68- EL-MITTAZID BİLLAH AHMED BİN TALHA EL-MUVAFFAK BİN CAFER EL-MÜTEVEKKİL (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 279-289)2

Bu Dönemde Karmatıler2

El-Mu'tazıd Döneminde Prenslikler5

1- Endülüs Emevilerî5

2- El-Edarise (İdrisiler) Devleti5

3- Sicilmasa'daki Safari-Haricî Devleti:6

4- Tahert'deki Îbadi-Harîci Devletî6

5- El-Eğalibe (Ağlebiler) Devleti6

6- Tolunoğulları Devleti6

Tolunoğlu Emirliğinin Prensleri H. 204-292. 7

7- Zübeyd'deki Beni Ziyad (Ziyadoğulları Devleti)7

8- Sana'dabeniyafir (Yafiroğulları Devleti)7

9- Sa'da'dakî Zeydiye Devletî:7

10- Saffarî Devleti:8

Safariler Emirliğinin Prensleri8

11- Samanı (Samanoğulları) Devleti8

12- Taberistan'daki Talibiyye (Talîboğulları) Devleti  9


68- EL-MITTAZID BİLLAH AHMED BİN TALHAEL-MUVAFFAK BİN CAFER EL-MÜTEVEKKİL(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 279-289)

 

Onaltmcı Abbasi Halifesi Ahmed Bin Talha El-Muvaffak Bin Cafer El-Mütevekkü'dir. Künyesi Ebul Abbas'dır. Hicretin 242 nci yılı Zilkade ayında doğdu. Annesi Savab adında bir cariyeydi. Hic­ri 279 yılında Recep ayının bitimine 10 gün kala ve amcası halife El-Mu'temid Alallah'dan sonra kendisine bey'at edilerek halife se­çildi. Ahmed gerçek bir hükümdardı, cesur ve heybetliydi. Heybe­ti dışından okunuyordu. Zekiydi, acımasızdı. Abbasoğulları hane­danı içinde gelmiş geçmiş nadir halifelerdendi. Tek başına vahşi aslanlar üzerine yürürdü. Acıma hissi azdı. Komutanlardan birine öfkelendiği zaman onun diri diri gömülüp üzerinin toprakla örtül­mesini emrederdi. Çok üstün bir siyaset yeteneğine sahipti. Şöyle derdi:

"Allah'a yemin ederim ki hilafet makamına getirildiğim gün­den beri haksız yere kan dökmüş değilim."

Bir gün ülkenin (Baş Yargıcı) Kadı İsmail'e şöyle dedi:

"Ey Kadı! Allah'a yemin ederim ki katiyyen harama uçkur çözmüş değilim."

Halife Ahmed El-Mu't azı d, mert ve gözüpekti. Yiğitlik vasfına sahipti. Savaşlara katılmış ve değeri anlaşılmıştı. Devlet idaresini çok güzel yürüttü. Halk O'na karşı heybet ve saygı duyuyordu. Aşı­rı heybeti sayesinde, döneminde karışıklıklar durdu.

El-Mu'tazıd'm dönemi güzeldi. Güvenlik ve bolluğu çoktu. Gümrük vergilerini kaldırdı, adaleti yaygın hale getirdi ve halk üzerindeki baskıyı kaldırdı. Devrinde "İkinci Seffah" olarak adlan­dırıldı. Çünkü Abbasoğullan saltanatına yeniden güç kazandırdı. Nitekim Abbasi idaresi zayıflamış, yıpranmıştı. El-Mütevekkil'in öldürülmesinden beri sallanıp duruyordu ve neredeyse yıkılmak üzereydi.

Halife El~Mu'tazıd Billah, hilafet makamına oturduğu ilk yıl "Varakacıları"[1] felsefe ve benzer konulu kitapları satmaktan ya­sakladı. Keza hikayecilerin ve astrologların (adet olduğu üzere yol kenarlarında oturup kendilerine baş vuranların isteği üzerine) sa­nat icra etmelerini men etti. Gerekmediği yerde para harcamaktan daima çekindi. Bu yüzden kimileri O'nu cimrilikle suçluyorlardı. Buna mukabil halktan bazı kimseler de; Cabir Bin Sumra'nm nak­lettiği hadis-i şerifte kendilerine işaret olunan Hulefa-i Raşi-din'den biri olarak O'nu nitelerdi.

El-Mu'tazıd, fizik yapı olarak esmer, zayıf ve orta boyluydu. Saçlarına ak düşmeye başlamıştı. Sakalının ön kısmı biraz uzun-caydı. Başındaysa beyaz bir ben vardı.

Amcası El-Mutemid'in döneminde devlet idaresi zayıflamıştı. El-Mu'tazıd Hilafet makamına gelince devletin şiarını yeniden ika­me etti. Meşalesini yaktı. Nitekim El-Mu'tazıd cesur ve Kureyş so­yunun faziletli bir evladı, kararlı ve olayların üzerine göz kırpma­dan giden yürekli bir şahsiyetti. Babası da öyleydi.

Hicretin 289 uncu yılı Rabiülahir ayının bitimine 8 gün kala pazartesi gecesi öldü.

Hilafeti sırasında haraç vergisinin, acemlerin (mecusilik döneminden kalma bayramlarından olan) Nevruz'da tahsil edilmemesi bunun yerine işlemin artık 11 Haziran tarihine ertelenmesi için 282 yılında eyalet amirlerine mesajlar gönderilmesi hususunda emir çıkardı. Ancak belirlenen bu tarihe de El-Mu'tazıd'm Nevru­zu diye bir isim verildi. Halifenin bu genelgeleri ise Musul'da yazıl­dı. Kendisi de bu sırada Musul'da bulunuyordu.

Bu mealdeki mesajlarından biri de Yusuf Bin Yakub'a ulaştı. Halife bu mesajında halkı refaha kavuşturmak ve onlara karşı yu­muşak bir muamelede bulunmak istediğini ifade ediyordu. Kendi­sine mesajının halka karşı okunmasını emretti. Yusuf da bu emri yerine getirdi.

Halife El-Mu'tazıd, 283 yılında da Musul taraflarında baş kaldı­ran Harun Eş-Şari'nin üzerine yürüdü. Bu asinin üzerine El-Hüse-yin Bin Hamdan Bin Hamdun'u göndermek istedi. Ancak Halife­nin zindanında bulunan babası Hamdan Bin Hamdun'un salıve­rilmesine karşılık bu hamleyi üstlenebileceğine dair koştuğu şartı da Halife kabul edip gereğini yaptı.

285 yılında da Amid üzerine yürüdü. Ertesi yıl şehre ulaşıp içe­ride direnen Muhammed Bin Ahmed Bin İsa'yı kuşattı. Taraflar arasında çarpışmalar cereyan etti. Bu savaşlar nihayet Muham­med Bin Ahmed'i aman dilemeye mecbur etti ve kaleden inerek Halifeye teslim oldu.

Halife El-Mu'tazıd'm döneminde Bizans diyarına, gerek umu­miyetle Tolunoğulları'nm elinde bulunan Suriye sınırlarından ge­rekse El-Cezire sınırlarından yapılan akınlar artmaya başadı.

Keza, Samanoğullan tarafından da Maveraünnehr tarafların­daki Türk topraklarına akınlar düzenleniyordu.

Nitekim Samanoğlu îsmail Bin Ahmed Bin Esed 280 yılında Türk ülkesi üzerine sefere çıkarak krallarını ve karısı Hatun'u esir aldı. Bu arada 283 yılında Müslümanlarla Bizanslılar arasında esir mübadelesi yapıldı. Bizanslıların elinde bulunan müslüman esir sayısı 25O4'tü[2]

 

Bu Dönemde Karmatıler

 

Karmatîlik akımı zamanla gelişerek birçok fraksiyonlara ayrıl­dı. Başlangıçta bu akım sadece Kırmıt [3] adındaki şahsa maledili-yordu. Bu adamın esas ismi Hamdan Bin El-Eş'as'tır.

Nitekim Kırmıt'm fikrini taşıyan her fraksiyon da aynı zaman­da Kırmıt'a mal edilmeye başlandı. Bu akımın amaçları vatanla­rından uzaklara düşmüş, evlenme imkanına sahip bulunmayan ve aynı zamanda bu yüzden evlenip nimet içinde yaşayanlara karşı kinle dolu olan evlilik hayatından mahrum gençleri kullanmak için hayvani şehvetlerin yularını gevşetme felsefesi üzerinde te-melleniyordu. Aynı zamanda bu akım mal varlığının, tüm toplu­mun ortak mülkü olduğu düşüncesine dolayısıyla zenginlere kar­şı kinlenmiş yoksulları ve efendilerine karşı köleleri kullanmak sonra da her şekil ve üslubuyla yeryüzünde fesad çıkarma amaçla­rına dayanıyordu.

Bu sırada Irak'ın güneyinde Mihreveyhoğlu Zikreveyh , bir ta­raftan Kırmıt ve amcazadesi Abdan'in yandaşlarınca girişilen hü­cumlarla karşılaşırken diğer yandan Halife El-Mu'tazıd bu kâfirce ve alçakça fikirlerin mensuplarına karşı amansız bir mücadele sürdürüyordu. Zikreveyh'in bilinci bakımdan karşılaştığı tehlike, Abdan'ı öldürmek suretiyle sona ermiş oldu. Öyle anlaşılıyor ki Abdan'ı Öldürme işini Zikreveyh'in oğlu Yahya üstlenmişti. Daha sonra Hamdan'ın tehlikesinden de kurtuldu. Diğer yönden karşı karşıya bulunduğu tehlikeye, yani Halife'nin takip ve baskılarına gelince Zikreveyh bundan kurtulmayı başaramadı. Bilakis Hali­fe'nin darbeleri daha da şiddetlendi. Dolayısıyla zikreveyh gizlen­diği yerde kalakaldı.

Ancak Karmatiğiliğin diğer fraksiyonuyla aynı ideolojiyi pay­laştığı için, bu fraksiyonun lideri Hamdan ve teorisyeni Abdan'm ortadan kalkmalarıyla gelecekte, Kırmıt'm bütün taraftarlarını kendi safına çekebileceğini sanıyordu. Zikreveyh bu arada Şam memleketlerinin (yani Suriye kentlerinin) anarşiye boğulduğunu, Tolunoğulları idaresinin buralarda zayıfladığını görerek bu bölge­lerde faaliyet gösterebileceğine de inandı. Bu maksatla çocukları­nı bu bölgeye saldı. Önce oğlu Yahya'yı gönderdi. Yahya'ya, baba­sı Zikreveyh'in yandaşları 289 da Küfe dolaylarında bey'at etmiş­lerdi ve O'na şeyh unvanı verilmişti. Aynı zamanda "Ebul Kasım" künyesiyle de biliniyordu. Yahya İsmail'in soyundan geldiğini ile­ri sürüyor, esasen kendisinin Muhammed Bin Abdullah Bin Mu-hammed Bin İsmail Bin Cafer Es-Sadık olduğunu ve devesinin Al­lah'tan emir ve talimat aldığını dolayısıyla cemaatine şayet devesi­ni izleyecek olurlarsa zafere ulaşacaklarım iddia ediyordu. Onlara, ayrıca natamam bir organ göstererek bunun kendini te'yid eden Allah'tan bir işaret olduğunu ileri sürdü. Sonra bu aile kendilerine Fatımiler soyadını taktı.

Bu arada Humareveyhoğlu Harun bunların üzerine Cif Oğlu Toğc komutasında bir ordu gönderdi. Ancak Karmatiler bu orduyu yenerek güzergahlar üzerindeki yerleşim merkezlerini yağmalayıp darmadağın ettikten sonra 290 yılında Dımışk'ı kuşattılar. Ancak şehre girmeyi bir türlü başaramadılar. Tolunoğulları Bedrülkebir Gulam Ahmed Bin Tolun komutasına bir ordu şevketti. Tolunoğlu Karmatilere karşı üstünlük elde ederek liderleri Yahya Bin Zikre-veyh'i de öldürdü.

Zikreveyh bu olaydan sonra gizlenmekte olduğu yerden bu kez de oğlu Hüseyin'i meydana çıkararak ideolojisini yaymaya çalıştı. Hüseyin de İsmail'in soyundan geldiği ileri sürerek kendisinin esasen Ahmed Bin Abdullah Bin Muhammed Bin İsmail Bin Cafer Es-Sadık olduğunu iddia ediyordu. Bu adam yanağında bir ben oluşturarak bunun kendisini te'yid eden Allah tarafından bir işaret olduğunu da cemaatine söylüyordu. Bu nedenle yandaşları ara­sında "Ebu Şama"ya da "Sahibül Hal" yani "benli" unvanıyla anıl­maya başlandı. Hüseyin henüz Öldürülmeden O'nu bir üçüncü kardeşi bu kez izlemeye başladı.

Zikreveyh'in oğlu Yahya, Dımışk'ı muhasara ettiği sıralarda, şehre Mısır ve Bağdat'tan imdat kuvvetler geldiği için içeriye gire­meyeceğini anlayıp artık kesinlikle sonunun da geldiğini hissedince, emrindeki yandaşlarına ertesi gün göklere yükseleceğini orada 40 gün kaldıktan sonra tekrar geri döneceğini ertesi gün (kendisi göklere yükseldikten sonra) kardeşi Hüseyin'in bir takviye birliği başında imdatlarına geleceğini anlattı. -Tabii ki kendisine gizlice ulaştırılmış olan bir haberle bunu daha önce biliyordu- Sonra yi­ne cemaatine: Kardeşi Hüseyin'e bağlılık göstermelerinin ve O'nu izlemelerinin vacip olduğunu ifade etti.

Nitekim ertesi gün isyancı Karmatilerle devlet kuvvetleri ara­sında Dımışk kenti civarında bir savaş cereyan etti. Bu savaşta Yahya Bin Zikreveyh öldürüldü. Bu savaş sırasında yandaşları O'na "Sahibül Cemel"yani "Deve süvarisi" unvanım takmışlardı. Çünkü lider olarak belli olsun diye özel bir deveye o gün binmişti.

Halife El-Mu'tazıd'm Karmatüere karşı Irak'ın güneyinde amansız mücadelesi sürerken aynı zamanda hemen her yerde bu mücadele veriliyordu. Mesela görünürde Muhammed Bin İsma­il'in oğullan lehinde propaganda yaptıklarını ileri süren ancak gerçekte kendileri için propaganda yapan (yahudi asıllı) Meymun El-Kaddah ailesi, Suriye'nin Selemiye kentinde sıkı takip altına alınmıştı. Bu ailenin mensupları esas propagandasını yaptıkları ideolojiyi gizliyorlardı. Esasen onların, yahudi kökenlerinden kay­naklandığı besbelli bir siyasi hedefleri vardı.

Arkalarındaki bu takip yüzünden bu ailenin başı olan Ubey-dullah Bin El-Hüseyin Bin Ahmed Bin Abdullah Bin Meymun El-Kaddah Selemiye'den kaçarak güneye doğru yön tutmuş ve Ramle denilen mevkide gizlenmişti. îşte tam bu sıradaydı ki Zikreveyh'in oğlu Hüseyin, kardeşi Yahya'nın Dımışk'ta imdadına ulaşmak için Kufe'ye doğru yola koyulmuştu. Hüseyin yolda Ramle'ye saptı ve Ubeydullah'ın yerini öğrenerek O'nunla bir araya geldi. Kendisini razı etmeye gönlünü almaya çalıştı, emrinde olduğunu anlattı. Esasen O'nu kullanmak O'ndan faydalanmak istiyordu. Ubeydul-lah da bu adamın kendisini öldürebileceği ihtimalinden veya Ab­basi idaresinin bölge amirine yerini gösterebileceğinden korkarak kendisinden memnun olduğunu ve yaptıklarını onayladığım orta­ya koydu, işin iç yüzüne bakılacak olursa Zikreveyhoğulları ailesi idareyi kendi ellerine geçirmek ve yeniden düzeni ve köklerini es­ki mecusiliğe döndürmek istiyorlardı. Ubeydullah ise önlerinde durabilecek en büyük engeldi. Zikreveyh Ramle'den ayrılır ayrılmaz Ubeydullah da yeniden izini kaybetmek üzere Mısır'a doğru yola çıktı.

Hüseyin Ramle'den hareketle, neden sonra Dımışk'a vararak kardeşi Yahya'nın öldürülmüş olduğunu gördü. Karmatiler bu kez de O'nun etrafında kümelendiler. Hüseyin onların başına geçerek Dımışk'ı kuşattı. Fakat o da kenti fethetmeyi başaramadı. Bu ara­da Homs halkı O'nu davet etti. Hüseyin Homus'a gidince O'na bağlılık gösterdiler. Sonra oradan Selemiye'ye geçti, fakat burada halk Ona karşı direndi. Hüseyin Selemiye halkına güven verince şehrin kapılarını O'na açtılar. Ne varki Hüseyin kuvvetleriyle şeh­re girer girmez halkını ezdi. Onlardan intikam aldı. Evlerini yaktı, kalelerini yerle bir etti. Şehirde bulunan Haşimoğullarım (genel­likle Hz. Ali'nin soyundan olanları) kılıçtan geçirdi.

Tabiki olay, bu güruhun -her ne kadar Ehl-i Beyt'ten oldukları­nı ileri sürüyorlarsa da esasen Ehl-i Beyt'e karşı ne kadar kinle do­lu olduklarını, aynı zamanda eski dinleri olan Mecusiliği fars top­raklarında ortadan kaldıran îslamm ne derece azılı düşmanları ol­duğunu da göstermektedir.

Hüseyin, sonra da sözde kendileri için çalışmakta olduğu Mu­hammed Bin İsmail'in ailesinden kimi ele geçirebildiyse onları da öldürdü. Aynı zamanda Kaddahoğullarından Ubeydullah Bin El-Hüseyin'in aile halkını da öldürdü. Çünkü bu iki ailenin (Yani hem yahudi asıllı Kaddahoğulları, hem de Mecusi asıllı Zikreveyhoğul­ları) mn her biri, kendi adına çalışıyordu. Ubeydullah -bu ideolo­jik mücadeledeki rekabet yüzünden- davanın önemli mevkilerini Zikreveyh ailesine bırakmayı reddetmişti. Zikreveyh'in oğlu Hüse­yin bu olaydan sonra kendisine bağlı Karmatî toplululuğunun ba­şında Selemiye'den ayrılarak Hama, Maarra ve Baalbekke geçti. Uğradığı bu şehirlerin halkını da kılıçtan geçirdi. Sonra kendisine bağlı topluluklar Haleb'i de bastılar.

Fakat Halep dolaylarında, Karmatîler hezimete uğramışlardı. O'nun için buralardan gerisin geri dönerek Kufe'ye doğru yöneldi­ler. O yörede ise bu sırada Hilafet makamında bulunan El-Mükte-fi Billah onlarla mücadele etti. Bu takibatlar sırasında Zikreveyh'in oğlu Hüseyin devlet kuvvetlerinin eline esir düşerek Bağdat'a geti­rildi ve Hicri 291 yılmda idam edilerek ibret-i alem için askıda teşhir edildi. Zikreveyh'in her iki oğlu hem Yahya hem de Hüseyin öl­dürülünce babalan yaklaşık 3 yıldan beri gizlenmekte olduğu yer­den ortaya çıktı. İdeolojisinin esas hedeflerini bilen onun has adamları bu sırada önünde secdeye kapanarak candan bağlılıkla­rını ortaya koydular. Sonra Zikreveyh yandaşlarının başına geçe­rek Suriye kentlerine doğru yürüdü ve girdikleri her yerde kan akıtmaya çalıştılar, kervanların ve Hacı kafilelerinin yollarını kes­tiler, hülasa dille anlatılamayacak dehşetle kötülükler yaptılar. Sonra Asi Zikreveyh Dımışk'a yönelerek şehri kuşattı. Ancak fet­hetmeyi başaramadı.

Nihayet yeryüzünde çıkardığı bunca fesat ve anarşiden sonra 310 yılında yakalanarak öldürüldü. Zikreveyh de ortadan kaldırıl­dıktan sonra yandaşları dağıldılar. Onlardan kimileri Bahreyn'e ki­mileri de Suriye'deki Kelbiye ve Bahra bölgelerine kaçıp buralarda, başlarına buyruk bir şekilde kendilerine ait kale ve müstahkem mevkilerde yaşayan aynı zamanda Karmatilik fikir ve ideolojisini onlarla kısmen paylaşan yerli halka karıştılar. Ne varki bu bölgele­rin sakinleri yahudi asıllı Kaddahoğulları ailesine daha çok yakın­lık besliyorladı. Zikreveyh'in dağılan bu yandaşlarından bazı grup­lar ise ıssız vadilerde gizlendiler, daha sonra da bu vadilerde yaşa­yan göçebe kabilelerle dostluk kurup onlara katıldılar ya da pek uzak mekanlara çekilerek buralardaki yerleşik insanlara karışıp iz­lerini kaybettiler. Böylece Karmatiler, Irak'ın güneyinde son bula­rak Suriye topraklarına yöneldiler ve oralarda da perişan olup, toplumun içinde eridiler gittiler.

Bu arada Kaddahoğullarından Hüseyinoğlu Ubeydullah'a ge­lince, Selemiye halkının ve İsmailoğlu Muhammed ailesinin başı­na neler geldiğini gördü ve "Şiilik İdeolojisinin Ehl-i Beyt propa­gandasını ayrıca yürütenlerden Rüstem Bin El-Hüseyin Bin Hav-şab vasıtasıyla Yemen'e giden Ebu Abdullah Eş-Şii sayesinde Mağ~ rıp taraflarında güçlenmiş bulunduğunu da Öğrendi. Bunun üzeri­ne işte bu Kaddahoğlu Ubeydulah bu kez de Cafer Es-Sadık'm to­runlarından Ubeydullah Bin El-Hüseyin Bin Ahmed Bin Abdul­lah Bin Muhammed Bin İsmail olarak sahte bir kimlik içinde Mağrıb'a gitti.

Yemen'de ise Rüstem Bin El-Hüseyin Bin Havşab davasında büyük bir başarı kazanmış, İsmaili Devletini kurmuş ve her tarafa propagandistlerini salmıştı ki bu yerlerden biri de Mağnb'tı. Rüs-temin en büyük yardımcılarından ve komutanlarından biri de O'nunla anlaşmazlığa giren ve zamanla halkın, etrafında küme-lenmesiyle şımaran Ali Bin El-FadVdı. Ülkede fesat çıkarmakta ba­yağı ileri gitti ve ülkenin idaresini eline aldı. Sonra Zübeyd ve San' a kentlerine de girerek peygamberlik iddiasında bulundu; İslamda haram olan şeyleri -mubah saydı- (yasaklığım kaldırdı.) Müezzin O'nun meclisinde "Eşhedü Enne Aliyyen İbn'el-Fadh Rasulul-lah [4] diye ezan okurdu.

Günün birinde de bu adamın şairi şu beyitleri döktürüyordu.

"Çal oyna ferah ol, yeme gam gönlünü eylet, Bülbül gibi coş ey güzelim şarkım söyle. Ölmüş dediler "Haşimi Peygamberi" elbet, [5] "Yarablular"mkiyse o sağ, doğrusu böyle [6]  Her elçinin ahkâmı şeriat yolu ayrı, Nah işte bu peygamberin ahkamı da şöyle: Kurtardı bütün farz ve namazdan bizi gayrı Kurtardı oruçtan bunu bil yormadı öyle. Öyleyse namaz kılma sen, isterse de eller, Dikkat! El oruç tutsa da sen tersini eyle Merve'yle Safa'da koşayım ben deme asla Hem uğrama Yesrib'deki kabre! Bunu yeğle [7]

Sonraları bu adam daha da küstahlaştı. Öyle ki emrindeki amirlerine gönderdiği mesajlara şu ifadelerle başlamayı adet hali­ne getirdi:

"Yeryüzünü kudretiyle yayan ve onu küreleştiren dağları tit­reten ve yerlerine yerleştiren, Ali Bin El-FadTdan, kulu filanca­ya..." Hicri 303 tarihinde zehirlenerek öldü ve nihayet Karmatile-rin Yemen'deki devleti de çok geçmeden yıkıldı.

Bahreyn'deki faaliyetlerine gelince buraya 281 tarihinde Yah­ya Bin El-Mehdi adında bir adam gelip El-Kafîf bölgesine yerleşti ve halkını El-Mehdi'ye bey'at etmeye çağırdı. O'na ilk önce Ali Bin El-Ala' Bin Hamdan Ez-Ziyadî adında biri katılarak davetine uy­du. Halkı Mehdi'ye beyat etmeleri çağrısında O'na yardımcı oldu ve El-Katîf te bulunan Şiileri bir araya topladı. Onlar da bu adamın çağrısına uydular.

Davetine icabet edenlerden biri de Ebu Said El-Cennabî idi. Bu şahsın esas ismi Hüseyin Bin Behram'dır. Seyraf yakınlarındaki Cennaba beldesindendi. Bahreyn'e sürgün olarak gelmişti. Gıda maddeleri ticaretinde komisyonculukla uğraşırdı. Sonraları zebra­larla nakliyecilik yapmaya başladı. Bahreyn'le Küfe dolayları ara­sında seferler yapıp dururdu. Bu sıralarda Abdan veya Hamdan'la haşir neşir olmuş, etkisinde kalmıştı. Bu sebepledir ki El-Katîf'e dönünce O'nun yandaşları arasında propaganda gücüyle sivrildi.

Yahya Bin Mehdi'ye gelince bu adam peygamberlik iddiasın­da bulunmuş ve başka bir toplulukla ayrı bir grup oluşturmuştu. Ebu Said El-Cennabi ise topluluğun geriye kalan kısmının başına geçti. Ahali'nin bir kısmıyla hali vakti yerinde olmayanlar da O'na katıldılar. Keza fuhşu kendilerine serbest kıldığı için belli sayıda gençler de kendisine uydular. O da etrafında kümelenen bu insan­lara mal mülk ve servet temin edeceğine dair ümitler verdi. Bunlar sayesinde sahip olduğu gücü göstererek onlara şehvet yollarını da hazırladı. Nitekim yandaşlarının sayısı bir hayli artmıştı. Bu yüz­den onlar da artık korkulacak bir kuvvet haline geldiklerinin far­kındaydılar. Nitekim Hicri 287 yılında ortaya çıkarak etrafı fesada boğdular; Hecer yöresinde çok kan döktüler, kadınlara el koydular, sonra da El-Kayif e giderek oranın da halkından birçok kimseyi öl­dürdüler.

Sonra bu isyancı sapık kalabalıkların başı Ebu Said El-Cenna-bı Basra üzerine yürüyeceğini açıklayınca , O'na karşı mücadele vermek üzere Halife, El-Abbas Bin Amr El-Ganevi komutasında onbin kişilik bir ordu hazırladı. Ne varki bu Karmatiler güruhu Ab­basi ordusunun hepsini esir aldılar. Elebaşıları Ebu Said El-Cenna­bî Devlet kuvvetlerinin komutanı Abbas El-Ganevi hariç, tüm esir­leri kılıçtan geçirdi. Komutanı ise serbest bıraktı.

El-Cennab, özel hizmetçisi tarafından tuvalette öldürüldüğü hicri 301 yılma kadar Karmatîlerin faaliyetleri devam etti. Peşin­den yine bu güruhun ileri gelenleri arasından beş kişinin daha öl­dürülmesiyle geriye kalanlar meselenin farkına vardılar ve topla­narak Cennabi'nin hizmetçisini öldürdüler.

Öyle anlaşılıyor ki Bahreyn Karmatileri, Kırmıtoğlu Hamdan'la amcazadesi Abdan'ı destekliyorlardı. Onun içindir ki Zikreveyh'in

oğullan faaliyetlerine başlayınca onları desteklememiş bilakis Bahreyn'de kendi adlarına faaliyet icra etmişlerdi[8]

 

El-Mu'tazıd Döneminde Prenslikler

 

El-Mu'tazıd döneminde prensliklerin durumu pek fazla değiş­medi. Genel görünüm özetle şöyleydi:[9]

 

1- Endülüs Emevilerî

 

Ernir Abdullah Bin Muhammed istenmeyen adam olmuştu. Onun döneminde anarşi arttı, feodal bölgeler devletten koptu ve kuzeyde hırisuyanların gittikçe baskısı arttı. Bu dönemde Endü-lüste patlak veren en önemli hadise -belki de - İslam dininden çı­karak Hristiyanlığı kabul eden Amr Bin Hafsun'un giriştiği olay­lardır. Bu adam Gırnata dolaylarındaki dağlıları ayaklandırarak Emir Abdullah'ın ordularını bir çok kez yenilgiye uğrattı. Bu or­tamda İşbiliye, Kurtuba'yla siyasi rekabet içine girdi.[10]

 

2- El-Edarise (İdrisiler) Devleti

 

İdris'in oğullarıyla Safari koluna mensup hariciler arasında sü­rüp giden savaşlar sebebiyle bu devlette anarşi ve karışıklıklar ha­kimdi. Bu savaşlar yüzünden ülkede ekonomik ve sosyal vaziyet de kötüleşmişti.[11]

 

3- Sicilmasa'daki Safari-Haricî Devleti:

 

Devletin bu sıralardaki emiri El-Muntasır İlyasa Bin Meymun Bin İlyasa Bin Ebul-Kasim'dı. İdrisilerle savaşa girişti. Çünkü Mat-gara Kabilesi, İdrisilerin idaresi altında bulunuyordu. Bu kabile-ninse azımsanamayan sayıdaki mensupları haricilik düşüncesini benimsiyorlardı. İdrisiler de Safari haricilerine karşı vicdan baskı­sı uyguluyorlardı. Bu yüzden Safariler, İdrisi yönetimine karşı El-Muntasır, İlyasa'dan imdat istediler. Çünkü El-Muntasır, aynı za­manda Safarilerin imamı(dini lideri) sayılıyordu. Bunun üzerine o da İdrisilerle savaşmayı -bir görev olarak- üstlendi. [12]

 

4- Tahert'deki Îbadi-Harîci Devletî

 

İbadi Haricilerinin imamı -bu dönemde Ebu Hatem Yusuf Bin Ebi'l-Yakzan'dı. Her tarafta kavga vardı, anarşi yayılmıştı. Bunun üzerine Ebu Hatem, yanında ailesi ve Nüfusa Kabtfesi'nden des-tekçileriyle birlikte şehirden kovuldular. Fakat Ebuhatem Sanhace ve Luvate kabilelerine sığınarak gerek bu kabilelerden gerekse es­ki destekçilerinden bir kuvvet toplayıp Tahert üzerine hücum etti ve şehri kuşattı. Eğer şehrin ileri gelenlerinin, kendisine teslim edilmesi konusunda inatla ısrar etmeseydi şehir O'na teslim ola­caktı. Fakat bu inat yüzünden halk teslim olmadı. Bilakis Ebu Ha-tem'in amcası Yakub Bin Eflah'ı Zuvağa'dan davet edip O'na 282 yılında imam olarak bey'atte bulundular. Ebu Hatem ise bundan sonra şehrin ileri gelenlerinden bazılarına maddi menfaat temin ederek onları kendine bağlamaya çalıştı. Nitekim onlar da Ebuha-tem'in yandaşları oldular. Amcası Yakub Bin El-Eflah bu durumu hissedince dört yıldan beri hükmettiği şehirden ayrıldı. Bunun üzerine 286 da Ebu Hatem O'nun yerini bu kez işgal etti ve halk için umumi bir af ilan etti. Ancak bu olaydan sonra toplumun ile­ri gelenleri devlet işlerine müdahale eder oldular.

Keza Yakub Bin Eflah da bu arada Trablus Bölgesindeki Zuva-ğa'da Ebul Hatem aleyhine Et-Tayyib Bin Halef Bin Es-Semh'i desteklemeye çalıştı. Bu sebeple Zuvağa ile Nüfusa kabilelerinin arası açıldı. Bu iki kabile komşu idiler. Ancak iki rakip lideri des­tekliyorlardı. Bunların her biri o iki liderden birinin yanında yeri­ni almıştı. Bu olay Ebu Hatem'in El-Cebel Bölgesindeki sorumlusu tarafından Et-Tayyib'in yakalanıp hapsedilmesine kadar sürdü. Ancak nihayet Ebu Hatem Hicri 294 yılında kardeşinin oğullan ta­rafından Öldürüldü ve imamet bu kez de Yakzan Bin Ebil Yakzan'a geçti. Ne varki İbadiler O'nu zorba saydılar ve O'nun dönemi hem İbadiler dışındaki siyasi örgütlerce hem de kardeşi (Ebu Hatem)in oğulları tarafından kışkırtılan bir anarşi ve fitneler devri oldu. Ebu Hatem'in çocukları babalarının öcünü almak istiyorlardı. Bu mak­satla Ebuhatem'in kızı Devser ve kardeşlerinden biri Şii Ebu Ab­dullah'a baş vurarak O'ndan Tahert'e gelip babalarının öcünü ka­tillerinden almak üzere şehre girmesini bile istediler. Keza Şiiler ve Safariler de aynı zamanda bunlardan artık usanç duymuş bulunu­yor ve Ebu Abdullah'a bir kurtarıcı gözüyle bakıyorlardı. [13]

 

5- El-Eğalibe (Ağlebiler) Devleti

 

Ağlebilerin Emiri bu dönemde İkinci İbrahim idi. (261- 289) Adil bir yöneticiydi. Ölünce yerine oğlu İkinci Abdullah geçti. Fa­kat iktidarı bir yıldan fazla sürmedi. [14]

 

6- Tolunoğulları Devleti

 

Hicri 270- 282 yılları arasında bu devlete Humaraveyh Bin Ah-med Bin Tolun hükmetti. Halife El-Mutazıd Billah ile arası çok iyiydi. Nitekim Halife Humaraveyh'in kızı Katrunneda ile evlen­mişti. Suriye sınırları Tolunoğullarının denetimi altında bulunu­yordu. Bizans topraklarına yapılan akınlar ise işte bu sınırlardan ve Tolunların tertipleriyle yapılırdı. Humaraveyh 282 yılında uyku­da bulunduğu bir sırada hizmetçilerinden biri tarafından öldürül­dü. O sıralarda Dımışk'ta bulunuyordu. Bunun üzerine oğlu Ceyş Ebul Asakir ordusunu alarak Mısır'a gitti ve idareyi ele aldı. Fakat halk O'nun aleyhinde bazı şeyler tesbit etmiş bulunuyordu ki bu da O'na karşı galeyana gelmelerine sebep oldu. Aynı zamanda üst düzey komutanlardan bazıları da O'na karşı olumsuz tavır almış­lardı. Nihayet Cifoğlu Toğc O'na baş kaldırdı ve ordu da ayaklanıp O'nu devirdiler ve zindana attılar. Birkaç gün sonra da öldü (283) Nitekim ulema sınıfı da O'na bey'at etmekten uzak durmuş karde­şi Harun Bin Humareveyh (Ebu Musa)ya bey'at etmişlerdi. Fakat Harun yaşça küçüktü. Henüz onbeşini bile bitirmemişti. Öte yan­dan bazı ordu mensupları Harun'un amcası Rabia Bin Ahmed Bin Tolun'u İskenderiye'den davet edip idareyi ona teslim etmek üze­re kendisine destek olacakları vadinde bulundular. Rabia da bir kuvvetin başında Fustat'a yürüdü. Ancak şehre yaklaşınca Harun Bin Humareveyh'in ordusu karşısına sert çıktı ve onu yenip esir al­dılar. Sonra da O'na ölünceye kadar işkence yaptılar. (H. 284)[15]

 

Tolunoğlu Emirliğinin PrensleriH. 204-292

 

1. Ahmed b. Tolun / 254-270

2. Khumaraveyh

b. Ahmed 270 ^82

Rabia 283'de yeğenine baş kaldırdı

Adiy

5. Şeyban 292-....

Abbasiler

3. Ceyş Ebu'l Asakir 282-293

4. Harun 283-292

Harun, sonraları Karmatilere karşı savaşmak üzere Şam'a bir ordu gönderdi. Ne varki 290 yılında cereyan eden bu olayda Ha­run'un ordusu Karmatiler karşısında yenilgiye uğradı.

Tolunlularm bu zayıf durumunu gören Abbasi Devleti ise, on­ları ortadan kaldırıp yeniden denetimi ele almak istedi. Bunun üzerine Abbasiler, Muhammed Bin Süleyman komutasında bir or­du şevkettiler. Ordu Filistin'e ulaşıp bölgeye girdi ve Mısır'a doğru yöneldi. Aynı zamanda bir Abbasi donanması da sefere çıkarıldı. Ancak buna karşı Mısır donanması da açıldı. Her iki donanma Ti-nes denilen mevkide karşılaştılar. Çıkan savaşın sonunda Mısır donanması, Abbasi ordusunun komutası Muhammed Bin Süley­man ve kölesi Ahmed Bin Fadlan Bin El-Abbas'm elleriyle yenilgi­ye uğradı. Harun Bir Humareveyh ise Abbase [16]  ye kaçtı. Burada eğlenceye dalmış bulunduğu bir sırada iki amcası (Ahmed Bin To-lun'un oğulları) Şeyban ve Adiy O'nu öldürdüler. Harun bu sırada yirmiikinci yaşım bile doldurmamıştı. Bu hadiseden sonra Şeyban yönetimi ele geçirmek üzere Fustat'a döndüyse de işlediklerinden dolayı askerler ona öfkelenip Abbasilerin komutanı Muhammed Bin Süleymanı davet etmişlerdi. Muhammed Abbase'ye yürüdü. Burada O'nu Cifoğlu Toğc ile birlikte komutanlardan bir topluluk karşıladı. Böylece Tolunoğulları Devleti sona ermiş bulundu. [17]

 

7- Zübeyd'deki Beni Ziyad (Ziyadoğulları Devleti)

 

Halife El-Mutazıd Billah'ın döneminin sonu olan 289 yılma ka­dar Ziyadoğulları Devletinin emiri İbrahim Bin Muhammed Bin Abdullah Bin Ziyad idi ki bu tarihte öldü ve yerine oğlu İshak Bin İbrahim geçti. İbrahim'in zamanında Karmatilik ideolojisinin adamlarından Ali Bin El-Fadl Zübeyd kentine saldırarak şehri yağ­maladı.[18]

 

8- Sana'dabeniyafir (Yafiroğulları Devleti)

 

260- 282 yılları arasında Ya'fir Bin Abdurrahim, Sana'da hü­kümdarlık ediyordu. Sonra O'nu Esad Bin Ebi Ya'fir izledi ki O'nun da hükümdarlığı 331 yılma kadar devam etti. Bu dönem boyunca ve bir defa Hicri 293 ve bir defa da 298 de olmak üzere Karmatüe-rin elebaşısı Ali Bin El-Fadl San'a kentine hücum etmiş ve Esad Bin Yafir'i buradan bir kaç defa kaçırmıştı. Aynı zamanda 284 yılında Sa'da'da kendine bir prenslik kuran El~Hâdi Ez-Zeydi ile de sürekli savaş halindeydi.[19]

 

9- Sa'da'dakî Zeydiye Devletî:

 

Hz. Ali'nin torunlarından Hz. Hasan'm oğlu, Hasan El-Müsen-na'nın oğlu, İbrahimoğlu, îsmailoğlu, İbrahimoğlu, Kasımoğlu Hü-seyinoğlu Yahya Medine-i Münevvere'de yerleşik bulunduğu bir sı­rada Yemen'den kendisini ziyarete gelen bir heyet O'nu, memleket­lerinin idaresini ele almak üzere davet ettiler. Bunun üzerine Yahya Hicri 280 yılında onlara misafir oldu. Fakat beklediğini bulamadı. Onun için tekrar Medine-i Münevvere'ye döndü. Ne var ki Onu ikinci bir heyet daha ziyaret edip kendisini destekleyecekleri va­dinde bulundular ve birinci ziyareti sırasındaki kusurlarından do­layı özür dilediler. Bunun üzerine onlarla anlaşıp 284 yılında Ye-men'e döndü ve Sa'da'da yerleşti. Kent halkı Yahya'nın etrafında kenetlendiler. O da bu desteği görünce nüfuz bölgesini genişlet­mek istedi. Fakat Yemen hükümdarlarının direnişiyle karşılaştı. Bunlar arasında O'na karşı en şiddetli derecede düşmanlık besle­yen ise, Yahya'nın 285 yılında üzerine yürümek istediği San'a'daki Ya'firoğullarıydı. Ancak Yahya o yıl San'aya girmeyi başaramamış, 288 yılında Zeydilerle savaşmaktayken San'a yakınlarında cereyan eden Haddeyn Savaşında öldürülen Ebul'Atahiye Et-Tarîfi'nin [20] yardım ve destekleriyle 288 yılında kente girebilmişti [21]

 

10- Saffarî Devleti:

 

El-Mu'tazıd Billah, Abbasi Devletinin hilafet makamına gelin­ce Rafi' Bin Herseme'yi, Horasan Genel Valiliğinden azletti. O'nu vaktiyle Muhammed Bin Tahir kendine naib olarak nasbetmişti. Halife bu görevi Amr Bin El-Leys'e iade ettiyse de Rafi' yerinden ayrılmayı reddetti ve baş kaldırarak Amr Bin El-Leys'e karşı müca­deleye girişti. Ne var ki yenildi ve Amr Bin El-Leys Hicri 280 yılın­da Nisabor'a girdi. Sonra Amr buradan ayrıldı, bu kez de Rafi' şeh­re dönerek Hz. Ali'nin torunlarından Muhammed Bin Zeyd adına hutbe okudu. Sonra tekrar Amr dönerek şehri kuşattı ve nihayet 283 yılında Rafi'i öldürdü.

Amr Bin El-Leys bu kez de Samanoğlu İsmail Bin Ahmed'in elinde bulunan Maveraunnehr vilayetinin idaresine talib oldu. Ha­life de O'nun bu isteğini onaylamamak için bir kaçamak bulamadı. Bu arada Samanoğlu İsmail Bin Ahmed de Amr'ı bu isteğinden vaz­geçirmek ve elinin altında bulunanlarla yetinmeye O'nu ikna et­mek için uğraştıysa da Amr bunu kabul etmedi. Bunun üzerine ta­raflar arasında savaş çıktı ve sonunda da Amr Bin El-Leys Sama­noğlu İsmail Bin Ahmed'e esir düştü. Samanoğlu ise O'nu Halife'ye havale etti. Ancak çok geçmeden Amr öldü ve 288 yılında Saffari Devletinin idaresi, torunu Tahir Bin Muhammed'in eline geçti. [22]

 

Safariler Emirliğinin Prensleri

 

El-Leys

LYakub 254-265

2. Amr 265-287

Ali

El-Leys

Muhammed

3. Tahir 297-296

Yakub

Samaniler

kat henüz yaşı küçüktü. Bu yüzden Amr Bin El-Leys'in özel hizme­tinde bulunmuş olan Subuk Sebekri idareyi ele alıp baskı uygula­dı. Ordusu Fars topraklarına girdi. Sonra Sebekri, Tahir ve kardeşi Yakub'u yakalayarak onları 296 yılında Bağdad'a şevketti. Fakat Saffarilerden El-Leys Bin Ali Bin El-Leys 297 yılında Sebekri'yi Fars'tan kovdu. Bunun üzerine Sebekri Halife'den imdat istedi. O da kendisine takviye güç gönderdi. Bunun üzerine El-Leys yenildi. Ancak Sebekri, yönetimi altında bulunan bölgelerde şiddet ve bas­kıya baş vurdu ve Devlete karşı da küstahlaştı. Bu sebeple Devlet O'nun üzerine peş peşe ordular gönderdi. Ta ki sonunda Samanoğ-lu Ahmed Bin ismail, Sebekri'yi ve Saffarilerden Muhammed Bin Ali Bin El-Leys'i yakalayıp 298 yılında Bağdad'a gönderinceye ka­dar. Bu suretle de Saffari Devleti son bulmuş oldu. [23]

 

11- Samanı (Samanoğulları) Devleti

 

Kardeşi Nasr'ın 279 yılında ölmesiyle İsmail Bin Ahmed artık Samanoğullarmm başbuğu oldu. Bu zat pek hayırlı bir kimseydi, ilim erbabını severdi. Aynı zamanda akılh, adaletli ve halkına kar­şı iyi davranan bir yöneticiydi. Hoşgörülüydü.

Bu sırada Hz. Ali'nin soyundan ve Taberistan prensi olan Mu­hammed Bin Zeyd Horasan'a göz dikti ve bu bölgenin üzerine yü­rüdü. Bunun üzerine îsmail, O'na karşı Muhammed Bin Harun komutasında bir ordu şevketti. Cereyan eden savaş sırasında Mu­hammed Bin Zeyd isabet aldı, oğlu Zeyd de esir düştü. Komutan Muhammed Bin Harun ise 287 de Taberistan'a girdi.

Ne var ki komutan Muhammed Bin Harun çok geçmeden em­rinde bulunduğu İsmail'e bu kez ters düştü ve yönetmekte olduğu bölge sakinlerine karşı şiddet ve baskıya baş vurdu. Bu yüzden İs­mail O'nun üzerine yürüdü. Taraflar arasında Rey'de savaş cere­yan etti. Muhammed Bin Harun bu savaşın sonunda kaçarak Dey-lem topraklarına sığınırken İsmail de Rey'e girdi ve 295 yılında da öldü [24]

 

12- Taberistan'daki Talibiyye (Talîboğulları) Devleti  [25]

 

Bu aşamada, bu devletin emiri Talibilerden Muhammed Bin Zeyd idi. Samanoğlu îsmail Bin Ahmed'in komutanı Muhammed Bin Harun'un karşısında yenilerek 287 yılında Taberistan'ı terket-misti. Sonra veliahdı O'nun yerine geçti. Çünkü Muhammed Bin Harun'la çarpıştığı sırada isabet almış ve sonra da ölmüştü." [26]

 



[1] Varakacı (Ei-Varrak); Kitapları kopye ederek ücret alan veya satan kim­se. Eski devirlerde bu kimseler, günümüzün fotokopi ve teksir mtıkinalarınin bir çeşit işlevini üstlenirlerdi

[2] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 7, s. 361-362, 369-372, 378, 388, 397-399, 427-429; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 158-172, 195-198

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/65-67.

[3] Kirmit adının zaptı (yani telaffuz şekli) birçok kaynaklarda değişik ola­rak geçmektedir. Ezcümle "El-Müncid" de Kurmut, "Vefeyat'ül-Ayan"m 189 ve 639'uncu maddelerinde ise Kırmıt olarak kaydedilmektedir. Bu kelimeden Kır-miti ya da Kurmuti şeklinde "îsm-i Mensub" türetilmesi gerekirken türkçe kay­naklarda hep Karmati olarak kurallara aykırı şekilde kaydedilmiştir. Nitekim biz de bu gerekçeyle aynen yazdık. (Mütercim)

[4] Yukarıdaki cümle "Şehadet ederim ki Ali Bin El-FadI Allah'ın elçisidir." demektir. (Mütercim)

[5] Bu sapık şairin "Haşimi Peygamberi" diye kendisine dil uzattığı şahsiyet Hz. Muhammed (sav)'dir.

[6] Ya'rublular"; Şiirin arapça metninde "Beni Yar'ub" yani Yaruboğuüarı diye geçmektedir. "BenİYa'rub" adı "BenİYarbu" İle karıştırılmamalıdır. Birinci­si, Karmatilik felsefesine dayalı Yemen'deki tsmaili-Şii Devleti'nin H. Dördüncü asır başlarında idaresini ele geçiren ailenin adıdır ki bu ailenin cahiliyet devrin­de Yemen'deki Himyeri krallarının atası olan Ya'rub Bin Kahtan'ın, soyundan gelmiş olmaları muhtemeldir. İkincisi ise Temimoğulları kabilesinin bir armağa­nıdır

[7] Yesrib; Medine-i Münevvere'nin eski adıdır

[8] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c, 7, s. 372-375; Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 119-121, 149-150, 152-153, 156-158

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/68-75.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/75.

[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/76.

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/76.

[12] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/76-77.

[13] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/77.

[14] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 7, s. 433-434

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/77.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/77-78.

[16] Abbase; Mısır'da Belbis ile Salihiye arasında bir dinlenme köyü. Tolu-rıoğîu Ahmed'in kızı Abb adına inşa edildi. Devlet ileri gelenleri buraya gidip dinlenirlerdi. (Mütercim

[17] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 7, s. 394-396, 398-399, 426-427, 430, 435-436, 446-447

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/78-79.

[18] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/79.

[19] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/80.

[20] Ebul'atahiye Et-Tarifi; Tarifoğullarındandir. Bu kabile H. 265 yılında Beni Ya'fhiere karşı ayaklanarak Ebul'atahiye komutasında San'a'ya girdiler. Ancak bu Ebul'atahiye Zeydi imamına bağlanmıştı. Bu yüzden YafiroğuUarma, Dahhakoğul-larına ve kendi kabilesinden Zeydilere direnenlere karşı savaştı. (Müellif)

[21] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 7, s. 425

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/80.

[22] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/81.

[23] İbn-ü! Esir, El-Kamil tere, c. 7, s. 381-383, 416, 424, 430; c. 8, s. 53-55

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/81-82.

[24] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 130, 149

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/82.

[25] Talibi; Hz. Ali'nin torunlarına ait bir soyadıdır. Hz. Ali'nin babası Ebıı-talib'in adından gelmektedir. Bu soyismi, Hz. Abbas'm soyundan gelenleri de içine alan HaşimoguUan ailesinin kapsamından Hz. Ali torunlarını ayırd etmek için kullanılmıştır. Ancak günümüzde hem Hz. Ali'nin, hem Hz. Abbas'm soyun­dan gelenler umumiyetle Haşimi soyadını kullanmaktadırlar. Bu aileden halen Türkiye'de yaşayanlar ise Cumhuriyet döneminde -diğer etnik kitleler gibi- asi­milasyona tabi tutularak soyadları tamamen değiştirilmiştir. (Mütercim

[26] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 7, s. 395, 419-420; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 153-154

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/83.