Cihan
OKUYUCU
I Sultan-ı rûsül şâh-ı mümeccedsin
efendim Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim Divân-i
ilâhide ser-âmedsin efendim Menşur-ı "le-amrük"le
müeyyedsin efendim
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammedsin
efendim Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
AÇIKLAMA
Le-amrük nassı hakkıyçün reh-i
aşkında can vermek Hayat-ı cavidânîdir hayat-ı cavidânîdir
M. Naci
(İzah: Merhum Şeyh
Galib’in âşıkane bir üslûpla yazılmış Müseddes Na’tı bu vadide
yazılan şiirlerin en güzellerindendir. Biz de nefesimizi onun
nefesine uydurarak ve dikkati lâfızdan ziyade mânâya tevcih
suretiyle serbest bir tercümeyle deriz ki: )
Ey
Allah’ın Resûlü! Ey soyu pak sultan! Ey kutlu efendimiz! Sana
nasıl efendimiz demem ki sen seyyidü’l-beşer (insanlığın
efendisi) sıfatına bihakkın mazharsın. Sana, Peygamberler
zincirinin ser halkası ve o kutlu kafilenin serdarı, desem çok
mu. Değil mi ki "seyyidü’l-beşer" lâfzı "seyyidül-mürselin"i
de şamildir. Gerçi sen o eşsiz inceliğinle, Yahudi muarızına
karşı senin Hz. Musa’ya üstünlüğünü haykıran bir arkadaşını
bundan men etmiş ve: "Benim Musa’dan daha iyi olduğumu
söyleme!" (Buhari/55) buyurmuştun. Bazıları bu tavırdaki
inceliği ve Kelam-ı Kadimin müminlere talim buyurduğu; "Onun
Peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz."
(Bakara/285) düsturunu yanlış anladılar. Oysa sen şeksiz
şüphesiz resuller arasında da en baştasın. Ey yüce sultan!
Sultanlık ya soy cihetiyle olur, ya ahlâktaki kemâlle. Sen ise
her iki cihetle de bütün insanlara faiksin. Senin büyük
ahlâkın nass-ı kat’i ile tasdik ve teyit edildikten ve: "Hiç
şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzerinesin." (Kalem, 68/4)
dendikten sonra beşer lisanına söyleyecek söz mü kalır.
Soy bakımından da beşer hilkati ta başından beri
süzüle süzüle saflaşmış ve kemal noktasında seni bulmuştur.
"Övünmek yok" inceliğiyle bu üstünlüğünü sen de kabul
buyurdun. Ey iki âlemin sultanı! Sultanlıktan sultanlığa ne
büyük fark var. Avam-ı nasa şah olmakla her biri bir ümmetin
rehberi olan seçkin nebiler kafilesinin şahı olmak hiç bir mi?
Her bîçare ve düşkün başı sıkışınca kendi sultanına iltica
eder, ondan medet umar. Ne var ki bu iltica ve ilticadan
umulan fayda, ömrü bir tayfa benzeyen dünya hayatı ile
sınırlı. Üstelik kendisi de sairi kadar muhtaç biri başkasına
ne verebilir ki. Bir kemâl ehlinin kendisine yardım teklif
eden bir sultana söylediği gibi: "Ey bîçare! Beni başıma
üşüşen sineklerden bile korumaya gücün yetmezken senden ne
isteyeyim. Görüyorum ki sen de benim kadar aciz ve muhtaçsın."
Ama ey şanı yüce sultan! Şüphesiz ki senin hükümranlığın iki
cihana da şamil, iki âlemde de baki. Sana sığınan çaresizlere
bu dünyada da el uzatırsın, o âlemde de. Bu dünyadaki
saltanatın başkalarınınkine hiç benzemedi: Yetimin başı ilk
senin kutlu zamanında okşandı, yoksulun beli senin devrinde
doğruldu ve kadının da bir insan olduğu ancak o saadet asrında
hatırlandı. Sade bu dünyada değil, yarın kurulacak İlâhi
divanda da -herkes makam ve mansıbına göre bir yer ihraz
ettiğinde- senin yerin yine en başta olacak.. Nasıl öyle
olmasın ki Kitab-ı Mübin’de yüce Allah, kulları içinde bir
senin ömrüne yemin etti. "La-amrük" (15/72) hitabına mazhar
olmuş bir ömür bereketlenmez, sermed olmaz mı? Elinde böyle
bir ferman-ı ilâhi bulunurken hükmün zeval bulur mu hiç.
Ey benim adı güzel kendi güzel efendim! Sen her
cihetle insanların en güzeli olduğun gibi isimlerin de
isimlerin en seçkini. Bir adın Ahmed, öbürü Mahmud, bir diğeri
Muhammed. Hangi faninin ismi Ahmed isminden daha güzel
olabilir. Bu isim ezel defterinde senin için saklanmış ve daha
sen doğmadan adın annenin kulağına fısıldanmıştı. Oysa senden
önce kavmin arasında bu ismi kullanan yoktu. Senden sonra da
insanlar uzun yıllar edeben bu ismi sırf sana tahsis ettiler.
Nasıl tahsis etmesinler ki; bu isim sana mahsus iki
mazhariyeti kendisinde topluyor: Sen hem övmede, hem övülmede
baştasın! Kendisini tesbih eden birçok dudak arasında Hak
Teâlâ senin tespihini ve övmeni kendisine lâyık buldu. Bu
bahtiyarlık başka kime nasip olmuştur. Lâkin sen övülme
bahsinde de biriciksin. Zira birçok insanın yücelttiği birçok
sultanın yıldızı çoktan battı. Ama senin her asırda insanlığın
umumî hayranlığına mazhar olan güneşin batmadı, batmayacak.
Beşerin hayranlığı bir yana bizzat Cenab-ı Hak seni
beğendi ve övdü. O övdükten sonra farzımuhal bütün beşeriyet
seni zemmetse şanına halel mi gelir? Ey Ahmed, Ey Mahmud ve ey
Muhammed! Senin diğer isimlerin de bu mânâyla irtibatlı. Ey
ilâhi bir destekle desteklenmiş peygamber! Sen bizim
desteğimiz, dayanağımız, sultanımızsın.
II
Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda Hükmün tutulur
mahkeme-i rûz-ı cezâda Gülbank-i kudümün çekilir arş-ı
Hudâ’da Esmâ-i şerifin anılır arz ü semâda
Sen
Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim Hak’dan bize
sultân-ı müeyyedsin efendim
Ey yüce efendim! Dünya
sultanlarının hüküm alâmetlerinden biri de kendisine hutbe
okunması, adının o hutbede ululanmasıdır. Ama bir müddet sonra
ne o sultandan, ne de o isimden bir eser kalır. Oysa
asırlardır bütün kıt’alarda sayısız minberde okunan her
hutbede senin ism-i şerifin, nâm-ı celilin vardır. Ama asıl
şeref şurada ki senin mübarek adın ölümün öldüğü, beka
âleminde de hükümferma. Nasıl öyle olmasın ki haşir-neşir
gününün; nice yüzlerin ay gibi parlayacağı, nice yüzlerinse
kararacağı o dehşetli mahkemenin başkadısı sensin. Dünyada
ölçüler, tartılar, teraziler çeşit çeşittir. Her kadı iyiyi,
kötüyü kendi çürük terazisinde tartar. Oradaysa geçerli tek
ölçü senin ölçün, tek tartı senin tartındır. Kimin batıp
gittiği ve kimin kurtulduğu orada belli olacak. Şüphesiz
kurtulanlar ancak sana uyanlardır, batanlarsa o saadetten
mahrum kalanlar. Âdettir ya, sultan bir yere ayak bastığında
onun şerefine mehter çalınır, adına gülbank okunur. Gözlerin
bir kurtarıcı ümidiyle yollara dikileceği o korkulu günde,
kutlu ayağın mahşer meydanını şereflendirdiğinde duyulacak tek
gülbank senin gülbankındır. Değil mi o kutlu ayak Arş-ı A’zama
kadar uzanmış, "Kab-ı Kavseyn" (Necm/8) sırrına mazhar
olmuştur. Bu saltanat ve devlet karşısında senin şerefli
isimlerin yerde beşerin Arş-ı A’zamda ise meleklerin dilinde
tespihtir o gün. Cenab-ı Hak bile Kitab-ı Celilinde seni
Muhammed isminle dört kere anmadı mı!
Ey yüce Efendim.
Sen Ahmed’sin, sen Mahmud’sun, sen Muhammed’sin. Sen Hakk’ın
tayin ettiği, desteklediği sultanımızsın bizim..
III Ol dem ki velilerle nebîler kala hayrân
"Nefsi" deyü dehşetle kopa cümleden efgân Ye’s ile
usâtın ola ahvâli perişân Destur-ı şefaâtla senindir yine
meydân
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim
Aman Allah’ım! O gün ne büyük, ne dehşetli bir
gündür. Öyle ki Hak katında naz, niyaz sahibi nice ulu veliler
ve peygamberler bile bu dehşetle kendilerinden geçecek,
şaşırıp kalacaklar. Kimsenin kimseyi düşünmeye takati ve el
uzatmaya mecali kalmayacak. O can pazarında herkes kendi
derdinde kendi telâşındadır. Duyulacak tek çığlık; ”nefsî,
nefsî” (benim halim ne olacak, bana kim el uzatacak!)
çığlığıdır. Peki ama o ulu zevatın hali böyle olursa günahkâr
ve âsiler kendi kendinden ümidi kesmesin de ne yapsın. İşte bu
dehşetli anda o meydanda insanlara uzanacak şefkat eli
Tanrı’nın izniyle (Âl-i İmran 3/159) yine senin elindir. O gün
nice eller nice ulu peygamberin kapısını çalacak ve şefaat
dilenecek. Ama o gün senin kapından başka melce yoktur. Her
kapıdan boş dönen eller senin kapına yapışacaktır o gün. Ey
bir adı Mahmud olan! O gün Allah sana, seni razı edene kadar
verecek, verecek, verecek ve seni makam-ı Mahmud’a
erdirecektir. (İsra,17/79) Bir Hak erinin semerat-ı fuadı olan
olan şu mısralarda ifade edildiği gibi:
Ey
menba-ı lutf u cûd Yerin makam-ı Mahmud
Aziz
Mahmut Hüdayi
Ve kalbinde hardal tanesi
kadar iyilik olan hiç kimse o övülmüş kapıdan boş
döndürülmeyecek.. Mademki sen "şefiü’l-müznibin"sin ve
mademki: "Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler
içindir." (Tirmizi) buyurdun; o halde ben de bu şefaati ümit
etmekten geri kalmam.
Ey yüce Efendim. Sen Ahmed’sin,
sen Mahmud’sun, sen Muhammed’sin. Sen Hakk’ın tayin ettiği,
desteklediği sultanımızsın bizim..
IV Bir
gün ki dalup bahr-ı gama fikrete gittim İlden yitürüp
kendümi bî-hodlıga yitdim İşyânım anıp âkıbetimden hazer
etdim Bu matlaı yâd eyledi bir seyyîd işittim
Sen
Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim Hak’dan bize
sultân-ı müeyyedsin efendim
Ey kutlu Efendim!
Bir gün başımı elime aldım, günahlarımı düşündüm. Baktım ki
iler tutar tarafım yok; zarurî olarak bir gam denizine
düştüm.. Öyle ki elden ayaktan çıktım ve kendimi kaybettim.
İrtikap ettiğim günahları bir bir hatırladıkça bende yarına
ait bir ümit kalmadı. İşte bu sırada senin pak soyundan gelen
bir zatın andığı şu matlaı işiterek teselli buldum:
Ey
yüce Efendim. Sen Ahmed’sin, sen Mahmud’sun, sen Muhammed’sin.
Sen Hakk’ın tayin ettiği, desteklediği sultanımızsın bizim..
V Ümmideyiz ye’s ile âh eylemeyiz biz
Sermaye-i imanı tebâh eylemeyiz biz Babın koyup agyâre
penâh eylemeyiz biz Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz
biz
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim
Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim
(Bu matlaı işitince kendime geldim ve dedim ki:)
Çok şükür bizim ümidimiz var. Bu ümidi bırakıp ah vah
eylemeyiz biz. Değil mi ki "Allah’ın rahmetinden umudunuzu
kesmeyiniz." (Zümer 39/53) buyurulmuştur ve değil mi ki ümidi
kesmek imanı yele vermektir. O halde biz, bunca kusurumuza
rağmen o yüce kapının bağışından asla ümidimizi kesmeyiz, yeis
çukuruna düşmeyiz. Ey yüce efendim! Senin bunca bağışın varken
bizim günahımızın sözü mü olur. Hem senin kapını bırakıp biz
nereye gidelim. Değil mi ki sen bizim hesap-kitap gününde de
sığınağımız, dayanağımızsın. Çok şükür, sana mensubuz ve
mademki mahşer gününde senin kutlu gölgen altındayız,
başkasına ihtiyacımız yok. Sen dururken bir başkasına göz
ucuyla dahi olsa bakmak ve medet ummak hiç yakışık alır mı ?
Ey yüce Efendim. Sen Ahmed’sin, sen Mahmud’sun, sen
Muhammed’sin. Sen Hakk’ın tayin ettiği, desteklediği
sultanımızsın bizim.
VI Bîçâredir
ümmetlerin isyânına bakma Dest-i red urup hasret ile
dûzaha yakma Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma
Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma
Sen Ahmed
ü Mahmud u Muhammed’sin efendim Hak’dan bize sultan-ı
müeyyedsin efendim
Ey yüce Peygamber! Acz ve
kusur kulluğun gereği. Sen bîçare ümmetlerinin hasbelbeşer
işledikleri isyanlarına bakma, onları bağışla. Eğer bu
isyanları yüzünden yüzünü çevirir, elini çekersen, onları
hasret ateşine yakarsın. Cehennem olarak zaten bu mahrumiyet
yeter onlara. Ne olur, sende temerküz eden o engin merhametin
icabı onlara acı; onları ayrılığın ateşine atma ve kendinden
mahrum eyleme.. Değil mi ki "Rahmeten li’l âlemin" (Enbiya
21/107) olarak gönderildin, o rahmetten bizleri de mahrum
eyleme. Bu muhtac-ı himmet zavallılar arasında lütfen ve
keremen mücrim kulun Galibi de unutma.
Ey yüce
Efendim. Sen Ahmed’sin, sen Mahmud’sun, sen Muhammed’sin. Sen
Hakk’ın tayin ettiği, desteklediği sultanımızsın bizim.
|