55- ER-REŞİD HARUN BİN MUHAMMED
Harun'ur-Reşîd Döneminde Devlete Karşı Cereyan Eden Siyasi Olaylar
Harun'ur-Reşid Zamanında Hariciler
Harun'ur-Reşid Zamanında Bizanslılarla Yapılan Savaşlar
Harun'ur-Reşid Zamanında Ortaya Çıkan Müstakil Emirlikler
2- Sicilmasa'dakî Midraroğulları Devletî
4- Magrıb'da Idrısogulları Emirliği
5- Ağleboğulları (El-Eğalibeh) Amirliği
(Hilafet Dönemi, Hicri: 170 -193)
Abbasi Devleti Reşid'in döneminde yükselmenin zirvesine ulaştı. Ataları, sıra ona gelinceye kadar devleti sağlam bir şekilde oturtmuşlardı. Ülkede her taraf istikrara kavuştu. Devlet oldukça güçlendi ve güvenlik hakim oldu. idareyi ele geçirmek maksadıyla artık siyasi kavgalar cereyan etmiyordu. Devlet de daha gençlik ça-ğmdaydı. Çünkü devleti Emeviler'den alabilmek ve otoriteyi ele geçirmek için verilen mücadelelerin acıları hâlâ hissediliyordu.
Reşid, çok cesur ve güçlüydü. Yaşının daha yirmiyi geçmediği günlerde, babasının hilafeti döneminde yaz ordularını akınlarda sevk ve komuta etmişti. Aynı zamanda (hilafet makamına geldikten sonra) Emirülmü'minin sıfatını taşıdığı sıralarda da ordunun başında Bizans üzerine sefere çıktı. Bizanslılar, O'nun karşısında başlarını eğdiler, küçüldüler. O'ndan heybet kaptılar ve vatandaşlarını O'nunla korkuttular.
Harun'ur-Reşid, kutsal değerlere karşı saygılı ve bu konuda titiz, tüm işlerinde Allah'tan korkan bir zattı. Günde yüz rekat nafile kılardı. Hacca da çok giderdi. 23 yıl müslümanlara devlet başkanlığı yaptı. Bu süre zarfında da dokuz kere hacca gitti. Hacca gittiği seneler hicri: 170-173-174-175-177-179-181-186 ve 188 yıllarıdır. Bu öyle bir imajın yayılmasına sebep olmuştu ki halk üzerinde onun, bir yıl hacca, ertesi yıl da cihada çıktığı izlenimi uyanmıştı.
Reşid, kendi öz malından sadaka dağıtırdı. İslamı içerden vurmak için faaliyet gösteren zındıklarla amansız bir şekilde mücadele etti ve birçoklarını öldürdü. Öğüt verenleri ve nasihatçileri can kulağıyla dinler ve duygulanarak Allah korkusundan gözyaşı dökerdi. Bir keresinde hacca giderken güzergahı üzerinde ehl-i halden bir zata rastladı. O'na:
'Anlat bakalım, ey bilge kişi!" diyerek O'nu dinlemek istedi. Bu zat kendisine, manzum bir ifadeyle şunları söyledi:
"İnsanlar kölen olsa ve tüm dünyalar senin, Ne farkedecek acep, sonuç ne olur yâni? Girmeyecek mi kabre, en sonunda bedenin; Ve toprağa gömülüp olmayacak mı fani?"
Bu sözlerden etkilenen Harun, bilge kişiye, "Çok güzel söyledin, ey Behlul! Söyleyecek daha başka öğütlerin var mı?" diye sordu. Derviş:
"Var, ya Emirelmü'minin!" diye cevap vererek bu kez de şöyle konuştu:
"Bir kimseye, Allah zenginlik ve -fizik- güzellik verir de o kimse eğer güzelliğinde iffetli davranır -güzelliğini başkalarının his ve şehvetlerine alet etmez- malıyla da -ihtiyaç sahiplerine- yardımcı olursa o, Allah'ın divanında hayırlı insanlardan yazılır."
Halife Harun, dervişin bu sözlerinden O'nun sanki bir yardım istediğini sanarak O'na, "Borçlarının ödenmesini emrettik" dedi. Derviş fütursuz bir ifadeyle:
"Hayır efendimiz, bunu yapmayın! Zira bir borç ikinci bir borçla Ödenemez. Bilakis hakkı sahibine iade et. Kendin evvela öz borcunu öde!" diyerek teklifini reddetti. Harun bu kez de O'na:
"Sana bir miktar azık emrettik, onunla biraz geçinirsin" dedi. Ancak derviş yine: "Hayır bunu da yapma ya Emirelmü'minin! Allah Teala sana verip de beni unutmaz. Bakın işte bir Ömür boyu yaşadım -Allah'tan başka- hiç kimse beni rızıklandırmış değil. Gölge etme, başka ihsan istemem" diyerek Halifenin yine teklifini reddetti. Harun bu sefer de "Öyleyse şu bin dinarı al" deyince adam O'na şu cevabı verdi:
"Bu parayı asıl sahibine iade et, senin için daha hayırlı olur. Ben bu parayı ne yapayım? Çekil başımdan git, çünkü beni çok rahatsız ettin!"
Reşid, bunun üzerine dervişi halinde bırakarak ayrıldı. O kadar etkilenmişti. Dünya O'nun gözünde artık önemini kaybetmiş, bayağı küçülmüştü.
Harun'un huzur hocalarından İbn'us-Semmâk, bir gün O'na şöyle hitap etti:
"Sen günün birinde yalnız başına öleceksin, tek başına mezara gireceksin ve yine tek başına diriltileceksin. O halde -suçlu-insanların, Allah'ın gazabına uğrayacağı ve ayakların kayacağı saatlerde Allah'ın huzurunda cennetle cehennem arasında suçlu olarak dikilmekten sakın, ki o gün pişman olunacak. Lakin tövbe kabul edilmeyecek hata affedilmeyecek, fidye ve tazminat hiç bir işe yaramayacaktır."
Bu sözleri dinleyen Reşid, dayanamayarak hüngür hüngür ağladı. Huzurunda bulunan büyük veziri ünlü devlet adamı Yahya Bin Halid, bunun üzerine İbn'us-Semmak'a dönerek:
"Emirülmü'minin efendimizi bu gece çok üzdünüz!" demekten kendini alamadı. Harun ise kalkıp yanlarından ayrılırken gözyaşlarını tutamamıştı. Takva ve fazıl erleriyle tanınmış büyük şahsiyetlerden Fudayl Bin Ayad'da bir gece Mekke'de Harun'a uzun uzun vaaz ve nasihatlerde bulunarak O'na bir ara şöyle dedi:
."Ey nur yüzlü! -şu kalabalığı görüyor musunuz?- Yarın kıyamette bunların hepsinden sen sorumlu olacaksın. Allah Teala buyuruyor ki: "Bağlandıkları dayanaklar artık kopmuş olacaktır."
Leys'in Mücahid'den naklettiği bir hadise göre bu dayanaklar dünya hayatında insanlar arasındaki ilişkilerdir.[1]
Reşid bu sözleri duyunca yine gözyaşlarını tutamadı. Öyle ağladı ki hıçkırıklara boğuldu.
Yine Fudayl Bin Ayad anlatıyor, diyor ki:
"Bir gün Halife Harun'ur-Reşid beni davet etti. Kabul odalarını gayet süslemiş, çeşit çeşit lezzetli yemeklerden bir sofra hazırlatmıştı. Sonra şair Ebu'l Atahiye'yi de davet ederek sohbet sırasında O'na:
- Şu anda içinde bulunduğumuz mutlu hayatı ve nimetleri dile getir de seni dinleyelim, diye emretti. Bunun üzerine Ebu'l Ata-hiye manzum olarak şunları söyledi:
Yaşa gönlünce saraylarda Ömür sür seneler, Sana kaç tane dilersen yürüsün bakireler; Ama bir gün şu göğüslerdeki canlar çıkacak; O zaman anlayacaksın ki ne boşmuş bu meğer."
Reşid, bu sözleri duyunca dehşet bir şekilde ağladı. Davette bulunanlardan vezir El-Fadl Bin Yahya, şair Ebu'l-Atahiye'ye çıkışarak:
"Emirül-Mü'minin Efendimiz, kendisini eğlendiresin diye seni davet etti. Sen ise -ne yazık ki- O'nu üzdün!" demekten kendini alamadı. Fakat Halife Harun, söze karışarak EI-Fadl'a:
"Hayır, vazgeç! Esasen o bizi dünya gafleti içinde gördü. Bu kapılmışlığımızın daha da artmasına göz yummak istemedi" diyerek şairi hoşgördüğünü ifade etti. Başka bir yoldan rivayet edildiğine göre: Reşid, Ebul'atahiye'ye:
"Bana şiirden beyitlerle biraz nasihat et, ancak özetle" der. Ebu'l Atahiye de şunları söyler:
Karşına çıkabilir, sen göz kırparken ya da, Nefes alırken ecel; polislerin olsa da İyi bilki şaşmayan okları var ölümün, Herkes ona hedeftir, zırh siper kullansa da Kurtuluş umuyorsun, fakat yolun hatalı, Gerçek şudur ki gemi hiç yüzemez karada.
Bu sözler üzerine Harun, duyduğu pişmanlığın derin etkisiyle olduğu yerde yığılarak kendinden geçer.
Halife Harun'ur-Reşid, dedesi Ebu Cafer El-Mansur'un hilafeti döneminde Hicri 146 da Rey Kenti'nde dünyaya geldi. Hicri 170'te de kendisine bey'at edilerek halife oldu. Harun Er-Reşid'e bey'at edildiği gün yaşı henüz 24'ü bile geçmiş değildi. Fizik yapı olarak beyaz tenli, uzun boylu, şişmanca ve yakışıklıydı. 3 Cema-ziyelâhir 193 günü Tûs Kenti'nde hayata gözlerini yumdu. Böylece hilafet süresi 23 yıl kadar sürmüş oldu.
Harun, amcası Cafer Bin El-Mansur'un kızı, Zübeyde Ha-tun'la evlendi. Zübeyde 16 Şevval 170 tarihinde oğlu Emin'i doğurdu.-Zübeyde Sultan'la 165'te evlenmişti. Ayrıca 187'de Süleyman Bin Ebicafer El-Mansur'un kızı Abbase ile evlendiği gibi daha birçok evlilikleri oldu. Vefat ettiğinde geride 4 dul bıraktı. Birçok cariyeleri de vardı. Bunlar da Harun'dan çocuk doğurdular. Memun bunlardan biridir ve Harun'un en büyük oğludur. Babası Reşid'in halife ilan edildiği 15. Rabiülevvel günü doğdu. Böylece Emin'den altı ay büyüktü. Me'mun'un annesinin adı Maracil Mu'tasım'm Mâride, Kasım El-Mu'temen'in adıysa Kasf idi.
Harun'ur-Reşid ise önceleri Ebu Musa künyesiyle anılırdı, sonra Ebu Cafer olarak tanındı.
Harun, 15 Rabiülevvel günü halife ilan edilir edilmez Yahya Bin Halid El-Bermeki'yi hapisten çıkararak O'nu başvezirlik görevine getirdi. Reşid'e olan meylinden ötürü Sabık Halife El-Hadi O'nu zindana atmıştı. Yeni halife Tartus Kenti'nin inşasını tamamladı. Burası devletin akdeniz sahili üzerindeki stratejik noktasıydı. Reşid'in hilafetinin birinci yılı içinde de şehrin kuruluşu tamamlandi. Reşid'in annesi ünlü Abbasi kraliçesi Hayzarân Hicri 172 de Öldü. Reşid de 175 te oğlu Muhammed El-Emin'i veliaht seçti. Halbuki Emin bu sırada henüz beş yaşını bile doldurmuş değildi. Böyle bir karar ise gerek ilim erbabından (devlet erkânından) gerekse halktan gelen tenkitlere sebep oldu. Oğullarından Abdullah El-Me'mun kardeşinden altı ay daha büyük olmasına rağmen sırf Emin'in annesi Reşid'in amcası Cafer'in kızı olduğu için O'na bey'at edildi. (Yani Emin veliaht olarak tayin edildi.) Zira Zübeyde Sultan'm Reşid nezdinde ayrı bir yeri vardı. Buna mukabil El-Me'mun'un annesi ise Maracil adında bir cariyeydi. Her şeye rağmen yedi yıl sonra, kardeşi Emin'den sonra gelmek üzere El-Me'mun da ikinci veliaht olarak seçildi.
Bermekoğulları Ailesinin Halife Reşid döneminde devlet üzerinde çok büyük nüfuzu vardı. Çünkü Yahya Bin Halid, Reşid'in
mürebbisiydi. (Çocukken Yahya O'nu yetiştirmişti.) Öyle ki Reşid O'nu "baba" diye çağırırdı. Keza Yahya'nın oğulları: EI-Fadl, Cafer, Musa ve Muhammed O'nun emsalleri ve arkadaşlarıydılar. Sabık halife El-Hadi onlara karşı kinliydi. Bu sebeple de babalarını hapsetmişti. Reşid işbaşına gelince O'nu zindandan çıkardı, kendine yaklaştırdı ve O'na başvezirlik mansıbını verdi. Bu suretle de bu ailenin siyasi etkinliği çok arttı. Gerçeğe bakılacak olursa bunlar bir bakıma devlete çok hizmet etmişlerdir.
Muhammed Bin Halid, Reşid'in özel "hacib"iydi.[2] Yahya Bin Halid ise O'nun lalasıydı. Reşid, Cafer Bin Yahya'yı Mısır'a kardeşi EI-Fadl Bin Yahya'yı ise Horasan'a vali tayin etmişti. Aynı zamanda bu zevat orduları sevk ve komuta ettiler, isyanları bastırdılar ve birçok fitneleri söndürdüler. Ezcümle Fadl Bin Yalıya, (Hz. Hasan'm torunlarından) Yahya Bin Abdullah Bin El-Hasan El-Müsenna'mn 176'da Deyrem'de devlete karşı giriştiği isyanı bastırmakla görevlendirildi. Keza Fadl'ın yine kendisi bir kuvvetin başında Türk illeri üzerine sefer düzenleyerek Kabil'e girdi ve Maveraunnehr memleketlerine akınlar düzenledi. Ancak Bermekoğulları devlete hizmet ettikleri kadar kendi çıkarlarını da düşünüyorlardı. Çünkü büyük bir nüfuz ve otoriteye sahip bulunuyorlardı. Aynı zamanda Halifenin danışmanları akıl hocaları idiler. Her meselede O'na en yakın, O'nunla oturup haşir neşir olan ve kendisine hoş vakitler geçirmeye çalışan kimselerdi. İzin almadan her an huzuruna girebiliyorlardı. Evet, her ne kadar zaman zaman onlardan birini görevden alıp onu bir diğeriyle değiştiriyor idiyse de onların devletteki güçlü yeri hiç de değişmiyordu. Mesela Cafer'i 176 da Mısır Valiliğinden aldı, keza Muhammed Bin Halid'i, özel sekreterliğinden uzaklaştırdı. Ancak bu görevi 179 da El-Fadl Bin Er-Rabi'a verdi.
Halifeyle pek içli dışlı olan bu Bermekoğulları ailesinin durumu bir anda değişti. Halife Harun Er-Reşid çok ani bir şekilde onlara karşı tavrını değiştirerek Cafer Bin Yahya'yı idam etti; babası Yahya ile biraderi El-Fadl'ı da zindana attı; gayrimenkullerine ve servetlerine el koydu. Belki de Bermekoğulları ailesinin başına gelen olaylar, onların devlet idaresindeki etkinliklerinin zamanla aşırı bir şekilde artmasının bir sonucu oldu. Öyle ki Halife Harun'ur-Reşid onlardan çekinmeye başladı. Aşırı israf ve harcamalarla Ha-life'nin bizzat kendisini dahi geride bıraktılar. Aynı zamanda Hali-fe'ye önem de vermemeye başladılar. Zira O'nu hafife alırcasma artık huzuruna izinsiz girip çıkmaya başladılar. Bu da gerek elit tabakanın, gerekse halkın onlara kin bağlamasına neden oldu. O'nları açık açık eleştirmeye başladılar. Hatta bu eleştiriler onların bu derece yüz almalarına sebep olan Halife'nin bizzat şahsını dahi hedef alıyordu. Bu yüzden Reşid, onların elde etmiş bulundukları bu derece nüfuzun tahtına ve tacına zarar getirebileceği korkusuna kapıldı. Aynı zamanda bu sebeple halktan gelebilecek bir tepkiden de endişe etti. İşte tam bu sırada Cafer'le ilgili özel bir sorun gündeme geldi. Reşid O'nu ortadan kaldırmak ve ailesine darbeyi indirmek için bu meseleyi bahane olarak kullandı. Cibril oğlu Bahtyaşu' babasından naklen şunları anlatıyor; diyor ki:
"Ben Halife Harun'ur-Reşid'in meclisinde oturuyordum. O arada Yahya Bin Halid huzura girdi. Öncesinden beri hep izinsiz içeri girerdi. Yahya yaklaşıp selam verince Reşid, pek içten gelmediği anlaşılan, zayıf bir ses tonuyla selamım aldı. Yahya, mevkilerinin Halife nezdinde artık değişmiş bulunduğunu anlamıştı."
Cibril sözlerine şöyle devam ediyor: "Sonra, Reşid bana dönerek:
- Cibril! Biri senden izin almadan acaba odana hiç girebilir mi? diye dokunaklı bir soru yöneltti. Ben de:
- Asla efendimiz -değil izinsiz girmek- bunu düşünemez bile, cevabım verdim. Bunun üzerine:
- Peki bize ne oluyor ki huzurumuza izin filan alınmadan giriliyor? diye sorunca hemen Yahya ayağa kalkarak vaziyeti kurtarmak için şu nazik açıklamayı yaptı:
"Ya Emirelmü'minin! Esasen Allah Tealadır ki sana yakın bulunma şerefini bana bahsetmiştir. Allah'a yemin ederim ki huzuruna girmeye deminki saatten beri başlamış değilim. Bu, Emirül-mü'minin Efendimizin sırf bana bahşetmek lutfunda bulunduğu özel bir muameledir. Bu suretle de Zatı hilâfetp en ahileri bana şeref bahşetmiş bulunmaktadır. Nitekim huzuru devletlerine girdiğim öyle zamanlar oldu ki bazan yatakta tamamen soyunmuş, bazan da bir parça peştemal içinde bulunurlardı. Bununla beraber devletli efendimizin önceleri kabullendiği bir davranışı bu kez nefretle karşılamaya başlar olduğuna dair pek malumatım da yoktur. Amma ve lakin şimdi artık öğrenmiş bulunuyorum. Dolayısıyla Efendimiz Hazretleri ferman buyururlarsa bendeleri huzuru saadetlerine ancak izinle girebilen ikinci sınıf, hatta üçüncü sınıf kimselerden olmayı memnuniyetle kabul ederim."
Yahya'nın bu açıklamasını dinleyen Harun, bu kez mahcup oldu. O, gerçekte halifeler arasında en kibar bir şahsiyetti. Bu yüzden muhatabının, sürekli gözlerinin içine değil genellikle önüne bakardı.
Yahya'yı dinledikten sonra:"Aslında seni incitmek istemedim. Fakat halk dedikodu yapıyor" diye konuştu. Sanırım verebilecek bir cevap bulamamış. Yahya'nın gönlünü almak için bu ifadeyi kullanmak zorunluğunu duymuştu. Bu sözlerden sonra uzunca sustu. Yahya da çıkıp gitti.
Ahmed Bin Yusuf da şunları anlatıyor diyor ki:
"Semmame Bin Eşras tarafından anlatıldığı üzere Yahya Bin Halid hakkında yapılan ilk şikayet şöyle oldu: Muhammed Bin El-Leys, Halife Harun Er-Reşid'e bir mektup göndererek O'na bazı nasihatlerde bulunmuş ve şunları söylemişti:
- Yahya Bin Halid seni Allah'tan kurtaramaz. Halbuki sen O'nu Allah ile arana koymuş bulunuyorsun. Acaba yarm kıyamet gününde Allâİı'ın huzurunda hesap vermek üzere durduğunda, kullarına ve sana -emanet ettiği- memleketlere karşı nasıl muamele ettiğini sorunca sen de:
- Allah'ım! Kullarının meselelerini Yahya Bin Halid'in keyfi isteklerine terk etmiştim, diye cevap verecek olursan, tutunacağın delille O'nu hoşnut ve memnun edebilecek misin? Buna ek olarak dokundurucu daha bazı sözler de yazmıştı.
Yine Ahmed Bin Yusuf anlatıyor, diyor ki:
Süleyman Bin Ebicafer'in azadlısı Muhammed Bin El-Fadl Bin Süfyan bana şunları anlattı:
"Hakkında yapılan bu şikayetten sonra Yahya Bin Halid, bir gün yine Reşid'in huzuruna girdi. Orada bulunan hizmetçi gençler ayağa kalktılar. Reşid özel hizmetlerine bakan Mesrur'a "Gençlere söyle, Yahya huzura girerken bir daha ayağa kalmasınlar" diye emretti.
Muhammed Bin El-Fadl anlattığına göre, ondan sonra Yahya girince kimse ayağa kalkmadı. Bunu farkeden Yahya'nın rengi değişti. Sonraları saray hizmetçileri ve kapıkulları Yahya'yı gördükçe O'ndan yüz çeviriyorlardı. Yahya bazan onlardan içecek bir su isterdi, duymamazlıktan gelir O'na bir bardak su bile vermezlerdi veya birkaç kere istedikten sonra getirirlerdi.
Reşid'in Bermekoğulları ailesine düşündüğü darbeyi indirebilmek için bahane olarak kullandığı sebebe gelince, bu olay bir zamanlar kendine çok yaklaştırmış bulunduğu, öyle ki gece sohbetlerinde arkadaş edindiği hatta ayrılığına bir türlü dayanamadı-ğı ve kendisinden hiç bir şeyini gizlemediği sırdaşı Yahya Oğlu Cafer'le ilgilidir. Olay şundan ibarettir:
Hz. Hasan'm torunlarından Yahya Bin Abdullah Bin Hasan El-Musenna Hicri 176 da Deylem'de devlete baş kaldırınca Reşid, ünlü veziri Yahya Oğlu El-Fadl'ı isyanı bastırmak için Yahya'nın üzerine gönderdi. El-Fadl Yahya'ya, hayatına dokunmayacağına dair güven vadederek O'nu yakalayıp Bağdat'a getirdi. Reşid, Yahya'yı bu kez de (El-Fadl'm biraderi) Bermekoğullarmdan Cafer'e teslim ederek O'nu zindana atmasını emretti. Cafer gecelerden bir gece Yahya'yı zindandan aldırarak girişmiş bulunduğu eylemler hakkında kendisine bazı sorular yöneltti. Yahya ise sorulara cevap verdikten sonra ifadesinin sonunda Cafer'e:
- Benim meselemde {bana haksızlık etmekten dolayı) Allah'ın öfkesine uğramaktan korun ve yarın kıyamet gününde Hz. Mu-hammed'in yakama yapışmaması için kendini ortaya atma! Allah'a yemin ederim ki bejtı herhangi bir karışıklık çıkarmadım ve karışıklık çıkaran bir kimseyi de barındırmadım, diyerek kendini savundu. Bunun üzerine Vezir Cafer Yahya'ya acıyarak O'na:
- Peki öyleyse serbestsin, istediğin yere gidebilirsin, dedi. Fakat Yahya dert yanarak:
- Vezir Hazretleri! Biraz sonra suçsuz yere tekrar yakalanıp senin huzuruna ya da başka bir yetkiliye götürülerek teslim edilmeyeceğinden nasıl emin olur da gidebilirim, deyince Cafer, Yahya'ya bir görevli daha katarak O'nu güven duyduğu yere kadar koruma altında gönderdi.
Ne var ki bu olay, El-Fadl Bin Rabi'a, özel hizmetçilerinden bir istihbaratçı tarafından kendisine intikal ettirildi. O da araştırarak bu olayın, gerçekten cereyan etmiş bulunduğunu tesbit etti. Sonra Reşid'in huzuruna girerek meseleyi olduğu gibi anlattı. Fakat Reşid'in konuyla pek ilgilenmediğini gördü. Hatta Reşid O'na:
"Bu meseleden sana ne, belki ben böyle emrettim bre anan öle!" diye de çıkıştı.
El-Fadl bu muameleden incinerek çekip gitti. Ondan sonra Reşid'i Cafer ziyaret etti. Beraber yiyip içtiler. Reşid hem yiyor, hem Cafer'le sohbet ediyordu. Ta ki aralarında şöyle bir konuşma geçti, Reşid Cafer'e:
-Yahya'dan ne haber, diye sordu. Cafer Reşid'i atlatmak istiyordu. O'na:
- Yahya'dan ne haber olacak efendimiz, o dar hücresinde zincirlere vurulmuş vaziyetle hapsinde yatıyor, diye cevap verdi. Fakat Reşid ikna olmamıştı. Ciddileşerek:
- Dediklerinin doğru olduğuna hayatım üzerine yemin eder misin, diye sorunca Cafer kısa bir suskunluk geçirdi. Cafer çok zekiydi ve isabetli düşünürdü. Reşid'in olay hakkında bir şeyler duymuş olabileceği ihtimalinden hareket ederek:
- Hayır efendimiz, hayatın üzerine yemin ederim ki mesele böyle değil. Bilakis baktım ki Yahya'da artık kımıldayacak bir hayat kalmamış, kötülük yapabilecek bir durumda da değil. O'nun için kendisini salıverdim, dedi. Bunun üzerine Reşid, işi bozuntuya vermeden:
- Çok iyi etmiş ve arzu ettiğimin*aynısını yapmışsın, diyerek O'nu kurnazca savdı. Cafer huzurdan ayrılırken, Reşid ardından O'nu gözüyle uzun uzun takip etti. Şu sözleri mırıldanıyordu:
- Eğer seni gebertmezsem, Allah da hidayet kılıcıyla beni sapıklık etmiş bir suç yüzünden gebertsin! Bilindiği üzere daha sonra Cafer'e olanlar oldu. Öyle görünüyor ki Cafer'in idamına ve Bermekoğullarına inen darbeye bu olay en büyük sebebi oluşturdu. Fakat bir husus daha var ki bundan daha önemli olduğu gözükmektedir.
O da şudur:
Esasen Reşid Cafer Bin Yahya'yı o kadar çok severdi ki O'ndan bir an bile ayrılmaya dayanamazdı. Devamlı yanında olmasını isterdi. Bunun yanı sıra Reşid'in sevdiği bilgili, kültürlü, isabetli düşünen Abbase adında bir kızkardeşi vardı ki Reşid Onun da zaman zaman Cafer'le birlikte özel sohbetlerinde hazır bulunmasını arzu ediyordu. Tabi Cafer, Reşid'in kızkardeşi Abbase'ye -İslam ahkamına göre- gözleriyle bakma hakkına sahip bulunmadığı için. Reşid O'na bir ara:
- Bak kızkardeşimi seninle evlendireyim ta ki oturumlarımızda hazır bulunması meşrulaşsm. Ancak O'na dokunmaman ve bir kocanın karısıyla icra ettiği ilişkilerle O'na yanaşmaman şartıyla buna razı olurum, dedi ve bu kayıtla nikahlarını kıydı.
O'ndan sonra ikisi birden Halife'nin özel sohbetlerinde bulunmaya başladılar. Fakat gayet doğaldır ki böyle bir şart olamaz ve nitekim faydası da olmadı. Çünkü ikisi de henüz genç idiler ve aralarında başbaşa kalma olayları da cereyan etti. İkisinden hangisinin diğerini bu ilişkilere ittiğine gelince onu da bilemiyo-ruz.Kaldı ki ikisi de aynı yola çıkar. Neticede Abbase Cafer'den hamile kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bunun üzerine Halife Ha-run'ur-Reşid olaydan haberdar olur, bunu bir gurur meselesi yaparak kendilerine bir fenalığı dokunur endişesiyle Abbase, çocuğu dadılarına emanet ederek O'nu Mekke'ye yolladı. Bu mesele uzun bir süre Reşid'den gizli tutulabildi. Ancak bir ara Abbase ile bazı cariyeleri arasında tatsızlık çıkmıştı. Bunun etkisiye cariyenin biri konuyu Halife'ye çıtlattı. Reşid 186 da hacca gidince meseleyi araştırdı ve işin gerçek yüzünü anladı ve bu O'na çok dokundu. Cafer'i kendisine ihanet etmiş kabul ederek O'nu ortadan kaldırmayı ve kendisiyle ailesinden intikam almayı işte o sırada içinden kararlaştırdı. Ailesiyle ilgili aşın kararlar almak suretiyle bizzat kendisi dahi bu olayın bir sebebi olmakla birlikte bu kararı almış bulundu.
Reşid, hac ziyaretinden dönünce, özel hizmetçisi Masrur'u bir grup adamlarıyla beraber Cafer'e göndererek O'nu evinden güç zoruyla çıkarıp zincire vurdular ve Halife Harun'ur-Reşid'in huzuruna getirdiler. Reşid Cafer'in boynunun vurulmasını emretti. Böylece Hicri 187 yılı, Muharrem ayının son günlerinde idam edildi.
Reşid, aynı zamanda Cafer'in babası Yahya Bin Halid'in ve (Yahya'nın diğer oğulları) Eİ-Fatfl, Muhammed, Musa ve çocuklarının da zindana atılmasını emretti.
Yahya'nın biraderi Muhammed Bin Halid hariç Bermekoğul-larına aman vermeyeceğini ilan edip servetlerine ve gayri menkullerine de el koydu. Sonraları, yaşı ilerlediği için Yahya ve yaşlarının küçüklüğü sebebiyle torunları için af çıkardı. El-Fadl Bin Yahya, Hicri 192 de zindanda öldü. Babası Yahya da 190 yılında daha önce ölmüştü.
Harun'ur-Reşid, oğullan El-Emin ve El-Me'mun'dan sonra bu kez de El-Kasım'ı üçüncü veliaht olarak seçti ve ona El-Mu'temen unvanını vererek El-Cezire'ye serhadlere ve stratejik noktalara emir sıfatıyla tayin etti. Oğullarından El-Emin Şam (Suriye) ve Irak valisiydi. El-Me'mun ise Hemedan'dan devletin en doğusundaki sınırlara kadar olan Maşrık bölgesinin genel valiliğini yürütüyordu.
Halife Harun'ur-Reşid hakkında çeşitli dedikodular yapılmış ve Abbasi devletinin en büyük Halifesi olduğu için de (sahip bulunduğu geniş şöhret sebebiyle) kendisine birtakım suçlamalar yöneltilmiştir. Elbetteki suçlamalar büyük şahsiyetlere -daha çok-yöneltilir. Çünkü eğer bu suretle mevkileri gölgelenir, zayıf düşerlerse onları suçlayan minikler de hiç değilse biraz büyük cüceler kadar olabilirler.
Evet Harun'ur-Reşid'in sözde zevke safaya ve eğlenceye düşkün olduğu hakkında, nedimeleri ve içki alemleri hakkında çok şeyler söylenmiştir.
Aleyhinde söylenenler o dereceye vardı ki Hanımı Zübeyde Sultan'a ve namusuna kadar bile dil uzattılar, servetini hiç yere israf ettiği ve devlet yönetimini boş verdiği yolunda ulu orta sözler ettiler.[3]
Harun'ur-Reşid zamanında pek geniş çapta siyasi hareketler cereyan etmedi. Sadece sahip bulunduğu güçlü otoritesinin kendisine verdiği serkeşlikle veya Halifeye baş kaldırabilecek kadar sahip olduğu siyasi etkinliğin kendisine verdiği izzet ve ikbal hırsıyla davranan bazı valilerin giriştiği mahalli (ve dar çaplı) hareketler oldu ki bunlar da çok geçmeden ya çökertilerek elebaşıları öldürülüyor ya da duruma göre halife tarafından affediliyorlardı.
Bu dönemde meydana gelen önemli olaylar şöyle özetlenebilir:
Hicri 176 tarihinde Deylem taraflarında (Hz. Hasan'm torunlarından) Yahya Bin Abdullah Bin El-Hasan El-Musenna devlete karşı isyan bayrağını çekti. Bu zat 169 tarihinde cereyan eden Fakh Olayından sağ kurtulmuştu. Halkı kendisine bey'at etmeye çağırdı. Mekke, Medine, Yemen ve Mısır halkı O'na bey'atte bulundular. Sonra Yahya Yemen'e giderek orada bir süre kaldı. Peşinden de Mısır'a ve Mağrib'e girerek daha sonra Maşrık tarafında (Doğu bölgesine) döndü ve gizlice Irak'a girdi. Oradan da ReyYe ve Horasan'a giderek Maveraünnehr memleketlerine kadar ulaştı.
Bunun üzerine Halife Harun'ur-Reşid endişelenerek Yahya'yı sıkı takip etmeye başladı. Bunu hisseden Yahya ise kurtuluşu, Türk Beyi Hakan'a sığınmakta buldu. Beraberinde taraftar ve destekçilerinden oluşan 170 kişi kadar da adamı vardı. İkibuçuk yıl kadar Hakan'ın himayesinde kaldılar. Sonra Taberistan'a, oradan da Deylem'e giderek yine ortaya çıktı. Buralarda taraftarları çoğaldı. Halife Harun'ur-Reşid Yahya'ya karşı savaşmak üzere El-Fadl Bin Yahya El-Bermeki'yi ellibin kişilik bir kuvvetin başında görevlendirdi.
El-Fadl'la beraber büyük komutanlar da vardı. Yahya ise bu arada gücünü kaybederek Deylem Beyi'nin kendisine hıyanet edebileceği endişesine kapıldı.
Komutan El-Fadl da Yahya ile bu arada haberleşiyor, O'na karşı yumuşak davranıyor ve O'nu ikna edip meylini kazanmaya çalışıyordu. Nitekim O'na çokça yalvardı, zaman zaman kendisini ihtar etti, akıl verip yol göstererek kurtulması için O'nu ümitlendirdi. Bir yandan da Deylem Beyi'ne bir mesaj yollayarak Yahya'yı aman dilemeye ve barış yapmaya razı ettiği takdirde kendisine bir milyon dirhem para Ödeme vaadinde bile bulundu. Nitekim bütün bu çabaların sonunda Yahya hayatına dokunulmayacağına dair, Reşid'in bizzat kendisi, el yazısıyla bir güven mektubu gönderirse teslim olacağını kabul etti.
Komutan El-Fadl bu meseleyi Halife Harun Er-Reşid'e iletti. O da alınan sonuca sevinerek Yahya Bin Abdullah'a bir güven mektubu yolladı ve vaadine bağlı kalacağına dair de Fukaha'yı [4] (kadıları ve kendisi kadar Yahya'nın da yakınları olan) Haşimoğulları hanedanının ileri gelen şahsiyetlerini ve yaşlılarını da şahit kıldı ki bu zevattan bazıları da Abdussamed Bin Ali, El-Abbas Bin Mu-hammed, Muhammed Bin İbrahim ve Musa Bin İsa idi. Daha birçokları da vardı.
Halife Harun'ur-Reşid bu amannamesiyle birlikte Yahya'ya ayrıca birçok hediyeler de yolladı. Bu emanetler Komutan El-Fadl'ın eline ulaşınca onları hemen Yahya Bin Abdullah' a gönderdi. Yahya bunları kabul ederek gelip El-Fadl'la buluştu. Bunun üzerine Fadl, Yahya'yı alıp Bağdad'a getirdi. Reşid de O'nu karşıladı. Kendisine büyük miktarda para ve yiyecek yardımında bulundu. Onu, Yahya Bin Halid'in köşkünde birsüre kaldıktan sonra güzel bir evde ağırladı. Reşid bizzat kendisi onunla ilgileniyordu. Hatta o'nu ziyaret etmeleri için halka emir bile verdi.
Ne varki çok geçmeden Reşid'in Yahya'ya karşı olan bu tutumu değişiverdi. O'nu, Cafer'in nezareti altında hapsettirdi. Cafer ise Yahya'ya acıyarak O'nu dışarı saldı. Fakat Reşid Yahya'yı tekrar tutuklatıp bir dehlize attı ve zincire vurdurdu. Başına da özel hizme.tçisi Masrur'u dikti. Ta ki 180 yılında zindanda ölünceye kadar. Ölüm sebebine ilişkin rivayetler çok ve çeşitlidir. Aç ve susuz bırakılarak ölüme terk edildiğini söyleyenlerin yanında işkence altında öldüğünü veya eceliyle öldüğünü rivayet edenler de vardır.[5]
Harun'ur-Resi d zamanında ayrıca Mısır'da Kays ve Kuzaa kabilelerine mensup bir topluluk devlete karşı isyan etti. Zamanın Mısır Valisi İshak Bin Süleyman bunlarla mücadele etmeye başladı. Reşid de O'na Filistin Valisi Herseme Bin A'yun idaresinde gönderdiği bir kuvvetle destekledi. Böylece Hicri 177 de bu fitne söndürülmüş oldu.[6]
Hicri 176 da da kuzey Afrikalılar Abdeveyh El-Enbari adında birinin liderliğinde isyan ettiler. Bu olayda El-Fadl Bin Ruh Bin Hatem öldürüldü. Ve Muh eli eb oğulların d an kim varsa hepsi buradan sürüldü. Reşid de üzerlerine Herseme Bin A'yun'u göndererek fitneyi söndürdü. Bu olay ancak Yahya Bin Halid isyancıların başı Abdeveyh'e mektuplar yollayıp O'nu yönetime boyun eğmeye davet ettikten, kendisine güven verip O'nu ümitlendirdikten sonra yatıştı. Nitekim Abdeveyh de yapılan teklifi kabuledip aman diledi ve nihayet nizama uyarak Bağdad'a geldi. Vezir Yahya da sözünde durarak O'na dokunmadı. Bilakis kendisine iyiliklerde bulundu. Hem O'nunla hem de çocuklarıyla ilgilendi.[7]
Keza Horasan'ın Nesa beldesinde Hicri 183 de Ebu'l Hatib Va-hib Bin Abdullah En-Nesai adında biri yönetime baş kaldırdı. Kısa zamanda destekçileri de çoğaldı. Fakat mağlub edildi. Bunun üzerine Horasan Valisi Ali Bin İsa'dan aman diledi. O da Hicri 184 de bu şahsa güven verdi.
Ne varki Ebu'l Hatip ikinci defa tekrar isyan girişiminde bulunarak Nesa, Abyurd, Tus ve Nisabor kentlerine hakim oldu. Merv üzerine de yürüdü. Fakat orada yenilgiye uğrayarak bu kez de Se-rahs taraflarına doğru yön tuttu. Oralarda bir ara güç de kazandı.
Fakat Ali Bin İsa Bin Manân, üzerine yürüyerek verdiği mücadelede 186 yılında üstünlük elde etti. Böylece Ebu'l Hatib İsyanı sona ermiş oldu.[8]
Bu sefer de Suriye'de kabileciîik kavgaları gelişti. Bu, Muda-roğulları'yla Nezaroğuîları kabileleri arasında ortaya çıkan anlamsız kör bir fitneydi. Nihayet Halife Harun'ur-Reşid'in gönderdiği Muhammed Bin Mansur Bin Ziyad aralarını bularak onları barıştırdı.[9]
Bir ara Maveraunnehr Bölgesinin kentlerinden Semerkant'da da Rafi' Bin El-Leys Bin Nasr Bin Seyyar, çok önemsiz bir sebep yüzünden ortalığı karıştırdı. Konu, bir kadınla hileli bir evlenme m es el e sillen kaynaklanmıştı.
Olay Reşid'e bildirilince bu çitfi birbirlerinden ayırması için Horasan Valisi Ali Bin İsa'ya emir verdi. Ayrıca başkalarına ibret ve ders olmak üzere Rafi'e kırbaç cezası uygulayıp o'nu Semerkant çarşılarında gezdirerek teşhir etmesi talimatını çıkardı. Bunun üzerine Rafi tutuklandı. Ancak firar ederek Belh'de bulunan Vali Ali Bin İsa'ya, affedilmesi için müracaatta bulundu. Vali bu isteğini kabul etmedi. Fakat Semerkand'a dönmesine izin verdi. Rafi Semerkand'a döndü, ancak bu sefer de Semerkant Valisi Süleyman Bin Hamid'in üzerine atılarak O'nu Öldürdü.
Olay bu raddeye varınca Horasan Valisi Ali Bin İsa bu adamın üzerine öncü bir kuvvetin başında oğlu İsa'yı gönderdi. Sonra da 190 yılında bizzat kendisi harekete geçti. 191 de ise Rafi'in sebep olduğu bu olay gittikçe büyüdü. Nesef halkı da O'na uydular. Türkler de kendisini destekledi ve nihayet valinin oğlu İsa Bin Ali'yi de Öldürdüler.
Bunun üzerine Halife Harun Er-Reşid Vali Ali Bin İsa'yı görevden alarak yerine Herseme Bin A'yun'u Horasan'a vali tayin etti.
Bu sefer de Herseme, Rafi' ile mücadele etmeye başladı ve Buha-ra'ya girmeyi başararak Rafi'in kardeşi Beşir Bin El-Leys'i ele geçirip o sırada Tus Kenti'nde bulunan Halife Reşid'e yolladı. Kendisi ise Rafi'i izlemeye devam etti. Bu arada Beşir'in boynu vurularak idam edildi.
Rafi'in sebep olduğu bu olaylar Halife Harun'ur-Reşid'in devrinden sonra bir müddet daha devam etti. Reşid ise Hicri 193 de ölmüştü.
Hicri 181 tarihide de bir takım sapık inançlar yaymaya çalışan zındıklar Cürcan'a hakim oldular ve burada karışıklık çıkardılar.
Azerbaycan'da ise Hicri 192 de Hurremiler adı altında sapık bir fikir ve inancı propaganda eden adamlar devlete karşı baş kaldırdılar. Reşid, üzerlerine Abdullah Bin Malik Bin Heysem El-Hu-zami'yi bir kuvvetin başında gönderdi. Abdullah bu asilerin birçoğunu öldürdü.Diğerlerini de esir aldı. Halife Reşid esir alınan erkeklerin öldürülmesini, kadınlarmmsa satılmasını emretti. Hali-fe'nin emri uygulandı.
Bunlardan başka bir de Beni Abdilkays Kabilesi'nden adamın biri devlete karşı ayaklanmıştı Halife Harun Er-Reşid Hicri 190 yılında bu adamı gönderdiği görevliler vasıtasıyla ortadan kaldırdı.[10]
Harun'ur-Reşid döneminde Hariciler faaliyetlerini tekrar arttırdılar. Fakat eylemleri -daha çok- bölgeseldi ve etkisi sınırlıydı. Ancak bilindiği üzere Kuzey Afrika'da haricilere ait iki emirlik bulunuyordu. Bunlardan biri Safarilerin, diğeri ise İbadilerin idi Hicri 170 yılında Haricilerden El-Fadl Bin Said EI-Haruri devlete karşı harekete geçti, fakat çok geçmeden öldürüldü.
178 yılında da El-Cezire bölgesinde El-Velid Bin Tarif Eş-Şâri isyan ederek bu bölge halkından bir çok kimseyi öldürdü. Bunlardan biri de Nusaybin taraflarında katledilen İbrahim Bin Hazim Bin Huzayma'dır. El-Veîid buradan Ermeniye'ye gitti ve ertesi yıl
tekrar döndü. Bu arada güçlendi ve yandaşları da çoğaldı. Bunun üzerine Reşid bu adamın üzerine Yezid Bin Mezid Eş-Şeybanî'yi gönderdi. O da Hit yakınlarında bu isyancıyı öldürerek ortadan kaldırdı. Öldürülen El-Velidin kızkarbleşi El-Faria, biraderine, meşhur bir ağıt yakmıştır ki ilk mısraları şöyledir:
Sen ey Habur'un ormanı! Nedendir yaprak dökmezsin? Kıydılar Tarîfoğluna, Bakarım hiç üzülmezsin. O bir delikanlıydı ki, Azığı "takva'ydı O'nun [11] Ne marf vardı ne mülkü, Kılıçtı her şeyi O'nun.
Harun'ur-Reşid, isyan eden harici Tarifoğlu'na karşı elde etmiş bulunduğu üstünlükten dolayı Allah'a bir şükür nişanesi olmak üzere bu yıl içerisinde bir umre ziyareti yaptı. Umre'yi eda ettikten sonra da Medine'ye giderek hac mevsimine kadar orada kaldı. Sonra Mekke'ye avdet ederek halkla birlikte haccını yaptı ve tüm hac ibadetlerini yürüyerek yerine getirdi. [12]
Aynen bu yıl içinde, (yani 179 da) bu kez de Horasan'da Ham-za Bin Etruk Es-Sicistani adında biri ayaklanarak bir yerden diğerine mekan değiştirip durdu. Ta ki 185 yılında iyice güçleninceye kadar. Ondan sonra Horasan'ın Bazgis denen bölgesinde karışıklık çıkardı. Ancak harekâtı çökertilince buradan Kabil'e kaçtı.
Hicri 180 yılında yine El-Cezire'de Harrâşe'tuş-Şeybânî adında biri ayaklandı. Bunu da Komutan Müslim Bin Bekkâr Bin Müslim El-Ukaylî ortadan kaldırarak haricilerden oluşan yandaşlarım da kovalayıp durdu.
184 yılında da keza El-Cezire'de Ebuamr Eş-Şari adında biri . ayaklandı. Fakat çok geçmeden bu da öldürüldü.
191 yılında ise Sevâd-ı Irak'da Servan isminde bir adam ayaklandı. Halife Harun'ur-Reşid, bunun üzerine de Tavk Bin Malik'i görevlendirerek şevketti. Tavk bu adamın, yandaşlarının hemen hepsini öldürerek O'na galebe çalmayı başardı. Servan ise yaralanmıştı. Komutan Bin Malik O'nun öldüğünü sandı. O da bu yanılgıdan faydalanıp kaçtı. [13]
Bizans topraklarına yapılan akınların, -aslında- ardı arkası hiç kesilmiyordu. Bilhassa yaz mevsiminin hemen hemen bütün günleri savaşlarla geçiyordu. Kış mevsimine gelince nadiren savaş olurdu. Çünkü Bizans memleketlerinde kış çok şiddetli geçerdi. Özellikle stratejik noktalar, kış ve bahar mevsiminin çoğu günlerinde karla örtülü bulunan Toros dağlarının zirvelerinde bulunuyordu.
Hicri 171 yılında Süleyman Bin Abdullah El-Bekka' bir yaz ordusunun başında Bizans topraklarına bir akın düzenledi. 172 de de İshak Bin Süleyman Bin Ali bir gaza ordusuna komuta etti. 181 de ise Halife Harun'un kendisi Bizans topraklarına girerek Safsaf adıyla anılan bir kaleyi fethetti.
Aynı yılın içinde Abdülmelik Bin Salih Bizans topraklarında ilerleyerek Ankara'ya ulaştı.
Ertesi yıl, yani Hicri 182 de Abdurrahman Bin Abdülmelik Bin Salih bir yaz ordusu başında Tarsus'a kadar ulaştı. îşte bu yıl içindedir ki Bizanslılar Kralları Alyon oğlu Konstantinin gözlerine kızgın mü çekerek O'nu devirip yerine annesi Rini'yi geçirdiler. Kraliçe Rini Ogüste unvanını aldı.
Hicri 183 yılındaysa Hazarlar Ermeniye kapısından müslüman halkın üzerine dökülerek gerek müslüman gerekse gayrimüslim vatandaşlardan çok sayıda kadınları esir alarak kaçırdılar. Kaçırılan bu kadınların yüzbinden fazla olduğu söylenmektedir. Halife Haruriur-Reşid bu olay üzerine Komutan Huzayma Bin Hazım ile Yezid Bin Mezid'i bu yönlere doğru gönderdi. Hazarların sebep olduğu tahribatı gidermeye çalıştılar ve onları bu diyardan kovup temizlediler.
187 yılında da Bizanslılar, müslümanlarla daha önce düzenlemiş bulundukları antlaşmayı tek taraflı olarak çiğnediler. Bu antlaşmayı Halife Reşid, Kraliçe Rini ile akdetmişti. Fakat sonraları Bizanslılar bunu da devirerek gözlerine mü çektiler ve yerine Nak-forusV geçirdiler. Bu adamın (Arap orijinli) Cifneoğulları'ndan olduğu da söylenmektedir. Çünkü bilindiği üzere Cebele Bin El-Eyhem el-Gassani İslam dininden döktükten sonra Bizans topraklarına kaçmıştı. Ailesi orada hristiyan olarak kalmışlardı. (Nak-forus'unbu aileden olduğu zannedilmektedir.)
Sonra Halife Reşid'in oğlu Kasım, bir yaz ordusu başında sefere çıkarak Bizans ordusunu kuşattı. Onlar da kurtulabilmek için ellerinde bulunan büyük sayıda müslüman esirleri salıverdiler. Bunu kuşatmayı kaldırıp geri dönmelerine karşılık yaptılar. Bir müddet sonra da Bizans Kralı Nakforus Halife Harun Er-Reşid'e şu mesajı yolladı
"Bizans Kiralı Nakforus'dan, Arap Kiralı Harun'a; İşbu dibaceden sonra, gerçek şudur ki: Benden önceki selefim kraliçe, seni satrançtaki şah yerine, kendini ise piyon yerine koyarak esasen senin ona ödemen gereken miktarlarda sana paralar ödemiş bulunmaktadır. Bu ise kadınların dayanıksız ve aptal olmalarından kaynaklanan bir sonuçtur. Dolayısıyla bu mesajım sana ulaşır ulaşmaz, O'nun sana ödemiş bulunduğu malları derhal bana iade et ve canım bu suretle elimden kurtarmaya bak. Aksi halde aramızdaki sorunu kılıç halleder!"
Harun Nakforus'un mesajını okuyunca beynine kan sıçradı Öfkesi o dereceye vardı ki hazır bulunanlardan hiç biri ne O'nuryüzüne bakabiliyor ne de kendisiyle konuşmaya cesaret edebiliyordu. Huzurunda bulunanlar O'ndan korkmaya başladılar. Sonra bir kalem isteyerek Bizans Kiralına hitaben şunları yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim,
Emirülmü'minin Harun'dan Rum köpeği Nakforus'a, seni kâfire kadının oğlu! Mektubunu okudum. Cevabım, haber almana gerek kalmadan bizzat gözlerinle göreceksin!"
Mektubu yollamasının ardından hemen sefere çucarak Herka-la kapısına vardı ve şehri fethetti. Valisinin kızını ve çok miktarda ganimet ele geçirdi. Ayrıca şehri yakıp yıktı. Bunun üzerine Kral Nakforus her yıl belli bir miktar haraç ödemek üzere barış talebinde bulundu. Reşid de bunu kabul etti. Ancak savaştan dönüp Rak-ka'ya ulaşınca kâfir herif verdiği sözden cayarak hıyanette bulundu. .Çok da şiddetli bir soğuk vardı. Ordudaki yetkililer soğuktan kırılacakları korkusuyla olup bitenleri Reşid'den gizlediler.
Ancak ertesi yıl (yani 188'de) komutan İbrahim Bin İsrail bir yaz ordusu başında Safsaf yoluyla Bizans topraklarına girdi. Bu sefer karşısına Kral Nakforus'un kendisi çıktı. Fakat yenilerek üç yerinden de yaralandı. Ordusundan ise kırkbin kişi öldürüldü.
189 yılında da Halife Reşid'in oğlu Kasım Mercidabik'da ordusuyla nöbet beklemeye koyuldu. Reşid de o yıl Bizanslıların elinde bulunan bütün müslüman esirleri tazminat ödeyerek kurtardı. Öyle ki ellerinde bir tek müslüman esir bile kalmadı.
Halife Harun'ur-Reşid hicri 190 yılında tekrar Bizanslılarla savaşmak üzere sefere çıktı. Fakat bu kez Nakforus O'na boyun eğerek kendi şahsı ve oğlu için dahi Abbasi devletine vergi ödemeye razı oldu. Ödediği yıllık cizye miktarı 15 bin dinardı.
Nakforus bu arada müslümanlar tarafından esir alınarak cariye edinilmiş bir hanınım serbest bırakılması ricasında bulundu. Bu hanım Harkala Beyi'nin kızıydı.
Reşid bu ricayı kabul etmeye karşılık Herkala Kentinin yeniden imar edilmemesini ve her yıl Abbasi Devletine 300 bin dinarvergi ödenmesini şart koştu. Sonra Halife Reşid merkeze dönerek sonraki akınları sevk ve kornuta etmek üzere Ukba Bin Cafer'i görevlendirdi.
Bu arada Kıbrıslılar Abbasilerle olan antlaşmalarım tek taraflı olarak bozdular. Bunun üzerine komutan Ma'yuf Bin Yahya onlara karşı bir savaş düzenleyerek çok miktarda kadınlarını esir alıp erkeklerini öldürdü.
Hicri 191 de de komutan Yezid Bin Muhalled El-Hubeyri 10 bin kişilik bir ordunun başında Bizans topraklarına yürüdü. Ancak Bizanslılar Tarsus'a iki merhale mesafede O'nu elli kadar adamıyla birlikte pusuya düşürerek öldürdüler. Geriye kalan askerleri de bozguna uğradılar.
Bunun üzerine Halife Harun yaz ordularının başına komutan Herseme Bin A'yun'u tayin ederek kuvvetlerine 30 bin kişi daha ekledi. Kendisi de El-Hades denilen stratejik bir noktaya çıktı. Ta ki akınların yapıldığı mıntakalara yakın bulunmuş olsun. Sonra kiliselerin yıkılması emrini vererek, gerek Bağdat'da, gerekse diğer kentlerde gayrimüslimleri, müslümanlardan farklı bir şekilde giyinmek mecburiyetinde tuttu.
Ondan sonra da Bizans topraklarında ilerleyerek Şevval ayında Herkala'ya girdi ve şehri tahrib etti. Kadınlarını esir aldı. Ordusunu da Aynzarba'ya ve El-Kenise'tus-Sevda'ya kadar Bizans topraklarında ilerlemesi için salıverdi.
Haruriur-Reşid Suriye ve Mısır sahillerinde güvenliği korumak üzere Hamid Bin Ma'yuf'u görevlendirmişti. Bu komutan bir ara Kıbrıs'a girerek kadınları esir alıp hepsini sattı.
Hicri 192 de de Harun serhadlere komutan olarak Sabit Bin Malik'i tayin etmişti. Bu da Bizans topraklarına girerek Matmura Kentini fethetti. Ondan sonra Bizanslılarla müslümanlar arasında barış akdedildi.[14]
Her ne kadar bir süre öncesinden beri varlık göstermeye başlamış idiyseler de bazı müstakil devletçikler Harun'un zamanında İslam Devletinden ayrı olarak ortaya çıkmaya başladılar. Bundan bile öte, Abbasi Devletinin kurulduğu ve tamı tamına Hicri 140 yılından beri Haricilere ait devletler vardı. Ondan önce de Endülüs Emevi Devleti vardı. Fakat Abbasiler bu emirlikleri ve devletleri ortadan kaldırmak istiyorlardı. O'nun için bu bölgelerde daima hareketlerin var olduğu sayılabilir. Ne varki Abbasi Devleti, sonraları bu devletlerin yakasını bıraktı, onları kaderleriyle başbaşa ter-ketti. Dolayısıyla devletten ayrı birer emirlik haline geldiler. Hatta Endülüs Devletinin Emiri, sonraları halifeliğini bile ilan etti. Öyle ki İslam toprakları üzerinde aynı anda iki halifelik vücut buldu! El-betteki bunda şer'î bir aykırılık vardır. Çünkü İslam dünyasında bir halifeden başkasının bulunması legal değildir.
Nitekim Arfaca Bin Şurayh Hz. Peygamber (sav)'in:
"Oybirliğiyle başınıza bir adamı seçmiş bulunduğunuz bir sırada biri gelir de idarenize baş kaldırır ve birliğinizi bozmak isterse O'nu öldürünüz, dediğini duydum" diye rivayet etmektedir.[15]
Bu devletin kurucusu Abdurrahman Bin Rüstem Hicri 171 de, yani Harun'ur-Resi d devrinin ilk zamanlarında ölmüş yerine oğlu Abdulvahhab Bin Abdurrahman geçmişti. Bunun hükümdarlığı Harun'dan sonra da devam etti.
Reşid'in Kuzey Afrika Valisi Ruh Bin Hatem Bin Kubaysa Bin El-Muhelleb Bin Ebi Sofra ile barış akdetti.
Vali Ruh Bin Hatem Hicri 170 yılının sonlarında, biraderi Ye-zid'in Ölümü üzerine Kuzey Afrika'ya gelmiş bu görevi yeğeni Da-vud Bin Yezid'den sonra üstlenmişti. Fakat Ruh Bin Hatem de 174 de öldü, sonra yerine oğlu El-Fadl Bin Ruh gelip bu görevi yürütmeye çalıştı. Ancak Kuzey Afrika'da bir devrim hareketi meydana gelerek Fadl'ı ortadan kaldırdı. Ondan sonra Kayravan'm idaresini Herseme Bin A'yun üzerine aldı. Devrim artık Muhelleboğulla-n'nıri tümünü bu bölgeden süpürüp çıkarmıştı.
Rüstemiye Devletinin başı Abdulvahhab Bin Abdurrahman ise gerek Abbasi Devletini temsil eden, Kayravan'm bu valileriyle, gerekse onlardan sonra gelip buraya hakim olanlarla iyi geçinmeye çalışıyordu. Abbasi valilerinden sonra Kayravan'a Hicri 184 de sonra Ağlöboğulları [16] hakim oldular.
Harici Rüstemiyye Devleti'nin Emiri Abdulvahhab Bin Abdurrahman, sülale takib eden verasete dayalı hükümdarlık sistemini kabul etmeyen İbadiyye Mezhebi'ne ters düştüğü için aleyhinde birçok siyasi hareketler cereyan etti.
İbadiyye Mezhebi'ne göre devlet başkanını (halk adına} seçme hakkı "Erbab-ı hallüakd"e aitti (yani devlet başkanını ancak toplumun tanınmış şahsiyetleri mahalli idareciler ve alimler seçebilirdi.) Abdulvahhab ise kendisinden fazilet ve ilim bakımından daha üstün şahsiyetler varken idareyi -bilek gücüyle- babasından sonra teslim almıştı. Dolayısıyla Abdülvahhab'a karşı bir devrim hareketi meydana geldi. Bu hareketi Yezid Bin Fendin yönetiyordu. Devrimciler sonraları "Devlet Başkanını, şahsi iradesiyle devleti yönetmesini protesto edenler" anlamına gelen En-Nükkâr ismi altında tanındılar. Taraflar arasında, Bin Fendin lehinde sonuçlanan çatışmalar meydana geldi. Bunun üzerine Abdulvahhab ilim erbabının görüşlerini almak üzere hasımlarını mütarekeye davet etti. Kendilerine baş vurulan alimlerin kimisi bunun, kimisi de diğerinin lehine fetva verdi. Ancak taraflar anlaşmadıkları için çatışma yeniden alevlendi. Bu kez de Abdulvahhab üstün gelerek
Bin Fendin öldürüldü. Cemaati ise dağılıp kaçtılar. Onlardan kimisi bölgenin dışına çıkıp uzaklara gitti, kimisi ise "Ke diyet'un-Nük-kar" adıyla bilinen semtte siperlenerek direnişe geçti. Böylece aralarındaki anlaşmazlık Harun'ur-Reşid'in tüm dönemi boyunca devam etti. Belki de bu kavgaları Rüstemiler aleyhinde Abbasiler'in Kayravan valileri körüklüyorlardı. [17]
Safari koluna mensup hariciler devletinin kurucusu Ebulka-sım Simko Hicri 176 da Sicilmasa'da öldü ve yerine Ebulvezir unvanıyla tanınan, oğlu İlyas Bin Ebilkasım geçti. İlyas'm iktidarı 174 e kadar devam etti. Ondan sonra da kardeşi İlyasa Bin Ebil Kasım işbaşına gelerek 208 e kadar bu devletin başında kaldı. İlyasa da Ebul Mansur unvanıyla tanınıyordu. Onun döneminde İbadiy-ye koluna mensup Hariciler Vadider'a denilen mevkide devlete karşı ayaklandılar. Fakat İlyasa İbadilerin devrimini derhal çökertti ve onları ezdi.
İbadiler nasıl ki vaktiyle Abbasilerin, Kayravan valileriyle mütareke yapmış idiyseler, keza Safariler de öyle yaptılar ve kendi iç meseleleriyle ekonomilerini düzene sokmaya çalıştılar. Çünkü bunlar Büyük Sahra boyu, kuzeyle güney arasmda ticaretle uğraşırlardı. Aynı zamanda bunlar da devlet idaresinde İbadiler gibi' nihayet verasete dayalı sistemi uyguladılar. [18]
Abdurrahman Ed-Dâhil, Endülüs'ü Hicri 138-172 yılları arasında idare etti. Yani Harun'ur-Reşidle iki yıl kadar iktidarda çağdaş oldu. Ölünce yerine oğlu Hişam Er-Rida gerçek 172-180 yılları arasmda Endülüs'ü sekiz yıl kadar yönetti. Bu sırada Hişam ile büyük biraderi arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Süleyman, kardeşiyle siyasi rekabete girişerek Toletela'da (Toledo) halktan kendisi için bey'at almıştı. Fakat 174 de Hişam'a yenilerek Mağrıb'a sürüldü. Hişam ise otoritesini iyice güçlendirdikten sonra kuzeyde hıristiyanlarla mücadeleye girişti. Onlara karşı hamlelerde bulundu. Ayrıca Fransa'nın Septimanya bölgesine askeri birlikler şevketti.
Sonra yerine oğlu El-Hakem Er-Rabadıy geçti ve 206 ya kadar işbaşında kaldı. Bu arada iki amcası Süleyman ve Abdullah O'na karşı siyasi rekabete girdiler. SüleymanTanca'da bulunuyordu. Etrafına topladığı bazı çetelerle Endülüs'e geçti. Fakat bozguna uğratılarak Hicri 184 de Öldürüldü. Diğer amcası Abdullah ise Orta Mağrib Bölgesinde bulunan Tahert'de İbadiyye koluna mensup Haricilerin yanında bulunuyordu. Oradan Endülüs'e geçti. O da çökertildi. Fakat yeğeni El-Hakem O'nu affetti, ancak Valensiya'da oturmaya da mecbur etti ve kendisine büyük bir yıllık maaş bağladı. El-Hakem'e karşı bazı siyasi hareketler daha oldu.
Bunlardan birincisi Toledo kentinde cereyan etti. Bu devrim bir hileyle bastırıldı. El-Hakem, Toledo'ya Amrus Bin Yusuf'u vali tayin etmişti. Bu zat siyaset gereği Endülüs Emir'i El-Hakem'e, -sözde- karşıymış gibi bir tavır takınmıştı. Şehrin ileri gelenlerini birgün kalede tertib ettiği bir yemeğe çağırdı.
Hicri 181 de hazırlamış olduğu bu komplo ile hasımlarını ortadan kaldırarak onlardan kurtulmuş oldu.
İkinci devrim hareketi ise başkent Kordova'da meydana geldi. Basit bir mesele yüzünden askerlerle kavga eden Er-Rabad semtinin sakinleri bir anda Emir El-Hakem'in sarayını kuşattılar.
El-Hakem gizlice adamlar görevlendirerek Er-Rabad semtinde yangın çıkarttı. Bu durumda kuşatmacı halk mahallelerindeki yangını söndürmek için yerlerini terketmek zorunda kaldılar.
Kuşatma hareketi bu sebeple sona erince El-Hakem, derhal Er-Rabad semtinin yerle bir edilmesi ve sürülerek yeşillendirilme -si emrini verdi. Bu suretle yurtsuz kalan buranın halkı Endülüs'ü terketmek zorunda kaldılar. Onlardan bir kısmı Mağrıb'a göçerek,[19]
Hz. Hasan'in torunlarından İdris Bin Abdullah Bin Hasan EI-Müsenna Abbasilere karşı, ailesinin giriştiği başarısız devrimden sonra Hicaz'dan kaçtı. 169 daki Fakh Olayından sağ kurtulmuş önce Mısır'a oradan da Mağrıb'a giderek yerli halkın desteğiyle 172 de İdrisoğulları Devletini kurmuştu. Burası Maşrık'tan irtibatı kopuk bir bölgedir. İdris burada Carava denilen mevkide Fas kentini kurdu. Burayı başşehir edindi ve 177 de zehirlenerek ölünceye kadar da iktidarı devam etti. Yerine İdris ölürken henüz annesinin rahminde bulunan oğlu İkinci İdris geçti. Ancak ilk sıralarda, devletin tebaası olan Berberilerin idaresine babasının azadlısı Raşid adında bir zat bakıyordu. Raşid öldürülünce Ebu Halid El-Abdi adında biri, küçük îdris'e büyüyüp 188 de idareyi ele alıncaya kadar baktı ve O'nu yetiştirdi. Sonra II. İdris, Dar'ul-Kaytun denilen mevkide El-Aliye kentini kurdu. Bu şehir Fas'la karşı karşıyadır. Aralarını, küçük bir vadi ayırır. Sebu Nehrinin kıyı şehirlerinden biridir. Hicri 181 de semtleri ateşe verilen ve Er-Rabad isyanından sonra kaçanlar gelip bu iki şehirde yerleşmişlerdi. II. İdris Fas'ta Öldüğü Hicri 213 yılma kadar iş başında kaldı [21]
Halife Ebu Cafer El-Mansur vaktiyle 148 de Kuzey Afrika'ya, yönetimini üstlenmek üzere El-Ağleb Bin Salim Et-Temimi'yi görevlendirerek yollamıştı. Bu zat Kayravan'a ulaşıp şehre girdi vekenti otoritesi altına almış bulunan El-Hasan Bin Harb El-Ken-di'yi devirerek ondan kurtulmayı ve Kayravan'a hakim olmayı başardı. Ne varki El-Hasan Bin Harb,Tunus'a dönerek burada hazırlık yapıp El-Ağieb'in üzerine ikinci bir hamle düzenleyerek O'nu ortadan kaldırabildi. El-Ağleb'in, (öldürüldüğü sırada) İbrahim adında on yaşında bir oğlu vardı. Bu çocuk sonraları Kuzey Afrika'da büyük bir rol oynadı. Nitekim Ağleboğulları Devleti'nin kurucusu sayılır.
İbrahim babasının ölümünden sonra Mısır'a gidip fıkıh Öğrenimi gördü. Sonra Mağrib'e dönerek Orta Mağrib bölgesinde bulunan Zap'ta yerleşti.
Bir zarnan sonra Hicri 151 de Amr Bin Hafs EI-Muhellebi, Kuzey Afrika'ya -Abbasi Devleti tarafından- Vali olarak tayin edildi. Fakat kendisine karşı birtakım şiddetli siyasi hareketler cereyan etti. Ta ki öldürülünceye kadar. Fakat O'nun yerine bu görevi üstlenen Yezid Bin Hatem Bin Kubaysa Bin El-Muhelleb Bin Ebi Sofra Öldüğü 170 yılma kadar Haricilerin giriştikleri bu devrimleri bastırmayı başarabildi. Ondan sonra yerine, oğlu Davud Bin Yezid, sonra kardeşi Ruh Bin Hatem, daha sonra da El-Faal Bin Rult geçtiler. 178 yılında Abdeveyh El-Enbari adında biri ayaklanarak El-Fadl Bin Ruh Bin Hatem El-Muhellebi'yi öldürüp Muhellebo-ğulları'mn tümünü de Afrika'dan kovdu.
Bu ara Zap Valisi El-Alâ Bin Said, Kayravan üzerine yürüyerek kenti geri alıp Harun'ur-Reşid tarafından 179 da Kuzey Afrika Valisi olarak tayin edilen Herseme Bin A'yun'a teslim etmeyi başarabildi. Bu sırada Ağleb'in oğlu İbrahim de El-Alâ ile beraber bulunuyordu. Ağleboğlu İbrahim, Herseme'yle yakınlık kurmuştu. Bunun üzerine Herseme O'nu Zap Valisi yaptı.
Harun'ur-Reşid, süt kardeşi Muhammed Bin Mukatil El-Ka-aki'yi Kuzey Afrika Genel Valisi tayin etmişti. Halk ve asker O'na karşı ayaklandılar. Aynı zamanda O'nun Tunus'a vali tayin etmiş olduğu Tamam Bin Temim Et-Temimi de 183 de O'na karşı ayaklandı. Ağleboğlu İbrahim de Tamam Bin Temim'e karşı El-Ka-aki'ye yardım etmiş onu desteklemişti. Sonra Harun'ur-Reşid sütkardeşi Muhammed Bin Mukatil El-Kaaki'yi 184 te görevden alarak yerine Ağleboğlu İbrahim'i Afrika'ya vali tayin etti. Fakat İbrahim Kuzey Afrika Genel Valisi olduğu günden itibaren müstakil bir devlet kurma teşebbüsü içine girdi.
Reşid, İbrahim'in bu hevesinin farkına varmıştı. Fakat bununla birlikte yine O'nu görevi başında bıraktı. Abbasiler adına çalıştığı için de Onu destekledi. Özellikle Harun bu aşamada Bizans savaşlarıyla Hazar saldırısı ve doğu gaileleriyle meşguldü. Aynı zamanda Mağrib ve Endülüs'te peyda olan Harici, İdrisoğulları ve Emevi Emirliklerini de düşman saldırılarına karşı korumak istiyordu. Reşid'in elinde Akdeniz sahillerindeki bu müslüman milet-leri koruyabilecek bir donanması da yoktu. Dolayısıyla bu amaçla İbrahim Bin Ağleb'in kurduğu devleti denetim altında bulundurmakla yetindi. Bu emirliğin, kesin bir şekilde hakimiyetinden çıkıp kurtulmaktansa bu şekilde kalmasını faydalı ve hayırlı buldu.
Sonraları Yakın Mağrıb'da Hamdis El-Kindi adında biri İbrahim Bin El-Ağleb'e karşı ayaklandı. Fakat El-Kindi Ağleboğlu'nun karşısında yenilgiye uğradı. Keza 189 yılında da Trablus halkı İbrahim'in buradaki Valisi Süfyan Bin El-Muhacir'e karşı isyan ettiler. Ancak Ağleboğlu bunlara boyun eğdirmeye güç yetirdi. Ağleboğul-ları Devleti Yakın Mağrib'te işte bu şekilde vücut bulmuş oldu. [22]
[1] Yani kıyamet gününde artık bu ilişkiler yoktur, herkes kendi derdiyle meşguldür
[2] Hacib, özeliikle Abbasi sarayında, halifenin sekreterliğini yapan, halifeye baş vuranlarla O'nun arasındaki ilişkileri programa ve protokola göre uygulayan bir çeşit Özel kalem müdürü,Genel Sekreter ve protokol amiri (Mütercim)
[3] Tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 98-100,112.147, 155-156 158-163 1B|-197; tbn-i Kesir, El-Bıdaye tere, c. 10, s. 269-271, 278-279, 303, 319-336, 346-348, 357-359,361-378
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/293-305.
[4] Fukaha, Fakih'in çoğuludur, (Ulema gibi). Hukukçular ya da din bilginleri demektir. (Mütercim)
[5] îbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 6, s. 115-116
[6] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 10. s. 289
[7] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 124-128
[8] İbn-ül Esir, El-KamÜ tere, e 6, s. 149, 152-153, 156
[9] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, e 6, s. 117; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 10, s
[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/306-310.
[11] Takva; Allah tarafından belirlenmiş olan emir ve yasakların tümüne titizlikle uymayı özetleyen geniş bir kavramdır. Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde geçer. (Mütercim)
[12] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 10, s. 289, 292
[13] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere., c. 10, s. 292, 296, 311, 314, 349
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/310-312.
[14] îbn-ülEsir, El-Kamil tere, c. 6, s. 100, 108, 111-112, 129, 132, 145-148, 166-168, 170,172, 175, 177-178,188; îbn-i Kesir, El-Bidayeterc, c. 10, s. 338,341, 345,349-350
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/312-315.
[15] Bu hadisi, Müslim "Müslümanlar birlik içindeyken, birliklerini bozanlar hakkında" başlığı altındaki bahsin 1852 numaralı Emaretler konusunda zikretmiştir. (Mütercim)
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/316.
[16] Araplara ait tarihi literatürlerde Ağleboğulları adı "El-Eğalibeh" şeklinde geçer. (Mütercim)
[17] tbn-ül Esir, El-Kamü tere, c. 6, s. 104-105, 111, 124-126
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/316-318.
[18] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 74, 334
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/318.
[19] İbn-ül Esir, El-Kanıil tere, c. 6, s. 102-103, 106-107, 112-113, 132, 136-138, 147-148, 153-155, 168-170, 179-182
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/318-320.
[20] Araplara ait tarih literatürlerinde İdrisoğulları adı "Ed-Edariseh" şeklinde geçer. (Mütercim)
[21] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 87, 360
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/320.
[22] Ibn-ül Esir, El-Kami! tere, c. 5, s. 472-473,482-485; c. 6, s. 100, 124-128, 139, 141-144, 174-175
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/320-322.