98- MOĞOL DEVLETİ2

Kuzey Moğol Devleti3

Cengizhan Sülalesi13

Kazan Emirliği14

Muhammed Uluğ Han Ailesinden Sonraki Kazan Hanları16

Kırım Emirliği16

Sibirya Emirliği17

Hacı Tarhan Emirliği18

Harzem Veya (Harizm) Emirliği18


98- MOĞOL DEVLETİ

 

Moğollar, başlangıçta işleyip irtikab ettikleri korkunç cinayet­lerin, biz müslümanlara verdikleri tarifi güç zarar ve ziyanların, medeniyetimize onların eliyle isabet eden yıkım ve perişanlığın -Tarihçi İbnül Esir'in dahi kaleme almaktan ürperdiği- Moğol saldı­rıları esnasında bu sürülerin şehirlere girerek giriştikleri yakıp yık­maların tabii bir sonucu olarak Moğol kelimesi, zihinlerimizde barbarlık, kabalık, katı kalplilik, şiddet ve küstahlık, kan dökme, namuslara tecavüz, köy ve kentleri yıkmak, ekinleri yok etmek ve hülasa her şeyi perişan ve fersude bir hale getirmekle adeta Özdeş olmuştur.

Binaenaleyh tarihçi İbnül Esir bu saldırıların, İslam'ın ve müs-lümanların sonu olduğu, bu yıkıcıların elleriyle artık ortadan kalk­mak üzere bulunduğu zannına kapılmış, dolayısıyla bu olayları kaleme almayı reddetmişti. Ancak ne ilginçtir ki bu milletin İslam ülkesini istila etmesinin üzerinden henüz otuz beş yıl bile geçme­den İslam'a girmeye başladılar.

Keza, yarım yüz yıl geçmeden de bunların tümü müslüman ol­dular. İslam diyarını savunmaya ve îslam düşmanlarına karşı sa­vaş vermeye başladılar. Öyle ki müslüman olan Moğol kralların­dan Baraka ile (amcazadesi putperest ve İslam medeniyetinin abi­delerini ezip yerle bir eden sarayları yıkan kitapları ateşe veren vegüven içindeki silahsız ve savunmasız insan kitleleri arasında te­rör havası estiren) diktatör Hülagu arasında savaş bile cereyan et­ti. Hatta işbu Baraka Hülagu'yu yendi. Ve onun o gün için can düşmanı olan, aynı zamanda hicri 658'de Ayncalut mevkiinde Mo-ğoliarı perişan eden Memluk lideri Sultan Ez-Zahir Baybars'la ona karşı işbirliği dahi etti. Ve bu savaş sırasında Hülagu'nun naibi ve Moğolların komutanı Ketboğa'y* da öldürdüler. Halbuki Memluk­lardan önce Moğollar karşısında hiç bir ordu dayanamamıştı. İşte bu işbirliğidir ki Moğolların artık duraklamalarına, heybetlerinin kırılmasına, tırmandıkları zirveden ve sivrilikten gerilemelerine sebep olmuştur.

Esasen kural olarak savaştan üstün çıkan bir millet karşısında mağlub olanların üzerinde egemenliğini kurar ve onları medeni­yetinin etkisi altına da alır. Halbuki Moğol saldırılarından sonra -kural dışı olarak- bu kez de yenilgiye uğrayanların medeniyeti, sa­vaştan galip çıkanları etkiledi. Çünkü bu savaştan galip çıkmış olanlar esasen hiç bir medeniyete sahip değillerdi. Ve yenik düşen­ler yani müslümanlar, davalarına inandıkları müddetçe üstün ol­duklarına inanıyorlardı. Zira müslüm ani ardaki iman ruhu ve de­rin inançlarından kaynaklanan moralleri henüz yüksekti. İşte bu sebepledir ki yenen, yenilenin tesiri altında kaldı. Onun medeni­yetini temsil etmeye, ondan sonra da yaşayıp davasını kendine da­va edinmeye başladı. Ve nihayet arasında yaşadığı toplumun pota­sında eriyip gitti.

Moğollar müslümanlıklarm da azim ve kararla devam ettiler. Onu yaymaya bile başladılar. Özellikle ülkenin kuzeyinde İslam'ın yayılması için dahi çalıştılar. Günümüzde bile onlara egemen bu­lunan Rusların zulüm ve baskılarına rağmen, hatta birçok müslü­manlar, dinlerini bu yüzden terk etmiş oldukları halde onlar bu durumlarına yine de devam ettiler. Ve halen de İslam'ı gizli bir şe­kilde yaşamaktadırlar.

Ne varki Moğolların bu gayretleri, ne hiç bir zaman dikkati çekmiş ne de bu millet hakkındaki imajı zihinlerden silebilmiştir. O imaj ki ta eskilerden beri hafızalara işlemiş ve öylece kalmıştır. Bu imaj hiç bir zaman değişmedi. Onu hiç bir şey örtüp gizleyemedi. Bu imaj daima vahşeti, doğudan lav gibi püskürerek gelen vahşeti temsil etti.

Gerçekten de Moğolların kanaatlerimizdeki eski imajları hiç değişmemiştir. Çünkü onlar içinde yaşadığımız toplumun ya da civarırmzdakinin potasında eriyip gittiler. Yavaş yavaş eridiler. Müslüman milletlerin (başka ülkelerde) tarih boyunca gösterdik­leri kahramanlık ya da İslam'ı savunmak ve yaymak gibi bir faali­yetleri de olmadı.

Evet zihinlerimize yerleşmiş bulunan Eski Moğollar hakkında­ki imaj hiç değişmemiştir. Çünkü onların hicri 656'da Bağdad'ı ha­ritadan silip yok etmelerinden sonradır ki biz müslümanlar çözül­meye, zayıf düşmeye ve geri kalmaya başladık. İçinde yaşamakta olduğumuz dar çemberin dışında olup bitenlerden artık habersiz kaldık. Daha doğrusu etrafımızda cereyan eden ve bizi çepeçevre saran olaylardan tamamen bihaber şekilde kabuğumuza çekildik ve dünyadan izale olduk. Yaşayabilmek için son derece gerekli olan yiyecek, giyecek ve mesken gibi sadece temel ihtiyaçları sağ­lamakla yetinmeye çalıştık. Bu ihtiyaçları bile asırlar boyu "Her canlı eninde sonunda Ölmeye mahkumdur" diye düşünerek te­min etmeye çalıştık ki zaten (dünyadan eli ayağı soğuyan) insan, bu şartlar içinde başka şeyler düşünecek durumda değildir.

Evet Moğollar hakkındaki kanaatlerimizde herhangi bir deği­şiklik yoktur. Çünkü insanlar, Moğolların eliyle uğradıkları felaket­leri asırlardır ki hâlâ unutmuş değildirler. Ve çünkü insanlar, bu Moğolların toplumda eriyip İslam'a girmelerinden hemen sonra, bu kez de ya onların amcaoğullan ya da soydaşları diyebileceğimiz yeni bir Moğol selinin felaketine uğradılar. Bu öyle silip süpürücü bir sel idi ki, birincisinden hiç de farklı değildi. Öyle bir felaket idi ki yaş kuru, ne varsa hepsini yakıyor köylü kentli demeden herke­si öldürüyor, ne buluyorsa onu yok ediyordu. Bu cinayetler ise bu kez Timurlenk'in elleriyle işlendi. Halbuki Birinci Moğol dalgası­nın üzerinden henüz yüz yıl kadar bir zaman geçmişti.

Ve insanlar bu felaketi hala hatırlıyor, hala konuşuyorlardı. İn­sanlar bu felaketin acılarını ve korkunçluğunu hala birbirlerineanlatıyorlardı. Ne varki uğradıkları bu ikinci Moğol selinin felake­ti, birincisinden çok daha şiddetli ve çok daha acı ve elem verici olmuştu. Çünkü Moğollar birinci saldırılan sırasında henüz put­perest idiler. (Çok ilkel bir dinleri ve inançları vardı.) Tabii ki bu barbar insanların, bu ilkel inançlı sürülerin İslam düşmanları ola­rak kötülük işlemeleri tuhaf şey değildi. Ancak İslam topraklarına, bu kez baskın düzenleyen moğollar, sözde İslam'a girmişlerdi. Ve­ya ona yamanıyor yahut da müslüman geçiniyor, müslüman ol­duklarım ileri sürüyorlardı.

Hatta -ilginçtir- anlatıldığına göre: Timurlenk gittiği her yere beraber götürdüğü -ahşaptan- seyyar bir mescit yaptırmıştı. Söz­de cami içinde cemaatle namaz kılma fırsatını kaçırmamak (ve ce­maat sevabına nail olmak} için böyle yapıyordu.

Eğer bu rivayet doğruysa, Timurlenk'in İslam dini hakkında ne kadar cahil olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü cemaat seva­bına nail olmak, sadece cemaate katılmakla mümkündür. Aksine bunun hiç bir suretle camiyle, mescitle zorunlu bir alakası yoktur.

İşte bu Tatarlardır ki gelip müslümanlara karşı savaştılar. Ve iş­lediklerinden çok daha korkuncunu yaptılar. Nitekim giriştiği sa­vaşlarda öldürülenlerin kafatasları getirilip Timurlenk'in karşısın­da bunlardan piramitler örüldüğü zaman o, bu yığınları keyifle seyrediyordu. Ve anlatıldığına göre; esir aldığı seçkinlerin karıları­nı çırılçıplak bir vaziyette ve kocalarının gözleri önünde misafirle­rine hizmet etmekle emrediyordu.

Nitekim esir aldığı Osmanlı sultanı Yıldırım Beyazit'a da -ba­zı rivayetlere göre- aynı muameleyi reva görmüştür. Timurlenk'in girişmiş bulunduğu savaşların çoğu İslam topraklarının dışında cereyan etmemiştir. Dolayısıyla onun giriştiği vahşetin acılarını müslümanlardan başkası tatmamıştır. Onun için Moğollar hak­kındaki ilk imaj kısmen silinmeye yüz tutmuşken işte bu ikincisi yüzünden zihinlerin derinliğine iyice yerleşmiş oldu.

Moğollar ve onların bilhassa müslüman olmalarından sonra tarihleri hakkındaki bilgi kıtlığı, daha çok tuhaf adlarından ve bu acayip ve komplike adların telaffuzundan belki de kaynaklanmak tadır. Konuyu zorlaştıran bir sorun da bu adların bazılarının tercü­me edilmiş olmasından doğmaktadır. Nitekim kaynaklar bu isim­leri bazen Arapçaya tercüme edilmiş olarak verirken bazen de Mo­ğolca vermektedir. Bu yüzden okuyucu, bir kişiyi iki kişi olarak bellemektedir. Bir başka sorun da bu adların birbirlerine benze­meleridir.

Bu konudaki şaşırtıcı karışıklıkların sebeplerinden biri de Mo­ğol "HaıVlarınınm kendi aralarındaki anlaşmazlıkları, savaşları, onlardan birinin diğerine ait olan bölgeyi ele geçirmesi ve onu bozguna uğrattıktan sonra yenilmiş olanın tekrar bölgesine dön­mesi gibi çok tekerrür eden olaylardır. Bu da okuyucunun hadise­leri ve isimleri birbirinden ayırmaya çalışırken konunun cümbüşü içinde kaybolmasına sebebiyet vermektedir.

Moğolların siyasi sisteminde adet şuydu: Her bölgeye bir eya­let valisi tayin ederlerdi ki bu vali, devletin başındaki "Han" a bağ­lıydı. Fakat bunlardan bir kaçının da "Han" olduklarını ileri sür­meleri pek acayip karşılanan şeylerden değildi. Dolayısıyla (kay­naklarda) han unvanını taşıyanların sayısında bir çoğalma olmuş­tur. Bu nokta ise onlardan hangisinin vali, hangisinin (esas kral demek olan) Han olduğunu birbirinden ayırmak gibi çeşitli nokta­lar insanı şaşırtmaktadır.

Evet zihnimizde Moğollara ait eski imaj devam ederken ona bir yenisi daha eklenerek bununla birlikte onlara ilişkin yetersiz bilgiler ve uğradığımız geri kalmışlık, bu imajı daha da pekiştirdi. Son zamanlarda içinde yaşadığımız toplumlarda îslamî uyanış ha­reketleri başlayınca konu, Irkçıların gayretlerine göre kâh gelişen, kâh sönüp kaybolan milliyetler adı altındaki (silik insan yığtnlany-la ilgili) dar çerçevelerle kısıtlı kalmış bilgileri araştırmaya, top­lumları şevketti. Ancak her iki halde de Moğollar, bu milliyetlerin çerçevesi dışında kalmakta ve müslümanlarm yaşamakta oldukla­rı bölgelerin birini diğerinden ayırmaksızın bu bölgelerin halkları sorunları, İslam davasının buralardaki durumu, bu halkların çek­tiği zorluklar ve onlara yapılabilecek gerekli yardımlar bakımın­dan da yine Moğollar bütün bu değişik ırkların dışında meçhul kalmaktadırlar.

Keza, Moğollar ve Tatarlar hakkında şimdilerde bile tam ma­nasıyla etraflı bilgiler edinilmemesinin sebeplerinden biri de on­ların toprakları üzerinde hüküm süren Rus egemenliği ve ülkeleri­nin geniş Rus imparatorluğunun bir parçası haline getirilmiş bu­lunmasından kaynaklanmaktadır. Bu suretle büyük bir çoğunluk içinde azınlık haline gelmişlerdir. Toprakları, koskocaman bir ül­kenin küçücük bir parçası olmuştur. Dolayısıyla devletlerinin izi silinmiş, buna ilaveten Ruslar onların ülkesini ayrıca küçük dev­letçiklere bölmüşlerdir. Bunlara sözde otonom Cumhuriyetler adı verilmiştir. Böylece topraklarının bölünmesiyle beraber siyasi bir­likleri de parçalanmış, üstelik müslüman olanlarına karşı savaş ve vicdan baskısıyla birlikte bütünlükleri de tamamen kaybolmuştur.[1]

 

Kuzey Moğol Devleti

 

Cengizhan, güç yetirebildiği kadar toprak ele geçirdikten son­ra ve bu sebeple de artık yorgun düşüp ecelinin yaklaşmakta oldu­ğunu anlayınca Moğolların adeti üzere zaptetmiş bulunduğu ül­keleri ilk karısından olan dört oğlu arasında böldü. Çünkü baba mirası, onların örfünde kişinin ilk yattığı kadından doğan çocuk­larına münhasırdı. Zira kişinin kaç tane karısı bulunursa bulunsun ve bunların mevkileri ne olursa olsun, hatta ne kadar zengin olur­larsa olsunlar, onun yalnızca ilk karısı evin sahibesi sayılırdı.

Cengizhan büyük oğlu Cuci'ye Kıpçak ülkesini, Dağıstam, Harzemi, Bulgar topraklarını, Rusya ve batı yönünden buraya ka­tılması mümkün olan şen ve kurulu kesimin tümünü verdi.

İkinci oğlu Çağatay'a, uygur ülkesini, Türkistan'ı ve Mavera-ünnehir topraklarını verdi. Onun bu oğlu babasının "El-Yasak" adıyla bilinen kanunlar çerçevesi içindeki prensiplerine daha çok bağlıydı.

Üçüncü oğlu Tuluy'a da Horasan, Fars ve o gün için işgal edil­mesi ümidi bulunan Diyarbakır, Irakayn ve buralara bağlı bölgele­ri verdi.

Dördüncü oğlu Ügeday'a ise Moğol yurdunu, Çin'i, Hata böl­gesini ve doğudan kıtanın sonuna kadar uzanan topraklan verdi.

Ve onu kendisinden sonra yerine geçip, gerek bütün Moğollar, ge­rekse çocuklarını genel anlamda temsil eden en büyük han olmak üzere veliahd seçti. Çünkü onlar bütün sorunlarında ona başvu­rurlardı. Ele geçirdikleri ganimet ve yağmaladıkları malların bir kısmını ona verirlerdi.

Ancak Cengizhan'm bu oğulları, her ne kadar vaktiyle en bü­yük hana bağlı bulunuyor idiyseler de bu beraberlik üzerinde de­vam etmediler. Çünkü tabiatları, değer yargıları ve anlayışları ayrı; amaç, hedef ve idealleri farklıydı. Nitekim durum ve gidişat (o gün için bu kadarlık bir bölünmeyle sınırlı bulunan) Moğol devletinin bir bölgesinde, sonraları ayrı bir devletin kurulmasını sonuçlan­dırdı. Ancak her şeye rağmen büyük hanın oturduğu Moğol Devle­tinin merkezi Karakurum'a vaktiyle sembolik anlamda da olsa bağlı bulunan, bu (artık) baba (olmuş) kardeşlere dönemi sona erer ermez aralarındaki uçurum daha da genişledi ve birbirlerine girdiler. Ardından da bir çok Moğol devleti peyda oldu. Şimdi bun­ların her birini teker teker incelemekte fayda vardır:

Cengizhan 624'te öldü ve dört oğlu, ellerinin altında bulunan topraklar üzerinde bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Kuzey Moğolları Cengizhan oğlu Cuci'nin soyundan gelen sü­laledir. Bu aile daha başlangıçtan beri, yani Cengizhan'm ölü­münden beri büyük hana boyun eğmiyordu. Cuci, babasından önce öldü yerine ise oğlu Batu, devlet idaresini teslim aldı, ya da bizzat Cengizhan ona devleti teslim etti. Batu, amcası Ügeday'ın, Moğolların en büyük hanı olarak tayin edilmesinden memnun de­ğildi. Aynı zamanda Batu'nun bütün amcazadeleri arasında ayrı­calığı vardı. İmtiyazlıydı. Moğollar, savaşlarda ele geçirdikleri ga­nimetlerin üçte birini ona vermek mecburiyetindeydiler. Onun statüsü aynen büyük hanın statüsü gibiydi. Batu'nun bütün Mo­ğollar arasın da önemli bir mevkii vardı. Çünkü hanın muhalifiydi. Ve onunla siyasi rekabet içindeydi. Dolayısıyla amcası Büyük han, Ügeday'ın oğlu Köyük ölünce, hanlığı ondan sonra diğer amcası Tuluy'un soyuna naklederek, Moğolların çoğunun ve özellikle Kö-yük'ün çocuklarının itirazlarına rağmen zorla Mengü'yü büyük han olarak tayin etti.

Bunlar Moğollar arasında İslam'a ilk giren aileler sayılmakta­dır. Nitekim Batu, müslümanlara sempatiyle bakıyor ve hıristi-yanlığı kabul eden Moğolların büyük ham Köyük'ten nefret edi­yordu. Aynı zamanda Batu'nun kardeşi Baraka da hicri 650 yılla­rında müslüman oldu.

Hicri 652 yılında kuzey Moğollarının hanlığını üstlenince müslümanlarla açıkça işbirliği yaparak amcası oğlu Hülagu'ya karşı savaştı. Onu yendi. Ve Mısır Memluk devletinin hükümdarı sultan Ez-Zahir Baybars'la temas kurarak Hülagu'ya karşı onunla birleşti. Hülagu'nun Fars, Irak ve El-Cebel toprakları üzerinde kurduğu İlhanlı devletiyle Memluklar arasındaki tüm anlaşmazlık dönemi boyunca ve ta Timurlenk'in dönemine kadar Memluklar­la kuzey Moğolları arasında münasebetler devam etti. Bu münase­betler, İlhanlıların İslama yaklaşmalarıyla zaman zaman zayıfla-dıysa da yine devam etti.

Her halükârda Memluklarla Kuzey Moğolları arasında katiy-yen herhangi bir anlaşmazlık çıkmadı. Bu iyi ilişkilerin bir sonucu­dur ki bu gün işte bu sülale hakkındaki bilgilerimiz Türkistan, Ma-veraünnehir ve Çin'deki diğer Moğol sülaleleriyle ilgili bilgileri­mizden daha ziyadedir. Diğer Moğol sülaleleri de İslam'a girmele­rine rağmen ve Kuzey Moğollarına nazaran daha sonraları İslam'ı kabul etmiş oldukları halde Kuzey Moğollarına kıyasla bu sülalele­ri daha az tanımaktayız.

İlhanlı ailesi hariç Moğol sülaleleri arasında kuzey moğolların-dan bizce daha çok tanınan başka bir Moğol hanedanı yoktur. İl­hanlılar hakkında geniş bilgi sahibi olmamıza gelince bu, onların İrak ve Suriye'de peş peşe giriştikleri savaşlardan ve Suriye'yi al­mak için sarfettikleri çabadan keza, egemen oldukları bölgenin topraklarımıza yakın olmasından ileri gelmektedir.

Bu sülaleye mensup hanlar arasında hicri 652-665 yılları ara­sında hükmeden Baraka Han, daha çok meşhur olmuştur. Bunun sebebi de Moğollardan ilk olarak onun İslam'ı kabul etmiş olması, sultan Ez-Zahir Baybars'la haberleşmesi, onunla akraba olması, diktatör Hülagu'ya karşı savaşlar vererek onu yenmesi ya da başka bir tabirle bizim en azılı düşmanımız en büyük hasmımız ve medeniyetimize en büyük darbeye indiren kişiye üstün gelmiş ol­masıdır. Keza, bu sülalenin meşhurlarından bir tanesi de hicri 712-742 yılları arasında hükmeden Muhammed Özbek Han'dır. Bu zat, ünlü gezgin İbni Batuta'nın kendisinden bahsettiği hü­kümdardır. Yine bu ailenin meşhurlarından biri de hicri 782-798 yılları arasında hükmeden ve Timurlenk'e karşı verdiği savaşlarla ünlenen Toktamış'tır.

Bilindiği üzere Cuci, Cengiz Han'ın oğullarının en büyüğü idi. Babası tarafından onun için kararlaştırılan görev ise avlanmaktı. Moğolların geleneğinde en güzel vazife bu idi. Babasının hükmet­tiği ülke topraklarından onun payına düşen bölgeler şunlardı: Bul­gar, Rus, Çerkez, Harzem, Kıpçak toprakları ve civarı...

Cuci ile diğer iki kardeşi Çağatay ve Ugeday arasında gizli bir kin ve sürekli bir soğukluk vardı. Moğollar hicri 617 yılında Har­zem topraklarını işgal edince Cuci, beraberinde bulunan kuvvet­lerle birlikte Kıpçak bozkırlarına doğru yön tuttu. Ancak av, eğlen­ce, yağma, çapul ve civar bölgelere baskınlar düzenlemekle hep meşgul oldu. Bununla beraber düzenlediği bu sefer esnasında ki­misini barışla, kimisini de zor kullanarak bazı memleketleri ele ge­çirmeyi de başardı. Sonra babası onu geri çağırarak kendisiyle çok ilgilendi. O da kardeşlerine karşı sevgi gösterisinde bulunarak be­raberinde getirmiş bulunduğu değerli şeylerden onlara hediyeler sundu. Sonra babası onu, kendisine tahsis etmiş bulunduğu ülke­sinin başına gönderdi. Ne varki Cuci, ülkesinin merkezine ulaşır ulaşmaz hicri 624'te ve babasının ölümünden yaklaşık altı ay önce ecele yakalanarak öldü. Cuci putperest olan atalarının dini üzerin­deydi. Kıpçak'ların son derece ilkel ve kaba hayat tarzlarına rağ­men Cuci de tıpkı Kıpçak bozkırlarında yaşayanlar gibi hayat sü­rüyor ve bu yörelerde yaşayanlara karşı sempati besliyordu. Geri­ye sekiz erkek çocuk bıraktı. Adları şöyledir: Orda, Batu, Çoban, Baraka, Cem Tay, Berkcar ve Tokay Timur.

Zamanla torunlar birbirlerinden kopup ayrıldı iseler de ülke altıyüz yıldan daha uzun bir zaman boyu, Cuci hanedanının elin­de kaldı. Cuci torunlarının idaresi altındaki ülkelerden biri de hicri 1298'de Rusların ortadan kaldırdığı Kırım Krallığıdır. Çobanın soyundan gelenler ise önce Çobaniler adı altında daha sonra Öz­bek Han'a atfen Özbekler olarak tanındılar. Günümüzde Türkis­tan'da Maveraünnehir topraklarında Özbekistan adı altında bir Cumhuriyet bulunmaktadır. Görüldüğü üzere hala bu ismi taşı­maktadır. Bu ülke günümüzde Rus imparatorluğunun bir parçası­nı oluşturmaktadır. Bu gösteriyor ki Cuci'nin torunları Timur-lenk'in oğullarının elinden Maveraünnehir topraklarını daha son­raları almayı başardılar.

Cuci ölünce, Cengizhan Cuci'nin Orda ve Batı adlarındaki iki büyük oğlunu çağırarak onlara baş sağlığı diledi ve devleti idare etmek konusunda Batu'da gördüğü olgunluk ve yeterlilik sebebiy­le onu Kıpçak bozkurlarma han tayin etti. Aynı zamanda babası­nın Rusyaya karşı yapmak istediği savaş projesini de onayladı. On­dan sonra her iki kardeşten ülkelerine dönmelerini istedi. Orda ve Batu kardeşler ülkelerine döner dönmez Batu hemen savaş hazır­lıklarına girişti. Ancak bu sırada dedesi Cengiz han'm ölüm habe­rini aldı. Bunun üzerine Batu hem baş sağlığı dilemek hem de am­cası Ügeday'ı hanlık mevkiine geçirmek, ya da ülke idaresi konu­sunda incelemelerde bulunmak üzere Moğol ülkesine doğru yıla çıkarken küçük kardeşi Tokay Timur'a da kendisine vekaleten devlet işlerini yürütme görevini verdi.

Moğolların siyasi geleneklerinden biri de şudur: Bir sonraki han, bir öncekinin ölümünden sonra hemen gidip onun tahtında oturmazdı. Bilakis ölen devlet büyüğünün kişiliğine göre uygun bir sürenin geçmesi gerekirdi. Dolayısıyla Ügeday, idareyi bilfiil ele almadan iki yıl kadar bekledi. Bu müddet geçtikten sonra Cen-gizhan'ın oğullan,torunları ve hanedanın büyükleri bu maksatla toplandılar. Ügeday'ı en büyük hanlık tahtına oturtulduktan ve bu münasebetle tören yapıldıktan sonra Cengiz hanedanın hepsi Cengiz'in ölümünden sonra bu devlete isyan eden Çin prensleri­ne karşı savaşmak için harekete geçtiler. Ve bunlar giriştikleri bu savaştan dönünce Büyük Han Ügeday, kardeşi Cuci'nin ölmeden önce Ruslara ve Bulgarlara karşı planladığı savaşın yapılmasına karar verdi. Bu maksatla otuz bin kişilik bir ordu hazırlayarak emirve komutasını kardeşinin oğlu Batu'ya teslim etti. Aynı zamanda iki kardeşinin iki çocuğuyla birlikte oğlu Köyük'ü de onun yede­ğinde görevlendirdi. Sözleri edilen iki kardeşini iki çocuğu, Tu-luy'un oğlu Mengü ve Çağatay'ın oğlu Baydar idiler. Ordunun ge­nel komutası ise Cuci'nin oğlu Batu'nun elindeydi. Ordu önce Ba-tu'nun devlet merkezine hareket etti. Misafirlerini burada karşıla­dı. Sonra hicri 633 yılında savaş için son hazırlıklarını yaptı. Giriş­tiği savaşın sonunda Bulgar prensi İlham Han'ın teslim olması üzerine Bulgar topraklarını ülkesine kattı. Aynı zamanda İlham Han Ruslar'a karşı savaşmak üzere hicri 635'te ona katıldı. Ruslar dağınık vaziyette idiler. Dolayısıyla Moğollar üstün geldiler. Ve he­men hemen bütün Rus topraklarını ele geçirdiler.

Sonra dönüşte de hicri 637 yılında Harkuf a girdiler. Batu, bu savaştan sonra da amcası Tuluy'un oğlu Mengü'yü Kiev üzerine yolladı. Nitekim Mengü bu şehri de ele geçirdi. Batu, bir ordunun başında Başerabya, Eflak, Boğdan ve Bulgarya'ya girerek buraları perişan ettiler. Sonra Hırvatistan'a Bosna topraklarına ve Alban-ya [2] ya yürüyerek Nemsa (yani Avusturya) krallığının sınırlarına kadar ulaştı. Moğolların buralara kadar dalması karşısında Avrupa bir korku ve panik yaşadı.

Avrupalı hükümdarlar arasında en çok korkuya kapılan Al­manya imparatoru Frederic oldu. Vaktiyle Eyyubi hükümdarı EI-Melik'ul-Kamil ile antlaşma yaparak Kudüs'ü teslim alan da işte bu Frederic'ti. Nitekim Tatarların bu hücumuyla birlikte Avrupa halkı bir ara müslümanlara karşı Haçhlık kinini geçici olarak san­ki unutmuş gibi idiler. Tabii bu, Tatarlara karşı hazırlık içine girmiş olmaktan ileri geliyordu. Bu sıralarda Avrupalı hükümdarlar, va­tandaşlarının İngiltere sahillerine her yıl çıkmayı adet haline getir­miş oldukları av seyahatlerine o yıl çıkmamaları ve Haçlı seferleri­ne yeniden yönelmemeleri için çaba safrettüer. Çünkü Tatar istila­sına karşı içinde bulundukları şartlar onları diğer hedeflerinden alıkoyuyor ve artık meşgul ediyordu. Batu, bu seferi sırasında amcası Çağatay'ın oğlu Baydar'ı Almanların üzerine şevketti. İki or­du Muraffa'da karşılaştılar. Ancak Almanlar üstün geldi. Ve tatarlar yenilgiye uğradılar. Baydar'sa üzüntüsünden dayanamayarak Öl-dü.Tatar orduları yorgun düşmüştü. Tatarların hanı Ügeday da öl­dü. Dolayısıyla bütün bunlar Batu'nun Avrupa'da savaşı bırakma­sına neden oldu.

Babası Ügeday'n yerine hicri 644'te Köyük geçerek, onun ölü­münden bir yıl sonra da Tatarların en büyük Hanlık makamım tes­lim alması münasebetiyle büyük bir tören düzenledi. Dünyanın bütün hükümdarları bu törene katıldılar. Müslümanlar bile bu tö­rende bulundular.

Nitekim Bağdad'taki Abbasi halifesini temsilen Kadi'l-Kuzât (baş Kadı) Fahrüddin de katıldı. Eyyubileri temsil etmek üzere Su­riye'den Halep hükümdarı El-Melik'un-Nasır'ın kardeşi, Selçuklu­ları temsilen Konya'dan Emir Rüknüddin ve Türkistan, Maveraün-nehir ve Khafta ülkesinden, keza Hıristiyanlık dünyasından tem­silcilerle, Papa'mn temsilcisi de gelmişlerdi. Buna rağmen Batu, ayaklarmdaki rahatsızlığım bahane ederek bu törene katılmadı. Yerine kardeşi Baraka'yı gönderdi. Öyle anlaşılıyor ku bu tayinden razı değildi. Çünkü Köyük'ten yaşça daha büyüktü. Ruslara karşı giriştiği savaşlar sırasında Köyük onun emir ve komutası altında bulunmuştu. Bunun yanısıra kendini bu makama ondan daha çok layık görüyordu. Keza babası Cuci de Köyük'ün babası Üge-day'dan yaşça daha büyüktü. Bütün bunlara ek olarak zaten baba­larının arası da açıktı. Vaktiyle Köyük amcasıoğlu Batu'nun emrin­de Ruslara karşı girişilen savaşla meşgulken, Köyük'ün yerine ül­kesinin idaresini annesi Turakina yürütmüştü. Batu'nun bu törene katılmaması ise Köyük'ün üzerinde olumsuz bir etki bıraktı.

Nitekim bu etkinin belirtileri daha sonra meydana çıktı. Köyük adamlarından biri, ya da hıristiyan mürebbisi Kadak Han'ın etki­siyle hıristiyan olmuştu. Bu etkiyle de Moğol ülkesinde bir çok hı­ristiyan rahip ve keşişleri dağılmış bulunuyorlardı. Bunların hepsi Köyük'ü -müslümanları sevmese bile onlardan nefret etmeyen-amcazadesi Batu'ya karşı kışkırtıyorlardı. Çünkü bir zamanlar Ce-lalüddin Harzemşah'ın kızı Risale'nin etkisiyle olacak kendisinesığman bir grup müslümam bu Batu himaye etmişti. Risaleye ge­lince o, vaktiyle Tatarlara esir düşmüş, sonra Cengizhan'm oğlu Cuci onunla evlenmişti. Dolayısıyla Cuci'nin evinde Risale'nin et­kisi vardı. Nitekim Batu'yu , Baraka'yı ve Cuci'nin diğer çocukla­rını o yetiştirmişti.

Sonraları hıristiyan din adamlarının -Batu'yu azletmesi ve topraklarım elinden alması konusunda Köyük'ü kışkırtmalarının sonucu olarak- iki amcaoğlu arasına düşmanlık girdi. Köyük, Ba­tu'yu rahatsız etmek için ülkesinin sınırlarına bir askeri kuvvet şevketti ve Batu'nun valilerini yakalatıp yanma getirdi. Bu ordu Azerbaycan'a ulaşarak Batu'nun valilerinden, derhal Büyük Han'a gitmelerini istediler. Onların Büyük Han'a boyun eğmekten başka çareleri yoktu fakat durumu da Batu'ya bildirdiler. Batu'dan ise bu askeri birliğin derhal yakalanmasına dair bir cevap geldi. Bunun üzerine, Köyük'ün gönderdiği bu askerleri yakaladılar, gö­zaltına almış bulundukları valileri de ellerinden alarak serbest bı­raktılar. Aynı zamanda bu askeri birlik getirilip Batu'ya teslim edil­di. Batu ise başlarındaki komutanları idam etti.

Köyük bu olayı haber alınca fevkalade üzüldü ve Batu'ya kar­şı savaşmak üzere bir ordu hazırlayarak üzerine gönderdi. Fakat iki tarafın orduları henüz herhangi bir savaşta karşılaşmadan ön­ce Köyük Han hicri 647'de öldü. Ve ordusunda karışıklık çıktı. Bu­nun üzerine Batu ile temasa geçerek ona Köyük'ün ölüm haberini verdiler. Ve aslında Ruslara karşı savaşmak üzere yola çıkmış bu­lunduklarını, hedeflerinin Batu olmadığım bildirdiler. Hem sonra Tatar Hanlığı makamına öncelikle onun yakıştığını, zira Cengizha-nın torunlarının en büyüğü, en tecrübelisi ve en isabetli düşüneni olduğunu kendisine izah ettiler. Fakat o, bu teklifi reddetti. Ve ye­rine amcası Tuluy'un oğlu Mengü'yü aday gösterdi. Ancak onu hanlık tahtına geçirmekte iki yıl gecikti. Sonra onun bu makama geçmesini temin etmek üzere kardeşi Baraka'yı görevlendirdi. Ba-raka'dan bu emri yerine getirmesini ve karşı çıkanları da idam et­mesini istedi. Vakıa Köyük'ün oğulları bu karara karşı az çok di­renmiş, inat göstermişlerdi. Fakat buna rağmen Baraka, amcaza­desi Mengü'yü hanlık makamına nasbetti. Ve kardeşi Batu'nun yanına döndü. Böylece Moğol Hanlığı hicri 648 tarihinden itibaren Ügeday ailesinden Tuluy ailesine geçmiş oldu.

Cuci'nin oğlu Batu hicri 650 yılında öldü. Yerine oğlu Sartuk geçti. Sartuk büyük Han Mengü'nün yanında bulunuyordu. Men-gü onu ülkesinin başına tayin etti. Ve memleketine gönderdi. Fa­kat çok geçmeden Sartuk ölünce yerine amcası Cuci'nin oğlu Ba­raka geçti. Çünkü Batu'nun geriye kalan bütün oğulları, aynı za­manda Sartuk'un da oğulları henüz küçük yaşta idiler.

Hicri 653'te ise Moğol Hanlığını Kafkas bozkırlarında Ebul Me­ali Nâsiruddin Baraka Han üstlendi. Bu zat Cengizhan'm oğullan arasında ilk müslüman sayılmaktadır. Onun İslam'a girmesi ise kardeşi Batu'nun, onu Tuluy oğlu Mengü'yü büyük Moğol Hanlı­ğı tahtına oturtması için görevli olarak gönderdikten sonra dönü­şüne rastladı. Baraka Han, dönüşü sırasında uğradığı Buhara ken­tinde İslam alimlerinden birisiyle görüşürken İslam dinini kabul etti. Aynı zamanda diyebiliriz ki Baraka Han'ın zaten İslam dini hakkında Öteden beri bazı bilgileri vardı. Bu bilgileri, yaşadığı aile ortamından da almış olabilir. Çünkü yetiştiği evde Cuci'nin karısı olarak Celaleddin Harzemşah'm kızı da bulunmuştu.

Baraka Han bu seyahatin dönüşünde ülkesine müslüman ola­rak geldi. Dolayısıyla Moğolların başına geçtiği sırada Baraka Han müslümandı. Hükümdar olunca halkından bir çok kimseler de onunla birlikte İslam dinini kabul ettiler. Baraka Han bu münase­betle kendini Kur'an-ı Kerim'in, İslam Şeriatının ve dinin koruyu­cusu saydı. Aynı zamanda İslam devletinin merkezi olan Bağ-dad'taki Abbasi halifesi El-Müstasim'u Billah ile haberleşmeye başladı. Ona bey'atte bulunarak hediyeler yolladı. Halkı din konu­sunda eğitmeleri için İslam dünyasının bir çok merkezlerinden ül­kesine alimleri davet etti. Ve onlara gayet bol şekilde mal ve para­lar vererek mükafatlandırdı. Bu arada saray kentinin de inşaatını tamamladı. Bu kentin kurulmasına kardeşi Batu hicri 640'ta başla­mıştı. Kenti Baraka Han tamamladı. Tarihçiler bu kenti anlatmış ve güzelliğini uzun uzadıya dile getirmişlerdir. Ezcümle bu kentte uzun yıllar oturmuş, burada evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş bu­lunan İbni Arap Şah kent hakkında şunları kaydetmektedir:

"Tahtı dest saray, İslam mimariyle kurulmuş, cephelerden görünümü çarpıcı güzellikte olan bir şehirdir. Sultan Baraka -Al­lah ona rahmet eylesin- İslam dinini kabul edince bu kenti inşa etti. Ve burayı hükümdarlık merkezi haline getirdi. Bütün kent­lerden burayı seçti. Bu şehir konum bakımından şehirlerin en büyüğü ve nüfus bakımından da yine kentlerin en kalabalığıydı. Anlatıldığına göre bu şehrin ileri gelenlerinden birine ait bir kö­le efendisinden kaçarak işlek caddelerden uzak bir semtte kendi­ne bir dükkan açar. Ve ekmeğini buradan kazanmaya çalışır. Bu durum yaklaşık on yıl kadar sürer. Ancak efendisi bu süre içinde ne ona rastlar ne onunla bir daha karşılaşır, ne de onu görür. Ta­bii bu da şehrin ne kadar büyük olduğundan ve nüfusunun da ne kadar çok kalabalık olduğundandır. Şehir İtil Irmağından ayrılan bir kol üzerinde bulunmaktadır. Bütün gezginler, tarihçiler ve su araştırmacıları yeryüzünde cereyan eden tatlı ve verimli sular arasında bundan daha büyük bir nehir bulunmadığına dair bir­leşmektedirler."

İbni Arap Şah ayrıca şunları söylüyor:

"Baraka Han İslam diniyle müşerref olduktan ve Dest Kenti­nin etrafında yüce İslam dininin bayraklarını dalgalandırdıktan sonra halkı, mensup oldukları dinin prensipleri hakkında bilgi­lendirmek, tevhid yolunda onları aydınlatmak ve gönüllerinde imanı yerleştirmek için çeşitli yerlerden alimleri ve uzak memle­ketlerden şeyhleri davet etti. Bu konudaki rağbetler için masraf­lar yaptı. Gelen heyetlere hediyelerden denizler akıttı. İlme ve alimlere karşı saygınlığı yerleştirdi. Allah'ın ve Peygamberlerin sembollerini yüceltti. O dönemde gerek Baraka Han'ın, gerek Öz­bek Hanın gerekse ondan sonra Cani Bey Hanın yanında büyük alimlerden Mevlana Kutbuddin El-Allame Er-Razi, Şeyh Sadud-din Teftazani, El-Hacibiye Kitabının Sarihi Şeyh Celaluddin ve hem Hanefi hem Şafii ulemasından daha bir çok faziletli bilgin­ler bulunuyorlardı. Bu zevattan sonra Mevlana Hafizuddin EI-Bezzazi ve Mevlana Ahmed EI-Hacendi -Allah'ın rahmeti üzerleri­ne olsun- bulundular. Dolayısıyla işte bu büyük insanlar vasıta­sıyla Saray kenti bir ilim merkezi ve bir mutluluk kaynağı oldu.

Bu şehirde alimlerden, faziletli şahsiyetlerden, ediplerden ve hoş sohbet nüktedan zevattan bir çok kimseler, fazilet sahibi asil ve güzel hasletlerle tanınan bir çok zevat, hiç bir memlekette ne Mı­sır'da ne da başka yerde bir araya gelemeyecekleri çok kısa bir süre içerisinde bu şehirde mevcud bulundular. [3]

İbnu Fazlillah El-Ömer'i de şunları kaydetmektedir:

"Büyük şahsiyet, Şucaüddin Abdurrahman El-Harzemi Et-Tercüman bana şunları anlattı: Saray kentini, İtil [4] ırmağının ke­narında Baraka Han inşa etmiştir. Burası toprağı ham bir arazi olup etrafında sur bulunmamaktadır. Hükümdarın oturduğu semtte ise büyük bir saray vardır. Sarayın zirvesinde ise Mısır Öl­çüsüyle iki kantar ağırlığında altından bir hilal bulunmaktadır. Sarayı bir surt bir çok burçlar ve devletin ileri gelenlerine ait mes­kenler kuşatmaktadır. Kış mevsimini de bu sarayda geçirirler. Bu ırmak Niî'in üç katı, hatta daha da büyüklüktedir. Üzerinde bü­yük gemiler seyretmekte ve bu gemilerle Rusya'ya ve Slav ülkesi­ne yolculuk yapılmaktadır. İşbu şehir, yani saray, kenti içinde çarşılar, hamamlar, bağış ve yardımlara mahsus teşkilat merkez­leri bulunmaktadır. Şehrin ortasında bu nehirden beslenen bü­yük bir havuz vardır. Bu havuzun suyu temizlik için kullanılmak­tadır. İçme suyuna gelince bu nehirden temin edilmektedir. Top­raktan imal edilmiş testilerle nehirden su alınmakta ve arabala­ra yüklenerek şehre getirilip satılmaktadır. [5]

Ünlü gezgin İbni Batuta da bu şehri ziyaret etmiş ve Seyahat­namesinde şehir hakkında şunları kaydetmiştir:

"Saray kenti en güzel şehirlerden biridir. Gayet büyüktür. Düzlük bir arizededir. Kalabalık bir nüfusu var. Çarşıları gayet gü­zel. Caddeleri ise geniştir. Bir gün şehrin büyükleriyle birlikte bin­dik. Maksadımız şehri gezmek ve büyüklüğü hakkında bilgi edinmekti. Konakladığımız yer şehrin bir uçundaydı. Sabahleyin bu­radan bindik. Güneş tam tepemize geldiği sırada ancak şehrin öbür ucuna varabildik. Burada mola vererek öğle namazını kıldık ve yemek yedik. Dönüşte de ancak güneş battığı sırada konakla­dığımız yere ulaşabildik. Başka bir günde şehri enlemesine yürü­dük. Bir günün yarısı kadar bir zaman içinde ancak gidip dönebil-dik.Şehir o kadar yoğun idi ki aralarında hiç bir harabe ve ekili arazi bulunmayan bitişik binalar boyunca bu geziyi yaptık. Şehir­de cuma namazının kılındığı on üç tane cami bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi Şafiilere aittir. Bunlardan başkaca bir çok küçük mescit de bulunmaktadır. Bu şehirde çeşitli kökenlere ve kültürlere mensup kitleler yaşamaktadır. Bunların bir kısmı Mo-ğoldur. Bunlar yerli halktır. Ve devlet adamlarıdır. Bunların bazı­ları müslümandır. Keza, bu şehirde Lezgiler de yaşamaktadırlar. Bunlar da müslümandır. Şehirde yaşayanların diğer bir kısmı da Kıpçak, Çerkez, Rus ve Rumdurlar. Bunlar ise hır istivan dır. Bu kit­lelerin herbiri ayrı bir semtte otururlar. Ve bu semtlerin herbirine ait çarşı ve pazarlar vardır. Hicaz ve Acem Irak'ından, Mısır'dan, Şam'dan ve başka ülkelerden gelen tacirler ve yolcular başka bir semtte otururlar. Tüccarların mal güvenliğinin temini için bu semtin etrafı bir surla çevrilmiştir. Aynı zamanda sultanın {Altun taş) adını taşıyan sarayı da burada bulunmaktadır."

Baraka Han saltanat makamını teslim alır almaz onunla am­cası Tuluyun oğlu Hülagu arasında anlaşmazlık çıktı. Bunun esas sebebi de Baraka Han'ın müslüman olmasından, aynı zamanda İslam devlet merkezi olan Bağdad'taki Abbasi halifesi El-Müsta-sim'u Billah ile dost bulunmasından keza, müslümanları koruma­ya çalışmasından kaynaklanıyordu. Buna mukabil Hülagu putpe­restti. Ve mü slü m ani arın azılı bir düşmanıydı.

Mengü, Batu'nun çabalarıyla Moğol imparatoru seçilince Hü­lagu bu kardeşi Mengü'yü, Abbasi halifesinin egemen olduğu top­rakları istila etmeye, Bağdad'ı ele geçirmeye ve (Kazvin ile Cebel bölgelerinde tecavüzleri bir hayli artmış bulunan Afyoncu dinsiz) İsmaili çetelerini ortadan kaldırmaya özendirdi. Nitekim Hüla-gu'nun ülkesinden heyetler giderek büyük Moğol Hanından buralara savaş ilan etmesini istediler. Bunun üzerine Mengü Han kar­deşi Hülagü'nun düşüncesiyle ikna oldu. Ve halifenin topraklarına girmek üzere bir ordu hazırlayarak batı yönüne doğru şevketti. Ba­raka Han bu olayı haber alınca çok tedirgin oldu. Ve bu emri geri alması için kardeşi Batu Handan aracı olmasını olmasını istedi. Ve ona şöyle hitap etti:

"Mengü Han'ı imparatorluk tahtına esasen biz oturttuk. Mengü ise bundan dolayı bizi mükafatlandırmak şöyle dursun. Dostlarımıza kötülük yapmakla bize bize karşılık verdi. Şimdi de aramızdaki anlaşmayı bozuyor. Zimmetimize almış bulunduğu­muz emanete hıyanet ediyor. Ve halifenin topraklarına saldırıda bulunuyor. Halbuki halife benim dosttumdur. Benimle onun arasında bir takım yazışmalar antlaşmalar ve sevgi bağları var­dır. Bunları çiğnemek ise apaçık bir kabahat ve rezalettir."

Baraka Han bunlardan başkaca da kardeşi Batu nezdinde Hü-lagu'yu telin ve protesto etti.

Bunun üzerine Batu Hülagu'ya elçi göndederek onu bu kara­rından vazgeçirmeye çalıştı.Ve imparator olarak emrini çiğneme­mesi için uyardı. Batu'nun elçileri bu emri Maveraünnehir kentle­rinden Ceyhun'da bulunan Hülagu'ya -henüz ordusuyla harekete geçmeden önce- ulaştırdılar. Nitekim Hülagu da bu emri çiğne­medi. Ve impatorun emrine bağlılık nişanesi olarak iki yıl kadar bulunduğu yerde kaldı. Ta ki Batu ölünceye kadar [6] Sartuk Han iş, başına gelince Hülagu Mengü'ye haber yollayarak Batı'ya doğru harekete geçmek için artık izin vermesi ve vaktiyle vermiş olduğu emri yeniden imzalaması için izin istedi. Nitekim Mengü Hüla­gu'ya izin verdi. Bunun üzerine Hülagu Afyoncuların üzerine yü­rüyerek onların kalelerini ele geçirdi. Onları darmadağın etti. Ve oradan da Bağdad üzerine yürüdü.

Baraka Han bu sıralarda saltanat tahtını teslim almış bulunu­yordu. Kuvvet kullanarak Hülagü'nun Bağdad üzerine yürümesineengel olmak istedi. Fakat askerleri onun Hülagu'ya karşı savaşma­sı halinde emirlerine uymayabilirlerdi. Bundan endişeliydi. Çün­kü onların birbirleriyle savaşmaları, Moğolların büyük Hanı Men-gü'nün emirlerine karşı gelmek demekti. Zira Hülagu'yu Mengü sevketmişti. Sorunun bir yanı buydu.

Diğer yandan ise onların birbirleriyle savaşması Moğolların çoğunun henüz ruhlarında etkisi ve saygınlığı bulunan Cengiz Han'ın 'Yasa'" denilen kanunlarına aykırıydı. Çünkü Moğollar he­nüz putperest idiler. Aralarında müslüman olanların sayısı ise he­nüz çok azdı. Dolayısıyla Baraka Han onlardan İslam topraklarını ve halifeyi savunma isteğinde bulunamazdı. Bu nedenle Baraka Han amcazadesi Hülagu'yu taktik olarak rahatsız etmeye ona kar­şı taciz hareketlerinde bulunmaya çalıştı. Maksadı onu tahrik et­mek ve suçlu duruma düşürmekti.

İşte ancak bu takdirde Baraka Hanın ordusu Hülagu'ya karşı durabilir ve çarpışabilirdi. Baraka Han bir bahane olarak amcaza­desi Hülagu'dan Tebriz ve Marağa kentlerini istedi. Esasen buralar Baraka Hanın topraklarından birer parça idi. Buraya sonradan Hülagunun orduları tecavüz etmiş bulunuyorlardı. Bu sebeple de Baraka Han Hülagu'yu topraklarına saldırmış ve sınırlarını çiğne­miş saydı. Buna ilaveten, Hülagu'dan savaşlarda elde ettiği gani­metlerin bir kısmını da istedi. Nitekim elde edilen ganimetlerin bir kısmını vaktiyle Batu'ya sunmak Moğolların bir geleneği idi. Çünkü ele geçirdikleri ganimetlerin bir kısmını Moğolların büyük hanına bir kısmını da Cengizhan ailesinin en büyük ferdi olması hasebiyle Batu Han'a sunarlardı. Barakan Han bu isteğinde ısrar etti. Ancak bu esnada Hülagu Bağdada girmiş halifeyi öldürmüş, başkentini ateşe vermiş ve şehri yerle bir ederek halkını kılıçtan geçirmiş bulunuyordu.

Esasen Hülagu tarafından elçilerinin öldürülmesiyle Baraka Hanın büsbütün öfkesi arttı. Bu sırada Hülagu da Baraka Hanın ülkesi üzerine yöneldi ve iki tarafın orduları karşılaştılar. Ancak sa­vaşın sonunda Baraka Hanın ordusu üstünlüğü elde etti. Hülagu­nun ordusu ise büyük bir kısımım savaş alanında yitirdikten son­ra perişan oldu. Nitekim Hülagunun askerleri Ker nehrinin öbürkıyısına kaçmcaya kadar savaş iki taraf arasında bir türlü dinmedi. Bu olay hicri 660 yılına cereyan etti. Aslında Bağdad hicri 656'da Hülagunun eline düşmeden önce de bu iki taraf arasında bir ta­kım savaşlar cereyan etmiş bulunuyordu.

Hicri 660 yılı zilhicce ayında Hülagu ordusunun başkomutanı Tabay Noyan, Baraka Hanın Nogay komutasındaki ordusuna bir hücum düzenledi ve Nogay yenildi. Hülagu ise, ordusunun imda­dına bu zaferden sonra bir takviye güç daha gönderdi. Komutan­ların çoğu ve Hülagu'nun oğlu Abaka da bu takviye birliğinin için­de bulunuyorlardı. Bunlar Derbend (Babül Ebvab) denilen mevki­de Baraka Han'ın ordusuna saldırdılar. Ve onları hicri 661 yılı Mu­harrem ayında mevzilendikleri yerlerden püskürttüler. Safer ayı­nın ilk günlerinde de Hülagu'nun askerleri düşmanlarını kovala­dılar. Ancak bu kez de Baraka Han büyük bir ordunun başında Türk nehrini geçerek Hülagu'nun askerlerine karşı çarpıştı. Hüla­gu'nun ordusu bu savaşta yenilerek askerlerinden sağ kalanlar Hülagu'nun oğlu Abaka'nm emri altında gerisin geri kaçtılar.

Baraka Han'ın esasen işi sadece Hülagu'ya karşı savaşmakla sınırlı değildi. Bilakis o, bundan çok daha kapsamlı çok daha bü­yük bir iş başarmak istiyordu Baraka Han aslında Mengü'nün li­derliğindeki putperest Moğol devletini, bu devletin başındaki sü­lalenin fertlerini birbirinden koparmak ve aralarını bozmak sure­tiyle ortadan kaldırmayı, ondan sonra da bu devlete hakim olup Moğollar arasında İslamı yaymayı amaçlıyordu.

Hülagu, dört yüz bin askerden oluşan ordusunu hazırlayıp Su­riye'ye doğru hareket edince, (ki bu seferden maksadı Önce Suriye topraklarına girmek daha sonra da Mısır'a saldırmaktı.) Nitekim Suriye topraklarına girmeyi başardı. Bu esnada ise Khata ülkesinin lideri, Mengü Han'a başkaldırdı. Mengü de onu cezalandırmak için beraberine kardeşi Kubilay'ı da alarak üzerine yürüdü. Yerine ise küçük kardeşi Artuk Boğa'yı bırakmıştı. îşte bu sefer sırasında Mengü han öldü. Ordu ve devletin ileri gelenleri Mengü'nün yeri­ne kardeşi Kubilay'ı geçirmek istediler. Baraka Han da bu fırsattan istifade ederek Ugeday'ın oğlu Kaşin'in oğlu Gido'yu bir kuvvetin başında Artuk Boğa ile görüşmek üzere yolladı. Ve onun vasıtasıyla hanlık makamının Kubilay'm değil, öncelikle onun hakkı oldu­ğuna dair Artuk Boğa'yı ikna etmeye çalışarak elçisi aracılığıyla ona şunları söyledi. Mengü Han bu makama seni layık görüp seç­miş. Ve yerine seni tayin etmiş bulunmaktadır. Baraka Han bu tak­tiği kullanarak Artuk Boğa'nın hakkını araması için onu tahrik et­ti. Ve eğer bu hakkının peşine düşecek olursa onu bir kuvvetle des­tekleme imkanımda vereceğini söyledi.

Bunun üzerine Artuk Boğa Kubilay'a karşı kendi propaganda­sını yapmaya başladı ve halkın kendisini seçmesini istedi. Berabe­rinde bulunan ordu da ona bu isteğinde muvafakatta bulundu. Kubilay bu haberi alınca beraberinde bulunan kuvvetlerle birlikte tekrar geri dönerek Artuk ve komutasındaki orduyla karşılaştı.

Hicri 658 yılında bu iki ordu arasında savaş başladı ve yıllarca da sürdü, Hülagu bu esnada Suriye'de bulunuyordu. Moğol ülke­sinin merkezinde cereyan eden bu hadiseleri duyunca ordusunu, {sonraları Memluklar karşısında Ayncalut mevkiinde yenilerek öl­dürülen) Ketboğa'nın emrine terkedip Moğolistana döndü. Ve Moğol devletinin merkezi olan Karakurum üzerinde yürüdü. Bu­raya ulaşarak şehri kuşattı. Fakat bir şey başaramadı. Sadece Üge-day'ın oğullarını, Moğol Hanına bağlılık göstermeye, onları teşvik ederek ve sevgi gösterisinde bulunarak başardı. Ondan sonra kar­deşler arasındaki kavga da sona erdi. Ve Kubilay Hanlık tahtına oturdu. Ancak bu durum Hülagu'yu memnun etmedi. Çünkü Mo­ğol hanedanı arasına anlaşmazlık sokan ve Ügeday'm çocukları­nın hana karşı başkaldırmaları için onları tahrik eden amcası oğlu Baraka Han'a karşı kin besliyordu. Onun bu kinini arttıran sebep­lerden biri de ordusunun Ayncalut mevkiinde Memluklara yenil­diği ve komutanı Ketboğa'nın öldürüldüğü haberini alması oldu. Bu nedenle Hülagu, tekrar geri dönüp Baraka Han'la savaşmayı ve ani bir baskınla Memluklardan öc almayı kararlaştırdı.

Sonra Hülagu ülkesine döndü. Ancak bir de neyle karşılaşsın. Baraka Hanın elçileri gelmiş ondan savaşları esnasında yağmalan­mış olduğu mallardan paylarına düşen miktarı ya da Cengiz-han'ın kurallarına göre savaşlardan elde ettiği ganimetlerin üçte birini istiyorlardı. Aynı zamanda bu elçiler isteklerinde ısrarlı davrandılar. Hülagu bu tutum karşısında son derece öfkelendi. Sinir­leri taştı. Ve Baraka'nm elçilerini öldürdü. Peşinden de hemen Ba­raka Hanın üzerine yürümeye başladı. -Daha önce de bahsettiği­miz gibi- hicri 660 yılının sonlarıyla, 661 yılının başlarında taraflar arasında savaşlar cereyan etti ve bu savaşlar Hülagu ordularının bozguna uğraması ve oğlunun öldürülmesiyle de sona erdi.

Mengü, kardeşi Hülagu'yu batı yönüne sevkettiği zaman onunla birlikte, amcaları Cuci Çağatay ve Ügeday'm oğullarından oluşan hanedan mensuplarını da yollamıştı. Aynı zamanda Hüla-gu'yla beraber, kuzey Moğollarından Baraka Han'ın bir kısım as­kerleri de vardı. Baraka Han'la Hülagu arasında anlaşmazlık çı­kınca Baraka Han, Hülagu'nun birlikleri arasında bulunan asker­lerinden, derhal Hülagu'nun ordusunu terketmelerini ve kendisi­ne katılmalarını istedi. Ancak askerler bunu başaramadılar. Bara­ka Han bu kez de onlara ikinci bir çağrıda bulunarak Suriye'ye kaçmalarını emretti.

Hülagu daha önce Bağdad'ı istila etmiş. Suriye topraklarına girmiş ve nihayet kardeşi Mengü'nün ölümü üzerine Moğollar için yapılacak Büyük Han seçimine katılmak üzere ülkesine dönmüş­tü. Döndükten sonra orduları hicri 658 yılında Suriye toprakların­da Memluklar tarafından yenilgiye uğratılmış. Ordusunun başın­daki Komutan Ketboğa da öldürülmüştü. Sonra Hülagu'yla amca-sıoğlu Baraka Han arasında savaş çıktı. İşte bu esnada, Hüla­gu'nun ordusu içinde bulunan Baraka Han'ın kuvvetleri, onun saflarını terkederek Suriye'ye kaçtılar. Bu kuvvetler hicri 660 yılın­da Dımışk'ta parlak bir törenle karşılandılar.

Keza, bu hararetli karşılama Mısır'da da yapıldı. Bizzat Sultan Ez-Zahir Baybars bu askerleri karşıladı. Sayıları ise iki yüz kişi ka­dar idi. Bunlar Hülagu'nun kışlasından firar etmeyi başarmışlardı. Memluk Sultanının bizzat kendisi bu askerleri ziyadesiyle ağırladı. Hülagu'nun ordusu bu olayı haber alınca bu kez Hülagu kuvvetle­rinden grup grup askerler firar ederek Mısır'a kaçmaya başladılar. Sultan da bunları oldukça güzel şekilde ağırlıyordu. Bu firar olay­ları üç kez tekerrür etti. Sonra Memluk Sultanı gelen bu Moğol as­kerlerine müslüman olmaları teklifinde bulundu. Onlar da bunukabul edip İslam'a girdiler. Ve bu kez Moğollara düşman oldular. Bütün bu hadiseler cereyan ederken Baraka Han ile amcası oğlu Hülagu arasında savaşlar devam edip duruyordu.

Baraka Han'la amcasıoğlu Hülagu'nun arasında düşmanlık ateşini tutuşturan sebep belki de Memluk Sultanı Zahir Bay-bars'ın Baraka'ya gönderdiği mesajlar ve elçiler oldu. İkisinden hangisinin diğerine ilk defa mesaj yolladığı hakkında ise tarihçi­lerden bazısının görüşü diğerlerinkinden farklıdır. (Nitekim kimi­sine göre) : Baybars, Baraka Han'ın, İslam'a girdiğini haber alınca müslümanlarla savaşan ve onları perişan eden amcasıoğlu Hüla-gu'ya karşı tavır koyması için ona yazı gönderdi. Bu mesajında: (Davayı savunmak ve ona sahip olmak konusunda) kan bağının hiç bir etkisi bulunmadığını nitekim Hz. Peygamber, Kureyş halkı­nın en faziletli çocuklarından biri olduğu halde ona karşı dahi mü­cadele ettiklerini Hülagu'nun da , esasen hıristiyan olan karısının yanında fanatik bir tavır takınmış bulunduğunu, Binaenaleyh müslümanları katletmek için onu kışkırtanın bizzat karısı olduğu­nu ifade ediyordu.

İşte bu mesajlar, Baraka Han ile Hülagu arasındaki uçurumu gittikçe büyüttü. Hülagu, ülkesiyle Baraka Han'ın toprakları ara­sında sınır teşkil eden Ker Nehrini geçince, Baraka'nm orduları ona karşı durdu. Ve olan oldu... Keza Maraga ve Tebriz kentleri Ba­raka Han'a aitti. Hülagu bu savaşta kaydettiği ilerleme sayesinde ancak buralara girebildi. Bu nedenledir ki Baraka Han, bu iki ken­ti sürekli onlara geri isteyip durdu.

Hülagu'nun, Baraka Han karşısında yenilgiye uğraması, as­kerlerinden bir kısmının, firar ederek Suriye ve Mısır'a -diğer bir düşmanı olan Zahir Baybars'm yanına- kaçmaları ve bunların İs­lam'a girmeleriyle Hülagu, üzüntüsünden bunalıma girdi. Ve hic­ri 663 yılı Rabiülevvel ayının dokuzuncu günü öldü. Bazı tarihçiler onun, İslama karşı beslediği düşmanlığın, hayatının sonlarına doğru hafiflediğini, hatta bazı eğitimci müslümanlara, oğlu Taku-dar'i yetiştirmeleri için görev bile verdiğini, nitekim Takudar'm müslüman olmasına, bu gayretlerin sebep olduğunu kaydetmek­tedirler.

Hülagu ölünce -tanınmış Şii- Rafizi Devlet adamı Nusayrüd-din Et-Tusi'nin çabaları sayesinde yerine büyük oğlu Abaka Han geçti. Abaka Han'm bütün kaygısı, Baraka Han'dı. Onun için üze­rine yürüdü. Ancak Baraka Han da ona karşı komutanı Nogay'ı şevketti. Nogay Abaka'yı müthiş bir bozguna uğratmayı başardı. Fakat Abaka'mn pençesinden kurtulamadı. Abaka Nogay'm üze­rine ikinci kez yürüdü. Nogay bu savaşta bir okla isabet alarak göz­lerinden birini kaybetti. Ve yenilmiş olarak döndü.

Baraka Han, komutanı Cengiz Han oğlu, Moğoloğlu, Tatar oğ­lu Nogay'm uğradığı yenilgiyi haber alınca bu sefer kendisi hare­kete geçti. Çünkü bu komutan, Nogay'ı birlikte İslam'ı kabul ettiği ve cesareti yüzünden çok seviyor ona saygı gösteriyordu. Ne var ki Baraka ulaşıncaya kadar Abaka, Ker nehri üzerindeki köprüleri yıkmıştı. Onun için Abaka'mn bulunduğu öbür kıyıya geçemedi. Nehri geçebilmek için bu sefer de Tiflis yönüne hareket etti. Fakat 665'te ölüm onu y akalayı verdi.

Baraka Han'ın erkek çocuğu yoktu. Onun için yerine, Cengiz Han oğlu, Cuci oğlu, Batu oğlu, Doğan oğlu, Mengü Timur geçti. Ve onunla Hülagu'nun oğlu Abaka arasında bir takım savaşlar çık­tı. Ancak Abaka ona karşı büyük bir zafer kazandı.

Bu arada Mengü Timur'la Konstantiniye hükümdarının arala­rı da açıldı. Bunun üzerine Mengü Timur Konstantiniye üzerine bir ordu şevketti. Bu askerler Bizans topraklarında rezalet çıkardı­lar. Ve kayıp vermeden tekrar döndüler. Çünkü bölgenin hüküm­darları arasında elçi trafiği hızlanmış ve sonunda Konstantiniye hükümdarlarıyla Sultan Baybars arasında barış akdedilmişti. Bi­zans imparatoru bu barışın, (evlilik bağıyla) akrabası olan Hüla-gü'nün oğlu Abaka'yı da kapsamasını istiyordu. Fakat Zahir Bay­bars bu teklin red ve Mengütimur'a Abaka'ya karşı savaşa teşvik etti.

Mengütimur, hicri 679 yılında öldü. Yerine ise Batu oğlu, Do­ğan oğlu Tedan Mengü geçti. Bu sıralarda Ügeday oğlu, Kaşinoğ-lu Gido Han ile Çağatay Han'ın torunu Brak Han arasında bir sa­vaş cereyan etti ve Brak Han'ın zaferiyle sonuçlandı. Bu netice ,zaten zalimin biri olan Brak Han'ın zulmünde daha da ileri gitme­sine vesile oldu. Bu olaydan sonra bu kez de Mengütimur ile Brak Han arasında savaş patlak verdi. Mengütimur, ordusunun başın­da amcası Brak Han'a karşı üstünlük elde etti. Daha sonra bu üç Han yani Mengütimur, Brak Han ve Gido Han bir araya geldiler. Brak Han gelirlerinin yetersizliğinden şikayette bulundu. Bunun üzerine onun bu amcazadeleri kendisini Abaka Han'ın toprakları­nı ele geçirmesi için kışkırtmaya çalıştılar. Dolayısıyla taraflar ara­sında bir sürü savaşlar cereyan etti.

Bir ara Mansur Klavun ile Tedan Mengü arasına mektuplaş­malar oldu. Bu iletişim bir meyvesi olarak Tedan Mengü îslam di­nine girdiğini ve ülkesinde İslam şeriatını uygulamak istediğini açıkladı. Ancak bir süre sonra siyasetten soğuyarak alimlerle haşir neşir olmaya başladı. Dolayısıyla 686'da amcazadesi Telabga le­hinde tahtından feragatte bulundu.

Başa geçen Telabga kuzeydeki milletlere karşı bir sefer düzen­ledi. Beraberinde Prens Nogay da vardı. Karlı ve şiddetli bir kış mevsiminde bu toplumlar üzerine baskın düzenledi. Öyle çetin ve elverişsiz bir yolda ilerlemeye çalışıyordu ki bu kötü yol şartları yüzünden askerlerinden ancak çok az bir kısmı sağ kalabildiler. Geriye kalanlar ise şiddetli soğuğun tesiriyle hep telef olup öldü­ler. Nogay ise öyle bir güzergah takip etti ki beraberinde bulunan­lardan hiç biri kayba uğramadı. Bu yüzden Telabga, Nogay'in bu yolu izlemekte kendisine karşı kötü bir niyet beslemediği hissine kapılarak ondan intikam almak istedi. Nogay da Telebga'nm bu niyetini öğrendi. Ondan daha hızlı davranarak tehlikesinden kur­tuldu ve yerine kardeşi Tokaday'ı geçirdi. Bu hadisenin cereyan et­tiği yıl ise hicri 690'dır.

Bu esnada Mısır Memlukları, Haçlılara karşı savaşmak ve Suri­ye'deki son kalıntılarını ortadan kaldırmakla meşgul idiler. Nite­kim bunu da başardılar. Zira onların Akka'daki son çetelerini hicri 690 yılında, Arvad adasmdakilerini de hicri 702 'de tamamen çı­kardılar. Ondan sonra da Kıbrıs ve Rodos adalarında onları kova­lamaya başladılar. Memluklar'm Haçlılara karşı giriştikleri bu mü­cadelelerle meşgul olmaları, onlarla Hülagu'nun kurmuş bulunduğu Moğol İlhanlı Devleti arasında uzun zamandır devam eden savaşların hızını kesti. Hatta bu savaşlar tamamen durdu. Bu da, Moğollar'la müslümanlar arasındaki savaşların dinmesinden son­ra, onlara (artık düşünerek kendilerine gelme imkanını) ve İslama girme fırsatını verdi. Ne var ki bu kez de müslüman olmayan diğer soydaşlarının onlara karşı baskıları şiddetlendi. Çünkü bunlar, her ne kadar İslam'a girmiş bulunuyor idiyseler de diğer (putperest) Moğollar bunlara hala sırf Moğol olarak bakıyor (ve değerlendir­melerini bu açıdan yapıyor)lardı.[7]

Bir ara Toktay ile Nogay1 in arası bozulmuştu. Aralarında savaş patladı. Ve Nogay öldürüldü. Böylece ortalık Toktay'ın lehinde ya­tışmış oldu. Toktay (bu ortamdan istifade ederek) bu kez de İlhan­lı Devleti'nin hükümdarı Gazan'ı Marağa ile Azerbaycan bölgeleri­ni kendisine teslim etmediği takdirde üzerine savaş açacağına da­ir tehditlerde bulundu. Gazan ise bu isteği reddetti. Bunun üzeri­ne Toktay Irak'a sefer düzenledi. Ne varki Gazan Suriye'de yenilgi­ye uğramış, ordusunun komutanı da Şakhab meydan savaşında öldürülmüştü. Gazan da çok geçmeden Öldü.

Toktay, bu arada Maveraünnehir Sultam Esenboğa ile de sa­vaştı. Ve onu yendi.

Hicri 712'de ölen Toktay'ın yerine kardeşi Tuğrulca'nm oğlu Gıyasüddin Muhammed Özbek geçti. Tuğrulca da bizzat Toktay tarafından öldürülenlerden biriydi. Ve kardeşiydi. Sonra Çağatay sülalesinden Yisur, Horasan'a doğru ilerledi. Ve bölgeye girdi. Bu­ranın bir kısmına zaten hükmediyordu. Mazenderan'a kadar ulaş­tı. Muhammed Özbek'i de diğer taraftan İlhanlı Devletinin üzeri­ne şevketti. Buna mukabil İlhanlı Devleti'nin Hanı Ebu Said de Muhammed Özbek'in ülkesi üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu Ker Nehri'nin, kıyılarına kadar ulaştı. Ancak bozguna uğradı. Bu­nun üzerine Ebu Said bizzat kendisi bir kuvvetin başına geçerekburaya sefere çıkarken bir orduyu da Çoban'm komutasında Yi-sur'un üzerine yolladı. Cereyan eden savaşta Çoban hasmını yen­meyi başardı. Yisur'un kuvvetleri ise geri çekildi. Sonra Ebu Said bulunduğu yerde Çoban'ı yardıma çağırdı. Ve Muhammed Öz­bek'in bulunduğu yere doğru harekete geçtiler. Ancak Ebu Said'le Çoban, ona ait herhangi bir askere rastlamadılar. Çünkü Özbek'in askerleri Yisur'un yenildiğini haber alır almaz savaş meydanını terkedip gitmişlerdi. Bu nedenle Ebu Said'le Çoban, Isbahan'a dö­nüp Yisur ve Özbek'le gizlice temas kurmuş bulunan devlet adamlarını yakalayarak onları ağır bir şekilde cezalandırdılar. On­lardan bazıları ise kaçıp Özbek'e katılmış, onu Ebu Said'e karşı kışkırtıyorlardı. Aynı zamanda Özbek, Memluk sultanı Klavunoğ-lu Nasır Muhammed'le haberleşerek, Ebu Said'e karşı yapmayı planladığı savaş için ondan destek istiyordu. Ancak Nasır Klavun, Özbek'e mazeret beyan ederek, kendisine yardımcı olamayacağı için kusura bakmamasını rica etti. Çünkü bu sırada barış için Ebu Said ile Klavun arasında mesajlar teati ediliyordu. Ve nitekim ba­rış da yapıldı. Gerek Ebu Said, gerekse Özbek birbirlerine karşı sa­vaşmak için hazırlığa giriştikleri halde aralarında olay çıkmadı. Hatta Özbek, Ebu Said'e karşı mücadele etmek için 721'de Mave-raünnehir hükümdarı Kik ile ittifak bile yapmıştı. Ancak Özbek tam bu sırada öldü.

Hicri 722 yılında Özbek ölünce yerine oğlu Mahmut Cani Bey Celalüddin Ebu Muzaffer geçti. Cani Bey Azerbaycan'ı Çoban oğ­lu, Timurtaş oğlu El-Melikul Eşraftan almış, bu bölgenin başına oğlu Muhammed Berdi Bey'i nasbetmiş bulunuyordu. Mahmut Cani de hicri 758'de öldü. Ve yerine oğlu Muhammed Berdi Bey geçti. Bu adam çok zalim bir kimse idi. Sırf idarenin, tamamen eli­ne geçmesi ve ülkeyi tek başına yönetebilmesi için bir çok akraba­sını öldürdü. Ruslar'a çok ağır vergiler yükledi. Onların cizyelerini arttırdı. Ancak dönemi çok uzun sürmedi. Çünkü 762'de öldü.

Bu gelişmelerin ardından anarşi yaygın hale geldi. Kuzey Mo­ğol devletinde Berdi Bey'in ölümünden sonra parçalanmalar baş gösterdi. Çünkü onun yerine geçen oğlu Toktamış henüz yaşça küçüktü. Bundan istifade eden Hacı Çerkez, Hacı Tarhan Emirliei'ne ait İstrahan bölgesinde bağımsızlığını ilan etti. Keza, Mamay da Kırım da istiklalini açıkladı. Hızır Bey de Saray bölgesini yöne­timi altına aldı. Mamay, Berdi Bey'in evlilik bağıyla akrabasıydı. Özbek'in çocuklarından Abdullah Han'ıyerine nasbederek kendi­si Saray üzerine yürüdü. Ve burayı ele geçirdi. Bunun üzerine Ber-di'nin oğlu Toktamış da buradan önce Harzem'e daha sonra da Cengiz Hanoğlu Çağatay hanedanının merkezi olan Semerkand'a kaçtı. Burayı Moğol beylerinden Timur (yani Timurlenk) adında biri yönetimi altına almış bulunuyordu. Toktamış da buraya Han olarak yerleşti. Saray kenti ise birbirlerine karşı çarpışan tarafların bir yağmalama alanı haline gelmişti. Buraya bir ara Hacı Çerkez girdi. Ve birkaç ay sonra da çıktı. Ardından buranın yönetimini sık sık ele geçirenler çoğaldılar.

Ruslar ise bu fırsattan istifade ederek Tatarlar'a karşı üstünlük kazandılar. Peşinden de Kırım'a dönen Mamay'la karşılaşarak ona karşı galip çıktılar.

Daha sonra Toktamış, Saray kentine dönerek Timurlenk'in yardımıyla burayı yönetmeye başladı. Tatarlar da ona boyun eğdi­ler. Aynı zamanda 783 yılında Ruslar'ı da dize getirmeyi başardı. Çünkü onları yenilgiye uğrattı. Ve Moskova'ya girdi.

Hicri 788'den itibaren Toktamış'la Timurlenk arasında savaş­lar başlayarak 797'ye kadar devam etti. Sonunda ise Toktamış ye­nilerek sonuncu kez giriştiği savaştan kaçtı. Ve bir daha görülme­yecek şekilde ortadan kayboldu. Kimisi onun ormanlara sığındığı­nı kimisi onun Bulgar topraklarına kaçtığını kimisi ise onun Rus memleketlerine gidip kaybolduğunu söylemektedirler. Bazıları da onun savaş alanında veya gizlenmeye çalışırken bir Tatar tarafın­dan hicri 798 yılında Öldürüldüğünü ifade etmektedirler. Bazıları ise Toktamış'm aslında sağ kaldığını ve memleketine döndüğünü ondan sonra Timur Kutluk eliyle yenilgiye uğradığım ardından da beraberine taraftarlarını da alarak Litvanya'ya kaçtığını hatta bu­gün o taraflarda yaşamakta olan Tatarlar'ın Toktamış'la beraber kaçan bu adamların soyundan olduklarını ifade etmektedirler. Daha sonraları Tatarlar'la Litvanya'hlar arasında savaşlar cereyan etti. Tatarlar üstün gelerek Litvanyalılardan Toktamış'ı kovmalarını istediler. Ve onları mecbur ettiler. Dolayısıyla Toktamış hep ka­çak olarak yaşadı. Ve Şadı Bey'e karşı yönetimi ele geçirmek için sürekli savaşarak mücadele etti. Ta ki günün birinde çölde can ve­rinceye kadar. İşte ancak 808 tarihindeki bu olaydan sonra ancak ortalık Sadi Bey'in lehinde huzura kavuştu.

Timurlenk Saray kentini ve Kuzey Moğol devletini ele geçire­rek kendi tarafından Krvırcık'ı buraya idareci tayin etti. Ve ülkesi­ne döndü. Ancak Harzem ülkesinin Han'ı Araş oğlu Kıvırcık hicri 801'de öldü. Bu beyliğin idaresini zorla ele geçirmiş olarak Tokta-mış'ın damadı İdeko iş başında bulunuyordu. îdeko vaktiyle Ti-murlenk'i desteklemişti. Saray kentine Timur Kutluğ'u Han tayin ederek kendisi Kırım'da Cenevizliler'e karşı savaşmak üzere hare­ket etti. Bunlar Kefe şehrini ele geçirmiş bulunuyorlardı. Timur Kutluk 802'de ölünce îdeko bu kez onun yerine Tpktamış'm -bazı rivayetlere göre- kendisine karşı mücadele etmiş olduğu oğlu Sadi Bey'i geçirdi. Şadı Bey de hicri 811'de ölünce yerine kardeşi oğlu Folat Han oturdu. Bu esnada İdeko Ruslar'la çarpışıyor Ruslar'la Litvanyalıların arasını bozmaya ve onları birbirlerine kırdırmaya çabalıyordu. İki yıl sonra da hicri 813'te Timur Kutluk'un oğlu Ti­mur Han idareyi ele geçirip ülkeye hakim olmayı başardı. İdeko ise idareyi teslim almayı reddederek oğlu Nuruddin ile ihtilafa düştü. Ve Harzem'e döndü.

Toktamış'ın oğlu Celalüddin hicri 814 yılında üstünlük kaza­narak idareyi Timur Han'dan kopardı. Ve kardeşlerine karşı müca­dele ederek onları yenerken bu sırada bir okla isabet alarak öldü. Yerine ise kardeşi Abdülkerim geçti. Ancak bu arada devlet işleri karıştı. Han'ların sayısı arttı. Öyle ki her küçük bölgede bir Han peyda oldu. İşte bunlardan biri, Toktamış oğlu Muhammed, bir diğeri ise Kıvırcık oğlu Brak idi. Ve bunlardan başka daha bir çok Han'lar da türedi.

Abdülkerim Saray Hanlığının tahtına oturunca büyük birade­ri Abdülcebbar onu ziyarete geldi. Abdülkerim biraderini kendin­den ileri tutarak feragat ettiği makamına onu oturttu. Ne var ki ba­şına da dert açtı. Bu da aralarının açılmasına ve nihayet birbirleri­ne karşı savaşmalarına neden oldu. Sonuçta Abdülcebbar öldürüldü. Abdülkerim ise tekrar makamına geçti. Ve Litvanya Prensi­ne karşı Moskova Patriği ile işbirliği yaptı. Ancak bu gelişmeler so­nuç olarak diğer tarafın Bitasul adında bir Moğol beyini davet ede­rek ona Han unvanını verip Abdülkerim Han'a karşı savaşması için kendisine askerle destek vermesine kadar iş vardı. Nihayet Bi­tasul Abdülkerim'in yerine Hanlığı ele geçirdi. Fakat ne var ki Ab­dülkerim nihayet 818 yılında hasmına karşı üstünlük kazanmayı başardı.

İdeko Türkistan'da yeniden olaylar arenasında boy göstererek Cuci oğlu Çoban'm neslinden Çeğre Oğlan adında birini bu böl­geye han sıfatıyla tayin etti. Ve Gebre Han'a saldırdı. Sonra dönüp Cegre Oğlan'ı Türkistan Hanlığından uzaklaştırarak yerine Cen-gizhan oğlu Çağatay ailesinden biri olan Ahmet Oğlan'ı bu kez ta­yin etti. Fakat çok geçmeden Ahmed oğlan ölünce bu kez yine Ça­ğatay ailesinden Derviş oğlan'ı onun yerine geçirdi. İdeko'nun si­yasi nüfuzu Moğol Hanlılarının bir çoğunkinden daha büyüktü.

Abdülkadir Bey kardeşleri birbirlerinin yakasına düşünce Ka-bartay topraklarına kaçtı. Ve orada etrafında bir kuvvet toplayarak İdeko'ya saldırıp onu öldürdü. Sonra Abdülkadir iyice güçlenerek Saray üzerine yürüdü. Burayı da ele geçirip Muhammed Berdi Bey'in oğlu Çağay'm oğlu, içkili Hasan'ın oğlu, Muhammed Oğ­lan'ı buraya Han sıfatıyla nasbetti. Ve bu bölgede ne kadar Han id­diasında olan diğer beyler varsa onların hepsini dize getirdi. On­lardan da kimileri öldürüldü. Kimileri de buralardan kaçtı. Bu ka­çanlardan biri de Kıvırcık'ın oğlu Brak Han'dı. Kıvırcık Mirza Uluğ Bey'e Semerkant'a sığındı. Uluğ Bey babası Timurlenk'in oğ­lu Şah Ruh'un burada naibliğini yapıyordu. Şah Ruh ise Heratı kendine merkez edinmişti.

Mirza Uluğ Bey, Brak Han'a bir imdat kuvveti verdi. Brak Han da bu kuvvet sayesinde Harzem topraklarlarını ele geçirerek bura­dan Muhammed Oğlan'm üzerine yürüdü. Taraflar arasında bir takım savaşlar cereyan ettikten sonra Brak Han dönüp bu kez de Mirza Uluğ Beyle bozuştu. Aralarında savaş çıktı. Üstünlüğü Brak Han kazandı. Brak Han'ın Maveraünnehir topraklarında karışıklık çıkarması üzerine bu sefer de Şah Ruh bizzat kendisi Semerkant'agelmek mecburiyetinde kaldı. Bunun üzerine BrakHan da 830 yı­lında Türkistan'dan ayrılarak Harzem'e döndü. Ve bir müddet son­ra yeniden açılmaya siyasi nüfuzunu genişletmek için çalışmaya başladı. Ancak bu seferki açılma batı yönüne doğru gelişti. Nite­kim Brak Han, Saray topraklarının büyük bir bölümüne hakim ol­du. Ve Rusya'yla Litvanya topraklarına saldırarak, sonra Muham-med Oğlan'a karşı mücadele vermek üzere döndü. Ancak olay Brak Han'ı öldürmeyi başaran Muhammed Oğlan lehinde sonuç­lanmış oldu.

Sonra Muhammed Oğlan'la kardeşi Küçük Muhammed'in

arası bozuldu. Bunun üzerine Muhammed Oğlan Kazan kentine giderek orada özel bir hanedan kurdu. Ve bu hanedan hicri 839 yı­lından itibaren bu bölgeye hükmetmeye başladı. Aynı zamanda çocuklarının bir kısmı Kırım yarımadasına geçtiler. Gıyasüddin ve Devlet Berdi de bunlardandır. Sonra Hacı Giray Kırım'ı idaresi al­tına aldı. Ve hicri 871'de Ölünce yerine oğlu Mengili Giray geçti. Mengil'in Giray'a karşı kardeşi Haydar ayaklandı. Bunun üzerine Mengili Giray Kefe'ye geçerek yarımadanın sahillerine hakim olan Cenevizlilere sığındı. Bu sırada ise Osmanlı Sultanı Muhammed El-Fatih {Fatih Sultan Mehmet) Cenevizlilerle savaşıyordu. Fatihin kuvvetleri Kefe'ye girerek Mengili Giray'ı esir alıp İstanbul'a getir­diler. Sonra fatih onu tekrar Kırım'a Han olarak iade etti.

Saraya gelince burayı hicri 850 yılına kadar Küçük Muham­med idare etti. Ondan sonra yerine oğlu Kiçi Ahmet Han geçti. Ve topraklarını genişleterek bütün Kırım'ı işgal etmeyi ve kendi tara­fından Cani Bey'i buraya han olarak tayin etmeyi başardı. Bu sıra­larda Mengili Giray Bahçesaray yakınlarında bulunan bir kalede gizlenmiş bulunuyordu. Bir süre sonra kalesinden çıkarak Cani Bey'e karşı giriştiği mücadelede ona üstün geldi. Cani Bey ise Rus­ya'ya kaçtı.

Sonra Ahmet Han Litvanya'yla anlaştı. Bu sırada Mengili Giray da Ruslar'la dostluk kurmuştu. Bu iki taraf arasında savaşlar baş­ladı. Ve Ruslar'm üstünlüğüyle neticelendi. 885 tarihinde de Ah­met Han öldürüldü. Yerine ise oğlu Murtaza geçti.

Rusya bu tarihten itibaren kalkmdı. Ve kuvvetlendi. Ancak yi­ne de Tatarlara ödemekte olduğu cizye vergisini kesmeye cesaret edemiyordu. Bu vergiyi Rusya Kırım Hanlarına Kazan Hanlarına Ahmet Han'ın sarayda bulunan bazı çocuklarına Nogay ailesine Çoban'm oğullarına (Kırım'ın kuzeyinde bulunan Çobanilere) ve Moskovada yaşayan Nur Devlet ve Haydar Bey gibi bazı Tatar bey­lerine Ödüyordu. Rusya sırf şerlerinden korunmak için ve ortak bir düşmanları bulunduğu zaman ona karşı birbirleriyle anlaşabile­cekleri korkusuyla onlara bu vergiyi ödüyordu.

Ahmet Han'ın oğlu Murtaza Han ile Kırım Han'ı Mengili Gi­ray arasında kavgalar hiç eksik olmuyordu. Her ne kadar Osman­lılar onlara nasihatte bulunuyor ve ortak düşman olan Hıristiyan-lara karşı durabilmek için birlik ve beraberliğin zorunlu olduğu yolunda devamlı onları öğütlüyor idiyseler de onların bu durumu hiç değişmiyordu. Nitekim Murtaza Han Rusya'ya karşı Litvan-ya'yla Mengili Giray ise Murtaza Han ve Litvanya'ya karşı Rusya ile anlaşmış bulunuyorlardı. Kazan Han'ları ise daima Kırım Hanları­nın yanlarında yerlerini alıyorlardı.

Sonra hicri 890 tarihinde Murtaza Han'la Mengili Giray ara­sında savaş patladı. Murtaza Han Mengili Giraya esir düştü. Ve Kefe'de zindana atıldı. Ancak ertesi yıl kurtarıldı. Çünkü kardeşi Kırım Halkının hasat mevsiminde ekin biçmekle meşgul olmala­rından istifade ederek buraya şiddetli bir hücum düzenledi. Ve Kı­rımlıları gafil avlayarak kardeşini ve beraberinde bulunan esirleri kurtarmayı başardı. Hicri 892'de ise Giray Han Rusların da deste­ğiyle Murtaza Han'ın başkenti olan Saray'a saldırarak burada esir bulunan bir çok Kırımlıları kurtardılar. Aynı yıl içerisinde Ruslar Kazan üzerine sefer düzenleyerek İlham Han'ı tahttan indirip ye­rine kardeşi Muhammed Emin Han'ı geçirdiler. Çünkü İlham Han müslüman Moğolların birliğini sağlamayı düşünüyordu.

Hacı Giray'm oğlu ve Mengili Girayın kardeşi Prens Nur Dev­let ise Moskova'da oturuyordu. Han onunla temas kurarak gelip yanında Saray kentinde yerleşmesi için ona teklifte bulundu. An­cak gönderdiği bu mesajdan o günün Rus lideri İvan'ı da haberdar etti. Öyle görülüyor ki gizli kaldığı takdirde Nur Devletin bu mektup hakkında Rusları bilgilendirmesi ihtimalinden ve bundan do­ğacak olumsuzluklardan korkuyordu. Sonra Rusya Litvanya'ya sal­dırmak için Mengili Giray'dan destek istedi. Ve nitekim Litvan­ya'ya saldırdı. Eğer Murtaza Han'ın kardeşi Şeyh Ahmet Han'ın müdahalesi olmasaydı neredeyse bu ülkeyi tamamen ortadan kal­dıracak oldu.

Hicri 907 yılında ise Mengili Giray Saray kentine hücum etti. Litvanya bu saldırıya karşı müttefiki Murtaza Han'ın imdadına gelmekte gecikti. Mengili Giray Litvanya'nm esasen işi ağırdan al­mak istediği için geciktiğine inanınca derhal Saray kentini bastı. Ve burayı yerle bir etti. Bu hadiseden sonra vaktiyle kurulu bir şe­hirken Saray tamamen harabe bir hale geldi. Böylece şehir kurul­muş olduğu hicri 640 yılından yıkıldığı 907 yılma kadar iki yüz alt­mış yedi yıl ayakta kalmış oldu.

Saray devletinin ya da başka bir isimle Kuzey Moğol Devletinin son günlerinde bu devlet birçok küçük emirliklere bölündü. Bun­ların araşma anlaşmazlıklar ve savaşlar girdi. Sonra da birbirleri­nin peşi sıra teker teker Rus zulmünün pençesine düştüler. Bu emirliklerden Kazan, Kırım, Astrahan (Hacı Tarhan) Nogay, Sibir­ya, Harzem ve diğerleri hala bu durumdalar.

Bilindiği üzere Gazne, Cengizhan oğlu Cuci'nin oğlu Orda'ya verilmişti. Yerine hicri 700'de ölen oğlu Konci geçti. Sonra onun da iki oğlu Beyan ve Kilik anlaşmazlığa düştüler. Sonunda Kilik'in oğlu Kuştay hicri 709'da amcası Beyan'a karşı üstünlük elde etti.[8]

 

Cengizhan Sülalesi

 

1.CUCİ (ölümü: H.624)

Orda (Gazne)

Berkcar

2. Batu

4. Çoban (652-665)

(Ural'ın doğusu)

Kaytimur

Cemtay

Beyan

Kilik

I Kusîay

Doğan

3. Sartuk/650-652

5. Mengü Timur (665-679)

6. Tedan Mengü (679-686)

7. Telabya (686-690)

Tuğrulca  8. Toktay / 690-712

9. Muhammed Özbek Gıyasuddin / 712-742

10. Mahmud Canibey Celaiuddin / 742-758 11. Muhammed Bedri Bey/758-762

Çağ ay

İçkili Hasan

16. Muhammed

Oğlan (820-839) (665-679)

17. Küçük Muhammed (839-850)

18. AhmedHan (850-885)

19. Murtaza (885-907)

12. Toktamış / 762-762 (Karışıklık dönemi) Toktamış / 782-798 (İkinci kez)

Tİmurlenk'in Savaşları

Araş Hanoğlu Kıvırcık/798-801

Timur Kutluk / 801-802 (ideko tayin etti)

Timurkutlukoğlu Sadi Bey/802-811

Folad Han/811-813 Timurkutlukoğlu Timur Han / 813-814

13. Toktamışoğlu Celaluddin / 814-815

14. Toktamışoğlu Abdulkerim / 815-820

15. Toktamışoğlu Abdulcebbar Toktamışoğlu Abdulkadir[9]

 

Kazan Emirliği

 

Kazan kenti Moskova'nın (elli altıncı kuzey) enlemi boyunca akan Volga'nm kolu, Kama nehriyle kesişmeden önce bu nehrin kıyısına ve Moskova'nın 730 km. kuzeyine düşmektedir. Burası vaktiyle Bulgar topraklarının içinde İslam memleketlerinin sınır­larına yakın bir mesafede bulunuyordu.

Şehir 802 tarihinde Ruslar tarafından yıkıldı. Ve Timurlenk'ten sonra Saray Hanlılarının bu şehir üzerindeki nüfuzları da azaldı.

Hicri 841de Muhammed Uluğ ile kardeşi Muhammed Kiçim arasına anlaşmazlık girip Kiçim, biraderine karşı üstünlük elde edince Muhammed Uluğ kardeşinden kaçarak Kazan'a sığındı. Ve şehrin civarında yerleşik bulunan Tatarlar'dan, Bulgarlardan ve Çofaşlardan şehirde oturmalarını istedi. Bu kitleler de onun bu ta­lebine uyarak kendisine itaatte bulundular. Böylece şehirde hayat yeniden başlamış oldu.

Muhammed Uluğ, ilk başlarda Rusya'ya kaçmıştı. Vaktiyle, Sa­ray kentinin Han'ı bulunurken Ruslar'a verdiği destekten dolayı onu koruyacaklarını sanıyor, yardımda bulunmuş olduğu bu kim­selerin böyle bir desteğe layık olmadıklarını henüz bilmiyordu. Ona karşı yapmış oldukları iki yüzlülük ve ona boyun eğmelerini sırf vaktiyle egemen bulunmuş olmasındandı. Ancak ne zaman ki kader Muhammed Uluğ'u bu duruma düşürdü. İşte o zaman Ruslar ona karşı tavırlarını değiştirdiler. Ve derhal ülkelerini terketme-sini istediler. Belki de Ruslar Muhammed'in Saray'a Han olan kar­deşinden korkuyor olabilirlerdi. Çünkü bu kez ona tabi idiler. Ne varki bu tutumlarının aslında ona karşı kin beslediklerinden ve müslüman olduğu için ona nefretle baktıklarından kaynaklanıyor­du. Çünkü Muhammed Uluğ onlarla savaşmış ve onları yenmişti. Nihayet korku hissetmeye başladı. Ve tekrar Kazan'a döndü. Bura­yı kendine merkez edindi. Topraklarını genişletmek için hep bura­dan hareket ederdi.

Muhammed Uluğ, Kazan'da düzenini oturttuktan sonra ken­disine karşı takındıkları olumsuz tutumdan sebep halkını cezalan­dırmak maksadıyla Moskova'ya saldırdı. Ve bu hücum sırasında sadece ganimet toplamakla yetindi. Ancak bu baskınları tekrar et­meye başladı. Hicri 850 yılında Moskova'ya üçüncü kez hücum ederek şehri kuşattı. Ve şehrin patriğini esir aldı. Bu kuşatma esna­sında kendisine, Cuci oğlu Çoban'm çocuklarından bir Moğol prensinin Kazan kentini ele geçirdiğine dair haber ulaştı. Bu olay ise Muhammed Uluğ'un Moskova'dan kuşatmayı kaldırıp Ka-zan'm idaresini tekrar ele geçirmek maksadıyla hızla dönmesine sebep oldu. Böylece Tatar ordusu Moskova'dan çekilerek Kazan'm idaresini tekrar Muhammed Uluğ için geri aldılar.

Muhammed Uluğ Kazan'da düzenini iyice oturttuktan sonra patriği serbest bırakma lutfunda bulundu. Ancak bu olay Kazan Han'ı Muhammed Uluğ ile oğlu Mahmud'un aralarının açılması­na sebep oldu. Neticede Han Öldürüldü. Ve oğlu Mahmud hicri 850 yılının sonlarına doğru babasının yerine geçti. Mahmud'un diğer kardeşleri ise babalarının öldürülmesi üzerine Kazan'm yeni Han'ı olan biraderlerinin korkusundan Moskova'ya kaçtılar. Bu kardeşlerden biri Kasım, bir diğeri de Yakup'tur. Mahmud Han öl­düğü hicri 872 yılma kadar da iş başında kaldı. Sonra yerine oğlu İbrahim geçti. İbrahim'in annesi, amcası Kasım'la evlendi.

Prens Kasım, zaman zaman Ruslardan destek alarak Mosko­va'dan Kazan'a saldırılar düzenliyordu. Giriştiği üçüncü akın sıra­sında öldü. Bunun üzerine Moskova prensi üçüncü İvan bu birlik­lerden geri dönmelerini istedi. Aynı zamanda Prens Kasım'in hanımı da oğlu İbrahim ile Prens üçüncü İvan arasında barış için arabuluculuk yapmaya çalıştı. Fakat askerler tvan'ın isteğine pek önem vermediler ve hücumlarına devamla Kazan kentine ulaştı­lar. Şehrin kenar semtlerini ateşe verdiler. Ertesi sabah da taraflar arasında şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Ondan sonra Mosko­va'dan gelen askerler ülkelerine döndüler.

İbrahim Han Rusya üzerine bir hücum düzenledikten sonra hicri 883'te öldü. Yerine ise oğlu İlham Han geçti. Küçük oğlu Mu­hammed Emin de büyük biraderi İlham Han'a öfkelenerek Rus­ya'ya gitti. Burada güçlenince kalabalık bir ordunun başında hicri 893 tarihinde Kazan'a saldırdı. Biraderi İlham Han'ı esir almayı başararak onu tutsak vaziyette Moskova'ya getirdi. Ve Kazan Han­lığının tahtına kendisi kuruldu. İlham Han ise Ölünceye kadar esa­rette kaldı.

Kazan halkı Muhammed Emin'den nefret etmeye başladılar. Ve Kıpçak bozkırlarında bulunan Çoban oğlu Mamuk Han'ı başla­rına geçirmeyi istediler. Çoban oğullarından Nogay Emiri İvak Han da Moskova Prensi III. İvan'dan , İlham Han'ı serbest bırak­ması talebinde bulundu. Ancak III. İvan bu isteği reddetti. Bu mü­nasebetle Kazan halkı ile Mamuk Han arasında ilişkiler artmaya başladı.

Muhammed Emin Han da dönüp duran gelişmeleri farkede-rek Mamuk Han'ın Kazan'a gelmiş bulunduğunu haber aldı. Bu­nun üzerine III. İvan'dan acil yardım istedi. îvan Muhammed Emin'e bir imdat birliği gönderince Mamuk Han 902'de Kazan'dan kaçtı. Fakat kısa bir süre sonra tekrar dönerek Kazan'a girdi. Bu olay karşısında Muhammed Emin ailesini de yanma alarak Mos­kova'ya kaçtı.

Kazan halkı -daha önce Muhammed Emin'den nefret ettikleri gibi- Mamuk Han'dan da hoşnut olmadılar. Nitekim bazı ülkeler baskın düzenlemek üzere Kazan'dan ayrılınca şehir halkı onun dö­nüşü sırasında kentlerinin kapılarını yüzüne kapadılar. Ve III. İvan'a bir mesaj göndererek ne Muhammed Emin'i, ne de Ma­muk Han'ı istediklerini, ancak ve ancak Muhammed Emin'in kardeşi Abdüllatif in Han olmasına rıza gösterebileceklerini bildirdi­ler. Fiilen de onu başlarına Han olarak seçtiler. Bu olay üzerine Mamuk Han Nogay Emirliğine gitti.

Hicri 908'de ise Muhammed Emin Han tekrar Kazan'a dönme­yi ve kardeşi Abdüllatif e karşı üstünlük elde ederek onu esir alıp Moskova'ya nakletmeyi başardı. Abdüllatif orada hapsedildi. Bir ara Kırım Han'ı, Mengili Giray, III. İvan'dan Abdüllatif i serbest bı­rakmasını istedi. Nitekim İvan da onun bu isteğini yerine getirdi. Ancak yine de Abdüllatif i Moskova'da alıkoydu.

Muhammed Emin Han'ın eşi bir ara kocasını Ruslar'a karşı di­renmesi için teşvikte bulunarak haysiyet yönünden onu tahrik et­meye çalıştı. Bu hanım daha önce Muhammed Emin'in hapiste ölen kardeşiyle evliydi. O da olayı bir onur meselesi yaparak -bu teşvikler üzerine- Kazan ve Nogay halkından oluşan büyük bir or­duyla Rus topraklarına saldırdı. Ve bu hadiseden sonra Muham­med Emin'in, bütün yönetimi boyunca, yani hicri 925 yılma kadar Kazan ile Moskova arasında düşmanlık devam etti.

Hicri 911'de III. İvan Moskova'da ölünce yerine oğlu IVVasili geçti. Kazanla Moskova arasında savaşlar devam edip gidiyordu. Abdüllatif Han da serbest bırakılmıştı. Moskova'yla iyi ilişkiler içinde bulunan Kırım Han'ı Mengili Giray'm gayretleri sonucu ni­hayet 911'de Abdüllatif Kazan'a dönerek kardeşi Muhammed Emin'in hanlığını tanıdı. Ve kabul etti. Mengili Giray'm Moskova ile olan dostluğu ise 917'de kesintiye uğradı. Çünkü bu sıralarda Mengili Giray'm oğullan Ahmed ve Burnaş, Litvanya ile işbirliği yaparak Rus topraklarına saldırmışlardı.

Hicri 922'de ise Muhammed Emin, kardeşi Abdüllatif'i kendi­ne veliaht tayin etti. Zira artık yorulduğunu hissediyor ve hastalık onu arada bir yokluyordu. Fakat Abdüllatif 924 yılında ve ondan önce öldü. Muhammed Emin de ertesi yıl (925'de) onu takip etti. İkisinin de erkek çocuğu yoktu. Bunun üzerine Ruslar, Tatar beyle­rinden Şeyh Ali adında birini Kazan Emirliği'ne Han tayin ettiler. Muhammed Giray'm kardeşi ve Muhammed Emin'in de aynı za­manda anne bir kardeşi olan Sahip Giray'm Kazan'a han tayin

edilmesi yolundaki Kazan halkının isteğini ise Ruslar reddettiler. Çünkü Tatarlar parçalanmış ve bir çok emirliklere bölünmüşken yeniden birlik içine girmelerinden çekmiyorlardı.

Kazan halkı ise ne Şeyh Ali ile geçinebildiler, ne de onu sevdi­ler. Bilakis, Sahip Giray'm kentlerine han tayin edilmesi konusun­da Kırım Han'ı Muhammed Giray'la anlaştılar. Bunun üzerine Sa­hip Giray, Kazan'a geldi.

Halk da Şeyh Ali'yi devirerek onu nasbettiler. Şeyh Ali ise ka­çarak Moskova'ya sığındı. Kazan ile Kırım arasındaki ilişkiler de düzeldi. Çünkü bu iki ülkeye artık iki kardeş egemen bulunuyor­lardı. Ancak şimdi de bu iki hanlıkla Rusya arasında savaşlar baş­ladı. Ruslar hicri 930 yılında Kazan üzerine Şeyh Ali komutasında büyük bir ordu şevkettiler. Rus ordusu buraya ulaşarak şehirde en çirkin cürüm ve cinayetleri işledi. Ve ertesi yıl (931'de) aynı şeyleri yine tekrarladı.

Sahip Giray, Osmanlı devletine bağlanmak istediğini Kanuni Sultan Süleyman'a teklifte bulundu. Osmanlı halifesi de bu teklifi kabul ederek Rus Prensi IV.Vasili'ye meseleyi bildirdi. Ancak Vasi­li bunu reddetti. Kazan'ın Moskova'ya bağlı bulunduğunu, Sahip Giray'm kendisi tarafından Kazan'a han tayin edilmiş olduğunu bildirdi. Ve 931 yılında Kazan'ı dize getirmek için buraya bir ordu gönderdi. Şeyh Ali de bu ordu ile beraberdi. Bu olay karşısında Sa­hip Giray paniğe kapılarak, yerine kardeşi Mahmud'un oğlu Safa Giray'ı vekil bırakıp Osmanlı Halifesine baş vurmaya gitmek iste­diğini, Rusları engellemek, onları ve Şeyh Ali'yi cezalandırmak için Halifeden bir askeri kuvvet alıp getireceğini bildirdi. Fakat Rus ordusuyla, başlarına Safa Giray'm geçmiş bulunduğu Kazan halkı arasında o yıl savaş çıkmadı.

Sürekli harpler, Kazan halkım yormuş, güçlerini tüketmişti. Hanlığın devlet sorumlularından bazıları Moskova'ya giderek ba­rış yapma teklifinde bulundular. Ve onlar tarafından başlarına bir han tayin edilmesi isteğinde bulundular. Bunun üzerine hicri 939'da Moskova tarafından Can Ali adında biri Kazan'a han tayin edildi. Kazanlılar onu alıp şehirlerine getirdiler. Safa Giray ise Kinm'a taşındı. Ve bu kez de Kırım'la Moskova arasında düşmanlık devam etti. 940'ta ise Kırım Rusya'ya saldırdı. Bu sırada da Mosko­va Prensi IV. Vasili öldü. Ve yerine oğlu Korkunç İvan geçti.

942'de Kazan'da devletin ileri gelenleri Can Ali'yi devirerek onu öldürdüler ve Safa Giray'a tekrar Kazan Hanlığına dönmesi için bir mesaj yolladılar. O da gelip Hanlığı teslim aldı. Böylece Kı­rım'la Kazan arasında yeniden dostluk kuruldu. 943'te ise Safa Gi­ray Rusya'ya saldırdı. Sonra da iki taraf arasında barış akdedildi.

Ne varki 946'da Kazan ile Moskova arasında yeniden savaş patlak verdi. Ruslar da hicri 953 'te Kazan' a hücum ettiler. Safa Gi­ray bunun üzerine Kuazan'ı yine terketti. Ve Şeyh Ali ikinci kez gelip Kazan'a han oldu. Fakat çok geçmeden Şeyh Ali de burayı terketti. Ve Safa Giray tekrar geri geldi. Hicri 956'da Safa Giray öldü. Ve Kazan kenti Hansız kaldı. Bunun üzerine şehir halkı, vak­tiyle buranın hanı bulunan Kırım Hanı Sahip Giray'dan o sırada Kırım'da oturmakta bulunan Safa Giray'm oğlu Bölük Giray'ı Ka­zan'a Han tayin etmesi isteğinde bulundular. Aynı zamanda Moskova prensi Korkunç İvan'dan barış istediler. Fakat Ivan bu fırsattan istifade ederek yanma Şeyh Ali'yi de alıp Kazan üzerine yürüdü. Ve 957'de buraya ulaştı. Ancak şehri işgal etme girişimin­de başarısızlığa uğradı.

Kırım Han'ı Sahip Giray bu durumdan haberdar olur olmaz derhal Rus topraklarına saldırdı. Ancak bir süre sonra Korkunç İvan ikinci kez Kazan'a döndü. Bunun üzerine Bölük Giray şehir­den çıktı. Ruslar da Şeyh Ali'yi üçüncü kez Kazan'a han olarak nas-b ettiler.

Kazan Hanlığının ileri gelenleri, Şeyh Ali'yi istemiyorlardı. Ka­zan ile Moskova arasında devamlı sürtüşmeler, savaşlar vardı. Bu yüzden hicri 958 yılında Şeyh Ali Kazan'dan ayrıldı. Korkunç İvan da Bölük Giray Sultanın -halkın da rağbetine uyarak- geri dönme­sini istemiyordu. Bunun üzerine Tatar devlet adamları, Osmanlı halifesi Kanuni Sultan Süleyman'dan o sıralarda İstanbul'da otur­makta bulunan Mengili Giray'ın oğlu Mübarek Giray'm oğlu, Devlet Girayı istediler.[10]

 

Muhammed Uluğ Han Ailesinden Sonraki Kazan Hanları

 

1- Şeyh Ali: Hicri 925- 927 (Birinci kez)

2-Sahip Giray: 927-931

3- Safa Giray : 931-939 {Birinci kez)

4- Can Ali: 939-942

5- Safa Giray: 942-953 (İkinci kez)

6- Şeyh Ali: 953-954 (ikinci kez)

7- Safa Giray: 954- 956 (üçüncü kez)

8- Bölük Giray Sultan: 956- 957

9- Şeyh Ali: 957- 958 {üçüncü kez)

10- Nogay'lı Muhammed Han: 959

Muvafakat üzerine Devlet Giray Sultan, İstanbul'dan Kırım'a intikal etti. Ancak amcası Sahip Giray'la anlaşmazlığa düşerek onu öldürdü. Ve Kazan halkına da yardımcı olmadı. Bu sıralarda Rusya, Litvanya ve Batı komşularıyla iyi geçiniyordu.

Tatarlardan da Hacı Tarhan Emirliği'nin Hanı Yağmurcu Han da Rusyayı destekliyordu. Aynı zamanda Nogay Han'ı Mirza Yu­suf'un da Rusya'da birtakım ticari menfaetleri vardı. Dolayısıyla Osmanlı halifesi Kanuni Sultan Süleyman buradaki müslüman hanlıkların bir safta toplanarak İslam sancağı altında Rusya'ya karşı bir birlik oluşturmalarını, Rusların karşısında Kazan'ı yalnız bırakmamalarım ve Kazan'a Nogay halkından birini Han tayin et­melerini -işte bu Mirza Yusuf'tan- istediği zaman Mirza Yusuf bu isteğe kulak vermedi. Bu suretle de Kazan'm yanında Kırım'dan başkası yerini almadı. Ve Kazan Hanlığı yalnız kaldı.

Sonraları Nogay Hanhğı'nın bu konudaki tutumu değişti. No-gaylılar Kazan Hanlığının yanında yerlerini aldılar. Ve Muhammed Han yanına Nogaylılardan beş yüz süvari alarak Kazan'a gitti. Ka-zanlılar onu başlarına Han tayin ettiler.

Bu sıralarda Ruslar zayıflamıştı. Fakat îvan onları cesaretlendi­rerek Ruslar'in başında (ve yanına Şeyh Ali'yi de alıp) Kazan üzeri­ne yürüdü. Şeyh Ali ise yaşlı, korkak ve şişman bir adamdı. Fakat savaş stratejisini iyi biliyordu.

Ruslar Şeyh Ali'nin tavsiyesi üzerine kış mevsiminde harekete geçtiler. Ve çok zorlu savaşlardan sonra hicri 24 Şevval 959 tarihi­ne rastlayan Miladi 1552 yılı Ekim ayının ikinci günü Kazan kenti­ne girmeyi başardılar.

Böylece Kazan Emirliği, Saray'dan ayrıldığı hicri 841 yılından Rusların eline düştüğü 959 yılına kadar yüz on sekiz sene bağım­sız olarak ayakta kalmış oldu.

Bu süre içerisinde seksen dört yıl Muhammed Ulug hanedanı­nın hükmü altında geriye kalan otuz dört yıl ise Kırım kökenli han­lar, ya da Rusların kuklası olan hanlar tarafından idare edilmişti.

Kazan Hanlığı Rusların eline düştükten sonra bazı başgirtler de Ruslara boyun eğdiklerini ilan ettiler.

Mirza İsmail de Nogay Han'ı olan kardeşi Mirza Yusuf'u öl­dürdü Ve Korkunç İvan'la haberleşerek ona bağlılığını ilan etti. Ay­nı zamanda Mirza İsmail hicri 961 yılında Ruslar'ı, bir diğer adı da Istrahan olan Hacı Tarhan Beyliğine de soktu.

Buna ilaveten Safevi hanedanından İran Şah'ı Şah Tahmasb hicri 978 de Korkunç İvan'a bir mesaj yollayarak birlikte Osmanlı halifesine karşı savaşmak için teklifte bulundu.[11]

 

Kırım Emirliği

 

Kırım Karadeniz'in kuzeyine düşen bir yarımadadır. Genişliği 26,150 km 2 kadardır. Burası vaktiyle Kuzey Moğollara aitti. Güney sahilleri üzerinde ve Azak Denizi kıyılarında İtalyan Ceneviz Prensliğinin topraklan vardı.

Muhammed Berdi Bey'in 762 yılında ölümünden sonra Saray devletinde anarşi yayıldı. Onun evlilik bağıyla akrabası olan Ma-may Kırım'da bağımsızlığım ilan etti. Sonra da Muhammed Öz­bek'in oğullarından Abdullah'ı Han nasbederek onunla birlikte Saray üzerine yürüdü. Ve şehre girdi. Bunun üzerine henüz küçük yaşta bulunan Muhammed Berdi'nin oğlu Toktamış buradan Se-merkant'a kaçtı. Ve bu kez de orada han oldu.

Ruslar Mamay'a karşı savaş açtılar. O da Kırım'daki merkezine çekilmek zorunda kaldı. Ve hicri 798'de Timurlenk gelinceye kadar iktidarda kaldı. Timurlenk gelince bölgeye egemen oldu. Sonra çe­kilerek Saray'a Kıvırcik'ı Han tayin etti. Ve Kırım buraya bağlandı.

İdeko Saray'da en güçlü adam olan Toktamış'm evlilik bağıyla akrabasıydı. Timurlenk'i desteklemiş. Ve Saray'a Han tayin edil­mişti. Cenevizlilerle savaşmak üzere Kırım'a hareket etti. Bu suret­le Kırım Saray'a bağlanmış oldu. Ondan sonra da İdeko Harzem'e gitmek üzere bölgeden ayrıldı.

Muhammed Oğlan ile kardeşi Küçük Muhammed arasına an­laşmazlık girince Muhammed Oğlan hicri 839 da Kazan'a gitti Ay­nı zamanda onun çocuklarından Giyasüddin, Devlet Berdi Kırım yarımadasına geçtiler. Hacı Giray'da Kırım'ı idaresi altına alarak öldüğü 871 tarihine kadar buranın yegane hakimi olarak devam etti. Sonra yerine oğlu Mengili Giray geçti. Kardeşi Haydar kendi­sine baş kaldırınca Mengili Giray Kefe'ye intikal ederek buraya egemen olan Cenevizlilere sığındı. Osmanlı Sultanı Muhammed El-Fatih Cenevizlilere karşı üstünlük elde edince Kefe'ye girerken Mengili'yi de esir alarak İstanbul'a getirdi. Ancak daha sonra onu Han olarak Kırım'a iade etti.

Ahmed Han Saray'da Mengili'ye üstün gelip hicri 852'de Kı­rım'ı işgal etmeyi başardı. Mengili Giray ise Bahçesaray yakınla­rında bulunan kalede saklandı. Bir müddet sonra da ortalığa çıka­rak Ahmed Han'ın Kırım'a Han diye tayin ettiği Cani Bey'e karşı verdiği mücadelede üstün geldi. Cani Bey ise Rus topraklarına kaçtı.

Kırım Han'ı Mengili Giray ile Saray Han'ı Ahmed Han arasın­daki ihtilaflar sürüp gidiyordu. Mengili Giray Ruslar'la, Ahmed Han ise Litvanyalılarla birlik olmuşlardı. Bu iki taraf arasında sa­vaşlar cereyan etti. Hatta Mengili Giray'la 885'te babası Ahmed Han'ın Öldürülmesi üzerine Saray'a Han olan Murtaza arasında da bu savaşlar devam edip durdu. 890 yılında bu iki taraf arasında meydana gelen bir savaşta Murtaza Han esir düştü. Mengili Giray onu Kefe'de zindana kapattı. Hicri 891'de de Saray halkı aniden Kı­rım'a saldırdılar. Ve üstün gelerek Murtaza Han'ı da esaretten kur­tarmayı başardılar. Mengili Giray ise ertesi yıl yani 892'de misille­mede bulunarak Ruslar'in yardımıyla Saray kentine hücum etti. O da üstünlük elde etmeyi başardı. Ve Saray'da bulunan Kınm'lı esir­leri kurtardı.

Hacı Giray'in oğlu ve Mengili Giray'ın kardeşi Prens Nur Devlet Moskova'da oturuyordu. Murtaza Han bir ara onunla te­mas kurarak gelip Saray'da oturması için teklifte bulundu. Böyle davranmakla onun biraderi Mengili Giray'dan bir çeşit öç almak istiyordu.

Sonraları Mengili Giray Ruslar'in isteği üzerine Litvanya'ya saldırdı. Eğer Murtaza Han'ın biraderi Şeyh Ahmed Han'ın müda­halesi olmasaydı Mengili Giray neredeyse Lirvanya'yı ortadan kal­dırmak üzereydi. 907'de de Saray'a saldırdı. Bu kez Litvanya, Saray Emiri Murtaza Han'a destek vermekte gecikti. Bu fırsatla Mengili Giray şehre girme imkanını buldu. Ve Saray'ı öyle yerle bir ettiki tamamen haritadan kaldırdı.

Hicri 917 yılma kadar Mengili Giray ile Ruslar arasındaki iliş­kiler çok güzel devam ediyordu. Ancak sonra bozuldu. Çünkü Mengili Giray'ın Ahmed ve Bornaş adlarındaki iki oğlu Litvanya ile işbirliği yaparak Rusya'ya saldırdılar.

Mengili Giray hicri 871'den 919'a kadar tam kırk yedi yıl Kı­rım'a hükmettikten sonra 919 tarihinde öldü. Ve yerine oğlu Mu­hammed Giray geçti. Muhammed, Kazan kentine Han nasbedilen kardeşi Sahip Giray'ı buraya gönderdi. Bu suretle de Kazan ile Kı­rım birlik oldular. Muhammed Giray Istrahan Emirliğini de ele ge­çirince bu suretle bütün bölge birleşmiş ve birlik olmuş oldu. An­cak gelişmeler Ruslar'ı korkutunca bu endişeyle Kazan kenti üze­rine hücuma geçtiler. Durumdan korkan Sahip Giray, Mengilî Gi­ray'ın torunu ve kardeşi oğlu Safa Giray'ı yerine naip bırakarak Kazan kentini terketti.

Ruslarla Kazan halkı, hicri 939 da barıştıktan sonra Safa Giray yeniden Kırım'a döndü. Hicri 940'ta da bu sefer Kırımlılar Rus top­raklarına saldırdılar. İki yıl sonra da Kazan halkı başlarındaki Can Ali'yi devirdiler. Bunun üzerine Safa Giray Kırım'dan dönerek Ka­zan Hanlığı'nı yeniden teslim aldı. Fakat hicri 945'te buradan ay­rıldı. Sonra hicri 954 yılında üçüncü kez buraya döndü. Ve 956'da ölünceye kadar da burada kaldı.

Sahip Giray kardeşi Muhammed Girayın oğlu Saadetten sonra Kırım Hanlığı'nı üstlendi. Ve hicri 957 de Rusya'ya saldırdı. Fakat çok geçmeden Devlet Giray Sultan, İstanbul'dan Kırım'a geldi. Ve amcası Sahip Giray'la anlaşmazlığa düşerek onu öldürüp hicri 958'de yerine hanlığı ele geçirdi.[12]

 

Sibirya Emirliği

 

Cengizhan oğlu Cuci'nin oğlu Batu, vaktiyle Ural dağlarının doğu kesimlerini kardeşi Çoban'a bırakmıştı. Çoban da bu bölge­de bir kale ile Sibirka adını taşıyan küçük bir ırmağın kıyısında hic­ri 640 dolaylarında bir şehir kurmuştu. Bu şehrin kuruluşu Kuzey Moğol sülalesinin idare merkezi olan Saray kentinin de kurulduğu tarihlere rastlamaktadır.

Çoban'm sülalesi, idareyi birbirlerinden devralarak Sibirya'ya bir zamanlar hükmettiler. Ve Çobaniler hanedanı olarak tanındı­lar. Bunlardan Hacı Muhammed Han Obi nehriyle Ertiş dolayları­nı mülkiyeti altına alarak burada özel bir hanlık kurdu. Kazan, Kı­rım ve diğer beyliklerin, hicri 9. asrın ortalarında bünyesinden kopmaya başladıkları Saray Hanlığı'ndan o da ayrıldı. Sibirya Han'ları bu şekilde idareyi birbirlerinden devralıp durdular.

Vaktiyle Hacı Muhammed Han'ın oğlu Mahmud Han işbaşın­da bulunuyordu. Sonra yerine Abaka Han adıyla tanınan oğlu İb­rahim Han geçti. Ondan sonra Tuğluk Hoca Han, sonra Şimay Han, sonra Uraz Han, sonra Bahadır Han, ondan sonra da dede­sinin amcası oğlu İbrahim Hanoğlu Murtaza Han, sonra da 977 yıllarında başa geçen oğlu Kutçim Han işbaşına geldiler. Kutçim Han, Ruslarla arasında imzalanan ve Sibirya'nın Rusya'ya tabi bulunduğunu hükme bağlayan ittifaka sadık kalmadı. Devletini güç­lendirmeye çalışarak, Nogay Hanlığı ile dostluk kurmaya, bu han­lığa yaklaşmaya önem verdi. Ve oğlunu Nogay Ham'nın kızıyla ev­lendirdi. Nogay Han'ı hicri 981'de olduğu gibi arada bir Ruslar'ın Kama nehri dolaylarındaki topraklarına saldırıyordu. Aynı zaman­da Don nehri kıyılarında bulunan Kazak'ları Ruslar'a karşı isyana teşvik etti.

Nitekim bu sıralarda Timafî oğlu Yarmuk adında biri ortaya çıkarak Sibirya kalesini ele geçirmeyi ve bu kaleyi hicri 1003 yılın­da Ruslar'a satmayı başardı. Kotçim Han ise Başgirt memleketle­rine giderek, geriye kalan ömrünü orada geçirdi. Ve orada öldü.

Tatarlar ikinci kez burada varlık göstermeye ve ayakta durma­ya çalışarak Kotçim Han oğlu Ali Bey'e beyatte bulunarak onu başlarına emir seçtiler. Fakat Ali ülkesini kurtarmaktan aciz kaldı. Keza, kardeşi Yeşim Han da 1017 yılında bunu başaramadı. Ve ni­hayet onun oğlu Giray Han da hicri 1078'de giriştiği harekette ba­şarısız kaldı.[13]

 

Hacı Tarhan Emirliği

 

Hacı Tarhan (Astrahan) Volga Nehri'nin Hazar Denizine dö­küldüğü yere düşmektedir. Bu şehir ve havalisi önceleri Kuzey Mo­ğol Devletinin merkezi olan Saray'a bağlıydı. Muhammed Berdi Bey'in hicri 762'de ölümünden sonra Saray Kentinde anarşi yayıl­maya başlayınca Hacı Çerkez, Astrahan'ın bağımsızlığını ilan etti. Epeyce de topraklarını genişletmiş bulunuyordu. Hacı Çerkez, ay­nı zamanda Saray'a girmeyi de başardı. Ancak birkaç ay sonra bu­radan çıktı.

Bilahare bölgeye Timurlenk geldi. Ve bunun üzerine de Araş Han'ın oğlu Kıvırcık Astrahan'ın idaresini ele geçirdi. Hicri 801'e kadar da onun elinde kaldı. Kıvırcik'tan sonra hicri 802'ye kadar da Timur Kutluk'un idaresi altına girdi. Sonra Kıvırcık'ın oğlu Brak Han iş basma geldi. Ve Saray emiri Muhammed Oğlan tarafından hicri 838'de öldürülünceye kadar da başta kaldı. Ondan sonra Ast­rahan, Saray'a bağlandı. Sonraları Astrahan, Ahmed Han'ın, Kı­rım'ın başına tayin ettiği Cani Bey'in idaresi altına girdi. Ve Ahmed Han'ın Rusya'ya kaçmasına kadar böyle devam etti. Onun peşin­den Hüseyin Han Astrahan Emirliğinin bağımsızlığını yine ilan et­ti. Ve hicri 930'da Muhammed Giray onu buradan kovuncaya ka­dar başta kaldı.

Daha sonra Ahmed Han'ın oğlu Abdülkerim, Astrahan'ın ida­resini ele aldı. Onun da yerine kardeşi Kasim'ın oğlu geçti. Ve Ab­durrahman gelinceye kadar da başta kaldı. Abdurrahman Han ise hicri 941-945 yılları arasında Astrahan'a hükmetti. Nogay'dan ge­len bir kuvvetin saldırması üzerine Abdurrahman Han buradan kaçtı. Bu kez onun yerine Derviş Ali Han'ı tayin ettiler.

Bir zaman sonra da Astrahan'ın idaresini, Şeyh Ahmed Han'ın oğlu Haydar Han ele geçirdi. Fakat hicri 948'de "hal" edilerek yeri­ne Ahmed Han oğlu Murtaza Han oğlu Akbak Han nasbedüdi. Ve 948-961 yılları arasında on üç yıl kadar başta kaldı.Sonra Osmanlı Devletinin gayretiyle Astrahan Han'ı Akbak Han, Nogay Emiri Mirza Yusuf Han ve Kırım Han'ı Devlet Giray Han arasında antlaş­maya benzer bir şey yapıldı. Ancak nihayet 965 yılında Ruslar Ast-rahan'ı tamamen ele geçirdiler.[14]

 

Harzem Veya (Harizm) Emirliği

 

Harzem (Khıyuh) Kenti, Aral Gölünün güneyinde, Ceyhun Nehri kıyılarına düşmektedir. Burası vaktiyle Cengizhan oğlu Cu-ci'nin topraklarının bir parçası olarak Saray'a bağlıydı. Timur-lenk'in gelişiyle Harzem'de Araş Han kuvvetlenerek idareye hakim oldu. Yerine ise Timurlenk tarafından Saraya Han olarak nasbedi-len oğlu Kıvırcık geçti.

Sonra îdeke, oğlu Nureddin'le bozuşup, oğlu onu yenince îde-ko Harzem'e gitmiş ve burada istikrar bulmuştu. Nitekim Moğol hanlarından bir çoğunun üzerinde de etki sahibi oldu. Fakat Tok-tamış oğlu Abdülkadir ile arasında cereyan eden savaşlar sırasın­da öldürüldü. Ondan sonra, Araş Han oğlu, Kıvırcık Han oğlu Brak Han, Harzem'in idaresini eline geçirdi. Ya da başka bir tabir­le atalarının yerine geçti. Ve nüfuzu yayıldı.

Ancak sonra da Timurlenk'in oğlu Şah Ruh'a yenilerek hicri 830 yılında Harzem'deki esas yerine döndü. Fakat yeniden batı yö­nüne doğru ve Saraydaki toprakları hesabına genişlemeye çalıştı ise de bu sıralarda Muhammed Oğlan tarafından öldürüldü.[15]

 

 



[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/117-122.

[2] Arnavutluk'un uluslararası gerçek adıdır. Bu ülkeye sadece Türkler Arna­vutluk derler. (Mütercim)

[3] Acaib'ul-Makdur Fi Ahbar-i Teymur; Dırmşk'lı Ahmed Bin Muhammed Bin Arabşah (ölümü. H.854)

[4] İtil; Volga'nın bir başka adıdır

[5] Mesalik'ul-Ebsâr, fi Memalik'il-Emsâr; Ahmed binYahyabin FadlıHah bl-Ömerî (Ölümü; Dımışk-H. 749

[6] Telfik'ul-Ahbâr ve Talkîh'ul-Âsâr fi Vakâyii Kazan ve Bulgar ve Mulük'it-Tâtâr; Er-Remzi Orunburg H

[7] Müellif yukarıdaki cümlenin arapça metnini maalesef kapalı geçmiştir. Büyük ihtimalle şunu anlatmak istiyor; Putperest Moğollar, soydaşlarının İs­lam'a girmelerini tepkiyle karşılıyor, onlara hâlâ sırf Moğol gözüyle baktıkları için müslüman olmalarını bir türlü hazmedemiyorlardı. (Mütercim)

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/123-150.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/151.

[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/153-159.

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/159-161.

[12] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/163-166.

[13] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/167-168.

[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/169-170.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/171.