Mustafa ÇİÇEKLER
Fars Edebiyatında ilk dönemlerden itibaren
şairlerin yöneldiği şiir türlerinin en eskilerinden birisi övgü
şiirleridir.
İslâm sonrası dönemde oluşup gelişen ve günümüze kadar ulaşmış ilk
Farsça şiirlere bakıldığında konusunun sultanları ve emirleri medh
eden şiirler olduğu görülmektedir.
Müşterek kaynak ve pınardan beslenen edebiyatlar olarak
değerlendirebileceğimiz Arap, Fars, Türk ve Urdu edebiyatlarında
eser veren ve şiir söyleyen ediplerin çoğu eserlerine Allah’a hamd/tevhid
ve Hz. Peygamber’e salât ve selâm/na’t ile başlamıştır. Bazan
na’ttan sonra dört halifeyi, imamları ve din büyüklerini övmüşler,
ardından esas konuya girmişlerdir. Tarih, tefsir, coğrafya, tabiî
ilimler, tezkire, tasavvuf ve edebiyat gibi Fars nesrinin klasik
eserlerinin çoğu tevhid ve Hz. Peygamber’e na’tla süslüdür. Hatta
peygamberlerin hayatlarına dair yazılmış olan kitaplarda yazarlar
teberrüken ilk olarak İslâm Peygamberi’nin hayat hikâyesini yazıp
sonra diğer peygamberlerin hayatlarına geçerler.
Eserlere tevhid ve na’tla başlama geleneği, tercüme eserlerde de
görülür. Örneğin İslâm öncesi devreye ait olup Sanskritçe yazılmış
olan Kelile ve Dimne, Nasrullâh Münşî tarafından tercüme edildiğinde
esere tevhid ve na’tla başlanır. Aynı şekilde aslı Eşkânîler
döneminde yazılmış olan Vîs ü Râmîn mesnevisinde şair Fahrüddîn
Es’ad-i Gurgânî de bu geleneğe uyarak tevhid ve na’tla eserine
başlamıştır.
Fars Edebiyatında övgü şiirlerini iki ana grupta değerlendirmek
mümkündür.
Birinci grup: Saray şairlerinin zamanının padişah veya hakimini
övdüğü ve hediye almak düşüncesini taşıyarak söylediği kasidelerdir.
Bu grupta yer alan şairler arasında Enverî, Zahîrüddin-i Fâryâbî,
Minûçihrî, Unsûrî vb. zikredilebilir.
İkinci grup: Dinî içerikli övgülerdir. Bu türde şair Hz. Muhammed’i,
dört halifeyi ve imamları medh eder. Bu tür övgüler ilk dönem
şairlerinde ve genel olarak da Moğollardan önceki dönemlerde yaygın
bir şekilde görülmez. Ancak XV. asırdan itibaren, özellikle de
Safevîler döneminde dinî içerikli övgüler artmıştır. Bu türde şiir
söyleyen şairler özgür tabiatlı, dindar, arif ve zahit kimselerdi.
Hatta bir çoğunun vaaz meclisleri bulunmakta idi.
Örnek olarak Fahreddîn-i Irâkî (ölümü 1289)’nin külliyâtında bulunan
Hz. Peygamber için yazmış olduğu na’tın tercümesini veriyoruz:
Na’t
Aşıklar gönül kapısında asılı sevda halkasını çalınca
Sevgilinin sevda ateşini şeyda gönülde yakarlar
Sevgilinin derdini arpın tellerine döküp gönülleri gama
salarlar
Ona kavuşunca canlarını ayaklar altına atarlar
İki dünya sofrasını terkederler, özgürce
Özgürlük taşını dokuz katlı bu mina kâseye çalarlar
Mest olup hepsi varlık denizini içlerine çekerler
Kınanmaktan korkarlar, çöle çadır kurarlar
Karanlıklardan geçip bengisuya ulaşırlar
An be an cana can katan kadehi can ve gönüle vururlar
Ölümsüzlük suyu ile dudaklarını ıslatınca Hızır gibi
Medine’nin Efendisi’nin sarayının toprağını öperler
Alemlerin rahmeti, Allah’ın Resûlüdür o. Melekler,
Kapısında "Lebbeyk! Evhallâhu mâ evhâ" diye seslenirler
Ezelde hutbesi "Ve’d-duhâ" diye yazılmıştır
Şimdi "Sübhâne’l-lezî esrâ" nevbeti çalınsa be-câdır
"K®be kavseyn"de yakınlık yaygısı serilince ona
İkbal sancağını "Ev ednâ" burcuna dikerler
Anber saçan misk kokulu zülfünü "Yâsîn" ile temizlerler
Cennet gibi yüzüne sarkan saçlarını "Tâhâ" ile kıvırırlar
Yüzünün nurunun parıltısından, yanmasın diye güneş
Başının üstüne buluttan bir gölgelik açarlar
Tabiatının güzel kokusundan birazını İsâ’nın nefesine katarlar
Yüzünün mumunun ışığından Musâ’nın ateşini yakarlar
Sekiz cennet bahçesi elinin kırağısından beslenir
Köpük gibi dokuz feleği de o denize atarlar
Dünyadan daha değerli olan Kâbe’dir, yani O’nun dergâhı
Kainatın sekiz köşkü onun toprağına iltica eder
Onun el denizi âb-ı hayâtın kaynağı olduğundan
Çakıllar da onda dile gelir, şiir söylemeye başlarlar
Elini kalkan edip parmaklarını yay yapınca
Boyun eğdirme okunu düşmanın üzerine atarlar
Onun değerli eşiği için her nefeste
Binlerce can kerpicini beden kalıbına atarlar
Mutfağının bacası için atlastan çadırı
Ayna gibi parlak bu yedi katlı takın üzerine kurarlar
Binitini en yüsek makamın meydanında kişnetirler
Maiyyeti dokuz katlı yeşil gök kubbeye çadırlarını kurarlar
Sokağının meşalecileri her ay kutlama yaparlar
Dergahının gölgeliğini şemsiye gibi olan güneşten yaparlar
Kapısında bekçilik yapanlar dünyadan altın elde etmese de
Altın yığınını güneşin yoluna saçarlar
Hizmetçileri Hak’tan başkasına boyun eğmezler
Bağlıları başlangıç ve sona ayak basarlar
Onun seçkin dostları, kutlu has meclisinin nedimleri
Ona böyle yakınken Adem ve Havva’dan nasıl dem vururlar?
Onun dostluğu olmadan gönülde, Hakk’ın dostluğunu bulamazsın
Onun şefkat mührüyle Hakk’ın mührünü aynı yerde vururlar
Kim onu kendinden çok sevmezse, sürülmüştür/kovulmuştur o
Dünya kadar taati olsa da kapıyı yüzüne kapatırlar
Dünya kadar günahı olsa da, onu sevse biri
Cennetü’l-me’vâ’da ona bir çadır kurarlar
Onun izinden gitmediği halde gözünün gördüğünü söyleyen
kişinin
Gören gözlerine erenler, toprak saçarlar
Irâkî onun izinden gittiği için haşir gününde
Yeridir değerli çadırını en üst zirveye kursalar
|
Dil, Rahmeti
Sonsuz’un insanlara
lütfettiği en büyük
armağanlardan biridir.
İnsan, onunla insanlığını
şakır, onunla ilimlere doğru açılır ve onunla
gelecek nesiller arasında
yaşar... Bilmem ki, onu
bozup kuş diline çevirenler,
işledikleri hıyanetin
büyüklüğünün farkında
mıdırlar?
|