ASR-I SAADETTE EVLER VE EV HAYATI
ŞEHİR PLANI VE BELEDİYE HİZMETLERİ
III. Ev Ve Sokakların Temizliği
IV. Yerleşim Merkezlerinin Sokak Ve Evlerin İsimlendirilmesi
IV. Sevilmeyen Misafirin Dönmemesi İçin Kap Kırma
VI. Suret Ve Köpek Bulunan Eve Melek Girmeyeceği İnancı
I. Evlere Girerken İzin İsteme
IV. Evlerde Ateş Yakma Ve Aydınlatma
H- Sığır Derisinden Yapılan Büyük Kova, (Ğarb)
Nebi Bozkurt 1950 Yılında İçel'in Erdemli ilçesi Güzeloluk köyünde doğdu. İlkokulu köyünde İ.H.L.ni İstanbul Çarşamba'da tamamladı, 1973 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun oldu. "Asr-ı Saadette Meşçid ve Fonksiyonları" adlı yüksek lisans ve"Sünhet Verilerine Göre Hz, Peygamber Dönemi Folkloru" adlı doktora çalışmalarını yaptı. "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" adlı bir eseri bulunmaktadır.[1]
Meskenin medeniyet tarihi açısından büyük bir önemi vardır. Kelime olarak "şehirleşme" demek olan medeniyetin gelişmesi, evlerin ve eşyanın, plân ve yapı olarak gelişmesi ile paralellik arzeder. Taşı yontup üst üste en uygun şekilde koyabilme medeniyetin gelişmişliğinin işareti sayılmıştır. Bununla birlikte Tarkler ve Araplar gibi göçebe hayatı yaşayan ve çadırlarda oturan milletlerin de kendilerine mahsus, orijinal ve üstün bir medeniyeti vardır. Ev denilince, ister dört duvardan ibaret olan kerpiç bir yapı olsun, ister basit bir çerge olsun, isterse çok odalı bir köşk olsun içinde insanların, özellikle ailelerin barındığı yer akla gelir.
Hz.Peygamber (s.a.v.)'in biseti sırasında Arap Yarımadası'ın muhtelif yörelerinde değişik malzemeden farklı ev tipleri var-dı.Taş malzemenin kullanıldığı güneyde Yemen bölgesinde tarihin ilk gökdelenlerinin yapıldığı rivayet edilir. San'a'daki Gum-dan adlı binamn en az on katlı olduğu anlaşılmaktadır. Kur'an-ı Kerim, tarihte bu bölgede yaşamış olan Sebelilerin bahçeler içindeki evlerinin güzelliğine işaret etmektedir.[2] Kur'an ayrıca, Allah yolunda saf bağlayarak savaşanlanı kurşunla kenetlenmiş binaya benzeterek araplarca bilindiği anlaşılan bir yapı tekniğine işaret etmektedir.
Hz.Peygamber Medine'ye hicret ettiği zaman burada "ütüm" adı verilen kale tarzında inşa edilmiş yüz kadar bina dışındaki evler tek ve iki katlı binalardı. Malzeme ise daha çok kerpiçti. Hz.Peygamber'in Mescid-i Nebevî'nin doğu duvarı boyunca sıralanan odaları yapılmadan önce misafir kaldığı Halid b. Zeyd'in evi böyleydi. Kerpiç binalar temelden belli bir seviyeye kadar taşla örülürdü. Hadis kaynaklarında tuğlaya nadiren rastlanılmaktadır. Hz.Ömer'in, evini tuğla ve kerpiçle yapan birinin bu davranışını hoş görmemesi ve israf telakki etmesinden de anlaşılacağı üzere tuğla temini bölge için zor ve pahalıya mal olmaktaydı. Ancak Hz.Osman döneminde Mescid-i Nebevî'nin yenilenmesinde tuğla malzeme kullanılmıştır.
"Ehl-i hadar"(Yeşillik ehli, tarıma bağlı toplum,medenî toplum) ,"ehl-i meder"(kerpiç ehli) veya "ehl-i hacer" (taş ehli, evlerini taştan yapanlar) denilen yerleşik arap kabileleri, bu adlarından da anlaşılacağı üzere genellikle yapılarında kerpiç ve taş kullandılar. Azrakî'nin verdiği bilgiye, Kâ'be'nin Hz.Peygamber'in bi1 setinden önce, temele kadar inilerek yapılan tamirinde bir sıra taş, bir sıra ahşap kullanıldı. Kullanılan kerestenin Mekke'nin limanı Şuaybe (bugün Cidde) yakınlarında karaya vurmuş bir geminin yükü olduğunu kaynaklar kaydetmektedir. Kereste, yarımadanın orman bulunan neredeyse yegâne kesimi olan, Yemen'e yine inşaat malzemesi olarak götürülmekteydi Malzeme yetersizliği sebebiyle Kâ'be'nin tamamının tamir edilemeyişi nazarı itibara alınırsa, ahşab inşaat malzemesinin bölgede ne kadar zor temin edilebildiğini anlamak daha kolay olacaktır. Değerli inşaat kerestesi fütuhat sonrası îslam Devletinin genişleyen sınırlarıyla daha kolay temin edilebilmiştir. Mescidi Nebevî'nin çürüyen tavan ve direklerinde kullanılan hurma gövde kerestesi, Hz.Osman zamanında Hind Yarımadasından getirilen "sâc" kerestesi kullanılarak yenilenmiştir.
Medine'nin volkanik taşları yapı için fazla elverişli değildi. Bu bakımdan temel kısmında belli bir seviyeye kadar taş kullanılmakla birlikte, duvarlar genellikle kerpiçten örülürdü. Hz.Peygamberin Küba'da ve daha sonra Medine'de inşa ettiği ilk mescidler ve Mescid-i Nebevî'ye bitişik hücreleri aynı şekilde kerpiçten bu şekilde inşa edilmişti. Temellerde taş kullanılmasının sebebi, kerpicin yağmur sularına karşı dayanıksız olmasıdır. Bununla beraber, tamamı "belât" adı verilen düzgün taşlardan yapılmış kaleler ve evler de vardı. Nevfelb.Adiyb. Ebi Hubeys'iniki evinden biri, Sa'd b.Ebi Vakkas'a âit iki ev, ve Abdullah b.Avf m evi bu tür malzeme ile yapılmış evlerdi.
Yemen1 de inşa edilen Ğumdân'ın her cebhesi ayrı renk mermerle yapıldığı ve cam yerini tutacak kalitede mermerler kullanıldığı rivayetlerine karşılık, Hicaz yöresinde bir yapı malzemesi olarak kullanıldığına dâir rivayetler çok azdır.Hz.Peygamber'in vefatından çok sonra Mescid-i Nebevî'nin tamirinde mimber kısmında kullanıldığını tbn Şebbe (v.262) rivayet eder.
Veda haccı sırasında, Hz.Peygamber'in içinde namaz kılarken secde ettiği yerde kırmızı renkte bir mermer olduğuna dâir rivayet, dış duvarlarında kullanılmamakla beraber, Kâ'be'nin iç döşemelerinde mermerin kullanılmış olduğunu göstermektedir.
Binalarda harç olarak balçık kullamnırdı. Kireç de eski çağlardan beri kullanılagelmektedir. Ahşab gibi elde edilmesinin zorluğu sebebiyle olmalı, Hz. Peygamber bu iki malzemenin mezarlarda kullanılmasını yasaklamıştır.
Ehlu l-meders taş ve kerpiç dışında ahşap malzeme ve kamış kullanarak çardak tipinde evler de inşa etmişlerdir. "Aydâne" denilen uzun hurmaların gövde ve dalları bu tür evlerin yapımında en önemli malzemeyi teşkil etmiştir.
Medine'nin harem olduğu ve ağaçlarının kesilemiyeceği, otunun yolunamıyacağma dair konuşmaları sırasında, sözü kesilerek hariç tutulması istenen Mekke ayrığı ("izhır")'nın da yapı malzemesi olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Bu bitki ev ve mezarlarda, sıva içinde veya mertek aralarında üste dökülen toprağın dökülmesine mani olmak için bir dolgu malzemesi olarak kullanılıyordu. Evlerin tavanlarında izhır yerine hasır kullanıldığı da olmuştur. Döşenen izhır veya hasırın üzeri çamurla sıvanırdı.
"Ehlu 1- veber" de denilen göçebe bedevilerin evleri ise, de-ri,koyun ve deve yünü (veber) kıl ve pamukdandı. Kur'an, göçme ve yerleşme sırasında büyük bir kolaylık sağlıyan, bu tür portatif evleri, onun tefrişinde ve elbise yapımında kullanılan bu malzemeleri, ilâhî lutfun örnekleri olarak zikreder.[3]
Arapların evlerini önce:
1. Taşınmaz (el-mebâni'l mebniyye ) ,
2. Taşınır (el-büyûtü'1-mütenkale ) olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Bu tür evler ehlu 1-hadarin meskenleridir. Bunlar, yukarıda kısmen değinildiği gibi malzeme ve yapı üslubuna göre değişik isimler alır.
Araplar, taş ve kireç kullanılarak yapılmış bahçe içindeki müstakil evlere, "kasr" diyorlardı. Bu kelime bir rivayette, taştan kaleler (Tâif Kalesi) için de kullanılır. Hadîslerde geçen "kasr" kelimesi ile genellikle ya Cennet'teki, ya Bizans ve iran'daki veya müslümanların fütuhat sonrası zenginlik dönemlerine âit köşk ve saraylar kasdedilmiştir. Kur'an'da ise uygarlık bakımından o dönem araplarmdan daha gelişmiş fakat zulümleri sebebiyle yo-kolmuş milletlerin bıraktıkları tarihî kalıntılardan ders alınması Öğütlenirken,"Kasr meşîd"[4] ifadesi kullanılmıştır ki, müfessirler bu ifâdeyi genellikle "yüksek veya kireç kullanılarak yapılmış saray" şeklinde yorumlamışlardır . Gerek hadis, gerekse Kur'an'da o dönem de Hicaz yöresinde bu tür yapıların olduğuna dâir bir atıf yoktur. iDnül-Kelbî'in saydığı altı tür arap evinden ise sâdece bi-ri:"el-Ukne" taştandır.
Araplar, kerpiçten yapılan evlere "kubbe"; "damı tesviye edilmiş, düzeltilmiş" taştan köşk veya kalelere ise "ütüm" veya "kubâb11 derlerdi. Asım Efendi'nin tarifine göre bunlar, mutlaka dört köşe ve taştan olur, üst kısmı bir adam boyu kadar barularla çevrilip, burada yer yer mazgal ve siperler yapılırdı. Medine'de bu dönemde çok sayıda ütüm olduğu rivayet edilir. Kaynaklar, Bilâl b.Rebah bunlardan biri üzerine çıkarak ezan okuduğunu, hicret sırasında yolu gözlenen Hz.Peygamber'in gelmekte olduğu müjdesinin böyle bir binadan verildiğini nakleder. Abdullah b.Ömer'in rivayetine göre, Hz. Peygamber, Medine'deki Mumları, şehrin süsleri olarak görmüş ve yıkılmamalanm istemiştir.[5]
Hassan b. Sabit sahibi olduğu "ütüm"a ,"fâri"' ( =hoş ve yüksek şey) adını vermişti."Arkadaşları veya hane halkı ile damı üzerinde oturdukları ve Hz.Peygamber'e gelip gidenleri görebildikleri" rivayetinden, Mescid-i Nebeviye oldukça yakın olduğu anlaşılmaktadır.[6]
Yerleşik araplarm evlerinden biride ağaç dallarından yapılmış çardaklardır. Araplar buna,"hayme" veya "unne" derlerdi. Bazı kabîle boyları, evlerine izafetten "benî unne" diye anılmışlardır. [7]
Ehlu 1-veber (deve yünü ehli) denilen bedevilerin evleri taşınabilir türdendi. Adlarından da anlaşılacağı üzere bunlar: yün, kıl, deri ve pamuktandı. Koyun yününden olanlara "hıbâ1, deve yününden olanlara "bicâd, kıldan olanlara "füstât", pamuktan olanlara da "sürâdık" diyorlardı. Kur'an'da da zikredilen deriden evlere, "kaş'", ve "tırâf' gibi adlar vermişlerdir. Birincisi , han) deriden yapılmış küçük fakir evleri, ikincisi ise tabaklanmış deriden imal edilmiş zengin evleri için kullanılırdı. Ancak bu tanımların kesin olmadığı ve kabilelere göre değişebildiği anlaşılın yor.Mesela Imrulkays'm Muallakası'mn 23.beytinin şerhinde Tebrizî, "hıbâ"yı "iki-üç direkliden altı hatta dokuz direkliye kadar çadırlar" olarak açıklar. Nüveyrî ise, bunların pamuk, kıl, deve ve koyun yününden yapılmış evler olduğunu söyler.
îbnu 1-Kelbî'nin saydığı arap evlerinden biri de "mizalle'dir. Kıldan yapıldığı rivayet edilen mizalleier, önünde bir girişi olan ve bir veya bir kaç odadan meydana gelen büyük çadırlardır.
"Füstâd'ın, muhtelif büyüklükte olanları vardı. Kabîle reıslerinin diğerlerine nazaran daha büyük olan çadırlarlarına el-füstâdü11-azîm, veya "füstâdu 1-melik" diyorlardı. .
Çatı kısmı yarım küre şeklinde çadır ve binalar "kubbe" diye isimlendirilirdi. Hz.Peygamber için Hendek Savaşı sırasında kurulan ve ordusuna komuta ettiği bu tür bir çadırdan, Taberî1 nin bir rivayetinde "kubbe türkiyye" olarak söz edilmektedir. Müslim ve Ibn Mâce'nin, Hz.Peygamber'in, bir Ramazan ayında, aynı adı taşıyan bir çadırda itikâfa girdiği, Hz.Aişe'nin hac sırasında yine bu tür bir çadırda kaldığı rivayetleri , hâlen göçebe Orta Asya türkleri tarafından kullanılmakta olan, kubbe biçimindeki topak çadırın araplar tarafından bilindiğini göstermektedir.
Deriden çok büyük "kubbe'ler, panayırlarda gösteri veya savaş alanlarında komutan çadırı olarak kurulurdu.Ukaz panayırında kurulan deriden kırmızı bir çadırda, şâirlerin şiirlerini inşâd ettikleri rivayet edilir. Huneyn Gazvesinden sonra, ganimet taksimindeki tereddütlerini gidermek üzere Hz.Peygam-ber'in, Ensarla, "deriden kırmızı bir kubbe" içinde yaptığı özel toplantıya dâir rivayetler kubbelerin büyüklükleri hakkında bir fikir verebilir.
Gerdek için hazırlanmış ve resimli kumaşlarla süslenmiş olan çadırlar da (el-hacle ) "kubbe" olarak anılırlar.
Kubbe tarzında tavanla kaplı odalara "cünbüze" de denilmiştir. Sonradan ashabın en zenginlerinden biri olan Abdurrahman b. Avf m Mescid-i Nebevî'ye yakın üç "cümbüze"sinin olduğu rivayet edilir ki bu en azından üç odalı bir ev demektir.
Hadislerde sözü edilen ev tiplerinden biri de "huss"dur. Bunlar kargı ve ahşabdan yapılan evlerdi. Ebû Davud'un bir rivayetinden, Abdullah b.Amr ve annesinin böyle bir evi olduğunu öğreniyoruz. el-Fezârî bir beytinde bu evlerin tuğladan yapılmış evlerden daha sağlıklı olduğunu şöyle anlatmaktadır.
"İçinde mutlu olduğumuz kamış evimiz,
Tuğla ev ve onun kasvetinden daha iyidir." "Ezec" de denilen bu tür eylere "huss" denilmesi duvarlarındaki delikler sebebiyledir. Hz.Ömer zamanında kurulan ordugah şehri Küfe, başlangıçta bütünüyle bu tür evlerden oluşmuştu.Hatta sefere gittiklerinde evlerini söküp bir yere depo ederler, döndüklerinde tekrar kurarlardı. [8]
J.Schacht,"Islâm Dini bir mimarî kimliği ne arzu, ne de talep etmiştir." der. Ancak, dinler genelde, doğrudan bir mimarî kimliği ortaya koymazlar. Mimarî kimlik tedricen kazanılır. îslâm mimarîsini, İslâm'ın ortaya koyduğu hayat tarzının şekillendirdiğini unutmamak gerekir. Hicab, haremlik, selâmlık, buluğ çağına gelmiş çocukların odalarının ayrılması, komşunun evinin havasını kesecek şekilde binanın yüksek yapılmaması vb. Islâmî anlayışların, ev plânlarının gelişip, değişmesini etkilediği muhakkaktır. Müslüman toplumlar, islâm'ın hayat görüşüne uygun olarak, zevk ve sanat anlayışlarına, imkânlarına ve coğrafî şartlara göre plânlara kendi kimliklerini vermişlerdir.
Arap Yarımadasında yapılan arkeolojik kazılar Hz. Peygamber'den çok önce yaşamış kabilelerin evleri hakkında yeni bilgiler ortaya koymuştur. Genellikle ticaretle uğraştıkları anlaşılan Fav Karyesi sakinlerinin evlerinin ticarî emtiayı saklayacak özel bölümlere sahip olduğu görünüyor. Bunlardan bir kısmı karmaşık planlı ve çok odalı olarak inşa edilmiştir. Bunlar şüphesiz zengin evleriydi. Mekke zenginlerinden Abdullah b.Cüd'ân gibi altın ve gümüş kaplarda, klâsik arap yemeklerinden ayrı, değişik yemekler yiyen ve Irak'tan bunun için ahçılar getirten birinin evinin, misafirler, köle ve cariyeler, şarkı söyliyen kayneler, diğer hizmetçiler ve hayvanlar için ayrı mekânlar düşünüldüğünde çok büyük bir plâna sahip olduğu ortaya çıkar.
Hadis kaynaklarında, Hz. Peygamber dönemi evlerinin plân ve mimarî tarzları ile ilgili malumat net bir çizim için yeterli değildir. Hz. Peygamber'in, kerpiçten inşa edilmiş, son derece mütevâzi evleri ile ilgili oldukça fazla nakil olmasına rağmen, diğerlerini bunlara kıyaslayıp bir değerlendirme yapmak zordur. Mescid-i Nebevî'in doğu duvarı boyunca sıralanan dokuz adet odadan ibaret olan. "hücreler" (hucurât=odalar) son derece mütevâzi idi.Gençlik yıllarında bunları gören Hasan el-Basrî (v.110 )'nin anlattıklarına göre, bu evlerin tavanı elin değebileceği yüksekliktedir ve her evin içinde servi ağacından dikmelere tutturulmuş perdeyle ayrılmış bir bölüm vardır. Hz.Peygamber kendisini ziyarete gelenlerle görüşürken hanımları, bu hare-m kısmında bulunurlardı.
Bu evler,7xl0 zira' (yaklaşık 3,5x5m.) ebadında yan yana dizilmiş odalardan ibaretti.
Hz.Peygamber'in evlerinin bahçe duvarı muhtemelen hurma dallarından oluşuyordu. Hz.Peygamber'in Dûme Seferi sırasında Ümmü Seleme "insanların gözlerinden korunmak için" kerpiçten bir bahçe duvarı yapmıştır.
Hz.Peygamber'e Mukavkıs'm hediyesi Hz.Mâriye'nin Medine'nin Avâlî denilen doğu kısmında, bahçe içindeki evi hakkında bazı tarihî kaynaklarda yer alan bilgiler o dönem evleriyle ilgili bazı ip uçları verebilir. Muhammed b. Meserre el-Cebelî (v. 319/931) ile hac yolculuğunda bulunmuş olan Muhammed b.Hazm b. Bekr et-Tennûhî (Ibn el-Medînî diye meşhurdur)'nm anlattığına göre Ibn Meserre, Medine'de kaldığı zaman Hz.Peygamber'in hatıraları ile ilgili araştırmalarda bulunmuş ve kendisine Medine'nin doğusunda Rasûlullah'a, Mukavkıs tarafından hediye edilen, ibrahim'in annesi Hz.Mâriye'nin evi gösterilmişti. Ibn Meserre'nin tarifine göre burası Medine'nin doğu kısmında bahçe içinde küçük zarif bir evdi. Eni boyu aynı olan evin ortası bir duvarla bölünmüş ve üzerine kalın mertekler döşenmişti. Zarif bir merdiven, döşenmiş bölümün üstünde iki oda ve bir gölgeliğe çıkılıyordu. Rasulullah yazları burada otururdu, tbn Meserre'nin karış karış ölçerek, bir benzerini, Cebel'de kendisi için yaptırdığı evin tarifi oldukça net gibi görünüyorsa da hatıra getirdiği ihtimâli şekiller birden fazladır.
Yukarıda Abdurrahman b.Avf m üç cümbüzesi olduğu ve bunun en azından üç oda demek olduğunu belirtmiştik. Abdurrahman, Ashabin zenginlerindendir. Daha az imkana sahip olanların, Hz. Peygamberin hücrelerinde olduğu gibi orta kısmından ayrılmış tek bir odadan oluşan evlerde oturduğunu söylemek mümkündür. Hz.Ömer, portatif saz evden, taştan yapılmış daha sağlam evlere geçişte kendisine danışan Kûfelilere gönderdiği ha-berde:"Taştan evler yapm.Fakat kimseye üç odadan fazlasına ruhsat verilmesin ve binaları da yüksek yapmayın. Sünnetten ay-rılmazsanız iki cihan mutluluğu da sizin olur" demiştir ve sünnet olan binayı "israfa yaklaştırmayacak, itidalden uzaklaştırmaya-cak kadar" sade şeklinde izah etmiştir.
Hz.Ömer üç odaya kadar ruhsat verdiğine göre, genel olarak o dönem evlerinin en fazla üç oda olduğuna hükmedilebilir.Ancak ihtiyaç ve evdeki nüfusun kalabalık olmasına bağlı olarak bu sayının artması mümkündür. Nitekim Abdullah b. Ömer'in Benî Amr b, Mebzul mahallesindeki evinin adı "Dâru'l-cenâbiz" (kubbeler evi) dir ki adı ve kendine miras bıraktığı oğlunun bir kısmını satıp, bir kısmım elinde bıraktığı şeklindeki riVayet, çok odalı olduğunu göstermektedir.
Tabiî Müslümanlar, fethettikleri ülkelerde gördükleri yeni tarzlar Müslümanların ufkunu genişletmiş, sahip oldukları yeni irfanlar ve islâm'ın öngördüğü prensiplerle yeni plânlar ortaya çıkmıştır. Sadece fethedilen yerlerde değil, başkent Medine'de bili binaların yüksekliği artmaya başlamıştır. Hz.Osman döneminde Ebû Zer el-Gıfârî'nin tenkitleri arasında, bu da vardır. Hatta bu nedenle Medine'de oturmamıştır.
Çadırlara gelince, çok direkli darılarının bir kaç odadan oluş-ttğu muhakkaktır.Çadırların genişliği sahibinin toplum içindeki mertebesini göstermekteydi.Genellikle bedevi halkın oturduğu çadırlar iki bölümden oluşuyordu. "Revak" demlen bir girişten sonra daha çok erkeklerin oturdukları ve erkek misafirlerin kabul edildiği bölüm geliyordu. Bundan sonra sadece ailedeki kadın ve çocukların bulunduğu "harem" kısmı ki buraya yabancı erkeklerin girmesine izin verilmezdi.
Kabile reislerinin "midrab" veya "fustâtu'1-melik" adı verilen çadırları ise daha büyük olurdu. Çünkü kabileyi temsil etmekteydiler ve gelen yabancı misafirler genellikle reisin çadırında ağırlanırdı. Zengin ve eşraftan olan misafirler için ayrı çadırlar kurulduğu da olurdu. Bu davranış misafirperverliğin, saygı ve hürmetin bir ifadesi kabul edilir ve kendilerine misafir gidildiğinde benzer bir karşılık görürdü. Kabile reisleri çadırlarının büyüklüğü ile CTünüıierdi.Başkalarını Överken de "O, çadırı kerem sahibi, şerefi yüce biridir" diye Överlerdi.
"Tıraf' denilen çadırların arka tenefleri yoktu. Bu sıcak hava-^rda hava dolaşımını sağlardı.
Araplar her göçebe toplumun mutlaka yaptığı gibi çadırlarının etranna yağmur sularının içiri girmemesi için ark kazarlardı. Muallaka şâirlerinden Züheyr, çadırların etrafına kazılan havuz sbi arklardan söz eder. [9]
"Rasûlullah'm evinde (iki-üç ay) ateş yanmadiğı olurdu" ifadesi Hz.Peygamber'in evinde yemek pişirilen bir ocağın var olduğunu göstermektedir. Ancak bunu, müstakil bir mutfak olarak nitelendirmek yanlış olur. Medine'de, yakın komşusu Harise b. en-Numan'm kızı Ümmü Hişam'm anlattığına göre Hz.Peygam-ber'le bir müddet müşterek olarak kullandıkları bir fırın vardı. Evin dışında olduğu anlaşılan firın, zinanın uhrevî cezasıyla ilgili bir hadisin tarifine göre, ağız kısmı dar, alt kısmı geniş, dip kısmında ateş yanan kapalı bir tandırdan ibarettir. Bu gün de, duvarına yapıştırmak suretiyle pide veya tepside ekmek yapılan benzer fırınlar vardır. O dönemde arapların saç üzerinde yufka ekmek yapma âdetleri yoktu.
Bedevi arapların çadırları dışında ateş yaktıkları yer ve saç ayağı olarak kullandıkları taşlar Câhiliye şiirinin Önemli konula-rındandır. Çadır hayatı yaşayanlar yiyeceklerini çadır içinde özel bir bölmede saklamakla beraber, yemeklerini genellikle dışarıda yaktıkları ateşte pişirirlerdi. [10]
O dönemde pek çok yörede olduğu gibi evlerin içinde özel olarak yapılmış bir tuvalet ve banyo yoktu. Banyo, perde ile ayrılmış bir bölümde yapılırdı.
Hadislerde geçen,"helâya girmek", "heladan çıkmak" gibi ifadeler "hela" kelimesinin günümüzde ifâde ettiği anlamın da etki-sisiyle kapalı bir mekan çağrışımı yaptırıyorsa da, en azından ilk dönemlerde özel olarak yapılmış tuvalet yoktur .Kelime "ıssız,boş yer" anlamına gelmektedir.
Hz. Aişe (v.58/678)'nin Ifk hadisesinden söz ederken belirttiği gibi, o yıllarda (hicrî 5. yıl) henüz evlere yakın tuvalet yapılmamıştır ve hanımlar evlerden bir hayli uzak olan Menâsi denilen yere gitmektedirler. Hz. Aişe'nin "bu konuda âdetimiz eski arapların âdeti gibiydi" ifâdelerinden eski Arap evlerinde tuvaletin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak îslamî terbiyenin bir sonucu olarak, daha Hz.Aişe hayatta iken evlere yakın helaların yapıldığını anlıyoruz.
Müslim'in bir rivayetinde yer alan , Ebû Eyyûb el-Ensârî' nin:"Suriye yöresine (Şam) geldiğimizde kıbleye karşı helalar (nıirhada) bulduk. Kıbleye karşı oldukları için bunlara girdiğimizde yönlerimizi başka tarafa dönüyor ve istiğfar ediyorduk" ifadesi, bu yörede özel olarak yapılmış helaların var olduğunu gös-termektedir.Ticaret sebebiyle çok iyi tanıdıkları bölgenin bu âdeti araplara, İslâmiyet'e girinceye kadar intikal etmemişdir. islâmiyet'in "hicâb", "haya" gibi prensipleri bu intikali çabuklaş-tırmıştır.
Hz. Peygamberin çoğu zaman yanında götürdüğü anlaşılan ve namaz kılacağı zaman sütre olarak kullandığı değneği, tuvalete çıktığı zaman üzerine ridasım asarak bir perde oluşturuyordu. [11]
At yetiştirmede mahir ve en önemli geçim kaynağı deve ve davar olan bir toplum için hayvan barınaklarının olmaması düşünülemez.
Ütumların alt katları hayvan ahırı olarak kullanılıyordu.
Araplar, deve ve koyun için "hazıra" adı verilen ahırlar yapmışlardır. Cevheri'ye göre bunlar ahşaptandı. Ahmed b. Han-bel'in bir rivayetinde , yukarıda zikrettiğimiz "kubbe" manasına kullanılmıştır ki bu haziranın deriden de olabileceğini göstermektedir. Halen bâdiyede yaşıyan araplar gündüz sıcağından korumak üzere, hayvanları için etrafı açık, geniş çadırlar kurmaktadırlar. [12]
Araplar kerpiç ve taştan inşa ettikleri evlerin üzerlerine ya hurma dallarından sâde bir gölgelikle veya uzun hurma merteklerle örtüyor, onun üzerine enine döşenmiş dallar ve Mekke ayrığı denilen izhirle doldurup topraklıyorlardı. Evlerin kapıları ve pencereleri ahşaptan yapıldığı gibi bazen bir çadır kanadı veya kumaş bir perde olabiliyordu. Mekkedeki evlerin kapıları yoktu. Evine ilk kapı yapan kişinin Süheyl b.Amr olduğu rivayet edilir. Hz.Omer, bundan vazgeçmesi konusunda Süheyl'e haber gönde-rince, kendisinin tüccar olduğunu ve mallarının çalınmasından korktuğu için evine kapı yaptığını söylemiştir. Hadislerde, o dönemde kullanılan perdelerin desen ve kaliteleri hakkıda bazı bilgiler bulmak mümkün olmaktadır. Meselâ, Hz.Aişe'nin odasının pencere veya kapısına taktığı perdede bir takım resimler vardı ki bu Hz.Peygamber taraûndan boş görülmemiştir. Putperestlik dönemine henüz yakınlık sebebiyle Hz.Peygamber kanatlı at resmi bulunan kumaşı perde olarak kullanmaya izin vermezken yastık yüzü olarak kullanılmasına bir şey dememiştir.Bir diğer rivayette kuş resimlerinden söz edilir. Hz.Peygamber'in, "dünyayı hatırlatıyor" gerekçesiyle Hz.Aişe'den çevirmesini istemesinden, bunun muhtemelen tek tarafı baskı tekniğiyle desenlenmiş bir kumaştan yapıldığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamberin "bana dünyayı hatırlatıyor" ifâdesi ise oldukça kaliteli bir kumaş olduğunu göstermektedir.
Mezarda kireç kullanılmaması ile ilgili yukarıda zikrettiğimiz rivâyetden de anlaşılacağı üzere araplar evlerinin yapımında kireç kullandılar. Bazı rivayetlerden, kireç içine kattıkları muhtelif renkteki boyalarla evlerinin duvarlarına çeşitli desen ve resim çizenlerin olduğu anlaşılıyor. Abdürrezzak'ın bir rivayetine göre, Hz.Peygamber, davet edildiği bir evde gördüğü böyle yaldızlı ve çok renkli bir dekoru tasvip etmemiştir. O, giyimde-kuşamda daima sadeliği tercih ederdi.
Bazı rivayetler, Özellikle hayme türü evlerin çevresini kumaşla örtme âdetinin geniş bir alanda yaygın olduğunu göstermektedir. Kinde'den bir kadınla evlenen Selman, hanımının evinin bu şekilde kumaşla kaplandığını görünce: "İçeride sıtmalı mı var? Yoksa Kâ'be, Kinde'ye mi taşındı?" diye sorar ve kapı hâriç bu perdeler kaldırümazsa içeri girmeyeceğini söyler. Abdullah b. Ömer'in hanımı Safiyye de böyle bir örtüyü, kaynatasından çekinerek kaldırmıştır. Hz.Ömer evlerin aşırı derecede süslenmesini hoş karşılamazdı. Medine'den oldukça uzak sayılan Basra'da, Hadra adında bir kadının evini israf derecesinde tefrişine, valisi Ebû Musa el-Eş'arî vasıtasıyla rnüdahele etmiştir. Bununla beraber bu adetin yer yer devam ettiği anlaşılıyor
Bazı rivayetlerde, Hz.Peygamber döneminde,Hicaz yöresinde resmin evlerde bir süs unsuru olarak kullanıldığım görüyoruz. Mesleği ressamlık olan ve geçimini bu şekilde temin eden insanlar vardı. Resimle ilgili olarak kendisinden fetva isteyen bunlardan birine Ibn Abbas'm, manzara resimleri yapmasını tavsiye etmesi evlerin resimlerle süslendiğinin kesin kanıtıdır. Bunlar daha çok duvar resimleri şeklinde olmalıdır. Ibn Ebî Şeybe'nin bir rivayetinde de Mekke'de, kunduz ve anka resimleriyle süslenmiş bir gerdek çadırından ( hacele) söz edilir. Haberin metni, bu resimlerin çadırın kumaşında veya içeride tablolar halinde olduğu şeklinde anlaşılmaya müsaittir.
Yaygı olarak, Hz.Peygamber'in evinde hasır kullanıldığını görüyoruz. Geceleri bu yaygı, yatılan kısmı ayırmak üzere perde olarak kullanılıyordu. Hz. Peygamberin yaşadığı hayatın sadeliği ile ilgili rivayetler, herkesin aynı şekilde yaşamadığını göstermektedir. Nitekim Hz.Aişe, üzerlerine örttükleri battaniyeden söz ederken onun, ne yün ipek karışımı bir dokuma olan "hazz", ne saf ipek "kazz" , ne pamuk, ne keten, ne de saf yün olduğunu söylediğinde, merakla, "öyleyse nedendi?" diye soranlara çözgü-sünün kıl, argacının ise deve yününden yapılmış olduğunu söy-ler.Ipek, yün-ipek, pamuk, keten ve saf yünden dokunmuş eşyaların, zengin kimselerce kullanılmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Evlerin zeminine mozaik döşeme âdetine hadis kaynaklarında rastlanmıyorsa da Balâzurî'nin bir rivayetinden fütuhat sonrası başka milletlerden intikal eden bir kültür, olarak ilk defa Küfe ve Basra Mescidlerinde uygulanmıştır .Yerlere mozaik döşeme âdeti, toprak zemin üzerinde kılınan namazdan sonra halkın ellerindeki tozu çırpması ve sonradan bunun bir sünnet sanılaca-ğı korkusuyla başlamıştır.
Araplar ince dokunmuş bilhassa muhtelif renk ve desenleri bulunan yaygılara "nemat" diyorlardı. Bunun, ruhsat verildiğine dâir rivayetlerden lüks addedildiği anlaşılıyor. Bunlar ince dokumalar olduğu için perde, muhtemelen divan örtüsü olarak kullanılmaktaydı. Hz. Aişe'nin yukarıda sözü edilen perdeleri bu tür bir dokumadandı.Araplarm düğümleme tekniğiyle yapılan halılardan ne kadar haberleri olduğunu hadis kaynaklarından tespit edemedik.
Postlar muhakkakki yaygı olarak kullanılıyordu. Geceleri şerir üzerine atılan bir post, gecelerin soğuk havasından koruyucu olmalıdır. Hz.Ali evlendiğinde, sahip olduğu yegane eşya bir posttan ibaretti.
Arapların evlerinde divan benzeri mobilyaların var olduğu anlaşılmaktadır.Hz.Peygamber'in evinde, altına eşya konulabilecek kadar zeminden yukarıda bir şerir bulunmaktaydı. Türkçe'de de kullanılan "serîr" kelimesi Kur'an'da Cennet köşklerin-deki tahtlar olarak zikredilir. Cebrail'in girmemesine sebep olan köpek yavrusuyla ilgili rivayetlerin bazısında geçen "nedad" kelimesi de "eşyaların dürülerek üzerine konulduğu yer" anlamına gelmektedir. Şerirler üzerine yaygılar bu şekilde konulduğu için bu ad verilmiştir. Şerir, gündüzleri yakan, geceleri üşüten kumun etkisini nisbeten azaltması nedeniyle arap toplumunda oldukça rağbet edilen bir ev eşyası olmalıdır.Yukarıda sözü edilen "hac-le'ler içinde bulunan ve sırt yastıkları olan şerirlere ise "erîke" denirdi ki kelime hem Kur'an'da hem de hadisde bir konfor ve lüks anlamı taşımaktadır. Hz.Aişe, Mekkelilerin şerir üzerinde uyumayı çok sevdiklerini, Hz.Peygamber Medine'ye geldiğinde, Ebu Eyyub'a bir şerirleri olup olmadığını sormuş, bunu duyan Es'ad b.Zürâre, kendisine ayakları sâc ağacından yapılmış ve üzeri keten lifinden dokunmuş telis kaplı bir şerir hediye etmiştir. Hz.Peygamber'in vefatından sonra halk hayır ümidiyle cenazelerini bu şerir üzerinde taşıyarak mezara götürmek istemişlerdir. Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ömer'in cenazeleri de onun üzerinde taşınmıştır. Hz.Peygamberın üçten fazlasını israf saymasından, evlerde bu sayıyı aşan döşek bulunduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamberin döşeği, içine hurma lifi ile doldurulmuş deriden yapılmıştı.
Şerirlerin etrafi bilhassa geceleri sivri sineklerden korunmak için cibinlikle çevriliyor olmalıdır. "Cibinlik" kelimesi garîbü'l-ha-dis kaynaklarına aynı kökten gelen başka kelimeler açıklanırken dolasıyle girmiştir. Literatürde böyle bir kelimenin olması, bu âdetin var olduğunu göstermektedir.
Evlerde ortadan odayı ikiye bölen veya bir odanın duvarı içinde döşek ve yaygıların veya başka eşyaların konulduğu "sehve" denilen yüklükler vardı.Perde ile ayrılan odacıklara da aynı adın verilmesinden, buralara konulan yatak vb. eşyamn görülmemesi için "sehve'lerin önüne de bir perde çekildiği anlaşılmaktadır.Ni-tekim Hz Ayşe'nin evinde bulunan "sehve"yi üzerinde kanatlı at resimleri bulunan saçaklı bir perde ile (kiram veya dürnûk) örtmüş ve Hz.Peygamber resimlerinden dolayı bunun kaldırılmasını istemiştir. Hz.Ayşe bunları daha sonra yastık yapımında kullanmıştır. [13]
Ibn Haldun, hüner ve sanayii yerleşik hayata bağladıktan sonra, bina ve yapıların ancak yerleşik hayat sürenler tarafından vücûda getirileceğini, bunları yapabilmek için yapı işlerinde becerikli ve usta olmak gerektiğini belirtir .Arapların tabii şartlara riayet etmeden, şehir kuracakları yerin ancak develerin beslenmesine uygun olup olmadığına baktıklarını, hububat ithal edildiği için toprağın verimli olup olmadığına dikkat etmediklerini söylemektedir. Bununla birlikte genellikle göçebe hayatı yaşıyan araplar pek çok yerleşim merkezleri kurmuşlardır. Batlamyos'un en azından koordinatlarını verdiği merkezlerinin harita üzerinde yerleşimi incelendiğinde neredeyse sayılarının bu gün var olana yakın olduğu görülecektir.Bunlarm bir kısmı yavaş yavaş oirta-ya çıkarılmaktadır.
ez-Zeccâcî'nin ifâdesine göre bina olsun olmasın araplar bir topluluğun oturtuğu yere "dâr" diyorlardı. Bunun çoğulu olan "dûr" ve "diyar" kelimeleri de "mahalle" anlamına kullanılmakta-dır.Şehrin mahallelerine fazlaca insan dolaştığı için "dâr" veya" dûr" denilmiştir.
Küçük yerleşim birimlerine araplar, "karye" diyorlardı. Kelime Yemen kökenlidir. Bunlara ayrıca "toplayan, bir araya getiren şehir" demek olan "el-mısru'1-câmi"1 de demişlerdir. "Mısr" kelimesi aslında evler arasındaki sınır demektir. Bundan hareketle yerleşim birimlerine "mısr" adı verilmiş olmalıdır. Karyelere , sanat erbabımn bulunduğu yer olması nedeniyle "mesnea" da denilmiştir.
Etrafı surlarla çevrili daha büyük yerleşim merkezlerine araplar, "medine" ( =şehir) diyorlardı. Daha önce "Yesrip" olan Medine'ye bu adın verilmesi ise Hz. Peygamber'in hicretinden sonradır. "Peygamber şehri" demek olan "Medinetu n-Nebî'"den kısaltmadır.
Şehir plânlarında mabedin merkezde yer alması dünyanın hemen her yerinde yaygın bir âdettir. Bu âdet, muhtemelen Kur'an'm, "Ümmu 1-kurâ" (Şehirlerin anası) olarak tanımladığı ve yeryüzündeki ilk mabedin yapıldığı Mekke örneğinden yayılmış olmalıdır. Birbirine üç-dört yüz metre mesafeli mahallelerden oluşan Medine, Mescid-i Nebevî'nin inşasından sonra bu plâna uygun bir şekil almaya başlamıştır. Bununla birlikte merkeze yığılma istenmemiş, şehrin nefes alabilmesi için evlerin merkezden uzak yapılması teşvik edilmiştir. Mesala, Ahmed b.Hanbel'in bir rivayetinde Mescid'e yakın olan evin uzak olana üstünlüğünü, Allah yolunda cihad edenin oturandan üstünlüğüne benzetmiştir.
Daha sonra kurulan Küfe, Basra, Fustad gibi ordugah şehirlerinin plânları da mabed merkez alınarak yapılmıştır. Mesela bunlardan Kûfe'de, merkez alınan bir noktadan, güçlü bir okçuya dört bir yöne attırılan okların düştüğü noktalar birleştirilerek mescidin yeri tespit edilmiş ve bu merkezin etranna, ana caddeler kırk, yan yollar yirmi ve ara sokaklar yedi zira' bırakılmak üzere binaların yapılmasına izin verilmiştir.
Hz.Peygamber hicretten sonra hızla büyüyen Medine'de sokakların en az yedi zira' olmasını ister ki, bu o zaman için yüklü bir devenin rahat geçebileceği bir mesafedir .Hadis bitişik nizamda inşa edilmeyen evlerin aralarında bulunması gereken mesafeye de işaret etmektedir .Tasarruf için duvarların komşu duvarına dayanması ve komşunun mertek koymasına izin verilmesi ile ilgili hadisler, Medine'de bir kısım evlerin bitişik nizamla yapılmış olduğunu göstermektedir.Bu tür evler bir cadde kenarında dizilmiş olmalıdır.Ibn Şebbe'nin bazı evlerin yola beş zira' (yaklaşık iki buçuk metre) mesafede olduklarına dair rivayetleri, bu rakamın bir standard ifade ettiği izlenimini vermektedir. [14]
Evlerde su ihtiyacı genellikle umumî kuyulardan sağlanmaktaydı. Medine'de zaman zaman su darlığı çekilmiş, su yüzünden bir takım ihtilaflar çıkmıştır. Su ve su ile ilgili ihtilaflar Kur'an'daki bazı kıssaların da konu sudur. Kissalara konu olan olayların geçtiği yerler Hicaz bölgesi yakınındadır. Bunlardan biri Salih (a.s.)'in kıssasıdır. Kayadan çıkan mucize devenin sulan-masıyla ilgilidir. Olay, Medâin-i Salih'de geçer ve şehrin kalıntıları hâlâ ayaktadır. Hz.Peygamber Tebük Seferi sırasında buraya uğramış ve askerleri buradaki kuyulardan su almışlar, Rasûlul-lah "helak olmuş bir toplumun kuyuları"ndan olduğu için bu suların kullanılmamasını istemiştir. Aslında uzun zaman kullanılmamış olan bu kuyuların sularının içmek için gereken özelliğe sahip olmadığı için bunu istemiş olsa gerektir. Kuran geçmiş zulümleri sebebiyle yıkılıp giden milletlerin kuyularından "bi'ru muat-tale" (kullanılmaz olmuş kuyular) olarak bahseder.
Kur'an'daki diğer kıssa Hz. Şuayb (a.s.)'ın kızları ile ilgilidir. Musa (a.s.) Medyen'e geldiğinde Şuayb(a.s.)'m kızları kuyu başında beklemektedirler.Diğer çobanlardan sıra bulup davarlarını sulayamazlar. Onlara yardım eden Mûsâ (a.s.), kızların babaları tarafindan davet edilir ve uzun zaman onun yanında kalıp kızlarından biriyle evlenir.
Her iki olayın geçtiği yer Hicaz'a oldukça yakındır. Su bu yörede eski çağlardan beri kuyulardan elde edilir.Bu bakımdan İslam fıkhının da önemli bir bölümü kuyuların hangi şartlarda kullanılabileceği ve diğer su sorunlarıyla ilgilidir.
Ibn Şebbe, Medine'de bulunan kuyularla ilgili bazı bilgiler vermektedir. Buradan edindiğimiz bilgilere göre her mahallenin bir kuyusu vardır. Ancak Özel kuyusu olan evler de vardır. Bazı kimseler sahip oldukları kuyuların sularını para karşılığında sat-maktadır.Hz.Peygamber'in teşvikiyle, bunlardan biri olan Rûme Kuyusu, Hz.Osman tarafından satın alınmış ve müslümanlarm istifâdesine sunulmuştur.
Yukarıda da belirtildiği gibi Hz.Peygamber, odalarda bulunan çöpleri şeytanın toplantı yeri olarak tanımlar ve bu şekilde onları temizliğe teşvik eder. Tirmizı nin bir rivayetinde ashabtan birine evlerin kapı önlerinin temiz tutulması ve yahûdîlere benzememeyi emreder. Hadisden Medine'de yaşıyan Yahudilerin sokak temizliğine pek riâyet etmedikleri, genellikle el sanatlarıyla uğraşan Yahudilerin herhalde daha fazla çöp yaptıkları ve bunları şehir ortasında orda burda bıraktıkları anlaşılıyor. Gerek Hz.Peygamber, gerekse kendisinden sonra gelen halifeler bu terbiyeyi halka vermeye çahşmışlardır.Meselâ Hz.Ömer, Ebû Musa el-Eşarî'yi Basra'ya Vali olarak gönderdiği zaman ona, Allah'ın Kitabını, Hz.Peygamber'in sünnetim öğretmek ve sokaklarını temiz tutmak konusunda tembihde bulunmuştur. [15]
Hicazin,"Hicaz" diye bu şekilde adlandırılması Esmaî, Ibniı 1-Kelbî ve Azrakî'ye göre ="iki şeyin arasım ayırma" fiili ile ilgilidir.Necid'le Tihame ; denizle bâdiye; el-öavr'la Şam; Necid'le Serat bölgelerini birbirlerinden ayırdığı için bu şekilde adlandırıl-dığı söylenmektedir.
Hicazda bulunan en önemli şehir olan Mekke'nin bir adım Kur1 an, "Ümmü'1-kurâ" olarak verir."Bütün karyelerin anası" demek olan kelime Elmalı'nın ifadesiyle "merkez-i cihan,kıble-i enam" demektir. Mekke'nin bir adı da Kur'an'da zikredildiği ve tamiri sırasında temelinden çıkan ibranî dilindeki levhalarda ve Mezmurlar'da da görüldüğü gibi "Bekke"dir. Batlamyos'a izafe edilen Asya'nın altına haritasında ise Makoraba olarak gösterilmiştir ki Güney Arabistan veya habeş dilinde "mâbed" manasına gelen "mikrab" kelimesinden türemiştir. Mücâhid, "be" harfini, "mim"e kalbederek "lazib" ve "lazım" denildiği gibi "Bekke"ye "Mekke" denilmiştir diyor.
Mekke'ye neden Bekke denildiği konusunda muhtelif fikirler ileri sürülmüştür.Bunların çoğu "parçalamak, dağıtmak, kahretmek, hayvanı yükle yormak, topluluk içinde sıkışmak" gibi manaları olan fiiliyle ilgilidir. Böylece düşmanlarının kahrolduğu; insanların izdihamdan birbirlerini çiğnedikleri ; kendisine yapılan yolculukta hayvanların yorulduğu yer olarak adlandırılmış olmaktadır .Kur1 an'da, Mekke'nin "Bekke" olarak isimlendirilmesi, muhtemelen zikrettiğimiz fiilin müennes mekan ismi olan "me-bekke" nin halk dilinde kısa olarak söylenişiyle ortaya çıkmıştır. Suyunun azlığından dolayı bu şekilde isimlendirildiği, helak etti) Darimî, Mukaddime, 46.
İnek fiilinden, orada zulmedenin helak olması için bu adı aldığı da söylenir.Bir râciz (şair) şöyle demiştir.
Mekke!Fâciri çokça helak et!Mezhic ve Akk'i helak etme!"
Asaf ve Naile ile ilgili anlatılanlar ve fil olayı böyle bir ihtimali güçlendirmektedir.
Medine'nin eski adı ise Yesrib, Batlamyos ve Bizanslı Step-hanos ta "Yesrippa" ,Mina kitabelerinde "Yesrib" olarak geçmektedir. Bu adın araplann atası Sâm'ın oğlu irem'in çocuklarından Yesrib b. Kâniye'den geldiği rivayet edilir. Hz.Peygamber Medine'ye gelince buranın adını daha önceki adının tam aksi anlamda Tâbe" veya "Taybe" olarak değiştirdi.Çünkü "Yesrib" kelimesi, serb" kökünden gelmektedir ve arab dilinde fesat demektir. Şüphesiz yüz yılı aşkın bir süredir düşmanlıkların hakim olduğu bir şehirde barış ve huzuru getiren Hz.Peygamber her kötüyü iyiye çevirdiği gibi kötü isimleri de güzelleriyle değiştirmiştir.
Medine, şehir manasına gelen bir kelimedir ve arâmîceden arapçaya geçtiği söylenir. Hz.Peygamber'in Medine'ye gelmesinden sonra buraya Medînetü'n-Nebî denildiği ve sonradan kısaltılarak sadece "Medîne" olarak anıldığı rivayet edilir.
Hicretten önce Hicaz'ın, Medine'den daha büyük bir şehri olan Tâifin adı "tavaf "dan gelmektedir ve etrafı surlarla çevrili olduğu için bu şekilde isimlendirilmiştir.
Xecran, Sebe'in torunlarından Necran'a izafe edilir.
Hicaz yöresinde sayılmamakla beraber, Yemâme'nin adı ise önceleri Cew iken şehir kapısında idam edilen Yemâme adındaki bir kadına izafeten bir rivayete göre Tübba1 tarafından değiştirildi.
Genel olarak Suriye yöresinin târihdeki adı Şam'ın, Arap ve israil oğullarının (Sâmîlerin ataları) Nuh'un oğlu Şam'dan geldi-£isöylenir."Şam", -"selam'in yahûdi dillerinde "şalom" şeklinde söylendiği gibi-,"Sam"m, Süryanicede telaffuz şeklinden doğmuş-tur Yemen'in adı ise Ya'rub b. Kahtan'a dayanır. Babası kendisine Eymen" demişti. Bu kelime sonradan halk dilinde "yemen" oldu.
Görüldüğü gibi Araplar coğrafî bölgeleri ve yerleşim merkezlerini, topoğrafik özelliklerine, kurucularına, orada meydana gelen olaylara göre isimlendirmişlerdir.
Şehir içindeki mahalleler, değişik düşüncelerle adlandırılmakla birlikte genellikle orada yaşıyan kabilenin adını taşırdı. Beni'n-Neccar , Benî Zürayk gibi. Bununla birlikte orada yaşayan kabilenin adını almayan mahalleler de vardı. Mesela Mescid-i Nebevî'nin bir mil kadar doğusunda bulunan ve Benî Harib b, el-Hazrec'in oturduğu mahalle -ki Hz. Ebû.Bekir de Müleyke ile evlendiğinde burada oturuyordu- "Sunh" diye adlandırılmıştır. Aynı adı taşıyan Necid yöresinde Tayların oturduğu yerde de aynı adlı bir mahalle vardır. "Sunh" kelimesi, sağdan gelmesini uğur saydıkları şeylere verdikleri isimle ilgilidir. Araplar ceylan, kuş vb. bir hayvanın sağ taraftan gelmesini uğur sayarlar ve buna "sânih" (uğur getiren) derlerdi. Uğur sayılan ceylana "sunh" demişlerdir ki muhtemelen mahallenin adı bunu ifade etmektedir. Ayrıca incilerin, gerçek bir gerdanlık olmadan önce karışık olarak dizildikleri ipe "sanîh" denilmesi sebebiyle, evleri bir sokak etra-finda dizilmesine rağmen, evleri büyüklü küçüklü olduğu için mahalleye bu isimin verilmiş olması da muhtemeldir.
Çarşılar, daha muahhar dönem Örneklerinden anlaşıldığı gibi esnafa göre isimlendiliyordu. "Sûku'l-habbâzîn", "Sûku'l-hakkâ-kîn" gibi... Muahhar sayılmakla birlikte, Makrizî'nin Mısır'da kaydettiği bir çok çarşı-pazar da aynı şekilde isimlendirilmiştir. Bu âdet zamanımızda da pek değişmiş sayılmaz.
Sokaklar da, bugün genelde olduğu gibi şahıs isimleriyle adlandırılıyordu. "Zükâku Asım b.Ömer b.Hattâb" gibi.
Ebû Musa el-Eşarî'den rivayet edilen ve ölen çocuğuna sabredip istirca' yapan kişi ile ilgili hadiste, "Cennet'te onun için bir ev yapınız ve "Hamd evi" adı veriniz" hadisinden Hz.Peygamber döneminde evlere isim verme adetinin varlığım göstermektedir. Nitekim bilhassa "ütüm" adı verilen yüksek taş binalarla, bir iki katlı kerpiç binalar halk tarafından isimlendirilirdi. Semhûdî'nin verdiği bilgilerden Medine'deki her ütumun bir adı olduğu anlaşılıyor.
Bazı evler orada oturan kişiye göre adlandırılıyordu. Muâviye'nin bir evine orada oturan cariyesine izafeten "Dâru Hafsa" deniliyordu. Kendisinde meydana gelen olaya izafeten isimlendirilen evler de vardı. Hz.Peygamber'e gelen elçilerin ağırlandığı yer olmasından dolayı,Abdurrahman b.Avfm bir evinin "dâru'd-dayfân"olarak isimlendirilmesi veya içerisinde Şûranın Hz.Ömer'in vasiyetini yerine getirmek ve yeni halifenin kim olacağı konusunda bir karar vermek üzere toplandığı için yine aynı sahabîye ait bir başka evin "Dâru'1-Kaza" olarak adlandırılmasını örnek olarak verebiliriz.
Abdurrahman'nm oğlu Humeyd'in sonradan eline geçen bir eve, Muhacirler tarafından Medine'de yaptırılan ilk ev olması dolayısıyla "ed-Dârü'1-kübra" denilmişti. [16]
Uğrursuz bulunan üç şeyden birini ev olarak sayan hadisleri, "Uğursuzluk olsaydı bunlarda olurdu." şeklinde şarta bağlıyan hadisler mana olarak tamamlamaktadır. Çünkü ilk hadisler, uğursuzluğu tamamen reddeden, hattâ onu bir şirk olarak telakki eden hadislerle de tearuz halindedir. Nitekim Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği ve kadında evde ve atta uğursuzluk olduğuna dâir bir hadisi düzelten Hz.Aişe, Ebû Hureyre'nin hadisi (tam) hıfzede-mediğini Hz. Peygamber'in "Allah Yahudileri lanet etsin ! Çünkü onlar kadını, evi ve atı uğursuz sayarlar" dediğini, Ebu Hureyre'nin ise sözün sadece sonunu duyup rivayet ettiğini belirtir. Benzer rivayetlerle ilgili olarak bir başka düzeltmesinde ise Hz.Aişe Hz.Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Câhiliye insanları, uğursuzluk kadında, hayvanda ve ev'de derlerdi. (Halbuki böyle bir şey yoktur)"
Ibn Kuteybe, "sirayet yoktur..." hadisini açıklarken, Câhiliye devrinde insanlarının başına gelen felâketi, uğradığı zararı uğursuz olarak kabul ettiği eve veya kadına hamledip, "ev veya kadın uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi" dediklerini rivayet etmektedir. Nitekim, daha Önce oturdukları evde sayıca ve malca bolluk varken, yeni evlerinde bunların azaldığını söyliyen sahabide şüphesiz bu inançtan izler vardı. Hz.Peygamber, ona içine düştüğü vehimden kurtulması için o evi terk etmelerim emretmiştir. Çünkü onlar, o evin havasını ağır bulmalarına ve kendilerine isabet eden şeylere rağmen tedirgin ve sıkıntılı bir şekilde orada oturuyorlardı.
Hz.Peygamber, iyi, geniş bir evi, dünyada insanı mutlu kılan şeylerden saymıştır.[17] Hz.Peygamber, "evin kötülüğü, sahasının dar olması" olarak izah etmiştir.[18] Bu hadisler, Câhiliye döneminin bu yanlış inananı yıkmaya yöneliktir. [19]
"...evlere arkalarından girmek iyilik değildir..." [20]âyetinin yorumunda genel olarak rivayet tefsirlerinin naklettikleri gibi Câhiliyye devrinde araplar bir işe niyet ettiklerinde ve o iş kendilerine zor geldiğinde veya ihramlı olduklarında; Medineliler, hac veya bir yolculuk dönüşlerinde evlerinin kapılarından girmezlerdi. Hasan el-Basrî'nin anlattığına göre bir arap yolculuğa çıksa ve her hangi bir sebeple yolculuktan vazgeçse evine normal kapısından girmez ve ehli meder (kasabalı) ise arkadan bir delik açarak veya merdiven dayamak suretiyle duvarın üstünden atlamak suretiyle içeri girerdi. Ehli veber (bedevi) ise çadırın arkasından girerdi. Bunu bir iyilik sayarlar aksini ise uğursuzluk olarak görürlerdi, îslâm bu tür hurafeleri kaldırmıştır. [21]
Bugün bazı Anadolu evlerinde gördüğümüz kapı üzerine koç boynuzu asma âdeti muhtemelen araplarda da vardı. Mekke'nin fethi sırasında Hz.Peygamber, Ka'be'nin içine girdiğinde burada Hz.îbrahim'e Cebrail tarafından kurban olarak getirilen koça ait olduğu söylenen bir boynuz asılıydı. Hz.Peygamber Ka'be'nin içinde onu görmüş, kaldırılması ile ilgili emir vermeyi unuttuğunu ifade ile "orada namaz kılan kişinin zihnini meşgul edecek şey gerekmezdi" buyurmuşlardı.[22] Bundan sonraki ilk yangında yok olan bu koç boynuzlarının zanmmızca bazı insanların evlerinin kapılan üzerine boynuz asma geleneklerinde bir payı olsa gerektir. Kapı üzerine asılan boynuzların aynı zamanda o evde kurban kesildiğini yani zenginliği ifade ettiği de düşünülebilir.
Bugün bazı kimseler özellikle nazar inancına bağlı olarak evlerinin dışına at nalı, çocuk ayyakkabısı gibi şeyler asar veya çakarlar.Hz.Peygamber döneminde evlerin cephesine at nalı ve çocuk ayakkabısı asıldığına dâir kaynaklarda herhangi bir nota rastlayamadık. Ancak bunların Cahiliye ve islam döneminde var olan nazar inancından kaynaklandığını söylenebilir. Câhız'ın biraz geç döneme ait bir rivayetinden, dış tezyinata maçları yansıtan ilâveler yapıldığı anlaşılmaktadır. Arapların hangi yorumlarla çocuklarına köpek, taş, aslan gibi isimler verdiğini açıklayan Câhız, Ubeydullah b.Ziyad'm evinin girişine bir köpek bir aslan ve bir de koç resmi yaptırdığını, "köpek havlar, koç süser, aslan ise sert bakar (böylece düşman yaklaşamaz)" diyerek uğur saydığım, halbuki bunların bilakis kendisine uğursuzluk getirdiğini söyler.[23]
Arapların evle ilgili bâtıl inançlarından biri de sevilmeyen misafirin bir daha gelmesi istenmezse evde bulunan kaplardan biri kırılırdı. Alûsî( v.l 270/1854), yaşadığı dönemde bu âdetin bazı insanlar arasında hâlâ görüldüğünü kaydetmektedir. Bu tür inançları İslâm'ın onaylamayacağı malumdur. [24]
Cahiliye devri arapları cin ve ğûle inanırlardı ve her evin kendine ait bir cinni olduğunu kabul ederlerdi.Bir köye, bir harabeye girecekleri zaman oranın cinninden emin olmak için eşek gibi anı-rırlar ve tavşan aşuğu takarlardı.Bu anırmanın adı "ta'şîr" idı.Bir arap şâirinin şu beytinde bundan söz edilir:
"Kaderinde varsa, ne ta'şîr (eşek gibi anırmak), ne de tavsan aşuğu fayda verir."
Hz.Peygamber ev yılanlarının, güdük kuyruklu ve sırtında iki beyaz çizgi olanı hariç öldürülmemesini istemiştir.Bunlann gözün nurunu giderdiği ve hamile hanımların çocuklarını düşürdüğünü ifade etmiştir.[25] Yılanın, Harem'de[26] ve namaz esnasında öldürülebileceğini[27] belirten hadislere karşılık, evlerde bulunan zehirsiz yılanların öldürülmelerinin istenmemesi, bunların, fare gibi tahta ve kerpiç evlerde çok kolay yuva yapabilen ve özellikle eskiden un, zahire hattâ çamaşır konulan çuvallara, deriden yapılan dağarcıklara verdiği zararı, daha çok fareler vasıtasıyla yayılan veba gibi hastalıklar önlemek için olmalıdır.
Hz.Peygamberin zehirli yılanlar hakkında kullandığı "göz nurunu giderme", ölümden kinâyedir.Hamile kadınların çocuklarını düşürmesine gelince, gerçekte yılan kadar insana soğuk gelen ve onu korkutan bir hayvan yoktur.Ani bir korkunun hâmile bir kadın ve dünyaya getireceği çocuk üzerinde bırakacağı etkiyi modern tıp bilimsel olarak açıklamaktadır.
Cahiliye devri arapları sözü edilen ev yılanlarından korunmak için de üzerlerine tavşan aşuğu asarlardı. Bu onların cin olabileceği inancından kaynaklanmalıdır. Öldürülen yılanın yakınlarının intikam alacağına inanırlar ve üzerine kül döküp "seni göz (nazar) öldürdü. Senin intikamın yok" derlerdi.
Hz.Peygamber'den gelen rivayetlere göre cinler evde bulunabilirler. Bunlardan birinde Kur'an okunan evlerde mü'min cinlerin, Kuran okunmayan evlerde ise kâfir cinlerin meskun olacağı ifade ediliyor.[28] Ayrıca Hz.Peygamber, evlerde bırakılan çöplerin şeytanların toplantı yeri olacağım , kapılar kapandığı, kaplar ters çevrildiği, su kaplan ağzı bağlanıp dayandığı ve lambalar yakıldı-ğında(geceleyin) cinlerin bir zarar vermiyeceklerini belirtmiştir. Hz.Peygamber'in Özellikle cinlerin kötülerinin pislik, yemek artığı yediği ve pis yerlerde bulunduğu şeklindeki beyanları temizliğin önemini gerçek yönüyle kavrayamamış insanlara bu korku ile kabul ettirmek ister gibidir. Bazen de "şeytan" kelimesiyle mikrobu kasdeder gibidir. îbn Dakiku'l-'Id, Hz.Peygamber'in bu tür sözlerinin dünyevî maslahatlara yönelik olduğu kanaatindedir.[29]
Hz.Peygamber'in hadislerinde yer alan suret, köpek ve cenabet kimse bulunan evlere meleklerin girmiyeceği ifadesi, kelâmı ilgilendiren yönü bir tarafa bırakılırsa, aynı şekilde bir takım zararları ve yanlış inanışları önlemeye yönelik olmalıdır. Bilindiği gibi puta tapmaya meyyal ve genellikle putları bir heykel şeklinde olan bir topluma resim ve heykeli serbest bırakmak, onların putperestliğe geri dönmesine vesile olabilirdi.Ibn Dakik el-îd resmi yasaklayan hadisleri bu şekilde yorumlamıştır.
Köpekle ilgili hadislerin sayısı ise oldukça fazladır.Özellikle avcılıkla ilgili bölümlerde çok sık zikredilmiştir.Hz.Peygamber döneminde bir çok kimsenin köpek beslediği anlaşılıyor. Hz.Peygamber, suzuz bir köpeği sulayan fahişenin bu davranışıyla cennetlik olduğunu söyler. Köpek bulunan eve melek girmiyeceğine dâir hadis ise bir hikmete mebni olmalıdır. Nesâî'nin, bu konuya dâir hadisi, taharetle ilgili kitabında nakletmesinden de anlaşılacağı üzere temizliğe teşvik ve yalnız bu hayvanlar kanalıyla bulaşan kuduz gibi bazı hastalıklardan insanları koruma düşünülmüş olmahdır.lbn Kuteybe, ""...yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarından yeyin..." âyetinde Allah'ın köpeği çeşitli faydaları için yarattığına delâlet vardır" der. Nitekim av ve çoban köpekleri beslemede bir sakınca görülmemiştir.Mâliki âlimlerinden Ebû Muhammed b.Zeyd el-Kayravânî, korku zamanlarında Kayravandaki evinde köpek beslemiş, kendisine "İmam Mâlik meskun bölgede (hazar) köpek beslemeyi mekruh görüyor, ne dersin?" denildiğinde, "Eğer îmam Mâlik bu zamanda yaşasaydı, kapısında köpek değil aslan beslerdi." demiştir.
Evde köpek beslemek hoşgörülmediği halde kedi beslenmesinde bir sakınca görülmez. Hadis kaynaklarındaki bazı rivayetlerden sahabenin bir çoğunun evinde kedi besledikleri anlaşılıyor. [30]
Câhiliye döneminde, araplar arasında her evin bir harîmi (izin almadan girilmemesi gereken yer) olduğu anlayışı vardı. Evlerin nevi önemli değildi. Ev maddesiyle değil, içinde yaşıyanla ev kabul edilirdi. Bu bakımdan içinde insan yaşıyan en basit bir çerge, ev kabul edilir ve izin almak gerekirdi. Bazı bedeviler izin almaz, veya çok kaba sayılacak tarzda izin alırlardı. Bazıları kapıda durur, "ey falan çık" veya "ey falan gireyim mi?" gibi sözlerle izin isterlerdi. Ebû Davud'un bir rivayetine göre, Hz. Peygamber1 den huzuruna girmek için izin isteyen bir adamın, "gireyim mi?" demesi üzerine Hz.Peygamber, hizmetçisine çıkıp ve o adama, "es-Selâmu aleyküm. Gireyim mi?" diyerek izin almayı öğretmesini emretti.[31] Tabiî en kaba izin isteme biçimleri "ey falan çık" demeleriydi. Hz.Peygamber'e karşı yapılan böyle bir kabalıkla ilgili olarak "(Rasûl'üm) odaların önünde bağıranların çoğu aklı ermez kimselerdir."[32] âyeti nazil olmuştur.
Yabana bir eve, veya ev içinde bir odaya girilirken, içerdekiler anne-baba gibi yakın kimseler bile olsalar izin istemek bilindiği gibi Kur'an'nm bir emridir. Nur sûresi(24)'nin 58.âyeti, izin istemenin üç defa olması gerektiğine delâlet etmektedir. Ayetler, izin isteme âdetinin araplar arasında var olsa bile herkes tarafından tam uygulanmadığım da göstermektedir. Hz.Peygamber evlere girerken mutlaka izin alınmasını emreder.
Hadis musannıflarmdan, Buhârî, Tirmizî, Dârimî ve Mâlik kitaplarında izin istemeye özel bir bölüm(kitap) ayırmışlardır. Diğerleri de edeple ilgili bölümlerde özel bablar tahsis etmişlerdir. Bu kitapların ihtiva ettiği hadisler incelendiğinde çoğunun selam verme konusunda olduğu görülecektir.Çünkü Hz.Peygam-ber üç defa selam vermek suretiyle izin istemeyi emretmişlerdir. Ancak Hz.Ömer'in huzuruna girmek için izin isteyen Ebu Musa el-Eş'arî'nin üç defa istediği halde, izin verilmeyince geri dönmesi üzerine, Ömer'in dönüş sebebini sorması ve kendisine Hz. Peygamberin sözleri hatırlatılınca şahit istemesi, bu âdetin henüz Sahabe'nin bir çoğu tarafından Hz.Peygamber'in öğrettiği şekilde tam olarak bilinmediğini de göstermektedir.
Arapların büyük bir çoğunluğu haymelerde ve çadırlarda oturdukları için izin isteme sesle olurdu, islâmiyet, başkalarının aile mahremiyetini çiğnetecek en küçük davranışları bile hoş görmediği için özellikle hayme ve çadırlarda kapının tam karşısına durmaksızın selam vermek suretiyle izin istenir.îçeriden cevap gelmemesi halinde üç defa tekrarlanır ve dönülür. Ancak, bu gün zil bulunmayan evlerde olduğu gibi kapıya vurmak şeklinde izin isteme, Hz. Peygamber'in ve sahabenin adetlerindendi. Kerpiç ve taş evlerde sesin içeriden duyulması zor olabileceğinden genellikle bu tür evlerde izin bu şekilde istenirdi.Kapı yerine çadır kanatları kullanılmışsa da durum aynıydı.Parmakların ucuyla vurulmak suretiyle izin istenirdi.Rasûlullah'ı ziyarete gelenler bu şekilde izin isterlerdi.[33]
Hz .Peygamber'in Kubâ Mescidi ve Mescid-i Nebevinin temellerini bir nevi merasimle atmıştır. Kubâ Mescidi inşa edilirken önce kendisi temele bir taş koymuş, sonra sırayla Ebû Bekir ve Ömer yan yana birer taş koymuşlar ve inşaatı başlatmışlardır.
Hadis kaynaklarında temel kurbanı ile ilgili bir kayda raslayamadık. [34]
Araplar sevinç ve kutlama için verdikleri yemeklere genel olarak "velime" derler. Kelime aslında düğün yemeğine verilen addır. Diğer kutlamalarda verilen yemeklerin de kendine has bir adı vardır.Yeni ev yapanların inşaat bitip eve girdikten sonra kutlamak için verdikleri yemeğin adı ise "vekîra" idi. Hz.Peygam-ber'in bunu tasvip ve reddine dair bir rivayete rastlayamadık. [35]
Araplar evlerde nasıl ateş yakarlardı? Yakın zamana kadar hemen herkesin cebinde bulunan çelik çakmak ve çıngı çıkarmada kullanılan çakmaktaşı ile yumuşak kav her halde o zamanın insanlarında da vardı."Zend" kelimesiyle ifâde edilen çakmak hadis kaynaklarında fazla geçmemektedir. Halkla idarecisi arasında bir engel teşkil eder endişesiyle Sa'd b. Ebî Vakkas in Kûfe'de yaptırdığı Dâru'l-imâre (Vali konağı)'yi yakmak üzere gönderilen Muhammed b.Mesleme'nin görevini böyle bir çakmakla yerine getirdiği rivayeti insanların yanlarında çakmak taşıdıklarına bir işaret sayılabilir.
"O size yeşil ağaçtan jzteş yaptı.Siz onu yakmaktasınız." [36]âyetinin tefsirinde genellikle müfessirlerin devindiği bir ateş yakma usulü daha vardır.Merh ve afâr denilen badiye ağaçlarının dalları yeşil de olsa bir birine sürtülünce kibrit gibi ateş çıkarmaktadır. Bu bakımdan araplar, "Her ağaçta ateş vardır fakat merh ile afar çok bulmuştur." derler. Nüveyrî, "bu söz onların çabuk tutuşma sındandır" der.
Arabistan Yarımadasında yapılan arkeolojik kazılarda bu gün müzelerde görülen klasik bronz lambaların benzerleri bulunmuştur.
Fakat Mescid-i Nebevî'nin aydınlatılması ile ilgili hadislerden anlaşıldığına göre araplar arasında fitilli lamba kullanımı pek fazla değildi. Mescid-i Nebevi başlangıçta hurma dalları yakılmak suretiyle aydıniatılıyordu.Ticaretle meşgul olan Temim ed-Dârî bir Şam dönüşünde yanında getirdiği kandil bağları, gerekli fitil ve yağla mescidde ilk defa kandil yakmıştır. Hz.Aişe'nin ifadesine göre Hz.Peygamber'in yaşadığı dönemlerde genellikle evlerde lamba bulunmamaktaydı. Bununla beraber ''Lambalarınızı yakın", "gece yattığınızda lambaları söndürün", "Rasûlullah bize lambaları yakmamızı emretti" gibi hadislerde geçen ifâdeler bir kısım evlerde lamba bulunduğunu germektedir. Nitekim bir farenin, herhalde yağlı olduğu için yaıan bir fitili, Hz.Peygamber'in "humra" denilen hurma dalında irülmüş seccadesi üzerine bıraktığı ve dirhem büyüklüğünde zolümu-nü yaktığını Ebû Dâvûd rivayet eder.
Mâbedlerde genellikle lamba bulunuyordu. Mescid-i Nebevî'ye, yukarıda zikrettiğimiz gibi lamba korkuştur, Hz.Peygamber Mescid-i Aksanın kandillerine yağ gerilmesini ister, Imrulkays, Muallakasmda at tasviri yaparken manastırlardaki lambalardan söz eder.Bu beytten aynı zamatıı: dönem kandil malzemesi hakkıda da bilgi sahibi oluyoruz.
"Onun ışığı, bir rahibin bol zeytin veya susam batırdığı fitilin ışığı gibi etrafı aydınlatır."
Hadislerde kor "cemra" kelimesi geçmekle birlikte ril içinde yanması yavaşlatılmak suretiyle ateş yakma âdetinir. iraplarda olup olmadığına delâlet eden bir kayıt göremedik. Ancıs.. Wester-marek'm verdiği bilgilere göre, bedeviler gibi yaşayan : ^beriler, devamlı yanmasını bereket saydıkları ateşin muhaf^ası için üzerini külle örtmekte ve böylece onu yemden yakma umetinden kurtulmuş olmaktadırlar.
Ateşi karıştırmak için kullanılan âlete araplar Minaşe derler. Bu kelime Türkçe'ye "maşa" olarak geçmişti:
Ateş araplarda komşunun komşudan istediği şeyler arasındadır. Türkçede kullandığımız "ateş alma " deyimi arlarda da vardır. Hz.Peygamber, insanların ortak olduğu ve i:osunun komşuyu boş geri çeviremiyeceği üç isteği arasında ateşi de sayar. Diğerleri su ve tuzdur.[37]
Komşuluk her kültürde önemlidir. Arap toplumzia darb-ı mesellere konu olmuş komşular vardır. Arap iyi konimi anlatmak için "Ebû Düvâd'm komşusu gibi komşu" der. Düvâd, komşusunun koyun veya devesi Ölse hemen onu kem. nalından telâfi ederek komşusunu teselli edermiş.
Türkçe'deki "Ev alma, komşu al!" atasözü, darb-mesel olmuş bir hadistir. Aslı "Evden önce komşu, yoldan önce, arkadaşı (bul)" şeklindedir Arap komşusunun kötülüğü sebebiyle sattığı evi için de, "Komşumu sattım, evimi satmadım" der.
Hz.Peygamber iyi komşuyu kişiyi mutlu eden şeyler arasında sayar.
Hz.Peygamber'in iyi komşulukla ilgili hadislerinin îslam toplumunu yönlendirdiği muhakkaktır. Komşular arasında sevgi ve meveddetin artması için küçük ayrıntılar bile ihmal edilmemiştir. Mesela, Hz.Peygamber, Hz.Ayşe'den, evlerine gelen küçük komşu çocuğunun eline bir şey vermesini ve onun sevgisini kazanmasını ister.
"Şuf a hakkı"; komşunun duvarını dayamasına , duvarı üzerine mertek koymasına izin verilmesi ; evin komşunun rüzgarını kesmiyecek şekilde inşa edilmesi ve yemek kokusuyla onun rahatsız edilmemesi ; "mâ<un" denilen, Ödünç istenen kap-kacak gibi şeylerin ariyet olarak istendiğinde verilmesi ; komşu açken tok yatılmaması ; kişinin kendisi için hoşlandığı şeyleri, komşusu içinde arzu etmesi ve Hz.Peygamber'in daha bir çok hadisleri, Isam toplumunun bu konudaki kültürüne yön veren sünnet prensipleri olmuşlardır. [38]
Hz.Peygamber döneminde evlerde bulunan mobilya türünden eşyalardan "tefriş ve tezyin" başlığı altında kısmen söz cildi. Onları, burada tekrarlamaya gerek duymadık.O tür eşyalardan, sadece yatak ve yaygılar üzerinde kısaca duracağız. [39]
Hz.Peygamber'in evinde gündüzleri yaygı »geceleri pere; olarak kullanılan hurma lifinden yapılmış bir yaygı vardır. Bu "barıda sözü edilen yine hurma dallarından örülmüş seccadede: ayrı olmalıdır. Halı araplarca bilinmekle birlikte, Hz.Peygamber kullanmamıştır.Bu nedenle Sahabeden bazısı kullanılmasının kerahetine inanmaktadır. Ancak hadislerden Rasulullah'm bunu tecviz ettiği anlaşılmaktadır.
Hz.Peygamberin içi lifle doldurulmuş ve yüzüne deri çekmiş bir döşeği bir de yastığı vardı. Buhârî'nin, Hz.Peygamber hayatını anlatmak bakımından hadisi, Rikak kitabında zikretmesi değerli kumaşlarla yüzlenmiş yatakların da var olduğumu göstermektedir. Nitekim Hz.Aişe, perde olarak kullanmamdan Hz.Peygamber'in hoşlanmaması sebebiyle üzerinde kanatlı at desenleri bulunan kumaşı yastık yapmıştır. Müslim'in Fite- 95.) kitabında naklettiği bir hadisten kadifenin de yatak yüzü olarak kullanıldığını anlıyoruz.
Tefriş ve Tezyin bölümünde de zikrettiğimiz gibi, Hz.Aişe nin Şa'ban ayının on beşinci gecesi ile ilgili bir rivâyetinden adı verilen ve kadınların büründükleri futaların bir battaniye gibi kullanıldığı anlaşılıyor.Kendisine sorulan sorulardan karışımı (haz), îbrişim, pamuk, keten ve saf yün gibi makinelerden yapılabildiği anlaşılan "mırt'"m Hz.Ayşe'nin anlattıklarına göre çözgüsü kıl, argacı ise yünden yapılmıştı
Vahşi hayvan derileri de yaygı olarak kullanılıyor olmalıdır. Semure b.Cündüb'ün naklettiğine göre Hz.Peygamber vahşî hayvan derilerinden yapılmış yaygıların kullanılmasını yasaklamıştır, tbn Ebî Şeybe, bunda beis görmiyen Ebû Hanife'ye cevap kabilinden Hz.Peygamber'in bu tür yaygıları hoş görmediğine dair hadislerini zikreder.
Elde edilmesi, kilim vs.den nisbeten daha kolay olan koyun postu bir çok evde var olmalıdır. Hz.Peygamber'in kızının evinde Hz.Ali ile evlendiğinde kullandığı yegane yaygı olduğunu daha Önce belirtmiştik.
Hz.Peygamber dönemi arap evindekaplar ve silahlar dışında demirden yapılmış eşya olup olmadığı konusunda çok az rivayet vardır. Tabarânî, ders verdiği bir sırada dînini öğrenmek isteyen bir kişiyle Hz.Peygamber'in özel olarak ilgilendiği ve ayakları demirden kürsü üzerinde ona ders verdiğini rivayet eder.[40] Bu "kürsî"nin bugün bazı arap ev ve kahvehanelerinde bulunan ve sıcağı daha az hissettirecek, terlemeyi önleyecek şekilde demirden dört ayak üzerindeki çerçeveye gerilip örülmüş iplerle yapılan sandalyeler tarzında olduğu anlaşılıyor.Çünkü hadisde geçen "hulp", lif veya liflen veya pamuktan yapılmış ince ip manasına gelmektedir. Bu rivayetten, Medine demircilerinin sadece kazma kürek, balta, hayvan nalı ve silah gibi şeyler yanında bu tür ev eşyaları da yaptıkları anlaşılmaktadır. [41]
Hicaz'ın hemen güney doğu ucunda yer alan ve son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda bulunan tarihî eserlerin arap kültürünün geçmişinin aydınlatılmasında önemli bir yeri olan Fav Karyesinde bulunan eşyalar arasında taş değirmen de vardır.Bu değirmenlerden Hz.Peygamber döneminde hemen her evde olduğu anlaşıhyor.Hicaz'da su ve yel değirmeni bulunduğuna dâir kaynaklarda bir bilgiye rastlayamadık. Birincisinin olması su darlığı sebebiyle zaten imkansız gibidir. Ancak Hz.Peygamber'in iyiliği emredip kötülüklerden başkalarını sakındırdığı halde, kendi hayatında söylediklerini yaşamıyan insanların uhrevî cezaları anlatılırken kullanılan "...eşeğin değirmen taşını döndürdüğü gibi..."[42] benzetmesi, hayvan tarafından döndürülen değirmenlerin varlığını göstermektedir. Hz.Peygamber'in yaşadığı dönemde ekmek için tahıllar genelde taş el değirmenlerinde kırılır, kepeği üflenerek alınır ve bir kabda yumuşamaya bırakılır, bir miktar bekledikten sonra hamur yapılırdı. Ekmeğin bu şekilde elde edilmesine bağlı olarak hemen her evde taş el değirmeni vardı.
Hz.Fâtıma, evlendiğinde baba evinden getirdiği eşyalar arasında bunlardan bir tane vardı. Hz.Peygamber'e devamlı olarak kullandığı taş değirmenin ellerini yara etmesinden şikayet ederek bir hizmetçi istemişti. [43]
Hz.Peygamber'in asrında Hicaz'da elek lüks sayılırdı.Yukan-da izah ettiğimiz hamur yapma şeklinden de anlaşılacağı gibi elek bilinmekle beraber evlerde bulunmamaktaydı.Hz.Aişe'nin vefat ettiği 58 h./678 milâdî yıldan önce Hz.Peygamber'in sâde hayatını anlatırken onun hiç elenmiş undan yapılmış ekmek yemediğini söylemesinden de anlaşılacağı gibi ancak fetihler sonrasında hicaz mutfağına elek girmiştir denilebilir. Hz.Peygamber'in vefatından sonra görülen ilk refah alâmetidir. [44]
Hz.Peygamber döneminde deriden sofralar üzerinde yemek yenilirdi. "Sükurruce" denilen ve müslümanların îranla tanışmasından sonra onların evine giren ahşap sofra veya yemek masası lükstü. Rasûlullâh'ın sağlığında üzerinde yemek yemediği rivayet edilen ve Aynînin tanımına göre bir zira' kadar (yaklaşık 48 cm.) yükseklikteki ayaklarıyla birlikte tamamı bakırdan olan ve üzerine konulan kâselerle en az iki kişi tarafından taşınan "hu-van" denilen sofralar bazı kimselerin evinde olmalıdır. [45]
Fıkhu'1-lüga yazarına göre, araplar değişik sıvılar için kullanılan kaplara değişik isimler vermişlerdir; Su kabına "sika" ve "kırba" ,şarap veya sirke kabına "zıkk" ve "zükra" , süt kabına "vatb" ve "mihkan", tere yağı kabına "ukke" ve "nihy" »zeytin yağı kabına "misâb" ve "hamît" , bal kabına da "bedf" demişlerdir. Hadis kaynaklarım incelediğimizde bu kaplar her zaman belirtilen amaçlar için kullanılmadığını görüyoruz.Yukarıda su için kullanıldığı ifade edilen kaba bazen nebiz yapıldığı , bazen "vedek" denilen eritilmiş iç yağı konduğu rivayet edilmektedir. Bu kaplardan bazıları hadislerde çok kere geçmektedir. Bunların bir kısmı hakkında bilgi vereceğiz. [46]
Altın ve gümüş hadislerde çokça geçmesine rağmen bu kapların çokluğundan değil bunların ekonomik önemlerinden olsa gerektir.
Evlerde son asra kadar en fazla bulunan kap çeşitleri muhakkak ki bakır ve alaşımlarındandı.Hz.Peygamber döneminde de bakır kaplar muhakkak vardı.Ancak kalay her zaman kolay bulunmayan bir maddedir. Ibn Ebî Şeybe'nin zikrettiği bakır kapların kokusundan dolayı abdest almaktan hoşlanılmadığına dâir rivayetler bu kapların kalaysız olduklarını göstermektedir. Ibn Ebî Şeybe kapların gümüşle kaplanması konusunda bir bab açmıştır, ancak hadislerde kalaya raslayamadık. Bununla birlikte yemek pişirmede kullanılan bakır tencereler vardı."Mircel" denilen bu tencerelerden Hz. Peygamberin evinde de vardı. Mircelle-rin taş veya topraktan da yapıldığını söyliyenler varsa da bunlar sadece bakırdan yapılan tencerelerin adıdır.
Müberred, "selm" denilen ve bir kulpu ve ağzında ahşab bir kapağı bulunan kovadan bahseder. Su ile dolu olan boş, olmayan kovalara araplar "zenûb" derler.
Hz.Hafsa'mn bakır bir leğeni vardı. Hz. Peygamber vefat ettiği son hastalığı sırasında bu bakır leğen içerisinde yıkanmıştır. Bunlara "mirken" de denilirdi.Ahşabtan olanı da vardır.
İçinde yemek yenen kaplarından en büyüklerine "desîa" ve "cefne" diyorlardı. Birincisi, yirmi kişiyi doyuracak kadar yemek alırdı. Devenin karnına benzediği için bu ad verilmiştir. Muhtemelen bu gün bazı türk evlerinde kullanılan "âşûrâ tenceresi" büyüklüğünde bir kabtı. İkincisi Kur'an'da Süleyman(a.s.)'ın sarayında cinlerin kendisi için yaptığı kaplar arasında zikredilir.
"Cefhe" Hz.Peygamber'in hadislerinde de muhtelif vesilelerle geçmektedir. Bunlardan birinde Benî Âmir elçileri Hz.Peygam-beri "Sen velimizsin..Sen efendimizsin..."gibi övgü sözleri arasında geçmektedir. Araplar çok ikram eden kişilere bu şekilde iltifat ederlerdi.
Arapların o dönemde kullandıkları daha bir çok madenî kap kaçak çeşidi vardır. [47]
Hadislerde geçen "taş kaplar" ifadesiyle kısmen de olsa toprak kaplar kasdedilmiş olabilir.Kur'an'da üç yerde zikri geçen "hıcâre min siccîl" (siccîlden taş) genellikle "pişmiş çamur" (seramik, kiremit, porselen vb.) şeklinde tefsir edilmiştir.Taberî'de yer alan bir yoruma göre kelime, farsça "senk" (taş) ve "kil" (seramik çamuru) kelimesinden birleşerek arapçaya geçmiş olduğu ve "Pişirilerek taşlaşmış çamur" anlamına geldiği ifade edilir. Bununla beraber kazılarda ortaya çıkan, müzelerde yer alan ve sanki bir seramikçi ustalığıyla yapılmış taş kaplar vardır. Rasullah'a abdest alması için getirilen ve su arttırma mucizelerinden birini gösterdiği kap, "taştan bir mihdab " ifadesi ile verildikten sonra seksen kişinin abdest aldığı kabın küçüklüğü anlatılmak için "elin, içinde açılamıyacağı kadar" ifadesi kullanılır. "Bürme" adı verilen tencereler hicaz ve yemende bilinen bir taştan (palandız) yapılmış tencerelerdir.
Hâlen kullanılmakta olan yeşil sırlı çömlekler, Hz.Peygam-ber zamanında da vardı .Hadislerde "el-cerrul-ahdar" veya"hantem" olarak zikredilmektedi.
Fâv'da yapılan kazılarda halen Anadolu evlerinde tereyağı saklanan yeşil sırlı çömlekler ve heykeller bulunmuştur. Arap Yarımadasının bu yöresinde insanların toprak kap yapmayı çok önceden bildiklerini göstermektedir. Ashâb'ın içinde çömlek yapmayı bilen vardı.Ahmed b. Hambel'in bir rivayetinde, Gâbir b.Abdullah, Rasûlullah için testi yaptıklarını, getirip önüne bıraktıklarında kırmızı rengini ilk görüşte et sandığını ve bunun üzerine kendisi için bir koç kestiklerini anlatır. Ancak îbn Ebî Şeybe yeşil sırlı çömleklerin Mısırdan getirildiğini rivayet eder. Özellikle toprak kapların dış kısımları ziftleniyordu. Muhtemelen ziftleme, çabuk kırılan toprak kapları daha dayanıklı bir hale getirmek içindi. [48]
Hz.Peygamber deri kapları tavsiye etmiştir. Halen göçebeler tarafından kullanılan tuluklar,Hz.Peygamber döneminin de önemli bir su kabıydV'Mizâde ya da satîha nâmı verdikleri koca tulumların biri baş, ikisi ayak tarafında olmak üzere üç ağzı vardır. "Kırba" denilen tuluklar ve yukarıda zikredilen kaplardan "zıkk" deriden yapılmış kaplardandır. Bu kaplar genelde sirke ve şarap konan deri kaplardı.Bu bakımdan hadislerde (bir zıkk şarap...zıkklarda şarap) gibi ifadelerle geçmektedir. Arıcılıkla da uğraşan göçebelerin yaptıkları gibi araplar, bu tuluklara bal da koyuyorlardı. Bu bakımdan Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadisde balın zekatı konusunda "her on tulukta bir tuluk" ifadesi kullanılmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi bal konulan kaplara "bedf" de denilmiştir.îbn Manzur, yeni olan zıkk'lara ve sikalara bu adın verildiğini belirtmektedir .Hemen ardından zikrettiği hadiste Hz.Peygamber Tihâme'yi baştan sona havası değişmediği için her taran tatlı olan bal derisi bedi'a benzetir. Bu tür deri kaplar sütten yağ çıkarmada da kullanılır. "Nihy", denilen kaplar da deriden veya topraktan olur,deriden olanı sütten yağ çıkarmak için kullanılırdı. Anadolunun bazı yörelerinde bir birine bağlanmış ve ayakları açılmış üç ağaca gerilen ve içine dökülen yoğurt bişşek denilen aletle devamlı dövülerek yağ çıkarılan palamutla terbiye edilmiş derilere "yannık"(yağhktan bozma) denilir. Bahsettiğimiz deriler muhtemelen aynı şekilde kullanılıyordu.
"Cüf' denilen deve derisinden yapılmış yarım tulumlar da o dönemde kullanılan kaplardandır.Bunların ağızları büyük olmalıdır ki yağmur yağdığı zaman "hirşefe" denilen bezlere emdirilen sular içine sıkılmak suretiyle içme suyu elde edilirdi. [49]
Bu kapların daha küçük olanı ve Anadolu'da "yağ derisi" denilenine araplar "ukke" diyorlardı.Genellikle Anadolu'da tere yağı oğlak derilerine konulur. Ha dişlerde ifadesi kullanılması içine genellikle yağ konulduğunu göstermektedir.Bununla beraber az önce sözü edilen zıkk (tuluk)'lar gibi bunlara da bal konuluyordu, içine yağ konulup karın kısmı şiştiği için bu şekilde isimlendirilmiştir. Araplar kadın şişmanlayıp karnı şişince "ukke gibi oldu" derler.
Arapların yolculuk sırasında kullandıkları kapların bir kısmı da deridendir. Bunlar tek ve çift katlı deriden oluşmaktaydı. "Şenne" adı verilen kırbalar, diğer kaplara nazaran suyu oldukça uzun bir zaman soğuk tutabiliyordu . [50]
Araplar bitki cinsinden bazı kaplar da kullanmışlardır. Ahşaptan oyma bardaklar bunlardandı.Hz.Peygamber'e uzun yıllar hizmet etmiş olan Enes b.Malik'in elinde Hz.Peygamber'e ait bu tür bir su kabı hakkında bazı detay bilgileri Buhârî'de bulmak mümkün olmaktadır. "Nudar" ağacından yapıldığı ifade edilen bardağın üzerinde Ibn Sîrîn'nin anlattıklarına göre demirden bir halka bulunmaktaydı.Enes, bunun yerine altın ve gümüş bir halka geçirmek istemiş fakat üvey babası Ebû Talha, Rasûlullah'm yapmış olduğu hiç bir şeyi değiştirmemesini tavsiye etmiştir. Bardak daha sonra çatladığında etrafına gümüş halkalar geçirilmiştir.[51] Ahşab bardaklardan bir emsine "cümcüme" denilirdi.Bu tür bardakların imal edildiği bir manastır bulunan yer, "Deyru'l-cemâcim" diye adlandırılmıştır.
Hz.Peygamber'in içinde nebiz yapmayı yasakladığı kaplardan biri de hurma gövdesi oyularak elde edilmiş bir nevi fıçıdır. Buna ağaç oyularak elde edildiği için delmek, gagalamak fiilinden müştak olarak "nakîr" denilmiştir. Daha çok Yemâme ahâlîsi bu çeşit kaplarda nebiz yaparlardı.
Su kabağı "dübbâ"da içinde nebiz yapılması yasaklanan kaplar arasında zikredilmiştir. Çok sayıda hadisde zikredilmesinden anlaşıldığına göre oldukça yaygındır. Sıcak iklimi seven su kabaklarının temini her halde zor değildi. Bilindiği gibi bunlar ağız olarak açılan yere göre kepçe ve testi olarak kullanılabilir.
Aynı hadislerde bir de "müzeffet" veya "mukayyer" denilen ziftlenmiş kaplardan söz edilir. Dış kısımları ziftle örtülmüş kaplara bu ad verilir.Nebiz konusunda İmam Malik'in tuluk hariç bütün ziftlenmiş kaplan kerih gördüğüne dâir Müdevvena'daki bir rivayet deri kapların bile ziftle kaplanabildiğim göstermektedir.
Hurmanın dallarından elde edilen tabaklar ve "miktel" adı verilen zembillerin yanında kütüğünden bir çok şekilde yararlanıldığı muhakkaktır.Hz.Peygamber'in "aydâne" demlen hurma ağacı kütüğünden oyularak yapılmış bir lâzımlığı yaşlılığında geceleri küçük su dökmek için kullanmıştır. [52]
Cam sanatının en iyi bilindiği hatta muhtemelen doğduğu yer Ortadoğu olmuştur.Süleyman (a.s.)'ın sarayındaki muhteşem billur dekoru Kuran haber vermektedir. [53]Kristal zemini, Saba Melikesi Belkıs su zanneder ve ıslanmasın diye eteğini sığamaya kalkar.Bu seviyeye ulaşabilmiş bir sanattan sonraki nesillere az da olsa bir şeyler mutlaka intikal etmiştir.
Araplar belki ileri bir teknoloji gerektirmeyen cam yapımını, kumu eritecek yüksek ısıyı sağlama zorluğuna binaen ihmal etmiş olabilirler.Bununla birlikte Fav'da yapılan arkeolojik kazılarda Hz.Peygamber'den bin yıl önceye ait cam kaplar bulunmuştur.
Hz.Peygamber döneminde kullanılan cam kaplar Suriye yöresinden ithal edilmiş olmalıdır.
îbn Mâce'nin "cam kabdan içmek" babında zikrettiği gibi Hz.Peygamber'in cam bir bardağı vardı ve bundan su içmekteydi. Ibn Sa'd'm rivayetine göre bu bardak Mukavkıs tararından hediye edilmiştir.[54]
Hadislerde daha çok şişe, bilhassa küçük koku ve sürme kapları olarak geçmektedir.
Hz.Peygamber dönemi evlerinde daha bir çok kap kaçak, silah, hayvan donanımları, ipler gibi eşyaların olduğu muhakkaktır. [55]
[1] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/21-22.
[2] Sebe, 34/15-19.
[3] en-Nahl, 16/80.
Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/23-25.
[4] el-Hac, 22/45.
[5] İbn Hacer, Fethü'l-bari IV, 454.
[6] İbn Şebbe, I, 272).
[7] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/26-27.
[8] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/27-28.
[9] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/29-31.
[10] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/32.
[11] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/32-33.
[12] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/33.
[13] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/33-36.
[14] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/37-39.
[15] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/39-40.
[16] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/40-43.
[17] Ahmed b. Hanbel, III, 407-408.
[18] el-Hakİm, el-Müstedrek, II, 162.
[19] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/44-45.
[20] el-Bakara, 2/189.
[21] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/45.
[22] Ahmed b. Hanbel, IV, 168; V, 380.
[23] el-Hayevan, I, 325.
Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/45-46.
[24] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/46.
[25] Buharı, Bed'ül-halk, 15.
[26] Ebu Davud, Menasik,39.
[27] Tirmizî, Salat,17O; Ebu Davud, İkame, 165.
[28] Camiu'l-hadis, 1,175.
[29] İbn Hacer, Fethü'1-barî, XIII, 330-331.
Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/46-47.
[30] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/47-48.
[31] Ebu Davud, Edep, 127.
[32] Hucurat, 51/ 4.
[33] îbn Hacer, Metalib, 11,420.
Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/49-50.
[34] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/50.
[35] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/50-51.
[36] Yasin, 36/80.
[37] İbn Mace, Ruhun, 16.
Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/51-52.
[38] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/52-53.
[39] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/54.
[40] Mucemü1-kebir,II, 49).
[41] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/54-55.
[42] Buharî, Bed'ü'1-halk, 10)
[43] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/55-56.
[44] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/56.
[45] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/56.
[46] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/57.
[47] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/57-58.
[48] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/58-59.
[49] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/59.
[50] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/60.
[51] Buharı, Eşribe, 29; Humus, 5.
[52] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/60-61.
[53] Nemi, 27/44.
[54] İbn Sa'd,I, 485.
[55] Doç. Dr. Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/61.