Hz. Musa (aleyhisselâm) - 5. Bölüm
Aradan yıllar geçmiş fakat hiçbir şey değişmemişti. Nasıl değişsindi, kemikleşmiş yanlışlara neşter vuracak bir insan yoktu. Hz. Musa'nın döndüğünü duyan İsrailoğulları onu bir kurtarıcı gibi karşıladılar. Hz. Musa onlar gibi değildi. Onlar Âhiret’ten çok dünyayı severlerdi. Mısır’daki sayıları, yaklaşık altı yüz bini bulmasına rağmen maruz kaldıkları zulümler karşısında kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Zilletle yaşamayı izzetle ölmeye tercih etmişlerdi. Hz. Musa ise Allah'ın izzetli bir peygamberiydi. Cenâb-ı Hak'tan başka kimseye kulluk etmezdi. Bütün dünya toplanıp ona saldırsa korkmazdı.
Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun birlikte Firavun’un sarayına gittiler. Allah, onlara Firavun’u hikmetle ve güzel öğütlerle imana çağırmalarını emretmişti. Firavun, Hz. Musa'yı karşısında görünce şaşırdı. Onu derhal öldürtebilirdi, fakat politik hilelerle onu alt edebileceğini düşündü. Firavun sordu:
- Ne istiyorsun ey Musa?
- Biz, Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarına zulmetmekten vaz geç. Onların eski yurdu olan mukaddes topraklara gitmek üzere bizim onları götürmemize izin ver.
- Sen sarayımıza bebekken alıp büyüttüğümüz Musa değil misin?
Firavun minnet ediyordu. Büyük fetanetin sahibi Hz. Musa şöyle cevap verdi:
- Şayet senin zulmün ve İsrailoğullarının yüreklerine saldığın korku olmasaydı ve çocuklarını öldürmeseydin o zaman ben ailemin evinde büyüyecektim. Senin yüzünden yıllarca ailemle aramdaki ilişkiyi gizlemek zorunda kaldım. Senin sarayında yaşamak benim için nimet değil bir azaptı.
Firavun yutkundu. Fakat istifini bozmadı, herkesin huzurunda Musa’yı (aleyhisselâm) küçük düşürmek, itibarını sıfıra indirmek istiyordu. Şöyle dedi:
- Hem sen bir cinayet işleyip kaçtın, unuttun mu?
Hz. Musa’nın başı dik idi. Sesinde herhangi bir titreme yoktu. Dudaklarından dökülen kelimeler gayet net, açık, etkili ve akıl doluydu:
- Ben o zaman küçüktüm. Üstelik masumdum. Zulmün kol gezdiği bu memlekette masumiyetimi ispat etmeme fırsat verilmeden öldürülecektim. Ben de bütün sevdiklerimi terk ederek gurbete çıkmak zorunda kaldım. Sonra Rabbim bana ilim ve hikmetle birlikte peygamberlik verdi. Ben Âlemlerin Rabbinin elçisiyim.
- Âlemlerin Rabbi dediğin kimdir, nedir?
- O, göklerin yerin ve sonsuz fezadaki her şeyin Rabbi’dir. Her şey O’nun varlığına işaret eden parlak bir delil iken nasıl iman etmezsin?
Firavun çevresindekilere bakarak alaylı bir üslûpla:
- Duydunuz mu bu adamın söylediklerini?
Hz. Musa konuşmasına devam ediyordu. Sözcükleri bir bomba etkisi uyarıyordu salonda. Beyan Sultanı şöyle dedi:
- O hem sizin hem de atalarınızın Rabbidir.
Firavun alaylı üslûbuna devam ederek çevresindekilere şöyle dedi:
- Sizin peygamberiniz deli. Düşe düşe size deli bir peygamber düştü.
Musa (aleyhisselâm) ise ciddiyetini bozmadan sözlerine devam ediyordu:
- O, doğunun, batının ve ikisinin arasındaki her yerin, her şeyin ve herkesin Rabbidir. Aklınız varsa anlarsınız.
Firavun, Hz. Musa'ya hakaret ederek onu mağlûp edebileceğini düşünüyordu. Musa’nın (aleyhisselâm) dünyanın en akıllı insanı olduğunu dilinden dökülen inci gibi sözler ispat ediyordu. Firavun bu kez onun fakirliğine taktı:
- İlâhına iman etmem için gelen şu fakir adama bakın. Benden başka birine ibadet etmeye nasıl cesaret edersin ey Musa? Kâinatta benden başka ilâh mı var?
- Evet var... Bütün kâinatı yoktan var eden Allah var. O Âlemlerin Rabbi’dir ve seni O’na iman etmeye çağırıyorum.
Firavun öfkeden çıldıracak gibiydi;
- Benden başka bir ilâha kulluk edersen seni zindanlarda çürütürüm, anlıyor musun?
Hz. Musa tebessüm ederek:
- Ya sana bir mûcize gösterirsem...
- Gerçekten doğru söylüyorsan mûcizeni göster de görelim.
Musa (aleyhisselâm) asasını sarayın bu en büyük salonunda elinden fırlatınca mûcize gerçekleşiverdi. Firavun’un gözleri hayretten fal taşı gibi açılmıştı. Hz. Musa'nın asası kıvrılarak hareket eden korkunç bir yılana dönüşmüştü. Firavun yılana bakarken taş kesilmişti sanki.
Tam bu sırada Musa (aleyhisselâm) elini koynuna sokup çıkardı. Bembeyazdı, güneş gibi parlıyordu. Öyle ki saraydaki lâmba ve mumların ışıkları bu muhteşem ışığın parlaklığı karşısında solgun görünüyordu. Firavun’un yüzü korkudan sapsarı kesilmişti. Sarayda tam bir ölüm sessizliği vardı. Salondakiler Musa’nın (aleyhisselâm) gösterdiği bu iki mûcize karşısında dehşete düşmüş, dilleri tutulmuştu.
Herkesin şaşkın bakışları arasında Hz. Musa elini yılana uzattı ve birdenbire yılan asaya dönüştü. Elini koynuna sokunca da eli tekrar eski hâline döndü. Hz. Musa, dehşetten taş kesilmiş insanların bakışları arasında arkasını döndü ve saraydan çıktı.
Firavun donmuştu sanki… Korkudan titriyordu...
Çok geçmeden olay bütün Mısır’da duyuldu. Herkes Musa (aleyhisselâm) ve Hz. Harun’dan bahsediyordu. İnsanlar bu iki peygamberin Allah’a iman etmesi için Firavun’un sarayına gidişlerini, Firavun’un inkârını, kabalığını, ahmaklığını anlatıyorlardı. Hele mûcizeler... Çoluk-çocuk, yaşlı-genç herkesin dilinde Musa’nın (aleyhisselâm) asasının dev bir yılana dönüşmesi, elinin güneş gibi parlaması vardı. Onlar karşısında Firavun apışıp kalmış, söyleyecek bir şey bulamamıştı. İki peygamber dünyanın en büyük imparatoru olan Firavun’u alt etmişti.
Evet, olay bütün Mısır şehirlerine yayılmıştı. İnsanlar, olanları her yerde birbirlerine anlatıyordu. Ülkede duymayan bilmeyen kalmamıştı. İşler çığırından çıkmak üzereydi. Firavun’un halk içindeki prestiji yok olmak üzereydi. Hâlbuki o bir ilâhtı (!). Firavun derhal devlet adamlarını topladı ve problemin çözümü için bir çare bulmalarını emretti.
Musa (aleyhisselâm), Firavun’la yüzleşir yüzleşmez mücadele başlamıştı. Onun kolay bir şekilde iman etmeyeceğini biliyordu. Çünkü o ilâh olduğunu söylüyor, Mısır halkı da ona tapıyordu. Sertti, merhametsizdi, kabaydı. Kendi halkını sömürüyordu. Bugüne kadar her şey istediği gibi gitmişti. Fakat Musa (aleyhisselâm) gelmiş, o güne kadar kurduğu o haşmetli saltanatı yıkmak istiyordu. Yıllar önce kâhinlerin haberini verdiği o insan bugün karşısında duruyordu.
En basitinden, Hz. Musa bütün kâinatı yaratan bir tek Allah’ın olduğunu söylüyordu. O tekti ve O’ndan başka ilâh yoktu. Bunun anlamı şuydu: Firavun kocaman bir yalancıydı. Çünkü herkese en büyük ilâhın kendisi olduğunu söylüyordu. Devletin ileri gelenlerini olağanüstü bir şekilde toplayan Firavun en büyük veziri Haman'a dönerek sordu:
- Söyle bana ya Haman, sence ben yalancı mıyım?
Haman her profesyonel münafık gibi yere kapanarak şöyle cevap verdi:
- Yüce efendimiz, bunu söyleyen biri mi var?
- Musa! Gökyüzünde bir başka ilâhın olduğunu söylüyor.
- Musa yalan söylüyor efendimiz.
- Yalan söylediğine eminim. Fakat sen yine de bana yüksek bir burç kur. Üzerine çıkıp gökyüzüne tırmanacağım. Orada gerçekten Musa’nın tanrısı var mı, yok mu bakacağım. Gerçi hiç şüphem yok, Musa yalancının teki.
Haman, uzayın derinliklerine varan dev bir burç inşa etmenin mümkün olmadığını pekâlâ biliyordu. Fakat dedik ya o profesyonel bir münafıktı. Firavun’a:
- Göğe çıksanız bile orada bir şey göremeyeceksiniz yüce efendimiz. Çünkü kâinatta sizden başka ilâh yok ki..!
Firavun, meclisteki vezir, komutan ve kâhinlerine dönerek şöyle dedi:
- Sizin için benden başka ilâh tanımıyorum.
Onlar da Firavun’un ilâhlığını kabul edip secde ettiler. Aralarında iki üç akıllı vardı. Onlar Firavun’un yalan söylediğini çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen sustular. Fakat bu susmaları Mısır halkına çok pahalıya mal oldu. Komutanların, vezirlerin ve kâhinlerin iki yüzlülüğünün bedelini Mısırlı askerler ileride hayatlarıyla ödediler.
Firavun, danışmanlarına dönerek:
- Musa hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu.
Danışmanlar hem korku hem de iki yüzlülükleri nedeniyle susup beklediler. Firavun konuşacaktı, onlar da papağanlar gibi Firavun’un sözlerini tekrar edeceklerdi. Firavun:
- Hiç şüphem yok ki, Musa çok bilgili bir sihirbaz. Sihir gücüyle sizi topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Danışmanlar artık ne konuşmaları gerektiğini biliyorlardı:
- Yüce efendimiz Firavun doğru söylüyorlar. Musa düpedüz bir sihirbaz. Problem çözüldü. Ülkenin her tarafına haberciler gönderip en büyük sihirbazları buraya çağıracağız. Sihirbazlar geldikten sonra Musa’nın karşısına çıkıp onun yalancı bir sihirbazdan başka bir şey olmadığını ispatlayacaklar ve onu mağlûp edecekler. Böylece hem Mısır halkı hem de diğer ülkelerin insanları onun nasıl bir yalancı olduğunu öğrenmiş olacaklar.
Tarihi toplantıdan çıkan karar buydu. Bu amaçla Firavun’un sarayından on adam atlarına binerek Mısır’ın değişik şehirlerine dağıldılar. Ertesi gün Mısır’ın bütün çarşı ve sokaklarında şöyle bir ses yankılanıyordu:
- Yüce Firavun, ülkenin bütün usta sihirbazlarını önemli bir meseleyi görüşmek üzere derhal sarayına çağırıyor...
Bu arada Firavun Musa’yı (aleyhisselâm) sarayına çağırarak onu tehditlerle korkutmaya çalıştıysa da başaramadı. Çünkü Hz. Musa, Allah’tan başka kimseden korkmuyordu. Firavun Musa’yı (aleyhisselâm) öldüremiyordu. Öldürse, herkes onun, yenilgisini şiddetle bastırmaya çalıştığını söyleyecek ve ilâhlık (!) prestiji sarsılacaktı. Hem Hz. Musa'dan bir efsane çıkarmak istemiyordu. Fakat gücünün yettiği bir insan vardı. Kraliçe Hz. Âsiye. Hz. Musa'nın mânevî annesi. Onun peygamber olduğunu duyar duymaz derhal iman etmiş ve Firavun’un karşısında Musa’yı (aleyhisselâm) müdafaa etmişti. Bu durum Firavun’un ağırına gitmiş ve Âsiye validemizi zindana attırarak binbir çeşit işkenceye maruz bırakmıştı. Öyle ki bir gün Âsiye validemiz şöyle dua etti:
- Allahım, Cennet’te bana bir ev yap. Beni Firavun ve kavminin şerrinden kurtar!
Allah, onun bu samimi duasını kabul etti ve kısa bir süre sonra ruhunu teslim etti.