topraklan üzerinde Meysere'nin ha­kimiyeti kurulmuş oldu. O'na bu harekâtı sırasında kabilelerin bü­yük yardımı olmuştu. Bunlar, başlarındaki yöneticilere karşı isyan bayrağı çekmiş, onları bertaraf edip Meysere'ye bey'atte bulun­muşlardı.

Vaktiyle Ubeydullah Bin El-Habbab, Safariye koluna mensup haricilerin üzerine Halid Bin Ebi Habib El-Fehri komutasında bir kuvvet göndermişti. Ubeydullah» aynı zamanda Sicilya'da bulu­nan Habib Bin Ebi Ubeyde El-Fehri ordusunu geri çağırarak onla­rı da haricilerin üzerine şevketti. Aralarında çıkan savaşta Meysere, (komutasmaki haricisi ordusu) yenildi ve Meysere, Tanca'ya döndü. Bu olaysa O'nun heybetini azaltan bir sebep oldu. Dolayı­sıyla Safari Haricileri bu kez, başlarına Halid Bin Hamid Ez-Zin-nati'yi getirdiler.

Bu sefer de Halid Bin Habib Ez-Zinnati, haricileri peşine kata­rak Halid Bin Ebi Habib El-Fehri komutasındaki devlet kuvvetleri üzerine yürüdü. Onları El-Eşraf adıyla bilinen savaşta ordusunun iki bölümü arasına alarak hepsini imha etti.

Bu sebepledir ki Ubeydullah Bin El-Habhab'm başına büyük bela açıldı. Halife O'nu merkeze geri çağırırken bu sefer de Kul-sum Bin Iyâd El-Kuşeyri'yi (yedeğine, Belic Bin Buşr ve O'nun da yedeğine Su'laba Bin Selama El-Amiliyye'yi koyarak) Hicri 123 te bir ordunun başında haricilerin üzerine gönderdi.

Bu savaşta komutan Kulsum Bin İyad ile Habib Bin Ebi Ubey-de öldürüldüler. Belic Bin Buşr ise askerlerinden onbin kişiyle bir­likte Tanca'ya kaçtı. Dağılan Emevi Ordusu daha sonra çeteler ha­linde Kayravan'a kadar döndüler. Böylece Batı ve orta Mağrib böl­gesi Safariye Haricilerinin nüfuzu altına girerken Halid Bin Ha­mid Ez-Zinnati de bu bölgenin yegane efendisi oldu.

Orta Mağrib bölgesine gelince, buraya da Ukkaşa Bin Eyyub En-Nağravi ile Abdülvahid BinYezid El-Havari hükmediyorlardı. Kulsum Bin Iyad El-Kuşeyri vaktiyle Batıya doğru hareket edip Ya­kın Mağrib'i arkasında boş bırakınca Abdülvahid BinYezid EI-Ha-vari gidip rahatça Kabis'e girmişti.

Kayravan'a gelince burasını (Emevi iktidarı adına) Genel Vali Kulsum Bin Iyad El-Kuşeyri tarafından tayin edilen Mesleme Bin Sevade yönetiyordu. Ne varki Mesleme bir ara asilerden Ukkaşe Bin Eyyub'a karşı savaşmış, ancak yenik düşerek sür'atle Kayra-van'daki üssüne dönmek zorunda kalmıştı. Bu da askerlerinin, kendisine isyan etmelerine ve Kayravan'da direnen Said Bin Buc-ra El-Gassanî'yi başlarına geçirmelerine sebep oldu.

Said Bin Bucra Hicri 124 de Kabis'e yürüdü. Kayravan'dan ay­rılır ayrılmaz, buraya Ukkaşe Bin Eyyub girmeye çalıştı. Fakat bunu başaramadı. Çünkü bizzat Kayravanlılar Abdurrahman Bin Ukba El-Ğifarî komutasında birleşerek karşı mücadeleye geçtiler. Bunun üzerine Ukkaşe Bin Eyyub çöle kaçtı ve kendisi, gerekse Abdülvahid, aralarında haricilerin önderi Ebu Kurra'nın da bu­lunduğu Zennate kabilesinin yardımıyla haricileri örgütlemeye çalıştılar.

Bunu haber alan zamanın Emevi Halifesi Hişam Bin Abdul-melik, Mısır Valisi Hanzala Bin Safvan'ı büyük bir ordunun başın­da haricilerin üzerine sevkederek O'na Kuzey Afrika Valiliği göre­vini de verdi. Hanzala, Kayravan'a varır varmaz, haricilerle çarpış­mak üzere Zab Mevkii'ne bir askeri birlik şevketti. Bu birliğin ko­mutası Abdurrahman Bin Ukba'daydı. Abdurrahman, burada üs­tünlüğü elde etti. Fakat ikinci bir savaşta Öldürüldü. Aynı zaman­da bu sırada Trablus Valiliği görevini yürütmekte bulunan Muavi-ye Bin Safvan da yine Safari Haricileri'nin eliyle öldürüldü. Safa-riler'in önünde artık Kayravan'dan başka bir engel kalmamıştı. Bu yüzden Ukkaşe Bin Eyyub Kayravan'a doğru yürüyerek şehrin ya­kınlarındaki Karn mevkiinde kampını kurup kuvvetlerini yerleştir­di. Aynı zamanda Abdülvahid de beraberinde Ebukurra'yla birlik­te bir kuvvetin başında Tilimsan'a yürüdü. O da el-Asnam denilen mevkide karargâhım kurdu ve devlet kuvvetleriyle arasında cere­yan eden çarpışmalarda Vali Hanzala Bin Safvan'in gönderdiği Emevi kuvvetlerine karşı üstünlük elde etti.

Hanzala bu olaydan sonra Kayravan kentine kapanarak bura­da direnmeye çalıştı. Cepheye bir de hendek kazdırdı. Hicri 125 yı­lında gücüne güvenince de ilerleyerek Ukkaşe'yi yendi. O'nu esir alarak öldürdü. Elde ettiği kısmî bir başarıdan sonra El-Asnam mevkiinde Abdülvahid ordusunu da bozguna uğrattı.

Bu sırada Abdurrahman Bin Habib Bin Ebi Ubeyde, bölge üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olmuştu. Bu etkinliğiyle Vali Saf­van'ı, buraları terketmeye mecbur etti. Bu gerçek karşısında son Emevi Halifesi Mervan Bin Muhammed de Abdurrahman m Ku­zey Afrika Valiliğini zoraki olarak kabullenmekten başka çare bu­lamadı.

Abdurrahman da Safari Haricilerinin bütün faaliyetlerini çö­kertti. Çünkü Tunus'ta Urva Bin El-Velid Es-Sadefi'nin hareketini akamete uğramıştı. Sonra Haricilerin bütün faaliyetlerinin kökü­nü kazıdı.

Bu olaylardan kısa bir süre sonra Emevi Devleti ortadan kalk­tı. Safari haricileri ise bu sıralarda zayıf düşmüşlerdi. Kuzey Afri­ka'da söz sahibi olan tek kişi ise Abdurrahman Bin Habip'ti.

Safarilerle ilgili olarak durum bundan ibaretti. Haricilerden İbadiler'e gelince, bunlar daha çok yakın Mağrip'te faaliyet göste­riyorlardı. Liderleri Abdullah Bin Mes'ud Et-Tecibi Hicri 126 yılın­da Trablus Bölgesi'nde bir devrim hareketine girişti. Fakat Kuzey Afrika Valisi Abdurrahman Bin Habip, Abdullah'ı ele geçirmeyi başardı ve O'nu öldürdü. Aynı zamanda bu haricinin yönettiği Ha-vara Kabilesini paramparça etti.

Hicri 130 yılında da Abdulcebbar Bin Kays ve El-Haris Bin Tu-leyd EI-Hadrami baş kaldırarak Trablus'u kuşattılar ve şehre gire­rek valisini öldürdüler. Afrika Genel Valisi'nin ordusunu da üç kez bozguna uğrattılar. Bu iki isyancı Kayravan üzerine yürümeye ka­rar verdikleri bir sırada ihtilafa düşerek birbirlerine girdiler.

İşte bu olay İbadileri zayıf düşürerek 131 yılında da tamamen parçalanmalarına sebep oldu.

Ne varki hariciler arasında olup biten bu iç çekişmeler, onlar­dan İsmail Bin Ziyad En-Nüfusî'nin 132 yılında yeni bir isyan ha­reketine girişmesine yinede engel olmadı. İsmail Kabıs'ı istila etti. Fakat Vali Abdurrahman Bin Habib çabuk davranarak îbadileri

bozguna uğrattı.

İşte böyle sürüp giden Haricilerin durumu Abbasi Devleti ku­rulduğu sırada da pek iyi değildi. Fakat Abdurrahman Bin Habip bu ara ölmüş, yakınları arasında siyasi çekişmeler başlamıştı.

Bu olaylar Abbasi Devletini meşgul edince fırsattan yararlanan harici faaliyetleri El-Mansur döneminde yeniden canlanmaya başladı. Zaten Es-Seffah zamanında da bu faaliyetlerde biraz kı­mıldama olmuştu.

Afrika Genel Valisi Abdurrahman Bin Habib, yerine kendisin­den sonra geçmek üzere oğlu Habib'i tayin etmişti.

Haricilerin elebaşılarından Asım bin Cemil'le ilişkisi olan Ha-bib'in amcası Abdulvaris yeğeni ile otorite konusunda kavgaya gi­rişti. Fakat Abbasilere taraftar olarak görünmeye de çalıştı veya halk O'nu böyle davranmakta samimi zannetti.

Her şeye rağmen Habib Hicri 135 te Haricileri, feci şekilde bozguna uğratmayı başardı [32]

 



[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/187-190.

[2] OSaym cereyan ettiği şartlara bakılacak olursa Halife'nin amcası Da­vud'un, yeğeninin güvenliğini temin etmek ve O'na moral vermek İçin böyle davrandığı anlaşılmaktadır. (Mütercim)

[3] Ahzab Suresi; Ayet: 33

[4] Şûra Suresi; Ayet: 23

[5] Şuara Suresi; Ayet: 214

[6] Haşr Suresi; Ayet: 7

[7] Enfal Suresi; Ayet: 41

[8] Sebeîler: içinden kafir olduğu halde dışından müslüman geçinen yahu-di Abdullah Bin Sebe' adlı ajanın yandaşları. Bu adam islamı yıkmak için sürek­li faaliyetlerde bulundu. Sinsi bir şekilde Hz. Ali'ye sokularak (O'nu emellerine alet etmek için) kendisine islamm kabul etmediği (ilahlık gibi) garip vasıflar is-nad etmeye çalıştı.

[9] İlk Abbasi Halifesi Ebulabbas Es-Saffah'ın amcası Davud Bin Ali'nin,

konuşmasını bu cümleyle bitirmesinin, çağımızda hala bütün canlılığıyla müs­lümanların gündeminde bulunan bu inanca ciddi bir ifadeyle temas etmesi ba­kımından ilginçtir. Bu da Hz. İsa'nın kıyamete yakın, göklerden İnip beşeriyeti idare edeceği ve eşsiz bir adalet uygulayacağı İnancıdır. AbbasİIer'in o zamana kadar işbaşında kalacaklarına dair bu cümlede geçen ifadenin ne derece isabet­li olduğu hakkında ise sanırım birşey söylemeye gerek yoktur. Bu inanca kaynak­lık eden bilgilerin bir hadise dayandırılması ihtimali varsa o hadisin isnadında-ki doğruluk derecesi de erbabını ilgilendirir. (Mütercim

[10] -ül Esir, El-Kamil tere, c. 5, s. 334-340, 373-374; İbn-i Kesir, El-Bida-ye tere, c. 10, s. 75-78, 87-98, 103-108

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/190-203.

[11] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 5, s. 354-356

[12] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/203-204.

[13] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/204.

[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/204-205.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/205.

[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/205.

[17] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/205.

[18] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/206..

[19] Sümeysat: Günümüzde Adıyaman'ın Samsat ilçesinin eski adı

[20] Zira Bey'at islamda bir akittir, manevi bir taahhüttür

[21] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 5, s. 353-354

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/206-207.

[22] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 5, s. 340-343, 345-348, 351-353

[22] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/207-210.

[23] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/210.

[24] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/210.

[25] Bu şahıs, Hz. Hüseyin'in katili Şimr (veya Şümeyr Bin Zi'l Cevşen)'in to­runudur

[26] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/210.

[27] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/211.

[28] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/211.

[29] Halep yakınlarında bir belde

[30] tbn-üi Esir, EI-Kamil tere, c. 5, s. 361-364

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/211-212.

[31] İbadiyye; günümüzdeki siyasi bir mezhep olmaktan çıkmış, haricilik özelliğini de kaybetmiştir. Sadece bir fıkıh mezhebi görünümündedir. Ehl-i Sün­net dünyasına entegre olmuşlardır. İbadiyye mezhebi Kuzey Afrika Ülkelerinden Zengibar'm resmi mezhebidir. (Mütercim)

[32] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 5, s. 209-211, 217, 227-228, 281-282, 362, 366-368, 375-376

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/212-217.