ASR-I SAADETTE MİZAH.. 2

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten. 2

Birinci Bölüm.. 2

MİZAH KAVRAMI2

I. Mizaha Olan İhtiyaç Ve Mizahın Faydaları2

II. Mizah Nedir? Nasıl Olmalıdır?. 3

III. Mizaha Hasredilen Bir Eser4

İkinci Bölüm.. 4

HZ. PEYGAMBERİN VE SAHABESİNİN MİZAHLARI5

I. Hz. Peygamber'in Şakaları5

A- Hz. Peygamberin Çocuklarla Şakalaşması5

1) Hz. Hasan Ve Hüseyin'le Şakalaşması5

2) Hz. Enes'le Şakaları5

B- Sahabilerle (Yetişkinlerle) Şakalaşması6

II. Sahabenin Hz. Peygamber'e Yaptığı Şakalar6

Üçüncü Bölüm.. 7

SAHABENİN ŞAKALARI VE BAZI ŞAKACI SAHABİLER.. 7

A- Nuayman. 8

B- Abdullah B. Huzafe. 10

C- Zeyd B. Sabit11

D- Büreydetü'l-Eslemî11

E- Üseyd B. Hudayr11

F- Hz. Ömer11

G- Abdullah B. Muhammed B. Abdurrahman B. Ebi Bekr12

Sonuç. 12

Bibliyografya. 12


ASR-I SAADETTE MİZAH

 

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten

 

(Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Bursa)

Akif Köten 1951 yılında Samsun'un Ladik ilçesinde doğdu. 1969 yılında Çorum t.H.L.nden, 1973 yılında İz­mir Yüksek îslam Enstitüsünden mezun oldu. 1977-1982 yılları arasında Bursa Yüksek îslâm Enstitüsünde Hadis Asistanlığı ve öğretim üyeliği yaptı. 1982 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis öğretim görevliliği yaptı. 1983 yı­lında "Kadı îyaz'ın Hayatı, Eserleri ve Hadis Şerh Metodu" konusunda tez vererek doktor oldu. 1992 yılında yardımcı doçent oldu. Halen aynı fa­kültede Hadis anabilim dalında öğretim üyeliği görevine devam etmektedir. Eserleri:

- Hz. Peygamber'in Devlet Başkanlığı

- Hz. Peygamber Döneminde Şaka ve Bazı Şakacı Sahabiler. [1]

 

Birinci Bölüm

 

MİZAH KAVRAMI

 

I. Mizaha Olan İhtiyaç Ve Mizahın Faydaları

 

Melekler veya hayvanlar gibi tek yönlü bir varlık olmayan insanın hem melekî, hem de hayvanı yönleri vardır. Bunun için özellikleri, ihtiyaçları, tatmin yolları., çok değişik ve komplikedir. Mülevven mizacının tabiî bir sonucu olarak insanın, devamlı bir hal üzerind.e kalması veya uzun bir süre aynı hali sürdürmesi 'mümkün değildir. Onun tabii özelliklerinden biri de yorulma, bık­ma, usanma...dır. Bu durumlarda insan, Önceden yaptıklarının zıddını veya daha değişik şeyleri yapmak suretiyle dinlenir, hal değiştirir. Mesela, bedenen yorulup sıkıldığı zaman istirahat ede­rek dinlenmesi ne kadar normal ise, ciddi işlerde yorulup sıkıldığı zaman mizah yapması, şakalaşması, birşeyler terennüm etmesi de o kadar tabii ve ihtiyacıdır. Dinlenen kişi tekrar çalışma gücü­ne eriştiği gibi, ruhen bunalan insan da bazan yaptığı veya kendi­sine yapılan mizahla rahatlamış olarak görevlerim yapma gücüne erişir.

Rasûlullah'm (s.a.v.) meclisinde duyduğu dinî hazzı dışarıda devam ettiremediği için, imanında zaaf olduğunu zannederek Hz. Peygamber'e gelen ve bu hareketiyle münafıklaştığını zanneden Hanzala'ya Peygamber Efendimiz'in cevabı şöyle olmuştu: «in­san bir zaman böyle, bir zaman da şöyle olabilir.» Bu hâdise bize gösteriyor ki, Hanzala gibi vahiy kâtibi ve gayretli bir sahabi dahi, Hz. Peygamberin yanında hissettiği duygulan, hayatın dağdağa­sı içinde zaman zaman unutabiliyor ve kendisini dünyevi meşga­lelere kaptırabiliyor. Demek ki insandaki bu hal değişikliği nor­maldir. Fakat aslolan, insanın bu hale takılıp kalmaması ve dinî duyguları hepten unutmaması dır. Günün değişik zamanlarında namazın beş defa tekrar edilmesinin hikmetlerinden biri de, gün­lük meşgalelere dalan insanoğluna dinî duyguyu bu sıklıkla hatır­latması olsa gerektir.

Sahabe, Hz. Peygamber'in sohbetlerine büyük bir aşkla katı­lıyor ve O'nu (s.a.v.) pür dikkat dinliyordu.[2] Bu meclislerin verdiği üstün manevi haz ve sahabenin iştiyakına rağmen Hz. Peygam­ber, onları usandırmamak için ancak fasılalarla ve belirli zaman­larda va'zu nasihatta bulunuyordu.[3] Rasûlullah'm (s.a.v.) bu uy­gulaması da insanların, kalben ve zihnen yorulmalarının, usan­malarının gayet tabii olduğunu göstermektedir.

Gittikçe ağırlaşan hayat şartlarıyla maddeten .ve manen daha büyük sıkıntılara maruz kalan insanların, bu sıkıntılardan biraz olsun kurtulmasında ve rahatlamış olarak ciddi işlere tek­rar dönebilmesinde mizah, espiri, şakalaşma... gibi tabii davra­nışların müsbet etkisi olacağı kanaatindeyiz. «Zaman zaman kalpleri dinlendiriniz.»[4] hadisi de herhalde bunu ifade etmekte­dir. Buharî senedi hasen olarak değerlendiren bu hadise, yukarı­da geçen Hanzala hadisini şahid göstermektedir.[5]

Usanan yorulan zihinleri rahatlatma hususunda, Hz. Ali'nin tavsiyesi de şöyledir: «Bedenler yorulduğu gibi gönüller de yoru­lur, usanır. Kalplerinizi dinlendirin; ona ulaşacak hikmet yolları­nı arayın. Nefis oyun ister, oyalanmaya meyyaldir, yanlış şeyleri yapmak ister, tembelliğe yatkındır, rahatı arzular, çalışmaktan nefret eder... eğer nefsini çok arzularsan yıpratırsın, başıboş bıra­kırsan hepten rezil edersin»[6] Hz. Ali'nin bu tesbit ve tavsiyesi de gösteriyor ki, nefsi arzularından tamamen uzaklaştırmak onu öl­dürür; zaten bu mümkün değildir, isteklerinin tamamım yapmak ise, onu kontrolden çıkarır ve sefih bir hale sokar. Öyleyse onu za­man zaman dinlendirmek, eğlendirmek, neşelendirmek... lazım-dırki, bu şevkle insan, tekrar aslî görevlerini yerine getirebilsin.

İnsan tabiatında mevcut olan mizah duygusu, bu rahatlama­yı sağlayan yollardan biridir. Aşırı, kırıcı ve haram yollarla yapıl­madığı zaman mubah olan ve zaman zaman Hz. Peygamber'in yapmış olması cihetiyle de sünnet olan mizahı, mekârim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini beyan eden Rasûlullah (s.a.v.)'m tamamen terketmesi zaten düşünülemezdi. Ne var ki, günümüz­de çizilen ve gerçek Islâmî bilgiler yerine gelenekten kaynaklanan bir müslüman tipi var ki, buna göre müslüman; asık suratlı, her zaman ciddi, gülmeyen, güldürmeyen, eğlenmeyen bir kimsedir. İslâm'ı iyi bilmeyen cahil-dindar müslümanlar ile, islâm hakkın­daki bilgileri gayet sığ ve yanlış olan günümüz aydınlarının zihin-lerindeki müslüman tipi, maalesef böyledir. Halbuki Hz. Peygam­ber ve ashabının günlük hayatlarına baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığı, yeri geldikçe mizah, espri, şaka, gülme, güldür­me, eğlence... gibi davranışların en güzel bir şekilde icra edildiği görülecektir.

Fıtratın gereği olan davranışların, ferd ve toplum üzerinde müsbet etkileri olacağı tabiidir. En azından bu davranışlar, bir ih­tiyacı giderdiği için insanları rahatlatmaktadır. Mizah da böyle­dir. Yerinde ve ölçülü yapılan bir şaka, muhatabı da aynı şekilde rahatlatır ve taraflar arasında sevgi iletişimi meydana getirece­ğinden sosyal bünyenin sağlamlaşmasına da katkıda bulunur. «Allah (c.c.)'ın rahmetiyle sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır gi­derlerdi...»[7] ayeti, sert ve asık suratlı olmanın meydana getireceği sosyal çözülmeyi açıkça belirttiği gibi, yumuşaklık, güler yüzlük... vb. şeylerin de toplayıcı özelliklerini dile getirmektedir.

Hz. Peygamber'in müminin mümine tebessümünü îslâmî Toplumun çimento görevindeki dinamiği olan sadakanın çeşitle­rinden biri olarak sayması[8] da, tebessümü doğuran faktörlerden biri olan mizahın sosyal yapıya müsbet etkisini göstermektedir. Bazı sosyal-psikolojik tecrübî araştırmalar, mizah duygusuna sa­hip olmayı, en fazla sevilen kişilik özelliklerinin başta gelenlerin­den birisi olduğunu ortaya koymaktadır.[9]

Mizahın eğitime de büyük bir katkısı vardır. Çünkü mizahla anlatım öğrenmeyi, terbiyede takib edilecek böyle bir yol da eğiti­mi kolaylaştırır. Kabiliyetleri varsa, eğitim-öğretimle meşgul olanların buna ehemmiyet vermesi gerekir. Hz.Peygamber'in sünnetinde, bilhassa çocuklara karşı davranışında bunun pek çok örneklerini görmekteyiz.[10]

 

II. Mizah Nedir? Nasıl Olmalıdır?

 

MZH kökünden türemiş olan mizah kelimesi, ciddiyetin zıd­dı, şaka anlamındadır.[11] Şaka, gülüşmeye vesile olsun diye, karşı­sındakini kırmaksızm şaşırtmak veya aldatmak üzere söylenilen söz veya yapılan davranıştır.[12] Mizahda muhatabın sevgi ve şef­kat duygularını çekme ve iltifat hisleri bulunur. Alay, istihza, kü­çümseme... vb. davranışlara dönüşmemesi için mizah ve şakada, karşısındakini incitme arzusu bulunmamalıdır.[13]

Mizah ve şakanın yemekteki tuz gibi olması gerekir. Lüzu­mundan fazla yapılan veya dozu kaçırılan mizah, insanın vakar ve mürüvvetini zedeler. Eskilerin deyimiyle latife (şaka) latîf olmalı­dır. Mizah ve şakanın tamamen tecedilmesi, sertlik ve asık su-ratlılık ise sünnete ve Siret-i Nebeviyye'ye aykırıdır.[14] Mizah yap­mak veya mizah sever olmak kişiyi, kaba ve sert mizaçlı insanlar­dan ayırır.[15] Araplar bir kişiyi övecekleri zaman,-"güler yüzlü", ye­receklerinde de "asık suratlı" diye tavsif ederlerdi.[16] Genellikle neşeli, güler yüzlü, şakacı insanlar sevilir; öfkeli, asık suratlı ka­ba, sert insanlar da sevilmez. Hz.Peygamber'in bazan şakalaştığı-nı, şakaya izin verdiğini fakat başkalarım maddeten ve manen ra­hatsız eden ağır şakalara müsaade etmediğini görüyoruz. Bir de­fasında Ebu Hüreyre; "Ya Rasûlallah sen bize şaka mı ediyorsun?" demiş. O da (s.a.v.) "Evet, ben şaka yaparım, fakat sadece doğruyu söylerim" diye cevap vermişti.[17]

Hz. Peygamberin sünnetine baktığımızda, dinen mubah görülen mizahda şu özelliklerin bulunması gerektiğini görmekte­yiz:

a) Mizah dostane duygularla yapılmalı, yapanı ve muhatabla-rı rahatlatmah, öfkelendirmemelidir. Zaman zaman kalblerin dinlendirilme siyle ilgili hadis ve müminin diğer müminlere karşı nasıl davranması gerektiğini açıklayan hadislerin umumi ifadele­rinin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz.

b) Mizah; alay, istihza, küçümseme, hakaret, korkutma... kasdıyla olmamalıdır. Müslümanın eliyle ve diliyle hiçbir müslü-manı rahatsız etmemesi hadisi,[18] alay ve istihzayı nehyeden ayet[19] ve hadisler bu tür mizah ve şakaları yasaklamaktadır. Uyu­yan bir sahabinin ipini diğerleri şaka niyetiyle aldığında Hz.Pey-ganıber; «Bir müslümanın diğerini korkutması helal değildir»[20] buyurmuştur. Savaş öncesinde hendek kazarken uyuya kalan Zeyd b. Sabit'in silahı arkadaşları tarafından alınıp korkutulunca Hz. Peygamber, böyle bir şakayı doğru bulmamış ve benzer davra­nışları yasaklamıştır.[21]

Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi şaka, başkasının korku-tulmasma —bilhassa savaş öncesi bir ortamda— sebep olursa caiz değildir. Bu hadislerde yasaklanan mizah değil, bu yolla başkala­rının korkutulmasıdır. «Kardeşinle münakaşa etme, (alaya ala­rak) onunla şakalaşma»[22] hadisi de böyledir. Yani, şaka niyetiyle de olsa başkasıyla alay edilmesi doğru değildir.

c) Mizah ve şakada yalan unsuru bulunmamalıdır. Yaptığı mizahlarda doğruyu söylediğini belirten Hz. Peygamber bu konu­da şöyle demektedir:

«Başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar ol­sun»[23]

«Kul şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa etmeyi bırakmadıkça iyi bir mü'min olamaz.»[24]

«Şaka da dahil, yalan söylemeyene cennette bir köşk garanti ederim»[25]

Ancak, şaşırtıcı ifadeler, tevriye... vb. bu hükmün dışındadır. Mesela, cennete girmek için dua etmesini isteyen ihtiyar kadına, «Sen bilmiyor musun, cennete ihtiyarlar girmez» diye şaka yaptı­ğında kadın üzülünce, bu haliyle değil de genç olarak gireceğini söylemesi[26] böyledir. Burada yasaklanan şakayla da olsa yalan söylenmesidir, yoksa mizahın kendisi yasaklanmamaktadır. [27]

 

III. Mizaha Hasredilen Bir Eser

 

Gerek islâm öncesinin cahiliyye Afap Kültürü, gerekse islâm'dan sonraki Arap Kültüründe mizah, nükte, şaka... gibi un­surların önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber ve ashabından nakledilen bazı hadis ve haberlerde de bunların örneklerine rast­lamaktayız. Nitekim, hemen her hadis mecmuasında az da olsa, bunlara ait örnekler bulmak mümkündür. Hadis mecmualarında dağınık olarak bulunan bu tür haberler de dahil olmak üzere mi­zah ve gülmeceyle ilgili hikaye ve bilgilerin toplandığı ilk eser, -bildiğimize göre— ez-Zübeyr Ibnu Bekkar'ın (H. 176-256/ M.789-870) Kitâbu'l-Fükâhati ve'1-Mizah'ıdır.[28]

ez-Zübeyr ile çağdaş olan Câhız (H. 255) da , Kitabu'l-Haya-van ve el-Buhela'smda, Ibn Kuteybe ed-Dîneverî (H.276) Kitâbu'l'Hayauân'mda mizah da dahil pek çok folklorik malzeme toplamışlardır. Bunları, Ibn Abdirabbih (H. 328) el-Ikdu'l-Ferîd, Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehab en-Nüveyri (H. 732) Nihâyetü'l-Ereb fi Fünûni'l-Edep, Kalkaşendî (H. 821) Subhu'1-A'şâ, el-Makkarî (H. 1041) Nefhu't-Tıb... gibi müellifler takib etmiştir.

Sika bir ravi olan ez-Zübeyr, uzun süre Mekke kadılığı da yapmıştır.[29] Günümüze intikal etmeyen bu eserden ve muhteva­sından bahseden kaynaklardan tesbit edebildiklerimize göre,

ez-Zubeyr kitabında şu şakalara yer vermiştir:

a) Sahabi Nuayman'ın arkadaşı Süveybit'i köle diye satması ve Ebu Bekir'in O'nu kurtarması ve Hz. Peygamberin buna uzun süre gülmesi.[30]

b) Nuayman'm Hz. Peygambere hediye ettiği şeylerin parası­nı Ödetmesi.[31]

c) Nuayman'm arabinin devesini kesmesi, bedelim Hz. Pey­gamber'in ödemesi.[32]

d) Nuayman'm Mahreme'ye yaptığı oyunlar.[33]

e) Nuayman'm, Ebu Süfyan'a takılması.[34]

Cari Brockelmann'ın Geschishte der Arabischen Literatur-Supplenmentband (GAS) adlı eserinde, ez-Zübeyr'e Mizahu'n-Nebi isimli bir eser daha izafe edilmekte ve Kastallani'nin (H. 923) Irşâdu's-Sârî'de bundan bahsettiği bildirilmektedir.[35] Fakat Kastallânî'nin burada bahsettiği eöer, Kitabu'l-Fükâheti ve'l-Mizah'tıv.[36]

 

İkinci Bölüm

 

HZ. PEYGAMBERİN VE SAHABESİNİN MİZAHLARI

 

I. Hz. Peygamber'in Şakaları

 

Peygamberlerin görevi ilahî emirleri insanlara tebliğ etmek, açıklamak, öğretmek, örnek olmak, kabul ettirmek için her türlü gayreti göstermektir. Risalet görevini başarıyla ifa edebilmeleri için insanlar tarafından sevilmeleri, sevimli olmaları gereklidir, îlahi bir rahmet olarak verilen bu yumuşaklıkla Hz. Peygamber [37]etrafındakilere gayet sıcak ve sevgiyle davranmış, hatta, başta ço­cuklar olmak üzere onlara zaman zaman şaka dahi yapmıştır.[38] Esasen şaka bir zeka işidir. Ancak zeki insanlar latîf şakalar ya­pabilir. Hiç şüphesiz insanların en zekisi olan Hz. Peygamberin, şaka yapmaması veya şakayı hoş görmemesi zaten düşünülemez. O'nun (s.a.v.) bu yakınlığından cesaret almış olmalı ki bazı saha-biler de Hz. Peygamber'e şaka yapabilmiştir. Bunun pek çok örne­ği vardı. Hz. Peygamber'in onlara sıcak davranması ve zaman zaman şaka yapması, kendisine yapılan şakalara gülmesi veya mukabele etmesi sahabenin, imanın bir gereği olan Peygamber sevgisini, dine bağlılıklarım artırmış, böylece risalet görevinin ifasında, —az da olsa— böyle davranışların etkisi olmuştur.

Rasûlullah'ın (s.a.v.) bu vasıflarını iyice tanımayan bazı kişi­ler, mizah, espri, şaka... vb. lerinin mürûeti (kişiliği) zedeleyen bir nakisa olduğu kanaatine varmışlardı, işte bu kanaatte olanlar­dan biri Süfyan b. Uyeyne'ye (H. 198) "mizah bir ayıp mıdır?" diye sorunca cevaben, "Ne ayıbı bilakis sünnettir. Çünkü Hz. Peygam­ber; "Ben mizah yaparım, ama daima doğruyu söylerim" buyurur" demiştir.[39] Hz. Peygamber'in siretiyle ilgili eserinde Ibnu'1-Kay-yım (H. 751); "Allah Rasulü (s.a.v.) şakalaşır ve şakalarında sadece doğruyu söylerdi. Tevriyeli konuşur, tevriyesinde de yine yalnız hakikati söylerdi" [40] demektedir.

Hz. Peygamberin mizahlarını iki grupta toplayabiliriz: [41]

 

A- Hz. Peygamberin Çocuklarla Şakalaşması

 

On yıl hizmetinde bulunduğu için Hz. Peygamber'i çok iyi ta­nıyan Knes b. Malik O'nun (s.a.v.) çocuklarla en çok şakalaşanbir kimse olduğunu bildirir. Bu şakalara şu örnekleri verebiliriz: [42]

 

1) Hz. Hasan Ve Hüseyin'le Şakalaşması

 

Hz. Peygamberin en çok şakalaştığı çocuklar şüphesiz ki to­runları Hasan ve Hüseyin idi. Hasan ve Hüseyin'in ellerinden tutar, ayaklarını ayaklarına koyar, göğsüne çıkarır ve göğsündey-ken onları öperdi.[43] Bazan onları omuzuna bindirirdi.[44] Hz. Pey­gamber ashabla birlikte bir yemeğe giderken yolda oynamakta olan Hüseyin'e rastladı, topluluğun önüne geçerek kollarını açtı ve onu çağırdı. Gelmek istemeyen Hüseyin sağa sola kaçtı, Hz.Peygamber de gülerek onu yakalayıncaya kadar arkasından koştu, yakalayınca, bir elini çenesinin altır-a, diğerini ensesine koyarak onu öptü ve ona dua etti.[45] Cabir'in anlattığına göre Hz. Peygamber Hasan ve Hüseyin'i sırtına bindirmiş, dört el üzerinde yürümekte ve, «Deveniz ne güzel deve, siz de ne iyi binicilersiniz» diyerek onları taşımaktadır.[46] Hz. Peygamber genellikle torunu Hasanı «luka: yaramaz, haylaz" diye çağırırdı.[47] Bu misallerden de anlaşılacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.) torunlarıyla hem fiilen, hem de sözle şakalaşmıştır. [48]

 

2) Hz. Enes'le Şakaları

 

Hz. Peygamber zaman zaman Enes'in ailesini ziyaret ederdi. Birgün kardeşini çok üzgün görünce sebebini sordu, onlar da çok sevdiği ve devamlı oynadığı kuşunun öldüğünü söylediler. Hz. Peygamber, küçük bir çocuk olmasına rağmen ona taktığı lakapla: «Ya Ebâ Umeyr! Mâ faale'n-nugayr: Ey Ebu Umeyr! Ne oldu Nu-gayr?» diyerek şakalaştı, üzüntüsünü hafifletti. Daha sonraları her gördüğünde böyle diyerek onunla şakalaşırdı.[49]

2- On yaşından itibaren Hz. Peygamber'in hizmetinde bulu­nan Enes'e bazan, "Ya zelüzüneyn: Ey iki kulaklı" diye şaka ya­par,[50] bazan da kakülünü çekerek şakalaşırdı.[51]

3- Birgün Rasûlullah (s.a.v.) kovadan ağzına su almış ve beş yaşındaki Mahmud İbnu'r-Rebi'in yüzüne püskürtmüştü.[52] Ömrü boyunca Mahmud bu hadiseyi aziz bir hatıra olarak nakletmiştir. [53]

 

B- Sahabilerle (Yetişkinlerle) Şakalaşması

 

Ashabını çok seven Rasûlullah (s.a.v.), bu sevgisinin bir izha­rı olarak bazan onlara şaka yapardı. Mesela:

1- Bir defasında Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in hareketini tam anlayamamış, O'ndan böyle birşey beklemiyor olmalı ki, yap­tığı karşısında; "Bize şaka mı ediyorsun ya Rasûlallah?" diye sor­muş, Rasûlullah (s.a.v.) da; "Evet, ben şaka yaparım, fakat sadece doğruyu söylerim" cevabım vermiştir.[54]

2- Hz. Peygamber'in kendisini bir deveye bindirmesini iste­yen bir sahabiye cevabı, "Evet seni bir deve yavrusuna bindire­yim" olunca adam taaccüb eder ve, "Ben yavru deveyi ne yapayım" der. Adamın şaşırdığını gören Hz. Peygamber, —zaten maksadı budur— tebessüm ederek; "Bütün develer, bir ana devenin yavru­su değil midir?" demek suretiyle şaka yaptığım ihsas eder.[55]

3- Enceşe, Veda Haccı dönüşünde Rasûlullah'm (s.a.v.) ha­nımlarını taşıyan develeri sürmektedir. Yanık sesi ve hızlı ritmiy­le söylediği şarkılar develeri koşturunca Rasûlullah (s.a.v.); "Ey Enceşe! yavaş sür billurları (kırmayasm)" diyerek hanımların na­zik olduklarım, bu süratten incinebileceklerini ima suretiyle şaka yapar.[56] Bu hadisi Enes'ten rivayet eden Ebu Kılabe der ki; "Hz. Peygamber öyle bir söz söyledi ki, sizden biri bunu söyleseydi, bundan dolayı onu alaya alırdınız." Ebu Kılabe'nin bu açıklamaya ihtiyaç duyması, o devirde Hz. Peygamberin bu tür şakalarından tam haberdar bulunulmadığı veya normal karşılanmadığını gös­termesi yönünden önemlidir.

4- Cennete girmek için dua etmesini isteyen ihtiyar ensârî ka­dına Rasûlullah (s.a.v.); "Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete girmez" deyince, kadın üzüntüsünden ağlamaklı hale geldi. Hz. Peygamber gülerek: "Sen hiç, 'Onları (kadınları) bakire, eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kılmışızdır" [57]ayetini okumadın mı?"[58] dedi. Onun Cennete bu haliyle değil de, genç bir kız olarak gireceğini Hz. Peygamber böyle bir şakayla bildirmiştir.

5- Hz. Peygamber ensardan birini çağırttı, adam saçlarından sular damlayarak gelince. "Herhalde işini aceleye soktuk" dedi.[59]

6- Rasûlullah (s.a.v.) bir kadına, kocasının gözünde ak oldu­ğunu söyler. Kadın üzgün bir halde kocasına gelir ve Hz. Peygam­berin kendisi hakkında söylediklerini aktarınca adam bunun bir hastalık değil, herkesin gözünde bulunan beyaz kısım olduğunu belirtir.[60] Zaten Hz. Peygamber'in kasdettiği de budur. [61]

 

II. Sahabenin Hz. Peygamber'e Yaptığı Şakalar

 

Saygı ve sevginin değişik tezahür yollarından biri olan mizah ve şaka, sahabe tarafından kendisine yapıldığında Hz. Peygam­ber, tebessümle veya mukabil bir şakayla cevap verirdi. Hatta bu konuda biraz ağır şakalar da yapsalar yine tebessümle karşılardı, ileride daha genişçe ele alacağımız gibi, Nuayman'ın şakaları ge­nellikle böyle idi. Bu tür şakalara şu Örnekleri verebiliriz:

1- Hz. Peygamber'in odasına girmek için izin isteyen Hz. Ebu Bekir, kızı Âişe'nin yüksek sesle bağırdığını işitir, içeri girince te'dib için üstüne yürür, fakat Rasûlullah (s.a.v.) önüne durarak onu korur. Ebu Bekir; "Rasûlullah'a karşı niçin bağırıyorsun?" diye kızını azarlar ve öfkeli bir şekilde dışarı çıkar. O çıkınca Hz. Peygamber, "Gördün mü, seni bu öfkeli adamın elinden kurtar­dım" diye takılır, aradan zaman geçer bir gün Ebu Bekir yine eve gelir, ortalığı sakin görünce; "Ha şöyle, beni kavganıza soktuğu­nuz gibi sulhünüze de ortak ediniz." der, Rasûlullah (s.a.v.) da ona; "Biz de öyle yaptık, öyle yaptık" diye cevap verir.[62]

2- Hz. Peygamber zaman zaman hammlanyla şakalaşır, aynı şekilde hanımları da O'na (s.a.v.) şaka yaparlardı. Hanımları için­de en çok ilgi duyduğu da Hz. Âişe idi.

Gerek gençlik ve güzelliği, gerekse bilgi ve zekası yönüyle ez-vac-ı tâhirât arasında temayüz eden Hz. Âişe'nin, Hz, Peygam­ber'e karşı bazı muamele ve şakalarında ileri gittiği olurdu. Bir defasında, annesinin de bulunduğu bir sırada, Hz. Peygamber'in huzurunda yaptığı bir şakada biraz ileri gitmiş olmalı ki annesi: "Ya Rasûlallah! Bu mahalle insanlarının bazı şakaları ok torbasındandır (ok gibi kesindir)" dedi; Buna cevaben Hz. Peygamber de; "Bilakis bizim şakalarımız, bu mahalle insanlarıdır" dedi. [63]Hadisedende anlaşılacağı gibi, Hz. Âişe'nin yaptığı mizah biraz sertçe olmuş, fakat Rasûlullah (s.a.v.) buna pek alınmamış, kendi­sinin de onlara böyle şakalar yaptığını dile getirmiştir.

3- Tebuk gazasında Avf b. Malik, küçük deri bir çadırda bulu­nan Hz. Peygamber'in yanma gelir, selam verir, selamını aldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.); "içeri gir" der. "Bütün vücudumla mı yoksa yansıyla mı Ya Rasûlallah?" deyince; "Evet, bütün vücu­dunla" der.[64]

4- Hz. Ömer, Hasan ve Hüseyin'i Hz. Peygamber'in iki omuzu-na oturmuş halde görünce onlara; "Altınızdaki at ne kadar kıy­metlidir?" diye şaka yapar. Her ne kadar Hz. Ömer, Hasan ve Hü­seyin'e hitap etmişse de Rasûlallah (s.a.v.) Hz. Ömer'e; "Onlar da ne iyi binicidirler" diye karşılık verir.[65]

5- Buna benzer bir şakayı da Ibn Abbas nakleder. Hüseyin'i Hz. Peygamber'in omuzunda gören birisi ona: "Ne iyi bir bineğe binmişsin" deyince Rasûlullah (s.a.v.) "O da ne iyi binicidir" diye cevap vermiştir.[66]                                  

6- Birgün Hasan ve Hüseyin kaybolur, uzun aramalardan sonra onları Hz. Peygamber, çok korkmuş bir halde bulur, öper. okşar ve her ikisini birer omuzuna oturtarak getirmektedir. Bu durumu gören Selman, belki de onları bulmanın sevinciyle; "Ne mutlu size, bineğiniz ne de güzelmiş" diye şakalaşır. Rasûlullah (s.a.v.) da ona; "Onlar da ne iyi binicidirler! Babaları ise onlardan da hayırlıdır"[67] diye cevap verir.

Son üç misalde de görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ata benzeti­lerek kendisine şaka yapılmasına kızmamış hatta onlara, ilgili bir benzetme ile cevap vermiştir.

Şakaları kendi kültürü içinde değerlendirmek lazımdır. Me-sala bir müslümanm hoşlanıp güldüğü bir şaka başka bir din men­subunun hoşuna gitmeyebilir veya bunun zıddı da olabilir. Aynı dine mensub farklı milletleri, hatta aynı milletin değişik bölgele­rindeki insanları aynı şaka güldürmeyebilir. Dahası, bir milletin güldüğüne diğeri kızabilir. Bir de, şakada dil unsuru dikkate alın­malıdır. Mesela Arap Dili ve Kültüründeki bir şaka, başka bir dili çevrildiği zaman aynı espri kalmıyabilir veya tamamen yanlış an laşılabilir. Bu nedenle, bilhassa Hz. Peygambere bazı sahabilerb yaptığı şakaları değerlendirirken bu unsurlara dikkat etmek ge rektiği kanaatindeyiz. Mesela bazı sahabilerin, omuzlarında Ha san ve Hüseyin'i görünce Hz. Peygamber'i ata, deveye, bineğe.,, benzetmeleri böyledir. Türk Kültüründe deve benzetmesi, hoş karşılanmaz, hatta hakaretâmiz bir ifade olarak değerlendirilir. Fakat Arap kültüründe at ve deve benzetmesi gayet normaldir Böyle bir anlayıştan dolayı bir sahabi latife yapmak için Rasûlullah'ı (s.a.v.), ata veya deveye benzetebilmekte, bunda her­hangi bir sakınca görmemektedir. Hz. Peygamber'in de tebessüm­le karşıladığı bu şakayı müslüman bir Türk de böyle değerlendir­meli ve O'na (s.a.v.) hürmetsizlik gibi görünmemelidir. Allah ve Rasûlünü herşeyden daha çok seven sahabenin, hürmetsizlik ifa­de edecek bir şekilde şaka yapması düşünülemez. Diğer taraftan, hakaret, istihza, alay geçmek... gibi maksatlarla Rasûlullah?. (s.a.v.) yapılan şakajar, velevki arkasından olsun, haramdır.[68]

 

Üçüncü Bölüm

 

SAHABENİN ŞAKALARI VE BAZI ŞAKACI SAHABİLER

 

Allah ve Rasûlü'ne (Kitap ve Sünnet) tabi olmada en büyük gayret ve hassasiyeti gösteren, insanlık tarihinin tanıdığı en iyi ve örnek nesil olan,[69] Allah Teala'mn (c.c.) rızasını kazanan,[70] Hz. Peygamberin, ümmetinin en hayırlıları olduğunu belirttiği[71] sa-habe-i kiram, bütün bu üstün vasıfları yanında nihayet birer in­san idi. Kur'ân ve hadislerde beşer olduğu vurgulanan bir pey­gamberin arkadaşları oldukları için de, beşerî yönlerinin tezahü­rü olan davranışları örnek olarak Hz. Peygamber1 de görüyorlar, kendi davranışları da O'nun (s.a.v.) tarafından kabul ve anlayışla karşılanıyordu. Hataları ve sevaplarıyla insanı insan olarak ele alan islâm, beşerî yapının gereği olan, itidalde k:alıp ifrat ve tefrite kaçmayan hiçbir davranışın önüne durmamış, onu zemmetme-mistir, işte böyle tabii bir ortamda yaşayan sahabiler, aşırılığa kaçmamak, mubah olan sınırlarda kalmak şartıyla mizah, espri, nükte, şaka, eğlence... gibi şeyler de yapmışlardır. Hemen şunu belirtelim ki, bu davranışlarda dinin cevaz vermediği unsurlar ol­duğunda Hz. Peygamber onları ikaz etmiş, onlar da bunu terket-mislerdir.  

Tabiinden Bekr b. Abdullah el-Müzeni (H.106)[72] sahabe hak­kındaki bir tesbitinde şöyle demektedir; "Hz. Peygamber'in asha­bı, birbirlerine karpuz atarak şakalaşırdı. Gerçek işler ortaya çık­tığı zaman da onlar, tam bir erkek olurlardı."[73]

Ashab-ı Kiram'm hemen bütün zamanını Hz. Peygamberin yanında, mescidde, tamamen dini bir atmosferde geçirdiğini zan­netmek doğru değildir kanaatindeyiz. Onların herbirinin, maişet­lerini temin için bir meşguliyetleri olduğu gibi, çok az da olsa bazı­larının, beşeri zaafları sebebiyle dini hayatlarında bazı eksiklikle­ri, hata ve günahları oluyordu. Hz. Peygamber ve ashabının yaşa­dığı bu tabii hayatın içinde çeşitli günlük olaylar, çabşma-dinlen-me, zorluklar-kolaylıklar, neşeli ve kederli anlar, ibadetler istira­hatlar, ciddi ve eğlenceli... şeyler birlikte bulunuyordu. Hadisle­rin ihtiva ettiği konulara genel olarak baktığımızda daha çok iman, ibadet, muamelat, ukubat, ahlak, tarihi olaylar, menakib, tergib ve terhib, ahiretle ilgili bilgiler, kıssalar....m anlatıldığın: görürüz. Günlük hayatta yaşanan fakat kayda değer olmayan, alalade-sıradan olaylar sonraki nesillere, ya hiç aktarılmamış ve­ya çok cüzî bir kısmı aktarılmıştır. Yani, mevcut hadis ve haberle­re bakarak sahabenin sadece bunlarla meşgul olduğunu söyleye­meyiz. Çünkü onlar da birer insandı, her anlarını pür dikkat din: meselelere veremiyorlardı.Hanzala'nm Hz. Peygamber'e şikaye­ti, usanırlar endişesiyle Rasûlullah'ın (s.a.v.) devamlı değilde be­lirli gün ve saatlerde vazetmesi de bunu göstermektedir.

Sahabenin yaşadığı sıradan günlük hayatın ayıklanarak nakledilen bu tarafı, bir de âlimler ve vaizler tarafından günümüz insanına anlatılırken tekrar ayıklanınca, ortaya çıkan tablo. sahabenin tamamen mukaddes bir havada yaşadığı, ancak yaşa­yabilecek kadar dünyayla ilgilendiği, adeta melekler gibi ruhani bir hayat sürdükleri şeklinde anlaşılmaktadır. Halbuki hayat bir bütündür. Yani beşeri yapının gereği olan her tür davranış cemi­yette bulunur. Dinin görevi ntratta var olan arzunun helal hudut­larım çizmek, kötü çirkin ve zararlı bir şekilde gerçekleştiği Asr-ı Saadeti her yönüyle, bir bütün halinde ele almalı ve islâm'ı, günü­müz insanına anlatırken bu bütünlük içinde sunmalıdır. Eğer islâm'ı böyle anlatabilirsek, cemiyette bulunan her tip insana hi­tap etmiş ve onlara gerçek dinî bir hayatta yer göstermiş olabili­riz. Tabii hayatta cereyan eden olayların bir kısmım dışladığımız­da, bir grup insanımızı da dışladığımızı unutmamak lazımdır. Had uygulandıktan sonra sarhoşu lanetleyenlere Hz. Peygam­berin: "Ona karşı şeytana yardım etmeyiniz"[74] tavsiyesinin de bu­nu kasdettiği kanaatindeyiz.

Bu açıklamalardan sonra sahabi içerisinde yaptığı şakalarla maruf olan bazı sahabileri ve yaptıkları şakaları ele alalım.

Yüzbinleri bulan sahabe içinde değişik karakter ve mizacda kimselerin bulunması gayet tabiidir. Bazıları sert mizaçlı, vakur kimseler, bazıları serinkanlı, bazıları ilme, bazıları zühde meyilli, bazıları şen-şakrak, şakacı, gülen, güldüren., tiplerdeki kimseler­di. Fakat, aynı mizaclardaki bu insanların ortak Özelliği, Allah ve Rasûlünü sevmeleri, dinin emirlerine büyük bir hüsn-ü kabul ile uymaları veya uymaya çalışmaları idi. Mizah ve şakaya meyyal mizacda olan sahabîlere şunları örnek gösterebiliriz: [75]

 

A- Nuayman

 

Nuayman b. Amr b. Rifaa b. el Haris b. Sevâd b. Malik b. Ga-nem b. Mâlik b. Neccâr el-Ensâri. Akabe biatlanna, Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalara katılan Nuayman,[76] ashabın en şakacısı idi[77] ve Hz. Peygamber'i de güldürürdü.[78] Hatta Rasûlullah (s.a.v.) Nuayman'a baktığı zaman kendisini gülmek­ten alıkoyamazdı.[79] Zaman zaman Hz. Peygamber'e de şakalar yapan Nuayman, hazan arkadaşlarının teşvikiyle, bazan da mu­hatabının işi zora sokmasıyla şakalarında ileri giderdi. Fakat onun şakaları daima Hz. Peygamber tarafından tebessümle kar­şılanmıştır. Zaman zaman içki de içen Nuayman'a bir kaç defa had uygulanmış[80] bu günahı tekrarlaması sebebiyle Hz. Ömer ona; "Allah seni rezil rüsvay etsin, lanet olsun" deyince Rasûlullah (s.a.v.) "Öyle demeyin, şüphesiz ki O, Allah'ı ve Rasûlünü seviyor" diyerek O'nu korumuştur.[81] Başka bir rivayette Hz. Ömer; "Niçin bekliyorsun ya Rasûlallah? Bu dördüncü oldu, boynunu vurdursa-na" demiş, oradakilerden birisinin; "Onu Bedir'de gördüm, gay­retli bir halde savaşıyordu" diye, hüsn-ü şehadette bulunması, başka birisinin de onu tasdik etmesi üzerine Hz. Peygamber; "Bedre katılan birini nasıl (öldürtebilirim)?" demiştir.[82] Ibn Sa'd'ın rivayetine göre de Hz. Peygamberin O'nu tezkiyesi şöyle­dir; "Nuayman hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyin. Çün­kü o, Allah'ı ve Rasûlünü sevmektir"[83]

Bütün bu şakalarına ve birkaç defa içki içmesine[84] rağmen Hz. Peygamberin ona lanet ettirmemesinin ana sebebinin Allah ve Peygamber sevgisi olduğu açıkça belirtildiğine göre, imanı sağ­lam olan birinin mizacından dolayı veya nefsine hakim olamadığı için bazı hata ve günahlar işlemesinin tabii olduğu, böylelerinin İslâm toplumundan dışlanmaması, elinden tutularak bu kötülük­lerden kurtarılmaya çalışılması gerektiği kanaatindeyiz. Nite­kim bu hadisenin şerhinde îbn Hacer de şöyle demektedir.[85] "Bu hadiste, haram işlemekle Allah ve-Rasûlünü sevmenin birlikte olabileceğine delil vardır."

Muaviye zamanında vefat eden Nuayman'ın[86] şakalarıyla il­gili pek çok haber vardır.[87] Bazılarım ez-Zübeyr b. Bekkar'ın Kita-bu'l Fükâheti ve'l-Mizah'mda zikrettiği şakalara şunları örnek verebiliriz.

1- Hz. Peygamber'i çok seven Nuayman, Medine'ye iyi bir şey getirildiğinde hemen alır, O'na (s.a.v.) hediye ederdi. Yine bir defasında Nuayman, satıcıda gördüğü nefis balı alıp Hz. Peygam-ber'e getirdi ve hediye etti. Daha sonra satıcı parayı isteyince, adamı Hz. Peygamber'e getirdi ve parayı O'ndan (s.a.v.) almasını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) "Hani hediye etmiştin" deyince "Ya Rasûlallah! Bu güzel balı senin yemeni çok istedim, param olma­dığı için böyle yaptım" dedi. Hz. Peygamber de gülerek adamın pa­rasını ödedi.[88] Nuayman'ın birkaç defa yaptığı bu tür şakalara Hz. Peygamber alışıktı.

2- Arkadaşını köle diye satması: Hz. Peygamberin vefatından bir yıl önce Hz. Ebu Bekir, Nuayman ve arkadaşı Suveybit'le bir­likte ticaret için Busra'ya gitmişti. Nuayman, eşyaların başında bekleyen Suveybit'e geldi ve ondan, yiyecek birşeyler istedi. Su-veybit, Ebu Bekir gelmeden olmaz deyip reddedince Nuayman; "Vallahi seni kızdıracak bir iş yapacağım" dedi ve az ilerde bulu­nan deve tüccarlarına gitti, onlara;   Maharetli, arap bir kölem var, satın alîr mısınız? Fakat o çok konuşkan biridir, belki size; "Ben hür bir insanım, diyebilir. Eğer almıyacaksanız, kölemi bana karşı ifsad etmeyiniz," dedi. Onlar da; "Hayır, onu, on deveye alı­rız" deyince Nuayman develere doğru gitti, onları bağladı ve daha sonra alıcıların yanına geldi. Suveybit'i göstererek, "işte bu,buy-run alın" dedi. Arabiler Suveybit'e, kendisini satın aldıklarını söy­leyince; "O yalancıdır, ben hür bir insanım" dediyse de aldırmadı­lar ve "Tamam, o senin durumunu bize bildirdi" deyip ipi boynuna geçirdiler ve götürdüler. Az sonra Hz. Ebu Bekir geldi, durum ken­disine anlatılınca arkadaşlarıyla gitti. Develeri geri verip Suvey-bit'i kurtardı. Olay Medine'de anlatılınca Hz. Peygamber ve asha­bı yıl boyunca buna güldüler.[89]

Nuayman'm, Suveybit'i köle diye satması ağır bir şakadır. Fakat ikisinin çok yakın arkadaş olduklarını ve Nuayman'm aşırı derecede şakaya düşkün olduğunu hesaba katmak lazımdır. Olay anında Hz. Ebu Bekir'in, Medine'de de Hz. Peygamberin Nuay-man'a kızmaması, hatta gülmelerinin, Nuayman'm şakacı yapısı­na gösterilen bir müsamaha olduğu kanaatindeyiz. Bu olayın uzun bir süre Hz. Peygamber ve sahabileri güldürmüş olması da, mizahın toplum üzerindeki müsbet etkisini göstermektedir.

3- Arâbînin devesini kesmesi: Bir arabî devesini avluya bağla­yıp Hz. Peygamberin yanma gider. Oradaki sahabiler Nuay­man'a;

— Canımız çekti, şu deveyi kes de yiyelim. Nasıl olsa Rasûlullah (s.a.v.) bedelini öder" derler ve onu, adeta bu işe zorlar­lar. Önce kabul etmemesine rağmen onların ısrarı karşısında Nuayman deveyi keser. Arabî çıkıp ta manzarayı görünce bağır­maya başlar. Bu çığlıklar üzerine çıkan Hz. Peygamber, kimin yaptığını sorar, oradakiler Nuayman, deyince Rasûlullah (s.a.v.) onu aramaya çıkar ve saklandığı yerde bulur. Bir çukura saklan­mış olan Nuayman, üstüne de hurma yaprakları ve dallarını örtmüştür. Onu gören bir sahabi; "Onu görmedim ya Rasûlallah!" demekte ve eliyle saklandığı yeri işaret etmektedir. Rasûlullah (s.a.v.), Nuayman'ı çukurdan çıkarır;

"— Sana bunu kim yaptırdı?" diye sorunca;

"— Burayı sana işaret edenler yok mu? Beni buna, işte onlar teşvik etti" cevabını verir. Durumu anlayan Hz. Peygamber, bir taraftan yüzündeki çöpleri silmekte, bir taraftan da gülmektedir. Daha sonra da devenin parasını arabîye ödemiştir.[90]

Kendileri istemesine rağmen o sahabilerin böyle bir işe cüret edemeyip, Nuayman'ı teşvik etmelerinin bazı sebepleri olmalıdır. Belki onlar kendileri böyle bir şey yapsa, Hz. Peygamberin bunu hoş karşılamayacağım biliyorlardı. Çünkü bundan daha hafif bir hadisede Rasûlullah (s.a.v.); "Şaka veya ciddî olarak, kardeşini­zin malını almanız helal olmaz"[91] buyurmuştu. Kanaatimizce onlar Hz. Peygamberin, Nuaymamn şakalarına alışık olduğunu biliyorlardı.

4- Bir grup şahabı bir su başında konaklarlar. Nuayman, o bölgede oturan müşriklere, ileride şöyle olacak böyle olacak... diye bazı hikayeler anlatır, onlar da, süt ve çeşitli yiyecekler getirirler. Nuayman bunları arkadaşlarına gönderir, onlar da yerler. Bu du­rumu öğrenen Hz. Ebu Bekir; "Demek ki gün boyu Nuayman'm kehanetle kazandıklarını yemişim" der ve yediklerini çıkarır.[92]

5- Ebu Süfyan'la dalga geçmesi: Medine'de Ebu Süfyan'a rast­layan Nuayman:

"- Ey Allah Düşmanı! Ensar'm ulusu Nuayman'ı hicveden sen misin?" diye onu azarlar. Neye uğradığını anlıyamıyan Ebu Süfyan özür diler. Nuayman gidince Ebu Süfyan'a; "Bunları sana söyleyen Nuayman idi" derler.[93] Fakat Nuayman söyleyeceğini söylemiş, muhtemelen, fetih öncesi rica için Medine'ye gelmiş olan ve henüz islâm'ı kabul etmemiş bulunan Ebu Süfyan'a şakasını yapmıştır.

6- Mahreme'ye yaptığı oyunları: Olay Hz. Osman zamanında cereyan eder. Mahreme 115 yaşlarında, gözleri görmemektedir. Bir gün mescidde otururken küçük abdest bozmak için kalkar. Gözleri görmediğinden nereye kadar gittiğini farkedemez ve mes-cid dışına çıktığım zannederek oturmak ister. Etrafındakiler mes­cidde olduğunu ikaz edince bundan vazgeçer. Bu esnada yanma gelen Nuayman onu biraz öteye, mescidin öbür köşesine götürür ve orada işini görebileceğim söyler. Mahreme bevletmeye başla­yınca etrafındakiler yine, mescide bevlediyorsun diye bağırırlar, fakat iş işten geçmiştir. Mahreme, buraya kendisini kimin getirdi­ğini sorar, Nuayman olduğunu öğrenince de; "Eğer onu bir elime geçirirsem, vallahi bu âsâyı kafasına indireceğim" diye yemin eder. Aradan biraz zaman geçer, yine bir gün mescidde Mahreme-ye rastlar. Halife Hz. Osman da mescidde namaz kılmaktadır. Hz. Osman namaz kılarken kendisini tamamen namaza verir, dışa­rıyla ilgisini keserdi. Nuayman Mahreme'nin yanma gelir ve ona;

"— Hâlâ Nuayman'a kızıyor musun?" der.

"— Evet, o nerede? Bana göster" cevabını alınca onu, Hz. Os­man'ın yanma götürür ve, "işte bu!" deyince Mahreme hemen dey-neğini kaldırır ve Nuayman diye Hz. Osman'ın kafasına indirir ve onu yaralar. "Ne yaptın? Emîrul Müminîn'e vurdun" deseler de olan olmuştur. Mahreme'nin akrabaları, Nuayman'ı cezalandır­mak için toplanırlar fakat Hz. Osman, Bedir ehlinden olduğu için bunu yapmalarına izin vermez.[94] Bu olaylardan sonra Mahreme de pes eder ve Nuayman'dan intikam almaktan vazgeçer.

Nuayman'm Mahreme'ye doğrudan, Hz. Osman'a dolaylı ola­rak yaptığı bu şakada büyük bir aşırılığın olduğu muhakkaktır. Zaten onun şakalarının özelliği budur.[95] Başkalarına maddi ve manevi zararlar veren şakalara Rasûlullah'm (s.a.v.) izin verme­diğini daha önce de belirtmiştik. Fakat burada hatıra şöyle bir şey gelmektedir; yapısı icabı muzip bir adam olan Nuayman, Hz. Pey­gamber devrinde de buna benzer şakalar yapmış ve bunların çoğu da O'nun (s.a.v.) tarafından tebessümle karşılanmıştı. Sahabe de onun bu yönüne alışmış ve belki ondan, hep böyle şeyler bekle­mekteydi. Adeta böyle bir davranış Nuayman'm kişilik özelliği, karakteri haline gelmiş, neredeyse ondan başka bir davranış bek­lenmemekteydi. Arkadaşları da bunu bildikleri için, başkası yap­tığında asla katlanılamayacak şakaları Nuayman yapınca tebes­sümle veya hafif bir öfkeyle geçiştirilmekteydi. Hz. Osman'ın hem mağdur, hem de Halife olmasına rağmen ona ceza vermemesinin bir sebebi de, Bedrî olması yanında, benzer durumlarda Hz. Pey-gamber'in de Nuayman'ı cezalandırmaması olabilir. [96]

 

B- Abdullah B. Huzafe

 

İlk muhacirlerden olan Abdullah, 2. Habeşistan Hicretine de katılmıştır. Ebu Said el-Hudri onun, Bedre katıldığını ve şakacı bir kişi olduğunu bildirir. Hz. Peygamberin İslâm'a davet mektu­bunu Kisra'ya götürmüştür. H. 19 da Rumlara esir düşmüş, hristi-yanlığı kabul etmemek için pek çok işkence çekmiş, bu esaretten salimen kurtulmuş ve Hz. Osman devrinde Mısır'da vefat etmiş­tir.[97]

Şakalarından tesbit edebildiklerimiz şunlardır:

1- Ebu Said el-Hudrî'nin anlattığına göre, kendisinin de içinde bulunduğu askeri bir seriyye, ihtiyaçları için ateş yaktıklarında, şakacı bir kişi olan seriyye komutanı Abdullah b. Huzafe, gayet ciddi bir şekilde;

— Benim emirlerimi dinleme ve itaat göreviniz yok mu? diye sorunca;

— Evet derler. Bunu üzerine Abdullah;

— Emrettiğim herşeyi yapacaksınız değil mi? der, onlar yine;

— Evet derler.

— Öyleyse, şu ateşe girmenizi emrediyorum, der. Bazılarının tereddüt edip bazılarının ateşe atlamaya hazır­landıklarını ve gerçekten ateşe gireceklerini anlayınca;

— Durun, sizinle şakalaşmak istedim, der ve işi tatlıya bağ­lar. Bu durum Medine'de duyulunca Rasûlullah (s.a.v.) "Herkim size, Allah'a isyan olan bir şey emrederse, asla itaat etmeyiniz" der.[98]

Böyle bir şakanın, askerî görev gibi ciddi ve meşakkatli bir iş esnasında yapılmasının ayrı bir değeri vardır. Belki de seriyye komutanı Abdullah, emrindeki askerlerde gördüğü yorgunluk, gerginlik veya Bıkkınlığı böyle bir şaka ile gidermek, onları rahat­latmak için bunu yapmıştı. Diğer taraftan, olay Medine'de anlatı­lınca Hz. Peygamber, masiyette itaat olmayacağını belirtiyor, —zaten Abdullah'ın maksadı emrindekileri yakmak değildi— fa­kat bu davranışından dolayı Abdullah'ı kınamıyor. Şayet kınamış olsaydı, dikkatli bir gözlemci ve gayretli bir ravi olan Ebu Said'in (ki kendisi muksirûndandır, yani çok hadis rivayet edenlerden­dir.) Böyle Önemli bir ayrıntıyı da rivayet etmesi gerekirdi. Böyle bir bilgi verilmediğine göre, Hz. Peygamber Abdullah'ı kınama­mış olmalıdır. Mezkûr hadiste de geçtiği gibi Abdullah'ın şakacılı­ğı, Hz. Peygamber tarafından da bilindiği gibi, belki de bu nedenle kınanmamış olabilir.

2- Bir yolculuk esnasında Abdullah sessizce Hz. Peygam­berin bineğinin yularını çözmüş, neredeyse Rasûlullah (s.a.v.) bi­neğinden düşecekti. Hadisin ravilerinden îbn Vehb; "O'nu (s.a.v.) güldürmek için mi böyle yaptı?" diye Leys'e sorduğunda, evet ce­vabını almıştır.[99]

Leys'in (H.175) açıklamasından da anlaşılacağı gibi, Rasûlul­lah (s.a.v.) iyi niyetle yapılan bu şakayı tebessümle karşılamış ol­sa gerektir. Aksi olsaydı, hadisin sonunda belirtilir, Leys gibi bir muhaddis de böyle bir açıklama yapmazdı. [100]

 

C- Zeyd B. Sabit

 

Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde 11 yaşında olan Zeyd, O'nun (s.a.v.) tavsiyesiyle Süryanice'yi 17 günde öğrenmiş, Hz. Ebu Bekir devrinde Kur'ân'ın toplanması, Hz. Osman devrin­de ise cem ve teksiri işine başkanlık yapmış, Kur'ân ve Feraizi en iyi bilen alim sahabelerdendir.[101]

Tabiilerden Sabit b. Ubeyd Zeyd hakkında; "Ailesiyle başbaşa kaldığında insanların en şakacısı, fakat toplum içindeyken en suskunu (en vakarlı, en ağır başlısı) idi" der.[102]

 

D- Büreydetü'l-Eslemî

 

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ederken kavminden 80 kadar kişiyle Gamimde Rasûlullah'a (s.a.v.) gelip müslüman olan Büreyde, daha sonra tekrar Medine'ye gelmiş, Hudeybiye'ye ka­tılmıştır. Önceleri Medine'ye yerleşmişken daha sonra Basra'ya gitmiş ve Yezid komutasındaki orduyla gittiği Merv'de ölmüş­tür.[103] Kaynakların bildirdiğine göre Büreyde, mizah ve şakayı se­ven bir sahabi idi.[104]

 

E- Üseyd B. Hudayr

 

Medine'de ilk müslüman olanlardan ve 2. Akabe'ye katılan­lardan biri olan Üseyd,[105] mizah seven şaka yapan bir sahabi idi. Bir defasında etrafındakilere birşeyler anlatıp onları güldürüyor-ken Hz. Peygamber elindeki deyneği böğrüne dürtmek suretiyle onu ikaz etti. Üseyd; "Hakkımı ver, ben de sana vuracağım" deyin­ce Rasûlullah (s.a.v.); "Buyur al" dedi.Üseyd; "Senin sırtında elbi­se var, benimkinde yoktu" deyince Hz. Peygamber gömleğini açtı. Bunun üzerine Üseyd O'nu (s.a.v.) kucakladı ve sağ küreğim öptü ve; "Ya Rasûlallah, ben bunu istemiştim" dedi.[106]

 

F- Hz. Ömer

 

Ömer denilince akla vakar, heybet, ciddiyet, sertlik... gibi hasletler gelir. Böyle bir yapıda olan Hz. Ömer dahi, yeri gelince şaka yapmaktan geri kalmamıştır. Şu şakaları buna örnek verebi­liriz:

1- Hz. Ömer, Hasan ve Hüseyin'i Rasûlullah'm (s.a.v.) iki omuzuna oturmuş halde görünce onlara; "Altmızdaki at ne kadar kıymetlidir?" diye şakalaşmıştır.[107]

2- Hz. Ömer, çok hızlı ve kısa namaz kılan bir arabinin namaz­dan sonra yaptığı duasında, "Ya Rabbi, beni cennette hurilerle evlendir" dediğini duyunca; "Ey adam, parayı az ödedin, karşılığı­nı çok istiyorsun" diye onunla şakalaşır.[108]

Bu iki örneğe bakarak Hz. Ömer'in şakacı bir kişi olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Hz. Ömer gibi sert mizaçlı biri dahi yeri gelince şaka yapmıştır, çünkü bu beşer tabiatının bir gereğidir. [109]

 

G- Abdullah B. Muhammed B. Abdurrahman B. Ebi Bekr

 

Ibnu Ebi Atik diye maruf olan Abdullah, sahabi değil tabiin-dendir. Hz. Âişe'nin kardeşi Abdurrahman'm torunu olan Abdul­lah, ondan hadis rivayet etmiştir.[110] Son derece neşeli ve şakacı bir karaktere sahip olan îbn Ebi Atik, herkese[111] hatta ölüm döşeğin­deki Hz. Âişe'ye dahi şaka yapmıştır. Hz.'Aişe hastalanmış, yatı­yorken, Abdullah onu ziyaret eder ve;

"— Ey anneciğim! Sana kurban olayım, kendini nasıl hissedi­yorsun?" der.

— Hz. Âişe "Vallahi bu Ölüm derdidir" deyince

— Abdullah; "Öyleyse önemli birşey değir diye şaka yapar. Onun bu durumda dahi şaka yaptığını gören Hz. Aişe;

"— Sen hiçbir zaman bunu (şakayı) bırakmıyacaksm" der.[112] Ölüm döşeğindeki Hz. Aişe'nin yeğeninin kendisine yaptığı şakayı, onun mizaha aşırı düşkünlüğünü bildiği için hoş görmesi, Hz. Peygamber'in Nuayman'ın şakalarına gösterdiği müsamaha­ya ne kadar benzemektedir. [113]

 

Sonuç

 

İslam insanı, bedenî ve ruhî yönleriyle tam bir bütün olarak ele alır ve yapısında mevcut olan bütün ihtiyaçların meşru tatmin yollarına müsaade eder. Beşerî fıtratın gereklerinden biri de gül­mek, neşelenmek...tir. Gülmeyi sağlayan aktivitelerden biri ise, mizah, nükte, espri...dir.

Hz. Peygamber, başkalarına maddî ve manevî yönden zarar vermemek, aşırılığa kaçmamak, yalan, bulunmamak... şartlarıy­la şakayı hoş görmüş, hatta kendisi de bazan şaka yapmıştır. Baş­ta çocuklar olmak üzere, yeri geldikçe kadm-erkek, genç-ihtiyar... her kesimden sahabiye Hz. Peygamberin şaka yapması, yumuşak davranması, onların Allah Rasûlüne daha kolay yaklaşmalarına ve O'nu (s.a.v.) daha iyi tanımalarına imkan vermiştir.

Beşer bir Peygamberin arkadaşları olan Ashab-ı Kiram da, gerek O'nda (s.a.v.) gördükleri örnekler ve yakınlık ile, gerekse be­şeri yapılarının gereği olarak hem birbirlerine, hem de bizzat Hz.Peygamber'e bazı şakalar yapmış, dini yönden yanlış unsurlar taşıyan mizahlar O'nun (s.a.v.) tarafından kınanmış, normal olanlar ise tebüssümle karşılanmıştır.

Dini özellikleri, beşerî özellikleri, bilgi ve mizaçlarının farklı­lığı... Sebebiyle değişik yapılarda insan tiplerinden oluşan sahabe arasında mizaha meyyal olanlar da vardı. Bu tipteki sahabilerin en şakacısı ise Nuayman'dır. Akabe biatlannda müslüman olan, Allah ve Peygamber sevgisi bizzat Rasûlullah (s.a.v.) tarafından tasdik edilen ve zaman zaman içki de içen Nuayman, bu mizacının bir gereği olarak Hz. Peygamber dahil herkese şaka yapmış ve on­ları neşelendirmiştir. Her tipten olduğu gibi bu tip insanların da toplumlarda bulunması bir vakıadır ve böylelerine ihtiyaç da var­dır. İslâm'ın kabul ettiği meşru sınırları aşmamak şartıyla bu tip insanların davranışları müsamaha ile karşılanır, toplum dışına itilmezse, dinî hayatta onlar da yer bulabilirler. Bu konuda Asr-ı Saadet ve bilhassa Hz. Peygamber'in uygulamaları bize pekçok Örnek sunmaktadır.

Günümüz insanına islâm'ı anlatırken beşer ihtiyacının her yönüne cevap veren bu zengin Sünnet hazinesinden istifade etmek, İslâm'ın sadece bir ibadet dini değil, her yönüyle bir hayat dini olduğunu unutmamak gerektiği kanaatindeyiz. Ayrıca, günümüzün etkili propaganda vasıtalarından biri olan basın sek­töründe mizahın önemi tartışılmaz bir şekilde kendisini göster­mektedir. Asr-ı Saadet'teki bu mizah anlayışının, günümüz -Özellikle Islâmî- basınına ışık tutup yol göstermesini temenni ediyoruz. [114]

 

Bibliyografya

 

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut ts.

el-Aynî, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umde-tü'l-Kaari li şerhi Sahihi'l-Buharî.

Buharı, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmîu's-Sahih,

İstanbul, 1979. Buharı, Ebu Abdullah Muhammed b.İsmail, et-Tarihu'l-Kebir, Haydarabad ts.

Buharî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Edebu'l-Müfred, İstanbul 1974.

Canan, İbrahim, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980.

Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, es-Sünen. Ebu Davud, Süleyman b. Esas es-Sicistânî, es-Sünen, Humus

1388/1969. Firuzabadî, Mecmuddin Muhammed b. Yakûp, el-Kâmusu'l-Muhit, 2. bsk. Mısır 1344. Freedmen, Jonathan L. ve Arkadaşları, Sosyal Psikoloji, Çev. Ali Dönmez. İstanbul 1989. el-Hatib, Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Bağdadî, Tarihu Bağdad,

Beyrut ts. Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekir, Mecmeu's-Zevaid ve Menbeu'l-Fevâid, Beyrut 1967. İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yusuf en-Nemerî, el-îstiâb fi Ma'rifeti'l-

Ashab, Tah. Ali Muhammed el-Becavî, Kahire ts. lbnu'1-Esîr, îzzuddîn el-Cezerî, Üsdü'l-Gabe Fî ?na'rifeti's-Saha­be, Mısır 1970. İbn Hacer, el-Askalanî, Tehzibu't-Tehzîb, Haydarabad 1325.

îbn Hacer, el-Askalanî, Fet/ıu'l-Barî bişerhi Sahihi'l-Buharî, Bulak 1300.

Ibn Hacer, el-Askalanî, el-tsâbe fî Temyizi's-Sahabe, Tah. Ali Mu-hammed el-Becâvî.

Ibnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l-Mead fî Hedyi Hayrîl-lbâd, Kahire 1390/1970. îbn Mâce, Muhammed b. Yezid el-Kazvînî, es-Sünen, Tah. Muhammed Fuad Abdulbâkî.

îbn Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu'l-Arab, Beyrut ts. îbn Sa'd, Muhammed, et-Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut ts.

îbn Teymiyye, Ahmed b. Abdülvehhâb, es-Sarim'ul-Meslul alâ Şâtımı'r-Rasul, Tah. Muhammed Muhyiddin Abdülha-mid... Mısır 1379/1960.

el-Kâdî îyâz, Ebu'1-Fadl, eş-Şifa bitarifi Hukuki'l-Mustafa, Mısır 1369/1950.

Kastallânî, Ahmed b. Muhammed, Îrşâdu's-Sârî li-Şerhi Sahi-hi'l-Buharî.

Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifin. Beyrut ts.

Kirmânî Muhammed b. Yusuf, el-Kevâkibu'd-Derarî,Beyrut 1401/1981.2. bsk.

Kudâî, Ebu Abdullah Muhammed b. Seleme, Müsnedü'ş-Şihâb.

Tah:HamdiAbdülmecides-Selefî, Beyrut 1407/1986,2. bsk. Münavî,   Muhammed  Abdurraûf,  el-Feyzu'l-Kadîr,  Beyrut 1391/1972.

Müslim, Ibnu'l Haccac, el-Câmiu's-Sahih, Tah. M. Fuad Abdulbâkî, Kahire 1374/1955.

en-Nüveyrî, Şihabüddin Ahmed b. Abdülvehhab, Nihayetü'l-Ereb ft Fünuni'l-Edeb, Kahire ts.

er-Râzî, Abdurrahman îbn Ebi Hâtîm, Kitabul-Cerhi ve't-Ta'dil, Hayrarabad, 1381A 952.

Sezgin Fuad, GAS, Leiden 1967.

Tirmizî, Ebu îsa Muhammed b. îsa, el-Câmiu's-Sahih, Tah. Ah­med Muhammed Şakir.

Tuğlacı, Pars, Okyanus Ansiklopedik sözlük, îstanbul 1978,2. bsk.

Zebidî, Muhammed Murtaza, Tâcu'l-Arûs, Mısır 1306.

Zemahşerî, Ebu'l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer, el-Faik fi Garibi'l-Hadis, Tah. Ali Muhammed el-Becavî, Kahire ts. [115]

 



[1] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/453-454.

[2] Buharı, Um, 27.

[3] Buharî, İlim, 11-12.

[4] Kudai, Ebu Abdullah Muhammcd b. Saleme, Müsnedü'ş-Şibah, Tah: Ham-di Abdülmecid es-Silefı, 2. bsk, Beyrut 1407/1987,1, 393.

[5] Münavi, Muhammed Abdurrauf, el-Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1391/1972. 4.40-41. Acluni, İsmail b. Muhammed. Keşfu'L-Hafa, 3. bsk. Beyrut 1351,1, 435.

[6] en-Nüveyri, Şihabuddin Ahmedb. Abdulvehhab, Nihayetil'l-Ereb -Edeb, Kahire tsz. 4,1-2.

[7] Al-i îmran, 3/159.

[8] Tirmizi, Birr, 36

[9] Fredman, Jonatban L. ve arkadaşları, Sosyal Psikoloji, çev: Ali Dönmez Ara yay. İstanbul 1989,150.

[10] Daha geniş bilgi için bkz. İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980,159-162.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/455-458.

[11] Firuzabadi, el-Kamusu'l-Muhit, 1. 249; î. Manzur, Lisanu'l-Arap, 2. 593.

[12] Tuğlacı, Pars, Okyanus Ansiklobedik Sözlük, 2. bsk. İstanbul, 1978, 6, 2708.

[13] Zebidi, Tacu'l-Aras, Mısır 1306, 2, 222.

[14] Zebedi, a.g.e., a.y.

[15] İbn Manzur, a.g.e., 2, 593.

[16] en-Nüveyri, a.g.e., 4,2.

[17] Tirmizi, Birr, 57; Buhari, el-Edebu'l-Miifred. B. 133, H. 265.

[18] Buhari, îman, 4.

[19] Hucurat, 49/14.

[20] Ebu Davud, Ede6, 93, H. 5004.

[21] Ebu Davud, Edeb 93, H. 5003; Tirmizi, Fiten, 3.

[22] Tirmizi, Birr, 58.

[23] Darimi, İstizan, 66; Tirmizi, Zühd; 10, Ebu Davud, Edeb, 88, H. 4990

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 352, 364.

[25] Ebu Davud, Edeb, 8, H. 4800.

[26] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[27] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/458-460.

[28] Kehhâle, Ömer Rıza, Mucemu'l-Müelifin, 4. 180; GAS, 1, 318.

[29] er-Razî, Abdurrahman 1, Ebi Hatim, Kitahu'l-Cerhi ve't-Tadil, 3, 585; el-Hatib el^Bağdadi, Tarihu Bağdat, 8, 369; İbn Hacer el-Askallanî, Tehzi-bu't-Tehzib, 3, 312-313.

[30] îbn Abdftber, el-îstiab, 4,1527; îbn Hacer, el-îsabe, 3, 223.

[31] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1529; îbn Hacer, a.g.e., 6, 464, 645.

[32] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1528; İbn Hacer, a.g.e., 6, 464.

[33] İbn Abdilber, a.g.e., 4,1529; İbn Hacer, a.g.e., 6, 465.

[34] îbn Hacer, a.g.e., 4, 465.

[35] GAS, 1,318.

[36] el-Kastallani, İrşadü's-Sari, 9, 500.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/460-461.

[37] Âl-iİmran, 3/159.

[38] Kadı İyaz, eş-Şifa, 1, 71.

[39] Hüveyri, a.g.e., 4, 2.

[40] İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Zadu'l-Mead, 1, 58.

[41] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/463-464.

[42] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464.

[43] Buharı, el-Edebu'l-Müfred, B. 124, H. 249; B. 134, H. 270.

[44] Tirmizi, Menakıb, 50.

[45] îbn Mace, Mukaddime, 11.

[46] Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeıı'z-Zevaid ve Menbeu'l-Feıcid, Beyrut, 1967, 2. bsk. 9,182 (Taberani'den zayıf bir senedle.)

[47] Buharı, Buyu, 49; Libas, 60; Müsned, 2, 331; 2, 532.

[48] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464.

[49] Müsned, 3,188; Tirmizi, Birr, 57.

[50] Tirmizî, Birr, 57; Ebu Davud, Edeb, 92, H. 5002.

[51] Ebu Davud, Tereccül, 15, h. 4196.

[52] Buharı, îlim, 18.

[53] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/464-465.

[54] Tirmizî, Birr, 57; Buhari, a.g.e., B. 133, H. 265.

[55] Tirmizî, Birr, 57; Ebu Davud, Edeb, 92, H. 4998.

[56] Darimî, İstizan, 65; Buharı, a.g.e., B. 133, H. 264.

[57] Vakıa, 56/35,36.

[58] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[59] Buharî, Vüdu, 34.

[60] en-Nüveyrî, a.g.e., 4, 3.

[61] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/465-466.

[62] Ebu Davud, Edeb, 92, H. 4999.

[63] Buharî, a.g.e. B. 133, H. 167.

[64] Ebu Davud,Edeb, 92, H. 5000; Ibn Mâce,Fiten, 25.

[65] Heysemi, a.g.e., 9, 181-182.

[66] Tirmizî, Menakib ,31.

[67] Heysemi, a.g.e., 9,182 (Taberani'den zayıf bir senedle).

[68] İbn Teymiyye, es-Sârim, 527-528.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/466-468.

[69] Âl-ilmran, 3/110.

[70] Tevbe, 9/100; Fetih, 48/18.

[71] Müslim, Fedailu's-Sahabe, 210.

[72] Ebu Abdullah Bekir b.Abdullah el-Müzeni el-Basri, Enes ve 1. Ömer'den hadis dinlemiş sika bir ravidir. (Buharı, et-Tarihu'l-Kebir, 2,90-91).

[73] Buharî, a.g.e, B. 133, H. 226.

[74] Buharı, Hudud, 4-5.

[75] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/469-471.

[76] îbn Abdilberr,el-İstiâb, 4,1526; lbnu'1-Esir, Üsdü'l-Gabe, 5. 351.

[77] en-Nüveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdülvehhab, Nihâyetü'l-Ereb, 4, 3.

[78] Buharı, Hudud, 5.

[79] el-Aynî, Bedrüddin, Umdetü'l-Kan, 23, 267.

[80] Bir kaç defa Hadd-i Hamr uygulanan sahabinin ismi bazı rivayetlerde "Nuayman" (Buharı, Vakele, 13; hudud, 3-4; Müsned, 4,8), bazılarında da "Abdullah el-Hımar" (Buharî, Hudûd, 5) olarak geçmektedir. Acaba bun­lar ayrı ayrı kişiler midir? Yoksa bu üç isim bir kişiye mi aittir? Buharî'deki üç rivayet ve Müsned'deki bir rivayette geçen şüphe sigası, sa­habi ravi olan Ukbe'ye değil, daha sonraki bir raviye aittir. Buharî'nin Ismailî ve Küşmeyhenî rivayetlerinde bu şüphe "Numan veya Nuayman şeklindedir. Zübeyr İbnu Bekkâr da Kitabu'n-Neseb'de bu hadiseyi, şüp­hesiz bir sigayla Nuayman'a izafe etmektedir. Bu bilgiler de gösteriyor ki hadise Nuayman'a aittir. (1. Hacer, Müsned'deki rivayeti de (4,7) delil gös­tererek bu kişinin oğlu değil, Nuayman olduğu görüşünü tercih eder. (Isâbe, 6, 464, 83) Hz. Ömer hadisinde geçen Abdullah el-Hımar ile Nuay-man'm da aynı şahıs olduğu kanaatindeyiz. (el-Feth, 12, 76) Kirmanî'nin açıklaması da bunu teyid etmektedir. (Kirmanı, el-Kevakib, 23, 184).

[81] Buharı, Vekale, 13; Hudûd, 3-4.

[82] İ. Hacer, el-îsabe, 6, 83.

[83] İ. Sa'd, et-Tahakatü'l-Kübrâ, 3, 393-394.

[84] Her ne kadar bazı kaynaklar (İ. Hacer, Feth, 12, 56, 69; Ayni, Umde, 23, 267) ona elliden fazla had uygulandığını söylüyorsa da bu doğru değildir.

[85] İ. Hacer, el-Feth, 12, 69.

[86] İ. Hacer, el-îsâbe, 6, 463.

[87] İ. Abdilberr, el-İstiab, 4, 1526.

[88] İ. Abdilberr, a.g.e., 4, 1529; î. Hacer, el-îsabe, 6, 464.

[89] Müsned, 6, 316; İ. Mace,£rfe6, 24; 1. Abdilberr, a.g.e., 4,1526-1527; îbnu'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, 5, 351-352. (î. Mace bu olayı, Suveybit Nuayman'ı sattı şeklinde (Maklub) tahric etmiştir.)

[90] İ. Abdilberr, a.g.e., 4,1527; îbnu'l,Esir, a.g.e., 5, 352; î. Hacer, a.g.e., 6. 465.

[91] Ebu Davud, Edeb, 93, H. 5004.

[92] İ. Hacer, a.g.e., 6,466.

[93] İ. Hacer, a.g.e., 6, 465.

[94] Ibn Abdilberr, a.g.e., 4, 1528-1529; îbn Hacer, a.g.e., 6, 465.

[95] Ibn Abdilberr, a.g.e., 4, 1526.

[96] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/471-476.

[97] İbn Abdilberr, a.g.e., 3, 888-991; İbn Hacer, a.g.e., 4, 57.

[98] Müsned, 3, 67; İbn Mace, Cihad, 40.

[99] îbn Abdilberr, a.g.e., 3, 890.

[100] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/476-477.

[101] İbn Abdilberr, a.g.e., 2, 537-539.

[102] îbn Abdilberr, a.g.e., 2, 539; ez-Zemahşeri, el-Faik, 3,137.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/477-478.

[103] îbn Abdilberr, a.g.e., 1,185.

[104] Müsned, 5, 32.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/478.

[105] îbn Abdiiberr, a.g.e., 1, 93.

[106] Ebu Davud,Edeb, 160, H. 5224.

Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/478.

[107] Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, 9,181-182.

[108] en-Nüveyri, a.g.e., 4, 3.

[109] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/478-479.

[110] Buharî, et-Tariku'l-Kebir, 5,184.

[111] en-Nüveyrî, a.g.e, 4, 5-6.

[112] îbn Sa'd, et-Tabakatü'l-Kabra, 8, 76.

[113] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/479.

[114] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/480-481.

[115] Yrd. Doç. Dr. Akif Köten, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 4/483-484.