KISIM 12. 3

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (I) 3

Ümmehatü'1-Mü’minîn (Peygamber @'ın Hanımları) 3

1- Hatice. 3

Suriye'ye Ticarî Seyahat 3

Hatice Varaka'ya Başvuruyor 3

Meysere, Muhammed İle Konuşuyor 3

Düğün Tertipleniyor 3

Fazilet Timsali Hatice. 3

İnananların İlki 3

Ara Dönem Ve Hatice'nin Tesellisi 3

Hz.Hatice'nin Hastalığı Ve Vefatı 3

KISIM 13. 3

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (II) 3

2- Şevde Bintü Zem'a. 3

3- Aişe Bintü Ebu Bekr 3

4- Hafsa Bintü Ömer 3

5- Zeyneb Bintü Huzeyme. 3

6- Ümmü Seleme. 3

7- Zeyneb Bintü Cahş. 3

KISIM 14. 3

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (III) 3

8- Cüveyriyye. 3

9- Ümmü Habîbe. 3

10- Safiyye Bintü Huyeyy. 3

11- Meymûne. 3

Peygamber @'ın Cariyeleri 3

Peygamberim Hanımlarının Sayısı 3

KISIM 15. 3

HZ. MUHAMMED @'İN MUHTELİF EVLİLİKLERİNİN SEBEPLERİ. 3

KISIM 16. 3

MÜKEMMEL BİR EŞ. 3

İdeal Eş. 3

Kocanın Hanımına Karşı Vazifeleri 3

Kadının Kocasına Karşı Vazifeleri 3

İKİNCİ BÖLÜM... 3

HZ, MUHAMMED: SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM... 3

BABA.. 3

Çocukların Temel Eğitimi 3

KISIM 2. 3

HZ. MUHAMMED @ ÇOCUKLARIYLA.. 3

1- Erkek Ve Kız Çocukları Arasında Ayırım Yapılmaması 3

2- Çocuklar İmtihan Vesilesidir 3

3- Çocuklar Kuvvet Vasıtası Değildir 3

4- Çocııklar ve Allah'ın Dini 3

5- Ana Baba İçin Af Dilemek. 3

6- Allah'a Hamd. 3

Peygamberim Çocuklara Karşı Davranışları 3

Hz. Muhammed’în Çocukları 3

KISIM 3. 3

DAVET VE TEBLİGATIN ESASLARI. 3

Davet Ve Tebliğ Prensipleri 3

Peygamberlerin Davet Adabı 3

Peygamber @'a Emirler 3

Mecburî Vazife. 3

Din İlimlerinin Müfredatı 3

Âlimlerin Ve Ana-Babaların Vazifeleri 3

Öğretim Metodu. 3

İlmin Kazanılmasının Teşviki 3

Muhatabın Dikkatini Celbetmek. 3

Eğitimin Gayesi 3

Eğitimin İslâmî Hedefi 3

İslkmî Eğitim Sisteminin Ana Özellikleri 3

KISIM 4. 3

AİLE HAYATI. 3

Ailenin Fiilleri 3

Hakka Bağlılık. 3

Sevgi, Güven ve İzzet-i Nefs. 3

Hâdiselerin Tahkiki 3

 

 

 

 

 

günü Şevval ayı içinde tatbik etti. (Buhari).

Peygamber @'ın zevcesi Safiyye'den rivayet olunduğuna göre: Rasulullah @, Ramazan'ın son on gününde mescidde i'tikafta iken Safiyye O'nu ziyaret etmişti. Bir saat kadar görüştükten sonra ayağa kalkmış, Rasulullah da onu yerine geçirmek üzere beraber kalkmış. Ummü Seleme'nİn odası önündeki mescid kapısına geldiğinde Ensar'dan iki kişi oradan acele ile geçmişti de Rasulullah @'a selam vermişlerdi. Peygamber @ bunlara: "Acele etmeyiniz, durunuz! Yanımdaki kadın, Safiyye bİntİ Huyey'dir." buyurdu. Bu iki Ensârî zat: "Ya Rasulullah! Subhanallah! (Biz Cenab-ı Hakk'ı, Rasulünün layık olmayan bir harekette bulunmasından tenzih ederiz, )" dediler. Ve Peygamber @'ın Safİyye'nin kimliğini açıklamasına mecburiyet hissetmesi bunlara ağır geldi. Bunun üzerine Peygamber @: "Şeytan insanın vücudunda deveran eden kan mesabesindedir. Ben, sizin temiz gönüllerinize şeytanın kötü bir şüphe atmasından haklı olarak korktum" buyurdu. (Buhari). Bu hadisten istifade edilecek birçok hüküm vardır. İ'tikafa girenin ziyaretçi kabulünden ziyade konumuzu ilgilendiren hususlardan en önemlisi: Rasulullah @'ın ümmeti hakkındaki yüksek şefkatleri ve ümmetinden kusur ve günahların defi için ümmeti daima irşada ihtimam buyurmalarıdır. "Bir gece Zeyneb, Aişe'nin evine geldi. O arada Peygamber @ da oraya geldi ve bir tarafa doğru gitti. O günlerde lamba olmadığı için Aişe, " O Zeyneb'tir" dedi. Zeyneb bunu duyunca kızarak birşeyler söyledi. Aİşe da aynı şekilde cevap verdi. Ebu Bekir, dışarıda, mescidde idi ve bu kızgın konuşmaları duydu. Peygamber @'a dışarı gelmesini rica etti. Aişe, babasının öfkelendiğini hissedince korktu. Namazdan sonra Ebu Bekr, kızının evine geldi ve tartışmayı Aişe başlatmadığı halda ona ihtarda bulundu ve onu azarladı. (Müslim).

Burada hiç şüphe yok ki, Hatice'nin vefatından sonra, onun yerini Aişe aldı. Aişe, Rasulullah @'ın en çok sevdiği zevcesidir. Onunla vefatına kadar, yaklaşık on yıl kaldı. Peygamber @'ın Safiyye, Cüveyriyye ve Mâriye binti Sem'ûn gibi güzel, zarif ve hatta genç sekiz hanımı olmasına rağmen Aişe'ye olan muhabbeti daha fazlaydı. Bununla birlikte O'nun diğer sekiz hanımının her birine olan sevgi ve muhabbeti asla   eksilmedi.   Bu   sadece,   evliliğe   ait münasebetler hususunda kendisine karşı şikayet zemini vermeden zevceleri arasında eşsiz bir muhabbet ve bağlılık örneği kuran Muhammed @ gibi bir insan için mümkündü.

Hz. Muhammed @ ile Aişe arasında müstesna bir münasebet olduğu gerçektir. Ancak yukarıda da izah edildiği gibi, onun zemini fiziki olmaktan ziyade manevî ve aklî idi. Çünkü Peygamber @'ın güzel, zarif ve onun gibi genç başka hanımları da vardı. O, Aişe'nin yardımcılığında birer huzur ve sükûnet buldu ise bu yalnız ondandı. Bunda bir başkasının dahli yoktu. Bu gerçek bütün hanımları tara­fından biliniyordu. Peygamber @ de Rabbine şöyle dua ederdi: "Ey Rabbim, bu benim elimde olan husustaki adâletimdir. Fakat se­nin mâlik olduğun, benim ise elimde olmayan hususlarda, benî muaheze buyurma!" (Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbni Mâce).

Bununla birlikte, Peygamber @, her seviyede, dünya malında, bakım ve ihtimamda, ziyaretlerde ve geceyi onlarla geçirmede ve hatta kur'a sistemine göre seferlerinde kendilerine eşlik etmelerinde bile onlara mümkün olduğu kadar eşit muamelede bulunmak için her türlü gayreti göstermiştir. Kontrolünde olan ve bu gibi şeylerin hiçbiri hususunda onların hiçbirine asla kendisi hakkında şikayet fırsatı vermedi ve onlar arasında hiçbir hususta ayrım yapmadı. Peygamber @'in yaklaşmakta olan vefatındaki hadise bu gerçeğe yeteri kadar tanıklık etmektedir ki, o her zaman her meselede eşit muamele de bulundu. (Buhari).

Ev Halkı/Ehli Beyt: Peygamber @'ın ev halkı sadece zevcelerinden müteşekkildi. Medine'de iken yalnızca Mâriye'den İbrahim adında bir oğlu olmuştu ve onu süt anneye vermişlerdi. Diğer çocukları da ilk zevcesi Hatice'den doğmuştur. Bunlar Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Kasım, Tâhir ve Tayyib'dir. Bu üç erkek çocuk Peygamber @'a nübüvvet gelmezden evvel vefat etmişlerdir. Kızların hepsi İslam devrine yetişip müslüman olmuşlar ve Medine'ye hicret etmişlerdir. Bunlardan üeü Peygamberimizden Önce vefat etmiştir.

Peygamber @, hayatının bütün sahalarında hizmetler vermiş, uhdesinde bulunan ilah* mesajı insanlara tebliğ ederken aynı zamanda ev halkına karşı hak ve vazifelerini de eksiksi? yerine getirmiştir.

Mekke'de O'nun vazifesi insanları sadece İslam'a davetti. Medine'de ise herşey farklıydı O'nun sorumlulukları bir hayli artmıştı: Savaşta düşman kuvvetleriyle yapılacak muharebeyi planlamak, bazen müdafaada bazen taarruzda müslüman kuvvetleri örgütlemek, yabancı kavim liderlerini karşılamak, onlarla ilgiü muahedeler yapmak, çeşitli kavim, topluluk ve devletlerden gelen elçileri kabul etmek, onları ağırlamak, değişik ülkelere elçiler göndermek, talim ve terbiye, tebliğ, siyaset, idari işler... tüm bu sosyal ve ferdi sorumluluklar. Ve bunlann yanısıra dokuz hanımın hak ve mesuliyetlerini tam bir adalet ve hakkaniyet ölçüsüyle koruması gerekiyordu. Herhangi bir kocanın ev halkı ile karşılaşacağı hallerle de yüzyüzeydi: Bazen kızgın bir haleti ruhiyede ve bazen de ev halkının tartışmalarıyla. Hepsinin üstünde yoksulluk ve açlıkla, birtakım problemler orantı dışında berheva olup, ucuz gitmekteydi; Muhammed @, bütün bu problemlerle yüzyüze geldi ve onları büyük bir incelik ve hikmetle çözdü. Onlarla nazik ve kibar konuştu ve onların sıcak öfkelerini güzel tebessümüyle serinletir, yatıştırırdı ve anlaşmazlıklarını dostça çözerdi. Ne zaman yemek sorsa ve evde yemek bulamasa, kibarca hanımına o gün oruç tutacağını söylerdi. Her ne zaman iki hanımını tartışmada bulsa, hiç taraf tutmazdı ve tarafsızlığa riayet etmeye dikkat ederdi, herbirine konuşmak için tam fırsat verip sonra da onları barıştınrdı. Birtakım ufak görüş ayrılıkları ve bundan doğan hadiseler, birlikte yaşayan herkes arasında sınırlı da olsa vukubulur ve Peygamber @'in hanımları bundan hali değildiler. Önemli olan, bazı hadiselerin başlangıçta olduğu gibi sonunda da önemsiz olarak kalmasıydı ve anlaşmazlık halindeki tarafların arasında istenilmeyen hiçbir kötü duygu bırakmamasıydı. Peygamber @'ın hanımlarının tavır ve davranışlarına baktığımız   zaman   onların,   müslüman camiasının mensuplarına ebediyyen model olarak hizmet verecek samimi ve mesut bir biçimde yaşadıklarını görmekteyiz. Peygamber @'ın bütün hanımları doğru mü'minler (mü'minât), itaatli ve razı olunanlardı (kanitât), nefsine uymayan (zahidat) ve hakkıyla ibadet edenlerdi (abidât). Yeryüzünde Allah'ın son elçisinin @ zevcelerinden daha fazla bu niteliklerle kim donanıp teçhiz olabilir.

Mamafih, onlar Melek değil insandılar ve İnsanlığın bütün zaaf ve duygularına sahiptiler. Gerçekte, zevcenin kocasının en sevdiği olmaya çalışmaması kemalat alameti değil, bir takım fıtri eksikliklere alamettir. Her ne zaman iki taraf arasında bir rekabet olsa onu yenmeye çalışmak insan tabiatındandır. Hiç kimse bu çekişmenin arkasında kalmak veya onu kaybetmek istemez. Bunda erkekler ve kadınlar aynıdır. Gerçi bununla beraber hanımlarının onun yakınlığını gözetmeleri erkek için memnun edici ise de, aynı zamanda, anlayış dengesini, yargı hakkım ve bunun yanısıra evlilik ilişkilerindeki bütün zevk ve rahatlığını kaybedebileceği birçok problemler meydana getirir. Bu rekabet Peygamber @'in hanımları arasında daha keskindi. Çünkü onlar sıradan bir kocanın sevgisini veya teveccühünü kazanmaya 'çalışmıyorlardı. Aynı zamanda Allah'ın Rasulü @ olan bir kocanın sevgisini veya teveccühünü kazanmaya çalışıyorlardı. Eğer Peygamber @ dileseydi, bu rekabeti kolaylıkla durdurur ve ehlibeyt içinde bu tür rekabetlere kapılmamalarını söylerdi. Hanımlarının hiçbiri asla onun emirlerine itaati reddedemezdi. Zira onlar, O'nun Peygamberliğine inananlardı. Onlar emri biliyorlardı: "Allah ve Rasulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına, o İşi kendi isteklerine göre seçme haldi yoktur. Kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (33:36). Ve onların fiilleriyle, ev İşlerine bağlı meselelerde olduğu gibi diğer meselelerde de doğrulukları tamamen ispatlanmıştır. Onlar diğer emirlerin manasını da tam olarak bilmiş ve anlamışlardır. (33:28). Peygamber @'in hanımları, her taraftan Medine'ye oluk gibi akıp gelen Müslüman Muhacirler ve Ensar arasında dağıtılan   servetten   sadece   hakkaniyet ölçüsünde ve makul bir pay talep ettiler. Çok defa günlerini ve gecelerini yiyeceksiz geçiren Peygamber @'in hanımları tarafından makul olmayan bir talep değildi bu, fakat Peygamber @, dünya malına karşı hanımlarının gösterdiği önemsiz ihtimamı bile hoş karşılamadı. Yoksa onların amaçları asalet ve iffetti. Hanımları ona karşı son derece itaatliydiler ve onun özel vazifesine öylesine derinden sarılmışlardı ki bu taleplerine pişman oldular ve daimi bir biçimde tevbe istiğfarda bulundular: Ve onlar, tek bir sesle, bu dünyanın parıltı ve zevklerinin yerine Allah'ı, O'nun Rasulünü @ ve Ahireti kabul ettiler.

Bu hususta değinilmesi gereken bir nokta var ki o da şudur: Rasulullah @, bazen kendisini de endişeye düşüren ve Üzülmesine sebep olan, hanımları arasındaki bu tür aile tartışmalarına son verebilirdi, fakat o bu ufak elemlere karşı nezaketle, sabır ve cömertlikle müsamaha gösterdi ve hanımları arasında meydana gelen karşılıklı rekabeti zor kullanarak durdurmaya çalışmadı. Çünkü bu onların hayatlarının tecrübeleri ve kadınlık gayretinin bir tezahürüydü. Bunun yanısıra Peygamber @, bu karşılıklı rekabeti meşru ve tabii sınırlar içerisinde olduğu sürece, tavır ve davranışlarıyla kendisini gücendirmediğini, veya şayet gücendi rmişse bile, bunu öyle güzel cümlelerle ifade ederdi ki, bu memnuniyet haline dönüşürdü.

Safiyye'nin Medine'ye gelme hadisesi rekabete güzel bir örnek teşkil eder. Safiye genç, zarif ve güzeldi. Peygamber @'ın hanımlarından birçokları onu görmeye gittiler. Aişe de çarşafını giyip onu görmeye gitti; Peygamber @ da onu takip etti. Aişe geri dönerken, Peygamber @ onunla yolda karşılaştı ve sordu: "Aİşe, onu nasıl buldun?" Aişe çok öfkeliydi, şöyle dedi; "Ben Yahudi kadınlarından birini gördüm" Peygamber @: "Öyle söyleme, çünkü Safiyye İslam'la kucaklaştı ve o imanında samimidir." dedi. (Tabaqat).

Bu suretle Peygamber @ her olayı olduğu gibi kabul etti ve sevgili hanımlarının bu tabii tepkilerine kızmadı. Ağır devlet sorumlulukları ve diğer problemlere rağmen, Peygamber @, bir koca olarak kendi kabiliyetinde, hanımlarına tamamen normal şekilde muamele etti, hiçbir baskı olmadan onların arasıra kadınlık gayretlerini hoş gördü. Peygamber @ onlara karşı her zaman nazik ve kibardı, aralarında ne olursa olsun asla öfke alameti göstermedi. Ev halkının bütün görüşlerini nazarı dikkate almaktaydı. Bütün bunlar Hz. Muhammed <S>'ın yegane örnek aile reisi olduğunu göstermektedir. O'nun ehli beyti de yegane ev halkı ve insanlık için ebedi örnektir.

Bundan başka, eğer biz onun ev halkının ilişkilerini dakikası dakikasına takip edersek, birtakım    hadiselerin    insan    zaafından kaynaklandığını görürüz. Ancak tamamen tabii olarak karşılanması gereken bu durumlar onlar arasında çok az vuku buldu. Hanımlarının kendi aralarındaki normal davranışları çok samimi ve dostçaydı. Onlar birlikte çok mesud yaşadılar ve birbirlerinin dostluğundan zevk aldılar. Zeyneb binti Cahş, Peygamber'in ev halkı arasına katıldığı zaman, Aişe, onu coşkulu bir biçimde kutladı ve Peygamber @'ın ailesinin bir mensubu olarak karşıladı. (Buharı). Zeynep iştirak eder etmez Aişe ile çok iyi ilişki kurdu. Münafıklar tarafından Aİşe aleyhine iftira söylentileri yayıldığı zaman Zeyneb'in kızkardeşi Hamma binti Cahş'da ona karışmıştı. Zeyneb doğrudan asla sapmadı. Peygamber @ ona Aişe hakkında sorduğu zaman, "Ben Aişe hakkında iyilikten başka birşey bilmiyorum." dedi. Aişe onu hep minnet ve İyilikle yad etti. (Buharı). Bir defasında Zeynep, Safiyye'ye "Yahudi'nin kızı" diye çağırdığında Peygamber @ çok öfkelenmişti ve onunla iki ay konuşmadı. Aişe kendini süsleyip zinetledi ve Peygamber @ geldiği zaman onunla güzelce konuştu ve Zeyneb'in mevzuunu ileri sürdü ve Zeyneb'in problemi dostça çözülmüş oldu. (Müsned-i Ahmed).

Aişe Zeyneb'i hep hayırla yad etti. Meymune vefat ettiği zaman, Aişe: "O hepimizin en faziletli siydi" dedi. (İbni Hacer). Yahudi asıllı bir hanım olan Safiyye ile Peygamber'in bazı hanımları arasında, Hafsa, Zeyneb ve Aişe dahil istenmeyen bazı ufak hadiseler olmasına rağmen, umumiyetle onlar birlikte tamamen mesud yaşadılar. Safiyye, Aişe ve Hafsa gibi aynı kısma aitti. Cüveyriyye hakkında Aişe şöyle dedi: "Ben Cüveyriyye'den daha fazla halkına uğurlu hiçbir kadın görmedim. Yüzlerce Beni Mustalik ailesi onun sebebiyle serbest bırakıldı." Yine onun hakkında şöyle dedi: "O, tatlı, güzel ve nazik bir kadındır. Onu kimse görüp duymaz, hatta nefesini bile içine çeker." (Tirmizi). Zeyneb binti Cahş vefat ettiği zaman Aişe şöyle dedi: "Öksüzlere ve dullara sığınak olan övülmeye layık yegane kadın gitti." (Tabaqat İbni Sa'ad).

Bu birkaç misal Peygamber @'ın ev halkının birlikte çok samimi  ve mutlu  bir hayat yaşadıklarını göstermektedir. Onların hepsi Peygamber @'ın arkadaşlığını tattılar, sevgisini paylaştılar ve ona ev huzuru sağladılar.

Ehli Beyt'in Peygamber @ Hakkındaki Düşünceleri: Kişinin karakterini ve şahsiyetini değerlendirmek için en iyi ölçü onun ailesidir. Çünkü insan, sırlarını, hatalarını ve zaaflarını başkalarından gizleyebilir, fakat hanımından gizleyemez. Faziletler ve kötü huylar uzun zaman hayat arkadaşından gizli kalamaz.

Böylece kişinin karakterinin ve kişiliğinin en İyİ hakimi ve şahidi onun hayatının en gizli sırlarını bilen zevcesidir. Biz, Hz. Muhammed @'ı bu ölçüyle değerlendirdiğimizde görüyoruz ki, O'nun bütün hayatı açık bir kitaptır, her zaman ashabının yanında, halkının şahsi işlerinde. O'nun takipçileri tarafından bilinmeyen hiçbir özel hayatı yoktu. O'nun özel, şahsi ve aile hayatı, hatta çeşitli hanımlarıyla evlilik ilişkilerinin detayları halk tarafından bilinmekteydi. Hanımlarına nasıl gitti; münasebetten sonra guslü nasıl ve nerede yaptı; kendisi ve hanımları arasında evde ve seferlerinde neler oldu; bunlar ve benzeri bu tür meselelerden halk bilgi sahibiydi.. Çünkü onun umumi hayatı, hatta evdeki küçük bir hadise bile, insanlığa ebedi örnek olarak hizmet etmekteydi. Onun için hayatının hiçbir bölümü halktan gizli kalamazdı. Ev halkının çok hassas problemlerine ve hatta onun kişilik ve karakterine ışık tutacak birçok hadiseler bildirilmiştir.

İlk hanımı Hatice, ona halk arasında yüksek karakter ve şöhretinden dolayı evlenme teklifi yaptı. Uzun yıllar Hatice, onu hakikate uygun, vefa, dürüstlük ve merhamet timsali olarak bildi. Birkaç yıl öncesine kadar, onun hakikati araştırmada, nasıl daimi zihni meşguliyet içinde olduğunu; hakikatle tek başına olduğuna, halkın putperestlikler, hurafeleri ve onların kurbanlarının ötesinden hakikati kalbiyle, aklıyla ve ruhuyla nasıl aradığına dikkat etmişti. O Allah'dan vahiy aldığı zaman, ona ilk inanan ve destekleyen Hatice idi. "O, Allah'dan ne getirdi ise, Hatice ona inandı ve doğru olarak kabul etti ve işlerinde yardım etti. O, Allah'a Rasulüne ve davetinin hak olduğuna inanan ilk dişiydi. Allah, Hatice ile onun peygamberlik yükünü hafifletti. O, halkı arasında kendisine acı veren mecnunluk ve yalancılıkla itham edildi, fakat eve döndüğü zaman Allah onu Hatice ile hafifletti, rahatlattı. Hatice onu kuvvetlendirdi, yükünü hafifletti, onun hakikatlerini tebliğ etti ve insanların muhalefetini alçaktı." (İbni İshaq).

Peygamber @ vahyi alıp endişe ve korku içinde evine döndü. Hatice'nin yanına vardı. Dizine yakın oturdu. Hatice: "Ey Ebu'l Kasım, nerdeydin? Vallahi seni aramak için adamlarını gönderdim. Gittiler, geri döndüler?..." diye sordu. Rasulullah @: "Şüphesiz eb'ad (kendisini kastediyor) herhalde ya bir şair yahut bir mecnun..." diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hatice: "Bundan Allah'a sığınırım Ey Ebu'l Kasım! Benim bildiğim; senin şu doğru sözlülüğün, son derece güvenilir olman, güzel ahlaklılığın, eşini dostunu gözetmen gibi iyi hallerine karşılık Allah Azze ve Ceile seni böyle bîr şey yapmaz." diye teskin etti. (Ibnİ Ishaq).

Hz. Hatice'nin vefatından sonra O'nun ikinci hanımı Şevde idi. Şevde, Peygamber @'a birçok sıkıntı ve elem içindeyken çok iyi refakat etti, çocuklarına baktı. Peygamber @'a pek çok muhabbet beslemiş, O'na tam bir teslimiyetle bağlanmıştı. Yaşlandığında sırasını Aişe'ye vererek yine Peygamber @'ı memnun etme iştiyakı içinde idi.

Aişe-i Sıddıka, Peygamber @'în üçüncü hanımıydı. Bir insan ve Rasul olarak Muhammed @'a olan büyük saygısının yanısıra O'na karşı büyük bir sevgi ve muhabbet duyuyordu. Karşılıklı ilişkileri konusunda yukarıda nakledilen birçok hadise onun Muhammed @'a olan şiddetli muhabbet ve hürmetini göstermektedir. Hz. Muhammed @'in karakterine ve şahsiyetine; son nefesini kucağında verdiği ve ölümünden sonra odasında gömülen Aişe'den daha çok kim tanık olabilirdi. Allah'ın yeryüzündeki son elçisi'nin bu dünyadan ayrılırken dostluğuyla şereflenip, onunla sohbet etme, onu dinleme zevkine, son dakikalarında son sözlerini duymaya ve son nasihatlerine kim nail oldu. O, Peygamber @'i o kadar sevdi ki, bir başkası O'nun sevgisine ortak olduğu zaman o kederlendi. Bu hususta birkaç hadise yukarıda zikredilmiştir. Hafsa, ona develeri değiştirmeyi teklif ettiği ve o da kabul ettiği zaman, gecenin sonunda onun bu hususta söylediği sözler çok manidardır: "Ey Rabbim! Bana akrep yahut yılan musallat et de beni soksun. Ben Rasulullah'a birşey söylemeye muktedir olamıyayım." (Buhari).

Peygamber @'ın hanımları, dünya zinetleri ve bol bir maişet istemişlerdi. Bir taraftan da birbirlerine   karşı   besledikleri   kadınlık kıskançlığı ile Peygamber @'a üzüntü veriyorlardı. Bu yönüyle huzursuz olan Peygamber @ bir ay kadar kadınlarını bırakmış ve onlardan ayrı bir hayat geçirmişti. Bunun üzerine Ahzab Suresi'nin şu mealdeki ayetleri nazil oldu: "Ey Peygamber! Kadınlarına şöyle söyle: Eğer dünya hayat ve zinetini istiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah'ı ve Rasulünü ve ahiret evini istiyorsanız, iyi biliniz ki, sizden güzellik edenlere Allah pek büyük bir ecir hazırlamıştır." (33:28-29). Bu ayetler nazil olduktan sonra Peygamber @, Aişe'den başlayarak bütün kadınlarını muhayyer bıraktı. Aişe: 'Ben Allah'ı, Rasulullah'ı, ve ahiret muradını isterim.' dedi, Öbür kadınlarda öyle söylediler. Bu hareketleri takdir ve tahsin edilerek bundan sonraki" (Aziz Peygamber!) Bundan başka kadınlar sana helal olmaz. Ve bunları başka zevcelere değiştirmek de olmaz." (33:52) mealindeki ayeti kerime nazil oldu. (Buhari).

Aişe, Rasulullah @'ın zevceleri ile konuşurken şöyle buyurduğunu bildirdi: "Sizin en hayırlınız, zevcelerine karşı en hayırlı olanınızdır." (Tirmizİ). Aişe, Rasulullah @'dan şöyle duyduğunu anlattı: "Güzel huylarıyla, mü'min bir kişi; geceleri namaz kılan ve gündüzleri oruçla geçiren kişinin derecesine nail olur." (Ebu Davud). O, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: "Ey Allah'ım! benim şeklimi güzelleştirdiğin gibi, huylarımı da güzelleştir." (Ahmed).

Hz.Aişe, yine Rasulullah @'m şöyle buyurduğunu anlattı: "Kime nezaketten pay verilmişse ona bu dünyada da, öbür dünyada da iyilikten pay verilmiştir, fakat kim ki, nezaket payından mahrum kalmışsa o bu dünyanın da öbür dünyanın da iyilik payından mahrum kalmıştır. (Sharh al-Sunnah).

Bu hadisler Aişe'nin Peygamber @ ve onun halis karakteri ve hakim kişiliği hakkında görüşünü açıkça aksettirmektedir. Onun dördüncü hanımı Hafsa, ev halkı içinde her ne kadar oldukça az sayıda hadiseye karışmışsa da, onu en az diğerleri kadar sevdi ve en az diğerleri kadar hürmet gösterdi. Onun ev halkı içindeki birçok olaya karışmasmdaki esas faktör Peygamber @'a olan sevgisiydi. Hafsa öfkeli bir mizaca sahipti, ne zaman başka bir kadını Muhammed @ hakkında konuşurken görse, kendini kontrol edemez ve sert bir dille karşılık verirdi. Fakat bu onun asıl kişiliği değildi, çünkü o Allah'tan korkar, geceleri namaz kılar, gündüzleri de oruç tutardı. (Tabakat, İbni Sa'ad). Onun Peygamber @'a olan bu bağlılığı ona zevç ve Allah'ın elçisi olarak büyük hürmet ve muhabbette bulunduğunu göstermektedir.

Rasulullah @, Hafsa'dan sonra, fakirlerin annesi Zeyneb binti Huzeyme ile evlendi. Zeyneb, Rasulullah @ ile evliliğinden önce iki kocadan dul kalmıştı. O, kocasının Bedir veya bir rivayete göre Uhud'da şehadetinden sonra hicretin üçüncü yılında Peygamber @'ın evlilik davetini kabul etti. Evlendikten üç ay sonra vefat etti.

Ümmü Seleme, yüksek karakterde, seviyede ve asalette bir hanımdı. İlk kocası olan Ebu Selemeyİ çok sevmişti ve ondan sonra asla evlenmiyeceğine yemin etmişti. Aslında Uhud harbini müteakip kocasının ölümünden sonra Peygamber @ ile evlenmeyi kabul etmesi, onun Muhammed @ hakkındaki düşüncesini göstermek bakımından yeterlidir. O sık sık Ebu Seleme'den daha iyi bir kocası olabileceğinin mümkün olmadığını düşünürdü. Fakat Peygamber @'dan evlenme teklifi aldığı zaman, Ebu Seleme'den daha iyi bir koca bulduğunun farkına vardı. Peygamber @ gece onunla kaldığı zamanlarda onun rahatına büyük dikkat gösterdi ve cariyesi Sefine'yi Peygamber @'ın hizmetine verdi. Halkın hediyeleriyle ilgili Peygamber @ ile olan mevzularını ileri sürmesi için diğer hanımları tarafından Peygamber @ 'a gönderilmişti. Peygamber ona kendisini sıkıntıya sokmamasını söyledi, o da bu sefer: "Ya Rasulullah, sana eza vermekten revbe ederek Allah'a rücu1 ederim." dedi ve ondan af diledi. Ne zaman o herhangi bir gazve için seferinden Peygamber @'la olsa, ona çok yakın olurdu ve Ahzab harbinde olduğu gibi her dediğini duyardı. Bu onun, Peygamber @'in peşinden, özellikle Peygamber @ tehlikede iken, nasıl baktığını göstermektedir. O Hudeybiye'de, Hayber harbinde Peygamber @ İle beraberdi. Sonraki hadiselerle yardımı ve kocasına bir erkek ve Rasul olarak büyük itaati ve muhabbeti Ümmü Seleme'de yaşayan bir hatıradır. (Buhari). Peygamber @'m vefatından sonra, onun Kur'an'ı Peygamber @'m tarzında, her kelimeyi tane tane ezbere okuduğu görülmüştür. (Müsned).

"Sefine, Peygamber @'a o kadar çok muhabbet duydu ki, Peygamber @'ın saçından birazını hayır duası için sakladı. Halk onu görmeye gelirdi."(Müsned). Zeyneb bintî Cahş kendi arzusu dışında Peygamber @'ın emri üzerine Zeyd bin Haris ile evlendi. Zeyneb, aslında Muhammed @'ı beğeniyor, ona muhabbet besliyor, onunla evlenmek istiyordu. Boşandığı zaman, Allah'a dileğinin yerine gelmesi için dua yetti. Kur'an şöyle buyuruyor: "Şimdi madem ki Zeyd o kadından ilişiğini kesti, biz onu sana zevce yaptık." (33:37). Zeyneb, evlilikle ilgili bu müjdeyi Peygamber @'dan duyduğu zaman sevinip heyecanlandı ve taktığı bütün mücevheratı kendisine haberi getiren Seleme'ye verdi. Zeyneb, secdeye kapandı ve Peygamber @ ile evlendirip, eski hayallerine kavuşturduğu için Rabbine hamdu sena etti. (Tabaqat, Ibn Sa'ad).

Onun Peygamber @'a olan muhabbet ve hürmeti   gizli   değildi.   Nikah   ile   elini Muhammed @'a vermesi Allah tarafından tasdik edilmişti. Onun Peygamber @'a olan sevgisinde ve Peygamber @ 'in gözünde değeri, Aişe ile müsaviydi. (Müslim).

Cüveyriyye, Peygamber @'a derinden bağlanmıştı. O'na herhangi bir şey için asla şikayette   bulunmadı.   Diğer   Peygamber hanımlanyla da hiç bir hadiseye karışmadı. Cüveyriyye, Peygamber @'a karşı çok muti idi. Pek sık nafile namazı kılar, oruç tutardı. (Tirmizi). Ailesine dönmesi veya Peygamber @'a kalması İçin ona tercih hakkı verildiği zaman, o Peygamber @'ı seçti. Babası ona kendilerini gözden düşürdüğünü söyledi. (Tabaqat, İbn Sa'ad). Daha önce o bir rüya görmüştü; ay Yesrib tarafından geliyor ve onun kucağına düşüyordu. O, bu rüyayı kimseye söylemediğini, fakat zihninde, aynen gerçekleştiği gibi tabir ettiğini anlattı.

Ümmü Habibe'nin sevgisi ve itaati bir hadise ile görülmüştür. Babası Medine'ye Hudeybiye antlaşmasını yenilemeye geldiği zaman Ümmü Habibe'nin evine geldi ve Peygamber @'ın minderine oturmak istedi. Ümmü Habibe minderi birden çekti ve şöyle dedi: "Bu minder pâk ve temizdir. Sen ise şirk kiri ile kirlisin; sen bu mindere oturmaya layık değilsin." Bu hadise Ümmü Habibe'nin gözünde bir koca ve Rasul olarak Muhammed @'ın mertebesinin, kişiliğinin ve itibarının ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir.

Müşrik (Allah'a ortak koşan) babasının, kocasının minderine oturmasına dahi müsamaha göstermedi. Bu suretle gerçekten Allah ve O'nun Rasulünün sevgisinde kemal derecesine erişti, bu husus Kur'an'm aşağıdaki ayetinde şöyle anılmaktadır: "De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesad(a uğramasın)dan korkageldiğiniz bir ticaret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size AUah'dan, O'nun Peygamberinden ve O'nun yolundaki bir cihaddan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun..."(9:24).

Fakat Ümmü Habibe, davranışıyla Allah ve Rasulü'nün ona babasından daha aziz, şerefli ve hürmete layık olduğunu kanıtladı. Kadının gözünde kişinin, şeref ve itibarını göstermek için bundan daha güzel bir misal kim gösterebilir? Zevcenin dört ay on gün yas güdebilmesi dışında, hiçkimsenin bir yakınının vefat ettiği zaman üç günden fazla yas tutmaması gerektiğini göstermesi için Ümmü Habibe babası öldüğünde ellerine ve yüzüne güzel koku sürdü. Habibe bunun üzerine ısrarla durdu, çünkü bu Peygamber @'m emri idi. (Buharİ). Bu davranış onun Peygamber @'a ve onun emirlerine derin saygısını göstermektedir.

Hayber Yahudilerinden Huyey'in kızı Safiyye, Peygamber'in hak davetini babasından ve amcasından duydu. Bir gün Peygamber @'m kendisi ile evleneceğini rüyasında gördü. Bu suretle, onların eski mukaddes kitaplarında zikredilen böyle şerefli bir kişiye karşı, sevgi ve saygı duygulan besledi. Onunla evlendiği zaman, o şerefli insana karsı olan eski duygulan ve bağlılığı onu öylesine sarmış olmalı ki ona ve onun güvenliğine büyük bir sadakat gösterdi. Hayber'e yakın bir yerde Peygamber @'ın, yalnız kalmasını kabul etmeyişinin sebebi onun güvenliğinden endişe etmesiydi. O, halkının münafıklığını, hilekarlığını, kötü tasarılarını herkesten daha iyi biliyordu. Bundan dolayı Peygamber @'m hayatının tehlikede olmaması için yalnız kalmaktan çekindi. Peygamber @ onun niyetini öğrendiğinde çok sevindi ve gözünde onun değeri ve şanı arttı. O'nun Peygamber @'e olan büyük sevgi ve saygısını Peygamber @ hasta düştüğünde söylediği şu sözler göstermektedir: "Ah! Senin hastalığın bana geçseydi!" Bu sözler üzerine Peygamber @ diğer zevceleri birbirlerine göz kırpmışlar, fakat Rasulullah @'m "O doğru söylüyor!" diye Safiyye'yi tasdik etmesi onları susturmuştu. (Zarkani).

O'nun Peygamber @'a olan saygı ve sevgisini, Peygamber @'ın huzuruna çıktığında meydana gelen hadise tamamiyle yansıtmaktadır. Peygamber @ şöyle buyurdu: "Benim yahudilerin hepsinden daha şiddetli düşmanım senin babandı. Ta ki Allah tarafından Öldürülene kadar!" Safiyye şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulu! Allah, kitabında kimse bir başkasının yükünü taşımayacak buyuruyor." O zaman Peygamber @ şöyle buyurdu: "İki husustan birini seç; Eğer islam'ı kabul edersen, seni zevcem olarak alıkoyacağım, şayet kendi dininde (Yahudi) kalırsan seni serbest bırakırım. Ve sen de halkına katılırsın." Safiyye Şöyle cevapladı: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben islam'ı senin davetinden Önce sevdim ve senin hak olduğunu çadıra girer girmez tasdik ettim.

Şimdi benim Yahudiliğe ihtiyacım yok; orada ne benim kardeşim var, ne de babam. Madem ki şimdi sen bana küfür ile İslam arasında tercih hakkı verdin; ben Allah'ı ve O'nun Rasulünü hürriyetten, halkımdan ve halkıma dönmekten daha çok seviyorum" (Tabaqat, İbni Sa'ad).

Bu hadiseler, Safiyye'nin üstün düşüncesine, bir zevç ve elçi olarak Peygamber @'m kişiliği ve karakteri hakkında hiçbir şüphe bırakmamaktadır.

Haris'in kızı Meymune, Peygamber @'ın son hanımıydı, O, iki kocadan dul kalmış, Allah'ın Rasulü @'nün amcası Abbas'ın baldızıydı. Meymune, Peygamber @'ın zevceleri arasına katılmayı arzuladığından kız kardeşini devreye soktu. Bir başka rivayete göre evlenme teklifinde bulunmak için Meymune'ye el-Fadl b. Abbas ve beraberinde bir adam gönderildi. Böylece Meymune de Peygamber. @'ın zevceleri arasına girdi. Meymune, Peygamber @'a çok bağlanmış ve kendini ona adamıştı. Fakat onunla yaklaşık üç yıl beraber olabildi. Peygamber @'ın irtihalinden sonra dünya ile ilgisini kesti ve başını traş etti. (İbn Sa'ad).

Kısaca bunlar; bütün hanımlarının mutlu ve temiz bir hayat yaşadıkları ve birbirlerini sevip saydıkları, hepsinden öteye, Peygamber @'a muhabbet duyup hürmet ettikleri Rasulullah @'in evlilik hayatıdır.

Ehli Beyt Protokolü: Burada Peygamber @, hanımlarına her ne kadar muhabbet duydu ise de, onlara İslam prensipleri üzerine asla taviz vermediğini özellikle belirtmeliyiz. Peygamber @ onların tabii arzu ve zaaflarına müteallik lüzumlu ve makul bütün müsaadelerde bulunmuştur.

Peygamber @'ın hammlan Peygamber ailesi mensupları olarak omuzlarına yüklenen sorumlulukların tamamen şuurundaydılar. Onun için, onlar Peygamber @b karşı dilek ve taleplerini ihmale uğratacak amillerde çok nadir bulunmuşlardır. Mamafih, o zaman ve Şimdi, ehlibeytinin eğitim ve talimi için Allah muayyen ayetler indirdi. Çünkü, onlar Rasul @ dan sonra özellikle kadınlara meselelerde ümmetin bakiyesine ışık tutmak için hizmet vereceklerdi.

Peygamber @'ın hanımlarına şu sözlerle belirli davranışlara riayet etmeleri söylendi: "Ey Peygamber kadınları! Siz (diğer) kadınlardan (herhangi) biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'dan) korkuyorsanız (sîze yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamaha düşer(Ier) Sözü ma'ruf vech ile (ve ağır başlı) söyleyin. (Vakar ile) evlerinizde oturun. Evvelki cahiliyyet (devri kadınlarının kınla döküle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin. Allah'a ve Rasulüne İtaat edin. Ey ehli beyt, Allah sizaen ancak kiri gidermek ve sizi temizlemek diler. Allah'ın evlerinde okunup duran ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz ki, Allah her şeyin iç yüzünü bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdardı." (33: 32-34).

Onlardan, diğtr mü'mİn kadınlarla beraber, belli lüzumlu ihtiyaçları ve vazifeleri için evlerinden dışarı çıktıkları zaman, şu hususlara dikkat etmeleri istendi: "Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: (bir ihtiyaç için dışa çıktıkları zaman) Örtülerini üstlerine salsınlai (vücutlarını örtsünler);onların (hür ve iffetli olarak) tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (33:59).

Ve mü'minlere de Peygamber'İn ev halkını ziyaret edecekleri vakit bazı kaidelere riayet etmeleri söylendi: "Ey iman edenler, (bundan sonra) peygamberin evlerine-yemeğe davet olunmaksızın, vaktine (de) bakmaksızın girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağdın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (İzinsiz) girmeyin." (33: 53).

Bu ayetlerde, daha önce izah edildiği gibi, Peygamber @'ın ehlibeytine, halka rehber ve ışık kaynağı olmaları hatırlatıldı. Bundan dolayı onlardan, bu dünya malına fazla istekli olmamaları istendi. Kur'an onlara bu hususta, bu şerefli ve pak ev hakinin üyeleri olarak kalmalarını istedi. Kur'an onlara bu hususta, bu şerefli ve pak ev  hakinin üyeleri olarak kalmalarını İstiyorlarsa, Allah ve O'nun elçisiyle kanaat etmelerini hatırlatıp tenbih etti. (33:28-29).

Peygamber @'m ev halkı özel statü ve durumdan yararlandılar. Aynı zamanda, eğer herhangi bir kötü fiil işledikleri takdirde şiddetli bir şekilde cezalandırılacakları hakkında uyarılmışlardır: "Ey Peygamber kadınları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa onun için azab iki kat yapılır. Bu Allah'a göre kolaydır. Fakat sizden kim Allah'a ve Rasulüne itaate devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da mükafatını iki kat veririz ve (cennette) onun için bol birrızık hazırlamış izdir." (33:30-31).

Bunlar Peygamber @ ve hanımları arasındaki ilişkiyi ve onların ilişkilerinin paklığını aksettiren, Peygamber @'m ehlibeytinin hayat tarzından birkaç misaldir. Onlar başkaları gibi insani duygulara sahiptiler ve birbirlerine aynı sevgi ve muhabbet duygusunu taşıdılar. Hanımlarıyla ilişkisi sözkonusu olduğunda Peygamber @ da herkes gibi bir insandı. Hanımlarıyla birlikte aynı sevgi ve muhabbet hislerini duydu. Hanımı Aİşe'nin dediği gibi: "O sizin içinizde arzularını en çok kontrol edendi." (Buhari ve Müslim). Bunun yanında, ona büsbütün böyle bir hayat verilmemiş olması yanısıra, aslında, kendisi evlilik ilişkilerine sadece şerefli ve yüksek amiller icabı girdi ve hatta onun bu hayattaki esas kanaat ve huzuru namazda ve Allah'ı tefekkür etmesinde idi. O'nun yegane gayesi Allah'a karşı mesul olduğu ilahi mesajı en iyi şekilde halka tebliğ etmekti. Bu mesajı erkeklere ve kadınlara tebliğ etmesi onun vazifesinin bir parçasıydı. Bunu başarabilmenin en iyi yolu da kadınlarla yakm ilişkiye girmekti kî, o kadınlar Peygamber'den kendileriyle ilgili çeşitli meseleleri doğrudan öğrenip anladıktan sonra diğer kadınlara söyleyebilirlerdi.

Bu sebeple onun kendisine yakın ve hayatın birçok meselesinde tecrübe sahibi olabilecek, evdeki bütün davranışlarını bilecek, ona her zaman itaat edecek ve Allah'ın kadın kullarına örnek olacak çok sayıda kadınla evlenmesi gerekiyordu. Aksi halde hayat ile ilgili birçok mesele açıklanamayacak ve böylece ilahî mesaj tamam olarak  tebliğ edilmemiş  olacaktı.

insanlığın yarısını teşkil eden kadınların pek çok problemi ihmal edilmiş ve çözümsüz kalacaktı. Halbuki yaratıcının gayesi mesajını erkek ve kadm tüm kullarına aynen ve eksiksiz iletmekti. Peygamber @'ın, vazifesini etkili ve verimli bir biçimde ifade etmesi için ev hakmı genişletmesinden başka bir yol yoktu. Aslmda Peygamber @'ın evde, aile hayatını ömrü boyunca, insanlara örnek olması ve davranışlarından dersler alması için herkesin gözünün önünde yaşaması büyük bir fedakarlıktı. O'nun hayatının her safhası ve karakterinin her yönü açıkça görünür berraklıktadır. Bütün insanlığın bilmesi, faydalanması ve takip etmesi için açık bir kitaptır. O bir beşer olduğu kadar Allah'ın Rasulü @'ydü ve yaratıcının rehberliği altında kusursuz bir hayat yaşadı. O bir aile mensubu olduğu kadar koca'ydı, bir baba olduğu kadar evlattı ve O, hayatını idame ettirmek için bir işle de meşgul oldu. Bu dünya hayatını mutad bir insan gibi yaşadı; güçlüklere, sıkıntılara, yokluklara, acı ve elemlere göğüs gerdi. Bir koca olarak O'nun davranış seviyesi ve karakteri çok yüce ve şerefliydi. Diğer insanların ona uyup örnek alacağı yegane bir insan, bir Rasûl @'dü.

 

KISIM 12

 

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (I)

 

Daha önce de izah edildiği gibi Peygamber @, aile münasebetlerini tesis ederken, onları karşılıklı muhabbet, nezaket ve hürmet duygularıyla sağlamlaştırmak için insanlığı en adil ve insanî kurallarla teçhiz etmiştir. Bu kurallar kan-koca arasındaki tabii hisleri nazan itibare almıştır. Onlara bu tabii his ve arzularım meşru evlilik bağları içinde tatmin edecek uygun ve makul vesileler vermiştir. Gayri meşru ilişkileri teşvik ve tahrik edici bütün kaynakları ve nikah kalesi dışında nefsi tatmin edici vasıtaları yasaklamıştır. Aynı zamanda, her iki tarafın meşru haklarını tarafgirlik yapmadan korumaya çalışmıştır. Bir tarafı diğer tarafın İstismarına ve tecavüzüne karşı koruyacak yeteri kadar tedbirleri almıştır.

Bu suretle, onların evlilikte iyi ve huzurlu bir hayat sürdürmelerini mümkün hale getirmek için her türlü gayreti sarfetmiştir. Bütün bu gayretlere rağmen, iki taraf karı-koca olarak birlikte yaşamayı mümkün görmüyorlarsa, onlara diğer tarafın hak veya duygularını incitip zarara sokmadan nikah kalesini bırakmaları için yol vermiştir. Yine bu meselelerde de onlara adalet ve şefkatle eşit muamele etmiştir. Her ikisi evlilik münasebetlerini karşılıklı anlaşmayla ve İslam Şeriatı'nm müdahalesiyle bırakmak için özel yollarla teçhiz edil­mişlerdir.

Böylece, evlilik içindeki haklarına ve ayrılıkta, onların hangisi olursa olsun, tabii arzuları hilafına yersiz ithamda bulunmadan tam bir itibar göstermiştir.

Şimdi biz ev halkı içinde bir koca olarak Hz. Muhammed @'ın kişisel fiil ve davranışlarını ele almak istiyoruz ki, başkaları onun hayatından, evlilik ve aile İlişkilerinden kendileri için örnek bulabilsinler.

 

Ümmehatü'1-Mü’minîn (Peygamber @'ın Hanımları)

 

Yukarıdaki genel çerçeveyi gözönünde bulundurarak, şimdi Peygamber @ 'm hanımlarını tek tek zikredelim ve onların Peygamber @'a karşı tavırlarını açıklayalım. Onların muhlis ve muhsin kadınlar olduğunu, kendilerini tamamen Allah ve Rasulü @'ne vakfettiklerini göreceğiz. Onlar hakiki mü'minler idi ve görüşlerinden asla sapmadılar. Onlar zühd ve takva sahibiydiler, ibadetlerini samimi olarak gözetip tam zamanında yaparlardı. Eğer vazifelerinden birini kaçırdıkları olmuşsa, hemen Rab'lerinden mağfiretini dilerlerdi. Onlar tevbekar idiler. Onlar itaatli hanımlardı ve onlar Peygamber @'ın onlara verdiği bütün talimatları yüklendiler. Onu alışkanlıklarında taklid ettiler, özellikle cömertliğini. Kendilerine gelen herşeyi ihtiyacı olanlara verdiler. Onlar para, altın, gümüş veya erzak-biriktirmediler. O'nun bütün emirlerine, ibadetlerinin bir parçası olarak addedip harfiyyen ve ruhen titizlikle itaat ettiler. Peygamber @'ın kendisi gibi, onlar da sadece Ramazan ayında değil diğer günlerde de oruç tuttular. Peygamber @'ın Şaban ayında oruç tutması için kendi aralarında özel habercisi vardı. Rasulullah @'ın, İslam'ın davetinde hanımları ona yardımcı oldular, her zaman moral verdiler, destek oldular, istense de istenmese de mâli yardım teklifi yapmaktan asla kaçınmadılar. Onların bütün bu vasıfları şöyle anlatıldı: "O sizi boşarsa belki de Rabbi ona, (sizin yerinize) sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden (oruç tutarak dünya lezzetlerinden geçip mana alemlerine) seyahat, eden dul ve bakire eşler verir." (66:5).

 

1- Hatice

 

O, Hatice bintü Huveylid b. Esed b. Abd el-Uzza b. Kusay b. Kilab (Kureyş'in tanınmış kabilelerinden biri) idi. Annesi Kureyş'in bir başka kabilesinden gelme Fatıma bintü Zaide idi. Arapların nesep bilginleri Peygamber @'ı Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abd el-Menaf b. Kusay b. Kilab olarak açıklıyorlar. Peygamber @ bundan dolayı karşılıklı olarak büyük dedeleri Kusay b. Kilab yoluyla yeğenlerinden biridir. Peygamber @, genç nesile mensup olduğundan, Hatice'nin de uzak bir semtte yaşamasından ve meslek hayatına da tacir olarak henüz yakın bir geçmişte başlamasından dolayı Hatice, bu genç adamı tanımıyordu.

Hatice İtibarlı ve zengin bir hanımdı. Her iki kocasından da birçok servet ve bir sürü mal miras kaldı. Bazen Kureyş'in güvenilir tüccarlarına kar payı esasları üzerinden para verirdi. Bazen alacaklılarının sermayesini ticaret kervanlarından verirdi. Bu kervanlar ticari seferlerinden geri döndüklerinde kârlar eşit ve adil olarak pay edilirdi. Mekke'de ayrıca Hatice'ye ve kendileri hesabına çalışan özel memurlar ve temsilciler vardı. Bazen ticaret mallarını mudarebe (ortaklık) usulüyle Hicaz dışına taşımaları için ücretli adam tutardı.

 

Suriye'ye Ticarî Seyahat

 

Günün birinde, Peygamber Muhammed @, ile aşağı yukarı aynı yaşta olan ve onunla birkaç defa ticari sefer fırsatı bulan ve Hatice'nin yeğenlerinden biri olan Huzeyme, Hatice'ye O'nun doğru sözlü, son derece güvenilir ve güzel ahlaklı olduğundan bahsederek kendi hizmetine almasını tavsiye etti. Hatice, O'na ticaret mallarını Şam'a götürüp uygun bulduğu en iyi şekilde ticaret yapması için teklif gönderdi. Ve ona diğerlerine ödediğinden daha fazlasını ödeyeceğine söz verdi. Muhtemelen, plana göre, Muhammed @, onun Habeşi kölesi Meysere'yi yanma alarak Şam'a ticari sefere çıktı. Anlatıldı ki, öğleyin ortasında, şiddetli sıcakta devesini sürerken, Meysere iki meleğin, Peygamber @'ı güneşin kavurucu ışınlarından gölgelendirdiğini gördü. (îbn Hişam, 120).

Peygamber @ getirdiği mallan satıp, en iyi ve en kârlı olduğunu düşündüklerini satın alınca, geri Mekke'ye doğru yola çıkmaya başladı. Yolda pek fazla durmadı. Kervan, kısa zamanda Mekke'de idi. Hatice, Muhammed @'m ticari seferlerinin sonuçlanndan hakikaten memnun oldu. Yapmış olduğu mükemmel işden dolayı, işvereni Hatice, onun ücretini arttırdı.

Meysere, seyahat ederlerken gün ortasında iki meleğin Muhammed @'a gölgelik yaptıklarını Hatice'ye anlattı. O'na, birçok defa genç satıcıyla yemeğini ne zaman paylaşsa, yemeklerin asla tükenmediğini ve erzaklarının hiç ekşitmediğini de anl;ıiti. Şöyle ekledi: Sofrayı serdiğimiz zaman hep doyasıya yedik ve azalacağına daha fazla artmış bulduk. Öyle ki geçtiğimiz yerlerdeki muhtaçlara bırakacak bolluktaydı. Denemek İçin, Hatice içi taze hurma dolu bir tepsi İstedi ve onlan kızkardeşi Hale'ye, Muhammed @ıa ve diğer birkaç misafire ikram etti. Hepsi ondan yediler ve doydular. Tepsi yine önceki gibi doluydu. (Al-Muhabbar, 78).

Birkaç ay sonra Hatice, genç taciri ilave sorumluluklarla ticaret kervanlarının idaresi görevine tayin etti. Aslında, Hatice Muhammed @'ın asaletini, güvenilirliğini, üstün ahlaklı karakterini ve temiz alışkanhklannı duymuştu. O akıllı, şerefli ve ihtiyatlı bir kadındı. Muhammed @'dan manevi ve ruhi birşeyler sezdi. Denebilir ki, bütün bunlar onu Muhammed @'a çekiyordu.

Hz. Muhammed @'ın ünü el-Emin (güvenilir) olarak biliniyor, bir başka isimle de es-Sâdık (doğru) diye tanınıyordu. Hz. Hatice'nin tarihin kaydettiği çok az geçmişi bulunmaktadır. Ancak Mekke'nin saygıdeğer, asil bir ailesine mensup olduğu ve geçmişte Beni Temimden zengin Ebu Hala Hind b. el-Nabbaş b. Zürara İle evlendiği bilinmektedir. Ondan Hind adında bir oğlu oldu. Daha sonra kocası Ebu Hala vefat etti. Hind, İslam'ın İlk yıllarında müslüman oldu. Bedir ve Uhud savaşlarına iştirak etti. Uhud'da vücudunu dinlendirmek için Hamza'nm mezarına uzandı. Sonunda Basra'da veba'ya yakalanarak öldü. Daha sonra Hatice, kendisinden Hind İsminde bir kız dünyaya getiren Atik b. İyd (veya Abid) b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum isimli bir başka tüccarla evlendi. Kocası ondan sonra hemen vefat etti. Bu sırada Hatice orta yaşlı bir kadındı. Şişmandaydı, fakat beyaz tenli güzel ve dinçti. Siyah, parlak saçı vardı. Umumiyetle siyah ve kaliteli kıyafetler giyerdi. Ziynetler hususunda tecrübeleri vardı. Umumiyetle iyi sanatkârlar elinden çıkmış gümüş ve firuze taşlı yüzükler, küpeler, bilezikler ve gerdanlıklar takardı. Ticarette ileri görüşlüydü. O, Suriye çöllerinde kaybolup kendisinden bir daha asla haber alınamayacak bir kimseye kervanını teslim etme riskine asla girmedi. Eve ait işlerine bakmak üzere cariyesi vardı, Meysere adındaki kölesi de onunhizmetindeydi.

Muhammed @ Hatice'den onbeş yaş küçüktü. O, mütevazı ve sakin tabiatlı idi. Herhangi bir kadına yaranacak davranışlardan uzaktı. Yalnızca kendi işleriyle meşgul, temiz ve saf bir gençti.

Hatice, nazik bir işverendi. O, genç İş ortağının kendisi için yaptığı herşeyi ve geleceğe yönelik yaptığı teklifleri takdir etti. Hatice ona teşebbüsleri için her zaman kredi verdi. Hatice, mutluydu ve tedrici olarak işine daha az ilgi duymaya başladı. Bununla beraber bütün işlerle müstakil olarak ilgilenmesi için Muhammed @'ı teşvik etmeye devam etmekteydi.

 

Hatice Varaka'ya Başvuruyor

 

Hatice bintü Huveylid, sonunda amcaoğlu Varaka b. Nevfel b. Esed'e başvurdu. O,

Hrİstiyandı, eski ilahi kitapları ve bazı ilimleri incelemişti, onları iyi biliyordu. Hatice, kölesi Meysere'nin Muhammed @ hakkında söylediklerinin hepsini ona açıkladı. Şimdi yaşlı bir adam olan Varaka, şunu dedi: "Eğer bu doğru ise, Hatice, Muhammed yakında bu ümmetin peygamberi olacak. Onun bu ümmetin beklenen peygamberi olduğuna şu zamanın onun gelme zamanı olduğuna inandım." Hatice, sevinçle eve geldi ve Muhammed @'ı çağırttı. Kafasında ne varsa açıkça konuştu ve dedi ki: "Ey amca oğlu! Bana yakınlığından, halkın arasındaki şerefinden, asil ve güzel ahlakından, doğru sözlülüğünden dolayı seni diledim, seninle evlenmek istedim." Sonra sade sözlerle evlilik teklifi yaptı. Muhammed @, memnuniyetle kabul etti. (İbni Hişam ve İbn Sa'ad).

 

Meysere, Muhammed İle Konuşuyor

 

Bir başka anlatıma göre, bu evlilik teklifi Muhammed @'a onunla birkaç seyahate iştirak etmiş olan, Habeşli köle Meysere tarafından daha önceden yapılmıştı. Hatta bazı rivayetlerde cariye en-Nefİse'nin adı geçmektedir. Onların sıkı ortaklıkları ve çöl seyahatinde paylaştıkları sıkıntılar onları arkadaş yaptı. Yine, Muhammed @ kolay yaklaşıp konuşulabilen bir insandı. Onun asla sosyal, kültürel veya mali hiçbir çeşit üstünlük havası yoktu. Bundan dolayı Meysere, onunla sıkılmadan samimiyetle konuşabilirdi. Meysere bir gün Muhammed @'a şöyle dedi: "Eğer yirmibeş yaşında bir adam, cazibeli görünüşüyle, ağır başlılığıyla, akıllılığıyla ve ince bir aile görgüsüyle evlilik teklifinde bulunsa nasıl olur?" Hiç öyle şeyler düşünecek vaktinin olmadığını söyleyen Muhammed @'a Meysere konuşmasına telkinle devam etti: "Veya böyle bir adam servet sahibiyle evlense?" "Zenginle mi?" dedi, Muhammed @: "Seferden sefere koşan bir satıcı, sınırlı geliriyle nasıl olur da zengin bir kadınla buluşmayı hayal eder, ve böyle bir teklifte bulunmaya nasıl cesaret eder?" Meysere zeki idi. Dedi ki: "Farzedelim ki zengin hanım elini sana teklif etti? Doğru, asil, soylu, güzel görünümlü bîr hanım?" Muhammed @, daha fazla hayrette kalmıştı. Dedi ki: "Senin kafana bu hayalleri kim soktu?" Meysere hemen cevapladı: "Hatice'den başkası değil." Meysere hemen ilave edip: "Eğer bana bırakırsan, ben herşeyi hallederim." dediği zaman Muhammed @, henüz hayretinden meseleyi kavraya­mamıştı.

Fikir şimdi ciddi idi. Meysere hemen Muhammed @ ve Hatice arasında görüşme tertip etti.Muhammed (a),utanarak ve sessizce oturdu. Hatice bütün açıklamayı yapacaktı ve sonunda onu kazanacaktı. Fakat öncelikle vasisi olan amcası Ömer b. Esed'e bu düşüncesini kabul ettirmesi gerekiyordu. Babası Huveylid, Muhammed @ onun hizmetine gelmeden çok önce ölmüştü. Hatice, olgun bir dul idi, bağımsızdı da. Fakat amcası Ömer b. Esed, halen onun vasisi idi. Asil ailelerin geleneği olarak, dul kadın evin en büyük erkeğinin vesayeti altında kalırdı. Ömer bu evlilik teklifine karşıydı. Çünkü o, Hatice'nin servetini bir yerde toplayıp aile içinde muhafaza etmek yerine servetini dağıtmak için böyle bir tertibe meyledildiğini zannediyordu.

 

Düğün Tertipleniyor

 

Her tedbiri aldıktan sonra Hatice birgün bir kuzu kesip akşam yemeği tertip etti. Yemekler titizlikle hazırlanmıştı. Herşey özenle düzenlenmişti. Ömer b. Esed, Varaka b. Nevfel, Huzeyme, Ebu Talib, Hamza ve Muhammed @, davet edilenler arasındaydı. Hepsi icabet ettiler. Hatice davetine gelenleri süzdü, sonra yerinde sürpriz bir konuşma yaptı. Muhammed @, hakkında işini muvaffakiyete ulaştıran servetini muazzam şekilde arttıran başarılı ve üstün bir kişi olarak bahsetti. Hatice onun dürüstlüğünden, doğruluğundan, güvenilir­liğinden ye soyunun asaletinden uzunca bahsetti. "İtibar sahibi her kadın için böyle bir erkekle evlenmek şereftir." diye ekledi. Bütün misafirler alkışladılar. Varaka b. Nevfel ayağa kalktı ve teklifi destekledi. Ebu Talib ve Hamza muvafık buldular. Aynı anda Ömer, meseleden biraz bilgi sahibi olduğundan, nişanı tasdik eden bir konuşma yaptı.

Muhammed @, derhal oturduğu yerden kalktı ve yaşlı adamı kumaşla süsledi. Ömer b. Esed, ruba içinde geleneğe uygun olarak kayınbaba veya gelinin vasisi olarak takdim edildi. (Ahmed İbn Hanbel, 312, al-Muhabbar, 78).

Ömer'in saçına bolca güzel koku sürüldü. Hava ağır safran kokusu ve kehribar ile kaplandı. Evlilik merasimi yapıldı. Sözleşme taslağı hazırlandı, mehir on ukiyye gümüş olarak belirlendi. Bu, o günlerde yüksek sınıftan kadınlar için belirlenmiş olan mehir miktarı idi. (al-Muhabbar, 79).

Ertesi sabah Muhammed @ düğün ziyafeti {velime) verdi. Bir deve kesti ve etini Mekke'nin fakir ve muhtaçlarına dağıttı. Hatice, Muhammed @'ın yakınları da olmak üzere bütün dost ve akrabalarını davet etti. Cömertçe mükafatlar vağdırdılar. Muhammed @'in gözü yaşlı süt annesi tseni Saad İbni Havazin'li Halime de bu mutlu merasime davet edildi. Hatice, ona kırk koyun hediye verdi ve kabilesine refah ve hayır getiren yetim Muhammed @'a baktığı için ona teşekkür etti.

 

Fazilet Timsali Hatice

 

Hatice mutlu ve bahtiyardı. Muhammed @'a derin muhabbetle bağlandı. Muhammed @'ın da Hatice'ye karşı muhabbet ve şefkati arttı. Hatice'ye hiçbir kadına gösterilmeyecek derecede itina gösterdi. O, biliyordu ki, bütün bunlar onun teşviki, yardım ve cömert işbirliği sayesinde oldu. Yine biliyordu ki, kendisi için ciddi bir mana ifade eden tek kişi Hatice idi. O, faziletin timsaliydi. Davetine inanan ilk kişiydi. O, nefsini, Allah'a ve O'nun Rasulü @'ne bıraktı. O, hakiki ve sarsılmaz bir mü'mindi. O, İslam'ın bütün kurallarını yerine getirdi. O, Peygamber @ ile birlikte farz namazlarına riayet etti. Kur'an'ı ve Allah'ın emirlerini öğrenmekte O hep ilkti. Muhammed @ gibi o da oruç tuttu. Sadaka verdi. O, sahip olduğu bütün servetini Allah uğrunda sarfetti. Hiçbir durumda servetinden ufak birşeyi bile kendine alıkoymadı. O, gerçekten, Alah ve O'nun peygamberi @'m yoluna huzur ve rahatını feda etti. O sabırlıydı, itaatkardı. Hatice, Mekke'nin tipik Kureyş hanımıydı, davranışlarında dürüst ve mütevaziydi. Kocasına titizlikle itaat etti. Sadık bir eşti. Muhammed @'ı sevdi. O'na büyük bir bağlılığı vardı. O'nun hakiki üstün vasıflarını takdir etti. O'nu muhteşem ve ulvi düşüncelerinden dolayı yüceltti. İlahi muvaffakiyetlere nail olduğu için ona büyük bir hürmet gösteriyordu. Bütün samimiyetiyle onun şahsiyetini ve kutsal görevini tasdik etti. Söylediklerini uyguladı. Rasulullah @'a baktı, itina gösterdi. Yardım etti. O'na manen ve maddeten güç verdi. O'nun için her türlü fedakârlığı yaptı. Peygamberliğinin ilk günlerinde sıkıntı içindeyken bile O'na teselli verdi, O'nu rahatlattı.

Rivayete göre, Rasulullah @, birgün Hatice'nin yamndayken birdenbire Cibril geldi. Rasulul­lah @, onu gördü ve: "Ey Hatice! İşte bu Cib­ril'dir, bana geldi." Hatice: "Şu anda onu görüyor musun?" diye sordu. Rasulullah @: "Evet ." cevabını verdi. Hatice Rasulullah'a: "Sol tarafıma otur." dedi. Rasulullah, Hatice'nin sol tarafına oturunca Hatice: "Şimdi görüyor musun?" diye sordu. Peygamber yine "Evet" karşılığını verdi. Hatice bu kez de sağ tarafına oturmasını istedi. Rasulullah geçti, Hatice'nin sağ tarafına oturdu. Hatice: "Şimdi onu görüyor musun?" diye tekrar sordu. Rasulullah yine "Evet" deyince Hatice, Rasulullah'tan kucağına oturmasını istedi. Bu kez Rasulullah, Hatice'nin kucağına oturdu. Yine Hatice: "Şimdi görüyor musun? sorusunu tekrarladı. Rasulullah yine olumlu cevap verince Hatice örtüsünü çıkarıp attı. O sırada Rasulullah @, hala kucağında otu­ruyordu. "Onu şimdi görüyor musun?" diye tek­rar sordu. Rasulullah @ bu kez "Hayır" cevabını verince Hatice: "Bu şeytan değil. Bu kesinlikle melek, ey amcaoğlu. Sebat et, seni müjdele­rim..." dedi. Sonra da, ona inanıp, getirdiği Şeyin hak olduğuna şehadet etti. (İbni Sa'ad).

Hz. Muhammed @'ın bizzat karşılaştığı olay-'arı ve ruhi değişiklikleri Hatice'den başka kim­se bilmiyordu. Muhammed @ 'm ona söylediği bütün manevi hadiseleri o akıllıca sır olarak sak­ladı. Hatice, pek tabi ki böylelikle İslam'ı düşünüyordu. Eğer Muhammed @ yalnız ol­saydı, son derece sıkıntı veren hallere ve olayla­ra daha çok tahammül etmek zorunda kalması gerekiyordu. Hayatından endişe edebilirdi fa­kat, üstün tevekkülü, ulvi münasebeti, şefkatli, nazik ve anlayışı dolayısıyla bunu düşünmedi. Hakikaten, Hatice ve ondan sonra gelen hanım­ları dışında pek az kimse, onun manevi tecrübe­lerinden haberdardı.

Rasulullah @, her sene bir ay Hira dağına çıkar ve orada ibadet ederdi. Peygamberlikle şeref­lendiği senenin Ramazan ayında Rasulullah @, yine i'tikafa çekilmek üzere Hira dağındaki mağaraya çıktı. Gece olunca Cibril @ ona Al­lah'ın emrini getirdi. Cibril ona, uyurken geldi. "Oku!" dedi. Rasulullah @: "Ben okuma bil­mem." diye karşılık verdi. Cibril onu öyle bir sıktı ki, Rasulullah @, öleceğini sandı. Bu olay bir iki kez tekrarlandı. Cibril yine: "Oku!" deyince Rasulullah @: "Ne okuyayım?" diye sor­du. Bunun üzerine Cibril: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O İnsanı alaktan yarattı..." diye Alak Suresi'nin ilk ayetlerini tekrarladı ve oradan ayrıldı, gitti. Rasulullah @ uykusundan uyandı, sanki kalbinde bir kitap şekillenmişti.

Rasulullah @'jn yanından geçtiği her taş ve ağaç kendisine selam veriyordu. Rasulullah @, ar­kasına, sağına, soluna döndükçe: "es-Selamu aleyke ya'Rasulullah!" diye Peygamber se-lâmıyla selamlayan ağaçlar ve taşlar görüyor­du. Gökten birinin seslendiğini duyuyordu: "Ey Muhammed sen Allah'ın peygamberisin, ben de Cibril'im." diyordu. Başını kaldırdığında melek Cibril'i bir erkek suretinde görüyordu.

Eve geldiği zaman Hatice'ye bütün olanları an­lattı. O, Hatice'nin sevgili kocası idi ve sıkıntıdaydı. Hatice onu teselli etmekte vakit kaybetmedi. Dedi ki: "Sevin ey amcaoğlu ve hu­zur içinde ol! Hatice'nin nefsi elinde olana and olsun ki, senin bu ümmete peygamber olduğuna dair ümitlerim var."

 

İnananların İlki

 

Sonra kalktı. Dış giysilerini giydi ve amcaoğlu Varaka b. Nevfel'e gitti. O'na kocası Muham­med @'ın görüp duyduğu herşeyi anlattı. "Kuddüs, Kuddüs!" dedi. Varaka: "Ey Hatice bu çok güzel bir haber! Muhakkak Varaka'nın nefsi elinde olana andolsun ki, eğer bana an­lattığın şeyler doğru ise, ey Hatice, bütün bun­lardan sonra, ona Musa'ya gelen Namus-u Ek-ber (Cibril) gelmiş ve muhakkak o, bu ümmetin peygamberidir. O'nu tebrik et. Şimdi ona söyle sebat etsin." Bunun üzerine Hatice, Rasulul-lah'ın yanına döndü. Ona Varaka'nın söyledik­lerini aktardı. Varaka'nın bu sözleri Rasulullah @'ın kendisine gelen şey hakkındaki bazı düşüncelerini yok etmesini kolaylaştırdı. (İbn Sa'ad). Hatice şimdi bir mü'mine idi, sadık bir mü'mine, O inananların ilki idi.

Rasulullah @, i'tikafdan sonra tavaf için Ka'be'ye gitti. Ka'beyi tavaf ederken orada Va-raka'ya rastladı. Varaka onu görünce "Ey kardeşimin oğlu" dedi. "Bana gördüğün ve duy­duğun şeyleri anlat." Rasulullah @, ona başından geçenleri anlatü. Bunun üzerine Vara­ka: "Varaka'nın nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim kî, sana gelen, Musa @'a gelen Namusu Ekber. Sen de bu ümmetin peygambe­risin. Elbette eziyete maruz kalacaksın, yalanla­nacaksın, savaşacaksın ve yardıma mazhar ola­caksın. Şayet ben, o günlere yetişirsem -Allah biliyor- mutlaka sana yardım ederim." dedi ve ona yaklaştı, başından öptü, Sonra Rasulullah @ evine döndü. Allah Azze ve Celle, Vara­ka'nın sözleriyle onun sebatını arttırdı ve içinde bulunan bazı tereddütleri hafifletti.

Pek tabii ki Varaka da inanan biriydi. O, Mu­hammed @'ın bu ümmetin peygamberi ol­duğunu, uzun zamandır beklenen peygamberi çoktan tasdik etti. İmanını üç defa tazeledi ve olabilir ki bunu dördüncü defa yapmasının gizli olacağını düşündü. Hatırlatmak gerekir ki Va­raka eskiden beri, Osman el-Huveyris b. Esed ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ve bazı Kureyşlİ bir­kaç gencin yaptığı gibi putperestlikten nefret ederdi. Bunlar ve diğer birkaçı hakikat arayıcı­larıydı. Onlar şarap, içki ve sarhoş edici diğer şeylerden, kumardan ve putlara tapmaktan icti-nab ettiler. (al-Muhabbar, 237).

Onların dışında, Varaka kendi başına öğrenim görüyordu. O okuma ve yazmayı öğrendi. İbra-nice biliyordu. Varaka, bununla beraber, Hristi-yan kurallarının tesirinde kaldı. O önceki ilahi kitapları tahsil etti ve İncil'in bir kopyasını kendi eliyle İbranice olarak yazdı. Sahip olduğu bu gi­bi dini kitaplardan, Peygamber @'ın o günlerde geleceğini ve çok büyük bir ihtimalle Arabistan ülkesinden çıkacağını anlamıştı. Küçük Mu­hammed @ süt annesinden ayrıldıktan sonra onu bulan Varaka idi.

Daha sonra, Hatice tarafından kuzeydeki Gazze ve Şam şehirlerinin pazarlarına seyahat ederek ticaretini ilerletmesi için Muhammed @, hizmeti­ne aldığı son zamanlarda Varaka, yeğeninin Muhammed @'dan bahsettiğini duydu. Meyse-re'nin Muhammed @ ile Suriye'ye gidişinde ve dönüşünde tanık olduğu herşeyi, Hatice, Vara-ka'ya anlatmıştı.

Bu anlatılanlardan, Varaka, Muhammed @'daki bazı Peygamberlik alametlerini keşfedebil-mişti. İlk vahyin yakın geçmişteki sırdaşları­ndan biri olan Varaka, açıkça Muhammed @'a söyledi; İsa @'ın, onun (misyonunu) önceden haber verdiğini ve Musa'ya gelen Namusu Ek-ber tarafından ziyaret edildiğini ve mesleğini ve nihai zaferini önceden haber verdiğini söyledi. Bilal'e, kafir sahibi tarafından eziyet edilirken onu teselli eden yine Varaka'dır. Fakat Varaka, Peygamber Muhammed @'m davetini aleni olarak tebliğ etmesinden az önce vefat etti.

Rasulullah Muhammed @'m hal tercümesini yazanların çoğu "davet"in ilk bölümünü birkaç sayfaya sığdırmaktadırlar. Aslında, bu dönem imalı olarak Hatice'nin vakarını, onun Allah ve Rasulüne olan imanı ve Peygamber @'a ver­mekten kaçınmadığı teşvik ve cesaretle bir­leşmektedir. İlk vahiylerin tarihi Muhammed @ ve ilk eşi Hatice ile aralarındaki karşılıksız ilişkileri hakkında zengin bir malumata haizdir. Çeşitli tefsir çalışmalarında vuku bulduğu gibi, kaynak teşkil eden bilgileri ve geleneklerin der­lemelerini şadeleştirip bir araya getirerek, Hati­ce'nin şahsiyet şeklini kolaylıkla geliştirebili­riz.

 

Ara Dönem Ve Hatice'nin Tesellisi

 

Hİra dağındaki mağarada ilk ayetlerin vahyin­den ve Muhammed @'dan titreyip sarsılma ha­linin geri alınmasından sonra, bir fetret dönemi geldi. Artık hiçbir görüntü veya vahiy yoktu. Artık mesaj gelmez oldu. Muhammed @'ı ma­nevi endîşe ve hüzün kaplamaya başladı. O'nun daha şimdiden samimi takipçileri vardı, fakat verilecek mesaj kesilmişti. Bu durum ona güç geldi. Üzüldü. Kendi kendine "Rabbİmin bana buğz edip terketmesinden korkarım" dedi. Ra­sulullah @'ı bu haller içinde teselli eden, huzur ve umut vereiı yine biricik zevcesi Hatice'ydi. Önceden sevinç ve mutluluk duyan Hatice, şim­di İslam Peygamberi'nin hanımı ve yardımcısı olmaktan gurur duyuyordu.

Daha sonra Cibril "Ve'd-Duha" suresini getirdi. Bu vahiyle Allahu Teala, Rasulü'ne "Rabbin se­ni terk etmedi ve buğz etmedi." diyordu. Rasu­lullah <3> Cibril'e: "Seni, bizi daha çok ziyaretten alıkoyan nedir? Niçin daha çok ziyaret etmiyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Allah: "Biz, senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz. Önümüzdeki ve ardımızdakİ (bütün geçmiş ve gelecek şeyler) ve bunların arasındakiler hep O'nundur. Rabbin de (seni) unutmuş değildir." ayetini indirdi.

Cibril, Rasulullah @'a namaz farz kılındığı za­man gelerek abdest almasını ve namaz kılmasını göstererek öğretti. Peygamber @ geri döndü. Allah kendisini teskin etmiş, nefsi ferah-lamıştı. Allah'tan istediği şey ona gelmişti. Eve gelince Hatice'nin elinden tuttu, onu suya getir­di. Cibril'in abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra Hatice ile birlikte dört kez secdeyle iki rek'at na­maz kıldı. Namazlarını ikisi gizlice kılıyor­lardı.

 

 

Peygamber @, sık sık Hira'ya çıkar, saatlerce orada kalırdı. Hatice ise O'nun nereye gidebile­ceğini biliyor, gecikmesi halinde peşinden hiz­metçisini gönderiyordu. Böyle zamanlarda o da merak içinde Peygamber @'ın dönmesini bek­lerdi. Hatice, O'na karşılıklı derin muhabbet ve sevgiye dayanan çeyrek yüzyılını verdi. Büyük yaş farkı olmasına rağmen, Muhammed @'m Hatice'ye karşı derin bir muhabbeti vardı ve bu bağlılık Hatice'nin vefatından sonra da devam etti. Peygamber @ elli yaşında ve Peygamber­liğin onuncu yılında iken Hatice altmış beş yaşında vefat etti. Peygamber @, bizzat mezarı­na girerek onu gömdü.

Hatice bintü Huveylid ve Ebu Talib aynı yılda vefat ettiler. Onların ölümüyle Rasulullah @'a, birbiri ardı sıra musibetler geldi. Hatice, İslam'ın samimi ve muhlis bir yardımcısıydı. Rasulullah @ ona dayanır, onunla teselli bulur­du. Rasulullah @, onu, vefatından sonra da, hat­ta genç ve güzel zevceleri olduğu sıralar bile hatırladı. Onun vefatına çok kederlendi, öyle ki vefat yılı Hüzün yılı olarak anılmaya başlandı. Peygamber @, zevcesinin bütün hanım dost­larına son derece nazikti, vefatından sonra da onlara ara sıra hediyeler gönderirdi.

Buhari'nin ve Ahmed b. Hanbel'in kaydettikle­rine göre Hz. Aişe validemiz, Hatice annemizi kıskandığı kadar, ümmehatü'l-Mii'mininden hiçbirini kıskanmadığını söyler. Peygamber @'m onu sık sık andığını, koyun kestiği zaman Hatice'nin çok sevdiği hanım arkadaşlanna pay gönderdiğini, fakat kendisinin bazen bu ilgiye dayanamadığını, Peygamber @'a "Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hatice var!" diye söylendiğini, bazen daha ileri giderek: "İhtiyarlıktan dolayı ağzında diş kalmamış yaşlı bir koca karının nesini anarsın bilmem ki, Allah O'nun yerine sana daha gencini, daha hayırlısını vermiştir" dediğini, fakat Peygamber @'in bu sözlere şöyle karşılık verdiğini söylemektedir: "Allah bana ondan daha hayırlısını verme­miştir. Herkes benim peygamberliğimi inkar ederken O bana iman etti; herkes benim yalancı olduğumu iddia ederken o beni tasdik etti; kim­se bana birşeycik vermezken o malını mülkünü benim emrime verdi; üstelik Allah Teala bana O'ndan çocuklar nasib etti."

Hz. Ali, Rasulullah @'dan şöyle duyduğunu an­lattı: "Zamanın en hayırlı kadını İmran kızı Meryem idi, İslam ümmetinin kadınlarının en hayırlısı da Hatice'dir." (Buharı, Müslim). Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Cibril Peygamber @'a şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Rasulü! İşte Hatice elinde bir yemek kabı ile geliyor. O gel­diği zaman, O'na Rabbinden ve benden selam söyle ve O'na cennette pırıl pırıl inciden bir sa­rayı olduğunun müjdesini ver." (Buharı ve Müslim).

Hz. Peygamber @ Hatice ile geçirdiği 25 yıl içinde büyük sıkıntı ızdırap ve üzüntülere hep O'nun dostluğu, verdiği huzur ve sükunu ile da­yandı. Peygamber @ ne zaman halkı tarafından reddedilmiş ve hakir görülmüş olarak eve gelse Hatice'yi kendisine karşı sevgi ve muhabbet do­lu bulur, bütün acı ve ızdıraplarmı unuturdu. Bu en elemli, sıkıntılı ve zor zamanı onunla yükle­nen, fakat hiçbir şeyden şikayetçi olmayan, her an O'nunla işbirliği içinde olan, acı ve ızdırapla-ra rıza gösteren ve onu her zaman rahatlatan Ha­tice idi. Peygamber @, O'nun beraberliğinden huzur duydu ve dışarıdaki sıkıntıları en azından belli bir zaman için unuttu.

Peygamber @, halkının reddetmesiyle ve it­hamlarıyla ne zaman yaralanmış veya kederlen-mişse evine geldiği zaman bu kederi yok olu­yordu. Çünkü Hatice'yi kendisinin tasdikçisi ve destekçisi buluyordu. Hatice, müşriklerin söz ve davranışlarım hafife alıyor, önemsemiyordu.

(Tabaqat). Peygamber @ ve İslam davası O'nunla güçlenip kuvvetlendi.

Hatice validemiz Peygamber efendimize sade­ce bir zevce olarak sevgi ve muhabbet gösterip refakat etmiş değildir. Aym zamanda O'nun hizmetine bütün rahatım, huzurunu, mal ve mülkünü, cariye ve kölesini verdi. O'ndan hiç­bir şeyini esirgemedi; bütün bunları O'nun hu­zur ve rahatı yolunda sarfetti. Muhammed @ nübüvvet gelmezden Önce bazen günlerce ve haftalarca kalmak üzere tefekkür ve niyaz için Hira'ya çıktığında Hatice O'na kölesiyle yemek ve lüzumlu diğer şeyleri gönderirdi. Kısaca Ha­tice bütün sahip olduğu madddi ve manevî varlığını O'nun uğruna harcadı. Herşeyin üstünde, bütün halk Peygamber @'a kin besler­ken, fiili kötülük içindeyken O'nun risaletini ve getirdiği dini Hatice kabul etti. Rasulullah @'a ihlasla hizmet verdi, teselli etti ve muhabbet besledi.

Bütün Arabistan'a hükmetme mevkiinde ol­duğu ve Medine'de birçok genç ve güzel hanımı bulunduğu zaman bile Muhammed @'ın sevgi, ve muhabbet hisleriyle her an hatırladığı Hatice işte bu idi. Peygamber @'ın O'na karşı beslediği sevgi ve muhabbet şu hadiseyle bir daha görülmektedir. Aişe validemiz, sırası geldikçe Peygamber @'a bu hususta imada bulunurdu. O ise: "Allah beni onun sevgisiyle mübarek kıldı" diye cevap verirdi. Bir başka seferinde Aişe Peygamber @'a acaba sevgisine İayık tek kadm o mu idi?" diye sordu. O yine şöyle cevapladı: "Hatice, bana kimsenin inanmadığı bir zaman­da inandı; halk beni reddederken o tasdik etti, İslam'ı kucakladı; hiç kimse bana yardım eli uzatmazken o beni rahatlattı." Bu, evliliklerin­de Peygamberimizin pek müşfik, huzurlu, sağlam ve derin bir muhabbet duyarak yaşadı­ğı görülmektedir.

İbni 'İmad, yeryüzü kadınları içinde Hatice'nin Aişe'den daha hayırlı olduğu hususunda görüşlerini bildirdikten sonra şu hadiseyi anlat­maktadır. Aişe, Peygamber @'a Allah'ın kendi­sine Hatice'den daha hayırlı bir zevce verip ver­mediğini (kendisini kastederek) sorduğu zaman Peygamber @ cevabında: "Allah için, hayır! Allah bana Hatice'den daha iyi ve hayırlı bir eş vermedi; çünkü halk beni reddettiği zaman o bana inandı. Halk beni herşeyden mahrum bıraktığı zaman o servetiyle bana yardım etti. " demiştir. Ebu Davud'a ikisinden hangisinin da­ha hayırlı olduğu sorulduğunda şöyle cevap­ladı: "Hatice'dir. Çünkü Aişe Muhammed @'dan dileyerek Cibril vasıtası ile Allah'a selam ve niyazlarını gönderdi. Halbuki Allah, Cibril vasıtasıyla Peygamber @'a, Hatice'ye iletmesi için selam ve iltifatları ile Cennette bir saray müjdesini gönderdi. Bundan dolayı O1 Aişe'den daha efdaldir." (Şeyh Abdul Hak Muhaddis, Delhi, Madarij An-Nubuwa, c.II, Karaçi).

Hatice validemizin İslam tarihinde müstesna bir yeri vardı. İslam'ın kabul görmediği ve Pey­gamber @'ın kötü karşılandığı zaman İslam'ı kabulde O, en önde geliyordu. Aynı zamanda O, inancını başarıya ulaştırmak için Peygamber @'ı bütün sosyal ve malî varlığıyla destekledi, bütün servetini tevhid inancının yayılması, ge­lişmesi ve kuvvetlenmesi uğrunda harcadı. Do­layısıyla kimse O'nun üzerine bir üstünlük iddia edemez. Ayrıca o, Allah'ın Rasulünü bütün kal­biyle ve ruhuyla sevdi, en çok muhtaç olduğu o sıkıntılı ve acı günlerinde ona yuvanın bütün hu­zurunu, rahatını, saadetini ve sevincini temin et­ti. Hatice aslında Allah'ın davetini her gün büyük bir dinçlik ve gayretle başlaması için Ra-sulullah @'a sağlamış olduğu cesaret ve canlılık vasıtasıydı.Bu suretle onun İslam hususundaki daimi gayret ve uğraşı, hanımının sevgi dolu il­gisi ve teşvik edici samimi sözleriyle sürekli bir şekilde kuvvetlenip canlandı. Kur'an O'nun Peygamber @'a olan yardımına ve rahatlatıcı eşliğine şu sözlerle değinmektedir: "O, bir ye­tim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı? Seni (çocukluğunda) gaib olmuş bulup da yolu­nu doğrultmadı mı? Seni bir fakir olduğunu bi­lip de, zengin yapmadı mı?" (93:6-8).

Hz. Muhammed @'a hiç miras kalmadığı, fakir ve yetim olduğu tarihî bir gerçektir. O'nun miras olarak dişi bir devesiyle bir hizmetçisi vardı. Zaman geldi, kureyş'in en zengin hanımı Hati­ce, onunla evlendi ve bütün servetini onunla paylaştı. Daha sonra Hatice'nin '"dürüst pak ve samimi sevgisi onu sadece istenilenden de çok kalkındırmakla kalmadı, aynı zamanda onu da­ha sonraki hayatında dünyevi ihtiyaçlardan bağımsız kalıp bütün vaktini Allah'ın dinine hizmet için tahsis etmesine imkan sağladı." (A. Yusuf Ali; The Holy Kur'an, sh. 1752). Bir başka ifadeyle, Muhammed @'ı bütün maddî ihtiyaçlardan azade kılıp bütün bağlılığıyla tah­sis etmesine imkan sağlayan Hatice'nin fe­dakârlığı idi. O'nun çabaları Allah'ın yardımı ve inayetiyle meyvelerini verdi ve İslam, Arabis­tan Yanmadasma ve dünyanın dört bir tarafına yayıldı. Peygamber @'ın gayretleriyle islam'ın ilk dönemlerdeki yayılma hızında Hatice vali­demizin çaba ve fedakarlıkları pek yüksektir.

Hadis ve tarih kitapları, Peygamber @ ve zevce­si Hatice arasındaki derin muhabbet ve bağlılığa ışık tutan birçok hadise ile doludur. Aişe'den rivayete göre şöyle demiştir: "Bir kere Hatice'nin kızkardeşi Hâle bintü Huveylid (Me­dine'ye gelip) Rasulullah'ın huzuruna girmek için izin dilemişti. Rasulullah (İki kardeşin ses-lerindeki benzeyişle) Hatice'nin vaktiyle izin is­temesini hatırlayarak adeta sarsıldı ve "Al­lah'ım, izin isteyeni Hâle kıl!" diye dua etti. Aişe der ki; artık kıskandım da (Hatice'yi kastederek): "Sen ayakları zayıflamış ve öleli çok ol­muş Kureyş kadınlarından birini rni kastediyor­sun? Allah onun yerine sana daha hayırlısını vermiştir." diye Rasulullah <§)'ı karşıladım. (Müslim ve Buharı). Bazı alimler Hz. Aişe'nin kadınlık gayretiyle söylediği bu sözlerle genç­lik ye güzellik itibariyle bir üstünlük kasdet-tiğini söylemişlerdir

Yine Aİşe'nm'bildirdiğİne göre; Kureyş'liler Bedir Savaşı esirlerini kurtarmak için fidye ödedikleri zaman Peygamber @'ın kızı Zeyneb de kocası.Ebu'l-As'ın serbest bırakılması için anlaşmalar'yaptı. Zeyneb biraz para ile annesi Hatice tarafından kendisine düğün hediyesi ola­rak verilen gerdanlığı gönderdi. Hatice'nin bu gerdanlığını gören Peygamber @ derinden sarsıldı ve ashabına: "Kızım Zeyneb'in esirini kendisine bağışlamayı ve malını iade etmeyi münasip görürseniz bu iyiliği edin." buyurdu­lar. Ashab-ı kiram derhal Peygamber @'ln arzu­larına uyarak esiri serbest bıraktılar, fidyesi ola­cak malı da iade ettiler, Rasulullah daha sonra Zeyneb'in küfür diyarından İslam yurduna hic­retine müsaade etmesini Ebu'1-As'a şart buyur­muştur.

Hakikat şudur ki, Hatice validemiz Peygamber @'ı samimiyetle sevdi ve dünyanın üzüntü ve endişelerinden onu kurtarmak, onu rahat ve memnun ettrimek için mümkün olan her şeyi te­min etti. Hatice, böylelikle Peygamber için evi­ni gerçek huzur ve sükuneti elde edebileceği, müşriklerin eza ve cefalarını unutabileceği bîr yuva yaptı. Hatice, Peygamber @'ın yükünü ta­mamen paylaştı ve onu hafifletmek için en iyi Şekilde çalıştı. Bu, Muhammed @'ın Hira Dağı'nda Melek Cibril'i ilk gördüğü ve hadise­den dolayı korku ve titreme içinde eve geldiği zaman Hatice'ye hadiseyi haber verdiğinde gösterildi. O'nun sevgili ve sadık hanımı Pey­gamber @'ı teskin etti, ona el Emîn olduğunu hatırlattı yç şöyle cesaret verdi: "Seni müjdele­rim ey amcaoğlu! Ve kalbini teskin edeyim ki, kendisine yemin ettiğin varlığa yemin ederim, senin bu ümmetin peygamberi olacağına kesin­likle inanıyorum." (İbn İshak). "Allah için, O se­ni alçaltmayacak, Sen akrabalarına karşı lütuf-karsın, doğru sözlüsün, muhtaçları korursun, misafirlere ikram edersin ve Hakk'ın galib gel­mesine yardımcı olursun." (Muhammed Heykel, The Life of Muhammed).

Bunlar Peygamber @ ve hanımı Hatice valide­miz arasında var olan hadiselerden birbirlerine derin tesir ve hürmetlerini aksettirmektedir. Peygamber @, O'nunla yaklaşık yirmi beş yıl memnun ve mesud bir hayat yaşadı. Biri hariç bütün çocukları ondan oldu. Hatice hayatta ol­duğu sürece bir başka kadınla evlenmedi. O'nun Hatice'ye olan kuvvetli bağlılığı Havle bintü Hakim'in, Hatice'nin vefatından sonra, O'nun keder ve acısını görüp evlenmesini söylediğin­de görülmektedir. Peygamber® ona şöyle de­di: "Hatice'den sonra evlenmeyi kim düşünebilir?" (Taberi).

 

Hz.Hatice'nin Hastalığı Ve Vefatı

 

Haşimilerin dış dünya ile münasebetlerinin ke­sildiği Boykot Dönemi'nde çok sıkıntılı üç yıl geçirildi. Kureyş, İslam'ın güçlenmesini ve yayılmasını hazmedemeyince Haşim ve Mutta-lip oğullarına karşı boykot tatbikine karar ver­mişti. Buna göre müslümanlardan kız alıp ver­meyecekler, onlarla alışveriş yapmayacaklar ve her türlü ilişkiyi keseceklerdi. Bunun üzerine Haşim oğullan ve Muttalip oğullan Ebu Ta-lib'in mahallesinde toplandılar, oraya kendileri­ne yurt edindiler. Çok sıkıntılı günler geçirdiler. Açlıktan ağaç yapraklarım yediler, sıhhatleri bozulan kadınlar ve çocuklar ağlaşıyorlardı. Ebu Talib mahallesinde meydana gelen bu sıkıntılardan dolayı Hatice de bitkin düşmüş, hastalanmıştı. Üç gün süren hastalığından sonra miladi 619 Aralık günlerinden bir günde vefat etti. Peygamber @ O'nun yanında bekleyip O'na baktı. Hatice onun vefakar hanımı ve yardımcısıydı. Sonunda Hatice kendisinden ge­çip başını yavaşça düşürünce Peygamber @ şöyle müjdeledi: "O cennette kadınların en şereflisidir." Hatice ona inanmıştı. O'nun her söylediğini tasdik etmişti. O'nun muhabbet do­lu kollarına düştü. Artık Muhammed @ için Ha­tice yoktu; bu, gerçekten telafisi mümkün olma­yan bir kayıptı.

 

KISIM 13

 

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (II)

 

2- Şevde Bintü Zem'a

 

Sahabeden bazılarının gayretleriyle Şevde biritü Zem'a, Peygamber @ ile evlendirildi. Şevde, İlk islam'a girenlerdendi. İslam'ı kabul­den sonra sıkıntı ve zorluklarla karşılaştı, hepsi­ne tahammül gösterdi. Amcasının oğlu es-Sek-ran b. Amr'la evlenmişti,

Habeş ülkesine hicret edenlerdendi. Sonra karı-koca Mekke'ye geldiler es-Sekran, Mekke'de müslüman olarak vefat etti. (İbn İshak). Hati­ce'nin vefatından sonra Peygamber @ en­dişeliydi; Taif halkını İslam'a davet İçin gidecekti. Fakat küçük çocuklara bakacak kimse yoktu. Havle bintü Hakim, ona çocuklarına da bakabilecek müşfik ve samimi bir eşe İhtiyacı olduğu yolunda telkinde bulundu. Dul ve yar­dıma muhtaç Sevde'yi teklif etti. Peygamber @ ile hicretin 3. yılında evlendiğinde elli yaşında idi. Evlilik merasimi Sevde'nİn babası tarafın­dan yapıldı ve ona Peygamber @ mehir olarak dörtyüz dirhem ödedi. (Tabaqat, İbn Sa'ad). Bütün siret alimleri Peygamber @'ın Şevde ile, Hatice'nin vefatından sonra ve Aişe'nin evli­liğinden önce nikahîandığı görüşündedirler. (Taberi).

Şevde, çok itaatkâr ve vazifeşinas bir hanım idi. Bu hususta o Peygamber @'ın diğer hanımlarını geçti. Çok da cömertti. O'nun cömertliğine bir misal olarak Hz. Ömer'in hilafet yıllarına ait bir hadiseyi aktaralım: Hz. Ömer ona bir çuval do­lusu para gönderdi. Şevde onu alır almaz hepsi­ni dağıttı. Zaten yaşlı bir hanım olduğu için iyi­ce yaşlanınca, nöbetini, kızı gibi sevdiği Aişe'ye devretmiştir. Şevde, Ömer'in hilafetinin son yılında vefat etmiştir. (Zerqani, c. III ve Al-lame Şibli Numani, Siret An nabi, c. II, Karaçi)

Peygamber @, yegane vasıflan olan bir insandı.Bütün hanımlarına olan sevgi ve muhabbeti aynı seviyede tuttu. Müteakip hadise onun hanı-mlanyla olan ilişkisini, hiçbirinin hissiyatını in­citmeden ve yaralamadan nasıl muhafaza et­tiğini göstermektedir. Hz. Aişe'nin anlattığına göre, birgün Rasulullah @ için bulamaç pişirir. Yanlarında Şevde validemiz de bulunmaktadır. Aişe, Sevde'ye "buyur sen de ye" der. O, imtina edince "Yemezsen yüzüne bulayacağım" diye tehdit eder. Şevde yememekte ısrar edince, bu­lamaçtan alıp, Sevde'nin yüzüne bular. Ortaya çıkan manzaraya Hz. Peygamber @ güler ve elini Sevde'ye koyarak: "Ne duruyorsun sen de O'nun yüzüne sür" der. Şevde de Aişe'ye sürer. Rasulullah @ O'na da güler. (Madarij An-Nu-buwa, c.XVII, Karaçi). Bu, Peygamber @'ın kadınların psikolojisinden nasıl haberdar ol­duğunu ve hiç kimsenin hakkını İhlal etmeye­cek veya Allah'ın sınırlarını aşmayacak müsaa­deler verdiğini göstermektedir.

 

3- Aişe Bintü Ebu Bekr

 

Aişe, Hz. Ebu Bekr'in kızıdır. Peygamber @ ile nübüvvetin onuncu yılında altı yaşında iken ev­lendi. Fakat evliliğin tamamlanması dokuz yaşında iken oldu. Bu evlilik hususunda Havle Bintü Hakim önayak oldu. Ebu Bekr düğün me­rasimini yaptı. Peygamber @'ın verdiği mehir miktarı dörtyüz dirhemdi. Fakat Aişe'nin riva­yetine .göre Peygamber @'ın hanımlarına öde­nen mehir miktarı her zaman beşyüz dirhem olurdu. (Müslim ve Ahmed). Aişe validemizin Peygamber @'ın vefatından sonra bile öğrenip uyguladıklarını yayarak İslam'a büyük hizmeti­nin geçtiği gözönüne alınırsa, muhtemeldir ki, Peygamber <§>'ın Aişe ile yaptığı evliliğe ilahi vahiy ile işaret edildiği intibaına varılabilir. Aişe'nin bizzat kendisinin bildirdiğine göre Ra-sulullah @ ona, rüyasında Aişe'nin kendisine gösterildiğini ve üç gece ardarda meleğin onun resmini bir ipek kumaşa iliştirmiş olarak getirip "bu senin zevcendir" dediğini söyledi. Yine de­di ki: "yüzünden örtün çekildiği zaman o senin ta kendindi." Daha sonra da "Eğer bu Allah'tan ise onu hakikat kılsın." dedi. (Buharı ve Müslim). Tirmizi bunu Aişe'den şu ifadelerle nakletti: "Cibril benim resmîmi yeşil ipek bir bezde Rasulullah @'a getirdi ve dedi ki: 'Bu se­nin dünya ve ahirette zevcendir."

Rasulullah @'ın hususi hayatını ve.İslam'ı nasıl yaşadığını bize en iyi tanıtan Aişe validemizdir. Diğer validelerimizin ne kadar hadis rivayet et­tiklerini gördükten sonra rahatlıkla diyebiliriz ki, şayet Hz. Aişe olmasaydı, Rasul-i Ekrem'in hayatının pek çok safhası bize kapalı kalacaktı. Hz. Peygamber @'m neden O'nu en çok sev­diğini, diğer hanımlarının odalarında değil de,. neden sadece O'nun yanında iken vahiy gel­diğini, Hz. Aişe'nin Üstün zekasına, derin ilmine ve anlayışına, muazzam hafıza gücüne bağla­mak gerekir. Hafızasında yüzlerce şiir bulunan, 160 beyitlik uzun bir kasideyi ezbere okuyabi­len (Tabaqat, İbn Sa'ad) Hz. Aişe, Resul-i Ek­rem'in en büyük talebelerinden biridir. Vahyin ışığıyla aydınlanan evinde, dokuz küsur yıl bo­yunca İslam eğitimi görmüştür. Ensab ilmine ve Arap Edebiyatı kültürüne büyük ölçüde aşina bir babanın kızı olarak, ilim ve kültür at­mosferinde yetişmiştir. Allah Rasulü'nün en yakın arkadaşının kızı sıfatıyla, İslam'ın İlk yıllarındaki zor ve çileli hayat, çocukluk yıllarının bütün safhalarında derin izler bırakan çekirdekten yetişme idealist bir müslümandır. Mekke'nin zengin tüccarlarından biri olan ba­basının, bütün servetini İslamiyet uğrunda har­cadığını görmüş ve her şeyini Allah için verme­nin engin zevkini ve şuurunu ailece yaşamışlardır. Böylece O, iki gün ard arda arpa ekmeğinden bile karınlarını doyuramayan, üç ay boyunca evlerinde yemek pişmeyen Pey­gamber evinin mütevazı havasını yadırgamaya­cak bir görgüye sahipti. Rasulullah @'ın o genç ve şuurlu talebesi, işte bu sebeple Hz. Peygam-ber'le beraber olduğu   yıllar boyunca, daha müreffeh bir hayat sürmek için değil, islam'ı da­ha iyi öğrenip öğretmek için gayret sarfetmiştir.

Hz. Peygamber @'in O'na neden çok değer ver­diğini, O'nu neden daha çok sevdiğini işte bu gi­bi sebeplerde aramak gerekir. Görevi, sadece ve sadece İslam'ı tebliğ etmek ve muslümanlara ideal yaşama biçimini göstermek olan Rasul-i Ekrem'in, diğer ashabı kiram'ın vakıf olmadığı hayat safhalarını bir objektif hassasiyeti ile tes-bit edecek genç ve uyanık bir talebe edinmesi gerekiyordu. O da çevresindekilerin içinde Aişe'yi buldu. Bu tesbitinde ne kadar isabet et­tiğini, Hz. Aişe gibi değil, ona yakın vasıfta bir diğer hanımın daha çıkmamasında görmek mümkündür. Hz. Aişe ile dokuz yaşında iken evlenmesi, o devrin icaplarına göre elbette son derece tabii idi; zira o zamanlar böyle bir evli­liğin yadırgandığına dair kaynaklarda bilgi yoktur. Bu evlilik birkaç sene daha gecikseydİ, Hz. Peygamber'in hayatından yüzlerce sahne meçhulümüz olacaktı. (Doç. Dr. M. Yaşar Kan-demir, Hanımlarının dilinden Hz. Peygamber, İSAV'a tebliğinden, İstanbul, 1988).

Alimler arasında evliliğin yapıldığı zamana da­ir görüş farklılıkları vardır. Fakat, en doğru olanı Aişe'nin, Hz. Hatice'nin vefatından sonra altı yaşında iken evlenmiş olması ve evliliğin Medine'de Hicretten sonra dokuz yaşında iken tamamlanmış olmasıdır. Şevde ve Hatice ile il­gili hadisler yukarıda nakledildi. Aişe, Hatice'yi görmediğini fakat Peygamber @'ın sık sık onu hatırladığını ve zaman zaman kurban kesip par­çalarını Hatice'nin arkadaşlarına dağıtılması için gönderdiğini bildirmektedir. (Buharı).

Aşağıda yer alan hadise Aişe'nin ve diğer zevce­lerin Peygamber @'ın sevgisini kazanmaya nasıl iştiyaklı olduklarını göstermeye yeterlidir. El-Kasım, Aişe'den rivayetle anlatıyor: Pey­gamber @ her ne zaman sefere Çıkacaklarsa hanımları arasında kur'a çekerdi. Bir seferinde kur'a Aişe ve Hafsa'ya çıktı. Sefer sırasında Pey­gamber @ gece olunca atını Aişe'nin devesinin yanına sürer, onunla sohbet ederdi. Yolculuk bu şekil sürüp giderken Hafsa Aişe'ye develerini değiştirmeyi teklif etti, o da kabullendi. Peygamber @, Hafsa'nın sürdüğü Aişe'nin devesi­nin yanına gelir. O gece konakladıklarında Aişe Hafsa'nın planının farkma varır ve Peygamber (g)'m yanına gelmemesi üzerine ayaklarını yılan yuvası olarak bilinen izhir otlarının arasına so­karak: "Ya Rabbi, beni ısırması için yılan veya akrep gönder ki, ben Rasulullah @'a birşey söylemeğe muktedir olmayayım." diye dua etti. (Buhari).                    

Aişe'den rivayete göre, şöyle demiştir: "Bir kere Rasulullah @ bana: "Ey Aişe benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı gazabh bulun­duğun vakti pek iyi anlarım' buyurdu. Aişe der ki ben de "Ey Allah'ın Rasulü bunu nasıl bilir­sin?" diye sordum. Resul-i Ekrem @ şöyle ce­vap verdi: 'Benden razı ve memnun olduğun ve bİrşey inkar ederken (Muhammed'in Rabb'i hakkı için öyle değildir) dersin. Bana karşı asabı olduğun zaman da (İbrahim'in Rabb'i hakkı için öyle değildir) dersin, adımı anmazsm' Aişe der ki: 'Ben de: "Evet ya Rasulullah, vallahi öyledir. Fakat ben asabi halde yalnız sizin adınızı bırakırım. Sevginizse gönlümde yaşar.' diye arzettim." (Buharı). Hz. Aişe'nin peygamberler arasında İbrahim @'in ismini anması Peygam­berimiz @'in ve tevhid dininin atası ol­ması yönüyledir ki bu seçim Aişe'nin yüksek fe-tanet ve zekasının bir delilidir. Bir bayram gününde Mescid-i Nebevi'nin avlusunda göste­ri yapan Habeşîleri seyretmek için izin isteyen Aişe'ye Peygamber @ hem izin vermiş, hem de uzun süre orada kalarak seyretmesine yardımcı olmuştu. Muhtelif seferler Aişe ile koşu yarışı yapıp bazen Aişe'nin, bazen de Peygamber @'m geçtiği bu meyanda hatırlayabileceğimiz hadi­selerdir. (Ebu Davud).

Hz. Peygamber @'ı öteki ortaklarından kıskan­ma konusundaki duygularını anlatan ve hatta zaman zaman kendini tenkid eden Aişe valide­miz, bir defasında yine Peygamber @'ı yanında göremeyince karanlıkta eliyle araştırdığını, sec-de^etmekte olan Peygamber @'ın ayağını tut­tuğunu bir başka gece, yine O'nun diğer bir eşinin yanına gitmiş olabileceğini düşünürken, secde veya rükuda dua etmekte olduğunu görünce, kendi kendine: "Anam babam sana fe-a olsur» ya Rasulullah! sen ne yapıyorsun, ben "e düşünüyorum" dediğini itiraf ediyor. (Müslim, Nesei ve Ahmed). Bir başka seferinde Aişe, Rasulullah @'a kendilerini teklif eden kadınları kıskanarak şöyle diyor: "Hiç kadın, kadınlığını mehirsizjhîbe eder mi? derdim. Ne zaman ki Allahu Teala'nın: "(Ey Rasulüm) kadınlarından dilediğini geriye bırakabilirsin, dilediğini de yanına alır (Aralarında nöbete mecbur değilsin) Geri bıraktığından yanına al­mak istediğin olursa (onu almakta da) sana bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp ta­salanmalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah si­zin kalblerinizde olanı bilir. Allah alimdir, Ha-lim'dir." (33:51) ayetini inzal buyurdu. O za­man anladım ki, Allah Peygamberi'ne mü'min-lerin üzerinde bir hak ve yüksek irade vermiştir. Ben Rasulullah @'a; Rabb'in Teâlâ, kadın­larının değil, ancak senin arzun cihetinde acele davranıyor" dedim. (Buhari ve Müslim).

Aişe bir seferinde O'na şöyle sorduğunu söyle­di: "Ya Rasulullah, lütfen bana bildirir misin? Sen bir vadiye insen de orada iki çeşit ağaç bul-san 1) Üzerindeki mahsulü yenmiş. 2) Mahsulü yenilmemiş. Deveni hangisinde yayar, ot­latırsın?" Peygamber @: "Başkası tarafından otlatılmayan ağaçta" deyince Aişe: "Ben işte o ağacım." dedi. Hz. Aişe bu sorusu İle Rasulullah @'in kendisinden başka bakire olarak kimsey­le evlenmediğini kastediyordu (Buhari).

Aişe ile Peygamber @ arasında derin bir mu­habbet bağı vardı. Bu samimi ve içten ilişki­nin mahiyetini hadis ve siyer kitapları yeri geldikçe izah ederler. Peygamber @ hoşnut etmek için ashabı hediyelerini Aişe'nin hane­sinde takdim etmek isterlerdi. Aişe, Rasûlullah @'in hanımlarının teşkil ettiği grubtu. Aİşe'den rivayet edilen hadiseyi ba­şından nakledelim: "Ashabın takdim etmek is­tediği bir hediyesi bulunursa o hediyesini Rasûlullah Aişe'nin hanesinde iken gönderir­lerdi. Bu haliyle Ümmü Seleme grubu dedi­koduya başladı da bunlar, Ümmü Seleme'ye: (Var, Rasûlullah @'e söyle! Halka ilan etsin! Ve her kim Rasûlullah'a bîr hediye vermek İs­terse, o kimse Rasûlullah @ kadınlarından hangisinin odasında bulunursa bulunsun hedi­yesini versin) demişlerdi. Ümmü Seleme; ka­dınların kendisine söyledikleri bu sözü Rasûlullah @'e söyledi. Fakat Rasûlullah @ ona cevap vermedi. Ümmü Seleme grubuna dahil olan kadınlar Ümmü Seleme'den duru­mu sorduklarında, o da: 'Rasûlullah bana bir-şey söylemedi" diye cevap verdi. Onlar da Ümmü Seleme'ye: 'Artık Rasûlullah sana bir cevap verinceye kadar bu dileğimizi arzet! de­diler. Hakikaten Ümmü Seleme de Rasûlullah'a kendi nöbetinde dönüp geldiğin­de söyledi. Bu defa Rasûlullah cevaben : 'Sa­kın Aişe hakkında söylenip bana eza verme, baha hiçbir kadının nöbetinde iken vahiy gel­mez de yalnız Aişe'nin odasında iken gelir' buyurdu, Ümmü Seleme, (Ben de; 'ya Rasûlullah sana eza vermekten tevbe ederek Allah'a rücu ederim' diye özür diledim) dedi. Daha sonra onlar Rasûlullah @'in kızı Fatı-ma'yı çağırdılar ve onu Rasûlullah @'e gön­derdiler. Fatıma bu mesele haKkmda onunla konuştu, fakat Peygamber @: 'Kızım, sen be-nimisevdiğimi sevmez misin?' diye sordu. Fa­tıma: 'Elbette severim deyince, 'Öyleyse Ai-şe'yi de sev1 buyurdu." (Buhari ve Müslim).

Yine Aişe, Rasûlullah @'in kendisi İle Şevval ayında evlendiğini ve Şevval'de birleştiğini (zifaf) dolayısıyla Rasûlullah @'ın hangi ha­nımının Peygamber @ tarafından daha çok sevilmiş olabileceğini söyledi. (Müslim). Peygamber @'in hanımlarına karşı bu sevgi ve muhabbeti onun dürüst tabiat ve karakteri­ni göstermektedir. O, doğru ve kusursuz bir insandı. O bütün hisleri, zihnî duygulan ve fıtrî arzuları herhangi bir insan gibi duydu ve tecrübe etti. Onları meşru bir zeminde yerine getirdi. Bu durum, onun için ne gayri tabii birşeydir, ne bir kötülüktür, ne de muttaki ol­maya aykırıdır; o bunu insan medeniyet ve kültürünün doğuşundan bu yana beşeriyetin tanıdığı normal ve makul olan yolla tatmin et­ti. Bu suretle, Hz. Muhammed (gı'İn aile haya­tı, beşeriyetin uyması için tam bir örnek mo­deldir. O bu normal ve tabii davranış ve meş­ru tatmin yolunu şehvete düşkünlükten, yani hafif meşreplikten ayırmış, gerek teoride, ge­rekse fiilen ona uyan insanlara yegane Örnek bırakmıştır. Sözleri her zaman evlilik ilişkileri üzerine yerleştirdiği ulvî ve asıl prensipleri aksettirmektedir. Ebu Zer'e göre Rasûlullah @ şöyle buyurdu: "..Ve herbirinîzin cinsî fii­linde hayır vardır." Ashabı: "Ya Rasûlullah, her hangi birimiz cinsî arzumuzu ifa ettiği­mizde bunun için hiç sevap olur mu?" dedi. Peygamber @ buyurdu ki: "Düşünmüyor mu­sunuz ki, onu gayrımeşrû şekilde işlediğiniz zaman, günah işlenmiş oluyor. Keza eğer kişi bunu meşru olarak işlemişse, ona sevap mü­kafatı vardır." (Müslim). Hatta Aişe'ye derin bir muhabbeti olmasına rağmen, bu sevgi hiç­bir yönde Allah tarafından ona yüklenen esas gayeye olan dikkatini dağıtmamıştır, çalışma­larını da azaltmamıştır. Tarihte de bildirildiği gibi, onun muhtelif söz ve davranışları, ha-nımlarıyla olan ilişkileri hakkında iyi münase­betlerini göstermektedir. Bir defasında onun şöyle buyurduğu bildirildi: "Mutedil olun! Halkı yakınlaştırmaya çalışın ve onlar iyi me­ziyetlerinden dolayı değil ancak, ilâhî lütuf ve rahmetten dolayı Cehenneme girmiyeceklerı-ni söyleyin.' Aişe dedi ki: "Ya Rasûlullah! Bu senin için de geçerli mi?" Peygamber @: "Evet, ben de O'nun af ve rahmeti için dua ediyorum." dedi.

Peygamber @, Aişe'yi, ilk hanımı Hatice'nin vefatından sonra diğer hanımlarını sevdiğin­den daha çok sevdi, fakat bu sevgisi, O'nun Allah'a olan sevgisini ve vazifesİndeki bağlılı­ğını azaltmadı. Aişe, Muhammed @'in herşe yi unutup kendisiyle konuşup eğlendiğini, fakat ezanın okunmasıyla rengi   değişerek, sanki onunla hiçbir şey yokmuş gibi na-jn için dışan gittiğini söyledi. Yine Aişe, bil­dirdi kî, eve girerken onun şu sözleri tekrarla­nması her zamanki adetiydi: "Eğer bir insanın altın dolu iki vadisi olsa, o bir üçüncüsünü arzu eder. Onun arzusunu, ağzını sadece toprak dol­durur. Zenginlik yaratıldı ki, insan Rabbine gükrünü eda etsin ve muhtaçlara yardım etsin; her kim ki, Allah'a dayanırsa Allah da ona da­yanır." Aile üyelerini bu dünyanın geçici zen­ginliğine karşı uyarmak için bu sözler Muham-jned @ tarafından sık sık tekrarlanıyordu. Yine Aişe, bildirdi ki her ne zaman Rasulullah @'a iki şeyden biri için tercih yaptırılsa, yapılmasında günah olmadığı takdirde o her zaman kolay olanı seçerdi. Aişe, kendisinin üzerinde hayvan resimleri olan bir yastığı olduğunu söyledi. Ra-şulullah @ onu gördüğü zaman, kapıda durup içeri girmedi. Aişe onun yüzündeki hoşnutsuz­luk alametlerini farketti ve dedi ki: "Ya Rasulul­lah! Ben ne kötülük işledim? Rasulullah @, "Bu küçük yastık nedir?" dedi. Aİşe: "Onu sana otur­man ve uzanman için aldım" diye cevapladı. Ra­sulullah @ buyurdu ki: "Bu resimleri yapan o kimseler Kıyamet günü cezalandırılacaklardır." (Buhari).

Peygamber @ hanımlarının odalarına yatsı na­mazından sonra gider, dişlerini mi s v akladıktan sonra da doğruca yatağa girerdi. O, gecenin üçte birinde veya son çeyreğinde kalkar, teheccüd namazı kılardı. Aİşe ile beraberken onu da. sa­bahın erken saatlerinde kaldırır, fecre kadar na­maz kılarlardı. Her ikisi sünnet namazlarını eda ettikten sonra biraz daha dinlenirler ve sohbet ederlerdi. Rasulullah @ daha sonra mescide farz namazı için giderdi. Bazen bütün gece na­maz kılardı. Peygamber @ Aişe'ye imam olur­du. Kur'an'dan Bakara, Al-i Imran ve Nisa sure­leri gibi uzun sureleri loraafeder, gazab ile ilgili ay.et geçse, onlar bağışlanmak için duada bulu­nurlar, Allah'a sığınırlardı. Rahmet ve müjde ayetleri okunduğunda Allah'tan mağfiretini ümid ederlerdi. Bu suretle bu iki muttaki ve muhsin kişi ile Allahu Zülcelal arasında kurulan manevi diyalog, bazen bütün gece devam eder­di. Sabahleyin Peygamber @ farz namazı mes­citte eda eder, Aişe de kendi bölmesinde diğer hanımlarla imama uyarak namaz kılardı.

Aişe'nin Rasulullah @'a olan muhabbeti ve bağlılığı, üstün zekası, derin ilmi, anlayışı ve hafıza gücü, onû diğer Peygamber hanımların­dan üstün yaptı. Ebu Musa, Rasutullah @'ın-Şöyle buyurduğunu bildirdi: "Aişe'nin diğer hanımlara olan üstünlüğü, (bir çeşit yemek olan) tirit'in diğer yemeklere üstünlüğü gibi­dir." (Buhari ve Müslim). Amr b. As, Zât-ı Sela-sil gazasından döndüğünde Rasulullah @'ın hu­zurunda iken sordu: "Ya Rasulullah, Ashab içinde size en sevimli kimdir?" Rasulullah @:" Aişe'dir" buyurdu. O, "Erkeklerden kimdir?^' dedi. Rasulullah @: "Aişe'nin babası" dedi. (Buhari). Bir seferde Aişe'nin devesi ürktü ve üzerindeyken büyük bir hızla koştu. Peygamber @ telaşlandı, yerinde duramaz oldu; kendi ken­dine "vah gelinim!" dedi. (Müsned-i Ahmed).

Peygamber @'ın Aişe'ye olan muhabbeti, Aişe'nin fiziki cazibesi veya zerafeti sebebiyle değildir. Çünkü hanımları arasında ondan daha fazla değilse bile güzellikte ve zerafette eşit olanlar vardı. Zeyneb bİntü Cahş, Safiyye ve Cüveyriyye gibi. Aynca onlar gençti de. Siret ve hadis kitaplarında onların güzellik ve zerafetle-rini söz konusu eden birçok haber vardır. Birkaç hadise dışında Aişe'nin bu yönleri hakkında pek az haber yer almaktadır.

Gerçek şu ki, Aişe çok zeki, maharetli ve akıllı idi. Peygamber @'dan pek çok fıkhı mesele hakında derin bilgiler elde etti. Peygamber @, Aişe'nin gelecek nesiller arasında uzun süre Kur'anî bilgilerin ve kendi uygulamalarının yayılmasına vesile olacağını gördü. O ise çok genç olmasına rağmen Rasulullah @'dan her ne görüyor idiyse aynen onu kavrıyor ve yaşıyor­du. Rasulullah için Aişe, diğer ashabın vakıf ol­madığı hayat safhalarım bir objektif hassasiyeti ile tesbit edecek genç ve uyanık bir talebeydi. Peygamber @'ın neden O'nu en çok sevdiğini, diğer hanımlarının odalarında değil de neden sadece O'nun yanında iken vahiy geldiğini, Aişe'nin Üstün zekasına, derin ilmine ve an­layışına, muazzam hafıza gücüne bağlamak ge­rekir. Sonraki yıllarda görüleceği gibi Aişe za­manının birçok fakih vemüfessirleriyle ilmî müzakerelerde bulunmuş, onlara fıkhın ve Kur'an'ıri inceliklerini tefsir etmiştir. O dini ilimlerde ve edebiyatta ileri bir mevkie sahipti. Hafızasında yüzlerce şiir bulunuyor, 160 beyt-lik uzun bir kasideyi ezbere okuyabiliyordu. En çok hadis rivayet edenler arasında yer almıştır. 2210 hadis rivayet etmiştir. Ashabın büyükleri, Rasulullah @'ın ahvalini ondan sorup Öğrenir­lerdi. Ashab ile yaptığı ilmî münakaşalarda delillerinin kuvveti sayesinde haklı çıkardı. Bazı meselelerde Ebu Hureyre'ye, Abdullah b. Ömer'e, Abdullah b. Abbas'a ve başkalarına muhalefet etmiş ve makul itirazları kabul edil­miştir. Ebu Musa şöyle dedi: "Haklarında bilgi sahibi olmayıp Aişe'den soruşturduğumuz hiç­bir şeyde asla güçlükle karşılaşmadık." Tabİ-in'in büyüklerinden İmamı Zuhri; "Bütün hal­kın arasında en büyük alîm Aişe idi, ashabın önde gelenleri ondan bazı meseleleri sorar­lardı." dedi. (Tabaqat, c. II).

Urve b. Zübeyr; Kur'an'da, feraizde, helal ve ha­ram konusunda fıkıhta, şiirde, tıbda, Arap tari­hinde ve neseb ilminde Aişe'den daha büyük bir alim bulunmadığı fikrindeydi. İmamı Zühri bu konuda şu görüşünü ileri sürmektedir: "Eğer bütün erkeklerin ve Peygamber @'ın hanı­mlarının bilgileri bir tarafa konsa, Aişe'nin bil­gisi hepsini aşar." O, Peygamber @'ın ashabı ta­rafından müçtehidler arasında sayıldı. Hiç şüphesiz onun adı, Ömer, Ali, Abdullah b. Me-sud ve Abdullah b. Abbas ile birlikte zikredilir. O, Ebu Bekr, Ömer, Osman'ın hilafetleri dönemlerinde fetva verirdi. Bazı alimlere göre Şer'i emirlerin dörtte biri. onun tarafından nakle­dildi.

Hz. Aişe'nin bu vasıfları onu Peygamber @'a çok yakın yaptı. Bu husus, evlenilecek kadında­ki nitelikleri anlatan hadisde Aişe'nin bizzat kendisi tarafından tasdik edilmiştir. (Müsned-i Ahmed). Ebu Hureyre; Rasulullah @'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: "Kadın dört şey için ni­kah edilir: Malı için, şerefi için, güzelliği için ve dini için. Sen dindarı al da yoksulluktan ellerin toprağa yapışsın." (Buhari ve Müslim).

Bu durum Peygamber @'ın Hatice'den sonra diğer hanımlarından daha çok İslam'ı ve O'nun emirlerini daha iyi anladığı, keskin zekalı ol­duğu, insanların meselelerinde dinin gösterdiği çözüm yollarını bilmesinden dolayı Aişe'ye muhabbetini göstermektedir. Kendisinden on-beş yaş büyük olan Hatice'ye de Peygamberi-miz'in muhabbet duymasındaki sebep budur. Hatice, İslam'ı ilk kabul eden ve onu destekleyendi. Ve o herşeyini İslam'ın ve Rasulullah @'ın yoluna feda etti. Hatice'nin adı anıldığında Aişe'nin Peygamber @'a kıskançlığını ima eden sözleri karşısında Rasulullah @ Hati­ce'nin İslâm yoluna sarf ettiği maddî ve manevî fedakârlıkları dile getirmiştir. Peygamber @, şüphesiz Hatice'yi ve Aişe'yi, onların büyük bağlılıkları ve İslâm'ın başarısı için gösterdik­leri gayretleri sebebiyle herkesten daha çok sev­di. Mekkeli müşriklere karşı ilk mücadeleleri sırasında Peygamber @ 'in en büyük teskîn ve teselli kaynağı Hatice idi. Yine Kureyşin mütte­fik kuvvetlerine, Yahudilere ve müşrik Arapla­ra karşı savaşa giriştiğinde onun huzuru ve sükûnu Aişe idi. Bu arada, Aişe'nin çok erken yaşlarda Peygamber @' m eşliğinde eğitim ve öğrenim görmesi onu, Kur'an ilmini ve Rasûl'ün sünnetini ileri yıllarda insanlara yay­ma işine hazırladı.

Peygamber @ bu suretle, kendi örneğiyle bir kocanın hanımını nasıl memnun ve mesud et­meye çalışması gerektiğini göstermektedir. Peygamber @ bazen onu farklı bir yol ile sevin­dirir ve neşe ile selâmlardı .Onun günlük mutat fa­aliyetleriyle ilgilenirdi. Yine Aişe'nin rivaye­tinden; bir bayram günü Aişe'nin ensâr'dan iki kızla birlikte eğlendiklerini, def çalıp şarkı söyleyen kızların rahatsız olmaması için Rasûl-i Ekrem'in sedire uzanıp yüzünü de örttüğünü; fakat bu hâli gören Ebû Bekir'in, kızını azarla­yarak Peygamber @'in yanında böyle şeyler yapılır mı, demesi üzerine Rasûlullah@'ın du­ruma müdahale ederek onları rahat bırakmasını söylediğini bilmekteyiz. Yine böyle bir bayram günü Mescid-i Nebevi'de harp oyunları gösteri­si yapan Habeşlileri seyretmek üzere Hz. Aişe'yi beraberinde götürdüğünü, O'nu arkası­na alarak ve rahatça görmesini sağlamak üzere öne doğru eğilerek gösterileri seyrettirdiğini görmekteyiz. Bu sonuncu hadîsi rivayet eden Hz. Aişe, genç kızlara bu kabil eğlenceleri göstermenin iyi olacağını söylemekte, onlara anlayışlı davranmayı tavsiye etmektedir. Çünkü kendisi de Rasûl-i Ekrem'den aynı an­layış ve müsamahayı görmüştür.

Aile fertlerinin topluca bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla da her akşam, bütün ha­nımlar, Rasulullah @ o gece kimin yanında geceleyecekse, topluca oraya gelirler, söE6et[eder, ibretli kıssalar anlattığı, bu arada hepsine gül­dürücü şakalar vaptığı rivayet edilmiştir. "(Heysemi). Bir defasında Peygamber @, Aişe'ye bir hikâye anlatırken Karefe adını andı ve "Sen Karefe'nin kim olduğunu biliyor mu­sun? O Azra kabilesine mensuptu ve cinler onu alıp kendi yerlerine götürdüler. O, orada bir çok garip şeyler gördü ve döndüğünde bunları halka anlattı. Bu yüzden halk ne zaman acaip bir hikâ­ye duysa, 'Bu Karafe'nin hikâyesi derler'" dedi. (MÜsned-i Ahmed, Tirmizî). Bir defasında Aişe, Peygamber @ 'a on bir kadının hikâyesini anlattı. Ümmü Zer hadisi diye bilinen, Buharî ve Müslim'in Sahih'lerinde yer alan Cahiliyyet döneminde on bir kadının bir araya gelerek ko­calarının kusur ve meziyetlerini birbirlerinden saklamaksızın anlattıkları uzun rivayette son kadının kocası cömert ve asil bir kişi olan Ebu Zer idi. Aişe, hikâyesini bitirince, Peygamber @; "Ümmü Zer'e göre Ebu Zer neyse, ben de sa­na göre öyleyim" demek suretiyle aralarındaki eşsiz muhabbetin artmasına imkân hazır­lamıştır. Peygamber @ Aişe ile birlikte yemek yerken birşeyi önce O'nun içmesini ister, sonra da özellikle O'nun ağzının değdiği yerden içer­di. Eşler arasındaki mesafenin kalkmasını, mu­habbetin artmasını temin edecek davranışlara Peygamberimiz @'in ne kadar önem diğini gösteren bir çok misal verilebilir. BTr defasında bir Farslı komşusu Peygamber @'i akşam ye­meğe davet etti. Peygamber @, "Aişe benimle gelecek" dedi. Komşusu "hayır" deyince Pey­gamber @ bu daveti kabul etmedi. Komşusu ikinci ve üçüncü defa da gelip davetini tekrar­ladı. Peygamber @ da her defasında "Aişe de davetli olacak" dedi. Son kez komşusu olumlu cevap verince Peygamber @ davete Aişe ile bir­likte icabet etti. (Müslim).

Peygamber®, hanımlanyla aralarındaki sevgi bağlannı pekiştirecek, yakınlığı arttıracak tarz­da senlİ-benli olurdu. Hadislerde görülen söz ve davranış şekillerine Peygamber @ ile ashabı arasında geçmiş gibi değil de kan-koca arasında vukubulmuş haliyle bakılmalıdır. Aişe'nin nöbeti günü Peygamber @ kapıdan girer girmez onun baş ağrısından dolayı "Vay başım!" diye sızlandığını gördü. Peygamber @ Aişe'ye şöyle söyleyerek takıldı: "Sen benden önce ölsen de, seni kendim yıkasam, kendim kefenlesem, üze­rine namazını kılsam, kendim defnetsem olmaz mı?" Bunu duyan Aişe: "Vay başıma gelenler! Vallahi öyle sanıyorum ki, sen gerçekten benim ölmemi istiyorsun. Eğer ben ölürsem, sen o günün akşamı hanımlarından biriyle beraber olursun" deyince Peygamber @ tebessüm bu­yurdu. (Müsned-i Ahmed, İbni Mace, Dârimî). Bir seferinde Aişe'nin odasına bir tutsak ka­patıldı. Aişe kadınlarla sohbetle meşgulken, tutsak kaçtı. Peygamber @ geldiğinde tutsağı bulamayınca Aişe'ye sordu. Aişe olanları an­lattı. Peygamber @, öfkeyle ona, "Senin elin ke­silmeli" dedi. Daha sonra dışarı çıkıp ashabına haber verdi, bu arada tutsak yakalanmıştı. Pey­gamber @ geri döndüğünde Aişe'yi ellerini çe­virip onlara bakar halde buldu. Ne yaptığını sor­du. O da: "Hangi elimin kesileceğini karar-laştınyorum" dedi. Peygamber @ çok sarsıldı ve dua için ellerini kaldırdı. (Müsned-i Ahmed). Aişe Peygamber @'a karşı itaatkâr ve hiz­metkârdı. Evde hizmetli olmasına rağmen işleri kendisi yapardı. Buğday öğütüp hamur yapardı. Yemeğini pişirir, yatağını sererdi. (Buharî ve Tezyinat'ta geometrik şekillerden faydalanılarak yapılmış güzel bir örnek,. Tirmizî). Abdest alması için Peygamber @'a suyunu getirirdi. (Müsned). O'nun saçını tarar, güzel koku sürer, elbiselerini yıkardı. (Buharî). Peygamber @ yatmaya girdiğinde, yanına mis­vak ve su koyardı. (Ahmed). Misvaklarını te­mizlerdi. (Ebu Davud). Her ne zaman Peygam­ber @'ın bir misafiri evine gelse Aişe onlara hizmet ederdi. Suffe ashabından biri olan Kays Giffarî şöyle bildirdi: "Bir gün Rasulullah bize Aişe'nİn evine gitmemizi söyledi. Biz vardığımızda dedi ki; 'Aişe, bize biraz yemek ver.' Aişe biraz yemek getirdi. Peygamber @ daha fazla yemek istedi ve o (kurutulmuş hur­madan yapılmış) harire getirdi. Daha sonra Peygamber @ biraz içecek istedi ve o büyük bir kap süt ile bir küçük kap su getirdi. "(Ebu Da­vud). Hz. Aişe Peygamber @ ile dokuz yıl yaşadı ve ona hizmet etti. Asla itaatsizlik etmek­sizin O'nun bütün ihtiyaçlarını ve taleplerini karşıladı. Aslında Aişe O'nun hizmetinden memnun ve mesrur oluyordu. Her ne zaman Peygamber @ bir şeyden hoşlanmadığım belli etse, o hemen o şeyden çekinir ve onu evinden Çıkarırdı. (Buharî). Ashabı kiramdan biri, halkı velime'ye davet edecekti. Fakat evinde ikram edeceği bir şey yoktu. Peygamber @, ona Aişe'ye gidip bir küfe buğday verdi. Öyle ki ev­de akşam için onlara yiyecek hiç bir şey kal­mamıştı. (Müsned-i Ahmed).

Âişe, vakit namazlarına ve teheccüde ilaveten Peygamber @ ile işrak namazını da (güneşin doğuşu ile öğle arası) edâ ederdi. O, çok defa Peygamber ile birlikte Ramazan dışında da oruç tuttu. Ramazan ayının son on gününde İti-kafa da girdi.   .

Peygamber @'ın itikafa girmesini sağlamak İçin O'na çadırı Aişe kurardı. Peygamber @ sa­bah namazından sonra bir müddetliğine Aişe'ye giderdi. İtikaf cadın Aişe'nin odasına yakındı. Oradan başını uzatır, Aİşe de saçlarını tarardı.

İpek giysi ve altın takıların kadınlara helâl ol­masına rağmen, Peygamber @ ev halkının on­ları giyip takmalarını hoş görmezdi. Çünkü O'nun dünyevî süs ve zînetlere karşı fıtrî bîr memnuniyetsizliği vardı Bir defasında Aişe altın bir bilezik takmıştı. Peygamber @ ona:

"Sana daha iyi bir fikir vereyim mî? Bu bilezik­leri çıkar ve İki gümüş bilezik al. Onların da üze­rine safran boyası sür." dedi. (Neseî).

Normal olmayan durumlarda bile Aişe'nin Pey­gamber @'a olan muhabbeti ve bağlılığı daim kaldı. Onların evlilik münasebetleri daha yakı­nlaştı. Bu husus müteakip olaylarda net bir şekilde görülecektir.

Aişe, Peygamber @'ın vaktini Zeyneb bintü Cahş ile geçirdiğini ve Zeyneb'in de O'na içme­si için bal şerbeti ikram ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Aişe, Hafsa ve Şevde, Peygamber @ onları ziyaret edeceği zaman "Ya Rasulullah, megafir mi yediniz? Sizde megafır kokusu du­yuyorum?" .demeyi kararlaştırdı. Megafir, yapışkan ve tatlı bir zamk olup fena bir kokusu vardır. Peygamber @ onların odalarını ziyaret ettiği zaman hepsi aynı şeyi söylediler. Pey­gamber @: "Hayır ben megafir yemedim. Yalnız Zeyneb bintü Cahş'm yanında bal şerbe­ti içmiştim. Artık bir daha onu içmem." diye and içti. Ve "İşte yemin ettim, sakın bunu bir başkasına duyurma!" diye tenbih buyurdu. (Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî ve Ah­med). Rasulullah(3>'ın helâl ve mubah olan bir gıdayı haram kılması ve bunun mahrem kal­masına ihtimam buyurması kadınları memnun etmek ve kıskançlığının aile' düzeni üzerinde ters etki göstermesinden kaçınmak sebebine da­yanıyordu. Fakat bunun bir helâli haram kılacak dereceye varması muvafık olmadığı âyette işaret olunmakla beraber Allahu Teâlâ'nın gafur ve rahîm olduğu zikrolunarak Peygamber @'ın müteessir olmaması bildirildi: "Ey Pey­gamber! AUah'ınsana helâl kıldığı şeyi niçin haram edersin, (bu suretle) kadınlarının hoşnut­luğunu ararsın? (Müteessir olma!) Allah gafur­dur, rahimdir." (66:1).

Hz. Aİşe tarafından plânlanan megafir sözünü Peygamber @ 'a söyleyen bir rivayete göre Aişe ile Hz. Ömer'in kızı Hafsa idi.

Daha sonra aynı dönemde bir başka hâdise oldu. Peygamber @ hanımlarından birine bir sır söyledi ye başkasına aktarmamasını istedi. Bu­na rağmen p başkasına açıkladı. Bunun üzerine şu ayet mealinde ifade olunduğu üzere Rasulul­lah @'a vahiy ile bildirildi: "Hani Peygamber, kadınlarının bazısına gizlice bir söz söylemişti. Vaktaki kadın o sırrı (gizlemeyip) haber verdi. Allah da onu Peygamber'e açıkladı. Artık Pey­gamber, zevcesine ifşa ettiklerinin bir kısmını bildirdîyse de bir kısmını yüzüne vurmaktan sarf-ı nazar etti. Rasulullah kadına ifşa ettiğini söyleyince kadın: 'Onu sana kim haber verdi.' buyurdu." (66:3). Bu yönüyle sırrı yaymak Pey­gamber @'a itaatsizlikti, halbuki onlara Pey­gamber @ ne veriyorsa almaları, neyi seviyorsa sevmeleri ve yasakladıklarından kaçınmaları emredilmişti. Kur'an onlara şu sözlerle İhtar et­mektedir: "(Ey Peygamber'in eşleri) Eğer ikiniz de tevbe ederseniz, kaymış olan kalpleriniz düzelmiş olur. Eğer eşinizin aleyhinde yardı­mlaşarak bir şey yapmağa kalkarsanız, bilin ki Allah onun dostu, bundan başka Cibril, iyi mü'minler ve melekler de yardımcılarıdır." (66:4).

İbni Abbas'a göre söz konusu hanımlar Aişe ile Hafsa idi. (Buharî).

Bu ve benzeri hadiseler Allah'ın Rasulünü hu­zursuz kıldı ve Aişe dahil bütün hanımlarından uzak, bir ay kadar münzevî bir hayat geçirdi. Aişe merak ve sabırsızlıkla günleri sayıyordu. Yirmidokuz gün geçtikten sonra Rasulullah @ Aişe'nin odasına geldi. Aişe ona: "Ey Allah'ın Rasûlü! Beni bir ay ziyaret etmeyeceğinize ye-min ettiniz. Fakat ben günleri saydım, henüz yirmidokuz gün geçti." dedi. Peygamber @ da "Bu ay yirmidokuz gün çekiyor." dedi. (Bu­harî). Daha sonra da: "Aişe! Seni iki şey arasın­da muhayyer bırakıyorum. Cevabını vermeden önce anâ-babana başvur." buyurdu. Aişe'nin, hangi meseleden dolayı ana-babasına başvura­cağım diye sorması üzerine Peygamber @ Ahzâb Sûresi'nden "Ey Peygamber! Kadınları­na şöyle söyle: 'Eğer dünya hayat ve zînetini is­tiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Al­lah'ı ve RasulünÜ ve ahiret evini istiyorsanız, iyi biliniz ki, sizden güzellik edenlere Allah pek büyük bir ecir hazırlamıştır." ayetini okudu. (33:28). Rasulullah @, Aişe'den başlayarak bütün kadınlarım muhayyer bıraktı. Aişe he­men: "Ben Allah'ı, Rasulüllah'ı ve ahiret mu­radını isterim." diye cevap verdi. Bunu duyunca Peygamber @'ın yüzünde sevinç ve neşe alameti belirdi. (Buharî ve Müslim).

Teyemmüm ile ilgili âyetin gelişini Hz. Aişe'nin bir rivayetinden şöyle öğreniyoruz. O anlatıyor: "Nebiyy-i Ekrem'in seferlerinin bi­rinde birlikte yola çıkmış idik. (Medine Mekke yolu üzerinde) Beydâ veya Zâtü'l-Ceyş'e vardığımızda bir gerdanlığım kopup kayboldu. Aransın diye Rasulullah @, o mahalde bekledi. Herkes de beraber bekledi. Halbuki bir su başında değillerdi. Halk Ebu Bekr'e gelip: 'Ya Ebâ Bekr! Aişe'nin yaptığını gördün mü? Rasu­lullah @'ı da, herkesi de yollarından alıkoydu. Su başında değiller. Kimsenin yanında da su yok.' dediler. Ebu Bekr benim yanıma geldi. Ra­sulullah @ da uyumuş, (mübarek) başını dizime koymuştu. Ebu Bekr: 'Sen Rasulullah @'ı da, herkesi de yolundan alıkoydun. Su başında değiller, kimsenin yanında da su yok.' dedi. Ebu Bekr bana kızıp birçok söz söyledi. Eli ile de böğrüme vurmaya başladı. (Böyle iken yine) Rasulullah @'ın (mübarek) başı dizimde ol­duğu için hiç kıpırdamadım. Sabah olunca Ra­sulullah @ kalktı. Hiç su yoktu. Allah Azze ve Celle Hazretleri teyemmüm ayetini inzal bu­yurdu. Herkes teyemmüm etti. Useyd b. Hudayr (bana): "Allah seni hayır ile mükafatlandırsın. Vallahi senin başına hoşlanmadığın hiçbir iş gelmez ki, Allahu Teâla onda senin için de, müslümanlar için de bir hayır bulundurmasın.' dedi." (Buharî). Peygamber @'ın da "Senin gerdanlığının bereketi ne büyük imiş," buyurduk­ları İshak-ı Bustî'nin tefsiri kaydeder. Rivayeti­nin sonunda Aişe der ki: "Sonra gideceğimiz sırada üzerine bindiğim deveyi kaldırdık. Ger­danlığı altında bulduk." (Buharî).

Kaçınılmaz" durumlar -daha sonra bahsedile­ceği üzere- Aişe'ye ve ailesine ve hatta Peygam­ber @'a bile acı, keder ve sıkıntı getirdi. Fakat bu kederin veya taciz olmanın hiçbir miktarı dürüst ve asil iki insan arasındaki gerçek mu­habbet ve bağlılığa zarar verememiştir. Onların evliliklerinin fizikî tatmin esasına dayalı ol­mayıp, ruhî ve aklî esaslar üzerine kurulmuş ol­ması sevgi münasebetlerini daha da sağlam-laştiran bir etken oldu. Peygamber @, Aişe'nin hem kendi, hem de babası Ebu Bekr'in terbiye­sinde büyümesinden, O'nun takva sahibi, zeki ve ictihad edecek derecede ilmî şahsiyete sahip olmasını takdir ediyordu.

İfk Olayı ve İlgili Ayetler: Bu olay Rasulullah @'ın zevcesi ve Ümmehatu'l-Mü'mininden Hz. Aişe'ye atılmış bir iftira olduğu için Rasulullah @'ın aile hayatını doğrudan ilgilendiren konu­lardan biridir. Kur'an-ı Kerîm bu olayı "İfk" di­ye isimlendirmiştir. İfk, sözlük manası ile iftira etmek, yalanı doğru, doğruyu yalan göstermek, bühtan etmek demektir. Kur'an-ı Kerîm, olayın bir iftira olduğunu ve dedikodusunun yapılma­masını açıkça ifade etmiştir.

Hadis kayıtlarının Hz. Aişe'ye dayanarak ver­dikleri haberi kısaltarak aktaralım: Rasulullah @ bir sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kur'a çekmek alışkanlığında idi. Onlar­dan hangisinin kur'ası çıkarsa Rasulullah @ ile yola çıkardı. Benî Müstalik Gazâsı'na gitmek murad edildiği zaman da aynı şekilde kur'a çe­kilmişti ve kur'ada Aişe'nin ismi çıkmıştı. Sefe­re deve üstünde bulunan mahmil ile götürüldü ve konaklama yerlerinde de mahmuden indiril­di.

Nihayet harb bitti. Peygamber @ geri döndü. Medine'ye yaklaştığında bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra göç edilmesini bildirdi. İşte tam bu göç emrinden önce de Aİşe, kazât-ı hacet İçin ordudan uzak­laştı. Döndüğünde gerdanlığının kaybolmuş ol­duğunu farketti. Bunu aramak için tekrar geri gitti. Hiçbir zaman için kendisi olmadan, bir yanlışlık eseri olarak kendi devesini harekete geçireceklerini aklından bile geçirmemişti. Fa­kat yolda kendisine hizmet edenler, onun mah­fesini devesine yüklemişler ve onu da mahfenin içinde sanmışlardı. Çünkü kendisi son derece hafif ve küçük yaşta bir kadındı. Konaklama yerlerinde kimseyi bulamayınca beklemeye başlamış ve bir süre sonra da uyuyakalmıştı.

Ordunun arkasından gelen ve unutulanları top­lamaya me'mur Saffân b. Muattal, bir karaltı görmüş ve yanına yaklaştıktan sonra kendisini farketmiş, deveye binmesini işaret etmiş, ken­disi de önde yürüyerek yola revân olmuştu. Öğlen sıcağında konak yerinde bulunan kafile­ye yetişmişlerdi. Hz. Aişe hakkında çirkin ifti­rayı atan Abdullah b. Ubey b. Selûl olmuştur.

Hadisenin bundan sonraki kısmını bizzat Aişe validemizin dili ile nakledelim. Çünkü bu hadi­se öneminden dolayı bizzat Rab lisanı ile açık­lanmıştır: "Medine'ye gelince, ben bir ay hasta­landım. Meğer bu sırada halk arasında Ashab-ı İfk'in iftiraları dolaşıyormuş. Bundan tamamen habersizdim. Yalnız hastalığım sırasında beni şüphelendiren bir durum vardı.

Nebî @'dan, başka hastalıklarım sırasında görmüş olduğum lütf u şefkati bu hastalığım sırasında görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyordu ve ismimi bile söylemeden 'hastalığınız nasıl?' diyor, bu kadarla yetiniyordu.

Benim, İftiracıların söyledikleri hiçbir şeyden haberim yoktu. Nihayet hastalığım biraz iyi­leşmişti. Bir gece Mistah'm anasıyla kaza-ı ha­cet yerimiz olan "Menâsı" tarafına çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Bu adet, evimizin yanında tuvaletler yapılmadan önce idi. Ben, Ebu Rühm'ün kızı ve Mistah'ın anası (Selmâ) ile kazâ-yı hacet mahalline yöne-lip giderken onun ayağı takılmış ve düşmüştü. Araplar arasında felaket zamanında söylenmesi adet olan "düşmanım helak olsun" duası yerine Selma kadın: "Mistah helak olsun!" diye oğluna bed-dua etti. Ben kadına: "Ne fena söyledin, Be-dir'de hazır bulunan bir kişiye bed-dua eder­sin!" Dedim. Bunun üzerine kadın bana: "Hele şu saf tazeye! Ortada dönen iftiraları duymadın mı?" dedi. Bana iftiracıların bühtan ve iftira­larını anlattı. Artık hastalığımın üstüne bir has­talık daha yüklendi.

Evime dönünce de yanıma Rasulullah @ geldi. Selam verdi ve: "Hastalığınız nasıldır?" diye sordu. Ben de: "Ya Rasulullah, anne ve babamın evine gitmek üzere bana izin veriniz!" dedim. Aişe'nin gayesi, hâdiseyi bizzat anne ve baba­sından enine boyuna öğrenmek ve araştırmak­tı. Bunun üzerine Rasulullah @ bana izin ver­di. Ben de anne ve babamın yanına geldim. Annem Ümmü Rûman'a: "Anneciğim, halk arasında dönen bu ne biçim söylentidir?" de­dim. O da: "Kızım, kendini üzme^Kendini ve sıhhatini düşün. Vallahi bir kadın, senin gibi güzelliğe malik ve eşinin yanında sevimli olsun ve birçok ortakları bulunsun da aleyhinde dedikodu etmesinler, bu pek nadirdir." dedi. Ben de: "Sübhânallah! Halk böyle söz söylesin. Doğru­su şaşılacak şeydir." dedim.

"O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Sonra sabaha ermiştim ki, Rasulullah @, da Ali b. Ebi Talib'i ve Üsame b. Zeyd'i çağırmıştı. Vahy gecikince ehli ile ayrılıp ayrılmaması hu­susunda bunlarla istişare etmişti. Üsame, Ehl-i Beyt için nefsini bilip, gönlünde beslediği mu­habbeti Rasûl-ü Ekrem'e tavsiye ve işaret etti de: "Ya Rasulullah, zevcât-ı tahiratmız afîf ve zatınıza layık ehlinizdir. Biz Aişe hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz." dedi. Ali b. Ebî Tâlib'e gelince o da: "Ya Rasulullah, Allah sana dünyayı dar etmemiştir. Aişe'den başka kadın çoktur. Mamafîf Aişe'nin cariyesi Berî-re'ye sorunuz. O, doğrusunu size söyler" de­mişti. Rasulullah da Berîre'yi çağırıp; "Ey Beri-re, hanımında sana şüphe veren bir hal gördün mü?" diye sordu. Berire de: "Hayır, Ya Rasulul­lah, görmedim. Sizi hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben hanı­mımdan katiyyen ayıp olarak sadır olmuş birşey görmedim" demiştir.

Aişe diyor ki, Rasulullah @, Zeyneb bintü Cahş'a da benim halimden sormuştu da: "Ey Zeyneb, Aişe hakkında ne bilirsin ve ne gördün?" demişti. Zeyneb cevaben: "Ya Rasu­lullah, ben kulağımı, gözümü işitmediğim, görmediğim şeyden muhafaza ederim. Vallahi ben, Aişe hakkında hüsn-ü şehadetten başka birşey bilmem." diye hüsnü şehadet etmişti.

Bunun üzerine Rasulullah @, o gün mescid-i Saadet'te bir hutbe irad ederek ve bu bühtanı (if­tirayı) en evvel ortaya çıkaran Abdullah b. Ubey b. SelûTden ötürü söz söylemekte mazur tutul­masını isteyerek: "Ehlim hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de, benim için ondan intikam alır? Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka birşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini or­taya koydular ki, bu zat hakkında da ben hayır­dan başka birşey bilmiyorum. Bu kimse, şimdi­ye kadar ehlimin yanma girmemiştir." buyur­muştur. Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak: "Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu (müzevvir) sözü çıkaran Evs'dense biz onun boynunu vuru­ruz. Eğer Hazreç kardeşlerimi zdense ne yap­mak lazımsa siz emredersiniz, biz de emrinizi yerine getiririz." demiştir.

Bu defa da Sa'd bin Ubâde ayağa kalkmıştır. Bu da*Hazrec kabilesinin büyüklerindendi ve bu ola'ydan önce salih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyet ve gayreti ile Sa'd İbn Muâz'a karşı: "Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu (Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve öldürmeğe muktedir değilsin", demiş. Bu defa da (Eşhelî ve Evsli) Useyd b. Hudayr ayağa kal­karak Sa'd b. Ubade'ye karşı: "Allah'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz, elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar he­sabına bizimle mücadele ediyorsun." diye mu­kabelede bulunmuştur. Bu suretle Evs ve Haz­reç kabileleri ayaklanmışlardır. Rasulullah @ ise henüz minberde bulunuyormuş. Hemen minberden inmiş ve bunları teskin edinceye ka­dar taltif buyurmuş. Kendisi de başka bir şey söylemeyip sükût etmiştir.

Hz. Aişe hakkında Ifk hadisesi sebebi ile ortaya çıkan dedikodular Cenab-ı Hak tarafından henüz yalanlanmamış olduğu bir zamanda Ne-biyyi Ekrem @ efendimiz o gibi yakışıksız sözlerden dolayı yukarda zikredildiği gibi Sa­habe-i Kiram ile müşaverede bulunurlarken Hz. Ömer: "Ya Rasulullah, Aişe'yi sana tezvîc eden kimdir?" diye sordu. "Aİlah-u Teâla'dır" ce­vabını alınca: "Onu sana verirken Rabbin Teâla ve Tekaddes hazretlerinin seni aldatmış ol­masını hiç hatıra getirir misin?" dedi. Nitekim daha sonra Aişe'nin beraeti ile ilgili olarak gelen ayetin içinde bu hüküm de yer almıştır.

(Bana gelince) "Ben, o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler.

Ben, bu şekilde tam iki gece, bir gün ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki, sanki ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım.

Bir ara annem ve babamın yanımda oturdukları, ben de ağlamakta olduğum sırada Ensar'dan bir kadın benimle beraber ağlamak üzere benden izin istemişti. Ben de vermişti. O da oturup be­nimle ağlıyordu.

Biz bu vaziyette İken ansızın Rasulullah @ içeri girdi. Yanıma oturdu. Halbuki Rasulullah @ bundan evvel, hakkımda dedi-kodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı ve Rasululah @ bîr ay bekleyip gözlediği halde kendisine hakkımda bir şey vah yo Ummamıştı.

Aişe sözüne devamla demiştir ki: "Rasulullah şehadet ederek ve iftiracilann bühtanlanndan kinaye olarak dedi ki:

"Ey Aîşe, hakkınca bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu İsnadiardan uzak ve berî isen yakında Allah seni berî kılar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaşımsa Allah'tan mağfiret dile ve Allah-u Teala'ya tevbe et. Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince, Allah da ona af ile muamele buyurur."

Aişe devamla demiştir ki: "Rasulullah @, bu konuşmasını bitirince musibetin şiddetli hara­reti ile gözümün yaşı kesildi, nihayet göz yaşından bir katre bile bulamıyordum. Hemen babama: "Rasulullah @'m söylediği söze benim namıma cevap ver." dedim. Babam ise: "Valla­hi kızım, Rasulullah @'a ne diyeceğimi bilmi­yorum." dedi. Hazreti Aişe validemiz diyor ki: "Ben de küçük yaşta bir kadındım. Kur'an'dan bir çok kısmını okumamıştım, bu sebeble ben şöyle dedim: "Vallahi ben bilirim ki, siz halkın dedi-kodusunu işittiniz, nefsinizde büyütüp ona inandınız. Şimdi ben size; "beriyim" desem -Allah bilir.ki, ben muhakkak beriyim"- benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer bir isle itiraf etsem, Allah katî olarak berî olduğumu biliyor, siz muhakkak beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için bir mesel (örnek) bulamıyorum. Ancak Yusuf un kardeşleri Yu­suf un gömleği üzerinde yalan bir kan lekesi ge­tirdikleri zaman Ya'kub, oğullanna: "Hayır, ne­fisleriniz size bu işi süslemiş, bir fitneye şevket-miş; şimdi işim sabr-ı cemijdir. Söylediklerini­ze karşı da sığmağım Allah'dır" demişti.

Ben bu sözü söyledim. Sonra yatağıma doğru döndüm. Ben yalnız Allah'ın suçsuzluğumu or­taya koymasını umardım. Fakat vallahi hakkı­mda okunur bir vahiy inzal buyrulmasını hiç zannetmezdim ve kendimi, bana ait bir mesele için Kur'an lisanı ile konuşulmaktan çok hakir sayardım. Fakat şunu muhakkak surette umardım ki, Rasulullah @ uykusunda bir rüya görsün de Allah beni o rüya ile temize çıkarsın. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve oradakilerden hiç biri de odadan çıkmamıştı. Nihayet Peygamber'e vahiy inzal buyruldu ve onu vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy belirtileri kapladı. Hatta kış günleri bile vahiy esnasında ondan inci tanesi gibi ter dökülürdü. Rasulullah <5>'dan vahiy kaybolun­ca, o, sevincinden gülüyordu ve bana ilk söyle­diği söz şu oldu: "Ya Aişe, Allah'a hamdet! Al­lah seni (ehl-i ifk'in isnadından) kesin surette berî kıldı.

Bunun üzerine annem bana: "Kızım , kalk da Rasulullah @'a teşekkür et." dedi. Ben: "Hayır, kalkmam ve yalnız Allah'a hamdederim." dedîm.

Azız ve celîl olan Allah-u Teala beraatım hak­kında şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu.

"Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sîzin içi­nizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın. Aksine, o sizin için bir iyilik­tir. Onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işle­mişse onun karşılığı vardır. Bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır. Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü'minlerin kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da "Bu, apaçık bir İftiradır' de^ meleri gerekmez miydi? O iftiracıların da bu ko­nuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip isbat edemediler, öyle ise, onlar AUah nezdinde yalancıların ta kendi­leridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üzerinizde olmasaydı, bu yaptığınızdan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, ge­lişigüzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkı­nda bilgi sahibi olmadığınız bir yalanı, ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katmda çok büyük bir suçtur. Onu duy­duğunuzda: 'bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ!. Bu, çok büyük bir iftiradır.' demeli değil miydiniz? Eğer inanmış insanlar-sanız. Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındınp uyarır ve Allah ayet­lerini size açıklıyor. Allah çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada ve ahirette de çetin bir ce­za vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olma­saydı, Allah çok şefkatli ve merhametli olma­saydı (haliniz nice olurdu)" (24:10-20).

Bu ayetlerin inişiyle Hz. Aişe'nin günahsız ol­duğu ortaya çıktı ve iftira atanlar da, "hadd-i kazf'e müstehak oldular. İftiraya hedef olmak hoş bir şey olmamasına rağmen, ayetlerin nüzulüyle, hedef olanların günahsızlığı ortay? çıktığı ve şerefleri daha da arttığı İçin ayette, bu olayın haklarında şer olduğunu sanmamaları emredilmiş ve bunun onlar için büyük bir hayır olduğu bildirilmiştir.

Ayrıca bu ayetlerde mü'minlere bîr terbiye ve içtimai ahlak kuralı da Öğretildi. Çünkü bazı mü'minler, münafıkların propagandasına inanmış ve bu dedî-koduya katılmışlardı.

Halbuki İslam'da hüsn-i zan ve beraet-i zimmet asıldır. Meseleyi işittiklerinde kendilerini Aişe'nin yerine koyarak iyice düşünüp, O yüce insanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak suretiyle böyle çirkin bir işi yapmayacağını ye bunun apaçık bir iftira olduğunu söylemeleri gerekirken, onlar da iftiracılara katıldılar. Ayrı­ca bu iddiayı ortaya atanlar, bu hususta İslam'ın şart koştuğu dört şahidi de getiremediler. Do­layısıyla Allah katında yalancı oldukları ortaya çıktı. Mü'minler, bu olayın büyüklüğünü ve çir­kinliğini kavrayamamış, olayı birbirlerine nak-îetmişlerdi. Halbuki olay Allah katında büyüktü. Mü'minler bu sözü işitir işitmez, bun^ dan uzak durmaları ve bunun büyük bir bühtan olduğunu söylemeleri gerekirdi. Ancak bunu yapmadılar, dolayısıyla Allah tarafından azar­landı ve kınandılar. İslam, işlenmiş olan bir zina suçunun bile toplum arasında yayılmasını hoş görmezken, münafıklar olmamış bir olayı yay­maya çalıştılar. Dolayısıyla Allah tarafından hem dünyada hem de ahirette, azaba çarptırıla­cakları bildirildi. Bütün bunlara rağmen yine de Yüce Allah, mü'minlere lütuf ve merhametiyle muamele ettiğini açıkladı. O'nun lütuf ve mer­hameti   olmasaydı   mü'minlerin   bu   olay yüzünden büyük bir felakete uğrayacaklarım da bildirdi.

Hicretin 5. yılında münafıklar henüz Medine'de kalabalık ve müessir idiler. Bunlar Rasulullah @ ile birlikte gazalara katılıyorlar ve her fırsatta müslümanlar arasında ayrılık çıkarmaya çalışıyorlardı. Nitekim, Benî Müstalik gazasın­da kuyu başında muhacirlerle ensan birbirine düşürmek istemişlerdi. (Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet). Aişe'nin ordudan geri kalması ve Saf-fan tarafından getirilmesi münasebetiyle ara­dıkları fırsatların, kendilerince, en iyisini yakalamışlardı. Hz. Aişe'ye iftira etmekle hem onun hem de Rasulullah @ ile Ebu Bekr'in şeref ve haysiyetini zedelemek istiyorlardı. Ancak, Al­lah onların bütün planlarını bozguna uğrattı ve müslümanlara karşı yaptıkları gizli teşebbüs­lerini açığa vurdu. Bu kesin olarak ulvî dürüstlüğün ve bilginin kadım olarak Allah'ın Dinine sevgisi ve bağlılığı şüphesiz olan Aişe'nin mertebesini ve hususiyetlerini arttırdı. Bu O'nun Peygamber @'a olan sevgisinin ölçüsünü de gösterdi. Büyük acı ve sıkıntıya düştüğü halde O'na hiçbir şey söylemedi. Bu olay, Peygamber @'ın da ona olan muhabbetini gösterdi. Çünkü vahyi alır almaz Aişe hariç her­kesten daha fazla memnun ve mesud oldu. He­yecanlandı ve müjdeyi büyük bir neşe içinde verdi.

Aişe'nin her hususta mükemmelliği, özellikle İslâmî ilimler sahasında büyük İslam alimleri­nin hepsi tarafından kabul edilmiştir. İbni Tey-miyye ve talebesi İbni Kayyım'a göre, eğer üstünlük ahirette kemalat derecesi demek ise, o halde bunu sadece Allah bilir. Fakat dünyevî açıdan bakıldığında gerçek olan hesaba dahil mükemmellikler çeşitlidir: Eğer bu, neslin asa­let ve soyluluğu bakımından ise, o zaman Fatı-mat-ü'1-Zehra hepsinden üstündür. Eğer Pey-gamber'e imanda önde olması, O'nun iyiliği ve saadeti için yardım ve fedakarlıkta bulunması, İslâm'ın ilk dönemlerindeki sıkıntı ve zorlukla­ra tahammül etmesi açısından bakarsak, o za­man Hatice't-ül Kübra'nın kemâlatı hepsini aşmaktadır. Bununla beraber eğer zekâsı ve edebî üstünlüğü, dine hizmetini, Hz. Peygam-ber'in öğrettiklerini, söylediklerini ve tatbik et­tiklerini yaşamasını nazarı itibara alırsak, o za­man Aişe-i Sıddıka'nm rakibi yoktur. (Zarqanî, İbni Mevahib, c.III). Aişe'nin, Hatice hariç diğer hanımlarından üstünlüğünü beyan eden birçok hadis vardır. Bunlardan bazılarını önce­den görmüştük.

Hepsinin üzerinde, aslında Peygamber @'in son günlerinde Aişe'nin odasında kalmak için diğer hanımlarından müsaade istemesi ve nitekim onun yanında kalması ve onun kolları arasında vefat etmesi diğer hanımlarına karşı bir rüçha-niyeti olduğunu göstermektedir.

Rasulullah @, hastalandığı günün gecesinde Meymûne'nin odasında idi.Vâkıdî, hastalığının Zeyneb bintü Cahş'ın odasında şiddetlendiğini bildirir. Aişe der ki: "Rasulullah'ın hastalığı | agırlaşıp ağrısı şiddetlenince benim odamda bakılmak üzere kadınlarından izin istedi. Böyle bir izin almaya lüzum görünce, hiçbirisinin gönlü kırılmasın diye, bu izni açık bir şekilde is­temeyerek hanımlarına 'yarın nerede kala­cağım?' diye ihsas etmişti. Onlar da muvafakat ettiler." (Buharî). Yine Aişe anlatıyor: "Allah'ın bana ihsan ettiği nimetlerinden birisi Rasulul-lah'ın benim odamda, benim nöbetimde (müba­rek başı) benim göğsümün üstü ile gerdanımın arasında olarak vefat etmesidir. Bir de Allah'ın, onun vefatı sırasında benim tükürüğümle onun tükürüğünü bir arada birleştirmesidir. (Şöyle ki: kardeşim) Abdurrahman elinde bir misvakla odaya girmişti. Ben de Rasulullah'ı (göğsüme yan) dayamıştım. Onun misvaka dikkatle baktığım gördüm. Misvakı çok sevdiğini bil­diğim İçin; Size misvakı alayım mı? diye sor­dum. Başıyla; Evet al, diye işaret etti. Hemen alıp sundum. Fakat katı gelmişti. Ya Rasulul­lah! Biraz yumuşatayım mı?, diye sordum. Başı ile evet, diye işaret etti. Ben de misvakı yu­muşatıp verince ağzında yürütüp fırçaladı. Bir de Rasulullah'ın yanımda sahtiyandan ufak bir su kabı, içinde su ile beraber dururdu. Ara sıra iki elini bu kaba batırıyor ve ıslanan elleriyle yüzünü sıvazlıyor ve: "La ilahe İllallah! Ölümün de şiddetleri, kademeleri var, diyordu. Sonra elini kaldırdı. Ta ruhu alınıncaya kadar: Allah'ım beni refîk-i a'lâ camiasında kıl, duası­na devam etti. Ve bu dua ile Hatemü'1-Enbi-ya'nın (Mucizeler izhar eden mübarek) eli düştü." (Buharî). Rasulullah @, vefatını mütea­kip Aişe'nin odasının bir köşesine gömüldü.

Hz. Aişe, Peygamber @'m vefatından kırk do- ( kuz sene sonra Muaviye'nin idaresi döneminde altmış yedi yaşında iken vefat etti. Kendi vasi­yeti üzerine Cennet el-Baki'ye gömüldü. Cena­ze namazını, zamanın Medine Valisi olan Ebu Hureyre kıldırdı.

Peygamber @'ın vefatında Aişe'nin yaşı onse-kiz idi. Onun künyesi Ümmü Abdullah olarak yeğeni Abdullah b. Zübeyr'in isminden sonra Peygamber tarafından verilmişti. Aişe her za­man mübarek bir şahsiyet olarak müslümanlar tarafından sayıldı, hizmetleriyle daima hayırla anıldı. Doğrudan Peygamber @'dan nakledip bildirdiği hadislerin sayısı 2210'dur. Hz. Aişe, peygamber @'dan sonra ashaba, tabiun'a, on­ların kadınlarına, çocuklarına, cariyelere ve kölelere İslam inancıyla ilgili vaaz vermeye de­vam etti. O, mümtaz bir Kur'an ve Sünnet takip­çisiydi. Kendisine sık sık ilmî ve fıkhî konular­da başvuruldu. Çünkü O'nun uzun süre Pey­gamber @'ın yanında bulunma ve onun köklü değişikliklerine şahit olma üstünlüğü vardı. Peygamber @'dan birşeyler öğrenmeye her za­man gayretli idi. Kabiliyetinden dolayı çokça övüldü. Cahİliyye döneminin muhtelif uzun şiirlerini ezber olarak hafızasında bulundum-yordu. Okuyup yazabiliyordu. Ebu Davud, onun hususi bir Kur'an kopyasına sahip ol­duğunu nakletmektedir. Hz. Aişe, bütün kadın­ların en bilgini olarak tarihteki müstesna mevki­ini almıştır.

Hz. Aişe, Peygamber @Tm evlendiği tek bakire olmakla ve kendisinin Cibril tarafından ona gösterilmiş olmasıyla iftihar ederdi. Hergün O'nun kabri yanında bulunurdu. Peygamber @'ın vefatından sonra kabrinin nezaretçisiydi. Kendi odasında bulunduğundan Peygamber @'ın kabrine "kendi malım" diyordu.

 

4- Hafsa Bintü Ömer

 

Ömer b. Hattab'ın kızı olan Hafsa, Huneys b. Huzafa ile evlendi. Huneys Bedir'de şehid düştü, zürriyet bırakmadı. O da Habeşistan'a hicret edenler arasındaydı.

O sıralarda Peygamber @'ın kızı ve Osman b. Affan'ın zevcesi Rukayye, uzun bir hastalıktan sonra vefat etmişti. Hz. Ömer, birgün Osman'ın evine gitmişti. Rukayye'nin vefatından dolayı onun son derece acılı ve üzüntülü olduğunu görünce: "Ey Osman! İstersen sana Hafsa'yı ni­kahlayayım." dedi. (Tabaqat). Osman, "bir düşüneyim bu işi" dedi. Aradan bir kaç gün geç­tikten sonra rastlaştıklarında: "Şu günlerde ev­lenmenin doğru olmayacağını anladım." diye­rek özür diledi. Ömer daha sonra Ebu Bekr'e rastladığında aynı teklifi ona da yapmıştı. Ebu Bekr, susup hiç cevaplamadı. Ömer, ona, Os­man'dan çok kızmıştı. Çünkü Osman,' hiç ol­mazsa bir cevap vermiş ve özür dilemişti. (Ta-baqat ve Buharî). Ömer, Peygamber @'ın yanı­na giderek: "Ya Rasululullah! Ben Osman'a şaşıyorum. Hafsa'yı ona teklif ettim de kaçındı, yanaşmadı!" dedi. Peygamber @: "Ben sana Osman'dan daha hayırlı bir damad, Osman'a da senden daha hayırlı bir kayınbaba salık vereyim mi? diye sordu. Ömer "Söyle ya Rasulullah!" deyince Peygamber @: "Sen kızın Hafsa'yı ba­na nikahlarsın. Ben de kızım Ümmü Gülsum'ü Osman'a nikahlarım. Çünkü Allah, Osman'ı se­nin kızından daha hayırlısına, senin kızım da Osman'dan daha hayırlısına nikahladı." buyur­du.

Bu, gerçekten Ömer için çok sevindirici bir ha­berdi. Bu sırada Peygamber @, kızı Ümmü Gülsum'ü Osman'a nikahladı. Kendisi de 13 Şevval Cuma h.3/m.28 Mart 625'de Hafsa ile evlendi.

Hafsa, babası gibi esmer tenli, yirmi (veya yirmiiki) yaşlarında genç bir hanımdı. Sert tabiatlı, prensipli ve tez sinirlenen bir yapıya sahipti. Sözleriyle karşısındakini yıldırmaya hazırdı. Namazına ve orucuna bağlı olarak bilinir. Ona savvame ve ka'tm, sa'îm denirdi. Sekiz yıl süren evlilikleri boyunca Peygamber @'dan ri­vayet ettiği hadislerin sayısı 60'tır. Bunlardan 3'ü hem Buharı, hem Müslim'de, altısı sadece Müslim'dedir.

Hafsa, kendisinden yaşça genç, fakat mevkii iti­bariyle kıdemli olan Aişe İle hemen birlik oldu. Onun tavır ve hareketlerini her zaman benimse­di. Peygamber @'ın diğer hanımları gibi Hafsa da Hayber ganimetinden gereken payını aldı. Peygamber @'ın vefatından sonra, senelik tah­sisat olarak on bin dirhem aldı. Genellikle dev­let işlerinde O, çok mütevaziydi. Hatta babası Ömer'in halifeliği sırasında bile O nüfuzunu hiçbir alanda kullanmaya çalışmadı. Bununla beraber, Ezruh'daki hakem karan hadisesine (Sıffin harbinden sonra), kardeşi Abdullah b. Ömer'i halifeliğe talip olması için teşvik etti. Fa­kat onun dikenli taç'ı giymekten imtina ettiği bildirildi. Hafsa h.45 Şaban/m.Ekim 665'de ve­fat etti.

Hafsa, Ebu Bekr'in halifeliği döneminde O'nun emriyle Zeyd b. Sabit tarafından derlenen Kur'an-i Kerîm nüshasının en emin nezaretçile-rindendi. Bu el yazması nüsha ilk Önce halife Ebu Bekr'in korumasında kaldı, O'nun vefatın­dan sonra bu nüsha Ömer'in mülkiyetine geçti. Ömer nihayet O'nu kızı Hafsa'ya bıraktı.

Aişe ve Hafsa, Peygamber @'m ehli beytinin aynı grubuna mensuptular. Fakat, bazen Pey­gamber @'ın sevgisini kazanma hususunda kadınlık gayretleriyle fikir ayrılıkları oluyordu. Hafsa'nm Peygamber @ ile seferlerinin birinde gece Peygamber @'a eşlik etmek için develeri değiştirerek Aişe'ye oynadığı oyun hadisesi Önceden izah edilmişti. Bir defasında Hafsa ve Aişe, Peygamber @'m diğer hanımı Safıyye ile "Biz Rasulullah @'a daha yakınız, biz daha hayırlıyız." şeklinde sözler sarfederek müna­kaşa ettiler. O da bunun üzerine ağladı. Yanına Peygamber @ girdiklerinde Safiyye'yi ağlar buldu. Sebebini sordu. "Aişe ile Hafsa hakkım­da söz söylediklerini ve; biz Rasulullah @'ın emmİzadeleriyiz.   Biz   Safiyye'den   daha hayırlıyız, dediklerini işittim de ondan." de­diğinde Peygamber @ gönlünü hoş etmek için: "Sen de onlara, benden nasıl daha hayırlı olabi­lirsiniz ki, zevcim Muhammed, babam Harun amcam Musa @'dır, desene ya!" buyurdular. Daha sonra da Hafsa ile Aİşe'ye Allah'tan kork­malarını söyledi. (Buharı).

Paygamber @, hanımları arasındaki bu ve ben­zeri hadiseler daha çok Hafsa ve Aişe'ye bağlan­maktadır. Bu durum münafıkların Ömer ve Ebu Bekr'e düşmanlıkları sebebiyle olabilir. Çünkü münafıklar, Peygamber @'ın hanımlarına ahlak cihetinden saldırmak dahil onları çeşitli vesile­lerle kötülemek ve itibardan düşürmek istiyor­lardı. Hafsa'ya izafe edilen bir başka hadise Kur'an'da şu sözlerle beyan edilmektedir: "Pey­gamber, eşlerinden birine gizli bir söz söyle­mişti. Fakat eşi o sözü haber verip, Allah da onun bu davranışını o (peygamberi)ne açıkla­yınca (Peygamber, hanımına) bu (söyledikle­rinin bir kısmını bildirmiş (şunları şunları fila­na söyledin demiş), bir kısmından da vazgeç­mişti. (Peygamber) bunu haber verince eşi: 'Bu­nu sana kim söyledi?' dedi. (Peygamber): '(Herşeyi) bilen, haber alan (Allah) bana söyle­di.' dedi." (66:3).

Müfessirlerİn çoğunun görüşü, Peygamber @ tarafından kendisine sır verilip başkalarına açıklamaması istenen, fakat Aİşe'ye söyleyenin Hafsa olduğudur. (Buharî). Görülüyor ki mese­le son derece önemliydi ki, bu fiil Kur'an'da mevzu oldu; böylce ehl-i beytin diğer mensup­larına ders olması isteniyordu. Meselenin ken­disi pek Önemli olmasa bile, neticesi itibariyle ehemmiyeti haizdi. Gerçek şu ki, ilk islam dev-leli'nin başı olan Peygamber @'ın hanımına bu sır, haklı olarak, gizli kalmasını istemek sure­tiyle tevdi edilmişti. Müslümanlar ile küfrün kuvvetleri arasında şiddetli savaş hükmü sürüyordu. Ve müslümanlar, düşmanları tara­fından bütünüyle kuşatılmışlardı. Bu arada münafıklar da Medine site devleti içinde entri­kalar çevirmekle meşguldüler. Herhangi bir sırrın zamanından ünce açığa çıkması Peygam­ber (SJ'm davetine büyük zarar verebilirdi. Bu sebeplerle ehl-i beytin sözkonusu hatalara karşı uyarılması gerekiyordu. Ömer, kzı Hafsa'nın bazı ufak hatalarını öğrenince, O'nun evine gi­dip şu sözlerle nasihat etti: "Ey kızım! Sakın bazı arkadaşlarının Rasulullah @'a senden daha sevgili ve daha gönü) alıcı olması seni aldatıp, yanlış davranışa sevketmesin." Ömer'in îcasdınm Aişe olduğu bildirilmektedir." (Buharî).

Hafsa'nın İslâmî meselelerde derin bir feraset ve idraki vardı. Bir defasında Peygamber @; "Ümid ediyorum ki, Bedir'de savaşan ve Hudeybiye antlaşmasında bulunan sahabiler ce­henneme girmeyecektir." dedi. Hafsa; "fakat Allalı diyor ki: İçinizden oraya gitmeyecek hiç kimse yoktur." dedi. (19:71) Peygamber @ da: "Fakat Allah şöyle buyuruyor: 'Sonra (günah­tan) korunanları kurtarırız ve zalimleri öyle diziistü çökmüş olarak bırakırız." (19:72) diye İlave etti. (Müsned-i Ahmed). Bu karşılıklı ko­nuşmalar Hafsa'nın dinde derin anlayışı ve has­sasiyeti sebebiyleydi. Bu sebeple Peygamber @ her zaman O'nun talimine gayret gösterdi. İbni Sa'd'a göre, Hafsa gündüzleri oruçla, geceleri namazla geçirirdi. Vefatına kadar da böyle sürdürdü.

Hafsa, biraz sert tabiatlıydı ve bazen Peygam­ber @'a karşılık verdiği bile olurdu. Babası O'nu çeşitli vesilelerle uyarır, nasihatte bulunurdu.

Hafsa, tahrîm hadisesine karışmıştı. Fakat bii anda pişman olup tevbe etti ve Rasulullah @ da onu bağışladı. Bu konuyla ilgili olarak Hz. Ömer'in anlattıklarını aktarıyoruz: "Ensar'dan bir komşum vardı. Rasulullah @'a onunla nöbetleşe giderdik. Bir gün o gider, vahiy vs. haberlerini bana getirirdi. Ertesi gün ben gider, günlük haberleri ona ben getirirdim... Derken bırgün o komşum bana gelip, hızlı hızlı kapıyı vurdu. Hemen çıktım. Telaşla: 'mühim bir hadi­se var' dcdi.'Gassaniler mi saldırdı?' dedim. 'Da­ha büyük, Rasulullah @ kadınlarını boşamış' dedi. Ben içimden: 'Eyvah, Hafsa hüsrana düştü, zaten bunu bekliyordum.' dedim. Kalkıp Hafsa'nın yanma gittim. Ağlıyordu..." Ömer, Rasulullah @'ın diğer zevcelerinde ve mescİd-dekİ cemaatte umumi bir üzüntü ve keder havası görür. Rasulullah'a çıkmak ister, önce kabul edilmez. Sonunda huzura girer ve Hz. Peygam-ber'in @ hanımlarını boşamadığını anlayınca, Rasulullah'a şu yakınmada bulunur: "Ey Al­lah'ın Rasulü, bizi bilirsin, biz Kureyşliler kadınlara hakim kimselerdik. Sonra Medine'ye geldiğimizde, burada kadınların erkeklere ha­kim olduklarını gördük. Bizim kadınlar da on­lardan huy kaptı. Birgün hanımıma öfkelen­miştim, bana mırıldanıp karşılık vermez mi? Bunu doğru bulmayıp azarladım. Bu sefer: "Ni­ye azarlıyorsun?" Vallahi Rasulullah @'m zevceleri bile ona karşılık veriyorlar, mırıldanıyor­lar. Hem onlar İcabında küsüp günboyu geceye kadar Rasulullah'ı terkediyorlar." dedi. Haf-sa'ya: "Rasulullah'a sen de mi karşılık veriyor, mırıldanıyorsun?" dedim. "Evet, hiçbirimiz o gün geceye kadar yanma uğramayız." dedi. "Sizden kim böyle yaparsa büyük zarar eder, hüsrana uğrar. Hanginiz, Rasulünün öfkesi se­bebiyle, Allah'ın gazabına uğramayacağından emin bulunuyor? Alimallah bir anda helak olur­sunuz." dedim." Hz. Ömer der kî: "Ben böyle deyince Rasulullah @, tebessüm etiler." Ömer devam ediyor: "Hafsa'ya dedim ki: "Sakın Ra­sulullah'a karşılık verip mırıldanma ve ondan bir kısım taleplerde bulunma. Birşey gerekirse bana söyle. Sakın bazı arkadaşlarının Rasulul­lah'a senden daha sevgili ve daha gönül alıcı ol­ması seni aldatıp, yanlış davranışa sevketme­sin." Hz. Ömer, Rasulullah @'ın burada da tebessüm ettiğini belirtir. (Buharî).

Enes'den rivayet ediliyor ki; Hafsa, Safiyye'ye Kabe. Bu plân XV. yy .a ait bir seyyah haritasında yer almaktadır. "yahudi kızı" "yahudi kızı" diyerek takılmıştı. Bunun üzerine o ağladı. Ağlarken Rasulullah @ odasına girdi ve ne için ağladığım sordu. Haf-sa'mn kendisine "yahudi kızı" diye hitap ettiğni söyleyince Peygamber @ Hafsa'ya Allah'tan korkmasını söyledi. Daha sonra Peygamber @, Hafsa ve Aişe'nin Safiyye üzerine üstünlükle-riyle övünmeleri hadisesinde yukarıda beyan edilmiş olan sözleri söyledi. (Buharı ve Tir-mizî). .

Hafsa, Muaviye'nin döneminde hicrî 45 yılında vefat etti. Medine Valisi Mervan cenaze na­mazını kıldırdı. Vefatı sırasında, Abdullah b. Ömer'i çağırdı ve kendisine babası Ömer tara­fından verilen Gâbe'dekİ mülkünün hayrına dağıtılmasını vasiyyet etti. (Zarqani, c.III).

 

5- Zeyneb Bintü Huzeyme

 

Zeyneb, Huzeyme b. Abdullah'ın kızı idi. O, İslam'dan önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkatli ve merhametli davrandığı, onlara daima yemek yedirdiği, sadakalar ver­diği için "Ümmül mesâkin" (miskinler, yoksul­lar anası) diye tanınıyordu. Zeyneb, Rasulullah @'dan Önce el-Hasan b. Haris yahut onun kar­deşi Tufeyl b. Haris ile evliydi. Hz. Zeyneb'İn Abdullah b. Cahş ile evli iken onun Uhud'da şehid düşmesi üzerine dul kaldığı da rivayet edi­lir. (Hakim, İbni Esîr, Beyhâki). Peygamber©, hicretin 3. yılı Ramazan ayında Zeyneb ile ev­lendi ve ona dörtyüz dirhem mehir verdi. Zey­neb, Peygamber @'ın yanında üç ay kaldıktan sonra vefat etti. Cenaze namazını bizzat Pey­gamber @ kıldırdı ve Cennet el-Baki'ye defnet­ti. Vefat ettiği zaman otuz yaşındaydı. (The Meaning of the Quran, c. VIII).

 

6- Ümmü Seleme

 

Hind bintü Ebî Ümeyye olarak da bilinir. Pey­gamber @ ile evlendiğinde Zeyneb bintü Hu­zeyme'nin odasında kalıyordu. Ümmü Seleme der ki: "Orada bir toprak çanak ve onun içinde de biraz arpa, bir el değirmeni, taştan yapılmış bir çömlek ile ayrıca bir başka çömlek buldum. Çömleğin içinde erimiş biraz yağ vardı. O ar­payı alıp el değirmeninde Öğüttüm. Sonra onu, çömlekte bulamaç yaptım. Biraz yağ alıp ona kattım, katık ettim. İşte bu yemek Rasulullah ile ev halkının düğün gecesi yemeği idi." (Taba-qat).

O, ilk kocası Abdullah b. Esed'den olan oğlu Se-leme'den sonra halk arasında Ümmü Seleme olarak anılırdı. İslam ile müşerref oluşu koca­sıyla birlikte oldu ve ilk müslümanlardan sayıldı. Kocasıyla önce Habeşistan'a hicret etti, oradan da Mekke'ye geldi.

Medine'ye hicret başlayınca, kocası Ebu Sele­me de Medine'ye gitmeye karar verdi. Devesini eyerledi ve henüz on yaşlarında olan çocukları Seleme ile birlikte hanımını üstüne bindirdi. Daha sonra kendisi yerleşip deveyi sürdü. Ümmü Seleme'nin akrabaları O'nun yolunu ke­sip devenin ipini kopardılar ve Mekke'ye geri sürdüler. Bu arada Ebu Seleme'nin yakınları küçük çocuk olan Seleme'yi yere indirdiler ve O'nu aralarında çekiştirmeye başladılar. En so­nunda O'nun elini, kolunu çıkardılar. Ebu Sele­me Medine'ye gitmesi için bırakıldı. Ümmü Se­leme akrabalarıyla yalnız kaldı. Bir yıla yakın üzüntü içinde gözyaşı döktü. Amcasının oğul­larından biri O'nun halini müşahede edene ka­dar bu durum devam etti. O ,Muğire Oğullarına çıkıştı da oğlu Seleme'yi de geri vererek onu ser­best bıraktılar. Ümmü Seleme zeki ve cesur bir kadındı. Medine'ye kocasının yanına gitmek üzere hazırlığını yaptı. Oğlunu da alıp devesi­nin hevdecine yerleştirdi ve yola çıktı. Ten'im mevkiine geldiği sırada Osman b. Talha ile karşılaştı. Osman, oria nereye gittiğini ve yanı­nda kimsesi olup olmadığını sordu. Aldığı ce­vap üzerine: "Vallahi, sen, kimsesiz, yalnız bırakılamazsın" dedi ve devesinin yularını tuta­rak O'na öncülük etti. Osman b, Talha, araplar arasında İyiliksever ve mert biriydi. Her menzi­le varışta Ümmü Seleme'nin devesini çöktürüyor, sonra geri çekilip onun rahatça in­mesine imkan veriyordu. Daha sonra deveyi bir ağaca bağlıyor, kendisi de dinlenmek için bir başka ağacın altına gidip uzanıyordu. Birkaç gün sonra Medine yakınlarındaki Küba mevkiine geldiler. Osman: "Kocan bu köyde mi? Hay­di, Allah'ın bereketi üzere gir oraya!" diyerek oradan ayrılıp Mekke'ye döndü. (İbn-i İshaq, İbni Hişam). Ümmü Seleme çektiği sıkıntıları ne zaman hatırlasa, şöyle derdi: "Allah için, İslam'da hiçbir aile görmedim ki, Ebu Sele-me'nin çektiği sıkıntıları çekmiş olsun. Osman b. Talha'dan daha iyiliksever bir adam da görmemişimdir." (İbni Hişam, sh.213-14).

Ümmü Seleme, kocası Ebu Seleme Uhud'da öldürücü bir şekilde yaralanana kadar onunla birlikte Küba'da yaşadı. Onun vefatından sonra iki çocukla yalnız kalmıştı. İddetini tamamla­dıktan sonra Peygamber @, O'na evlilik tekli­finde bulunduğunda Ümmü Seleme üç mazeret ileri sürdü: Çok kıskanç olduğunu, çocuklarını ve yaşlılığını mazeret olarak beyan etti. Pey­gamber @, kendisinin daha yaşlı olduğunu, ço­cuklarının geçimlerinin Allah ve Rasulüne ait olduğunu, kıskançlığının da ondan giderilmesi için Allah'a dua edeceğini söyledi. Ümmü Sele­me hicrî 4. yılda evlendi. Mehri on dirhem değerinde bazı eşyalardı. İşte mehir ve çehizi: İki adet el değirmeni, 1 adet su testisi, 1 adet ça­nak, 1 adet yastık (içi hurma lifi ile dolu, deri­den) ve 1 adet yatak (ki, içi hurma lifi dolu idi). (İbni İshaq, İbni Hişam).

Peygamber @, onu İlk ziyaret ettiği gün, bebeği Zeyneb'i emzirirken buldu. Peygamber @, bi­raz sonra dışarı çıktı. İkinci defa ziyaretinde de aynı sahne ile karşılaştı. Tekrar dışarı çıktı. Üçüncü defa da yine aynısı oldu. Ammar b. Ya-sir, Ümmü Seleme'ye geleli ve çocuğu ondan ke­serek Küba'dan bir sütanne ile anlaştı. Ümmü Seleme gerçekten zeki bir kadındı. Peygamber @'m hanımlarına geçici olarak ayrılık tatbik et­tiği ve onlardan ayn münzevî yirmidokuz gün geçirdiği günlerde Hz. Ömer sadece kızı Haf-sa'yı değil, Aişe ve Ümmü Seleme gibi diğer bazılarını da görüp Rasulullah'a karşılık verip üzdükleri için biraz paylamak ister. Ümmü Se­leme cesurca ona karşı durarak: "Bak hele, hay­ret doğrusu! Sana ne oluyor da RasuluUah @'la "^mlarının meselesine karışıyorsun!.." de­diğinde Ömer bir anda geri çekilir.

Hudeybiye andlaşması aktedildikten sonra Ra-sulullah @ ashabına kalkıp kurbanlarını kesme­lerini ve başlarını traş etmelerini emretmiş, ashab andlaşma metninden hoşnutsuz olarak yer­lerinden kalkmamışlardı. Bu emir üç kez tekrar­lanıp onların da hiç biri kalkmayınca RasuluUah @ Ümmü Seleme'nin çadırına girdi ve: "Şu halkı görüyor musun? Onlara emrediyorum da icabet etmiyorlar." diye halktan gördüğü kayıtsızlığı O'na anlattı. Ümmü Seleme: "Ya RasuluUah! Emrini infaz etmek istiyor musun? O halde dışarı çık, sonra ta kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni traş edin­ceye kadar ashabdan hiçbirisine bir kelime bile söyleme!" dedi.

Peygamber @, bu zekice tavsiyeyi gerçekleştir­di. Çadırdan çıktı ve ashabdan hiç birisiyle görüşmeyerek menasİkİ ifa eti. Kurbanlık deve­lerini kesti. Şimdi herkes O'nu seyrediyordu. Bütün gece orada duran Mekke'nin müşrikleri bile O'nu Ebu Cehl'in gümüş burun halkalı de­vesini bizzat alırken gördüler. Deveyi açık alan­da "Allahu Ekber! Allahu Ekber" diye tekbirler­le yıkıp kesti. Ve berberi, Huzai Hıraş b. Ümey-ye'yi çağırıp traş oldu. Peygamber @'in bu hali­ni gören müslümanlar hızla yerlerinden kalka­rak kurbanlarını kesip traşlarmı oldular.

Ümmü Seleme validemizin müstesna zekâ ve fazileti bu hadiseden pek açık olarak anlaşılır. O'nun Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve feta-neti İslam tarihinde hiçbir kadın gösterme­miştir.

Medine'de RasuluUah @'a vahiylerin çoğunun Aişe'nin odasında iken geldiğini daha önce zik­retmiştik. Fakat, bir seferinde -Tebük Seferin­den dönüşün ellinci gününde- RasuluUah @'a gece yansından sonra Ümmü Seleme ile olduğu zaman gönderildi. Ümmü Seleme bu hadise üzerine çok alaka duydu. "Af" ayetleri açık­landığı zaman Peygamber @ Ümmü Seleme'yi tebrik etti ve yüksek sesle "Ka'b affedildi!" dedi. Daha sonra da vahyi haber verdi: "Andolsun Al­lah, Peygamberi ve o güçlük saatmda ona uyan Muhacirleri ve Ensarı affetti. O zaman içlerin­den bir kısmının kalbleri kaymağa yüz tutmuş iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Çünkü o, onlara karşı çok şefkatli, çok merha­metlidir. Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Bütün ge-nişliğiyle beraber arz başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıkmış ve Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını an­lamışlardı. Allah onların tevbelerini kabul bu­yurdu ki, tevbe etsinler. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir." (9:117-118).

Ümmü Seleme bu müjdenin hemen Ka'b'a du­yurulması için izin istedi. Peygamber®, muva­fakat gösterince, o hemen kapının Önünden ses­lendi: "Ey Ebû Lûbabe, sevin. Ka'b b. Malik'e müjde ver!"

Sabah namazından sonra, haber duyuruldu. Ka'b koşarak mescidde ashabı arasında oturan Peygamber @' gelerek O'nu selamladı. Resulul-lah @ ona tebessümle şöyle dedi: "Ka'b, bu ha­yatının en mutlu günüdür." (Buharî).

Ümmü Seleme, Peygamber- @'dan bir müslümanın sıkıntı halinde şu duayı yapması gerektiğini duydu: "Ey Allah'ım! Bu sıkıntımı sevabıma tebdil et ve bana bundan daha hayırlı bir çıkış yolu ver." Ümmü Seleme, Ebu Seleme vefat ettiğinde, onun kendisine aktardığı bu du­ayı hatırladı ve, tekrarladı. "Ey Allah'ım, bana daha hayırlısını ver" demek istediği zaman, gönlünden şöyle geçiriyordu: "Ebu Seleme'den daha hayırlı kim olabilir?" Ümmü Seleme der ki: "Ey Allah'ım! Beni ve Ebu Seleme'yİ bağışla! Bana, onun ardından daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan eyle! diye dua edince, Al­lah bana, ondan daha hayırlı olan Muhammed Rasulullah'ı ihsan etti." (Müslim ve Tabaqat).

Ümmü Seleme çok mütevazi ve sıkılgan bîr kadındı. Ebu Seleme'ye öyle bağlanmıştı ki, ardından Peygamber @ ile evlendiğinde, Pey­gamber @, onun odasına girdiği zaman kızı Zeyneb'i kucağına aldı. Bunun üzerine Peygamber @ geri gitti. Ancak tedricen diğer ehl-İ beyt gibi yaşamaya başladı. Onunla evlenme­den önce Peygamber @ niyetini Aişe'ye açık­ladığında, Aişe, Ümmü Seleme'yİ çok kıskanmıştı. Peygamber @'ın ona karşı muhab­betini bilen diğer hanımları Aişe hakkında Pey­gamber @'a vekil göndermek isteseler, bu iş için Ümmü Seleme'yİ tayin ederlerdi.

Peygamber @, geceyi Ümmü Seleme'nİn oda­sında geçirdiği zaman, Ümmü Seleme'nin ya­tağı O'nun namaz hasırının önünde olurdu. Peygamber @, namaz kılarken o da önündeydi. (Müsned). Ümmü Seleme, Peygamber @'m ra­hatına ve rızasına büyük ihtimam gösterirdi. Peygamber @'ın hizmetkarlarından Sefine, aslında onun cariyesiydi. Ümmü Seleme yaşadığı müddetçe Peygamber @'a hizmet et­mesi şartıyla onu azad etti. (Müsned).

Ümmü Seleme, Uhud harbinde yer almış olma­masına rağmen Peygamber @'a, konuştuğunu duyacak kadar yakındı. Peygamber @'m et­rafının sarıldığı.öniinün engellendiği,mesci-dİn inşası sırasında taşlan ikişer ikişer kaldıran Ammarb. Yasir'in üzerindeki tozlan silkeleye­rek "Vah Ammar vah! Seni azgın bir topluluk katledecek" dediğini hatırladığını söyledi.

Benî Kureyza kuşatmasında onlara gönderilen Ebu Lübâbe, müzakere sırasında yetkisi ol­madığı halde onların idam edilecekleri hakkın­da ima yoluyla da olsa bilgi verdi. Ancak yaptığı hareketin büyük bir suç teşkil ettiği kanaatine vararak suçunun bağışlanmasına kadar kendisi­ni Mescid-i Nebevî'ye bağlamıştı. Birkaç gün bağlı kaldı. Bir sabah Peygamber @ Ümmü Se­leme'nin odasında iken tebessümle kalktı. Ümmü Seleme: "Allah seni ebediyyen müte-bessim kılsın, bu tebessümün sebebi nedir?" de­di. Peygamber @; "Ebu Lübâbe'nin tevbesi ka­bul edildi" dedi. Ümmü Seleme: "Bu haberi ben açıklayabilir miyim?" dedi. Peygamber @! "Evet, istiyorsan sen söyle" dedi Ümmü Seleme odasının kapısının dışında durdu ve yüksek ses­le bağırdı: "Ebu Lübâbe! Tebrikler, tevben ka­bul edildi." Onun sesini duyan bütün Medine halkı mescide doğru koştu. (Zarqanî, c.II ve Ibni Sa'ad, c.II).

Amr b. Ümmü Mektûm evlerine geldiği zaman Meymûne ile beraber Rasulullah @'ın yanında olduklarını bildirdi. Rasulullah @ onlardan kendilerini gizlemelerini istedi. Ümmü Seleme 'Ta Rasulullah, o âmâ değil mi?" dedi. Peygam­ber©: "Siz de mi âmâsınız?" diye mukabelede bulundu. (Ahmed, Tirmizî ve Ebu Davud).

Veda Haccında, hasta olmasına rağmen Ümmü Seleme Peygamber @ 'a eşlik etti Binhan adın­daki kölesi devesinin ipini tutuyordu Peygam­ber @ şöyle buyurdu: "Bir köle, hürriyeti için ödeyecek para biriktirdiği zaman, onun yanında hicab farz oluyor."(Müsned).

Peygamber @, son hastalığında Aişe'nİn odası­na çekildiği zaman Ümmü Seleme sık sık ziya­retine gitti. Bir gün Peygamber @ çok rahatsız­ken Ümmü Seleme ağlamaya başladı, fakat peygamber @ ona: "Bu müslümanca bir dav­ranış değildir" diyerek bundan men etti. (Tabaqat). Ümmü Seleme sık saçlı, zarif bir hanımdı. Peygamber @ 'a büyük muhabbet duydu. Pey­gamber @ da onu aynı muhabbetle sevdi ve çok takdir etti. Onu asaleti ve nezaketi sebebiyle saydı. Peygamber @ 'in bütün hanımları bilgili ve ilim sahipleri olduklan halde Aişe ve Ümmü Seleme'nİn rakipleri yoktu. Mahmud b. Lebid şöyle dedi: "Peygamber @'ın bütün hanımları hadis hazineleriydi Fakat Aişe ve Ümmü Sele-me'nin emsali yoktu." (Tabaqat İbni Sa'ad). Mervan b.Hakem onlardan bazı meseleler hakkında sordu ve açıkça dedi ki: "Peygamber @'m hanımları aramızda iken neden başkaları­na soralım?" (Müsned). Ebu Hureyre ve İbni Abbas engin bilgilerine rağmen bir çok konuda onlara gelirlerdi. Tabiîn de onların nasihatlandan istifade ettiler (Müsned).

Ümmü Seleme Kur'an'i, Peygamber @'m üslu­bunda okuyabiliyordu Bir defasında birisi sor­du, "Peygamber Kur'an'i nasıl okurdu?" Ümmü Seleme; "O her ayeti birbirinden ayrı ayrı okurdu" dedi ve nasıl okuduğunu bizzat okuyarak gösterdi. (Müsned). Ümmü Seleme 378 badis nakletti ve sahabe'nin hadis nakledenlerinin üçüncü derecesine dahil oldu (Saha-betül-Muhaddisîri). O, hadîs dinlemeye çok meraklıydı. Bir seferinde saçını tararken Pey­gamber @ mescidde hutbe irad etmek için du­rup, "Ey nas!" dedi. Ümmü Seleme bir anda saçını topladı ve durup hutbeyi dinledi. (Müsned). Bir seferinde ashab ona Peygamber @'m batını durumunu sordu. Ümmü Seleme, "O'nun dışı da içi de birdir" dedi. Peygamber @ gelince, Ümmü Seleme bundan bahsettiğinde, "iyi yaptın" dedi. (Müsned). Ümmü Seleme çok sade, fakat ibadetleriyle süslü bir hayat, yaşadı Bir seferinde, üzerinde birkaç altın boncuk olan gerdanlık takmıştı, fakat Peygamber @ o'nu bundan sakındırdı Bunun üzerine O da ger­danlığı parçaladı. (Müsned). Peygamber @ O'nun odasında iken Fatma'yı, Hasan'ı ve Hüseyin'i çağırdı ve onların üzerlerine bir Örtü Örterek şöyle dedi, "Ey Allah'ım! Bunlar benim ehli-beytim; onlardan pisliği kaldır ve onları pakla." Ümmü Seleme bu duayı duydu ve, ""ey Allah'ın Rasulü, ben de onların arasına dahil ol­dum mu?" dedi. Peygamber @, "Sen kendi ha-lindesin ve (sen) hayırlısın" dedi. (Tirmizi).

Ümmü Seleme çok cömertti ve başkalarını da cömertliğe teşvik ederdi. Bir seferinde Abdur-rahman b.AvfO'na geldi ve: "Ey mü'minlerin annesi! Bana öyle servet geldi ki, perişan ol­maktan korkuyorum." dedi. Ümmü Seleme: "Oğul! Onu harca. Peygamber @ (ölümümden sonra bana asla kavuşamayacak sahabiler var) demişti." dedi. (Müsned), O'nun Peygamber @'a muhabbeti ve bağlılığı o kadar yüksekti ki, sakalından birazım saklar ve halka gösterirdi. Peygamber @'ın da O'na büyük muhabbeti vardı. Bir seferinde Ümmü Seleme sordu: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kur'an'da neden bizden bah­sedilmiyor?" Peygamber @ minberde durdu ve dedi ki: "Muhakkak ki bahsediliyor: 'Mümin erkekler ve mü'min kadınlar, inanan erkekler ve inanan kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar..." (33:35) ayetini okudu. (Müsned).

Ümmü Seleme Cebrail'i ashabdan Dihye şek­linde görmüştü. Usame b. Zeyd'den rivayete göre: "Bir gün Cebrail @, Peygamber @'m yanma gelmişti. O sırada Peygamber @'m yanında Ümmü Seleme bulunuyordu. Cebrail, Peygamber @ ile konuştuktan sonra kalkıp git­ti. Peygamber @, Ümmü Seleme'ye "Kimdi bu?" diye sordu. O da "Dıhye'dir" dedi. Ümmü Seleme: "Allah'a yemin ederim ki, Peygamber @'m, Cebrail'den aldığı vahyi ashaba haber vermek üzere irad ettiği hutbeyi dinleyene ka­dar, Cebrail'i, Dıhye sanmıştım!" demiştir. (Buharî ve Müslim).

Peygamber @'ın hanımlarından en son vefat edeni Ümmü Seleme'dir. O, Hüseyn'nin Ker-belâ'da şehid edildiği zamana kadar yaşamıştır. Hicrî 61 yılında, 84 yaşında iken vefat etti. Ce­naze namazını Ebu Hureyre kıldırdı. Ümmü Se­leme Baki' kabristanına defnedildi.

 

7- Zeyneb Bintü Cahş

 

Cahg'ın kızı. Annesi Umeyme, Rasûlullah @ 'in öz halasıydı. Zeyneb'in müslüman olmazdan önceki ismi Berra idi. Hicretten sonra Peygam­ber @ 'in azadlı kölesi ve evlatlığı Zeyd ile ev­lenmişti.

Peygamber @, Hatice ile evlendiği zaman, Ha­tice, kölesi Zeyd'i O'na hibe etti. Rasûlullah @ Zeyd'i azad edip evlatlık edindiğini ilân ederek Araplarda mevcut olan bir geleneği uyguladı. (Kurtubî, c.XIV, sh.ll8).Rasûlullah @,azad ettiği kölesi Zeyd'i halası Ümeyme'nin kızı Zeyneb binti Cahş ile evlendirmek istediğinde Zeyneb buna razı olmadı. Ancak aşağıdaki âyet inince evlenmeyi kabul etti:

"Allah ve Rasûlü bir şeye hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadın için o işi kendi istek­lerine göre seçme hakkı yoktu. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (33:36). Ancak bu evlenme istek­siz olduğu için eşler arasında ülfet meydana gel­medi ve bir sene sonra Zeyd, karısını boşamak üzere, Rasûlullah@'a baş vurdu. (İbn-i Hacer ve M.Şiblî). Rasûlullah @, O'na eşini boşama-masmı tavsiye etti. Ayet-i kerîme bu hususu ŞÖyle açıklar:

"(Rasûlüm!) Allah'ın nîmet verdiği, senin ve kendisine lütfettiğin kimseye: 'Eşini yanında tut, Allah'tan kork!' diyorsun. Halbuki Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek için­de gizliyorsun. Oysa asıl korkulmaya lâyık olan Allah'tır"(33:39).

"Allah'ın açığa vuracağı şeyi gizliyorsun, halk­tan korkuyorsun" cümlesinden maksadın ne ol­duğuna dair farklı rivayetler vardır. Ancak, "Rasûlullah @*m Zeyneb ile evleneceği vahiy yoluyla kendisine bildirilmişti. O, bu durumu bildiği halde halkın dedikodusundan çekinerek Zeyd'e eşini boşamamasmı tavsiye etti." şeklin­deki rivayet, gerçeğe daha uygun görülmekte­dir. Çünkü o günkü geleneğe göre bir kimsenin kendi oğulluğunun boşadığı kadınla evlenmesi caiz değildi.

Rasûlullah @'in tavsiyelerine rağmen Zeyd ile Zeyneb geçinemediler. Zeyd'in komutanlık ya­pacak seviyedeki üstün vasıflarına rağmen, azadlı bir köle olması, Kureyş'in ileri gelen aile­lerinden birinin kızı olan Zeyneb'in yanında O'nu küçük düşürüyordu. Dolayısıyla Zeyd, eşini boşamaya kesin karar verdi. Zeyd eşini boşadıktan sonra gelen bir vahiy Rasûlullah @'ın Zeyneb ile evlendirildiğini ve Öteden beri devam eden bir câhiliye geleneğinin ortadan kaldırıldığını haber veriyordu:

"...Zeyd, O kadından ilişiğini kesince biz O'nu sana nikahladık ki, evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestiğinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü'minlere bir güçlük olmasın.. Allah'ın emri yerine getirilmiştir".(33:37). İslâm, hukuk dışı bir geleneği ortadan kaldırmak iste­miş ve bu yıpratıcı, hassas meseleyi her hususta insanlar için örnek olan ve olaylar karşısında en çok direnme gücüne sahip bulunan Rasûlullah @'ın şahsında uygulamaya koymuştur ki, Ümmeti tarafından rahatlıkla kabul edilsin. Yüce Allah, kendisinin takdir ettiği şeyde Rasû-lü @ için herhangi bir güçlüğün bulunmadığını da vurgulayarak şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın kendisine helal kıldığı şeyde Pey-gamber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce ge-lip-geçenler arasında da Allah'ın emri böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek,yazılmış bir kaderdir. O peygamberler ki, Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar. Allah'tan kor­karlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter. Mu-hammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin ba­bası değildir. Fakat O, Allah'ın Rasûlu ve pey­gamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla biIendir."(33:38-40).

Görüldüğü gibi Rasûlullah @'ın Zeyneb ile ev­lenmesi kendi arzusuyla değil, ilâhî vahiyden kaynaklanmakta ve hukuk dışı bir geleneğin or­tadan kaldırılması amacına yönelik bulunmak­tadır. Yerleşmiş bazı yanlışların, toplumların hayatından sökülüp atılması, itiraz edilemez örnekler sayesinde ancak mümkün olabilir. Bu evlilik olayı bunun en açık delilidir.

Ahzab sûresinin zikredilen 37. ayeti, Peygam­ber @ 'a Aişe'nin yanında iken vahyedilmişti. İddeti dolduktan sonra Zeyneb'e Peygamber @'ın evlenme teklifi ulaştırıldı. Zeyneb, istiha­re yapmadan cevap veremeyeceğini belirtti. Sonra secdeye kapandı ve bazı rivayetlere göre, iki rekat namaz kılarak şöyle dua etti: "Ey Rab-bim, eğer ben o'na lâyık isem, beni O'nunla ev­lendir." Daha sonra yukarıdaki ayetin gönderil­diği ve Peygamber @ 'in Zeyneb'e Rabbi tarafı­ndan kendisi ile evlendirildiğine dair haber gönderdiği bildirildi. Zeyneb bu haberi duyun­ca, bütün mücevherlerini çıkarıp müjdeyi geti­ren câriye Seleme'ye verdi, secdeye kapandı ve iki ay oruç tutmayı adadı. Peygamber @ 'in Zey-neb'in düğününde, başka hiç bir hanımı için vermemiş olduğu muhteşem bir velime verdiği

söylendi. Bir keçi kesilmişti Bu ziyafete yak­laşık üç yüz kişi katılmıştı. Hicâb ayetleri bu ve­sileyle gönderildi. Bazı kimseler gereksiz yere Peygamber @ 'in evinde geç vakte kadar kaldı­lar. Bu, sadece bir odaları olması sebebiyle Pey­gamber @'in ve ehli beytinin büyük rahatsızlık duymasına sebep oldu. Kur'an bunu şu sözlerle zikretmektedir: "Ey iman edenler, (bundan son­ra) Peygamber'in evlerine -yemeğe davet olun­maksızın, vaktine (de) bakmaksızın- girmeyin. Fakat davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman dağdın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber'e eza vermekte, o (sizden) utan­maktadır. Allah ise hak(kı açıklamak)dan çe­kinmez. Bir de o'nun zevcelerinden lüzumlu bir şey istediğiniz vakit perde ardından isteyin onlardan. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de on­ların kalbleri için daha temizdir..."(33:53).

Zeyneb'in evliliğinin o'nu Peygamber @'ın diğer hanımlarından ayıran bazı özel hususiyet­leri vardı. O'nun nikahı Allah tarafından kıyıldı ve bu netice için Peygamber @ 'a vahiy gönde­rildi, diğer hanımlarının nikahı onların vâsileri veya babaları tarafından akd olurdu. O'nun ni­kahı Allah tarafından kıyıldığından, bunun için mehir yoktu. Peygamber @ namına Zeyneb için Allah kefil oldu. Evlilikleri, Peygamber @'m ehli-beytinin mahremiyetlerinin emniyetini te­minat altına alan Kur'an'm bir başka ayeti ile kutlandı: "Ey iman edenler, (bundan sonra) peygamberin evlerine - yemeğe davet olun­maksızın, vaktine (de) bakmaksızın- girme­yin."(33:53). Daha sonra bu büyük hâdise do layısıyla velime verildi. Peygamber @'in ha mmlarından hiçbiri böyle bir şerefe nail olma­mıştı: "Zeyneb (r.anha), Peygamber'in diğer hanımlarına karşı bununla övünürdü." (Tirmi-zi). Zeyneb'in zühd ve takvası, dindarlığı ve kemâlâtı hakkında birçok kayıt vardır. Aişe, "Rasulullah'ın gözünde, şeref ve itibarda be­nimle sadece Zeyneb boy ölçüşmektedir" dedi. (Müslim). Peygamber @, ona her zaman mu­habbet ve nezaketle muamele etti. Bu sebeple, Peygamber @ 'in bir kaç hanımı kendi adlarına vekaleten kızı Fatma'yı Peygamber @'a gönderdiklerinde O, verilen görevi başaramadan geri geldi.

O zaman temsilci olarak Zeyneb bintü Cahş'ı gönderdiler. Rivayetin bu noktasında Hz. Aişe diyor ki: "Peygamber hanımları içinde bana ra­kip olabilecek sadece Zeynep'ti. Dini yaşama konusunda Zeynep'ten daha hayırlı bir kadın görmedim. Allah'dan O'nun kadar korkan, O'nun kadar doğru söyleyen, O'nun kadar akra­balarıyla ilgilenen, O'nun kadar çok sadaka veren ve verdiği sadakayı O'nun kadar yetersiz ve değersiz bulan ve böylece Allah rızasını ka­zanmaya çalışan birini daha bilmiyorum. Yal­nız çok hiddetlenip birden köpürür, sonra da he­mencecik iniverirdi. Zeynep İçeri girmek için izin istedi, girdi. Diğer hanımlarının temsilcisi olduğunu söyleyerek Aişe hakkında atıp-tutma-ya başladı ve bir hayli şeyler söyledi. Bu arada Aişe, Rasûl-i Ekrem'in gözüne bakıyor, acaba karşılık vermek için bana müsaade edecek mi, diye fırsat kolluyordu. Peygamber @'in kızma­yacağını anlayınca, Aişe karşılık vermeye başladı ve Zeyneb'i susturdu. Bunun üzerine Peygamber @ gülümseyerek: "Ee, Ebû Bekr'in kızı!" buyurdu. (Buharı, Müslim, Neseî ve Müsned).

Ümmü Seleme, Zeyneb'İn fazilet ve iyiliklerin­den çok bahsetti. Dedi ki, "Zeyneb hayırlı bir kadındır ve Peygamber @ o'na çok sık uğrardı. O, çok muttaki bir kadındır; oruç tutar, teheccü-de kalkar, bütün servetini muhtaç ve fakirlere harcar." Zeyneb bizzat şöyle dedi; "Ben Pey­gamber @'dan evlenme haberini aldığım za­man, iki ay oruç tutmayı adadım. Peygamber @ benimle olduğunda, evde veya seyahatte, oruç tutamazdım, fakat yalnız olduğum zaman tut­tum." (Tabaqat). Aişe şöyle dedi, "Ben Zey-neb'den daha hayırlı, muttaki, doğru, cömert, akrabalarıyla ilgilenen veya Allah'ın rızasına râm olmuş başka bir kadın görmedim. Biraz sert mizaçlıydı fakat çabuk pişman olurdu." (Müslim). Zühd ve takvada o çok yüksek bir se­viyede idi. Zeyneb, kızkardeşi Hamne'nin de karıştığı Aİşe hakkındaki iftira şayiası duyul­duğu zaman, Peygamber @ 'm kendisine Aişe'nin ahlâkı hakkındaki sorusuna; "Ben Aişe'nin iyiliğinden başka birşey bilmiyorum" diye karşılık verdi. Aişe o'nun güvenilirliğini ve.doğruluğunu hatırlar, yâd ederdi.

Zeyneb büyük bir bağlılık ve Allah korkusuyla daima ibadetle meşgul olurdu. Bir seferinde Peygamber @ muhacirler arasında ganimet dağıtıyordu. Bu arada Zeyneb, Peygamber @'a sert bîr şey söyledi. Orada bulunan Hz. Ömer O'nu azarladı, fakat Peygamber @ şöyle dedi; "Ey Ömer, hiç birşey söyleme, çünkü o, Al­lah'tan çok korkar ve O'na çok içten yakarır (evvâh) Orada hazır bulunan biri; "Evvâh ne­dir?" diye sordu.

Peygamber @; "Namazda alçak gönüllü ve mütevâzi, Allah'a içten yalvarıcı ve yalnız O'ndan dileyici." dedi. Sonra şu ayeti okudu: "Doğrusu İbrahim çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi"(ll:75), Bu suretle Peygamber @ o'nu bu vasfıyla İbra­him Peygambere kıyasladı. (Nubuwa).

Peygamber @ ona samimiyetle muhabbet duy­du ve onunla sık kaldı. Zeyneb, bazen bal şerbeti elde edince O'nu Peygamber @'a verirdi. Öğlen namazından sonra hanımların hepsini dolaşmak Peygamber @'ın her zamanki uygu­lamasıydı. Peygamber® Zeyneb'İn kendisine sunduğu bal şerbetini içme1- için onun odasında daha fazla kajınca hanımlarından bazıları hoşnutsuz oluyordu. Aişe'nin hayatı bölümünde yukarıda izah edildiği gibi Zey­neb'İn yanında uzun süre kalmasını önlemek için plân kurdular.

Zeyneb vefat etüğİ zaman, Medine'nin fakir ve yetimlerinin çok üzüldükleri ye endişelendikle­ri Aişe tarafından anlatıldı. (İbni Sa'ad). Onun fıtrî yapı itibariyle çok kanaatkar ve cömert ol­duğu bildirildi. Hayatını kendi elleriyle kazandı ve hepsini Allah yolunda harcadı. Urve şöyle anlattı; "Aişe'nin, (Zeyneb'İn vefatından sonra) övülmeye lâyık ve Öksüzlerin ve dulların koru­yucusu olan yegane hanımı gitti, dediğini duy­dum." (Tabaqat).

Râfi' kızı Berre'den: "Maaşlar verilmeye başlandığı zaman Hz. Ömer, Zeyneb binti Cahş'a tahsisatını gönderdi. Zeyneb: 'Allah, Ömer'den razı olsun. Bu yükü bana niçin yükle­miştir? Ortaklarım bunu aramızda taksim et­meğe daha muktedir idiler,' dedi. Ona: 'Hepsi senindir.' dediler. Bunun üzerine Zeyneb: "Subhanallah, bu kadar para nasıl bir şahsa veri­lir?' dedikten sonra parayı getirenlerden örtünerek: 'Yere döküp üzerine bir şey atın,' dedi. Adamlar gittikten sonra bana: 'Elini örtünün altına sokup bir avuç çıkar ve (kendi akrabala­rıyla bir takım yetimlerin ismini vererek) falan ve falan aileye götür ver,' dedi. Nihayet örtünün altında az bir şey kaldı. Ona: 'Ey mü'minlerin annesi, Allah'a yemin ederim ki, bizim de bun­da hakkımız vardır,' dedim. Bana: 'Örtünün altı­nda ne kalmışsa o da senin olsun,' dedi. Örtüyü kaldırıp saydığım zaman sadece seksen beş dir­hem kalmıştı. Sonra Zeyneb ellerini havaya kaldırarak: 'Allah'ım, beni Ömer'in bağışlarına muhtaç kılma ve gelecek seneye kadar beni sağ bırakma,' diye dua etti ve aynı yıl içinde vefat etti."

Benzer bir rivayet de Muhammed b. Ka'b'dan: "Zeyneb binti Cahş'ın maaşı,on iki bin dirhem­di. Fakat Zeyneb bir seneden başka maaş al­madı- Her zaman: 'Allah'ım, gelecek sene bu mal elime yetişmesin. Zira mal fitnedir,' diyordu. Aldığı o maaşı da kendi akrabaları İle muh­taçlara dağıttı. Ömer bunu öğrenince: 'Cenab-ı Hak bu kadın hakkında büyük bir hayır dile­miştir,' dedi ve üzerinde durarak bu sefer dağıtmayıp kendine bırakmak şartıyla ona bin dirhem daha gönderdi. Ne var kî, Zeyneb, Ömer'in sözünü dinlemeyip kendisine gönder­diği o bin dirhemi de dağıttı."

Zeyneb, Hz. Ömer'in İkinci tahsisatım göreme­di ve o yıl içinde vefat etti. Vefat tarihi hicrî 20 idi. Cenaze namazını Ömer kıldırdı ve Cennet el-Bakı'ye defnedildi.

Aişe O'nun vefat haberini duyunca: "İyi huylu, yetimlerin ve dulların hâmisi, hayırlı kadın dünyadan gitti" dedi. (S.M.Heykel, The Life of Muhammad). Ümmü Seleme şöyle dedi: "Zey­neb, zühd ve takva sahibi bir kadındı. Sık sık oruç tutar, namazlarını ifâ ederdi." Zeyneb'in vefatının ardından Aişe ağlamaya başladı, onu hayırla andı ve onun için namaz kıldı. Ona so­ruldu: "Bize Zeyneb'in herhangi bir vasfını söyle." O da: "Zeyneb, iffetli ve faziletli bir kadındı" diye cevapladı. Esmâ'nm oğlu Urvc, Aişe'ye sordu: "Ey teyze! Peygamber @'a en sevgili olanı bize söyle." Aİşe şöyle dedi: "Bu­nunla ilgili bir şey düşünmemiştim. Fakat Pey­gamber @ 'in yanında Zeyneb'in ve Ümmü Se-leme'nin yerleri vardı, sanıyorum, benden sonra bu ikisi ona en sevgili idi." (Tabaqat).

Hadis kitaplarının bazısında Aişe validemizden nakille şöyle bir hâdise anlatılır: "Bir kere Pey­gamber @'ın bazı kadınları: 'Ya Rasulullah'. Senin vefatından sonra, en Önce hangimiz sana kavuşacağız?' O da ceveben: 'Eli uzun olanı­nız' buyurdu. Aişe söze devamla diyor ki; Eli­mize bir kamış çubuk aldık, kollarımızı ölçme­ye başladık.İçimizde en uzun kollu olanın Şev­de bintİ Zem'a olduğunu gördük. Sonra öğren­dik ki, uzun kollu demek, bol sadaka veren, eli açık kimse demektir. Bununla beraber Peygam­ber @'ın vefatından sonra içimizde O'na en önce kavuşan yine de Şevde oldu. Çünkü Şevde, sadaka vermeyi çok severdi." (Buharî, Neseî ve Müsned). Vâkıdî'nin rivayetinde bu kadının Şevde değil, Zeyneb olduğu bildiriliyor. Pey­gamber @' in irtihalinden sonra ilk önce Zeyneb vefat etmiştir. Vefatı da Hz. Ömer'in hilâfeti za­manında vuku bulmuştur. Şevde ise, Muaviye zamanında h.54 tarihinde vefat etmiştir. Bu-harî'nin sarihlerinden Taybî ise bu konuda şöyle diyor: Peygamber@'ın "Vefatımdan son­ra bana ilk katılacak olanınız, kolu uzun olanmızdır" buyurduğunda Huzuru Saadetle­rinde kadınlarının hepsi değil, bir kısmı bulunu­yordu. Aİşe ve Şevde de hazırlar arasında idi. Zeyneb, bu toplulukta yoktu. Bu toplantıda hazır bulunanlardan ilk vefat eden gerçekten Arafat'a çıkan hacılar.

Şevde olmuştur.

Zeyneb, Aişe'nin arkadaşıydı ve Peygamber @'m nazarında mevkii Aişe'den sonra geliyor­du. Zeyneb, Hayber seferinde Peygamber @ 'a eşlik etti. Aişe, Zeyneb bintü Cahş hariç Pey­gamber (S)'in hiç bir hanımının kendisine ters gitmeye ve muhalefete cesareti olmadığını söyledi. Fakat, ümmühatu'l-mü'minin arası­nda, kıskançlığın şevkiyle cereyan eden hâdise­ler, onları birbirlerine karşı insafsız olmaya sev-ketmemiş, birbirlerini kötülemeye, aralarında uzun süren dargınlıklara sebep olmamıştır. Bel­ki, de Rasulullah'm her gece birinin evinde ol­mak üzere sistemleştirdiği akşam sohbetlerinin bir gayesi de bu idi. Peygamber @, onların her zaman muhabbet ve samimi bir hava içinde mes'ud yaşamalarını, daima birbirleriyle da­yanışma göstererek İşbirliğini genişletmelerini isterdi.

Zeyneb, mizaç olarak keskin ve sert idi. Bazen Peygamber @ 'm huzurunda cesurâne konuşur­du. Peygamber @ 'in halasının kızı olmasını ve nikâhlarının Allah tarafından tasdiki imtiyazını kullanıyordu. Ancak o, Peygamber @'in neza­ket ve ihtimamını takdir ederdi. Bir seferinde Aişe Zeyneb'i tekzib etmek istedi, fakat Pey­gamber @ ona sessiz kalmasını söyledi. Aksi takdirde bu, gönüllerin kırılmasına, dargınlıkla­ra sebebiyet verecekti. En önemlisi temiz ve pâk zevcelerinin dikkatini Allah'a bağlılıktan başka şeylere çevirecek, huzuru ve zihin rahatlığını kaybettirmiş olacaktı.

Bir seferinde Aişe'nin sırası iken bir kuzu kesil­di. Peygamber @, etin diğer hanımlar arasında dağıtılmasını istedi. Aişe, her birine bir pay göndererek isteği yerine getirdi. Zeyneb, kendi­sine gönderilen payı almaktan imtina etti. Pey­gamber @ Aişe'ye bir kaç parça daha İlâveyle, ona tekrar gönderilmesini söyledi. Zeyneb bu defa da kabul etmedi. Aişe hiddetlenerek bağırdı. Peygamber @ Aişe'nin bu tepkisini hoş görmedi. Rivayete göre Aişe'yi ziyaretini bir ay geciktirdiği bildirildi.

Peygamber @ hanımlarının birbirleriyle dostça yaşamalarını çok arzu etti. O, ne zaman birinin diğerini kıskandığını veya davranışlarında bu yönde bir hasislik görse hoşnutsuzluğunu açıkça ifade ederdi. Şu rivayet, Rasûlullah@'in hanımlarına öfkelendiği zaman, onları azar ve darb'a tevessül etmediğini, söz de sarfetme-diğini gösterir. Aişe anlatıyor: "Bîr sefer sıra­sında (Veda Haccı dönüşünde) Safiyye binti Huyey'in devesi hastalandı.Zeyneb'in fazla de­vesi vardı. Rasulullah @ Safiyye için bir deve vermesini söyledi. Zeyneb: 'Ben şu yahudi kızına mı deve verecek misim?' diye itiraz edin­ce, Peygamber @ öfkelendi ve Zilhicce, Mu­harrem aylarıyla Safer ayının bir kısmı boyunca Zeyneb'e küsüp terketti.

Zeyneb pek uzun boylu değildi. Eli her işe yatkındı. Kesilen hayvanların derilerini yüzer, temizler ve güneşte kurutıırdu. Dikiş ve elbise tamir işinde de mahirdi. Odasında imal ettiği her şey satılır, hâsıl olan paralar da fakir ve muhtaç­lar arasında dağıtılırdı.

Zeyneb hasta düşünce, ona hizmet etmeye sade­ce Peygamber hanımları izinliydi. Cenazesini onların yıkamaları istendi. Zeyneb, kefenini hazırlamıştı. Fakat halife Ömer kefen gönderin-ce, kendisi için saklamış olduğu kefen sadaka olarak verildi. Cenaze namazını Ömer kıldırdı.

Cenazesini kabrine defnetme işini Usame b. Zeyd ile Muhammed b. Ubeydullah b. Cahş gibi yakınları ifa ettiler. Vefatı sıcak bir yaz gününe rastgelmişti. Kavurucu güneşten Baki' kabris-tanmdaki mezarı kendine sığınak olmuştu. Ömer, mahal üzerine geniş bir gölgeliğin yapıl­masını emretti.

 

KISIM 14

 

HZ. MUHAMMED @ VE ZEVCELERİ (III)

 

8- Cüveyriyye

 

Beşinci hicrî yılın Şaban ayının 5'inde/m. Ocak 627, Peygamber @ Benu'l-Mustalik'in top-yekûn kendisine karşı birleştiğini ve şefleri Haris b. Ebi Dırar'ın hücum planlan yaptığını haber aldı. Peygamber @ güçlü bir orduyla sefe­re çıktı ve el-Mureysî mevkiinde Benu'l-Musta-lik ile karşılaştılar. Rasulullah @, Müslüman­ları savaş nizamına soktu. Daha sonra: "La ilahe illallah! deyiniz de, canlarınızı, mallarınızı ko­ruyunuz" diye tekliflerine Benu'l-Mustalik ok ile karşılık verdi. Dolayısıyla savaşa girdiler. Müslümanlar bir müddet okla çarpıştıktan son­ra Peygamber @ bütün savaş birliğinin birden tek koldan hücuma kalkmalarını emretmesiyle onlardan hiç kimse kaçırılmadı, bazıları öldürüldü. Kadınları ve çocukları esir edildi. Malları ganimet olarak alındı. Ganimet; 200 de­ve, 5000 keçi ve yaklaşık ikiyüz esir idi. Bunun­la birlikte şefleri Haris kaçmaya muvaffak ol­du.

Peygamber @, Benu'l-Mustalik gazasında alı­nan esirleri Mücahidler arasında bölüştürdüğü zaman, esirler arasında bulunan Cüveyriyye (esas adı Berre) bintü Haris de, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın hissesine düşmüştü. (İbni İshaq ve İbni Hişam). Cüveyriyye, Benu'l-Müstalık'in şefi Haris b. Dırar'ın kızı olup amcasının oğlu Müsâfi' b. Safvan b. Zişşefr ile evli idi. Müsâfı' bu savaşta öldürülünce Cüveyriyye dul kalmıştı. Cüveyriyye İçin dokuz altın karşılığında azad edilmek üzere fidye belirlen­mişti. Cüveyriyye o zaman yirmi yaşlarında idi.

Aişe der ki: "Cüveyriyye, güzel bir kadındı. Onu kim görse, kendisine alırdı. Fidyesi konu­sunda yardımını dilemek üzere Rasulullah @'a gelmişti. Vallahi O'nu, odamın kapısı önünde görünce, hiç de hoşlanmadım. Benim O'nda gördüğüm güzelliği, Rasulullah @'m da göre­ceğini biliyordum. Cüveyriyye, Rasulullah @'ın yanma girdi ve: 'Ya Rasulullah! Ben, Be­nu'l-Mustalik reisi Haris b. Dırar'ın kızıyım. Bildiğin gibi, esirlik belâsına uğramış, Sabit b. Kays b. Şemmas'ın hissesine düşmüş, kendimi dokuz uqiyye mukabilinde azadlatmak üzere anlaşmış bulunuyorum. Ödemek zorunda bu­lunduğum" fidyem hususunda senden yardım dilemeğe geldim.' dedi. Rasulullah @: "Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?' bu­yurdu. Cüveyriyye: 'Nedir o ya Rasulullah?' di­ye sordu. Rasulullah @: 'Senin tarafından kur­tulmak akçesini ödemem ve seni zevceliğe ka­bul etmemdir.' buyurdu. Cüveyriyye: 'Olur ya Rasulullah!1 dedi." (Ebu Davud, Müsned, İbni İshaq, İbni Hişam ve İbni Sa'd).

Peygamber @'m Cüveyriyye ile evlendiği ha­beri şehre çabuk yayıldı. Şimdi bu evlilik vesile­si ile Benu'l-Mustalikliler Peygamber @'m ak­rabalarıydılar; mücahidler ellerinde tuttuklarını serbest bıraktılar. Hakikaten, yaklaşık yüz esir serbest bırakılmıştı. Aişe şöyle diyor: "Ben halkına Cüveyriyye'den daha hayırlı bir kadın bilmiyorum." (İbni Hişam ve İbni Habib).

Bir başka rivayette ise; o sırada Haris b. Dırar'ın da kızının kurtulması için yanma develer alarak Medine'ye doğru gelmekte olduğu nakledilir. O, Akîk vadisinde iken develerine baktı ve ikisi­ne tamah ederek kıyamadı, onları Akîk'te iki dağ arasında bir kuytuya sakladıktan sonra Pey­gamber @'ın yanına geldi. "Ya Muhammedi Kızımı esir etmiştiniz. Şunlar O'nun serbest bırakılmasına karşılıktır!" dedi. Peygamber @: "Akîk'te filan dağ arasında filan kuytuya sak­lamış olduğun iki deve nerede kaldı? Onlan ne diye getirmedin? diye sordu. Haris: "Ben şeha-det ederim ki, Allah'dan başka ilah yoktur. Mu­hakkak ki sen de Allah'ın Rasulüsün. Vallahi, bunu Allah'tan başka bilen yoktu." diyerek ken­disi, iki oğlu ve kavminden yanında bulunan kişiler de Müslüman oldular.

Cüveyriyye hidayete ermiş, Müslüman ol­muştu. Peygamber @, zevceliğe kabul etmek üzere, Haris b. Dırar'dan kızını istedi. O da buna muvafakat gösterdi. Peygamber @, Cüveyriyye'ye dörtyüz dirhem mehir verdi. (İbni İshaq ve İbni Hişam).

Haris b. Dırar, Medine'ye geldiği zaman, Pey­gamber @'ın huzuruna çıkıp "Kızım gibi bir kadın esir olarak tutulamaz. Bu, benim mevki­im ve şerefimle bağdaşamaz. Onu serbest bırak!" demişti. Peygamber@: "Onu dilediğini seçmekte serbest bırakmamızı uygun görür, güzel bulur musun?" diye sormuş. Haris de "Evet! Üzerine düşen vazifeyi yerine getirmiş olursun!" demişti. Bunun üzerine Haris hemen kızının yanma varmış: "Şu zât, seni dilediğin yolu seçmekte serbest bırakmıştır. Sakın bizi rezil ve rüsvay etme!" demişti. Cuveyriyye: "Ben Rasulullah @'ı tercih ediyorum!" deyince. Haris: "Vallahi sen bizi rezil ve rüsvay ettin!" demişti.

Cuveyriyye, vaktini ibadet ve zikirle geçirirdi. Çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Birgün sa­bah namazını kıldıktan sonra namazgahında dua ve zikirle meşgulken Peygamber @, onun yanma uğrayıp ayrılmıştı, öğlene doğru Pey­gamber @ onun odasının önünden tekrar geçer­ken Cuveyriyye'yi seccadesinin üzerinde gördü. İçeri girdi ve: "Sen hâlâ, yanından ayrıldığım sıradaki hal üzere mi devam ediyor­sun?" diye sordu. Cuveyriyye "Evet, ey Allah'ın Rasulü" dedi. Peygamber@: "Sana dört kelime söyleyeyim ki, onlan üçer defa tekrarlarsan, sa­bahtan beri senin söylediklerinle tartılsa, onlar­dan dalıa ağır gelir. Dikkat et! Okuyacağın o ke­limeleri sana da öğreteyim: "Sübhânallahi ade­de halqıhî (Allah'ı, yaratıklarının sayısınca teş­bih ederim), Sübhânallahi rızâ nefsihî (Allah'ı, kendisinin razı olacağı şekilde teşbih ederim), Sübhânallahi zinete Arşıhî (Allah'ı, Arşın ağırlığınca teşbih ederim), Sübhânallahi midâ-de kelimâtihî (Allah'ı, kelimelerin miktarınca teşbih ederim) de! buyurdu." (İbni Sa'd, Müsned, Müslim, Ebu Davud, Tİrmizî, Neseî ve İbni Mâce).

Cuveyriyye, çok hayırseverdi. Kendisi aç du­rur, yoksulları kollardı. Birgün Peygamber @, Cuveyriyye'nin odasına gelmiş, kendisine "yi­yecek var mı?" diye sormuştu. Cuveyriyye: "Hayır, Vallahi, yanımızda yiyecek birşey yok. Yalnız biraz davar kemiği vardı. Onu da sadaka olarak kadın azadlımıza vermiştim." dedi.

Cuveyriyye'nin Peygamber @ ile altı yıl süren evlilikleri boyunca ondan rivayet ettikleri hadis sayısı 7'dir. Bunlardan ikisi Buharî'de, ikisi de Müslim'dedir. 65 yaşında hicretin 50. yılında vefat etmiş, cenaze namazı Medine valisi Mer-van tarafından kılınmıştır.

 

9- Ümmü Habîbe

 

Hicretin altıncı yılında/m.628'de, Ümmü Habî­be Remle bintü Ebî Süfyan, Peygamber @ ile evlendi. Nikah, peygamber @'m gıyabında Ha­beşistan'da kıyıldı. Ümmü Habîbe'nin meşru vasiliğini Halİd b. Said yapmış, Peygamber @'ı da Necaşî temsil etmişti.

Ümmü Habîbe, Ubeydullah b. Cahş ile evliydi. Müslümanların Habeş ülkesine ikinci hicretle­rinde, kocası ile birlikte Habeş ülkesine hicret etmişti. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Ubeydullah orada irtidat ederek Hristiyanlığa geçti. Ümmü Habîbe muttakî bir müslümandi, bu yüzden onu bıraktı ve yalnız yaşamaya başladı. Birgün Peygamber @'ın şahsî teşebbüsüyle Necaşî, Ebrehe adındaki cariyesi-: ni Ümmü Habîbe'ye gönderdi. Ebrehe, Ne^ caşî'nin elbiselerine, saçını, başını yağlama işlerine bakardı. Ebrehe mesajı iletti. Mesaj, Peygamber @'m Ümmü Habibe'yi nikahlamak istemesini ihtiva ediyordu. O, bu habere çok se­vindi ve üzerindeki gümüş bilezik ve yüzükleri çıkararak Ebrehe'ye verdi. Nikah merasimi, Cafer b. Ebî Talip dahil Habeşistan'a hicret edenlerin de hazır bulundukları bir sırada yapıldı. Necaşî, nikah töreninde bir konuşma yaptı. Halİd b. Said de cevabî bir konuşmada bu­lundu. Peygamber @'in na.r.ına Necaşî, mehir olarak Halİd'e dört yüz dinar takdim etti. Nikah töreninde bulunanlar kalkıp gitmek istediler. Necaşî: "Oturunuz! Evlenİldiği zaman, evlen­dirme yemeği (velime) yenmesi, Peygamberle­rin sünneti ve âdetidir." dedi ve hemen yemek getirtti. Ayrıca, Ebrehe aracılığıyla geline misk ve amber gönderdi. Daha sonra Ümmü Habi­be'yi Medine'ye göndermek için gemi hazırlandı. Şurahbil b.Hasan, Ümmü Habibe'ye eşlik etti Ümmü Habibe, Habeş ülkesinde İken, bir rüyasında kendisine bir kişinin 'Ey Ümmül-tnü'minîn' diyerek seslendiğini bildirdi ve bu rüyayı Peygamber @ ile evlenmesine yorum­ladı. (Madarij en-Nubuwa).

Ümmü Habibe, İslâm'a ilk girenlerdendi, çok samimi bir mü'min idi. Peygamber @'ın Ümmü Habibe ile evlenmesinin, erişilmesi güç tesir ve sonuçlan oldu. Bu evlilik dolayısıyla Ebu Süfyan'ın Peygamber <§> 'a olan muhalefeti büyük ölçüde dindi. Şimdi Kureyş, Hz. Mu-hammed @'ın, kendi düşmanları olmadığını, ancak onların iyiliğini arzulayan biri olduğunu, bundan dolayı bir akrabayla savaşmanın pek mâkûl olmadığını anladılar.

Ümmü Habibe, Peygamber @'a sadık bir hanımdı. Bu bağlılığa bir misal verelim: Ku­reyş, Hudeybiye'de yapılan antlaşmaya-sırt çe­virerek Benu Bekr'i, Müslümanların müttefiki Benû Huzaî'lerin üzerlerine saldırtmak için kışkırttılar. Antlaşmanın ihlâîî söz konusu iken Mekkeliler bu antlaşmayı kuvvetlendirmek ve Peygamber @'dan biraz daha mühlet kopara­bilmek için Ebu Süfyan'i Medine'ye gönderdi­ler. Ebu Süfyan Medine'ye varınca Ebu Bekr, Ömer ve diğerleri İle görüştü fakat O'na kimse yardıma yanaşmadı ve Peygamber @ görüşme­si için aracılık yapmadı. Daha sonra kızı Ümmü Habibe'nîn aracılığı ile Peygamber @ ile görüşmeye gitti. Ümmü Habibe'nİn odasına girdi ve yerdeki mindere oturmak istedi. Kızı alelacele minderi çekti. Ebu Süfyan şöyle dedi: "Kızım! Neden minderi kaldırıyorsun? Minderi mi benden esirgiyorsun, beni mi minderden, an­layamadım." "Bu, Peygamber @'ın minderi­dir." dedi Ümmü Habibe, "Sen ise müşriksin, pissin yani" dedi. Ebu Süfyan şaşırmıştı. Şöyle dedi: "Evimden ayrıldıktan sonra kötülük gel­miş sana." Ümmü Habibe: "Hayır baba. Ben İslâm'a kavuştum. Sen ise hâlâ putperestsin." dedi. Ebu Süfyan'ın hiç bir itibarı kalmamıştı.

Bu tavrı Ümmü Habİbe'nin Peygamber (5>'a olan büyük muhabbet ve bağlılığını göstermek­tedir. Kâfir olduğu sürece babasını, Peygamber @'m minderine bile oturtmadı. Bildirildi ki; ba­bası Ebu Süfyan Öldüğü zaman, Ümmü Habibe güzel koku getirtip onu ellerine ve yüzüne sürerek şöyle dedi: "Benim güzel kokuya ihtiyacım yok. Eğer Rasulullah (5)'dan şunu işitmeseydim koku sürünmezdirn. O demişti ki; 'Allah'a ve âhirete inanan bir kadın için, kocası hâriç, herhangi bir ölünün ardından üç günden fazla yas tutmak helâl değildir. Çünkü onun iddeti dört ay on gündür." (Buharı).

Ümmü Habibe, üstün karakterde, faziletli bir kadındı. Peygamber @'m şahsına çok bağlıydı. Beş yıllık beraberlikleri boyunca Peygamber @'dan rivayet ettiği hadislerin sayısı altmış beş'dir. O, Peygamber @'ın sünnetim büyük bir dikkatle izlemekte ve titizlikle uygulamak­taydı.  Gerektiğinde  bu  konuda insanları uyarırdı. Bir defasında yeğeni Ebu Safvan b. Sa-ad yanına gelmiş,biraz yemek yedikten sonra ağzını silmişti. Ünımü Habibe Bunu görünce hemen: "Ağzım yıkamalısın, pişmiş bir şey ye­diğinde yıkamak farz oluyor." dedi. (Müsned). Bununla beraber bu emir daha sonraları nesh edildi. Ümmü Habibe, Peygamber @'dan "Her kim ki günde on iki rekat nafile namazı kılsa Cennette evi olacaktır" diye işittiğinde vefatına kadar bu nafileleri edâ etmişti. O'nun kardeşi ve talebesi Utbe, Utbe'nin talebesi Umre b.Üveys ve onun talebesi Numan b.Salim, kendi zaman­larında bu namazları devam ettirdiler. (Müsned).

Ümmü Habibe itibarlı ve etkili bir hanımdı. Her ne zaman iyi bir yemek yapsa, birazını Peygam­ber @ 'a göndermeyi unutmazdı. Bir akşam hel­va yaptı ve hizmetçisiyle bir tas dolusu helvayı Peygamber @'a gönderdi. O sırada Peygam­ber @ Aişe'nin odasında idi. Hizmetçi, tabağı Aişe'ye verdi fakat tabak Aişe'nin elinden kaydı, yere düştü. Helva tamamen dağılmıştı. Peygamber @ üzülmesine rağmen Aişe'yi te­selli etti ve tasın parasını Ümmü Habibe'ye gönderdi.

Ümmü Habibe, yumuşak huylu, nâzik bir hanımdı. Vefatından az önce Aişe ve Ümmü Se-leme'yi çağırarak onlara: "Hanımlar arasında her ne olursa, bizirh aramızda da o oldu; onun için haklarınızı helâl edin." dedi. Aişe helâl et­tiğini ve bağışlanması için duacı olduğunu söyledi. Sonra Ümmü Habibe şöyle dedi: "Beni memnun ettin, Allah da seni memnun etsin." (İbni Sa'ad).

Ümmü Habibe, hicretten sonra ,40 veya 44 yılında kardeşi Muaviye'nin yönetimi zama­nında vefat etti ve Cennet el-Baki'ye defnedil­di.

 

10- Safiyye Bintü Huyeyy

 

Safiyye Medine'de doğmuştu. Yahudi kabilesi Benî Nadîr'e mensuptu. Hicretten sonra,Medi-ne'deki federatif devlet modeline rıza gösteren,Kureyş İle işbirliği yapmayacaklarına, Peygam­ber @'ın aleyhinde bulunmayacaklarına, O'nunla birlikte olacaklarına ve her ne suretle olursa olsun müşterek vatanlan olan Medine'yi koruyacaklarına söz vermelerine rağmen kısa zamanda ahidlerine sadakat göstermemişlerdi. Bunun üzerine de Hayber'e sürülmüşlerdi.

Safiyye, peygamber @'ın Hayber'e gelişinden bir kaç gün önce, Kinâne b.Ebilhukayk ile ev­lenmişti.

Harbin üçüncü gününde, Hayber düşüp Benu'l Hukayk'a mensup el-Kamus kalesi tamamen ele geçirildiği zaman, Safiyye bir başka kadınla Peygamber @'a getirildi. Bİlâl-i Habeşî onları getirirken, yahudi erkeklerinden öldürülen iki kişinin cesedinin yanından geçirmişti Diğer kadın cesetleri görünce çığlık kopardı, yüzünü yırttı ve topraklan başına saçmaya başladı. Pey­gamber @, onun yaptıklarını görünce: "Ey Bilâl, senden acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki,bu kadıncağızları, ölülerinin yanından geçir­din?!" buyurdu. Peygamber @, bu kadını gördüğü zaman huzurundan çıkarılmasını em­retti. Safiyye, çok korkmuş olmasına rağmen sakin görünüyordu. Safiyye, Peygamber @ 'm yanına getirildiğinde omuzlan üzerine bir atkı örtüldü. Bunun üzerine, Müslümanlar Peygam­ber @'m, ganimet arasından -Başkumandan hakkı olarak- Safiyye'yi kendisine seçtiğini an­ladılar. (İbni Ishaq ve İbni Hişam).

Safiyye'nin Medine'ye dönüşünde,Peygamber @ Hayber'e oniki mil uzaklıktaki es-Sahba mevkiinde konakladı. Burada Peygamber @ Safiyye ile evlendi. Bütün gece Ebu Eyyûb el-Ensârî, Peygamber @'m çadırının etrafında nöbet tuttu. Gün ağarırken, Peygamber @ Ebu Eyyûb'u bir aşağı bir yukarı gezinirken gördüğünde O'na bu nöbetinin sebebini sordu. O, şöyle cevapladı: "Bu genç hanım ile beraber­liğinde senin için korkuyordum. Sen onun ba­basını, kocasını ve bir çok akrabasını savaşta Öldürtmüştün ve o son ana kadar bir gayri müslim idi. Bundan dolayı senin adına çok korktum." Peygamber @, Ebu Eyyûb el-Ensârî için dua etti. (İbni Hişam).

Safiyye, Peygamber @'dan Hayber'den bir menzil uzaklaşana kadar konaklamamalarını talep etti. Es-Sahba mevkiine vardıklarında zifaf vâki oldu. Peygamber @, önceki uzak­laşma isteğinin sebebini sorduğunda Safiyye: "Orası yahudilere çok yakın idi. Belki zâtınıza kötülük ve zararları dokunur diye korkmuştum" cevabını verdi. Ertesi gün Peygamber @, adına velime tertib edildi. Ziyafet, hays (çekirdeği çıkarılmış hurmanın yağ ve keş İle karıştırılarak yapılan yemek) ve sevîk (kavrulmuş arpa)'den müteşekkildi.

Safiyye, Medine'de soğuk bir karşılama gördü, peygamber @ 'in ve şehrin bütün hanımları onu görmek için Harise b.el-Numan'ın evine top­lanmışlardı.

Peygamber @, Safiyye ile, yahudilerin müslümanlara karşı düşmanlıklarının dinmesi İçin evlenmişti. Safiyye'ye karşı çok nazik, müşfik, merhametli ve âlicenaptı. O kadar ki, babasının ve diğer yahudilerin kendisine karşı eza ve cefa çektirdiklerini, düşmanlıklarım sez­dirmedi.

Peygamber @ 'in diğer hanımları O'nun yahudi asıllı oluşuna takılarak kıskançlık göstermişler­dir. Fakat Peygamber @ onu her zaman teselli ve müdafaa etmiştir. Hafsa ve Aişe'nin, kendi­sine, "yahudi kızı", "yahudi kızı" diyerek takıl­malarım Peygamber @ 'a şikayet etmiş, O da: "Benim kocam Muhammed,babam Harun, am­cam Musa iken nasıl benden üstün olabilirsiniz, deseydin ya!" diyerek onu teselli ve takviye et­miştir.

Medine'ye gelişlerinde Peygamber @ Safiy-ye'yi kastederek» Aişe'ye "nasıl buldun?" diye sorar. O, "Bİr yahudi kızından başka bir şey değil" deyince, "Böyle söyleme ey Aişe! O müslüman oldu ve samimiyetle İslam'ı benim­sedi" diye mukabelede bulundu. (İbni Sa'ad).

Safiyye'nin asıl adı Zeyneb'ti. Peygamber @, onu Hayber ganimeti bölüşülmeden Önce "sa-fry" olarak aldığı için Safiyye ismiyle anıldı O, Benî Nadîr'in reisi olan Huyeyy b. Aktab'm kızıydı, annesi ise Benî Kurayza yahudilerinin reisinin kızı oluyordu.böylece o hem annesin­den, hem de babasından dolayı bir kabile lider­liği mirasçısıydı. Safiyye, Peygamber @'ın yanına gelince, Peygamber @: "Baban bana düşmanlıkta yahudilerin en katısı ve azılısı ol­maktan ayrılmadı!" buyurdu. Safiyye ise: "Ey Allah'ın Rasulü! Allah, kimseyi bir başkasının günahından dolayı hesaba çekmiyor." dedi.

Peygamber @, O'na İslamı anlattı ve: "Biz seni, kendi dininde bulunuyorsun diye zorlayacak veya senin bu halini hoş görmeyecek değiliz. Eğer sen müslümanlığı, Allah'ı ve Allah'ın Ra-sulünü tercih edersen, ben seni kendime alıko­yacak, zevce edineceğim. Eğer yahudiliği ter­cih edecek olursan seni azad ederim. Sende gi­der kavmine kavuşursun!" buyurdu. Safiyye çok kibar ve zeki bir hanımdı. Şöyle dedi; "Ey Allah'ın Rasulü! Ben İslam'a @ iimid bağladım ve seni davetinden evvel tasdik ettim. Şimdi se­nin huzurunda olma şerefine nail olduktan son­ra, bana küfür ile İslam arasında tercih hakkı ve­rildi. Allah'a yemin ederim ki; Allah ve Rasulü bana hürriyetimden ve halkımla birleşmekten daha sevgilidir." (Tabaqat). Bunun üzerine Pey­gamber @ onu âzad etti ve onunla evlendi.

Safiyye'nin azledilişi mehri sayıldı. Evlen­diğinde çok gençti, bir kayda göre onyedi yaşındaydı ve son derece güzeldi. Peygamber @'ın hanımları Safiyye'nin gelişini gördükleri zaman kendi aralarında konuşuyorlardı. Zey-neb binti Cahş, Cuveyriyye'ye: "Ey Haris'in kızı! Öyle sanıyorum ki bu kız Allah'ın Ra-sulü'nün huzurunda hepimizden üstün olacak." Cuveyriyye: "Asla! Bu, kocalarıyla geçineme-yen kadınlardan birisi" diye cevapladı. (Taba-qat).

Safiyye, Peygamber @ 'dan daima nazik ve lâtif muamele gÖrdü.Bir sefer sırasında Safiyye'nin devesi hastalanıp çökmüştü. Zeyneb'in yedek develeri vardı. Peygamber @ ona,devesinin bi­rini Safiyye'ye vermesini söyledi. Zeyneb: "Ben şu yahudi kızına mı deve verecek misim?" diye itiraz edince Peygamber @ çok üzüldü ve iki veya üç ay onun yanma gitmedi.Zeyneb, ha­yal kırıklığına uğradığını ve yatağını bir tarafa kaldırdığını, fakat günün birinde Peygamber @'ı kendisine gelirken gördüğüü söyledi. Bir defasında Aişe, Safiyye'nin boyunun kısalığı ile ilgili bir şey söyledi. Bunun üzerine Peygam­ber @ onu ikaz ederek: "Ey Aişe, öyle bir şey söyledin ki,onu denize atsan suyunu kirletir." dedi. (Ebu Davud).

Hacc dönüşü devesi çöküp geride kalmıştı. Pey­gamber @, onun yanından geçerken onu acı acı ağlarken gördü, gözyaşlarını cübbesiyle ve elle­riyle sildi. O ise hâlâ ağlıyordu. (Zarqani). Sa-fiyye çok İçli, hoş ve cömert bir hanımdı. Pey­gamber @ ile evliliğinden-sonra Medine'ye gel­diğinde altın küpelerini kızı Fatıma'ya ve diğer hanımlarına verdi. (Zarqani). Çok güzel yemek pişirir.hediye olarak da Peygamber @'a gönde­rirdi. Peygamber @'a karşı büyük muhabbet besledi, onu canı gönülden sevdi. Peygamber @'ın hastalığı sırasında yanında "keşke senin uğradığın hastalığına ben uğrasaydım, senin ye­rinde yatan ben olsaydım." dedi, Onun bu sözle­ri üzerine, Peygamber @'m diğer hanımları bir­birlerine göz kırptılar.Bunu farkeden Aliah Ra-sulü (S): "Safiyye bu sözünde sadıktır" buyurdu. Peygamber @, Safıyye'nin yanma ilk gelişinde yüzünde bir morarma gördü ve "nedir bu?" diye sordu. O da, önceki kocası ile zifafa girdiği gece rüyasında bir Ay'ın Medine tarafından gelip ku-cağma düştüğünü gördüğünü, bunu anlatınca kocası Kinâne'nin öfkelenerek "Sen, Hicaz kralı Muhammcd'e varmak istiyorsun" diyerek yüzüne tokat vurup gözünü morarttığını, an­lattı. (Tabaqat).

Safiyye, Peygamber @'ı sadece içten sevmekle kalmayıp,ona Allah'ın Rasulü olarak son dere­ce hürmet ve itaat gösterdi. Çünkü o, babasının ve amcasının Medine'ye gittikten sonraki soh­betlerini duymuştu. Peygamber @ Medine'ye hicret ettikten sonra, onlar Medine'ye onun Mukaddes kitab'da anlatılan gerçek Peygamber olup olmadığını öğrenmeye gittiler. Döndükten sonraki gece kendi aralarında konuşurlarken Safiyye yatağında onları dinliyordu. Onlardan bîri: "Onun hakkında ne düşünüyorsun?" dedi. Diğeri: "O, Mukaddes Kitabımızda haber veri­len peygamber" diye cevapladı. Sonra diğeri: "Ne yapmalı?" dedi. Cevap olarak karar­laştırdıkları; bütün imkânlarıyla ona karşı çıkmaları, yönündeydi. Bu yüzden Safiyye, Pcygamber@'ın hak olduğuna inandı. Safiyye, Peygamber @'ın bakımı için hiç bir zahmeti düşünmedi, ona hizmet için düşünebildiği bütün yolları denedi.

Safiyye, Peygamber @'ın, İlk gece hiç uyu-maksizın kendisiyle meşgul olup konuştuğunu ifade ediyor. Bir gün önce savaşta babası dahil bir kısım yakınlarını kaybeden Safıyye'nin böyle yakın bir ilgiye herhalde ihtiyacı vardı ve Rasulullah @ ondan bunu esirgememişti.

Peygamber @'m muhteşem ve mükemmel şah­siyeti, doğruluğu, nâzik davranışı ve davetinin Hak oluşu Safiyye'de çok müsbet tesir bıraktı. İslamı kabul etti. O'nun beşerriyet telakkisini sevdi. Sadık bir mü'mine oldu. Bütün emirleri zamanında ve tam olarak ifa etti. Rasulün sünnetini bütün samİmiyetiyle tatbik etti. Safıy­ye'nin İslamî bir hayatı takdir etmesi için yeterli talim ve terbiyesi vardı. Ona bağlı hizmetçiler­den biri Halife Ömer'e müracaatla Safiyye'nin halen Sept (Cumartesi)'e kuvvetli bir tarafgir­liği olduğunu ve henüz yahudilere olan sevgisi­ni terketmediğini bildirdi. Ömer, bizzat onu zi­yaret edip hizmetçinin anlattıklarından bahsetti. Safiyye şöyle dedi: "Ey Ömer! Allah bana Oı-martesi'nin yerine Cumayı bağışladı, yahudüe-re gelince; benim tabii olarak onlara sevgim var, onlar benim akrabalarımdır." Bu cevap Ömer'e yeterli geldi. Daha sonra yanma gelen hizmetçi­ye, niçin böyle davrandığını, bu yanlış ihbanyla ne umduğunu sordu. Hizmetçi özür dileyerek, bir anlık gafletle şeytana uyduğunu söyledi. Sa-fıyye, hakikatte çok zeki ve tedbirliydi. Hizmet­çiyi âzad ederek yanından uzaklaştırdı.

Safiyye, Peygamber @'ın diğer hanımlarıyla iyi bir münasebet kurmuştu. O, Aişe ve onun grubuyla birlikte olmaktan memnundu. Ancak diğer hanımlara karşı hürmetli olmaya çok dik­kat gösterirdi. Peygamber @'in kızlarına da büyük muhabbet besledi. Bilhassa Fatıma'yı bağrına bastı. Ona, ilk ziyaretinde hediye olarak küpelerini verdi.

Halife Hz. Osman'ın son dönemlerinde (hicrî 35/milâdî 656) evinin kuşatılması sırasında Sa­fiyye ona yiyecek ve su getirerek büyük yardı­mlarda bulundu. Bilhassa halifenin evi iyice sarıldığında, Safiyye kendi evi ile Osman'ın evi arasında onun zarurî ihtiyaçlarını gidermek için mekik dokudu.

Safiyye'nin pek çok güzel huyları vardı. Zar-qanî'ye göre o, çok zeki, bilgili ve nâzik bir hanımdı.Aslında nezaket ve sabır onun en belir­gin vasıflarıydı. Hicretin 50 veya 52. yılında ve­fat ettiğinde altmış yaşında idi. Geride yüz bin dirhemlik bir servet bıraktı. Vasiyetine göre bu­nun üçte biri yeğenine, kalanı ise sadaka olarak fakirlere verildi. (Tabaqat). Safiyye validemi­zin, Peygamber @ ile dört yıl süren evlilikleri boyunca rivayet ettikleri hadis sayısı on'dur. Bunlardan biri Buharı ve Müslim'in Sahih'le-rinde bulunmaktadır.

 

11- Meymûne

 

İslam'dan önceki cahiliyye devrinde Mes'ud b.Amr'üs Sekâfi ile evli idi. Ondan ayrılınca Ebu Rühm b.Abddu'Uzza ile evlenmiş, onun Ölümü ile de dul kalmıştı. Meymûne,Abbas'ın hanımı Ümmül Fadl ile Cafer'in hanımı Esma binti Umeys'in kız kardeşidir. Asıl ismi Berre iken, Peygamber @, onu Meymûne'ye çevir­miştir, o, Sa'saa kabilesinden Hâris'in kızıdır.

Hz.Abbas, Meymûne'yi Peyamber @ 'a övmüş, Peygamber @ da hicretin 5.yılında Umre için Medine'den yola çıkmadan önce Ebu Râfi ile ensardan Evs b. Havli'yi Mekke'ye dünürlüğe göndermişti Peygamber @, umre için yola çıkıp Cuhfe mevkiinde Abbas ile buluştuğunda, Abbas: "Ya Rasulullah! Meymûne binti Haris dul kaldı. Onu kendin zevceliğe alsan olmaz mı?" diye teklifte bulunmuştu.

Meymûne, Peygamber @'ın kendisine talip ol­duğu haberini aldığı sırada deve üzerinde idi ve: "Deve de, üzerindeki de Allah'ın Ra-sulü'nündür!" dedi. (İbni Kesîr). Gereğinin yapılmasını da kızkardeşi Ümmül Fadl'a, o da kocası Abbas'a bıraktı. Bunun üzerine Abbas, Peygamber @'dan dört yüz dirhem mehir ala­rak Meymûne' yi Peygamber @ 'a nikahladı.

Peygamber @'ın evliliklerinin sebeplerinde görüleceği gibi, Meymûne ile evliliğindeki maksadın sosyal ve siyasi boyutu vardı. Onun amcası ve bir çok yakınlarının düşmanlıklarını zayıflatmak ve muhabbetlerini celbetmek bu amaçlardan sayılabilir.

Umretül'kaza'yi tamamlayıp Mekke'de üç gün kaldıktan sonra Peygamber @ Medine'ye dönüşünde Ten'im mevkiine yakın Şerif de Meymûne ile evlendi. İbni Abbas'dari gelen ri­vayete göre, Peygamber @ Meymûne'yİ ih-ramlı iken Mekke'de nikah edip,ihramdan çıktıktan sonra da (Şerif de) zifaf olmuştur. (Buharî). Ümmü Habibe ve Meymûne ile yapı­lan bu evliliklerin, Kureyş kâfirlerini İslam'a yakm etmek ve düşmanlıklarını köreltmek için yapıldığını söyleyebiliriz. Böylece Mekkelile-rİn, Hz. Muhammed @'ın düşmanları ol­madığını, sadece iyiliklerini ve hayırlarını iste­yen yegane bir kişi olduğunu görmeleri isten­di.

Peygamber @ Mekke'de üç gün kalmıştı. Hu-deybiye anlaşmasına göre kalacağı üç gün dol­muştu. Sürenin bittiğini hatırlatmak için gelen Kureyş temsilcilerine Peygamber @ şöyle de­di: "Sizden bir kadım nikahladım. Onunla ev­lenme törenini yapana kadar kalmamızda size bir mahzur gelmez. Evlenme törenini aranızda yapsam,siz de düğün ziyafetimde-bulunsanız..." Kureyş temsilcileri: "Senin düğün yemeğinde bulunmak bize gerekmez. Hemen çık, git artık yanımızdan!" dediler.

Peygamber @: "Müslümanlardan hiç kimse bu­rada akşamlamayacak, yola çıkacaktır!" diye ashabına duyurdu. Ve Mekke'den çıktılar. Pey­gamber @, Ebu Râfi'i, Meymûne'nin göç hazırlığına yardımcı olmak ve onu getirmekle görevlendirdi. Ebu Rafı, akşama kadar Meymû-ne'nin işiyle uğraştı ve ardından yola çıkarak altı-yedi mil mesafedeki Serİf mahallinde ko­naklamış olan Müslümanlara kavuştular. Böylece Meymûne'nin Mekke'de yapılamayan evlenme töreni burada yapıldı.

Meymûne'nin, Peygamber @ ile dört yıllık be­raberlikleri boyunca rivayet ettiği hadislerin sayısı 46'dır. peygamber @'dan bildirdiği bir hadisde şöyle demiştir: "Bazı kere öyle olurdu ki, ben hayız bulunur, namaz kılmazdım da Ne-biyy-i Ekrem @ hasır seccadeleri üzerinde na­maz kılarlarken secdegâhlarının hizasında uzanmış bulunurdum. Secde buyurdukları vakit elbiselerinin bazi yerleri bana dokunurdu. "Hayız'ın necis olmadığını benzer rivayetîeriy-.le bizlere aktarmaktadır. (Buharî). Bir seferinde Meymûne, kızkardeşinİn oğlu İbni Abbas'ı saç lan karmakarışık, üzgün bir hâlde gördü de "Bu hâl nedir oğlum?" diye sordu. O da;" Saçlarımı Ümmü Ömer (hanımı) tarardı. Fakat şimdi o hayız hâlinde." dedi. Meymûne: "Oğlum! Hayızın elle ne ilgisi var? Hz. Peygamber, biz hayızh iken yanımıza gelir ve bize yaslanarak Kur'an okurdu. Hatta bir ara ben o hâlde iken mescide girip hasır sermiştim." diye cevap ve­rerek hayızın necis olmadığına dair Peygamber @'dan misâl vermiş oldu. (Müsned).

Peygamber @'in sünnetine riayet etmekte Meymûne çok titizdi. Yine bir keresinde İbni Abbas'ın, hayız döneminde hanımından ayrı yattığını duymuş ve onlara ^oyle haber gonuer-misti: "Siz neden Kasulullah (g) m yoıunaan Du kadar kaçmıyorsunuz? O, her zaman -hayızh dönemlerimizde bile- bizim yatağımızda uyur, istirahat ederdi." (Müsned).

Meymûne hayırsever bir kadındı, köleleri âzad etmeyi çok isterdi,her fırsatta da bu arzusunu gerçekleştirirdi. Peygamber @: "Allah seni bu hayrından dolayı mükâfatlandırsın." diye dua etti. (Müsned). Meymûne bazen borç para alır­dı. Bir seferinde büyük bir meblağ borçlandı. Ona: "Ey Ümmü'-Mü'minin! Ne cesaretle borçlanıyorsun? Bunu nasıl geri ödeyeceksin?" diye sordular. Meymûne İse Peygamber @'ın şu sözünü nakletti: "Borcunu ödemek niyyetin-de bulunan hiç bir kul yoktur ki, ona Allah Azze ve Celle tarafından yardım olunmasın." (Müsned ve Buharî).

Meymûne, Peygamber @ ile evlendiği yer olan Şerif'de hicretin 51.yılında bir Hacc dönüşünde vefat etti Cenaze namazını Abdullah b. Abbas kıldırdı, Sa'ad'a göre, vefat tarihi h. 61 Mir.

Peygamber (S)'in onbir hanımı bunlardı. İkisi O'nun hayatında vefat etti. Bu hanımlar Hatice Ü£ Zeyneb binti Huzeyme idi. On bir hanımın­dan dul olanların sayısı dokuz idi. Zevce sayısını dört ile sınırlayan âyet nazil olduğunda dokuz zevce ile aile hayatım sürdürmekteydi. (Hicretin 8 veya 9. yılları). En son evliliğini gerçekleştirdiği sene hicretin 7. yılıydı.

Dört zevce sayısı ile ilgili âyet 8 veya 9. hicrî yılda inince, aralarından beşini çıkarma konusunda anlaşmalarını hanimlanndan istedi ise de onlar razı olmayıp bu teklifi reddettiler. İnen ayete göre Rasulullah @, sadece dördü ile fiilen evlilik ilişkilerini sürdürme durumunda kaldı. Böylece diğer beş hanımı,onunla hukuken ni­kahlı durumlarını devam ettirdiler ki,bunlar arasında en genç hanımları olan Saftyye ve Cu-veyriyye de bulunmaktaydı.

Rasulullah @'ın bütün hanımları, o gün ve bugün müslumanların valideleri {Ummühâtu'l-Mu minin) durumundadırlar. (33:6). Yani, boşansalar veya Rasulullah @'m son nefesin­den sonra dahi, onlarla müslümanların izdivacı hukuken mümkün değildir ve öyle de olmuştur; (33:53)

 

Peygamber @'ın Cariyeleri

 

Peygamber @ 'in, ganimet veya hediye olarak farklı zamanlarda almış olduğu dört cariyesi vardı. Anzâb Suresi'nin 50, ayetinde Allahu Teâla, Rasulü'ne birkaç şekilde eş almasına müsaade vermiştir: "Ey Peygamber, biz mehir-lerini ödediğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan ca­riyeleri, amcanın, halalarının ve teyzelerinin se-nİnle beraber hicret eden kızlarım, bir de Pey-gamber'e kendisini hibe eden ve Peygamber'in de kendisini almak istediği mü'min kadınları diğer mü'minlere değil,sırf sana helâl kıldık. Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan (cari­yeleri hakkında mü'minlere ne farz ettiğimizi bildirdik, (onların bu hususta ne yapması lâzım geldiğini açıkladık) ki, sana bir zorluk olma­sın, (sen bir sıkıntıya, güç bir duruma düşme-yesin). Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (33: 50)

Mâriye: Mısır hükümdarı-Mukavkıs'ın, Pey­gamber @'m İslam'a davet için gönderdiği mektubuna cevaben yazdığı mektupla birlikte gönderdiği hediyeler arasında Mâriye de vardı. Hediye edildiği yıl hicrî 7.yıldı. Peygamber @, onun için Medine'nin kenarında bir ev yaptı. Mâriye, İbrahim'i doğurduğunda ümmü'1-ve-led statüsünü kazanmış, ile de hür statüsüne geçmiştir.

Reyhâne: Benî Kureyza yahudileri ile girişilen savaş sonunda ganimet olarak Peygamber @' in aldığı cariyedir. Peygamber @, Reyhâne'ye Müslüman olmasını tavsiye etti. Reyhâne, Müslüman olmaya yanaşmadı. Yahudilikten ayrılmamakta ısrar edince, onu, kendi halinde bıraktı. Nikâh teklifi de sonuçsuz kaldı. (İbni İshaq, İbni Hişam ve Vakıdî). Reyhâne'nin ve­fat tarihi hicretin 10. yılıdır.

Cariyelerden diğerleri harb ganimeti olarak alı­nan Cemile ile Peygamber @ 'a, hanımı Zeyneb binti Cahş'm verdiğidir.

 

Peygamberim Hanımlarının Sayısı

 

Âlimlerin çoğunluğu, Peygamber @'in on bir kadınla evlendiği hususunda ittifak halindedir­ler. Birlikte yirmi beş yıl yaşadığı ve hayatta iken asla bir başka kadınla evlenmediği Hatice, O'nun ilk hanımıydı. Ancak Hatice'nin vefatını takibendir ki, Peyamber @, 53 yaşından sonra ve kendine has sebepler içinde çok sayıda hanı­mı nikahı altında tutarak aile hayatını sürdürmüştür. Hicretten önce, Peygamber­liğinin 10. yılında yaşlı bir dul olan Şevde ile ev­lendi. Aişe ile evliliği de aynı yıl İçinde olmuş, ancak zifafa hicretin birinci yılında Medine'de girmiştir. Hicretin 3. yılında Hafsa ile ve 4.yılında da Ümmü Seleme ile evlendi. Daha sonra savaş ganimeti olarak Cuveyriyye'yi aldı. Peygamber @ onu azad etti ve hicretin beşinci yılında onunla evlendi. Aynı yıl içinde Zeyneb binti Cahş ile evlendi. Daha sonra evliliğinin iki veya üçüncü ayında vefat eden Zeyneb binti Hu-zeyme ile evlendi. Ümmü Habibe ile Habeşis­tan'da iken evlendi, ancak Ümmü Habibe Me­dine'ye Hayber seferi sırasında gelebildi. Hic­retin 7. yılında Safıyye yine savaş ganimeti ola­rak geldi, Peygamber @ onun fidyesini ödedi, onu azad etti ve onunla evlendi. Meymûne'yle de hemen aynı yıl içinde evlendi.

Bazı alimlere göre ise Peygamber @ üç veya dört kadınla daha evlendi. Fakat bunlarla evlilik tamamlanmadan, yani zifaf vuku bulmadan feoşamlmıştı. Bunlardan biri Kalebi adında bir hanımdı ve bir rivayete göre vücudunda cüzzam izleri vardı,bu sebeple boşanmıştı. Diğeri Esma binti Nu'man adında bir kadındı ki, bu da düğün gecesi Peygamber @ için; "Senden Allah'a sığınırım" şeklinde söz söylemiş, Peygamber @ da onu boşamıştı.

İttifak edilen görüşe göre Peygamber @ 11 kadınla evlenmiştir. Bu hanımlardan dokuzu dul idi. Hanımlarından ikisi, kendisi hayatta iken, dokuzu ise kendisinden sonra vefat et­miştir. Geride kalan bu dokuz hanım şunlardı: Aişe, Hafsa,Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Şevde, Zeyneb binti Cahş, Meymûne,Cuvey -Fıyye ve Safiyye. (iabaqat)

 

KISIM 15

 

HZ. MUHAMMED @'İN MUHTELİF EVLİLİKLERİNİN SEBEPLERİ

 

Batılılar ve diğer bazı insanlar bu evliliklerin ta­biatını, şeklini ve taşıdığı önemi ciddî olarak in­celeyip öğrenmeden gereksiz tenkitler yönelt­mektedirler. Birden fazla evlilik ile ilgili olarak önceki konularda iki gerçeğe dikkat çekmiştik. Bunlardan birincisi; çok evlilik o dönemin sos­yal sisteminin esas parçasıydı. İkinci olarak; bu evlilikler kendi içlerinde hiç bir olumsuz yapı arzetmeyip, aksine yerinde bir uygulama ol­makta ve belirli durumlarda bir çok ahlakî, sos­yal ve iktisadî sorunların çözümünde zaruri du­ruma gelmektedir. Bilhassa Peygamber @'ın evlilikleri ile alâkalı olarak kısaca denilebilir. O, zamanının ve şartlarının normal tatbikatını yapmıştır. Onun selefleri Süleyman @, Davud @ ve diğerlerinin bir çok hanımları vardı ve Batılılardan hiç kimse onlann evlilikleri hakkı­nda bir tartışmaya girmemektedirler. O halde, neden Hz.Muhammed @'ın evlilikleri hakkın­da haksız tenkitlerle saldırıya geçmektedirler? O,teamülden ayrı,beklenmedik, garip bir evli­lik yapmadı ki! Bütün bu haksız tenkit ve itiraz­ların ne tarihî, ne de makul bir dayanağı vardır. Tenkit sahipleri, Allah'ın Son Rasulü ve Nebisi Muhammed @ 'in hayatını ve getirdiği nizamın felsefesini tanımadan ya bir cehalet ve dinî ta­rafgirlikle veya O'na ve tebliğ ettiği dünya ve ahiret sistemine olan büyük kinlerinin yargısıy­la hareket etmektedirler. Bunun için de öncelik­le, Peygamber @'ın insanlık kültürü ve mede­niyetine olan katkılarına gölge düşürmek ve te­mellerini sarsmak için pek çok haksız itirazlar­da bıriunnı aktadırlar.

Hakkaniyet ölçüsünden uzaklaşmamış ve sami­mi bir münekkid, Hz. Muhammed @ 'in hayatı­nı incelediğinde bakınız neleri itiraf etmektedir: "...Bütün bunlardan sonra O'nun hakkında şu söylenebilir; Muhammed @, hislerinin insanı değildi. Eğer bu insanın, alelade bir gönüllü ve esas maksadının arzu ve heveslerinin peşinde koşan biri olduğunu düşünürsek, açıkça yanılırız. Hayır! Arzu ve heveslerinin hiçbir türünü maksat edinmemiştir. O'nun ev halkı en idareli olandı; O'nun yiyeceği genellikle arpa ekmeği, hurma ve su idi. Bazen aylarca ocağında bir sefer olsun ateş yanmazdı... Bir çokları Muhammed @ 'in dini ve arzuları hak­kında olduğundan fazla şey söylediler ve yazdı­lar. O'nun ruhsat verdiği hususlar kendiliğin­den değildi; O, bunların Arabistan'da eskiden beri hiç bir sınır tanımadan uygulandığını gördü; yaptığı, bu tatbikata bir sınır getirmek ol­du.

Asla O, yaşlandıkça hayatının çekiciliği kaybo­lan, bu dünyanın ona verebileceği en önemli şey olan hükümdarlığı elde etmek için huzur bozan, ihtirası meslek edinen,iyi huylarını ve şahsiye­tini inkâr eden, ahlâksızlığı ve alçaklığı yer­leştiren muhteris -hâşâ- bir sahtekar değildi! Ben, bunların hiçbirine kıymet vermiyorum ve inanmıyorum." (Thomas Cariyle, On Heroes, Hero-worship and the Heroic in History, Lond­ra, 1911, sh.288-3O5).

(Hz.) Muhammed @,kendisinden on beş yaş büyük olan bir hanımla tam yirmi beş yıl me-sud,huzurlu ve kanaatkar bir hayat yaşadı. Gençlik yıllan onunla ve çocuklarıyla geçti. O, Mekke toplumunda doğru (es-Sâdık), ve güve­nilir (el-Emîn) insan, dürüst ve hilesiz tacir ola­rak şeref ve ün kazandı; hürmet gördü ve herke­sin, özellikle fakir,-yetim ve dulların sevip etki­lendiği bir dost idi. Kadınlara karşı bir rağbet göstermedi. O'nun ilk evliliği bile Hatice'nin şahsî teşebbüsleriyle gerçekleşti. Birdenbire huyunu, karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilirdi?" Thomas Cari­yle, Peygamber @'in (düşmanlarının bir takım sorumsuz ve Dayağı ithamlarına karşı şu sözler­le cevap vermektedir:" (Hz.) Muhammed yirmi beşinde, Hatice kırkında idi, yine de hâlâ güzel bir kadındı. O'nun, bu evlilik nimetiyle en rau-habbetli, huzurlu ve sıhhatli bir hayat yaşadığı, O'na derin muhabbet duyduğu, sadece O'na bağlandığı görülmektedir... (Hz.) Muhammed @, hayatının bu hareketli yılları tamamlanana kadar herkes gibi normal, gösterişten uzak ve sade bir hayat sürdü," (Thomas Cariyle, a.g.e.).

Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed @'ın çok evli­likleri, peygamberliğinin onuncu yılından itibaren başlamıştır. Daha genç iken ve peygamber­lik görevinden önce istediği kadar kadınla ev­lenmesi mümkün iken O, tek hanımla,evli kalmıştır. O zaman gücü ve kuvveti tam yerin-de,yakışıklı bir delikanlı idi, evlenmesine engel olacak hiç bir sebep yoktu. Ortada, kendisini ev­lenmek bakımından kınayacak bir âdet ve gele­nek de mevcud değildi. Hatta o dönemde birden fazla evlenme, her kesin yanında hoş görülen ve tasvip edilen bir olaydı. Güzel ahlâklı, iş ve dav­ranışlarında temiz ve dürüst olan Muhammed @'a gençliğinin daha ilk günlerinde talip olan pek çok kadın vardı.Kendisi bu kadınlara asla rağbet etmedi.Yaşadığı toplum içinde çok evli­lik teamül iken, hatta kiminin on,kiminin yirmi zevcesi bulunduğu bilinirken'Hz. Muhammed @, ilk hayat arkadaşı olan Hatice validemiz ile yirmi beş yıl evli kalmış, o hayattayken bir başka kadınla evlenmemiştir. Gençlik ve olgun­luk çağını yalnız tek hanımı Hatice ile geçiren Peygamber @, onun hicretten önce üçüncü yılda vefatı ile diğer hanımlarla evlenerek yeni bir döneme girmiştir. Bu yeni dönemde de sade­ce biri hariç, hep dul veya daha öne evlenmiş ve boşanmış kadınlarla evlenmiştir.

Hz. Muhammed @, Allah'ın Rasulü ve son pey­gamberiydi. Büyük bir göreve memur edilmişti. Hayatının gayesi, dünyada geniş,, kapsamlı ve kalıcı bir inkılâb gerçekleştirmekti. Peygamber @'a emanet edilen görev, sadece İslamî yönden değil, genel bakış açısıyla da medeniyetten uzak, kültürsüz, geri ve kaba bir topluluğu, me­denî, ileri ve ahlaken gelişmiş bir toplum haline getirme, eğitme ve şekillendirme göreviydi. Bu amaçla sadece erkekleri eğitmek geçerli değil­di, kadınların da eğitilmesi gerekiyordu. Fakat onun öğretmekle görevlendirildiği medeniyet ve sosyal hayatın ilkeleri, iki cinsin serbestçe bi-rarada olmasını yasaklıyordu ve onun bu ilkeyi çiğnemeksizin direkt olarak kadınları eğitmesi imkânsız bir şeydi. Bu sebeple kadınları eğit­mek için tek yol, onun çeşitli yaşlarda ve farklı. zihnî kapasiteye sahip birçok kadınla evlenip onları eğitip Öğreterek kendisine yardımcı ye­tiştirmesi, daha sonra onları, genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınların dinî eğitiminde ve onların ahla­ken eğitilmesinde görevlendirmesiydi. Evlen­diği hanımlardan bazıları bir. takım meziyet ve kabiliyetlere sahiptiler ki,   O'nun mesajını yaşama ve yaymada fevkalâde üstün başarı gösterdiler. Her hanımı kendi çapında İslâm'ın mübelliği idi. Başlı basma birer Öğretmen, helâl ve haramı duyuran birer bilgin idiler. İlâhî vah­yin tecelli buyurulduğu Peygamber @ 'in müba­rek evi, gerçek bir iman ve İslam yuvası idi. Bu­rası hakiki ahlâk ve insaniyet mektebiydi. Mü'minlerin valideleri olan bu temiz ve pak hanımların herbiri, Peygamber @'m bilinme­yen taraflarından bir kaçını öğrenip müslüman-lara bildiriyorlardı. Peygamber @'m evleri, müslüman kadınların bütününe ve erkeklerden de hanımlarının yakınlarına açıktı. Buradan aldıkları İslam kültürünü önce kendi nefsinde uygular ve sonradan bunu bütün insanlara ya­yarlardı. O çağlarda, bilgiden yoksun olan ih­sanların ne derece bir ilim ve irfan yuvasına ihti­yaçları olduğu herkesçe kesin olarak bilinen bir gerçektir. Özellikle insanlığa yeni sunulan bir hareketin ve yeni olarak yayılmakta bulunan İslam dininin, böyle bir yuvaya ve böyle bir kültür merkezine daha fazla ihtiyacı vardı. Kökü mü'minlerin kalbine, dalları ise tâ arşa yükselmiş, her zaman meyve vermeye hazır bir durumda olan bu yüce davanın, ne de olsa gene de bir yeni olma vasfı ve böylece insanlar üze­rinde yeniliğin yan etkisi vardı. Peygamber @ vefat ettikleri zaman, hayatta bulunan İslam kültürü ve ahlâk sembolü dokuz temiz zevcesi, öğretmenlik ve tebliğ etme görevini yaptılar. Kadınlara en mahrem konularda, fetva verdiler. Hatta kadınlarla ilgili olan bazı konularda, er­keklere de fetva verdiler. Hak ve iyilik kay­nağından fışkıran birer numune oldular. Pey­gamber @ nasıl ki, bütün insanlık için uyulması bakımından en güzel bir ahlâk numunesi idi ise, bu temiz zevceleri de aynı şekilde birer ahlâk numunesi oldular. Çok iyi bilindiği gibi, Pey­gamber @ zevcelerine karşı adaletle hareket et­miş ve onlara kadınlarla ilgili gizli ve açık bir çok hükümleri anlatmışlardır.

Bundan başka Peygamber @, İslam öncesi ca-hiliye hayat tarzım ortadan kaldırıp, onun veri­ne İslamî hayat tarzını uygulamayı göstermek­le görevlendirilmişti. Bu görevin yerine getiri­lebilmesi için, cahiliye sistemini savunanlarla bir çatışma içine girmek kaçınılmazdı ve böyle bir çatışma garip gelenek ve âdetlerin ve kabile sisteminin yürürlükte olduğu bir toplumda ger­çekleştirilecekti. Bu şartlar altında, diğer Arapların yanısıra, Peygamber @'in, düşmanlıklara son verip dostluk bağlarım güçlendirmek için farklı kabile ve ailelerden kadınlarla evlenmesi gerekiyordu. Bu sebeple evlendiği kadınların seçiminde, onların kişisel Özelliklerinin yanısı­ra bu gaye de önemli bir rol oynamıştır. Hz. Pey­gamber @, Aişe ve Hafsa ile evlenerek,Ebu Be­kir ve Ömer'le arasındaki baaı daha da güçlen­dirmiştir. Ümmü Seleme, Ebu Cehil ve Hâlîd bin Velid'in de mensub olduğu bir ailedendi ve Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'ın kızıydı. Bu evli­likler bir dereceye kadar bu ailelerin düşmanlı­klarını yumuşatmıştır. Öyle ki, Ümmü Habibe ile evlendikten sonra Ebu Süfyan,savaş alanı­nda Peygamber @ 'in karşısına hiç çıkmamıştır. Safıyye, Cüveyriye ve Reyhâne, Yahudi kabile­lerine mensuptu. Peygamber @ onları azat edip nikahladıktan sonra Yahudi kabilelerin düşmanlıkları nİsbeten azalmıştır. Çünkü Arap geleneğine göre, bir kimse bir kabileden bir kadınla evlenirse, sadece kadının ailesinin değil, bütün kabilenin damadı kabul edilirdi ve bir damada karşı savaş açmak ise onur kinci bir davranıştı.

Toplumu birçok yönden ıslah etmek ve yürürlükte olan cahiliye adetlerini ortadan kaldırmak da Peygamber @ 'in görevleri arasın­daydı. Bu amaçla da bir çok evlilik gerçekleştir­miştir. Peygamber @ 'in Hatice'den sonra gerçekleştirdiği evlilikleri gözden geçirildiğinde her birinin, O'nun tâlim ve tebliğiyle alâkalı olduğu görülecektir.

Hatice validemizin vefatından sonra (hicretten önceki 3.yıl) Zem'a kızı Şevde ile evlenmişti ki, Sevde'nin yaşı ellinin üzerinde idi. Dul kalmıştı. Kimsesiz, öksüz ve yardımcı s izdi. Müslüman olmak için yakınlarını terkederek kocasıyla birlikte iki kez Habeşistan'a hicret et­miş, kocası Sekran'm vefatı üzerine Mekke'de yapayalnız kalmıştı. Peygamber© onun duru­munu haber alınca himayesine almak için ni­kahladı. Bu evlilik, temiz ve mübarek hanımın cihadı, ihlası ve çektikleri acıların en güzel karşılığı olmuş, ayrıca Sevde'nin kabilesi olan Benî Abdişems ile bir dereceye kadar sulh -sağlanarak onların şiddetli düşmanlıkları törpülenmiş oldu.

Aişe ile evliliği ise bizzat Rabbinden aldığı işaretle olmuştu. Aişe, İslâmî ilimleri ve Pey­gamber @'ın uygulamalarını O'nun vefatından sonra uzun yıllar yayılmasına vasıta olarak ken­dindeki meziyet ve gayretleri kullanmıştır. Pey­gamber @ ile erken yaşta evlenen Aişe'nin eğitim ve talimi bizzat Peygamber @ 'in rehber­liği ve nezareti altında gerçekleşti. Aişe, çok ze­ki, tecessüs sahibi, hıfzı kuvvetli ve çok çabuk Öğrenmeye kabiliyetliydi. Peygamber @'dan ne görüp duydu ise onu hatırladı ve başkalarına nakletti. Bu sebeple Peygamber @ ona çok yakınlık duydu ki, her söylediğini dinleyip İzle­sin ve yaptığını daha hevesli yapsın. Gerçekte de Aişe İslâm prensiplerini ve Rasul "ün sünne­tini diğer hanımlarından daha fazla öğrendi ve hafızasında tuttu.O,bu ilmi Peygamber @'in ve­fatından sonra yaşadığı yaklaşık kırk beş yıl bo­yunca insanlara vâz etti. İslâmî meselelere ait bilgilerin dörtte biri Aişe'nin vasıtasıyla nakle­dilmiştir. O'nun Peygamber @'dan 2210 hadis rivayet ettiği ve bu alanda sahabeler arasında altıncı sırada olduğu bildirildi.

Peygamber @ Medine'de şahsî münasebet, si­yasi, sosyal ve benzeri sebeplerden dolayı sekiz hanımla daha evlendi. Ehli beytini genişletme­ye başladığı zaman elli beş yaşındaydı. Hepsi dul idi ve ikisi hariç, hepsi otuzaltı yaşın üstündeydi. Peygamber @ ellisinin ortasındayken ve hayatta kalmak için dehşetli ve şiddetli bir mücadeleye giriştiği bir zamanda -hâşâ-kadın düşkünü olmaya başlamasına kim inana­bilir? Her tarafta düşmanları tarafından sarılmıştı, içeride de münafıklar ve yahudiler tarafından tehdit edilmekte idi. Kureyş bir seri baskınlar düzenliyor ve Medine şehrine saldı­rıyordu, bununla beraber etraftaki düşman kabi­leler Medine'nin güvenliği için daimi bir tehli­keydi. Gece huzur içinde uyumak bile zordu. Bu durumda bir kimse nasıl hislerine kapılır ve keyfî hareket eder? Bütün bunlar herşeyi ve her­kesi kendi batini duygu ve arzularına göre yargı­layan kötü zihniyetli kimselerin itham­larıdır. Kötülük kendi İçlerinde olduğundan her­kesi de aynı hafiflikte görüyorlar.

Daha önce de İşaret edildiği gibi, evliliklerinin hepsi lüzumluydu ve Peygamber @ 'in memur olduğu İlâhî mesajın gerekli bir parçasıydı. O, insanlığa sözleriyle ve fiilleriyle Allah yolunda rehber olmak için gönderildi ve bunu en etkili ve doğru bir şekilde yaptı. Bununla beraber, bazı ihtiyaçlar ve icablar vardı ki onlarsız bu da­vet başarılı bir şekilde tamamlanamazdı, bu me­sajın tesirli ve doğru bir şekilde bildirilmesi ge­reken insanlığın yansı kadınlardan mürekkepti. Peygamber @ uygulama örneğiyle ve eğitim yoluyla bu mesajı her gün erkeklere aktarmak­taydı. Samimi, dürüst ve hassas bir kadınlar gru­bunun bu mesajı diğer kadınlara aktarmaları için hazırlanmaları kesinlikle gerekliydi. Bu se­beple, mâkûl, pratik ve etkili tek yol Peygamber @'ın ev-halkmı genişletmek idi. O'nlar Pey­gamber @'a çok yakın olmalılar, aynı ikamet­gahta O'nunla yakın dostluğun zevkini taddığı kadar öğütlerini dinleyip,uygulamalannı sey­retmelilerdi.

Peygamber @'ın ev halkının, nur'un kay­nağından muntazaman talim ve eğitimi, kadının çok hassas, mahrem ve şahsî problemlerini ko­ruyup muhafaza etmekte büyük bir faktör teşkil etmekteydi, aksi takdirde bunlar ümmet tarafın­dan bilinmeyecekti. Aslında, bu, Peygamber @ tarafından olduğu kadar, hanımları tarafın­dan da büyük bir fedakarlıktı. Öyle ki o'nlar Müslümanlardan Peygamber @' in uygulama­larından hiç birini gizlemediler. Onlar, görüp Rasulullah @ ile birlikte tatbik ettikleri İslam'ın bilgi hazinesini ve Peygamber @' in uygulamasanı tam bir doğruluk ve sadakatle naklettiler.

İslam'ın yayıldığı ve yüzbinlerce erkek ve kadının İslam'ın merkezinde toplanıp İslam'ı kucakladığı ve öğrettiklerini öğrendiği Medi­ne'deki muhtelif evliliklerin başlıca sebebi işte bu idi.

Peygamber @, ehli Suffa ve diğer Önde gelen ashab, ülkenin muhtelif bölgelerinden gelen halkı karşılamakla ve onların islam prensipleri­nin Öncelikli eğitimini tanzim etmekle meşguldüler. Peygamber @'ın ev halkı şehir dahilinde ve haricindeki kadınları kabul ederek ve i'tikadm muhtelif meseleleriyle ilgili Rasu-lullah @ 'in talimini onlara bildirmek suretiyle vazifelerini uygun bir şekilde yapıp başardılar. Bu, ehlibeyt'in bir veya birkaç üyesi tarafından tatmin edici bir şekilde yapılamayacak'kadar büyük mes'uliyet taşıyan bir vazife idi. Rasu-lullah @ra çok yakın olan ve bu meselede göste­rilen yolu imanın tam kaynağından dolaysız ka­bul eden ve daha sonra insanlığın bu (kadınlar) kısmının Allah'ın dininden habersiz bırakılma­ması için, Peygamber @ 'in refakatinde bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara aktaracak, gerçek­ten mütehassıs bir kadınlar grubu olmalıydı. Böyle bir işi her zaman ve tam bir inançla ve ih­tisasla Allah'ın rızâsı için yapacak böyle gönüllü kadınlar grubu hazırlamaktaki tek etkili yol Peygamber @ 'in ev halkını genişletmekti. Peygamber @'ı bu konuda tenkid eden kimse­ler eğer kendi ailevî meselelerine dikkatle bakmış olsalardı; Peygamber @'in ev-halkını genişletmesi o'nun için bir zevk meselesi ol­mayıp, fakat çok büyük ahlâki, manevi, dini, mali ve toplumsal bîr sorumluluk meselesi ol­duğunu göreceklerdi. İnsanlar çok defa tek es İle aile meselelerimi Peki Peygamber @, bir anda, dokuz üyeyle, halkın umumiyetinin hergün evlerinde karşılaştıkları problemleri görüp yaşamadan, dostça ve saadet içinde ev halkını nasıl idare et­ti?

Bu, gerçekten Muhammed @'m büyüklüğüne delalettir. Çünkü o sadakatle, o zor şartlar altın­da geniş bir ailenin yükünü çekti ve o aileyi Al­lah tarafından kendisine yüklenen mesajı halka bildirmesi için hazırladı: "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetim hatırda tutun. Şüphesiz Allah Lâtiftir ve herşeyden haber­dardır." (33:34).

Ayette kullanılan hatırla, -öğren ve açıkla veya başkalarına bildir mânâsına gelen kelime vezkûrna'dır. Mânânın ilk kısmının Peygam­ber @ 'm hanımlarına açıkça şöyle söylediği an­laşılmaktadır; "Ey Peygamberin hanımları, si­zin evinizin bütün dünyaya Allah'ın âyetlerinin ve Hikmet'in tebliğ edildiği ev olduğunu hiç bir zaman unutmayın. Bu yüzden sîzin sorumlu­luğunuz çok büyük. İnsanların sizin evinizde bile cahiliyyeden kalma bazı iz ve özellikleri tesbit etmesine meydan vermeyin." Vezkûrna'yı "başkalarına bildir" anlamına alır­sak âyet şu mânâya gelir: "Ey Peygamber'in hanımları, siz duyduğunuz ve gördüğünüz her şeyi başka insanlara aktarıp anlatmalısınız. Çünkü siz, Peygamber (©'la yakın ve sürekli İlişkiniz sayesinde, başka insanların sizin vası­tanız olmadan öğrenemeyeceği pek çok şeyi yaşayıp öğreniyorsunuz." (Tafheem al-Quran, c.IV, sh.94).

Bu âyette iki şeye değinilmiştir: (1) Allah'ın âyetleri, (2) Hikmet. Allah'ın âyatleri Kitab'ını meydana getiren ayetlerdir. Fakat hikmet Hz Peygamber @'ın insanlara öğrettiği bütür, değerli şeyleri kapsayan geniş anlamlı bir keli­medir. Böylece bu ayette açıkça Peygamber @'ın hanımları, Rasulullah @ evde bulunduğu zaman verdiği Allah'ın Kitabı'nın eğitimini ve evde söz ve uygulamalarıyla onlara öğrettiği hikmetli ve iyi şeylerin hepsini öğrenip hatırlamakta ve sonra Peygamber (S)'dan öğrenip tat­bik ettiklerinin nepMnııüiğer kadınlara ve toplu­mun üyelerine Diidırmekle emrolundular Bu, kabiliyetleri ve güçleri nisbetinde en iyi şekilde gayret edip yerine getirmek onlar üzerine yüklenen bir vazife idi.

Bu suretle, bu ayet açıkça Peygamber @ 'in ehli-beyt'inin amacını izah etmektedir. Bu güç. ve ağır sorumlluğu nazarı dikkate alarak, Peygam­ber @'m ev-halkının bu gaye için genişletilip yaygınlaştırılmasını dolaylı olarak ima etmek­tedir. Öyle ki, yetiştirilmiş ve uzmanlaştırılmış bir grup olarak çalışmaları kolaylaşsın ve İdare edilebilir hâle gelsin. Daha sonraki hadiselerin de tasdik ettiği gibi. Peygamber @'ın ev-halkının zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak bi­çimde hazırlanmış olduklarına şüphe yoktu. Peygamber @ genişletilmiş ev halkının fazla­dan yükü hakkında Kur'an'ın şu beyanıyla do­laylı olarak haberdar edilmiştir: "Ey Peygam­ber! Biz, mehirlerini ödediğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altı­nda bulunan cariyeleri, amcanın, halalarının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarım, bir de Peygamber'e kendisini hibe eden ve Peygamber'İn de kendisini almak iste­diği inanmış kadınları sana helâl kıldık. Bu, diğer mü'minlere değil, sadece sana mahsus bir ruhsattır. Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında mü'minlere ne farz kıldığımızı biliyoruz. (Seni bu hususta istisna ettik) Ki senin için hiç bir darlık olmasın, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."(33:50).

Bu ayette, Allah'ın Rasulü olarak özel durumu ve bütün insanlara mesajını bildirmesi gibi ağır bir yükün kendisine tevdi edilmiş olması sebe­biyle ehli beyt hususunda Allah, peygamber @'e özel ruhsat vermiştir. Peygamber @, harp ganimeti olarak tasarrufuna giren her kadını evinde alıkoymaya izinliydi.

Bu ruhsata göre, göre, O'nun tasarrufuna dört kadın geldi: Reyhâne, Benî Kureyza Gazvesin­de, Cüveyriyye, Benî Mustalik Gazvesinde, Sa-fiyye, Hayber Gazvesinde ve Kıpti Mariye ise Mısır Hükümdarı tarafından gönderildi. Pey­gamber @, onları azad etti ve onlara müslüman olarak ev halkı içinde kalmayı veya yuvalarına ve ailelerine dönmeyi seçmelerini teklif etli. Üçü isteyerek İslam'ı kabul ettiler ve Peygam­ber @'ın ev-halkı içinde kalmayı tercih edip geri gitmeyi reddettiler. Peygamber @ onlarla ev­lendi ve diğer hanımları gibi onlara da mehirle­rini verdi. Bunun yanısıra, bu üç hanım kabile reislerinin kızlarıydılar ve o dönem için yüksek bir statüye sahiptiler. Geleneğe göre, bu hanı­mlar sıradan kişilerle evlendirilemezlerdi. Onun için Peygamber @, onların aile itibarları­nı korudu ve onlarla kendisi evlendi. Mariye kendi isteğiyle O'nun ev-halkı içinde câriye ola­rak kaldı..

Peygamber @'in yeğenlerinden Medine'ye hic­ret eden Ümmü Habîbe binti Ebu Süfyan idi. Ümmü Habibe Mekke'nin reisi Ebu Süfyan'ın kızı ve Habeşistan'a hicret eden ve kocası orada Hristiyan olan ilk mü slümanl ardandı, Ümmü Habibe çok kederli idi, İslam için yapmış ol­duğu fedakarlıklar ve Ebu Süfyan'ın kızı olması gibi yüksek statüsü sebebiyle Peygamber @ o'na lütuf ve teveccühte bulundu. Bu evlilik O'nun aile üyelerinden birçoklarının kalplerinin kazanılmasına sebep oldu ve bu aile, daha sonra İslam'ın hizmetkarları olacak olan, Mekke'nin en geniş ailesiydi. Bu evlilik Mekke'nin fethi yolunun mukavemetsiz kazanılmasını sağlama­ya birçok yönden yardımcı olabilirdi.

Kendini mehirsİz olarak Peygamber @'a arze-den kadın Meymûne idi. Fakat Peygamber @, onunla mehrini vererek nikahlandı. Aslında bu, Peygamber @ tarafından gösterilen bir iyi niyet idi ve Meymûne ve ailesinin itibarını yükselt­mekti. Bunun yanısıra Meymûne, Necd'in çok güçlü ve nüfuzlu bir kabilesine mensuptu ve o kabilenin reisiyle yakın münasebetleri vardı. Dolayısıyla bu evlilik halkının desteğini ve sempatisini kazandırdı. Hafsa, Ömer b. Hat-tab'm kızıydı ve kocasını kaybetmişti. Peygam­ber @ bu aileye olan teveccühünü göstermek is­tiyordu. Ömer, O'nun çok güçlü ve yakın arka­daşıydı. Peygamber @ diğer arkadaşları ve dostları olan Ebu Bekr, Osman ve Ali ile çoktan akrabalığım kurmuştu. Peygamber @ Ebu Bekr'in kızı ile evlendi ve kızlarını da Osman ve Ali'ye nikahladı. Rukiyye vefat ettiği zaman, ikinci kızı, Ümmü Gülsüm'ü Osman'a verdi. Böylece evlilik yoluyla, o bu dört aileyi birbiri­ne yaklaştırdı. Bu tür akrabalıklar o zaman di büyük önem taşıyordu.

Ümmü'l-Mesâkin, Zeyneb binti Huzeyme, He-vazİn'in çok güçlü bir kabilesine mensuptu. Ko­cası Uhud Gazvesinde öldürüldüğü zaman, Peygamber @, onu dulluğun ağır yükünden kurtarmak için nikahına aldı. Peygamber @, Zeyneb binti Cahş ile olan evliliğini, arap toplu­munda sürdürülen gayri-tabii uygulamayı kaldırmak için Rabbinİn İlahi emri üzerine ger­çekleştirdi. Örfe göre, bir kimsenin üvey oğlu­nun dul veya boşanmış karısıyla evlenilemiyor-du. Bu uygulama Allah tarafından kaldırıldı. Zeyd b. Haris'in boşanmış karısı Zeyneb binti Cahş ile Peygamber @'ın evlilikleri yeni hukukî yapının ilk uygulamasıydı. (33:37-38). Yine, kocası Uhud Gazvesinde yaralanan ve bu yara­lar sebebiyle daha sonra Ölen, ümmü Seleme ile evlenmesi de, bu dindar ve faziletli kadına bir iyi niyet göstermek ve onu şereflendirmek için­di. Bunun yanısıra, Ümmü Seleme çok zeki ve kabiliyetli bir kadındı ve Peygamber @'in ha­yatı zamanında ve vefatından sonra Allah'ın Ki-tabı'nm ilmini ve Peygamber @'ın sünnetinin müslümanlar arasında yayılmasında büyük rol oynadı. Peygamber @'ın gerçekleştirmiş ol­duğu bu evlilik yoluyla kazanılan akrabalıklara ilk bakış bile, onların siyasî ehemmiyetini gösterecektir. Bu evlilik yakınlaşması sayesin­de aşağıdaki şu kabileler Peygamber <5>'a çok sıkı bağlandılar: (1) Benî Esed b. Abdul Uzza, (2) Beni Amir b. Lueyye, (3) Beni Tiam, (4) Be­ni Adi, (5) Beni Mahzum, (6) Beni Ümeyye .(7) Beni Esed b. Huzeyme (8) Beni Mustalik (9) Arap Yahudileri (10) Beni Kalab, Kelb ve Sa­lim, ve (11) Beni Kinde. Coğrafi olarak, bu ka­bileler Arap Yarımadasının her yerine yayıl­mışlardı ve Peygamber @'ın durumunu kabile bağlarıyla kuvvetlendirdiler. Bu durum kabile muhalefetlerini, ihtiras dirençlerini azalttı ve hatta aile düşmanlıklarını bile bastırdı. Bu, yarı­madada evrensel barışın ve adaletin tesis edil­mesine de yardımcı oldu. (Naim Sıddikî, Mu-hammed, The Benefactor of Humanity, Lahore, 1978, s.217-50).

Ehlibeyt hususunda, Allah'ın Emrine itaat et­mesi, Peygamber @ tarafından büyük bir feda­karlıktı. Bundan dolayı Allah'a davet işi insan hayatının her yönünü kapsaması nedeniyle da­ha etkili ve şümullü yapılabilirdi. Peygamber

@'ın hanımları bu hususta çok müsbet ve yapıcı bir rol oynadılar. Peygamber @ İçin tahsis edi­len dörtten fazla kadınla evlenme lütfü veya izni Allah'ın Rasulü olarak O'nun sözlerini insanlar arasında yaymaya ve onları Allah yoluna davet gibi özel gaye ve vazifesini icra etmek içindi. Daha önce de işaret edildiği gibi, bu işin tabii fa­aliyet sahası ve muğlaklığı, bu mesajı kadınlara tamamiyle bildirmesinde Allah'ın Rasulüne yardımcı olabilecek yetişmiş, çalışan kadınlar grubunu gerektirdi. Ve arzu edilen gayede mu­vaffak olabilmek için o şartlar altında mümkün olan tek çözüm yolu Peygamber @'ın ev halkını genişletmek idi. Peygamber @'a bundan dolayı ev halkının hanımları olarak kadınların eğitim ve yetiştirilmesiyle İlgili ağır bir vazife yüklen­mişti. Bu ona mecbur kılındı ve mutat mü'min-lere olduğu gibi ev-halkı meselelerinde ona ser­best bir seçim verilmedi. Bu, Peygamber @ namına çeşitli yönlerden geniş ev-halkının yükünü taşımak Allah'ın ve O'nun Din'inin rızası için sadakat ve büyük bir fedakarlığı ge­rektiriyordu. Ev halkıyla olan evlilik ilişkileri meselelerinde, Peygamber @'a verilen müsaa­de Kur'an'ın müteakip ayetiyle tasdik edil­miştir: "Onlardan dilediğini geri bırakır, dile­diğini yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıl­dıklarında (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin Üzerine bir günah yoktur. On­ların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına en elverişli olan budur." (33:51).

Allah yoluna davet işinin kadınlar arasında da­ha etkili bir biçimde yapılabilmesi için bu ilave yükü omuzlamasına Allah tarafından emredil-diği tahminimizi kuvvetlendirmektedir. Bu ta­mamen ağır bir iş olduğu gibi, muhtelif yaş, mi­zaç ve alışkanlıklardaki hanımları arasında eh-li-beytin sorumluluklarını adaletle ve yeteri de­rece de dağıtması konusunda O'nun tarafından büyük bir fedakarlığı gerektiriyordu. O'na dile­diği seviyede evlilik ilişkileri kurma ruhsatı ve­rilmişti. Buna rağmen Peygamber @, Rabbi ta­rafından O'na verilen ruhsatı kullanmadı. Pey­gamber @ onların hepsi ile evlilik İlişkilerini 'eşitlik ve adalet esasları üzerinden sürdürmeyi devam ettirdi. Bu, Hz. Muhammed @'ın insanî münasebetlerdeki büyüklüğünün ve asaletinin Önemli bir delilidir. Bu, O'nun hanımlarının şereflerine de değinmektedir; hanımları O'na her zaman bir Rasul olarak itaat ettiler, fakat, onu bir koca olarak da sevip saydılar, herbiri O'nu memnun etmek ve hoşnutluğunu kazan­mak için her türlü gayreti sarfettiler.

Muhaddislerin çoğu şu kuvvetli tarihi deliller üzerinde anlaşmışlardır. Dilediğini boşamak ve geriye bırakması konusunda kendisine verilen "izin"den mümkün olan adalet ve eşitliği muha­faza etmiştir. Onlara Peygamber @ tarafından eşit müsaadeler aynı tipte, ikametgâhlar ve evli­lik ilişkilerinde de eşitlik verilmiştir. Peygam­ber @ vefatına kadar hanımları arasındaki bu eşitliği muhafaza etmiştir. Ebu Bekr Cessas, Urve bin Zübeyr'den, Aişe'nin ona, Rasulullah @'m hanımlarının hiçbirine (ziyaret) sıraları meselesinde bir diğerinden üstünlük vermedi, dediğini naklediyor. Peygamber @'m herhangi bir günde hanımlarından birini ziyaret etmediği de pek nadir olmuştur ve o gün sırası olan hanımından başkasına dokunmamıştır bile. Ve eğer herhangi bir günde sırası olan hanımından başkasına gidecek olsa, evvela o gün sırası olan hanımının iznini alırdı. (Buharî, Müslim, Neseî ve Ebu Davud).

Burada şuna temas edilmelidir ki, hiçbir surette Peygamber @, hanımlarına karşı yersiz bir ta­rafgirliğe girmemiş ve hanımlarının hakkını ih­lal etmemiştir. Daha önce de işaret edildiği gibi, Peygamber @ kendisinden olağanüstü gayret ve fedakarlık isteyen asil bir dava ile vazifelen-dirilmişti. Aynı O'nun gibi, vazifesinin ifasında olduğu gibi, tahammül etmesi için O'na ehl-i beytinin genişlemesi hususunda müstesna imti­yazlar ve fazladan ağır vazifeler verildi. Do­layısıyla, yapacağı üstün vazifeyi gözönünde bulunduracak, bu maslahatı, onun aile hayatın­da tam bir huzuru ve sıkıntısına sebep olabile­cek bütün faktörlerin kontrol altına alınmasını gerektirmekteydi. Gerçekten mü'minlerin an­neleri için Peygamber @ gibi büyük bir şahsi­yetle evli olmak büyük bir imtiyazdı. Bu vesile ile onlar Peygamber @'ın bütün insanlık için ebediyete kadar kurtuluş vesilesi olacak, davet ve tebliğ görevinde onun yardımcıları ve ashabı olma şerefine nail oluyorlardı. Nasıl Peygam­ber @ bu gaye uğrunda her türlü fedakarlığı yapıyor ve ashabı da güçleri ölçüsünde bu konu­da O'nu örnek alıyorlarsa, Peygamber @'ın hanımlarının da her alanda bencillikten uzak olmaları gerekiyordu. Bu sebeple O'nun bütün hanımları, kendileri hakkında Allah'ın verdiği karara isteyerek ve gönül rahatlığıyla uydular. (Tafheam al-Quran, c.IV, sh.l 15-18). Bu fikir Ahzab suresinin bir sonraki ayetiyle daha fazla desteklenmektedir. Davet maslahatının gerek­tirdiği süre içinde ona verilen ev halkını ge­nişletme imtiyazı Peygamber @ tarafından tat­bik edildi. O'na istediği zaman ve kimi isterse hiçbir kısıtlama olmadan ev halkına ilave yap­ma yetkisi verildi, fakat Allah'ın mesajı tamam­lanıp davet vazifesi başarıyla sonuçlandığı za­man, Peygamber @ ev halkını genişletmeyi durdurmakla emrolundu, velev ki, birini sevmiş ve onu arzu etmiş olsa bile. Peygamber @'ın, ev halkını diğer mü'minlerden daha fazla genişlet­tiği açık bir gerçektir, ancak kendi insiyatif ve arzusuyla değil, doğrudan Rabbinden gelen ta­limat ile genişletmiştir. Ve ne zaman ki, Rabbi O'na ev halkını genişletmeyi durdurmasını em­retti, O da durdurdu. İşte Kur'an'daki emir: "(Ey Muhammed) Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar ala­mazsın); yalnız elinin altında bulunan (cariye­ler) hariç. Allah, herşeyi gözetleyicidir." (33:52)

Bu suretle sahip olduğu ev halkını genişletme ve hanımlarına arzusuna göre muamele etme imti­yazı İslam'a Davet'in aynı silsilesinin iki bağıydı ve Peygamber @'m davet ve tebliği ta­mamlanınca bu imtiyazlar geri alındı. Peygam­ber©'in Medine'deki muzaffer ve güçlü döne­minde bu tavrım, zevk ve kadın düşkünü olarak anlayan o cahil, akılsız ve bilgisiz kimseler, Al­lah'ın Rasûlü @ olarak O'nun vazifesinin tabi­atını ve gayesini anlamaktan büsbütün uzak ve acizdirler. Onlar, hayatı boyunca Peygamber @'m karakterini bilip anlamaktan da acizdirler. Peygamber @ çok yüksek ve asil bir karakterin insanıydı ve bu, gençliğinde Hacerü'l-Esved'i Ka'be'ye koymak için seçildiğinde Mekke'nin soyluları ve reisleri tarafından da tasdik edil­mişti. Yine, O'nun üstün karakteri bütün Mekke halkı tarafından biliniyordu. Gençliğinde bile O kadınlara karşı asla rağbet ve meyil göstermedi ve bu, onun ilk evliliğinin kendisinin onbeş yaş büyüğü olan ilk karısı, Hatice'nin (r) teşebbü­süyle tertib edildiği gerçeğiyle de tasdik edilmistir. O, gençlik yıllarını karısıyla yaşadı ve bir tanesi hariç, bütün çocukları ondan oldu. Pey­gamber @ onunla yirmibeş yıl sakin ve huzurlu bir hayat geçirdi. İslam'a davet ve tebliğ görevi eğitilip onu kadınlara taşımaya hazırlanacak daha fazla gönüllü kadınlar gerektirdi. Peygam­ber @ daha sonra ev halkını bu nedenle genişlet­mesi için Allah tarafından emrolundu. (33:50). O'nun o vakit ihtiyacı karşılamak için İlahi tali­matlarla ev halkını genişletmiş olması tamamen mantıklı ve makûl görülmektedir. Fakat birden­bire olgunluğunu kaybedip yeni bir istikamet tutturduğunu ve gönül işlerine atılıp -hâşâ-kadm düşkünü olduğunu iddia etmek tamamen akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü bu, hayatı bo­yunca arzusu doğrultusunda hiçbir meyil göstermemiş olan Hz. Muhammed @'ın kişiliğiyle asla bağdaşmamaktadır.

Bunun yamsıra, bazı kimseler Peygamber @'ın Medine devletinin hakiki manada yegane hükümdarı ve murakıbı olduğunda sürdürmek­te olduğu hayat tarzını okumaktan bile acizdir­ler. Başkaları arasında savaş ganimetlerini dağıtırken O ve ehli beyti günlerini açlıkla geçi-riyorlardı. Hanımları o servetten pay istedikleri zaman, onlara servet sahibi olabilecekleri, an­cak peygamber @'dan ayrılmaları açıkça söylendi. Eğer O'nunla yaşamak istiyorlarsa, birlikte mütevazı ve yoksul bir hayatı kabul et­meleri gerekiyordu. O'nların hepsi kendi rıza-lanyla yoksulluk içinde O'nun zevceliğini ka­bul ettiler. Tenkit sahipleri gerçekten bir zevk düşkününün bu nitelikte bir karakter ve tavır göstereceğine inanırlar mı?! Böyle kimseler öncelikle kendi yaşantılarına ve nerede bulun­duklarına bakmalı, sonra Peygamber @'ın tabi­atını ve hayat tarzını anlamaya çalışmalı ve daha sonra da tarihin sağlam gerçekleri esasında yargılamaya geçmelidirler.

Ne yazık ki, birçok Batılı bilgin, O'nun daveti­nin tabiatını ve faaliyet alanını, evlenmeden Önce ve evlendikten sonra, Mekke'de ve daha sonra Medine'de yaşadığı hayatın tabiatını ve niteliğini asla ciddi olarak öğrenmeden Pey­gamber @'ın hayatım yargılamaya geçmekte­dirler. Ahzâb savaşından sonra, müşrikler ta­mamen mağlup edildiği zaman, O'nun daveti­nin tabiatı ve faaliyet sahası tamamen değişti. Faaliyet alanı Hudeybiye antlaşmasından sonra emsali görülmemiş Ölçüde genişledi. İslam yayılıyordu. Arap Yarımadasının her yerinden İslam ile kucaklaşmak için Medine'ye vekiller gelmekteydi. Davetin yeni talepleri karşısında', Peygamber @ zamanın ihtiyacına cevap ver­mek için aile hayatını genişletmek suretiyle fe­dakarlık yapmakla emrolundu. Dolayısıyla Peygamber @, Allah'ın emri gereği hareket ederek, kendi arzularının değil Allah'ın Dininin taleplerini karşılamak için ehli-beytfni genişlet­ti. Bununla beraber, itaat içinde Allah'a Davet vazifesini yaparken, tamamen normal olan ve takvaya ve manevi kemalata hiçbir yönde engel teşkil etmeyen ihtiyaçlarını Allah'ın inayetiyle giderdi.

Bu evliliklerin diğer sebepleri aşağıda veril­miştir:

1- Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed @'da bütün insanlık için birer Örnek vardır. O, kendi mode­liyle normal şartlarda herhangi bir yaştaki ha­nımla yaşamanın uygun olabileceğini gösterdi.Aynı şekilde, değişik şart ve durumlarda çok ev­lilik yapılabileceğini ve bunun meşruiyetini yi­ne bizzat uygulamasıyla göstermiştir. (Peygam­ber @'ın vefatından Önce eşlerinin sayısı en faz­la dört ile sınırlandırılmıştır). O, yaşlı bir kadı­nla evlenen genç bir koca, genç bir hanımla evli­lik münasebetleri olan koca, bakire veya dul bir hanımla evlenen bir koca ve birkaç hanımı ni­kahı altında bulunduran bir koca... evliliklerin her nev'ini bizzat tatbik ederek ümmetinin her ferdine bu konuda da örnek olmuştur.

2- Savaş ve benzeri hallerin neticelerinde orta­da kalan çok sayıda dul, esir kız ve kadınlar münasip bir şekilde nikah bağı ile evlilik kalesi içine alınmakta, hem ahlaken hem de fiziken korunmaları sağlanmaktadır. Son iki dünya sa­vaşından çıkıldığında Avrupa'da az sayıda evli­lik beraberliği gerçekleştirildiği için ahlakın çöküşüne sahne olundu. İslam'ın İlk dönemle­rinde devamlı mücadeleler ve savaşlar yüzünden müslümanlardan da büyük kayıplar verilmekteydi. Ayrıca çok sayıda dul, esir kadın ve kızlar vardı, Bu toplumsal yaralar evlilik yo­luyla bertaraf edildi. Peygamber @'ın va'z ettiği tebligatın getirdiği cezaî ve ahlakî ölçüler gayri meşru ilişkileri ortadan kaldırmış, sosyal ve ah­lakî düzen sağlanmıştı. Bu ölçüler arasında iç­kinin yasaklanması, zina cezası ve tesettürün farz kılınması sayılabilir. Savaştan geri kalan birçok dul ve esirlerin kötü akibetlerden kurtarı­labilmesi için de çok evliliğin büyük rolü ol­muştur.

Eğer fizikî himaye asıl faktör ise, ahlakî korun­ma da en az onun kadar Önemlidir. Zinanın ce­zası ölümdü, ancak, insanın fıtrî arzu ve istekleri de ihmal edilmemişti. Bu sebeple ahlakî ve fi­zikî muhfazaları için hemen hemen bütün dul­ları ve cariyeleri hiçbir sayı ve sınır koymadan ashabı arasında dağıttı. Sahabi tarafından be­nimsenmeyen veya kabul edilmeyeni bizzat kendisi eş olarak himayesine alırdı. Ömer'in dul kalan kızı Hafsa'yı Ebu Bekr ve Osman'ın kabul etmemesi üzerine Peygamber @ ehli beytine dahil etti. Dul kalan kadınların başıboş ve hiçbir sınır tanımadan serbest olmaları toplumun sıhhatine manidir. Bu yolla toplum bozulmaktan korundu ve İslam öncesi arapların görünümleri ve yaşayışları tamamen değişti. Aksi taktirde bu İslamî hava, hasta nefeslerle bozulur ve Peygamber @'ın tebligatının etkileri kısa sürede önemini yitirirdi. Peygamber @ ve ashabı evlilik bağı olmadan bu kadınlara evle­rinde yardımcı olamazlardı. Bu kadınların statüleri arttırılarak korundular; temiz aile ha­yatının içine çekilerek muhafaza edildiler. Yok­sa, bütün hristİyan, yahudi ve müşriklerin onları Peygamber @'ın ve ashabının odalık cariyeleri suçlamalarına muhatap olurlardı. Tarih boyun­ca da ilk müslümanlara pek İyi bir gözle bakıl­mazdı. Peki, bu kimsesiz ve çaresiz dullara ve yetimlere daha iyi nasıl bir çözüm teklif edilebi­lirdi? İşte Kur'an'da bütün bunların neticesi önceden görülerek bu evliliklerin gayesinin şöyle dile getirildiğini okuyoruz: "... Size hiçbir kötülüğün bulaşmaması için..." (30:50).

3- Peygamber @ 'm ve ashabının çok evlilikle­rinin üçüncü sebebi, bu pekçok dul ve kadın esirleri çocuklarıyla birlikte açlıktan ve pe­rişanlıktan korumaktı. Peygamber @'ın münfe­rit emriyle onların kocaları ve oğulları Allah'ın Hakimiyeti adına hayatlarından vazgeçtiler ve bu sebepten günlük maişetlerini kazanmaktan yoksun kaldılar. O vakit onları korumak Pey­gamber @'ın vazifesi değil miydi? Onların ço­cuklarıyla birlikte bakım işi O'nun uhdesinde İdi. Emri ve talimatı gereği onlar kazanç peşinde olmaktan alıkonulmuşlardı. Bu sebeple Pey­gamber @, onları bakımları ve hayatlannı ida­me ettirebilmeleri için geride kalan ashabı arasında böldü. Peygamber @ o çaresiz yoksul ve dulların bakım işlerini bizat üzerine aldı. Peygamber @ ve ashabı onları evlilik bağı kur­madan haremlerine alamazlardı. Bu sebepten dolayı onlar evlilik bağı altında birleşmelilerdi. Ve bu uygulama Peygamber @ 'm geçici askeri kanunu oldu. Bu yolla, Peygamber @, birçok kadım eş olarak alıp korunmalarını sağlıyor­du.

4- Peygamber @'ın, savaşının Mekke Müşrik­leri ve Yahudi kabileleriyle ateşli dönemlerinde evlenmesinin dördüncü sebebi de, İslam'a en-çok düşmanlık gösteren kabilelerle bir takım evlilik münasebetleri kurarak İslam'ın yolunu düz ve kolay yapmaktı. Hicretin beşinci sene­sinde, Haris adlı kabile reisinin kızı ve Musafe b. Safvan'ın boşadığı Cuveyriyye dahil Pey­gamber @'ın binden fazla esir aldığı el-Mureysi Gazvesi yer aldı. Bu kabile, İslam için sürekli tehlike kaynağı idi. Bu evlilikler sayesinde Pey­gamber @'ın ömrünün yaklaşık 60. yıllarında bu kabileyle olan bütün düşmanlıklar sona erdi ve İslam kendi hesabına kolay bir zemin ka­zandı. Evlilik gözönüne alındığında, Peygam­ber @'a mahkum düşen kabilenin ailelerini Pey­gamber @ serbest bıraktı. Cuveyriyye'nin babası büyük bir fidye vererek Peygamber @ 'dan onu alarak beldesine götürmek üzere geldi, fa­kat Cuveyriyye şöyle dedi: "Ben Peygamber @'dan hisse istemeyeceğim." O zaman Pey­gamber @ onu serbest bıraktı ve O'nu eş olarak aldı.

Yahudiler İslam'ın yayılmasına sürekli engel teşkil ediyorlardı. Onlar Medine'den sürgün edildiler ve müstahkem bir Yahudi kalesi olan Hayber'e sığındılar. Peygamber @ nihayet on­ları harpte mağlup etti. Safiyye, Beni Nadir'in Yahudi reisinin kızı idi. İlk Kocası Selam b. Makşem ve ikinci kocası da Kenane idi. Her iki­si de Hayber harbinde öldürüldü. Safiyye savaş esiri olarak evvela Dıhye Kelbi'nin hissesine düştü. Fakat, hemen ashabdan: "O yahudi reisi­nin kızıdır. O'nun Peygamber @'a verilmesi ge­rekir." şeklinde itirazler geldi. Peygamber @ onu nikahlayarak hanımları arasına kattı.

Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'm kızı idi. Kocası Ubeydulah b. Cahş Habeşistan'da Hristiyanlığa döndü ve O'nu acınacak bir halde bıraktı. Talep üzerine Necaşİ Peygamber @'ı O'nunla nişan­ladı. Bu suretle Habeşistan ve Hicaz arasında kuvvetli bir yakınlık kuruldu. Bu evliliklerin hepsi İslam'ın yayılmasında önemli ve kalıcı ilişkiler kazandırdı.

5- Bu evliliklerin beşinci sebebi a- Peygamber @'m kendi örneğiyle sınıflar, kastlar ve neseb-ler arasında evliliği öğretmesiydi, b- Dullarla evliliği Öğretmesi, c- Boşanmış kadınlarla, ve d-Evlatlıklarının boşanan kadınlarıyla evlenebi­leceğini öğretmesiydi. (a) İlk hususu ele alacak olursak, sınıf, kast ve nesebler arası evliliğin ya-saklanmasıyla topluma büyük zarar verilmek­teydi. Gelecekteki insanlara uygulamalı ders vermek için, Peygamber @, kabileler ve nesep­ler arasmdak bütün ayrılıkları kaldırmıştır. Safiyye, bir Yahudi hanımdı. Peygamber® O'nu eş olarak almakla, Müslümanın farklı din ve ulustan olan herhangi bir kadınla evlenebile­ceğini gösterdi, ancak ibadette Allah'a şirk koşulmaması kaydı vardır.

6- Peygamber @'ın evliliğin bir başka sebebi, O'nun amellerinin ve sözlerinin insanlara reh­berliğinin teminat altına alınmasıydı. Peygam­ber @, Allah tarafından bütün insanlığa öğret­men ve eğitmen olarak gönderildi. Nübüvvetin­den sonra O'nun bütün fiilleri ve sözleri Allah tarafından yönlendirilmektedir. Kur'an bu hu­susta şöyle diyor: "O, nevasından konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy ile­dir." (53:3-4). Peygamber @'ın fiillerini ve öğrettiklerini teminat altına almak için, Allah bizatihi hikmetiyle O'na bazı samimi ve sadık arkadaşlar verdi. Ebu Hureyre, İbni Abbas, İbni Ömer ve diğerleri gibi. Peygamber @'m ailesi­ne öğrettiklerini korumak ve gerek umumi ge­rekse özel fiillerini kaydetmek için farklı mi­zaçlarda ve yaşlarda kadınlar ihsan etti. Umumi olduğu zaman, her an herkes ve hususi olduğu zaman da O'nun hanımları ve hizmetçileri gibi çok yakın dostları bu kıymetli cevherleri hafıza­larında tuttular. Bunlar bir hanımın altından kalkabileceği meseleler değildir. Dolayısıyla bir çok kadına ihtiyaç vardı. Ayrıca, sadece Pey­gamber @'ın hanımları aracılığıyla duyurabile­cek bir çok şer'i meseleler vardı. Peygamber @'m evliliklerinin en önemli sebeplerinden bi­risi bu idi. Aişe genç yaşta olması sebebiyle, hepsi yaşlanmış olan diğer hanımlarından daha çok peygamber @'ın fiililerini ve sözlerini hatırında tuttu. Hayatı boyunca Peygamber @'m öğrettiklerini yaydı. Bu evliliklerle ilgili olaraktır ki, diğer insanlar Peygamber @'ın bütün söz ve fiilleriyle münasebet kurmuş oldu­lar. Kur'an'da da zikredildiği gibi, hadislerin korunmasının teminatı da bir başka önemli husus idi: "Sizin evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın..." (33:34).

7- Peygamber @'m evliliğinin yedinci sebebi olarak da şu söylenebilir: Dünyanın karmaşık ve sıkıcı meşguliyetleri arasında bir insanın bir­den fazla hanımı ile, hem de mütevazi şartlarda yaşayabileceğinin kişisel örneğiyle gösterilmiş olmasıdır. Peygamber @, çaresiz ve öksüz ol­duğu zamanki gibi, bütün Arabistan'a hakim devletin başında olduğu zaman da aynı sade, gösterişsiz hayatı sürdü.

8- Peygamber @ bu evlilikleri yapmayabilirdi. Ancak O, İlâhî yönlendirme ile bu evlilikleri ak­detti. Denilebilir ki, Peygamber @ İlâhî delalete dayanmadan bir adım bile hareket etmedi. Her şeye kadir olan Allahu Teâla şu ifadelerle O'nun evlenmesini emretti: "Allah'ın, kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmekte, peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçen­ler arasında da Allah'ın adeti böyle idi..." (33:38).

Yine, Mekke'nin fethinden sonra, hicrî 7. yılda Peygamber @'a bir başka kadın almaması em­redildi: "Bundan sonra artık sana (başka) kadın­larca evlenmek), bunları başka eşlerle değiştir­mek helâl değildir..." (33:52).

Bütün bu anlatılanlar, şüpheci zihinleri bile Peygamber @'ın evlilikleriyle yüksek ahlakı­ndan ve insanlar için numune oluşundan en ufak bir şey kaybettirmediği sonucuna götürür. Ara­bistan'ın sıcak ikliminde hayatının yirmibeşinci yılına kadar bekar yaşayan, bundan sonraki yir-mibeş yılını da yaşlı bir hanımla tek evli olarak sürdürmüş bir kişi bir anda kendini şehvetin esa­retine kaptırarak düşük arzulara teslim olur mu? İslam öncesi ve sonrasında, müşrik olsun, münafık olsun, hiç kimse Peygamber @'ın şah­siyetine, güzel huylarına ve karakterine tek bir leke sürememişlerdir. Şimdi kim, hangi delil ve cesaretiyle bindörtyüz yıl sonra yaşayıp da O büyük insan ve Allah Rasulü'nün karakterini mesele yapabilir? Ona öfke ve kinleriyle büyük düşmanlık besleyenler bile O'nun karakterin­den zerre kadar şüpheye düşmediler. Çağdaşlan tarafından karakteri takdir edilen, büyük hürmet gören, ashabı tarafından İslam'ın önderi olarak bütün hareketleri izlenen ve taklid edi­len, dünyanın kurtarıcısı ilan edilen, tebligatı doğrulanıp te'yid edilen, yirmi yıllık bir süre içinde bütün Arabistan'ın şeklini değiştiren, kötü alışkanlıkları ve ahlaksızlığı silip süpüren, karakterinin aydınlık nuruyla küfrün karanlık­larını dağıtan böyle bir şahsiyet nasıl cinsî zevk­lerinin peşinde gitmekle itham edilebilir? (The ideal World Prophet, Lahor, 1935).

 

KISIM 16

 

MÜKEMMEL BİR EŞ

 

İdeal Eş

 

Allah'ın son Peygamberi ve Rasulü Hz. Mu-hammed @'da her sınıf ve seviyede insan için yaşanan bir örnek vardır. Hanımları ve çocuk­larıyla bir aile hayatı süren eşler de O'nun yaşayışından kendilerine büyük ibret ve misal­ler bulabilirler. Bu bölümde Peygamber @'m hanımlanyla olan mükemmel ilişkisini ve O'nun, kadınların kocalarına, kocaların kadın­larına karşı olan vazifeleri hakkında öğrettikle­rini göreceğiz.

Buraya kadarki bahislerden Peygamber @'ı; yaşlı bir kadının kocası, genç bir hanımın, dul bir hanımın, birden fazla kadının, yabancı bir beldeden ve başka bir dinden kadının kocası olarak inceleyip, O'nun ideal Örnekliğini gördük. Peygamber @ henüz, 25 yaşında iken İlk evliliğini kendisinden onbeş yaş büyük, dul bir hanımla, Hatice binti Huveylid ile yaptı. Peygamber @, Hz. Hatice ile-mesud bir aile ha­yatı geçirmiştir. Bu ilk hanımı vefat edinceye kadar bir başka hanımla evlenmemiştir. Pey­gamber @'ın, Mâriye'den doğan İbrahim hariç bütün çocukları bu yaşlı hanımdan oldu. Hz. Muhammed @'ın peygamberlik hayatının en sıkıntılı dönemi Hatice ile olan beraberlik yıllarına rastlar. Peygamber @'m kavmi tarafın­dan reddedildiği, işkence ve hakaretlere maruz kaldığı Mekke döneminde Hatice'nin maddi ve manevî desteğine mazhar olmuş, en büyük te­selliyi O'nunla teşkil ettiği huzurlu aile yuvası­nda bulmuştur. Hatice, Hz. Muhammed @ ile evlenmeden Önce ticaretinde vekili olarak, daha sonra da hanımı olarak Hz. Muhammed @'ın karakteri hakkındaki şehadeti, kadının, ko­casının gönlünün derinliklerine yol bulabilmesi bakımından büyük kıymet ifade etmektedir.

Karı-koca'nm birbirleri arasında varolması ge­reken içten ve samimi muhabbet bağları, Pey­gamber @'m iki kez dul kalmış Hatice ile aralarında mevcuttu. Genç hanımın yaşlı kocası olarak da Peygamber @ en mükemmel koca idi. gu misaliyle, genç hanımı olan erkeklere ibret olmaktadır. Peygamber®, Aişe ile evlendiğin­de, Aişe olgunluğa ermemiş bir kızdı. Peygam­ber @ 63 yaşında vefat ettiğinde, Aişe henüz 18'İndeidi.

Peygamber @'ın davranış ve sözlerini yaymak İçin Aişe'nin önünde hayli zaman vardı. Evlen­diğinde çok genç yaşta olması sebebiyle oyun alışkanlıklarım atamayan Aişe'nin bu haline peygamber @ karşı çıkmıyordu. Hz. Aişe, oy­namakta olduğu bir kısım bebekleri bulun­duğunu, komşu arkadaşlarının yanma geldikle­rini, onlarla beraber oynadıklarını anlatır. Ve Peygamber @'ın bunların gelmesine mani ol­madığını, aksine yardımcı olduğunu (Buharî ve Müslim), bazen de oyuncakları vesilesiyle ken­disine latife yaptığını (Ebu Davud) belirtir. Bayramlarda Habeşîlerin çıkardığı eğlenceleri, Aişe'nin seyretmesine hem izin vermiş, hem de yardımcı olmuştur. (Buharî ve Neseî). Muhtelif seferlerde de Aişe ile koşu yarışması yaptığı da daha önce sözkonusu edilmişti. (Ebu Davud ve İbni Mâce).

Peygamber @'m ailesiyle olan ilgisinde: lâti­fe ve mizahları da yer tutmaktadır. İnsanlardaki fıtrî olan eğlenme, dinlenme ve mizah yönleri­nin aile hayatı içerisinde dikkate alınıp düşünülmesi, itidalde tutulup müsbete yönlen­dirilmesi önemli bir husustur. Peygamber @ hanımları arasındaki münasebetlerinde bunun ferahlatıcı ve yakınlığı sağlayıcı örneklerini vermiştir.

Peygamber @ evlilik hayatı boyunca hanım­larından gelebilen kıskançlık, çekememezlik, dik kafalılık gibi çeşitli can sıkıcı davranışlara sabırla ve taşlılıkla mukabele etmiştir. Ne da­yağa ne de kırıcı söze yer vermemiştir. Hanım­larına çok samimi ve içten muamele etmiş, on­ları sevinçte ve tasada ortaklar kabul etmiştir. Hanımlarının mehirlerini evlenirken vermiş, onlarla ayrı ayrı ve toplu olarak sohbetlerde bu­lunmuş, hanımlanyla onları ilgilendiren mese­lelerde istişare etmiş, aile fertlerinin her birine ilgi göstermiş, kıymet vermiş, onlara hususi iti­bar atfetmiş, yalnızca aile efradına değil, on­ların yakınlarına da iltifat ve alaka göstermiş, hanımlarına karşı hayırlı olmuş, kıskançlık­larını anlayışla karşılamış, onlara ev işlerinde yardımcı olmuştur... Kısacası Peygamber @, dünyanın şimdiye kadar gördüğü en mükemmel bir aile reisi idi.

Getirdiği dinin prensipleriyle kadının hal ve statüsünde tam bir değişiklik yaptı. Kadınlar kocalarıyla eşit konuma getirildiler. Evlilik, ta­rafların tercihiyle sözleşme esasına da­yandırıldı. Eşitlik, taraflar İçin kaide haline gel­di ve kadın için evli olmak ikinci planda kalmak olmayıp sevgi ve muhabbetin beyanı haline gel­di. Peygamber @ tarafından kadın, şeytanî tu­zaklara karşı kocanın en iyi koruyucusu, kuv­vetli bir kalesi, iffet ve namusunun timsali, er-keğindeki kötü huyları iyiliğe ve hayra çeviren büyük bir şekil değiştirici olarak addedildi.

 

Kocanın Hanımına Karşı Vazifeleri

 

Peygamber @'a göre kocanın hanımına karşı yükümlü olduğu vazifeler şunlardır:

1- Koca, hanımına karşı davranışlarında nazik olmalıdır. Kur'an'da Allahu Teala şöyle buyur­maktadır: "Onlarla güzellikle geçinin. Eğer, on­lardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlan­madığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış ola­bilir." (4:19). Peygamber @'ın, aile reisi olarak mümtaz vasıflarından biri, hanımlarına karşı davranışta nezaket ve iyiliği esas almış ol­masıdır. "Hayırlınız, ehline karşı hayırlı olandır. Ehline karşı en hayırlınız benim." bu­yurmuşlardır. Veda Haccında büyük bir kala­balığa hitabı ise şöyledir: "Ey insanlar! Kadın­ların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Al­lah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadın­ları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vere­rek helal edindiniz! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, on­ların aile mahremiyetini sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yu­vanıza alırlarsa, onları hafif surette darb ve tah-zîr edebilirsiniz! Kadınların da sizin üzeriniz­deki hakları, onları giydirmeniz ve helal yoldan yedirmenizdir." (Buharı ye Müslim).

2- Koca, hanımına kin gütmemelidir. Kadının herhangi bir kabahati için ona kindar davranma­malıdır, zira hiç bir erkek ve kadın kusursuz değildir. Peygamber @ şöyle buyurdu: "Hiç bir mü'min, bir mü'mine kin beslemesin. Eğer onun bir huyunu beğenmiyorsa, bir başka İyi hususi­yeti için onunla iyi olsun."

3- Koca, keyfî olarak hanımına karşı sert dav­ranışta bulunmamalıdır. Sert davranış, itaatsiz­likle tepki görür. Kadın, erkekten daha hassas­tır, daha İrice bir mizaca sahiptir, çabuk eğilir, birden kırılır ve incinir. Peygamber @: "Kadın eğe kemiği gibidir, doğrultmağa kalkarsan kırarsın. Onu bırakırsan, eğri olduğu halde isti­fade edersin." sözleriyle kadının eğriliğinin fıtrî olduğunu, doğrultmak için ısrar ve zorlamanın, boşa olduğuna dikkat çekmiştir.

4- Koca, hanımına karşı, saldırgan olmamalı, onu dövmemelidİr. Bu, çiftler arasında menfî duygular oluşturur, evliliğin huzurunu ve saa­detini yok eder. Peygamber @ bu telakki ile, bazı fırsatlarda hanımlarını "camdan mâmûl şişeye' benzetmiştir. Aise, Peygamber @'ın ne

kadm, ne hizmetçi hiçbir kimseyi dövmediğini, "Allah yolunda olmaksızın, hiçbir şeye1 eliyle vurmadığım" belirtir. Kadınların hoşa gitme­yen davranışlarına karşı anlayış ve müsamaha esas olacaktır. Aşın hallerde hafif bir şekilde dövmeye müsaade edilmiştir, fakat asla yüze ve başa vurulmayacağı gibi yaralayacak şekilde cezalandırmaya gidilmeyecektir. Kur'an, da­yaktan önce bazı safhaların uygulanmasını em­retmektedir. Önce ihtar ve yataktan uzak­laştırma gibi.. Peygamber @'m tavsiyesi şöyle­dir: "Kadınlarınızı, kölenizi döver gibi dövme­yin.."

5- Koca, hanımına sohbet, dinlenme, eğlenme, ferahlatma ve mülatefe için vakit ayırmalıdır. Bu, evlilik bağının daha fazla pekişmesini ve kuvvetlenmesini sağlar. Peygamber @'ın bu konudaki uygulamalanna önceki konularda yer yer değinmiştik.

6- Koca, hiç kimsenin, evlilik ilişkilerine müdahale etmesine ve cinsî meselelerinin gizli­liğini araştırmasına müsaade etmemelidir. Pey­gamber @ şöyle buyurdu: "Kadının zihnini, ko­cası aleyhine ifsad eden kimse bizden değildir." "Hiçbir erkeğe, hanımını niçin dövdüğüne dair soru sorulmayacaktır."

7- Yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyacını karşılamak  kocanın  üzerine  bir borçtur. Kur'an'da şöyle buyruluyor: "O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin." (4:5) "Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü erkekler (kadınlara).mallarından harca­maktadırlar." (4:34). Evlilik ilişkisi için çok genç olmadıkça veya asi olmadıkça kansını ko­rumak kocası üzerine bir yükümlülüktür. Hanımının giyecek ve yiyeceği kocasının geli­rine uygun olarak sağlanmalıdır. Peygamber @'a soruldu: "Ey Allah'ın Rasulü! Kocanın hanımına karşı vazifeleri nelerdir?" Peygamber @ şöyle buyurdu: "Sen yiyince ona yedirirsin, giyince ona giydirirsin, yüzüne vurmazsın, onu ne azarlarsın, ne de evinden hariç onu yalnız bırakırsın."

8- Yedirmenin, giydirmenin ve meskenin yanısıra, koca, hanımı için hayırseverlik ve cömertlik sayılacak harcamalar da yapmalıdır. Peygamber @ şöyle buyurdu: "Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır." "Erkek, hanım­ına su bile içirse onun ecri vardır." "Kıyamet günü kişinin mizanına konacak ilk şey, ailesinin nafakası İçin harcadıklarıdır." Eve ne zaman bir sey gelse, kocası öncelikle onu hanımına ver­melidir.

9- Koca, hanımına İslam'ın temel esaslarım ve sağhkla ilgili önemli bilgileri öğretmelidir.

10- Koca,   evlilik   sırasında   akdolunan sözleşmenin esaslarına uymalı, şayet talep edi­lirse hanımının mehrini ödemelidir. Aksİ taktir­de kadın, kocanın evlilik ilişkilerine ve taleple­rine karşı durabilir.

11- Bir anda birden fazla hanımı olması halin­de, koca, her hanımına arkadaşlığını eşit bölme­lidir. Kur'an'da kadınlar arasındaki eşitliğin gözetilmesi üzerine olan ayeti kerimede şöyle buyrulur: "Şayet aralarında adaletsizlik yap­maktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz.." (4:3) Pey­gamber @, bu müsavatı, zahire akseden maddî hususlarda yerine getirmede titizlik göster­miştir. Bu, daha onlara ödenen mehirde başlar. Yiyecek, giyecek, mesken gibi nafakada, soh­bet için ayrılan müddette, beraber geçirilen ge­cede devam eder. Hz. Aişe, "beraber kalma hu­susunda yaptığı taksimde Peygamber @'m hanımlar arasında hiçbirine imtiyaz tanımayıp, hepsine eşit davrandığını" kesin bir dille ifade eder.

12- Koca, hanımını bir hayat ortağı, ahlaksız­lığa ve iffetsizliğe karşı bir koruyucu ve sıkıntılarda teselli edici olarak bilmelidir. Bu sebeple Peygamber @'a hanımları gerçekten yar ve yardımcı idiler. Peygamber @ şöyle bu­yurdu: "En hayırlı mülk; söz ile hatırlanmak, minnettar bir kalb ve kocasına dininde yardımcı mü'min bir kadındır."

 

Kadının Kocasına Karşı Vazifeleri

 

Kadın, kocanın hayat arkadaşı, yardımcısı, hu­zur ve sükûn vesilesi, sevgi ve şefkat mevzuu­dur. Eşler birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar.

Önceki bahislerde anlatıldığı gibi, koca, hanımının ve çocuklarının yiyecek, içecek, mesken ve benzeri ihtiyaçlarını temin etmekle mükellef bulunan, aile sorumluluğunu üzerine alan insandır. Kocanın bu mesuliyetine muka­bil, kadın üzerinde bazı hakları vardır. Peygam­ber @, kadının kocasına karşı mesul olduğu va­zifeler ile ilgili en mükemmel düzenlemeyi yapmıştır.

1- Kadın, meşru işlerde kocasına itaat edecek­tir. Evlilik birliğine dair hususlarda müşavere edip görüş birliğine varamadıkları konularda kocanın reyi muteberdir. Nisa süresindeki ".. Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler.." ayeti bu hususa dikkat çekmektedir. Dolayısıyla kadm itaat eden, erkek itaat edilendir. Peygam­ber @ şöyle buyurdu: "Hiç bir kadın kocasının izni olmadan nafile oruç tutamaz." Kadınların en hayırlısı kimdir? sorusuna Peygamber @ ce­vap verdi: "Baktığı zaman kocasına huzur ve­ren, emrettiği zaman itaat eden, nefsi ve zengin­lik hususunda kocasına karşı gelmeyen ve onun hoşnut olmamasından çekinen kadındır. "İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulun­madığı zaman da koruyandır..." (4:34).

2- Kadm, kocasının evinde bir bekçidir, mu­hafızdır. Kocasının malını, çocuklarını, muha­faza etmekle iMkellef olduğu gibi, namusunu da haramdan koruyacaktır. Peygamber @, bir hadislerinde erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını, "yatağınızı başkalarına çiğnetmeme­leri, hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize gir­memelerine izin vermemeleri" diye hulâsa et­miştir. Bir başka hadiste ise şöyle buyruluyor: "Kadın, beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını muhafaza eder ve kocasına itaat ederse cennet kapılarının dilediğinden gi­rer." (Mişkâtu'l-Mesabih).

3- Kadın, kocasına karşı zevcelik vazifesini yapmaktan imtina edemez. Erkek de hanımına karşı kocalık vazifesini yapmaktan geri dura­maz. Evlilikte dikkate alman husus ruhî, ferdî, sosyal ve iktisadî ihtiyaçların yanında cinsî ihti­yaçların da giderilmesi meselesidir. Peygamber @, şöyle buyurmuştur: "Erkek, hanımını ya­tağına çağırdığı zaman hanımı imtina ederse sa-bahlayıncaya veya kocasının yatağına dönünceye kadar melekler ona lanet eder." (Bu­harı ve Müslim). Bir başka rivayette ise şöyle buyurulmaktadır. "Hayatım yedi kudretinde olana andolsun ki karısını yatağına çağırdığı halde, kocasından yüz çeviren hiçbir kadın yok­tur ki, koca ondan razı olmadıkça Allah da on­dan razı olsun." Bir başka hadis: "Üç kimse vardır ki onların namazları başlarından yukarı­ya yükselmez: Bunlar sevilmediği halde imam olan kişi, kocası ondan memnun değilken gece­yi geçiren kadın ve çekişen iki kardeş."

4- Kadın, kurulmuş olan aile düzenini bozma­ya kalkışmamalıdır. Evliliğin devamına engel haller müstesna, kadın, kocasından boşanmak talebinde bulunmamalıdır. Böyle hallerde boşanmak ya bir başkasıyla ilişki kurmak veya sonu İyi düşünülmeksizin verilen acele karar­dan ileri gelir. Birincisi ahlaksızlıktır, ihanettir. İkincisi ise pişmanlık doğurur. Peygamber @ şöyle buyuruyor: "Hangi kadın, zaruret ol­maksızın kocasından boşanmak isterse, cennet kokusu ona haram olur." (Mişkâtu'l-Mesabih).

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

HZ, MUHAMMED: SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM

 

BABA

 

Hz. Muhammedi®, iyi ve müşfik bir baba idi, çocuklarına samimi ve içten bir sevgi besliyor, yeri geldikçe bu sevgisini izhar ediyordu. Ço­cukları ile olan ilişkileri sadece maddî ve geçici duygulara değil, köklü fikirlere ve derin sevgi­ye dayanıyordu. Onların dünya ve ahiret hayat­larında gerçekten mesud, bahtiyar ve başarılı olmalarını istiyordu. Bütün çocuklar için istif istif altın bırakmayı arzulardı. Ancak, Allah'ın Rasulü @, çocuklarına iyilik, takva ve ahlakî mükemmellik gibi ebedî değerleri miras bıraktı.

Çocukların Allah yolunda olmaları, hayatın yanlış ve kötü yollarından kaçınarak hakiki ve kalıcı huzur ve mutluluğa ulaşmaları için alemşümul eğitim esasları bıraktı. Çocukları ile olan ilişkilerinde hiçbir maddî servetin -mik­tarı ne olursa olsun- hiçbir zaman ahlâki ve ruhî mükemmelliğe eşit olmadığını bizatihi göster­di.

Peygamber @ "Bir kimse, çocuklarını Cehen­nemin ebedî ateşinde yanmaya bırakıyorsa güneşin sıcaklığından korumasında hiçbir hik­met yoktur" buyurmuştur:

Peygamber @, İyi ve müşfik bir baba idi. Ço­cuklarını pek çok sevmişti. Aile hayatından diğer İnsanlar gibi zevk almıştı. Çocuklarına duyduğu sevgi ve şefkat hakiki ve samimi idi, onları mutlu ve rahat kılabilmek için her türlü çabayı göstermişti. Çocuklarıyla olan ilişkileri diğer pekçok ana-baba gibi maddî ve gelip-ge-çici hislere dayanmıyordu, sağlam muhakeme ve derin sevgiye dayanıyordu. Çocuklarına olan sevgisi ne Onu hayatının esas gayesinden ayırmış, ne de çocuklarına karşı olan gerçek so­rumluluklarını unutturmuştur.

Ana-babalara çocuklarına karşı asıl vazifeleri­nin ne olduğunu hatırlatan ebedî eğitim prensip­leri bırakmıştır. Bu prensipler, ana-babaaın ye­tenek ve anlayışlarına uygun bilgilerini almak üzere çocuklarını eğitim müesseselerine göndermeden önce onlara ne gibi bir eğitim ve terbiye vermeleri gerektiğini göstermektedir.

Bu eğitim prensipleri Kur'an'da ve O'nun sünnetinde açıklanmıştır.

 

Çocukların Temel Eğitimi

 

Kur'an-ı Kerîm bu hususta iki peygamberden, İbrahim @, ve oğlu Yakub @ 'dan ve Lokman adlı bir Allah dostundan bahsetmektedir. İbra­him @, Alemlerin Rabbi'ne kendini tamamen teslim etti: "Rabbi ona (İbrahim'e) "teslim ol" buyurduğunda, Alemlerin Rabbine teslim ol­dum' demişti." (2:131). Çocuklarına da aynı yo­lu takip etmelerini emretmiştir. Yakub @ da aynısını yaptı ve son nefesinde çocuklarına şu vasiyette bulundu: "... 'Oğullarım! Allah sizin için bir din seçti. Siz de ancak Müslüman olarak can veriniz." (2:132). Yakub @ ölürken oğul­larına: "Benden sonra kime kulluk edeceksi­niz?" dediğinde onlar: "Senin Rabbine, baba­ların, İbrahim, İsmail ve İshak'ın Rabb'i olan tek Allah'a kulluk edeceğiz biz O'na teslim olan­larız." dediler." (2:133).

Hz. Yâkub'un bu vasiyyeti aşağı-yukarı aynı şekliyle Talmud'da da bulunmaktadır: "Yakub bu dünyadan ayrılacağı zaman oğullarını çağırdı ve şöyle dedi: 'Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz, babalarınızı kurtardığı gibi sizi de zorluklardan kurtarır. Çocuklarınıza Allah'ı sevmeyi ve O'nun emirlerini uygulamayı öğre­tiniz. Çünkü Allah, adil davrananları ve Hak yo­lunda yürüyenleri korur... Ve Yâkub'un oğullan cevap verdi: 'Babamız! Bize emrettiklerinin hepsini yapacağız. Allah bizimle olsun.' Ve Yâkub cevapladı: 'Eğer O'nun yolundan sağa veya sola sapmazsanız Rabbiniz sizinle ola­caktır."

Çocuklarına, kendilerini ve yaptıklarını takip etmeleri Öğüdünü, vermeleri Allah'ın peygam-vberlerinin sünneti olagelmiştir. Bu geleneği İbrahim peygamber @, zürrİyetine kendi dini olan İslam'a bağlı kalmalarını tavsiye ederek başlatmıştır. Oğlu. Yâkub peygamber @ bu ge­leneği sürdürmüş ve çocuklarına bir olan Al­lah'a samimi ve muti kullar olarak kalmalarını söylemiştir, çocukları da buna tamamen uy­muşlardır. Her iki peygamber, İbrahim ve Yâkub @, çocuklarından Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet ve itaat etmeyeceklerine ve bu inan­ca ölümlerine kadar bağlı kalacaklarına dair ke­sin söz aldılar.

Kur'an'm bu ayetleri anne-babalarm çocukları ile olan ilişkileri hakında kesin esas ve ci­hanşümul gerçekleri açıklamaktadır. Allah'ın elçileri dahi bu ilişkilerin kuvvetli bağlarından berî değildirler, ki bu ilişkiler hiçbir şekilde Tevhid ve takva mefhumlarına zıt değildir. An-ne-babalann çocukları için derin sevgi besle­meleri ve kendilerinden sonra mesud ve müref­feh bir hayat sürdürmeleri için onların refah ve iyiliklerini düşünmeleri gayet tabiidir; Allah'ın elçileri bu kaideye İstisna teşkil etmezler. Fakat onların sevgilerini sıradan insanların sevgile­rinden ve çocuklarının refahı için gösterdikleri samimi çabalardan ayıran şey, çocuklarının ha­kiki ve asıl mutluluğa Allah'ın yolunda yürüye­rek ve hayatın bütün yanlış ve kötü yollarından kaçınarak ulaşmalarını istiyor olmalarıdır. Bu, İbrahim @'ın söz ve davranışlarından açıkça anlaşılmaktadır. Bir defasında tek oğlu olan İsmail'i Allah'ın emrine kurban etmeye hazırdı. (37:102). ve bir başka seferde ise oğlunun maddî ve manevî refah ve mutluluğu için Rabbi­ne dua etmişti. Ölümü anında oğluna Allah'ın en yüce nimeti olarak kabul ettiği şeyi (İslam'ı) bırakmıştır. Sıradan insanlar çocukları için maddî servet ve mal toplayarak onlara bırak­mak isterler. Fakat Allah'ın muttakî kulları sa­dece imanlarının ve salih amellerinin sonuç­larını gerçek ve esas kıymetli şey kabul ederler. Çocuklarına da bu hayatın geçici nimetleri yeri­ne iman ve salih amel sahibi olmalarını öğütler­ler.

Sıradan insanlar, çocukları için maddî servet yığınları bırakmayı arzular ve onlara servet ve mal bırakmak çabası ile çevrilmedik taş bırak­mazlar. Buna benzer olarak Allah'ın elçileri ve salih kulları çocuklarına, fayda ve tesiri ebedi olan serveti bırakmak isterler. Yapabilecekleri­nin en iyisini yaparlar ve sonra Allah'a niyazda bulunur, ölüm anlarında bile çocuklarına aynı ebedî değerleri vasiyet ederler ve onların bu değerlere hayatları boyunca bağlı kalacaklarına dair söz vermelerini sağlarlar. Peygamberlerin bu sünnetinde, insanların öğrenecekleri büyük dersler vardır. İlk olarak; din ve ahlak zenginligine denk hiç bir maddî servet olmadığıdır. Bu sebepten çocuklarını kabiliyetlerinin elverdiği en üst noktaya kadar yetiştirirken ve onların dünyevî rahatlan ve konforları için kaynaklar ararken ana-babaların bu gerçeği fark etmeleri şarttır. Buna benzer olarak çocuklarına daha fazla değilse bile aynı derecede sağlıklı ve disip­linli, amelî ve ahlakî eğitim vermeye memur­durlar. Kötü yol ve fiillerden ve gayri ahlakî davranışlardan korumak için ellerinden geleni yapmalıdırlar. İşte bu, gerçek sevgidir. Ve ço­cuklar için içten iyilik ve hayır istemektir. Bir kimsenin hayatı boyunca çocuklarını ebedî ateş ve azabdan korumaya özen göstermediği halde güneşin sıcaklığından korumaya çalışmasında hiçbir hikmet yoktur. Bu, bir kimsenin ço­cuğunun ayağındaki ağaç kıymığım çıkarmak için bütün kaynakları ve vasıtalarını kullanır­ken öldürücü bir kurşunun hedefi haline gelme­sini önlemeye hiç ehemmiyet vermemesine benzemektedir.

Allah'ın elçilerinin tebligatları, ana-babalarin vazifeleri ve çocukların haklarını da ihtiva et­mektedir. Buna göre ana-babalar çocukları için öncelikle onların iyiliklerini ve geleceklerini düşünmelidirler. Çocuklar fıtraten ana-baba-lanndan ne görüp öğrenirlerse aynen onu hafı­zalarına almaktadırlar. Onların öğütlerini çabu­cak ve kolayca kabul etmektedirler. Böylece ana-babalar onların hareketlerini ve dav­ranışlarını sağ elleri imiş gibi kontrol edebile­ceklerdir.

ikinci olarak, hakikati yaymak için bundan da­na faydalı ve kolay başka bir yol yoktur. Bu yol, her aile reisinin aile ferdlerine doğruyu ve ger­çeği konuşmalarını öğretmesi, bütün gücünü hakikatle amel etmelerini sağlamaya harca-masıdır. Bu sebeple bu çabalar nakil, eğitim, ıslahat ve terbiye sahalarındaki çalışmaları ev ve ev halkının sınırlarına getirmektedir. Ger-Çekte çocuğun evde terbiye edilmesi bir milleti terbiye etmeye denktir. (Mevlana Müfti Mu-hammed Safi, Ma'arif al-Qur'an, c.I).

Üçüncü olarak; bir kişinin ailesi ve yakınları onun fikirlerini ve tatbikatını benimseyip des­teklemediği sürece bu kişinin davetinin ve nüfuzunun diğerleri üzerinde pek bir tesiri ol­mamasıdır. Peygamber @, insanları İslam'a da-

vet vazifesine başladığında, onların ilk söyle­dikleri "önce kendi kabilesine (Benî Hâşim'e) bakması, sonra diğer insanlara va'z etmesi ge­rektiği" şeklinde olmasının sebebi budur. Bun­da da bir hakikat payı vardı. Çünkü Mekke'nin Fethi zamanında kabilesi İslam'ı benimsediğin­de insanlar bu yeni dine gruplar halinde geldiler. Kur'an bu hadiseden şöyle bahseder: "İnsan­ların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görürsün..." (110:2).

Günümüzde genç neslin cehaletlerinin ve gayri dinî tavırlarının en önemli sebebi; ana-baba-lannın İslam'ı bilmeleri ve hatta onu uygulayan Müslümanlar olmalarına rağmen çocuklarının Allah'ın mesajı vasıtasıyla ebedî rahatı kazan­maları İçin onlara İslamî bilgileri tebliğ etmek yolunda hemen hemen hiç bir zahmete katlan­mıyor olmalarıdır. Genel ifadeyle, ana-babalar çocuklarının dünyevî rahatı ve huzuru ile ilgili­dirler ve bütün enerjilerini, servetlerini –onların uhrevî hüsrana düşebileceklerini düşünmeden-onlara en ileri okullarda ve üniversitelerde en İyi eğitimi vermek için harcamaktadırlar. Ana-ba-balar çocuklarına Kur'anî mesajın himayesinde ve Allah'ın Rasulü @'nün yolunda ebedî saadet­leri için gayret sarfetmelen konusunda önderlik etmeyi ihmal etmektedirler.

Böylece ana-babaların pekçoğu, çocuklarını iman servetini, İslam bilgisini ve ebedî saadeti kazanmak ümidi içerisinde Allah rızası için se­vap işleme arzu ve niyeti ile teçhiz etmeyi tama­men ihmal etmektedirler.

"Onların kazandıkları kendilerine" (2:134) ayeti kerimesi ana-babalarm salih amellerinin çocuklarına en ufak bir fayda sağlamayacağını ve çocuklannınkinin de ana-babalarına bir fay­dası olmayacağını kesin bir şekilde belirtmek­tedir. Bu ifade her şahsın kendi çabalarının meyvelerini toplamak için kendi tohumlarını ekmesi gerektiğini, çünkü bu konuda mahşer gününde kimsenin bir faydası olmayacağını vurgulamak için Kur'an'm çeşitli yerlerinde zik­redilmiştir. (6:164; 45:22 ve 35:18). Peygamber @, kendi kabilesine şöyle seslenmektedir: "Ey Hâşimoğulları! Hesap gününde diğer insanlar amellerini getirdiğinde siz benimle olan akra­balığınıza güvenip sevaplara pervasız dal­mayın. Ben, size o günde, sizi Allah'ın azabı­ndan kurtaramayacağımı söyleyeceğim!" Ve bir başka hadislerinde: "Eğer bir kişiyi günah­ları geri bırakırsa, kabilesi onu ileri çekemez." buyurmaktadırlar. (M. Müfti Safi, a.g.e.).

Burada Kur'an'ın Yakup Peygamberin ölüm anındaki isteğine bilhassa işaret ettiğinden bah­sedebiliriz. Bu istek pekçok şeyleri göstermek­tedir. İlk olarak, Yakup Peygamber @ hayatının son dakikalarında çocuklarından bu ahdi almıştır ki, böylece dinde herhangi bir değişik­liğin husule gelebileceğini düşünmeye ihtimal kalmasın. İkinci olarak, şu gerçeğe işaret et­mektedir: Aynı zamanda Allah'ın elçisi de olan müşfik ve muhabbetli bir baba, çocuklarından hayatının son dakikalarında bu ahdi aldığına göre çocukları ile O'nun arasındaki en önemli olay bu olmalıydı. Bu suretle, her türlü şartlar altında bu ahde bağlı kalmak imanlı çocukların vazifelerinin en büyüğü ve kutsalı olmuştur. Bu şekildeki bir ahde muhalefet edenler gerçekten çok kötü bir halef olurdu. Üçüncü olarak, Al­lah'tan korkan, çocuklarını hakikaten seven bir babanın son vazifesi, Ölümü zamanında onların geleceklerini bu dünyadaki hayattan daha çok düşünmesidir ve Hak Din'de sabit olup onun için yaşayıp ölmelerini tavsiye etmesidir. (Emin Ahsen Islahi, Tadabbur-i Quran, c.I sh.302).

Çocukların esas eğitim ve öğretimi ile ilgili prensipler aşağıdaki Kur'an ayetlerinde tekrar­lanmıştır: "Lokman oğluna öğüt vererek: "Ey Oğulcuğum! Allah'a ortak koşma, doğrusu or­tak koşmak büyük zulümdür" demişti. Biz insa­na ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsi­ye etmişizdir. Annesi, onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnından taşımıştı. Ço­cuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve anne-babana şükret diye tavsiyede bulun­muşuzdur. Dönüş banadır. Ey insanoğlu! Ana-baba, seni, körükörüne Bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde on­larla güzel geçin; Bana yönelen kimsenin yolu­na uy; sonunda dönüşünüz Bana'dır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm. Lokman: "Ey Oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde veya yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu meydana getirip kor. Doğrusu Allah Lâtiftir, haberdardır." "Ey Oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup, fenalığı önle, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir" "İnsanları küçümseyip yüz çe­virme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Al­lah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphe­siz ki sevmez." "Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkebin sesi­dir." (31:13-19).

Lokman tarafından oğluna öğüt olarak söyle­nen bu sözler diğer insanlar için bir ilim ve hik­met serveti ihtiva etmektedir.

1- İman Tashihi: Her şeyden önce bu sözler bir kişinin inancını ve imanını tashih eder. Bu inanç ve iman, Allah'ın alemlerin Rabbi ve efendisi olduğu, yaratışında, düzeninde ve onu muhafa­zada O'nun ortağının olmadığıdır. Hiç kimse O'na ibadet ve itaatte hiçbir şeyi ortak koşamaz. Herhangi bir şeyi O'na ortak' koşmak günahların

Müşfik Baba   217

ve hataların en büyüğüdür.

Bütün dünya ve içindekilerin yalnızca Allah'a ait olduğu ve bu yüzden emir ve hakimiyetin yalnız ve yalnız O'na ait oluşu İslam'ın temel, esas ilkesidir. Bundan dolayı, bütün ibadet ve itaat yalnız O'na has kılınmalıdır.

2- Ana-babaya iyilik ve şefkat: Tevhidden sonra ikinci ilke ebeveyne itaat ve onlara iyi mu­amele etmektir. Bu ilke şu sözlerle ifade edil­miştir. -Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı- (öyleyse) Bana ve ana-babana şükret."(31:14).

Bu Allah'tan ilave bir emirdir ve Lokman'ın oğluna ettiği vasiyetin arasına katılmıştır. Emi-rin ayetler arasındaki sırası bu emrin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir, çünkü emir Allaha ibadet ve itaatten bahseden ayetten sonra yine O'nun tarafından eklenmiştir. Ve bu emir daima Allah'ın elçilerinin öğretilerinden bir parça teşkil etmiştir. Ayet çocukların ebeveyn­lerine karşı olan vazifelerinin şeklini vurgula­maktadır. Bütün şartlar altında onlara saygı duymalı, hürmet etmeli ve onlara şefkat ve sev­giyle muamele etmelidirler.

Bu emir şu sözlerle yine tekrar edilmektedir: "Biz insana ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir." (29:8) ve Ahkâf suresinde şunları okumaktayız: "Biz insana, anne ve ba-basına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir; zira annesi onu, kamında zorluğa uğrayarak taşımış; onu güçlükle doğurmuştur.Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Sonunda erginlik çağına gelince ve kırk yaşına vannca 'Rabbim', Bana ve anne-babama verdiğin nimete şükret­memi ve benim hoşnud olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salah ver; doğrusu sana yöneldim, ben kendini sana verenlerdenim demesi gerekir."(46:15).

Bu ayet büyük bir hikmet parçasıdır, mükem­mel bir duadır ve Allah'ın hakimiyetinin ve Rabliğinin tanınmasıdır. Çocukların Allah'ın cömertliğini tanımaları ve O'na şükretmek yo­luyla bağlı kalmaları ebeveynin onları eğitmesi ve verdiği terbiyenin doğrudan sonucudur. Bu şekildeki ahlaki eğitim faydalı ilim ve salih amelin aracı haline gelmektedir. Duayı yapan kişi Allah'a anne-babasmın kendisini yetiştir­mekle işledikleri salih amel gibi bîr salih amel işlemek üzere dua etmektedir. Allah bu duayı kabul eder ve onun çocukları da kendilerine ve babalarına her iki dünyada faydalı olacak amel­ler işlerler.

Kur'an, ana-babaya kötü muameleyi çok sert sözlerle takbih etmektedir. "Ana ve babasına: 'Öf size! Benden evvel ne kadar nesiller gelip geçtiği halde, beni tekrar diriltilmekle çıkarıla­cağımla mı korkutuyorsunuz?' diyen kimse var ya; ana-babası kendisinden Allah'a sığınarak 'Yazık sana, imana gel. Muhakkak ki Allah'ın va'di bir gerçektir.' diyorlar da, o yine diyor ki: 'Bu dediğiniz evvelkilerin uydurma masalları­ndan başka bir şey değildir' "(46:17). Bazen ço­cuklar iyi eğitim ve terbiyeyi kabul edici olurlar, ana-babalarma itaatkâr, saygılı, Allah'ın Rab-liğini kabul edici, O'na şükür edici olurlar; fakat bazen bu ayetin gösterdiği gibi, çocuklar ana-babalarmın hayat felsefelerinin bütününe düşmandırlar. Sadece Allah'ı, Onun Rabliğini ve ahiret gününü inkâr etmekle kalmazlar; anne babalarına karşı da küstah ve asidirler. Bu bed­baht çocuklar Allah'a karşı küfür ve ana-babaya isyan gibi iki iğrenç suçu da işlerler. Ancak, kötü inançlarının ve kötü fiillerinin semeresini tadacaklardır.

- Fakat Kur'an ana-babaya bütün şartlar altında

- iyi muameleyi tavsiye etmektedir; özellikle ile­ri yaşa vardıkları zaman: "Ana-babaya iyilik edin. Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara karşı 'Öf' bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin. Onlara acıyarak al­çak gönüllülük kanatlarını ger ve 'Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri için sen de onlara merhamet et!' de."(17:23-24).

Bu ayet yine ana-babaya nazik ve iyi muamele etmeye önem vermektedir. Kurtubi'ye göre: "Bu ayetle Allah (c.c), Lokman suresinde ol­duğu gibi ana-babaya hürmet ve nezaketi ve on­lara iyi muamele etmeyi, O'na ibadet ve itaatle beraber zikretmiştir. Bu açıkça göstermektedir ki Allah'a (c.c) ibadetten sonra ana-babaya itaat en önemlidir ve, Allah'a hamd etmek gibi ana-babaya şükretmek de mecburidir. Bir sahabenin Peygamber @'a şöyle sorduğu nakledilmiştir: "Allah katında en değerli ibadet hangisidir?" Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Namazı za­manında eda etmendir." Sahabe tekrar sordu, "Ondan sonra en değerli ibadet hangisidir?" "Peygamber @ cevapladı: "Ana-babana iyi mu­amele etmendir." (Buharı). Rasulullah @ yine buyurmuştur: "Baban Cennete gidişin orta kapısıdır, onu muhafaza etmek ya da yok etmek senin elindedir." (Ahmed, Tirmizİ ve Hakim). Ve Rasulullah yine buyurmuştur; "Babam memnun etmen Allah'ı memnun etmendir, ba­banı öfkelendirmen ise Allah'ı öfkelendirmen-dir." (Tirmizi ve Hakim).

Bir sahabe Allah'ın elçisine sordu: "Çocukların ana-babaya karşı görevleri nelerdir?" Rasulul­lah @ buyurdu; "Onlar senin Cennetin veya Ce­hennem1 indir." Başka ifadeyle, onlara itaat ve hizmet bir kişiyi Cennet'e sokar ve onlara kötü muamele etmek ya da hoşnutsuzluklarına sebep olmak Cehennem'e sokar. (İbni Mace).

İbni Abbas, Rasulullah @ "in şöyle buyur­duğunu nakletmiştir: "Allah (c.c) rızası için ana-babasma itaatkâr olan kişi için Cennet'İn iki kapısı açık olacaktır ve âsi olan kişi için Ce--hennem'in iki kapısı açık olacaktır. Ve eğer ebeveynden sadece biri varsa, Cennet'ten bir kapı (İtaatkâr için) ve Cehennem'den bir kapı (asi olan için) açılacaktır." Burada sahabe sor-du:"Bu Cehennem tehdidi, ana-baba ona zulüm etselerde geçerli midir?" Rasulullah @ üç kere buyurdu: "Ana-baba ona zulüm etseler bile." Bir başka ifadeyle, çocuklar ana babaya İsyan ettiğinde ve onlara kötü muamele ettiğinde Ce­hennem tehdidi vakidir. Ve çocukların ebe­veynden öç almaya hiç bir hakları yoktur. (Bey-haki).

Gayri Müslim Ana-Babaya Bile İtaat ve İyi Muamele: İyi muamele için ana-babanm Müslüman olması şart değildir. Esma binti Ebu Bekr'den nakledilmiştir: "İman etmemiş olan annem Müslümanlarda Kureyş'Ü müşrikler arasında barış antlaşması olduğu dönemde ba­bası ile geldi. Peygamber @'in tavsiyesini al­maya gittim, "Annem geldi ve teveccühümü Ümit ediyor" dedim, Peygamber @ buyurdu, "Evet, annene karşı iyi ol." (Buharı).

Ana-babaya itaat ve iyi muamele zaman ve yaşla sınırlı değildir; ancak; ileri yaşa vardı­klarında en önemli hale gelmektedir. Çocukları tarafından yapılan en ufak bir dikkatsizlik on­ların duygularını inciterek onlara büyük zarar verir; işte bu sebeple çocukların ana babalarını incitecek bir şey söylememeleri veya yapma­maları çok önemlidir. İleri yaşlarda, ana baba çok huysuz olurlar ve onların her talebini tatmin etmek çocukları için zor olur.

Kur'an insanlara ana-babalarımn kendilerine baktığı ve bütün İhtiyaçlarını karşıladığı çocuk­luklarını hatırlatıyor ki, Öyleyse şimdi, onlar yaşlı ve muhtaç oldukları zaman onlara müşfik olrnak ve onların İhtiyaçlarım karşılamak ço­cukların vazifesidir. (17:23-24). Kur'an insan­lara ana-babaya karşı merhametli ve yumuşak huylu olmayı tavsiye etmektedir.

Yukarıda bahsi geçen ayetler ve hadisler Bir Al­lah'a İmanla beraber ana-babaya iyi muamele­nin mecbur olduğu konusunda hiç şüphe bırak­mamaktadır. Ana-babaya iyi muamele Kur'an'in pek çok yerinde Tevhid ile beraber bahis konusu edilmektedir, bu da ana-baba ile ilgili emrin büyük önemini yansıtmaktadır. Vessayna kelimesinin kullanımı bunu mecbur1 kılmaktadır, çünkü bu kelime emrin önemini vurgulamak için sık sık kullanılır. İyi muamele, hizmet ve itaat, hürmet ve nezaketi ihtiva eder.

Yukarıda bahsi geçen ayetlerde vurgulandığı gibi çocuğunu doğururken acı ve zorluklar altı­nda kaldığı için annenin haklan daha büyüktür. Peygamber @'İn şöyle buyurduğu nakledil­miştir; "Allah, size annenize karşı mesuliyet duymamanızı yasaklamıştır" (Buhari). Ebu Hu-reyre'nin naklettiği bir hadis şöyledir: Adamın biri Allah'ın Rasulüne gelerek, "Ey Allah'ın Rasulü, benim tarafımdan yakınlığa en layık kimdir?" demiştir. Peygamber @ "Annendir" buyurmuştur. Adam yine "Sonra kim?" de­miştir. Peygamber @ "Annendir" buyurmuştur. Adam dördüncü defa "Sonra kim?" diye sor­muştu. Peygamber @ "Babandır" buyurmuştur-, (Buhari). Yine Peygamber @ 'in "Cennet anne­lerin ayakları altındadır." buyurduğu rivayet edilmiştir.

Ana-baba, Allah'a isyanı emredemezler:

Ana-babaya itaat mecburidir, fakat sadece ço­cuklarından Allah'a veya O'nun emirlerinden herhangi birine isyanı emredinceye kadar. Eğer ana-baba, çocuklarını inançsızlığa veya Al­lah'ın açık emirlerinden birine karşı fiile zorlar-sa, Kur'an çocuklara onlara uymamayı, fakat yine de iyi muamele etmeyi emretmektedir. (29:8). Sa'd b. Ebi Vakkas'ın annesinin bir müşrik olduğu ve bir keresinde Sa'd'ı uyardığı ve Sa'd atalarının dinine dönünceye kadar ye­meyip içmeyeceğine dair yemin ettiği nakledil­mektedir. Fakat yukarıdaki ayet onu annesinin arzulanna uymaktan alıkoymuştur. (Tirmizi).

Ana-babaya itaat mecburidir. Fakat sadece Al­lah'a (c.c) itaat çerçevesinde. Eğer herhangi bir ana-baba çocuklarına aksini yapmayı emreder­se; onlara uyulmamalıdır. Ana-baba, çocukları­ndan Allah'a isyan dışında her diledikleri şeyi isteyebilirler, ancak Allah'a isyanı dilediklerin­de onlara uyulması en büyük hata ve günah olur. Bir Müslüman elinden geldiğince ana-babasma kızmamakla, saygı göstermekle, hürmet etmek­le* onları memnun edebilmek ve hayatlarını ra­hat kılabilmek için her şeyi yapmakla, fakat eğer Allah'ın emirlerine karşı bir şey isterlerse itaat etmemekle emredilmiştir. Bu isteği reddet­melidir. Diğer taraftan her türlü şartlarda yükümlü olduğu diğer konulardaki iyi muame­lelerinde hiç bir değişiklik olmamalıdır. Bu; ana-baba Allah'a karşı gelirlerse dini konularda onlara uyulmaması, fakat bütün diğer hususlar­da her hal-ükârda onlara uymanın mecburi ol­duğu manasına gelmektedir.

3. İmanı kuvvetlendirmek: Bu, Lokman'ın, Allah'ın herşeyi kapsayan Kudreti hakkmda bir başka vasiyetidir. Allah'a imanı ve ana-babaya iyi muamele etmeyi belirttikten sonra, Lokman şu sözlerle Allah'ın Kâdir-i Mutlak (herşeye gücü yeten) oluşuna işaret etmektedir, "Ey oğulcuğum! İşlediğin şey bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinden bulunsa Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Lariftir,haberdardır." (31:16). Bu ayet Allah'ın bilgisinin ve herşeyi kuşatan gücünün Kâdir-i Mutlakiyet kısmım vurgulamaktadır. Hiç bir Şey O'ndan saklı tutulamaz, çünkü O her şey üzerinde güç sahibidir ve O'nun ilmi küçük ve­ya büyük herşeye uzanır.

O'nun bu Kadiri Mutlak sıfatından Yunus sure­sinde şu ayetlerle bahsedilmiştir: "(Ey Muham-med) Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur'andan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda mutlaka biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiç bir zerre. Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Ki-tab'dadır." (10:61). Yine Sebe' suresinde şu ifa­deleri bulmaktayız; "Görülmeyeni bilen Rabbi-ne and olsun ki, o saat mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık bir Kitab'dadır." (34:3).

Bu ayetler Allah'ın zaman ve mekan sınırlarının ötesine uzanan müthiş Kudreti ve il­mine işaret etmektedir. Bu Kudret ve ilim za­man, mekan ve keyfiyetin beşeri sınırlamaları­ndan bağımsızdır. Allah'ın (c.c) bu Kadir-i Mutlakiyetine işaret O'nun İlahlığına ve Bir­liğine olan beşer imanını artırmak içindir.

4- Amel Islahı: Bu, Lokman'ın oğluna kendisi­ni düzeltmesi için verdiği dördüncü öğüttür: "Ey oğulcuğum! Namazını kıl." (31:17). Amelî hususlarda yapılması mecburi olan pekçok va­zife vardır. Ancak hepsinin en önemlisi ve göze çarpanı namazdır. Namaz kılmak bizatihi önemlidir, aynı zamanda İnsanın amellerini ge­liştirmeye ve ıslaha yardım eder. Bu, Ankebut suresinde belirtilmiştir: "Namaz kıl, muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan ahkoyar." (29:45).

Bu ayette herşeyden önce ferdî gelişmeye büyük ehemmiyet verilir. Hakiki, mühim vazi­feyi ve sorumluluğu yüklenmek için bir kimse önce karakterini bina etmelidir. Namaz bir şahsın kendini disipline etmesine, alışkanlık­larını, davranışlarını ve gayretlerini -muntazam beş vakit namaz kılması şartı ile- düzenlemesi­ne yardım eder. Gerçekten, mensuplarını beş vakit namaz gibi ciddi bir eğitimle hazırlayan başka bir din ve düşünce yoktur. (Mevlana Müfti Muhammed Safi, a.g.e.).

5- Sosyal Islahat: Bu, sözlerle bahsedilen beşinci vaziyettir. "Ey oğulcuğum! iyiliği em­ret, kötülükten vazgeç ir, bundan dolayı başına gelene sabret; doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdir." (31:17) 4 ve 5 no'lu başlıklar altında bahsi geçen iki mecburî vazife vardır; bi­ri şahsın ferdi gelişmesi ve ıslahı için, diğeri top­lumun ıslahı ve refahı için. Bunların her ikisi de büyük gayret ve zorlukları gerektirir ve kolay bir vazife değildir. Özellikle iyiliği emredip, fe­nalığı önlemek toplumun ıslahı için deruhde edilirse vazife daha da güçleşir. Çünkü bu du­rum düşmanlığa muhalefete ve iktidardaki kim­selerin düşmanca tepkilerine sebep olur.

Bu ayet bu sebeple, bu şartlarda, büyük sabır ve fedakarlığı tavsiye etmektedir. İyiliği emredip kötülüğü önlemek bütün çağlarda insanlardan daima benzer tepkilerle karşılaştığı için inanan­lar azimlerini kaybetmesinler diye cesaret veri­yor. Lokman'ın bu tavsiye sosyal ıslahat için va­zifeye atılmadan önce ferdî arınmanın büyük değerini göstermektedir. Fertler kendilerini na­mazın sıkı eğitim ve disiplini ile hazırlamadık-ça, devasa ve zor sosyal ıslahat vazifesine ken­dilerini tamamen hazırlıksız bulacaklardır.

Bu sebeple Lokman, oğluna önce namaz yardımıyla kendi kişilik karakterini sağlam-la^tırmasını_öğütlemiş ve bunun bir diğer so­rumluluğu olan toplumsal ıslahat görevini yüklenebilrrıesini sağlayacağını söylemiştir.

6- Toplumsal Davranışlar: Lokmanın oğluna altıncı vasiyeti, insanlar arasında iyi, sağlıklı ve arkadaşça ilişkilerin sağlanması için gerekli olan davranış şekilleri ve adabı muaşeret hakkı­ndadır.

Kur'an bundan şu sözlerle bahsetmektedir: "İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüz­ünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sev­mez. Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir." (31:18-19).

Bu ayet toplumsal davranışlar ile ilgili dört öğüdü ihtiva etmektedir. İlk olarak, diğer insan­lara karşı kibirli tavırla konuşmayı yasaklamak­tadır. Bu çok kötü bir davranıştır ve dostlarına karşı büyük bir fiil işleyen kişinin düşüklüğünü ve sığlığını gösterir. Bütün insanlar aynı ana-babadan türemişlerdir ve bu yüzden hiç kimse diğerleri üzerinde bir üstünlük duygusunu haklı çıkaracak özel bir ayrıcalığa sahip değildir. Bu, beşerî kardeşliğin üyeleri arasında çok iyi ve yakın ilişkileri engelleyen bir davranıştır. Bu sebeple de çok sert ifadelerle yerilmiştir. İkinci olarak bu ayet böbürlenerek yürümeyi de ya­saklamaktadır. Çünkü, o da kendini beğenmiş tavırla konuşmaya benzer durumları ihtiva et­mektedir.

Bunun aksine olarak, Allah mütevazı davranışı tavsiye etmekte ve diğer insanlara karşı bu şekilde davranmayı benimseyenleri övmekte­dir: "Rahman'ın kullan yeryüzünde mütevazi yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları za­man onlara güzel ve yumuşak söz söylerler." (26:63).

Kur'an, insanların birbirlerini şu sözlerle selam­lamalarını tavsiye etmektedir: "Size bir selam verildiği zaman ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyla mukabele edin. Allah her şeyin he­sabım gereği gibi yapandır." (4:86). Çünkü Allah onları bu iyi davranışlarından ötürü her iki dünyada mükafatların en iyisi ile mükafatlan-rhracaktır: "Güzel davrananlara daima daha eüzeli ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık ne de bir zillet bulaşır. İşte onlar cennet­liklerdir, orada temelli kalırlar." (10:26).

Üçüncü olarak insanlara, yürüyüşlerinde tu­tumlu olmaları emredilmiş, ne çok çabuk, ne de çok yavaş yürümeleri, ölçülü hareket etmeleri tavsiye edilmiştir.

Dördüncü olarak aynı ölçülülük konuşmada da .öngörülmüştür. Ne çok sesli ne de çok yavaş ko­nuşulacaktır. Başka bir ifadeyle, bir kişi ne in­sanları hasta veya rahatsız edecek kadar ko­nuşkan olmalı, ne de insanlarla konuşmaktan tamamen çekinecek kadar sessiz olmalıdır. İnsanlara eşlik ederken onlan yalnız ve sıkılmış hissettirmemelidir. Bu öğüt aynı zamanda ko­nuşma tavrının sesi kontrol ederek ve onu makul sınırlarda tutarak ılıml il aştırması anlamına da gelmektedir.

Mükemmel Örnek: Peygamber @, bütün bun­lara en mükemmel örnektir. Bütün bu özellikle­ri en iyi şekliyle kendinde birleştirmiştir.

Hz. Ali 'ye oğlu Hüseyin'in, insanlarla beraber olduğunda Peygamber @'ın davranışlarının nasıl olduğu hakkında sorular sorduğu nakledil­miştir. Hz. Ali şöyle cevaplamıştır: "Peygam­ber @ daima mutlu ve neşeli olurdu. Karakterin­de bir asalet ve davranışlarında bir rahatlatıcıhk vardı. Tabiatı sert değildi ve konuşması da kaba ve haşin değildi. Ne yüksek sesli konuşmuştu ne de çirkin ve ne de insanların hatasını bulmuştu. Hoşlanmadığı şeyleri görmemezlikten gelmiş ve diğerlerini bu konuda hiç müteessir etme­miştir. Uç şeyden tamamıyla kaçınmıştır: Münakaşa, gurur ve boş şeylerle uğraşmak."

Onun en mutedil tabiata, en asil tavırlara sahip olduğu rivayet edilmektedir. Onu daha ilk kez görenler huşu duyarlardı ve O'nun yoldaşlığını paylaşanlar onu severdi. (Tirmizi). Enes şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulii İnsanların en iyisi, en cömerti ve en cesuru idi. Dilinde uy­gunsuzluk yoktu, sövmez ve lanet etmezdi." (Buharî ve Müslim).

Hz. Aişe Peygamber @'ın küçük dili görülecek kadar aşırı gülmediğini, fakat sadece gülümse-diğini rivayet etmiştir: "O sizin konuştuğunuz gibi hızlı konuşmazdı. Fakat kelimelerini say­mak isteyen bir kişinin sayabileceği şekilde ko­nuşurdu." (Buhari). Aişe, Allah'ın Rasulü @'nün uygunsuz konuşmadığını, sokaklarda yüksek sesli olmadığını, kötüye kötüyle karşılık vermediğini, fakat affedip bağışladığını da riva­yet etmiştir.

Peygamber @, Kur'an'ın diğer insanların takip etmesi için Önerdiği ahlakî ilkeleri ve iyi dav­ranışları birleştiren mükemmel bir örnekti. Bunlar bütün anne-babalar tarafından çocuk­larına sözle ve fiille gösterilmesi gereken mezi­yetler ve hareketlerdir. Böylece çocuklar yüce inanç zenginliği, güzel ahlak, İyi ameller, hoş ve mutedil sosyal davranış ve tavırları miras alırlar ve bunları gelecek nesile aktarabilirler. Bu bütün diğer şeylerden daha önemlidir. Çocuk­larına bu mirası bırakmak Müslüman ana-ba-banın birinci vazifesidir. Bu miras çocuklara ve topluma bu dünyada olduğu kadar öteki dünya­da da fayda verecektir.

Şüphesiz, bir kişinin çocuklarına bırakabileceği en iyi miras onlan hayatın doğru ve hakiki yolu­na götürebilecek olan terbiyedir. Ve hiçbir kim­se yukarıda açıklandığı üzere çocukların terbi­yesi için Hz. Muhammed @'dan daha iyi ilkeler va'zedememiştir. Hulasa, O'nun vasiyeti aynı zamanda herkese bir öğüttür: "Bir insanın ço­cuğunu terbiye etmesi ona bir saT (ağırlık birimi) sadaka vermesinden daha hayırlıdır." (Tirmizi) ve "Bir baba oğluna iyi terbiyeden daha güzel hiçbir şey veremez." (Tirmizi ve Beyhaki).

 

KISIM 2

 

HZ. MUHAMMED @ ÇOCUKLARIYLA

 

Hz. Muhammed @, çocuklarını çok severdi. Ashabı ona en büyük oğlunun adına izafeden Ebu'l-Kasım derdi ve O bundan hoşlanırdı. Enes rivayet etmiştir: "Aile efradına karşı Pey­gamber @'dan daha müşfik olan hiç kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin kenar mahallerinde oturan bir süt annesi vardı. Süt an­nenin kocası bir demirci idi. Beraberinde biz de olduğumuz halde Hz. Peygamber @ oraya gi­derdi. Varınca demircinin Izhîrle dumanlanmış evine girer, çocuğu kucaklar, öper koklar ve bir müddet sonra dönerdi: "Bunu yaptığı zaman da kendisi Arap yarımadasının hemen tamamını kaplayan ve Bizans İmparatorluğunun güney sınırlarına uzanan Medine devletinin tartışmasız yöneticisiydi."

Fâtıma, en küçük ve kendisinden sonra yaşayan tek çocuğu idi. Hz. Peygamber @ onu çok se­verdi. Bir keresinde, "Fatıma benim bir par-çarndır. Ona eziyet eden bana eziyet etmiş gibi­dir" buyurmuştur. Değişik bir rivayet ise şöyle­dir: "Onu taciz eden şey beni taciz eder ve onu inciten şey beni incitir." (Buharı ve Müslim). Aişe rivayet etmiştir: "Bir sabah Peygamber @, siyah keçi kıllarından yapılmış geniş bir elbise giyerek dışarı çıkmıştı. Hasan b. Ali geldi ve Muhammed @, onu elbisesinin içine aldı, sonra Hüseyin geldi ve onunla beraber elbisenin altı­na girdi, sonra Fatıma geldi ve onu da elbisenin içine aldı, sonra Ali geldi onu da elbisesinin içi­ne aldı. Ve şöyle buyurdu: "Ey ehl-i Beyt! Allah (c.c.) sizden fesadı uzaklaştırmayı ve sizi arıt­mayı diler." (Müslim).

Torunları Hasan ve Hüseyin'i çok severdi ve on­larla sık sık oynardı. Onun sırtına çıkıp ata bin­me oyunu oynarlardı. Bir keresinde Hasan'ı omuzlarında taşırken: "Ey Allah'ım ben onu se­viyorum ve senin de sevmeni niyaz ediyorum!" demiştir. (Buhari ve Müslim). Ebu Hureyre birgün Allah'ın Resulü ile dışarı çıktıklarını ve Fatıma'nın evine geldiklerinde Peygamber @'ın, Hasan'ı kastederek "Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?" buyurduğunu ve Hasan'ın geldiğini, kucaklaştıkları sırada Al­lah'ın Rasulünün: "Ey Allah'ım ben onu seviyo­rum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni ni­yaz ediyorum." buyurduğunu rivayet etmiştir (Buharî ve Müslim). Usame b. Zeyd'in rivayeti­ne göre, Peygamber @ Hasan'ı ve onu alır: "Ey Allah'ım!, onları sevdiğim için, onlan sevmeni niyaz ediyorum: "diye dua ederdi. Bir başka ri­vayette, Ûsame b. Zeyd Rasulullah @'ın kendi­sini ve Hasan'ı dizlerine aldığını bir dizine ken­disi ve bir dizine Hasan'ı oturttuğunu ve "Ey Al­lah'ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyo­rum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum." diye dua ettiğini söylemiştir (Buharî). Yine Üsame b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: "Bir gece Peygamber @'a bir işim için gittiğimde, Pey­gamber @ dışarıya elbisesinin içinde bir şeyle çıktı. Ben, ona işimden bahsetmeyi bitirdiğim­de, elbisesinin içinde ne olduğunu sordum, ve Peygamber @ elbisesini açtığında Hasan ve Hüseyin'i gördüm. Peygamber @ şöyle buyur­du: "Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğullan! Ey Allah'ım ben onlan seviyorum, se­nin de onları ve onları sevenleri sevmeni niyaz ediyorum." (Tirmizi).

Büreyde tarafından rivayet edilmiştir. Rasulul­lah @, insanlara konuşurken Hasan ve Hüseyin kırmızı gömlekleri içinde düşe kalka yürüyerek geldiler. Rasulullah @ minberden indi, onlan kaldırdı ve önüne koydu ve şöyle buyurdu: "Al-lahu Teala malınız ve evlatlannız birer fitnedir" diyerek hakikati buyurmuştur: Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine baktım ve vaazımı ke­sip onları yukarı almaktan kendimi alıkoya­madım." (Tirmizi, Ebu Davud, Neseİ). İbni Ab-bas rivayet etmiştir: Rasulullah @ Hasan'ı omuzlarında taşırken sahabeden biri Hasan'a "bindiğin binek ne güzel binektir." dedi. Pey­gamber @ "Ve sürücüsü ne güzel sürücüdür." buyurdu. (Tirmizi).

Ebu Bekr Allah'ın Rasulünü yanında Hasanla birlikte minberde gördü. Peygamber @ bir in­sanlara, bir de ona bakıyor ve şöyle diyordu: "Bu benim oğlum bir liderdir ve Allah'ın, iki büyük Müslüman fırkayı onun vasıtası ile uz­laştırması umulur." (Buhari). Enes rivayet et­miştir: "Rasulullah @'a ehli-beytinden en sev­gili olanın kim olduğu sorulduğunda "Hasan ve Hüseyin" diye cevaplamıştır. (Tirmizİ). Pey­gamber @ Fatima'ya "Oğullarımı bana çağır, onları kucaklayayım" demekteydi. Rasulullah /©'in: "Hüseyin bana, ben Hüseyin'e aitim. Hüseyin'i seveni Allah sevsin" buyurduğu riva^ yet edilmiştir. (Tirmizi).

Zeyd b. Haris, Peygamber @'m kölesiydi. Son­radan onu azad etti ve evlat edindi. Babası ve amcası onu geri almak için geldiklerinde Rasu­lullah @, karan Zeyd'e bıraktı. Zeyd, Peygam­ber @'ın muhabbeti ile o kadar doluydu ki onun­la kalmaya karar verdi, babası ve amcası ile be­raber gitmeyi reddetti. Babası ve amcası, oğul­larının hür olarak onlarla gitmek yerine Pey­gamber @Tı tercih etmesine çok şaşırmışlardı. Cebele b. Harise şöyle rivayet etmiştir: "Rasu­lullah @'a geldim ve ey Allah'ın Rasulü kar­deşimi benimle beraber gönder" dedim. Resu-lullah @: "O buradadır, seninle gitmek isterse kendisini alıkoyacak değilim" dedi. Fakat Zeyd "Ey Allah'ın Rasulü, sana hiç kimseyi tercih et­mem" deyince, kardeşimin düşüncesini benim­kinden daha iyi buldum. (Tirmizi).

Ebu Hureyre rivayet etmiştir: "Yanında el-Ak-ra b. Habis el-Temim otururken Rasulullah @ Hasan'ı Öptü. El-Akra 'Benim on çocuğum var, ben onların hiç bîrini öpmedim' dedi. Rasulul­lah @ ona hiddetle baktı ve 'çocuklara merha­met etmeyene kimse merhamet etmez' buyur­du" (Buharî). Enes rivayet etmiştir: "Ailesine Rasulullah @ kadar şefkatli birini görmedim" (Müslim). Yine, Enes rivayet etmiştir: -Rasulul­lah @, 'bu gece bir çocuğum oldu ve ona atamız ibrahim'in adını koydum,' dedi. Sonra onu Ebu Saif adlı, demircinin karısı Ümmü Saif e yol­ladı. Peygamber @ çocuğu görmeye gidiyordu. Bir defasında onu Ebu Saif lere varana kadar tar kip etim. Ebu Saif çırağının yardımıyla ateşi körüklüyordu. Ev duman İçindeydi. Ben adı­mlarımı sıklaştırdım ve Rasulullah @rın önüne geçtim ve "Ebu Saif! Dur, Rasulullah geliyor!'" dedim. Ebu Saif işi bıraktı. Rasulullah @ ço­cuğu çağırttı ve onu kucaklayarak Allah'ın dile­diğini söyledi.

ibrahim vefat ettiğinde Enes şöyle rivayet et­miştir: "Allah'ın Rasulünün önünde çocuğun son nefesini verdiğini gördüm. Allah'ın Ra-sulü'nün gözleri yaşlarla doldu ve 'İbrahim!

Gözlerimiz yaşla, kalbimiz hüzünle doldu. Fa­kat Allah'ın hoşnut olacağından başka bir söz söylemeyeceğiz. Ey İbrahim! Senin için hüzünleniyoruz!" (Müslim).

Enes'in bir diğer rivayeti ise şöyledir: "İbrahi­m'in vefatında Rasulullah @'ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Abdurrahman b. Avf O'na "Sen de mi ya Rasulullah?" diye sordu. Hz. Peygamber @ 'İbn Avf, bu merhamettendir' dedi ve daha çok göz yaşı döktü ve "Göz ağlar, kalp üzülür, fakat biz sadece Allah'ın hoşnut olacağı sözü söyleriz. Senden ayrıldığımıza üzülürüz ya İbrahim!" dedi (Buhari ve Müslim).

Üsame b. Zeyd şöyle rivayet etmiştir: Kızların­dan biri Rasulullah @'a oğlunun ölmekte ol­duğunu haber verdi ve çocuğun yanma gelmesi­ni istedi. Rasulullah @ selamını yolladı ve Al­lah'ın aldığı O'na aittir ve O'nun verdiği O'na ait­tir, O herkes için bir ecel tayin etmiştir, öyleyse sabret ve Allah'tan mükafatını bekle' dedi. Kızı tekrar, ısrarla gelmesini rica eden bir haber yol­ladı ve Rasulullah @ sahabelerden bazıları ile beraber gitmek üzere yola koyuldu. Rasulullah @ ölmek üzere olan çocuğu kaldırdı ve bu sıra­da gözleri yaşla doldu. Sa'd: "Ya Rasulullah, bu  nedir?' dedi. Rasulullah @: "Bu, Allah'ın kul­larının kalbine yerleştirdiği merhamettir. Allah sadece merhametli kullarına merhamet eder' buyurdu. (Buharı ve Müslim).

Bu olaylar Peygamber @'ın herkes gibi bir in­san olduğunu ve diğer insanlar gibi acı ve üzüntü duyduğunu göstermektedir. Peygamber @ da çocuklarıyla beraber yaşadı, onları sevdi, onlarla oynadı, onlarla güldü ve diğer insanların evlerinde çocuklarıyla beraber yaptığı herşeyi yaptı. Onların neşeli zamanlarında mutlu oldu ve acılarına üzüldü. Çocukları ve kızının çocuk­ları öldüğünde, ölümlerin sebebiyle gözyaşı döktü, üzüntü ve acı duydu ve etiyle kemiğiyle bir insan olduğunu, sevdiklerini kaybeden her­hangi bir insanın duyacağı acıları hissettiğini gösterdi. Bir insan olarak, neşeli veya hazin tüm olayların etkilerini hissetti ve hislerini ifadelen­dirdi. Fakat Peygamber @'m büyüklüğü, alela­de kimselerin yaptığının aksine bu dünyanın geçici olayları karşısında kendi kontrolünü kay­betmemesi ve fakat zihnini ve kalbini mükem­mel bir denge durumunda muhafaza etmesi­dir.

Oğlu ibrahim öldüğünde, yaşlar yüzünden aşağıya yuvarlandı.! Sahabeler onu teselli etti­ler. Onun başkalarına üzüntülerini azaltma­larını Öğütlediğini hatırlattılar, fakat Peygam­ber @ şöyle buyurdu: "Hayır, ben bağıra bağıra ağlamayı ve ölünün aşın övülmesini yasak­ladım. Sizin bende gördüğünüz sevgi eseridir ve kalpteki merhamettir; merhamet etmeyene merhamet edilmez. Çocuğumuz için üzülüyo­ruz, gözler yaşla doluyor ve kalp içe doğru ka­barmaktadır, yine de Rabbimizi üzecek hiçbir şey söylemeyiz. İbrahim, İbrahim, eğer bu, her­kes tarafından takip edilecek yol olmasaydı ve en sonuncumuz ilk gidenimize kavuşacak ol­masaydı, senin için bundan daha fazla üzülürdüm." (Abdulhamid Sıddıkî, The Life of Muhammed, Lahor).

İbrahim'in öldüğü günde güneşin tutulduğu ri­vayet edilmiştir. Halk bunun sebebinin İbra­him'in ölümü olduğunu söyledi, çünkü onlar güneş ve ay tutulmasının bazı önemli kimsele­rin Ölümlerinde vuku bulduğunu zannediyor­lardı. Bunun üzerine Peygamber @, "Güneş ve Ay Allah'ın ayeti erindendir ve hiçbir kimsenin doğumu ve ölümüyle tutulmazlar." buyur­muştur. (Şeyh Abdulhak, Muhaddis Dehlevî, Madarij al-Nubuvvah, c.II).

Kızı Fâtıma kendi evinin bütün işlerini görüyor­du: Un eliyordu, ekmeği pişiriyordu, evi temiz­liyordu ve kuyudan su çekiyordu. Bu sıkı çalışma rengini değiştirmişti ve elleri nasır tut­muştu. Bir keresinde Peygamber @'a gitti ve bir hizmetçi istedi, fakat Peygamber @: "Ehl-i Suf-fe daha fakir ve yardıma senden daha muhtaç. Ben sana bir hizmetçiye sahip olmaktan daha hayırlı bir şey söyleyeyim. Yatağa girdiğinde, Allah'a otuz üç defa teşbih et, otuz üç defa ham-det ve otuzüç defa O'nun büyüklüğünü tekrarla" buyurdu.

Bütün bu olaylar çocuklarım ve torunlarını çok sevmesine rağmen, prensiplerinden hiçbir du­rumda fedakarlık etmediğini göstermektedir. Onlara iyi davrandı ve şefkat gösterdi. Fakat on­lara olan sevgisinin ve şefkatinin davasını ve prensiplerini etkilemesine hiçbir zaman izin vermedi ve insanların duygularını istismar et­mek için hiçbir olağanüstü ya da anormal fırsatı kullanmadı. Çocukları ile olan ilişkilerinde sıradan bir insan gibi davrandı ve yaşadı; hissî ve bedeni bütün zorlukları ve çileleri geçirdi. Fakat bunları sabır ve azimle karşıladı. Ölçüsünü kaybetmedi ve hangi durumda olursa olsun prensiplerini değiştirmedi.

Onun büyüklüğünün esası buradadır. Tarihte, hiçbir insan davranış ve tavırda, İyi ahlakta ve takvada bu yüceliğe erişememiştir. O, herkes­ten mükemmeldi. Bütün bunlar ahlakfgüzellik ve olgunluk ile mükemmel huzur ve mutlu­luğun kazanılabilmesi için insanlığın Peygam­ber @'dan öğrenmesi ve günlük hayatında uy­gulaması gereken davranışlardır. Peygamber @'ın çocuklarıyla olduğu kadar eşleriyle de çok iyi ve samimi ilişkileri olduğuna ve onlarla çok huzurlu ve sakin bir hayat geçirdiğine şüphe yoktur. Evinin bütün atmosferi sevgi, şefkat, iyilik ve takva doluydu. Onun aile ilişkilerinde herkes için bir ders vardır. Hanımlanyla bera­ber gülmüştür ve eğlenmiştir, evde onlar için küçük işler yapmıştır. Bazan torunlarıyla oy­namış ve onları sırtına almıştır. Onun Peygam­ber ve devlet başkanı olarak yüksek seviyede ol­ması; Hz. Muhammed @'ın kendisi için evdeki çocukları ve hanımları için normal şeyleri yap­maktan veya sade bir insan gibi aile fertleriyle sevgi ve mutluluk dolu bir hayat yaşamaktan hiçbir şekilde alıkoymamıştır. Onun hayatının bu gerçeği onu bütün babalar ve kocalar için ebedi örnek kılmıştır.

Kendisinden sonra yaşayan tek çocuğu olan Fatınıa'ya karşı sevgi ve şefkati herkesçe bilin­mektedir. Hz. Aişe, şöyle rivayet etmektedir: "Rasulullah @'a konuşma tavrıyla, oturuş ve sohbet şekliyle Fatıma'dan daha çok benzeyen birini görmedim. Fatımayı ne zaman görse ileri çikar, karşılar ve öperdi. Sonra onun elinden tu­tar ve yanına getirirdi. Peygamber @ ne zaman Fatıma'nın evine gitse, Fatıma kalkar onu karşılar ve öperdi. Peygamber @'m vefatı önce­si hastalığında Fatıma onu ziyarete geldi. Pey­gamber @ "hoşgeldin kızım" diyerek karşıladı. Fatıma'yı Öptü, ve yanına oturttu. Ona gizli bir şey söyledi. Bu defa da Fatıma güldü. Biz bu ağlamanın ve gülmenin sebebini sorduk. O: "Ben Allah'ın Rasulü'nün sırlarını açıklayıcı değilim." dedi. Peygamber @'ın vefatından sonra bu hadiseyi sorduğumda 'benimle gizli olarak İlk konuştuğunda bana ecelinin yak­laştığını söyledi ve ben ağladım, benim sıkıntımı görünce bana ehl-i beytten kendisine ilk ulaşacak olanın ben olduğumu söyledi. Ve ben de gülümsedim." (Buharı).

Peygamber @'ın Fatıma'nın çocuklarına olan sevgisi de son derece kuvvetlidir. Bu husus hakkında şöyle bir rivayet vardır: Hz. peygam­ber @ mescidde namaz kılarken Fatıma'nın oğullarından biri (Hasan veya Hüseyin) geldi ve Peygamber @'ın sırtına bindi; o da secdeyi uzattı ve başını ancak çocuk, sırtından inince kaldırdı. Ve Cabir şöyle rivayet etmektedir: Bir defasında Cabir, Peygamber @'a refakat eder­ken yolda arkadaşları ile                oynayan Hüseyin'e rastladılar. Peygamber @.elini uzattı. Hüseyin, bir oraya bir buraya koşmaya başladı ve yakalanana kadar Peygamber @'ı güldürdü. Peygamber @ bir elini Hüseyin'in çenesine, diğerini de başı ile kulaklarının arasına koydu, onu kucakladı ve Öptü. (Taberani).

Aslında O, çocuklarına sınırsız şefkat ve özen göstermiştir. Allah'ın Rasulü İslam Devletinin başkanı olarak çok çeşitli vazifeleri olmasına rağmen çocuklanna zaman ayırmış, ve onlarla oynamıştır. Onun çocuklarla ilgili tavsiyesi, in­sanî şefkati işaret eden parlak bir yıldız olarak ebediyyen kalacaktır. Enes ve Abdullah b. Mes'ud, Peygamber @'m şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Bütün yaratıklar Allah'ın çocuk­larıdır. Allah'a en sevgili olan çocuklarına iyi­likle muamele edendir." (Beyhaki). Her sefer­den dönüşünde kızı Fatıma'yı ziyaret etmek Peygamber @'ın mutad alışkanlığı idi. Bir kere­sinde yine bir seferden dönüşünde Fatıma'nın evine gitti ve kapısında perde asılı olduğunu gördü, eve girmeyip geri döndü. Fatıma, bunu fark eder etmez perdeleri yıktı. Torunları Hasan ve Hüseyin'i çok severdi ve "benim çiçeklerimi getirin" derdi. Onlar kendisine getirildiğinde onları kucaklar ve öperdi. Bir keresinde Hasan (veya Hüseyin) peygamber @'ın ayaklarına oturuyordu. -Peygamber @: "Kalk" dedi. O da kalktı ve ayaklarını Peygamber @'ın göğsüne koydu. Peygamber @ onu yanaklarından öptü ve "Ey Allah'ım! Ben onları seviyorum. Sen de sev" dedi. (Buhari).

Onun, ailesi ve çocuklanna olan sevgisinin şid­detini aşağıdaki olay yansıtmaktadır. Ebul As, savaş esiri olduğunda ve serbest bırakılması için fidye istediğinde, Zeyneb, annesinden çe­yiz alarak aldığı altın kolyeyi gönderdi. Hz. Peygamber @, kolyeye mütehassis oldu ve gözleri yaşardı. Sahabelere, "Eğer kabul eder­seniz bu kolyeyi Zeyneb'e geri göndereyim" de­di. Onlar da kabul ettiler ve kolye Zeyneb'e geri gönderildi. (Allame Şiblî Numani, Seerat an-Nabi, c.II).

Hz. Muhammed @'ın çocuklanna karşı olan davranışlarını ana hatlanyla ortaya koyan bazı esaslar aşağıda Özetlenmiştir.

 

1- Erkek Ve Kız Çocukları Arasında Ayırım Yapılmaması

 

Cahiliye devrinde kız çocuklarından nefret edi­lirdi. Kız çocuğunun doğum haberi bir kişinin hayatında alabileceği en kötü haber kabul edi-lirdi. Hz. Peygamber @, bu tavrı tamamen red­detmiş ve kötülemiştir. (16:58-59). Kur'an anababanın bu tavrını bütünüyle değiştirmiştir. Ço­cuklara, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun eşit davranılması gerektiğini öğretmiştir. Hepsi de evlattır ve aynı muameleyi görme hakkına sa­hiptirler.

Ana-babalarm uzun süredir yerleşmiş bulunan bu tavırlarını değiştirmek için Peygamber @, bilhassa kız çocuklarına ilgi göstermiştir. Onun kızı Fatıma'ya ve çocuklarına olan sevgisi yu­karıda anlatılmıştır.

İbni Abbas, şöyle rivayet etmektedir: "Eğer bir kimse kız çocuğu olur da onu diri diri gömmez­se, hor görmezse ve erkek çocuklanm ona tercih etmekse Allah onu Cennete kor." (Ebu Davud). Aişe ise şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah @ bu­yurdu ki: "Eğer bir kimse kızlara değer ver­diğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi dav­ranırsa onlar Cehennem'e karşı perde olurlar." (Buhari ve Müslim). Peygamber @'ın kız ço­cuklarını güzelce ve Özenle yetiştirenlere Al­lah'ın büyük mükafat vereceğini belirten pek-çok hadisi vardır.

Arabistan'da kız çocuklarını öldürme geleneği çok yaygındı. Peygamber @ bunu gayrimeşru ve insanlık dışı saydı. Ve Hüküm Gününde, bu fiili işleyenlere büyük ceza verileceği konusun­da ana-babaları uyardı.

Cahiliye devri Arapları çocuklanm üç sebepten öldürürlerdi. Kur'an, her üç sebebi de kötüle-miştir. İlk olarak putlarını memnun etmek için çocuklarını sunaklarda kurban ederlerdi: "Böylece putlara hizmet edenler, puta tapan­ların çocuğunu helake sürüklemek, dinlerini karmakarışık etmek için çocuklarını öldürmele­rini onlara iyi göstermişlerdir." (6:137). Kur'an'da ayrıca şu İfadeler yer alır: "Beyinsiz­likleri yüzünden, korükörüne çocuklarını Öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği ni­metleri —Allah'a iftira ederek— haram sayan­lar mahvolmuşlardır." (6:140).

İkinci olarak, çocuklarını fakirlik korkusuyla öldürmekte idiler. Kur'an onları bu konuda uyarmış ve çocukların öldürülmesini yasak­lamıştır. "Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin ve onların nzıklarını veren Biziz." (6:151). Ve yine İsra Suresinde şu sözleri görmekteyiz: "Çocuklarınızı, yoksulluk kor­kusuyla öldürmeyin. Biz onlara da size de nzık veririz. Onları öldürmek şüphesiz büyük bir günahtır." (17:31).

Bu ayet eski çağlardan günümüze kadar devam etmekte olan doğum kontrolünü kökünden kes­mektedir. İnsanların çocuklarını öldürmeye ve­ya çocuk düşürme usulüne başvurmalarının se­bebi muhtaç olmak korkusu idi. Çağımızda bu metodlara başkaları da eklenmiştir. Mesela, kontrasepsiyon (hamileliği önleme). İslam, in­sanların beslenecek boğaz sayısını suni yollarla düşürülmesini yasaklar. Fakat Allah tarafından emredilmiş olan tabii metodlarla Üretim vasıta­larını arttırmayı teşvik eder. Bu kurala göre in­sanoğlunun en büyük yanlışlarından biri yok­sulluğa ve nzık azlığına çözüm olarak doğum oranını düşürmesidir. Binaenaleyh, bu prensip insanlığı şöyle uyarmaktadır: "Ey insanlar, nzkı temin edecek olan siz değildir; Allah'tır. O ki, seni bu topraklara yerleştirendir. Senin rızkım temin edegelmiştir ve senden sonrakilerin rızkını da temin edecektir."

Tarih bize yiyecek kaynaklarının daima bir ülkenin nüfusu oranında genişlediğini göster­mektedir. Sık sık da o ülke sakinlerinin ihtiyacı­nı fazlasıyla aşmaktadır. Bundan dolayı in­sanlığın Allah'ın koyduğu düzene karışması haddini bilmemektir. "Çok açıktır ki, bu öğreti­nin sonucu olarak Kur'an vahyedildiğinden beri Müslümanlar arasında ne doğum kontrolü için bir hareket başlamıştır ve ne de küçük çocuklan öldürme eğilimi oluşmuştur." (Allame Şiblî Numanî, Seerat an-Nabi, c.II).

Üçüncü olarak; çahıliyye Arapları kız çocu­ğundan dolayı bir damata sahip olmayı zillet kabul ediyorlardı.Eğer kızları bîr savaş sıra­sında yakalanırsa câriye hâline getirilirdi ki bu da avrı bir zilletti. Bu sebepten de kızlarını Öldürüyorlardı. Kur'an bu fiilin, hesap gününde hesaba çekileceğini, şu ayette belirtmektedir: "Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman" (81:6-9).

Peygamber @'m, İslam'la müşerref olan kadın­lardan bey'at alırken, bey'atm bir şartı "çocuk­larını öldürmeyecekleri" (60:12) idi.

 

2- Çocuklar İmtihan Vesilesidir

 

Mü'minler, işleriyle çok fazla meşgul olmama­ları ve çocuklarına olan sevgileri yüzünden ha­yatın hakiki gayesini unutmamaları için uyarıl­maktadırlar, insanlar çocuklarını terbiye etmek, sözleri ve amelleri ile onlara hayatın hakiki ga­yesini göstermek için ellerinden gelen gayreti göstermelidirler. Böylece evlatları her iki dünyada nimetlere ve mutluluklara kavuşurlar. İnananlar çocuklarını sırat-ı müstakim'e getir­mek için hiçbir sıkıntıdan kaçınmamalı ve bütün kudret ve servetlerini bu amaç için harca-malıdırlar. Çocuklarının İslam toplumunun mazbut, dindar, dürüst ve vicdanlı birer üyeleri olabilmeleri için onlara iyi bir terbiye vermek, mü'minlerin ahlakî, dinî ve sosyal vazifeleridir. Fakat bütün teşebbüs ve gayretlerine rağmen çocuklarını hayat yollarının doğruluğuna inandıramıyorlarsa, o zaman onlar için kendile­rini mahvetmemelidirler. Çocuklarının önünde inançlarını vazıh bir şekilde açıklamalı ve on­ları fiillerinin kötü sonuçları ile ilgili olarak uyarmalıdırlar. Kur'an şu iki kişinin kıssasından bahsetmektedir: Biri İtaatkar ve Allah'a iman etmekte, diğeri asi ve O'na iman etmemektedir. Birincisi şöyle söylemekte: "Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve be­nim razı olacağın yararlı işler yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salah ver; doğrusu sana yöneldim, kendimi sana verenlerdenim." Fakat diğeri anne-babasına şöyle demektedir: "Of size, benden önce nice nesiller gelip geç­mişken beni tekrar diriltilmemle mi tehdit edi­yorsunuz?" Ana-babası Allah'a sığınarak: "Yazık sana! İnan, Allah'ın sözü gerçektir." Fa­kat o "Bu, öncekilerin masallarından başka birşey değildir?" diye cevap vermektedir. (46: 15-17).

Kur'an'm bu ayetlerinde iki insan örnek veril­mektedir. Birisi ana-babasına muti ve gerçek mü'min ve diğeri kafir ve ana-babasına itham eden, onlara karşı kaba kelimeler kullanan biri. Allah ilk örneğin tavrını övmekte ve şu ayetle ona en iyi mükafatları vereceğine söz vermekte-5.: "!şte Elediklerini en güzel şekilde kabul et-tıgımiz ve kötülüklerini geçtiğimiz buMmseler, cennetlikler içindedirler. Bu, verilen doğru bir sözdür." (46:16). Diğer taraftan, kibirli ve asi, anne-babasına hiçbir saygı göstermeyenler şid­detli ceza ile tehdit edilmektedirler: "İşte onlar kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde, Allah'ın azab va'dinin aleyhlerine gerçekleştiği kimselerdir. Doğrusu onlar hüsranda olanlardır." (46:18).

Bu örnekler, kendilerini hor gören, onların değerli ve kutsal gördükleri her şeyi reddeden, onları geri kafalı, saygı ve hürmette layık olma­yan kişiler olarak gören çocuklara sahip ana-ba-balara açık bir derstir. Böyle bir çocuğa sahip olan ana-babalar, öğüt vermeye ve öğretmeye devam etmelidir. Fakat çocukları yine de on­ların yolundan gitmeyi reddediyorsa, o zaman ana-baba, çocuklarının peşinden giderek kendi iman gemilerini batırmamalıdırlar.

Kur'an ana-babaları, dünyevî servet ve evlat sevgisinin cazibesine karşı uyarmaktadır: "Ey inananlar! Sizi mallarınız ve çocuklarınız Al­lah'ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır." (63:9) Bu sebeple, mal ve çocuk sevgisine çok fazla bağlanmak ana-babayı Allah'a ibadetten alıkoyabilir ve onların mahvına sebep olabilir. Bundan dolayı ana-babalar çocuklarının dünyevî iyiliği için, çok aşın çalışmamaları konusunda uyarılmıştır. Ana-ba-baların bütün gayretine rağmen çocuklar iste­nildiği gibi cevap vermiyorlarsa, o vakit çocuklarına karşı olan vazifelerinden affedilmiş olur­lar. Ancak, kendilerini yaratana ve Rabblerine karşı olan vazifelerinde ısrarlı olmalıdırlar.

Yine Al-İ İmran suresinde şu sözleri okumak­tayız: "İnkar edenlerin mallan ve çocukları Al­lah'a karşı onlara birşey sağlamaz. İşte onlar ateşin yakıtlarıdır." (3:10). Mücadele suresinde ise şu ifadeler vardır: "Malları ve çocukları on­lara Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar Ce­hennemliklerdir. Orada temelli kalacaklardır." (58:17).

Kur'an'ın bu ayetleri ana-babalarm; çocuklar İslam'ın Sırat-ı Müstakiminde kaldıkları müddetçe onların durumlarının iyileştirilme­sinden sorumlu oldukları, eğer bunu kabul et­mezler de doğru yoldan saparlarsa mümkün olan en iyi yolla öğüt vermeye devam etmeleri gerektiği konularında hiçbir şüphe bırakma­maktadır. Fakat çocukları yine de İnhiraf eder­lerse ana-babalar onları izleyerek kendilerini tehlikeye atmam alıdırlar. Ancak onları takip ederlerse, bilmelidirler ki, zenginlikleri ve soy­ları onlan Allah'ın elim azabından koruyamaz. Böyle ana-babalar dünyevî zenginliğin gurur ve şa'şaasınm ve çocuklarının kendilerini aldatıp sırat-ı Müstakîm'den alıkoymaması konusunda da uyarılmışlardır: "Bilin ki dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir.... Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinme­dir." (57:20).

Ana-babalara mal ve evlada çok fazla bağlan­manın ve onlarla çok fazla ilgilenmenin Allah katındaki durumlarına birşey katmayacağı ha­tırlatılmıştır, özellikle çocuklar Sırat-ı Müstakîm'den ayrılmış ve yanlış yolu seçmişse: "Ey İnsanlar! Sizi bana yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de çocuklarınızdir; yalnız inanıp yararlı iş işleyenler (Bana yakın-laştırılırlar)." (34:37). Bu ayetin iki anlamı vardır: Birincisi, kişiyi Allah'a yakınlaştıracak olan mal ve evlat değil, fakat İman ve salih ameldir. İkincisi; mallar Allah yolunda harca­nırsa ve çocuklar Tevhİd kavramının idrakine tamamen varacak, iman ve salih amellerinde sa­bit kalacak şekilde terbiye edilirse, mü'min kul için Allah'a yaklaşma yolunda birer vasıta ola­bilirler. Bu sebeple eğer iyi bir terbiye verilirse ve bu terbiye onları dindar ve faziletli olduğu kadar iyi ve mazbut insanlar haline getirirse ço­cuklar ana-baba için gerçekten çok kıymetli varlıklar olurlar. (Tafheem al-Quran, c.IV sh.297).

Peygamber @ da, Allah'ın dini yolunda bir ma­ni olmaması İçin bir kişinin çocuklarına olan sevgi ve şefkatini normal ve makul sınırlar için­de tutması gerektiğini vurgulamıştır. Malla bir­likte çocuklar da bir imtihan vesilesidir. Allah senin, çocuklarının sevgisine çok dayanıp ya­ratılmana ve dünyada hayat sürmen için nimet verilmesine sebep teşkil eden hayatının esas ga­yesini unutup unutmayacağını görmek istemek­tedir.

Kur'an bu hakikatten şu sözlerle bahsetmekte­dir: "Ey inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, sîze güvenilen şeylere bile bile ihanet etmiş olursunuz. Mallarınızın ve çocuk­larınızın, aslında bir sınama olduğunu ve büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin." (8:27-28).

Yİne Teğabün suresinde şu sözleri okumak­tayız: "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır." (64:15). Bu ayetler, ana-babalara çocuklarına aşırı sevgi ve bağlılık duymalarının doğurabileceği tehlikeyi hatırlatmaktadır. Bu tehlike kişinin imanının gerektirdiği ahlak, iyi­lik ve adalet seviyelerini korumakta güçlük çek­mesidir. Bu sebepten dolayı ana-babalarm ço­cuklarının sevgisi ile inançlarının sevgisi ve Sırat-ı Müstakim arasına bir çizgi çekmeleri ge­rekmektedir. Çocuklarına aşın bağlanarak, Al­lah'ın yolundan sapmaları mümkündür ve bun­dan vazgeçmeleri, çocuklarının olduğu kadar kendilerinin de iyilikleri içindir.

 

3- Çocuklar Kuvvet Vasıtası Değildir

 

Sıkıntı anlarında çocuklarının ve servetinin kendisine yardım edeceğini düşünerek Allah'ın Mesajına itibar etmemek ahmaklıktır. Böyle in­sanlar, bütün bu düşüncelerin boş hayaller ol­duğu ve ihtiyaç anında fayda vermeyeceği ko­nusunda uyarılmıştır. Kur'an şöyle buyurmak­tadır: "İnkar edenlerin malları ve çocukları, Al­lah'a karşı onlara birşey sağlamaz. İşte onlar ateşin yakıtlarıdır." (3:10)

Yine Kur'an, insanları çaresizlikleri ve yardım­cılarının çaresizlikleri konusunda şöyle uyar­maktadır: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gel­mekten sakının. Babanın, çocuğu (nun yaptığından ceza görmeyeceği çocuğun da ba­bası (nın yaplığı)ndan ceza görmeyeceği günden sakının." (31:33). En sevgili oğul bile babasına yardım etmeye muktedir olmayacak. Mücadele suresinde şu sözleri okumaktayız: "Mallan ve çocukları onlara Allah katında bir fayda sağlamaz." (58:17). İnsanlar zenginlikleri ve malları ile gurur duyarak övünebilirler, fakat neticede, eğer hayatlarını Allah'a ve peygam­berlerine isyanla geçirmişlerse bunların hiçbir faydası yoktur.

 

4- Çocııklar ve Allah'ın Dini

 

Mü'minlere, her ne olursa olsun, Allah'ın yolun­dan gitmeleri ve ne çocuklarının ne de başka­larının hatırı için ondan ayrılmamaları açıkça tebliğ edilmiştir. Eğer terkederlerse hüsrana uğrayanlardan olurlar. Kimse onlara zillet ve perişanlıklarında yardım edemez. Kur'an bu ih­tarı şu sözlerle vermektedir: "Ey inananlar! Sizi mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan alı­koymasın; böyle olanlar hüsrana uğrayan­lardır." (63:9). Bu ayet şu konuda net bir uyarıcıdır; "Zenginlik ve her çeşit İnsanî daya­naklar (çocuklar dahil) geçici zevk ve eğlence kaynaklarıdır. Bunlar iyi insanı Allah'a, yönel­mekten alıkoymam alıdır. Her hizmet ve iyilik; ner iyi düşünce ve iyi amel Allah'ı hatırla­maktır, çünkü bunlar Allah'ın bizden istediği nızmet ve fedakarlıklardır. Eğer bunu yapmakta başarısız olursak, kimse değil biz kaybetmiş oluruz: Çünkü bu başarısızlık bizim ruhî ge-»Şmemizi engeller, bodur bırakır." (A. Yusuf A1>; The Holy QUran, sh.1552). Ve Allah ile

ana-babalarının arasına giren çocuklar onların kıymetlileri olsa bile hakikatte düşmanlarıdır­lar: "Ey inananlar! Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olur, onlardan sakının; ama siz affeder, suçlarını örter ve bağışlarsanız bilin ki, Allah da bağışlar ve acır." (64:14).

Kişinin hayatında hanımı ve çocuklarının Allah yolunda engel haline gelmesi vaki olabilmekte­dir. "Bazen, ailelerin talepleri örneğin hanım ve çocukların; kişinin ahlakî ve ruhî inanç ve vazi-feleriyle çatışmaktadır. Bu durumda kişi inanç­larından, vazife ve ideallerinden feragat etmek­ten korunmalıdır. Fakat ailesine de kaba mua­mele etmemelidir. Onlara makul şartlar hazırla­malıdır. Yine de düşünce ve vazifelerine muha­lefet ederlerse, onları affetmeli, utandırmamah veya gülünç duruma düşürmemeli diğer taraf­tan da açık vazifelerine devam etmelidir." (The Holy Quran,sh. 1559).

Bu sebepten dolayı ana-babalar, aileleri ile olan ilişkilerine sevgi, şefkat ve ihtiyaç temini konu­sunda mutedil olarak muhafaza etmelidirler ve

evde Allah'ın sınırları içinde huzurlu bîr hava sağlamak için aşırı davranışlardan kaçınmalı tarafından gönderilmiştir, dırlar.

 

5- Ana Baba İçin Af Dilemek

 

Hz. Peygamber çocuklara ve gençlere anne-ba-balarmm günahlarının affedilmesi için Allah'a dua etmelerini öğretti: "Rabbirniz! Hesap görülecek günde, beni, anamı, babamı ve ina­nanları bağışla!" (.14:41). Ve Nuh suresinde şu sözleri okumaktayız: "Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan er­kek ve kadınları bağışla!" (71:28).'

Esasen daha önceden işaret edildiği gibi ana-ba-baya itaat ve onların yanlışlıklarının, hata­larının ve günahlarının bağışlanması ve Cen-net'e girmeleri için dua etmek çocukların asli vazifderindendir.

 

6- Allah'a Hamd

 

Ana-babalar çocuklarına daima iyi şeyler öğret­meli ve daima hamdetmeleri gereken nimet ve ihsanları hatırlatmalıdırlar. Kişinin yapmaya muktedir olduğu bütün iyi-ve güzel eserler de Allah'ın yardım ve inayeti ile olur, O olmadan kişi iyilik ve adalet yolunda ilerleyemez. Rabbi-ne şükretmek insanların asli vazifelerinden biri­dir: "... Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kul­larının arasına koy!" (27:19) "Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve be­nim razı olacağın faydalı bir işi yapmamı sağla." (46:1$).

Böylece çocuklarda olduğu kadar ana-babalar-da^da onları Sırat-ı Müstakim'de tutacak sağlıklı^' dengeli ve adil tavırlar oluşturul­muştur. Bu tavır sayesinde insanlar dünyanın zevk ve nimetlerinden tad alırlar ve aynı zaman­da Allah'ın kanunları içerisinde kalırlar.

Hz. Muhammed @ insanların tavır, davranış ve ahlaklarını -hayatın tüm sahalarında örnek şah­siyet olarak -mükemmelleştirmek üzere Allah Hz. Muhammed @, babası Abdullah'ı daha anasının karnındayken kaybetti. Annesi Ami-ne'yİ ise henüz altı yaşında iken kaybetti. Anne­si, küçük Muhammed'i de yanına alarak, ko­casının mezarım ziyaret etmeye gitmişti. Fakat ziyaretten dönerken Amine, Ebva denen yerde vefat etti ve oraya defnedildi. Böylece müstak­bel peygamber henüz altı yaşında hem anne iken hem de babadan yoksun kaldı. Olayların ardın­da ilahi elin olduğunu ve Muhammed @'ın vela­yetini O'nun yüklendiğini kim bilebilirdi ki?

Bir defasında Peygamber @ annesinin me­zarının yanından geçerken durdu ve sevgili an­nesinin hatırasına gözlerinden yaşlar süzülme­ye başladı.

Hz. Muhammed @ doğumundan kısa bir süre sonra Halime'ye teslim edildi ve altı yaşına gele­ne kadar onun bakımında kaldı. Hz. Muham­med @ ona gerçek annesi imiş gibi sevgi ve hürmet gösterirdi. Ebu Tufeyl, Ci'rânede Hz. Muhammed @'ı bir kadının karşıladığını riva­yet etmiştir. Hz. Peygamber @, onu bulunca ne­reye oturdu ise yaygısını altına sermişti. Ebu Tufeyl, kadının kim olduğunu bilmek istedi. "O, Hz. Peygamber @'ın süt annesidir" dediler. (2:12).

Bir başka zamanda, Hz. Peygamber @, Huneyn Gazvesinde alınan altı bin esiri serbest bıraktı. Serbest bırakmasının sebeplerinden biri bazı esirlerin süt annesi Halime'nin kabilesinden oluşları idi.

Ana-Babaya Karşı Vazifeler Konusunda Peygamber <8)'în İdeal Öğretileri

1- Ana babaya karşı olan vazifeler Allah'a karşı olan vazifelerden hemen sonra gelir. Bundan Hz. Muhammed @'ın ana-babaya itaate ne derece önem verdiği gayet iyi tasavvur edilebilir. Anaya-babaya itaatte annenin yeri babanın ye­rinden çok üstte gelmektedir. Çünkü ufak ço­cuğun sıkıntılarının büyük kısmını anne çek­mektedir.

Hz. Peygamber @'a göre en acınacak kişi evde yaşlı anne-babası olduğu halde Cennet'e gire­meyen kimsedir. Ana-babaya isyan büyük günahtır. Bundan dolayı ana-babaya itaat Pey­gamber @'m birinci büyük öğretişidir.

2- Maddî şartları iyi olan çocuklar fakir ana-babalanna bakmakla yükümlüdürler. Şartlar iyi değilse bu sadece bir vazifedir. Fakir çocuklar da eğer ana-babaları fakır ise onlara bakmaya mecburdurlar. Din değişikliği çocukları ana-ba-basına bakmak mecburiyetinden muaf tutma­maktadır. Anne müşrik bile olsa ilgi ve hürmet göstermelidir.

3- Onlara daima ihsanda bulunmalı, hediyeler vermelidir.

4- Memleketten dışarı çıkarken ana-babadan izin almak gerekmektedir. Çünkü Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Allah'ın rızası ana ba­banın nzasmdadır. Ve Allah'ın hoşnutsuzluğu ana babanın hoşnutsuzluğundadır." Cihad gibi faziletçe en üstün kabul edilen bir amel için ana-babanın  rızası  şart koşulmuştur.  Burada Müslüman olmaları şartı vardır. Peygamber @ evde bakıma muhtaç anne veya babası bulunan kimsenin müracaatım reddederek: "Onlara hiz­met suretiyle cihad et" diye geri çevirmiştir. (Buharî, Müslim ve Tirmizî).

5- Onlara hürmetin azamisi gösterilmelidir. Ebu Hureyre: "Kişi babasını ismen çağıramaz, ondan önce oturamaz, önünde yürüyemez." der. Babaya itaat hususunda enteresan bir misal İbni Ömer'den  gelmektedir.  Babası  kendisine hanımını boşamasını emreder. Hanımından memnun olan Abdullah buna yanaşmaz. Bunun üzerine Hz. Ömer, Rasulullah @'a durumu ar-zedince, Abdullah'a "boşa" emrini verir. (Ebu Davud). Peygamber @ şöyle buyurdu: "Cennet, üç kimseye haram kılınmıştır: a) Devamlı sar­hoş gezene, b) Anne-babaya asi olana, ve c) Ai­lesinin   zina  etmesine   müsaade  edene." (Mişkâtu'l-Mesabih).

6- Ana-babanın vefatından sonra da, çocuk­ların onlara karşı bazı vazifeleri vardır. Bu vazi­fe aşağıdaki hadiste şu sözlerle ifade edilmekte­dir: "Onlar için dua etmek, günahlarının affını dilemek, ölümlerinden sonra onların sözlerini yerine getirmek, onlann arkadaşlarıyla ilişkileri sürdürmek ve hürmet etmek çocukların vazife-lerindendir." Peygamber @ ayrıca şöyle buyur­muştur: "Muhakkak babaya itaatin en iyi şekli, onun ölümünden sonra dostlarını dost edinmek­tir." Çocuklar Ölmüş bulunan ebeveyninin ar­dından sadaka vermelidirler."

Bazı Maddi Faydalar: Anne-babaya itaatin bu dünyada elde edilen bazı maddi yararları vardır. İlk olarak, Peygamber @'m buyurduğu gibi, ömür uzayabilir: Sadece anne-babaya itaat ömrü uzatır. İkinci olarak eğer anne babaya itaat edilmezse bu dünyada da cezası görülür. Pey­gamber @ şöyle buyurmuştur: "Anne-babaya isyan eden kişinin cezası çabuklaştınlır ve o bu dünyada da cezalandırılır. Üçüncü olarak, ana-babasına itaat edenin can vermesi kolay olur. Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Bir kimse­de şu üç şey varsa Allah onun canım kolay alır ve Cennetine kabul eder: Zayıflara acımak, an­ne-babaya ihsan ve kölelere iyilik etmek."

 

Peygamberim Çocuklara Karşı Davranışları

 

Bu bölümün konusunu teşkil eden meseleler beş başlıkta sınıflandırılabilir. (1) Peygamber @'ın kendi çocukları ve torunlarına olan sevgi­si, (2) Genelde tüm çocuklara olan sevgisi, (3) Ana-babalarm çocuklarına karşı olan vazifele­rini ihtiva eden öğretileri, (4) Kız çocuğu ile il­gili öğretileri (5) ve son olarak Öbür dünyada ço­cukların durumu.

1- Peygamber <8>'ın Çocuk Sevgisi: Onun ço­cuklarına ve torunlarına olan sevgisi en ideal ve örnek sevgi idi. Peygamber @'ın altı çocuğu ol­muştur: Kasım, İbrahim, Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma. İrtihalini müteakip altıncı ayda vefat eden Fatima hariç, bütün ço­cukları ondan önce erken yaşlarda vefat et­mişlerdir. Ali ile Fâtıma'dan olan Hasan ve Hüseyin de torunlarıydı. Bütün hepsiyle en müşfik bir babanın ilgilenişi gibi alâkadar ol­muştu.

Enes bir defasında Peygamber @'a kızlarından birinin defninde onunla beraber bulunduğunu, Peygamber @rın mezarın yanma oturup gözyaşı döktüğünü rivayet etmiştir.

2- Peygamber @'ın Diğer Çocuklara Olan Sevgisi: Hz. Muhammed <S>'ın diğer çocuklara davranışı da çok müşfik idi. Ne zaman bir grup Çocuğun yanından geçse, o mübarek eliyle on­ların başlarını okşar ve bazen onlann masum oyunlarına katılırdı. Ne zaman bîr seferden ve­ya Cihad'dan dönmesi vaki olsa onlann iki veya daha fazlasını devesine bindirirdi. Çocukları her görüşünde onları selamlardı. Hiçbir zaman onların hoşuna gidecek müşfik sözler söyleme­yi unutmazdı. Ne zaman evine yiyecek birşey gelmiş vaki olsa ondan veya bir başka şeyden Çocuklara verirdi. Peygamber @, çocukların ağlamaya terkedilmesine taraftar değildi. Pek-çok rivayet, ağlayan çocuklara ilgi gösterdiğini haber verir. Bir sabah namazında birinci rekatta 60 ayetlik kiraatta bulunan Rasulullah @, ku­lağına çocuk ağlaması gelmesi üzerine, ikinci rekatı en kısa sure ile tamamlamıştır. (Neseî).

Kendisine güzel bir hediye sunulsa onu cema­atın en gencine vermesi Peygamber @'ın ade­tiydi.

Bir keresinde Mehsan'ın kızı Ümmü Kays aç­lıktan ağlayan bebeği ile Hz. Peygamber @'a geldi. Hz. Peygamber© çocuğu dizine aldı, fa­kat çocuk dizine işedi. Bunun üzerine Peygam­ber @, su istedi ve orayı temizledi. (2:147).

3- Anne-Babanın Çocuklarına Karşı Vazi­felerini İçeren Hz. Peygamber @'ın İdeal Öğretileri: Çocukların ana-babaya itaati sık sık emredilmişken Peygamber @'ın sünnetine göre ana-babanm çocuğa karşı olan görevleri de bun­dan aşağı kalmaz. O dünyanın muallimi olarak çocuk yetiştirme ve bakımı konusunda da bazı rehberlik edecek kurallar koymayı  unut­mamıştır. Bu durumda, Peygamber @'a, Allah'a karşı olan vazifelerin çocuklara karşı olan vazifelerinden daha Önemli olduğunu hatırlatmıştır. Bir tercih sözkonusu olduğunda, Allah'ı tercih edip, çocuklan feda etmek gerektiğini belirt­miştir. Bir başka deyişle, ana-babalar çocuk­larının rızkını gayri meşru ve adaletsiz yollar­dan kazanmamak; aşırı derecede pintilik ve ser­vete tamah etmemelidirler. Kur'ân bunu şu ayet­le hatırlatmaktadır: "Mal ve oğullar, dünya ha­yatının süsüdür. Baki kalacak olan güzel işler ise Rabbinİn katında sevapça da hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır." (18:46). Vazifelerin bazıları Peygamber @ tarafından şu şekilde be­lirlenmiştir. Bir çocuk doğar doğmaz onun ku­laklarına ezan okumak ana-babanm vazifesidir. Ebu Rafi, Hz. Hasan henüz doğmuşken Pey­gamber @'ı onun kulağına ezan okurken gördüğünü rivayet etmiştir. Doğumun yedinci gününde çocuğa güzel bir isim vererek ve saç­larını traş ederek akîka kurbanı kesilmelidir. Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Her çocuk akîka' sı ile rehinlenmiştİr, yedinci günü onun adına kurban kesilir, saçı traş edilir ve isim ko­nur." (Neseî, Müstedrek, Ebu Davud ve Tirmi-zi). Kurban eti fakir ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmalıdır.

Ana-babanın üçüncü vazifesi belli bir yaşa ge­linceye kadar çocuklarına bakmaktır, özellikle çocukluk yaşlarında. Kur'an-ı Kerim çocuğu emzirmek görevini, şöyle buyurarak anneye vermektedir:

"Anneler, çocuklarını, tam iki sene emzîrirler. Onların (annelerin) uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına ait­tir." (2:233).

Bir baba, çocuğunun bakımını sağlamak zorun­dadır. Eğer süt anne bulunmazsa, ana çocuğu emzirmekle yükümlüdür. Zorluklarla karşt karşıya iken çocuklarına bakan ana-babalara büyük mükafat va'adedilmiştir. Peygamber @ bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: Ben ve o kadın kıyamet günü şu iki parmak gibi be­raber olacağız -o kadın ki, kocasından yoksun olmasına rağmen namus ve izzetini korur ve ye­timleri büyüyene veya ölene dek kendini onlara bakmaya adar."

Peygamber @'ın buyruğuna göre, çocuklara ve aileye harcanan şey sadaka olarak kabul edilir.

Bu harcamalara maişet, mesken, giyim ve eğitim harcamaları dahildir.

peygamber @'m buyurduğuna göre, ana-ba-banın çocuklarına karşı dördüncü vazifesi on­ların hayırlı ve dini terbiye almalarını sağlamak ve onlan iyi davranışlarda ve tavırlarda buluna­cak şekilde eğitmektir.

Tavırlar ve davranışlarla ilgili olarak Hz. Pey­gamber @ şöyle buyurmuştur: "Bir baba, ço­cuğuna iyi terbiyeden daha güzel bir hediye ve­remez." Bir babanın çocuğuna iyi ahlak verme­si, kıymetli hediyeler vermesinden daha hayırlıdır. Oğîan veya kız beş-alti yaşma gelin­ce kendilerine eğitim verilmelidir: Bu ilk eğitim erkek-kız herkese mecbur tutulmuştur. Çocuk­lara verilecek eğitim ilk Önce onlara dini bilgiler vermek şeklinde olmalıdır. Çünkü, Müslüman veya gayrimüslim olmaları kendilerine verile­cek eğitime bağlı olan çocuklara bu konudaki sorumlulukları ana-babaya düşmektedir. Pey­gamber @ şöyle buyurmuştur: "Her çocuk islam fıtratı üzere doğar, konuşmaya başlayın­caya kadar bu hal üzere devam eder. Bundan sonra ana-babası onu yahudi veya nasrâni ya­par." (Müsned, Müslim ve İbni Kesir).

Ana-babaların beşinci vazifesi çocukları, dinî vazifeleri ifa etmeye alıştırmak ve onlan gayri-meşru şeylerden caydırmaktır. Çocuk yedi yaşında namaza alıştırılmak ve on yaşına gel­diğinde kılmıyorsa cezalandırılmalıdır. Hz. Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Çocuk­larınız yedi yaşma geldiğinde onlara namazla emrediniz ve on yaşına geldiğinde kılmamakta ısrar ediyorsa dövünüz, ve kızla erkek çocuğun yataklarını ayırınız." (Ebu Davud, Hakim ve Tirmizi).

Altıncı vazife, yetişkin kızı ve oğulu evlendir­mektir. Aksi taktirde bundan dolayı işlenecek günahlar ana-babalara da yüklenir. Pey­gamber @ şöyle buyurmuştur: "Erginlik çağına erişince onu evlendirin. Eğer bir kız erginlik çağına, erişir de babası onu evlendirmez ve o da günah işlerse, günahı babasının üzerine de yüklenir." (Mişkatü'l-Mesabih)

Ana-babanm yedinci vazifesi, daima çocuk­larının iyilik ve refahını gözetmek ve bunun için hassaten dua etmektir. Kur'an ana-babalara aşağıdaki ayetle şu tavsiyelerde bulunmaktadır: "Kırk yaşına varınca Rabbİm! Bana ve anne-ba-bama verdiğin nimete şürketmemi ve benim, hoşnut olacağın yararlı bir işi yapmamı sağla; bana verdiğin gibi soyuma da salah ver; doğrusu sana yöneldim, ben kendini sana verenlerde­nim." (46:15).

Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etme­yiniz, mallarınıza beddua etmeyiniz, bu (kötülük talebiniz) Allah'ın icabetine mazhar olabilir." (Müslim, Ebu Davud)

Anne babalar çocukları İçin nasıl dua ederlerse etsinler Allah tarafından duaları kabul görür. Peygamber @ buyurdu ki: "Üç dua kesinlikle kabul olur-babanm duası, misafirin duası, maz­lumun duası." (Mİşkatu'I-Mesabih).

Peygamber @, çocukların en müşfik hamisi idi ve çocukların, özellikle kız çocukların statüsünü hem bu dünyada hem öteki dünyada iyi duruma getirmiştir. Kız çocuklarını diri diri gömmek gibi vahşi adetleri, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmeyi yasakladı ve onların hem bu dünyada hem öte dünyada bizlerin yardım­cıları olacaklarını öğretti. Bütün çocukların günahsız olduğunu açıkladı. Ana-babalann, doğumlarından başlayıp erginliğe erişinceye kadar çocuklarına karşı olan ağır vazifelerini en mükemmel ve ideal emirler şeklinde vazetti. Çünkü ev bütün faziletlerin veya kötülüklerin fidanlığıdır. Ve çocukluk hayatının ön planını renklendiren her şeyin ilkidir. İlk neşe ilk hüzün, ilk eğitim yeri...

Hz. Peygamber @ sadece çocuğun eğitimine büyük önem vermekle kalmadı; onun karakteri­nin ve tavırlarının İslam'ın Öngördüğü çizgilere göre oluşmasını da çok mühimsedi. Bu sebep­lerden dolayı O, çocukların haklarını savunan­ların en yücesidir.

 

Hz. Muhammed’în Çocukları

 

Peygamber @'ın kendisine Mısır kralı tarafın­dan cariye olarak hediye edilen Kıpti Mari-ye'den doğan İbrahim hariç bütün çocukları ilk hanımı Hatice'den doğmuştur. Bütün erkek ço­cukları daha küçüklüklerinde vefat etmiştir.

Hz. Peygamber @'ın çocukları hakkında değişik rivayetler vardır. Altı çocuğu olduğu konusunda ittifak edilmiştir: İki erkek; Kasım, İbrahim ve dört kız; Zeyneb; Rukiyye, Gülsüm ve Fatıma.

Diğer bazı rivayetlere göre: Tahir ve Tayyib adlı iki oğlu daha vardı. Bir diğer rivayete göre ise henüz bebekken ölen Abdullah adında bir oğlu vardı ve onun diğer isimleri Tahİr ve Tayyib idi. Yine bir başka rivayet Abdi Menaf adlı bir oğlu olduğunu söylemektedir. Bütün rivayetler bir araya toplanırsa, çocukların toplam sayısı oniki oluyor; sekiz erkek ve dört kız. Kızlar hakkında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Ancak erkek ço­cukların sayısı hakkındaki görüşlerde büyük farklılıklar vardır. Mamafih bütün rivayetler Hatice'den olan Kasım'ı ve Mariye'den alan İbrahim'i kabul etmektedirler.

Kasım: Peygamber @'m en büyük oğlu idi ve nübüvvetten yaklaşık on bir yıl evvel doğmuştu. Ona izafeten Hz. Peygamber Ebu Kasım adını almıştır. İbni Sa'd'a göre, Kasım iki yaşına kadar yaşamıştır. İbni Faris onun eşyayı-tanıyacak bir yaşa ulaştığını söylemektedir. Fa­kat babasının nübüvvetinden önce ölmüştür. Rivayetlere göre, Kasım, Hz. Peygamber'in ilk çocuğu Mi ve aynı zamanda İlk ölen çocuğu ol­muştur. Hz. Muhammed @, onu çok severdi ve kendisine Ebu'l Kasım denmesinden hoşlanırdı. Bu sebepten sahabiler kendisine bu isimle ses­lenirlerdi.

Zeyneb: Zeynebin, Hz. peygamber @'ın en büyük kızı olduğu ve Kasım'dan sonra nübüvvetten on yıl kadar evvel doğduğu konu­sunda rivayetler ittifak halindedir. Teyzesinin oğlu Ebu'l As bin Rabi ile evlenmiştir. Bedir Gazvesinden sonra Müslüman olmuş ve Medi­ne'ye hicret etmiştir. Bedir Gazvesin'de kocası Ebu'l As esir alındı. Bunu üzerine Zeyneb onun serbest bırakılması için annesi Hatice'nin hedi­yesi olan bir kolyenin de bulunduğu bir miktar para ve mücevherat gönderdi. Ebu'l As serbest bırakıldığında Hz. Peygamber @, ondan Zey-neb'i Medine'ye göndereceğine dair söz aldı. Ebu'l As sözünü yerine getirdi. Fakat Zeyneb Medine yolunda iken Hebbar b. Esved onu bin­diği deveden mızrağı İle yere düşürdü. Zeyneb hamile idi ve bu düşme sonucu çocuğunu kay­betti.

Zeyneb, Medine'ye geldi ve kocası ise Mek­ke'de müşrik olarak kaldı. Daha sonraları kocası bir-iki kere daha esir düştü. Fakat Zeyneb onu himaye etti. En sonunda o da İslam'ı kabul etti. Bir rivayete göre, kocası Medine'ye geldiğinde onunla ikinci kez nikahlandı. İbni Abbas'a göre ise yeni bir nikahı yapılmadı. İkinci nikahtan sonra Zeyneb, kısa bir süre yaşadı ve hicri 8. yılda vefat etti. Cenazesinde Hz. Peygamber @'da bulundu.

Zeyneb iki çocuk bıraktı, Ali adında bir erkek ve Umame adında bir kız. Hz. Peygamber @ Uma-me'yi çok severdi. Bunun hakkında meşhur bir rivayet vardır.

Bir keresinde Hz. Peygamber @, namaz kılıyorken Umame'yi de omuzlarında taşıyor­du. Rükuya vardığında onu yere koyuyor, sec­deden kalkınca yine omuzlarına alıyordu. Bir defasında Hazreti Peygamber @'a içinde altın bir kolye bulunan birkaç parça hediye gelmişti. Umame bir köşede oynuyordu. Hz. Peygamber @ bu kolyeyi ailesinin en sevgili olanına vere­ceğini söyledi. Hz. Peygamber @'ın zevceleri bu şerefin Hz. Aişe'ye ait olacağını düşündüler. Fakat Peygambe'r @ Umame'yi çağırdı ve kol­yeyi onun boynuna taktı. Hz. Ali, Fatıma'nın ve­fatından sonra Umame ile evlendi.

Rukiyye: Rukiyye Hz. Peygamber @'m ikinci kızı idi ve Zeyneb'ten, üç yıl sonra doğdu. Bazı rivayetler Rukiyye'nin Peygamber @'ın en büyük kızı olduğunu söyleseler de bu rivayetler güvenilir değildir. Nübüvvetten evvel Utbe b. Ebu Leheb ile evli idi. Nübüvvetten sonra Ebu Leheb oğullan Utbe ve Peygamber @'m diğer kızı ile evli olan Uteybe'ye hanımlarını boşama­larını söyledi. Her ikisi de Hz. Peygamber @'ın kızlarını boşadılar.

Daha sonra Peygamber @, Rukiyye'yi Hz. Os­man'a verdi. Osman ve Rukiyye, Habeşistan ve Medine'ye ilk hicret edenler arasında idiler. Ru­kiyye'nin Habeşistan'da bir oğlu doğdu, ancak çocuk altı aylık iken öldü. Rukiyye Medine'ye geldiğinde hastalandı ve Bedir Gazvesi esnası­nda vefat eti. Zeyd b. Harise'nin Medine'ye dönüp Bedir zaferini müjdelediği gün vefat et­miştir. Peygamber @, Bedir Gazvesi sebebiyle cenazesine katılamamıştır.

Ümmü Gülsüm: Ümmü Gülsüm Peygamber @'ın üçüncü kızıdır. Önce Uteybe b. Ebu Leheb ile evlenmişti. Fakat, Ebu Leheb'in İsteği üzeri­ne kocasından boşanmıştır. Bedir Gazvesi yümda Rukiye, Osman ile evlenmiştir. Hicret'in 9. yılında vefat etmiştir. Peygamber @ ce­nazesinde bulunmuştur. Hiç çocuğu ol­mamıştır. Bazı rivayetler iki oğlu olduğunu fa­kat bebekken öldüğünü söylemektedir.

Fâtıma: Fatıma, Hz. Muhammed @'m en ufak kızı idi ve Peygamber @ O'nu çok severdi. Ebu Bekr Razi'ye göre nübüvvetin ilk.yılında doğmuştur. İbni İshak ise İbrahim hariç Hz. Peygamber @'ın bütün çocuklarının nübüvvet­ten önce doğduğunu rivayet etmektedir. İbni Cevzi'ye göre ise nübüvvetten beş yıl önce doğmuştur. Hicret'in ikinci yılında Hz. Ali ile evlenmiştir.

Önce Hz. Ebu Bekr daha sonra da Hz. Ömer Fatıma ile evlenmek istediler. Peygamber @ onlara bir cevap vermedi.Fakat Hz. Ali Fatıma ile evlenmeyi arzuladığını bildirince Hz. Pey­gamber @ ona: "Mehİr olarak verebileceğin bir şey var mı?" diye sordu. Ali, bir atı ve bir zırhı olduğunu söyledi. Hz. Peygamber @ atını mu­hafaza etmesini, savaş için gerekli olduğunu, fakat zırhını satmasını söyledi. Hz. Osman, zırhı 480 dirheme satın aldı ve bu parayı getirip Peygamber @'a verdi. Hz. Peygamber @ Bi-lal'e bununla koku satın almasını söyledi ve ni­kah yapıldı. Hz. Peygamber @ çeyiz olarak bir yatak ve yastık verdi. Bir rivayete göre ise bir çarşaf, İki el değirmeni ve bir deri su kırbası ver­di. Fatıma el değirmeni ve su kırbasını hayatının sonuna kadar sakladı.

Peygamber @ Hz. Ali ve Fatıma'yı çok severdi. Daima aralarında mesud bir ilişki sürdürmeleri­ne gayret etmiştir. Bazen aile anlaşmazlıkları Fatimayı huzursuz ediyordu, fakat Hz. Pey­gamber @ hemen aralanna giriyor ve onları uz-laştırıyordu. Bİr keresinde Fatıma'nın evine Ali İle Fatıma arasında bir niza varken gitti: Yine anlaşmazlıklarını uzlaştırdı, aralannda barışı tesis etti ve dışarıya sevinçli olarak çıktı. Saha­beler Peygamber @ 'a nasıl olup da içeri girer­ken üzgün, şimdi İse neşeli olduğunu sordular. Peygamber@: "Bana çok sevgili olan iki insanı barıştırdım." dedi. Bir defasında Ali, Fatıma'ya Çok kaba muamele etmişti. O da Peygam­ber @'e şikayete gelmişti, arkasından AH de geldi. Fatıma, Peygamber@'a şikayetini arzet-tiğinde O "Kızım! Hangi koca, karısının arkası­ndan böyle uysalca gelir. Bunu idrak etmelisin" dedi. Ali, Peygamber @'İn bu sözlerinden çok etkilendi ve "Bundan sonra senin arzun hilafına birşey yapmayacağım" dedi. (AUame Şibli Nu-man, Seerat an-Nabi, c.II).

Fatıma'nın her ziyaretinde Peygamber @ ayağa kalkar, elini tutar, alnından Öper, onu kendi yeri­ne oturturdu. Ve Hz. Peygamber @ onun evine gidince Fatıma elinden tutmak için ileri çıkar ve Peygamber @'i kendi yerine oturturdu. Hz. Muhammed @ *ın şöyle dediği rivayet edilmek­tedir,: "Fatıma benden bir parçadır, onu inciten beni incitmiş olur, ve ona kin tutan bana kin tut­muş olur." Bİr keresinde Hz. Peygamber @ Ali ve Fatıma'ya yere oturmalarını söyledi, onları hoşnut etmeye çalışıyordu. Hz. Ali sordu: "Ey Allah'ın (c.c) Rasulü! Fatıma mı sana benden daha sevgili, yoksa ben mi sana Fatıma'dan da­ha sevgiliyim." Hz. Peygamber şöyle cevap­ladı: "O bana senden daha sevgili, sen de bana ondan daha sevgilisin." (Şeyh Abdülhak, Mu-haddis Dehlevi, Madarij al-Nubuwah, c.II),

Hz. Aişe rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber ge­niş bir yün elbise giymiş dışarıda oturuyordu Hasan geldi, Peygamber @ onu giysisinin içine aldı, sonra Ali ve Fatıma geldi onları da giysisi­nin içine aldı ve şöyle buyurdu: 'Allah sizin üze­rinizden bütün kötülükleri kaldırmayı diler ey Ehl-i Beyt; ve sizi saf ve lekesiz kılmak ister". (33:33) Bu dördü hakkında Peygamber @ ayr­ıca şöyle buyurmuştur: "Onlara savaş açana ben savaş açarım, onlarla barışanla ben barışırım.'* Bir keresinde" Fatıma'nın evine gittiğinde Onun deve kılından yapılma kalın bir aba giy­diğini gördü ve gözleri yaşararak şöyle buyur­du: "Fatıma! Bugün zorluk ve yoksulluğa sabır­la göğüs ger ki, yarın kıyamet gününde Cen-net'in nimetlerine kavuşabilesîn." Bir başka ri­vayet şöyledir: Hz. Peygamber @ elini Fatı­ma'nın göğsüne koyup şöyle dua etmiştir: "Ey Allah'ım! Ondan açlık acısını uzak tut." Fatıma o günden sonra kalbinde yoksulluk derdi çek­mediğini söylemiştir. (Şeyh Abdülhak Muhad-dis Dehlevi, a.g.e.).

Hz. Peygamber @ bir sefere çıkarken en son Fatıma'nın evinden ayrılırdı ve seferden gelin­ce de herkesten önce onu ve çocuklarını görür, sonra zevcelerinin yanına giderdi. Sahabe Hz. Aişe'ye, Peygamber @ 'a bütün insanlar içinde en sevgili kimdi?, diye sormuşlardı. "Seyyide Fatıma" dedi. Sahabe yine sordu "Erkekler arasında kim?" ve Aişe cevapladı, "Onun ko­cası." (Şeyh Abdülhak Muhaddİs Delhvi, a.g.e.).

Seyyide Fatıma'nın 5 çocuğu oldu. Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm, ve Zeyneb, Muhsin küçükken öldü. Seyyide Fatıma hicretin 11 .yılında Peygamber @ *ın irtihalinden altı ay sonra vefat etti. Öldüğünde 29 yaşında idi. Yaşı hakkında pek çok rivayet vardır. 29 olduğu şeklindeki Zerkani'ye ait ilk rivayet en güveni­lir olanıdır.

İbrahim: İbrahim, Peygamber©'in,en küçük çocuğuydu. Mısırlı Mariye'den hicretin 8. yılında doğmuştur. Oğlunun doğumu kendisine Ebu Rafi tarafından müjdelendiğinde, ona bir köle hediye etmiştir. Çocuk, Medine civarında yaşayan süt anneye verildi.

Peygamber @, o eve sık sık oğlunu görmeye gi­derdi. İbrahim, sütannesinin evinde vefat et­miştir. Yaşı ile ilgili değişik rivayetler vardır. Bazıları, vefatında 15 aylık olduğunu, bazıları 2.5 aylık ve diğerleri 1 yıl 10 aylık olduğunu söylerler. Hz. Aişe'nin rivayetine göre 17 veya 18 ay yaşamıştır. Cennet el-Baki'ye defnedil-miştir. (Şeyh Abdülhak, Muhaddis Dehlevî Madarij al-Nubuwah, c.II).

 

KISIM 3

 

DAVET VE TEBLİGATIN ESASLARI

 

Nahl suresinin 125. ayeti, imanın diğer insanla­ra öğretilmesi, yayılması, davet ve tebliğin esas ve usulleri hakkında kapsayıcı bilgiler vermek­tedir. Kurtubi, Harm b.Hayan'ın son nefesini verirken arkadaşlarının ona gelip öğüt İstedik­lerini, onun da bazı sözler söylediğini rivayet et­mektedir. Harm b.Hayan: "insanlar miras ola­rak mal bırakır, fakat benim hiç malım yok. Ma­mafih, ben size Allah'ın ayetlerini, Özellikle Nahl suresinin son ayetini miras bırakıyorum; onlara sıkı tutunun" demiştir. (Tefsir al-Kurtu-bi).

 

Davet Ve Tebliğ Prensipleri

 

Davetin sözlük anlamı, çağırmaktır. Allah'ın elçileri'nin ilk ve en Önde gelen vazifeleri, in­sanları Allah'a çağırmaktır. Peygamberlerin bütün tebligatları sadece bu daveti açıklamak ve yorumlamaktır. Kur'an, Hz. Muhammed@'ın hususi özelliğinden şöyle bahsetmektedir: "Al­lah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık." (33:46). Ve şu sözlerle; "Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisİne uyun..." (46:31). Bu ayet­ler, Peygamber @ 'in memuriyetinin,misyon ve vazifesinin Allah'a davetçilik olduğunu açıkça belirtmektedir. Allah'ın Rasulünün izinde, Al­lah'a çağrı (davet-ü-allah) onun takipçilerine de mecbur kılınmıştır; "Sizden, hayra çağıran, iyiliği buyurup, kötülükten men'eden bir toplu­luk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." (3:104). Ve bir başka ayet şöyledir:" (İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve 'ben müslüman-lardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabi­lir?" (41:33). Peygamberlerin bu görevi bazen "Allah'a davet", bazen "hayra davet" ve bazen de "Allah'ın yoluna davet" adını almaktadır, bütün bunların hedefi aynıdır. İnsanları Allah'a davet ederek onları Dinu'lîah ve Sırat-ı Mus-takîm'e davet demektir.

Yukarıda bahsi geçen Nahl suresi 125.ayetinde-ki ila sebil-i Rabbike (Rabbinin yoluna) ifadesi, davet işinin Allah'ın rab (terbiye eden, yetişti­ren, geliştiren) sıfatı ile alakalı olduğu ger­çeğine işaret etmektedir. Allah, Hz. Muham-med @'ı nasıl yetiştirdi ve terbiye etti ise, o da insanlara aynı şekilde öğretmek ve onları terbi­ye etmekle yükümlü kılındı. Burada muhatap olunan kişinin şartlarına Özel dikkat gösterilme­lidir; hitap edilene yük olmayacak ve böylece en etkili olacak metod benimsenmiştir. "Davet" kelimesi bu anlamı da taşımaktadır, çünkü bîr peygamberin görevi sadece Allah'ın emirlerini nakletmek ve tebliğ etmek değil, aynı zamanda insanları bunları uygulamaya da davet etmektir. Şurası çok açıktır ki, bu hedefi gözeten bir da-vetçi, insanlara, nefret veya tiksinti doğuracak bir davranışta bulunmaz, istihzadan ve insanları küçük görmekten kaçınır.

Bu ayette kullanılan geniş'anlamlı ve kapsamlı bir kelime de hikmet. Müfessirler arasında bazı­ları hikmetin Kur'an manasına geldiğini, bazı­ları ise Kur'an ve Sünnet manasına geldiğini söylemişlerdir. Bazıları da tartışmayı şu şekilde sona erdirmiştir: Hikmet, insanın kalbini mut­main eden hak sözdür. (Ruhu'l Meani).

Bu açıklama diğerlerinin tümünü kapsıyor görünmektedir. Ruhu'l Meani'nin yazarı aynı açıklamayı yaklaşık şu sözlerle de yapmak­tadır: Hikmet, insanın belli hal ve şartların ge­rektirdiğinin iç yüzünü kavrayıp ona göre hare­ket etmesi; hitabın muhataba ağır gelmeyeceği zamanı ve şartları bulması; yumuşaklığın ge­rektirdiği yerde yumuşak, sertliğin gerektiği yerde sert olmasıdır. Açık konuşmanın, muha­tabı incitir veya hakir kılar göründüğü yerlerde, tebliği, dolaylı yoldan telkin etmek veya hitap edileni utandırmayacak ve peşin hükümler bes­lemesine sebep olmayacak bir usul benimse­mek şarttır.

el-Mev'ize (öğüt), muhatabın kalbini kabul et­meye doğru yumuşatacak bir yolla ifade edilen herhangi iyi bir şeydir. Mesela, öğütü kabul et­menin mükafat ve faydaları ile beraber, reddet­menin getireceği kötülük ve cezalardan da bah­sedilebilir. el-Hasene (iyilik, iyi hal, hayırlı iş) kelimesi, hem açıklamanın hem de açıklama usulünün muhatabın kalbini mutmain kılacak.

bütün endişe ve şüphelerini izale edecek şekilde olması anlamına gelmektedir. Muhatab, karşısındakinin söylediklerinde hiç bir şahsi menfaati olmadığını ve sadece onun iyiliği için uğraştığını hissetmelidir.

"Ve onlarla en güzel şekilde mücadele edin" sözü, eğer tebliğ ve davet yolunda muhatabınla tartışmaya veya münazaraya başvurmak zorun­da kalırsan bu, mümkün olan en iyi yol ile ol­malıdır, mantığını ifade etmektedir. Bu ifade konuşmada davranış olarak nezaketin, yu­muşaklık ve terbiyenin benimsenmesi gerek­tiğini kastetmektedir. Bu çeşit tartışmalar mu­hatabın anlayabileceği şekilde sunulmalıdır. Muhatabın şüphelerini izale etmek ve çekingen bir tavır almasını önlemek için ileri sürülen de­liller bilinen ve anlaşılabilir tarzda olmalıdır (Ruhu'l Meani). Kur'an'ın diğer ayetleri tartışmalarda ihsan'm sadece müslümanlara değil, fakat herkese şâmil uygulanması gerek­tiğini ispatlamaktadır Kur'an, ehl-i Kitab ile iyilik ve ihsan ile tartışılmasını emretmektedir (29:46) ve Musa @ ve Harun @, Firavn'a aynı usul ile hitap etmekle emrolunmuşlardır: "Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar." (20:44).

Ele aldığımız ayette (16:125) Allah'a davet hu­susunda üç noktaya temas edilmiştir. İlk olarak hikmet, ikinci olarak mev'ize (Öğüt) ve üçüncü olarak el-cidali ahsen (en güzel şekilde müca­dele). Bazı müfessirler bu üç hususun üç değişik türden tebliğin esası olduğunu ifade etmişlerdir. Hikmetle yapılan çağrı, alimler ve anlayışlı in­sanlar içindir; öğütle yapılan çağrı halk içindir; en iyi yol ile tartışma ise kalplerinde endişe ve şüphe olanlar veya inatçılıkları ve düşmanlık­ları sebebiyle söylenenleri dinlemeyi ve kabul etmeyi reddedenler içindir. Fakat Mevlana Eşref Ali Tanavî, konunun "genel hatları ele alındığında bu açıklamanın çok uzak bir ihtimal olduğunu belirtmektedir. (Beyan al-Quran).

Bu tebliğ metodunun, hitap edilecek kişinin şartlan hesaba katılarak ve o kişiye uygun olan usulü tatbik ederek bütün muhatablara karşı kullanılabileceği açıkça görülmektedir. O va­kit, mübelliğ o konuda kalben mutmain olacak­tır. Bu amaca yönelik olarak tebliğ edenin iyi ni­yeti hakkında muhatabda itimat oluşturmak için konuşma şekli ve hitab tarzı sempatik ve nazik olmalıdır.

Ruhu'l Meani'nin yazarı şöyle güzel bir nokta­ya temas etmiştir. Ayetin sistemi ve sırası, aslın­da davet esaslannın sadece iki husus; hikmet ve mev'ize (öğüt) olduğunu, üçüncü esasın, müca-dele'nin davetin esaslarından olmadığını an­cak, tabiatıyla bazen davetin metod ve şeklinin gidişatı sırasında lüzumlu olduğunu göstermek­tedir. Onun bu konudaki delili şunlardır: Eğer davetin esasları üç tane olsaydı, o vakit üçü bir arada zikredilirdi (atıf): bil hikmeti ve'l-mev'izeti'l hasene ve l-cidali ahsen; fakat Kur'an hikmet ve öğüdü beraberce aynı sırada zikretmiş, mücadele için ayrı bir cümle kul­lanmıştır. Bu da mücadelenin, Allah'a davette bir bölüm veya şart değil, ancak davet esnasında ortaya çıkması mümkün olan meseleler ile meşguliyette bir rehber olarak zikredildiğini gösterir. Bunu takibeden ayette sabır tavsiye edilmiştir. Çünkü insanlar davet sırasında tartışırlarken sabır elzem olmaktadır.

Özet olarak, davetin esasları iki tanedir: Hikmet ve mev'ize (öğüt). Alimlere ve aydınlara da yapılsa, halka da yapılsa Allah'a davet onlarsız olmaz. Ancak, Allah'a davet sırasında, bazen davetçiyle tartışmak ve münazara etmek iste­yen endişe ve şüpheler içindeki insanlarla karşılaşılabilir; bu şartlarda silah olarak iyi ve güzel tartışma tavsiye edilmiştir. (Mu'arif al-Quran, c.V, sh.407-23).

 

Peygamberlerin Davet Adabı

 

Aslında Allah'a davet peygamberlerin vazifesi­dir. Ümmetin alimleri de peygamberlerin varis­leri olmaları sebebiyledir ki onlar davetin adab ve yollarını peygamberlerden öğrenmeye mec­burdurlar. Eğer bir davet bu tavır ve yollarla ol­mazsa davet yerine ayrılık, çatışma ve savaş se­bebi olur.

Hz. Muhammed @ 'm davet prensibinin Musa ve^Harun peygamberlerinkine nazaran zikredil-diği her Allah davetçisinin aklında bulunmalıd­ır- Bu peygamberler Firavun gibi mütekebbir ve zalim bir adama gönderilmelerine rağmen onunla konuşurken nazik ve ılımlı bir dil kullan­makla emredildiler ki, belki böylece onların öğütlerine aldırır ve Allah'tan korkardı. Bu se­beple halkı Allah'ın dinine çağırırken nazik ve ılımlı olmak bizim üzerimize daha fazla düşen bir görevdir. Çünkü halk Firavun gibi kibirli, zalim ve baskıcı değildir; hayatlarını kazanmakla uğraşan sıradan kimselerdir. Kur'an-ı Kerim, inkarcılara Peygamberler vasıtası ile yapılan imar (uyan, ihtar) kıssaları ile doludur, fakat onların hiç biri inkar edicilerin alaylı sözlerine ve tahkir edici davranışlarına karşı kötü söz kul­lanmamışlardır. (Mu'arif al-Quran, c.V, sh. 407-423).

A'raf suresinde Nuh ve Hud @ 'in kıssalarında söz edildiğine göre kavimleri bu peygamberlere zalimane ve alaycı üslub kullanmalarına rağmen, onlar cevaplarında çok nazik ve mute­dil idiler. Nuh @ onlara şöyle dedi: "Ey kav­mim! Bende bir sapıklık yoktur, ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Korunup da merhamete uğramanız için,içinizden sizi uyara­cak bir adam aracılığı ile bir zikir (sizi ikaz eden bir Kitab size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştınız mı?" (7:61-63). Ve Hud @'m kavmine olan hitabı da yumuşaktı: "Ey kavmim! Ben beyinsiz değil, alemlerin Rabbi-nin elçisiyim. Size Rabbimin sözlerini bildiri­yorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm; sizi uyarmak üzere aranızdan bir adam vasıtası ile Rabbinizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?..." (7:67-69).

Buna benzer olarak Şuayb @'ın kavmi de onun­la alay etti ve onu hakir gördü. Şöyle dediler: "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığım bırak­mamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men eden senin namazın mıdır? Sen, doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin." (11:87). Şuayb @'ın kavminin çok alaylı ve müstehzi olan bu sözleri şu anlama gelmekteydi: "Senin namazın sana makul olma­yan şeyler öğretiyor; sen, başkasının mülkiyet hakkına karışamazsın! Sen, iyi davranışları va'zeden, bilgiçlik taslayan birisin." Bunların tamamı istihzarı sözlerdi, fakat Şuayb @ on-lann bu tür konuşmalarına çok nazik olarak ce­vap verdi: "Ey kavmim 'Rabbimden benim bir belgem olduğu ve bana güzel bir.nzık da verdiği halde, O'na karşı gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim şeylerde, aykın hareket et­mek istemem. Gücümün yettiği kadar ıslah et­mekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah'tandır. O'na güvendim, O'na yöneli-yorum." (11:88). Fİravun'un Musa @'a olan tavrı seleflerininkinden hiç de farklı değildi. O da Musa @' a aynı menfî tavırla konuştu. Fakat Musa @ ona karşı çok nazikti. Firavun büyüklendi:" (Ey Musa) âlemlerin Rabbi ne­dir?' (Musa): 'Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir, eğer işin iç yüzünü düşünüp gerçeği anlayan kimseler iseniz (bunu anlarsınız)' dedi. (Firavun) çevresinde bulu­nanlara 'işitiyor musunuz?' dedi. (Musa)' O si­zin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rab-bi'dir dedi. ( Firavun; etrafındakilere) ' Size gönderilen (bu) elçiniz mutlaka delidir' dedi. (Musa devamla)'Eğer düşünürseniz O, doğunun, batının ve bunlar arasında bulunan­ların da Rabbi'dir* dedi."(26:23-28).

Bu, Allah'ın Rasulü Musa @ ile Firavun arası­nda geçen uzun bir konuşmadır. Bu karşılıklı konuşmadan, söz ve tavırlardaki, hal ve hare-ketlerdeki farklılık kolayca anlaşılabilir. Ve bir peygamberin karakteri, mütekebbir ve zalim bir krahnkinden rahatlıkla ayrılabilir. Musa @ Fi­ravun ile aralarında geçen bütün konuşma süre­since soğukkanlı, düşünceli, metin ve nazikti. Hislerine ve öfkesine kapılıp hiçbir suretle kaba söz ve davranışta bulunmamıştır. Bu; inatçı, ni-zacı ve küfürbaz .despot bir insana karşı güzel mücadelenin mükemmel bir örneğidir. Davetçi-nin tabiatını, mizaç ve mevkiini hesaba katan, hakikati, inatçı ve nizacı birine bile tahammül ettiren, onu tesir altına alabilen, bilgelik ve mükemmellikte sunan Allah'a davetin bu şekli Peygamberlerin davet metodudur. Bunlar esa­sen Allah'a davetin Özüdür. Son Peygamber Hz.Muhammed @'ın hayatı, Allah'a davet yo­lunda böyle hadiselerle doludur.

Peygamber @, insanları Allah'ın dinine davet ederken daima yukanda sözkonusu edilen hu­suslara dikkat etmiş; tebliğin; dinleyenlere yük olmamasına özen göstermiştir. Bu davranışları, onu seven ve ona bağlılıklarını ilan eden, an­lattıklarım dinlemeye büyük arzu duyan ashabı­na karşı da uygulamıştır. Onlarla dini bahisleri hergün değil, fakat değişik fasılalarla ko­nuşmuştur. Peygamber @, onların günlük çalışmalarını bölmeden ve bu konuşmaları on­lar için bir yük haline getirmeden va'z ediyordu. Enes şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber; "Kolaylaştırınız, zorlaştırmaymiz. Sevdiriniz, nef­ret ettirmeyiniz' buyurmuştur." (Buharı). Ab­dullah b. Abbas: "Rabbani hukema, ulema ve fukaha olmalısınız" derdi. Rabbani çağırma, davet ve tebligatı yayma işiyle meşgul olurken eğitim esaslarını dikkate alan ve insanlara önce kolay şeyleri söyleyen kişi demektir. İnsanlar ona alıştığında, onlara daha önceden söylen­diğinde zorlarına gelecek olan diğer emirleri söyler. Bu kişi Rabbani alimdir. (Buhari).

Peygamber @ tebliğinde karşısındakinin duru­munu göz önünde tutar, onun haysiyetini renci­de etmeden, hakir görülmemesine dikkat ede­rek davranırdı. Birisinin hatalı veya "kötü bir iş yaptığını gördüğünde doğrudan ona seslenmek yerine bütün topluluğa hitap ederek: "İnsanlara ne oluyor ki böyle böyle iş yapıyorlar" buyur­masının sebebi de budur. Böylece bu genel hitab ile hatası kastedilen kişi de bunu duyuyor ve kalben tevbe ederek o işi terketmeye uğraşıyor­du. Davet ve tebligatın bu esası Kur'an'da şöyle belirtilmektedir: "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?.."(36:22). Burada, muhatabın fiili­nin tebliğci ile olan ilgisi, tebliğ edenin muha­tabının hayırda İlerleme ve hatasını kabul etme işlemine aracılık etmesinden dolayıdır. Davet­ten, pratikte en iyi neticeyi almak için muhatabı doğrudan itham etmekten kaçınma usulü be­nimsenmiştir; sonraki ayet bu gerçeği işaret eder: "O'nu bırakıp da tanrılar edinir mi­yim?. ."(36:23). Herhangi birini yanlış bir İş ya­parken gördüklerinde, Peygamberler doğrudan ona işaret etmezler, böylece onu utandırmaz ve tahkir etmezlerdi. Bu yol, peygamberlerin sünneti olmuştur. Yapılan yanlış işi genellikle açıklamışlardır. Böylece o günah fiili bizzat işleyen kadar sonradan gelecek diğer insanlar da ondan kaçınacaklardır.

Tebliğ, daha ziyade İslam'a ve Allah'a izafesiy-le, islam Dini'ni insanlara anlatarak benimset­mek ve tatbikini sağlamaktır. Bu yapılırken, hiç bir şekilde diğer insanların yanlışlarını ve hata-janni araştırmak tebliğin kapsamı dışındadır. L'avetçi bunlarla meşgul olmayacaktır. Çağıran je çağrılan arasında ortak noktalar olduğunda davet daha kolay kabul edilebilir hale gelmekte-P"". Bu sebepten Peygamber @ tebliğinin başlangıcında "Ey halkım!" derdi. Bu hitap, on-'arla karşılıklı münasebetleri ve yakınlığı hatırlatıyordu. Onlara davetin esas konularından bahsetmeden önce söylendiği için insanlar çağrıldıkları hususları hemen reddetmiyorlar, dikkatlice düşünüyorlardı. Çünkü bu davet, müşterek kardeşliklerinin bir mensubundan hepsinin iyiliği için geliyordu. Hz.Muhammed @, devrinin devlet başkanlarına, kabile reisleri­ne ve pek çok kişiye İslam'a davet için mektup­lar göndermiştir. Bu mektuplarda, onların şerefli ve mevki bakımından yüksek statülerini göz önünde tutmuştur. Rum İmparatoru Hi-rakl'e bu mektuplarından birisini gönderdiğinde ona "Rum Kralı Hirakl'e!" diye hitab ederek onun Rum İmparatorluğunun başı olduğunu dikkate almıştır. Müteakiben onu şu sözlerle Allah'a davet etmiştir: "Ey ehl-i kitab! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi Rabler Bronz bir kazan. Muiıammed b. Abdul- Vahid ve Mesud b. Ahmed İmzalarını taşıyan bu kazanda Iran, Suriye ve Mısır medeniyetlerinden izler görülmektedir. Herat 1163. diye tanımamak üzere, bizimle sizin aranızda müsavi ve adil bir kelimeye gelin."(3:64)

Habeşistan kralı Necaşi'ye yazdığı mektuplara benzer olarak Pers Kralı Kisra'ya, Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ'ya ve diğer kabile re­islerine yazdığı mektuplarda Hz.Muhammed @ onlann resmi protokollerini gözetmiş, mevkile­rini dikkate alarak onlara büyük bir rikkat ve ne­zaketle mektuplar yazmıştır ki, böylece Allah'ın davetini kabule meyletsinler. Peygamber @'ın hayatı hakkında yapılan yüzeysel bir çalışma bile O'nun davet ve tebligatında bu çeşit dav­ranış ve tavırların pek çok olduğunu göstere­cektir.

Imam-ı Gazali, bizzat kendisi bir günah olması ve diğer fiziki günahlara vesile olması sebebiy­le, İçki nasıl kötülüklerin anası ise; esas konuya gelip gelip onu unutturduğunda ve şahsi gururu işin içine soktuğunda lüzumsuz tartışmada ne­fis için aynı içki gibi kötülüklerin anası haline gelmektedir, demiştir. Lüzumsuz tartışma, teb­liğ için katlanılan zahmetlerle elde edilen herşeyi yok eder ve kıskançlık, gurur, nefret, in­tikam gibi ruhi ve ahlâkı hastalıklara sebebiyet verir. Böylece kişi, muhatabının ileri sürdükle­rini ılımlı ve adil bir şekilde dikkate almak yeri­ne, kıskançlık dolu bir reddiyecilik ile Kur'an ve Sünneti yanlış yorumlarla, tevillerle karşısında­kine mukabele etmeye çalışır. İmam-ı Gazali ilim ehlinin ve hakikatin davetçİlerinin doğru prensiplere uyarak ebedi saadete erişeceklerini ve vahim akıbetten uzak kalacaklarım veya bu durumlarını kaybedip ebedi azaba duçar ola­caklarını belirtmiştir.

Ortası bir durum yoktur. Bu kişinin ortada kal­ma ihtimali çok zayıftır. Çünkü faydası olma­yan ilim azab sebebidir. Peygamber @: "Kıya­met gününde en elim azaba uğrayacak olan, ilmi kendisine fayda sağlamayan alimdir" buyur­muştur. Bir başka hadis ise şöyledir: "Din ilim­lerini; başkalarına karşı üstünlük taslamak için, şan ve gurur sahibi olmak, tartışmalarda bilgisiz kimselere galib gelmek için veya bu ilminizle başkalarının dikkatini çekmek İçin öğrenmeyi­niz; çünkü bu, böyle yapanlar için ateştir." (İbni Mâce).

İmam Malik; ilimde münakaşa ve münazara insanın kalbinden ilmin nurunu alır, demiştir. Bi­risi ona, "Sünnet ilmine haiz bir insan bunu ko­rumak için münazaa edebilir mi?" diye sordu. İmam Malik; "Hayır! Fakat muhatabına doğru olanı bildirmelidir. Eğer kabul ederse ne alâ, ak­si takdirde susmalıdır" demiştir. (Muv atta şer­hi). İmam Şâfi "Bir kişiyi hatası konusunda uyarmak zorunda kaldığında, eğer ona izah eder ve yumuşak sözlerle hatasını anlamasını sağla-yabilirsen bu nasihat olur. Fakat, onu herkesin içinde utandmrsan bu kavgaya ve yüz karasına (fazına: edepsizliği, alçaklığı gerektiren iş) se­bep olur.

 

Peygamber @'a Emirler

 

Allah'ın elçisi Muhammed @'a namazı emret­mesi şu sözlerle buyrulmuştur: "Ehline namaz kılmayı emret, kendin de onda devamlı ol!"(20:132). Çocukları Allah'ın yoluna getir­mekte en tesirli ve pratik yol, onlarda günlük na­maz kılma alışkanlığını geliştirmektir. Bu, ted­ricen Allah'a ibadet ve itaatin önemini onların kalbine derinden nakşedecektir. Böylece, başlangıçta namaz bir alışkanlık iken, Allah'ın kerem ve inayeti ile onun gerçek manasını ve önemini kavrayacaklardır. Namazın kılınması eninde sonunda onlann bütün hayata bakışlarım değiştirmeye yardımcı olacaktır: Namaz, onlann davranışlarını, değer ölçülerini değiştirecektir. Onları faziletli bîr hayat yaşamakta mutmain kılacak ve bu hayatı günah ve rahata tercih etmelerini sağlayacaktır.(The Meaning of the Quran, c.VII, sh.İ32).

Bu ayette Peygamber @, namazı önce kendi ai­lesine buyurmakla emrolunmuş ve ikinci olarak kendisinin namazda devamlı olması beyan edil­miştir. Bu emrin hikmeti şudur: Bir evin atmos­feri bütünüyle Allah'ın yoluna teşvik edici bir durumda olmalıdır. Eğer ana-baba bizzat na­maz kılmıyorlar ve çocuklarına namaz kılmasını öğretmiyorlarsa, çocukların namaz kılmaları hemen hemen imkânsızdır. Çünkü ev­de bu fiilin Örneklerini görmemişlerdir. Bu se­beple eğer evin havası teşvik edici değilse, na­maz kılmaya istekli bir çocuk bile namaza başlamayacaktır, zira önünde bu fiilin görünür hanımed @'a ailesine namazı emrederken ken­disinin de onda devamlı olmasını buyurmuştur. Maksat, ailenin bütün mensuplarının; yaşlıların olduğu kadar gençlerin de düzenli olarak namaz kıldığı sağlıklı ve uygun bir hava meydana ge­tirmektir. Bu hava, gençlerin namaza başlama­larını teşvik etmekle kalmayacak, onların istik­rarlı bir şekilde kılmalarını kolaylaştırıp buna müsait ortam oluşturacaktır. "Ehl" kelimesi, hanımları, çocukları ve bir kimsenin çevresini oluşturan yakın akrabaları kapsamaktadır. Bu ayet Peygamber @'a vahyolunduğunda O her sabah namazı vaktinde kızı Fâtıma'nın evine gi­derek es-salah, es-salah diye onları (Fatıma ve Ali'y') yüksek sesle çağırırdı. (Kurtubi). Urve b. Zübeyr ne zaman hükümdarların ve zenginlerin servet ve ihtişamını görse evine gider, ailesini namaza davet ederek yukarıdaki ayeti okurdu. Ömer'ül-Faruk da teheccüd namazına kalktığında ailesini uyandırır ve aynı ayeti okurdu. (Kurtubi).

Bu ayetin diğer kısmı şöyledir: "Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren bi-ziz."(20:132). Ayetin bu kısmı da çok mani­dardır. İlk olarak, kişinin kıldığı namazın Al­lah'a bir faydası olmadığını vurgulamaktadır. Senin namazından O'nun bir şey kazandığını düşünme. O seni bu dünyaya sınırlı bir süre için ondan mümkün olan en iyi şekilde faydalanman için gönderdi. Bu gayeyle, hayatta başarılı ve mükemmel olmanda yardımcı olacak bir hare­ket olarak namazı emretti. O namaz ki, hem bu dünyada, hem öteki dünyada başarı ve ikbal sağlayacaktır. Bu, kişiyi her iki dünyada da ger­çek başarıya götürecek olan azim, disiplin ve muttaki vasıflarım oluşturmanın pratik bir yo­ludur. Allah, senden, kendinin ve ailenin geçi­mini temin etmeni bile istememekte, seni bun­dan sorumlu tutmamaktadır. Çabalarına Al­lah'ın ve rasulünün sünneti doğrultusunda de­vam et. Allah senin ihtiyaçlarını garanti altına alacaktır. O'nun emirlerinin ışığı altında çalış, O senin rızkını kazanmanı kolaylaştıracaktır. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Peygamber @ Şöyle buyurmuştur: "Allah, 'ey insanoğlu, ken­dini Bana ibadete ver, Ben gönlünü bolluk ve zenginlikle dolduracağım (hırs ve arzularım yok edeceğim) ve seni (ihtiyaçların için diğer kimselere)  muhtaç  bırakmayacagım,fakat böyle yapmazsan gönlünü endişe ve meşguli­yetlerle dolduracak ve seni muhtaç olmaktan kurtarmayacağım' buyurdu." Diğer bir ifadeyle, zenginliğin artışıyla tamahın artacak ve senin ihtiyacın hiç bitmeyecek. (İbni Kesir): Abdul­lah b. Mes'ud, Rasulullah @'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir: "Allah, bütün sıkıntılarını tek bir sıkıntı (ahiret sıkıntısı) hali­ne getirenin bütün dünyevi sıkıntılarını giderir; dünyadaki çeşitli şeylerin sıkıntısını duyan kişinin ise sıkıntılarını gidermez ve o kimse bu sıkıntılar ormanı içinde kendisini öldürür."

Bu itibarla Allahu Teâlâ ev halkına tebliğ etme ilkesini şu ayetiyle de hatırlatmaktadır: "Ey ina­nanlar! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, bir ateşten koruyun ki onun yakıtı ins.anlar ve taşlardır..."(66:6). Bu ayet bize, kişinin cezadan kaçınma sorumluluğunun kendisiyle sınırlı kal­madığını, fakat kendi etki alanına da uzandığını ifade etmektedir. Eğer bir kimse aile reisi ise, elinden geldiğince ve kabiliyeti oranında ailesi­nin Allah'a muti kullar haline gelmesi için eğitim ve terbiye vermekle sorumludur. Onlar yanlış yola gidiyorlarsa, cehennem ateşinden korumak için elinden gelen gayreti göstermeli­dir. Kişinin bütün çabalarının gayesi, ehlini sa­dece bu dünyada mesudjve müreffeh kılmak değil, bundan daha da çok öbür dünyada refah ve mutluluklarını sağlamak olmalı, onların ce­hennem ateşinin yakıtı olmamalarını sağlamak olmalıdır.

Peygamber© şöyle buyurmuştur: Hepiniz ço­bansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. Emir sahibi halkın çobanıdır ve sürüsünden so­rumludur, kişi ailesinin çobanıdır ve ev halkı­ndan sorumludur, bir kadın kocasının evinin ve çocuklarının çobanıdır ve onlardan sorumlu­dur. İşte böylece hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden sorumludur."(Buhari ve Jvlüslİm). Talak suresinin yukarıdaki (66:6) ayeti nazil ol­duğunda Ömer İbni Hattab: "Ey Allah'ın Ra-sulü! Kişinin kendisini (günahlardan kaçınarak ve Allah'ın emirlerini yerine getirerek) ateşten korumasını anlıyabiliyorum. Fakat ev halkımı­zı cehennemden nasıl sakındirabiliriz?" diye sorduğunda Peygamber @ şöyle buyurdu: "Bu­nu şu şekilde yaparsın; Allah'ın senin için sana1 yasakladıklarını sen de onlara yasakla ve senin yapman emredilenleri sen de ailene emret. Bu şekilde onları cehennem ateşinden sakın­dırırsın. "(Ruh-ul-Mu'ani).

Fıkıh alimleri bu ayeti yorumlarken, çocukları­na Şer'i vazifeleri, helal ve haramı belirten emir­leri tebliğ etmenin ve bunları tatbike çalışmanın bir kişinin zorunlu vazifesi olduğunu belirt­mişlerdir. Bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Allah, 'ey hanımım ve çocuklarım! Namazınız, orucunuz, zekatınız, muhtaçlarınız, yetimleri­niz ve komşunuz' diyen kimseye rahmet eder ve onunla beraber hepsini cennetine koyar." Na­mazınız, orucunuz, vs. ifadesi, bu konularda dikkatli olunuz ve bu nevi vazifelerinizi ihmal etmeyiniz, demektir. Muhtaçlarınız, yetimleri­niz., ise onların sizin üzerinizde her ne hakkı varsa onları memnuniyetle ve harfiyyen yerine getiriniz, demektir. Yine Hesap Gününde ailesi ve çocukları din konusunda bilgisiz ve pervasız olan kimsenin herkesten çok cezaya muhatap kalacağı bildirilmiştir. (Ruh-ul-Mu'ani. Mu'arif al-Quran, c.VI, sh.502-3).

Hz.Muhammed @ bu emri bütün diğer insan­lardan daha sıkı uygulamıştır. Ailesine, daima İslam'ın temel esas ve tebligatından bahseder ve bu esasları günlük hayatlarında düzenli olarak uygulamaları gerektiğini belirtirdi. Peygamber @'ın vesayeti altında kalmış olan Ebu Hafs Ömer b. Ebu seleme şöyle demektedir: "Henüz küçük bir çocuktum, birşey yerken elimi tabak­ta dolaştırıyordum. Peygamber® bana; Ey ço­cuk! Bismillah de, sağ elinle ve önünden ye! bu­yurdu. Bundan sonra ben hep böyle ye-dim."(Buhari ve Müslim). Ömer b. Şuayb, Pey­gamber @'ın şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir: "Çocuklarınız yedi yaşma geldiklerinde namazı kılmalarını emredin, on yaşma geldikle­rinde namaz kılmazlarsa hafifçe dövün. Yatak­larını da ayırın."(Ebu Davud ve Tirmizİ). Muaz b. Abdullah b. Hubab'a bazıları gelerek, hanı­mına, bir çocuğun namaza ne zaman başlaması gerektiğini sormasını istediler. Sorulduğunda kadın; "Peygamber @'a bu sorulduğunda 'sağ elini sol elinden ayırabildiği zaman' diyerek ce­vap verdi ve orada hazır bulunan bazılarımız da­ha sonra bunu naklettik" dedi.(Ebu Davud).

Peygamber @, bilgileri diğer insanlara ve genç nesile aktarmanın önemi üzerinde ehemmiyetle durmuştur. Bu konuda nakledilen hadis şöyledir: "Duyduğun hikmetli bir sözü hatırlaman ve onu bir başka müslüman kardeşine öğretmen ne güzel bir hediye ve ne güzel bir armağandır." Peygamber @ yine bir başka hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Dünya ve Allah'ı hatırlatan ve Allah'a yaklaştıran cihetleriyle, öğreten ve öğrenenden başka, dünyada her ne varsa melundur."(Tirmizi ve İbni Mace). Bu konuda­ki diğer haberler şöyledir: "Muhakkak ki, Al­lah, melekleri, yer ve gök ehli, hatta yuvasında karıncalar, suda balıklar, insanlara iyiliği öğre­tenlere dua ederler."(Tirmizi). "Duyduğu doğru bir hadisi, din kardeşine duyurandan daha fay­dalı kimse olamaz."(İbni Abdulberr). "Bir müslümamn hayırlı bir sözü Öğrenip öğretmesi ve onunla amel etmesi, bir senelik ibadetten hayırlıdır."(İbni Mübarek). Bir gün Peygamber @, biri dua ile meşgul olan ve diğeri ders okut­makta olan iki topluluk gördü ve dua edenler için; "Bunlar Allahu Teâlâdan istiyorlar. Allah dilerse verir, dilerse vermez" buyurdular. Oku­tanlar hakkında ise; "Fakat bunlar öğretiyorlar. Zaten ben de öğretici olarak gönderildim" dedi­ler ye sonra öğretenlerin meclisine otur­du.(İhyau 'ulumi'd-din, c.I, sh.34).

Peygamber @ ilim öğretmenin faziletini açık­larken şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın benimle gönderdiği ilim ve hidayet, bol bir yağmur gibidir; döküldüğü toprağın bir kısmı suyu içine alır, bol miktarda otu ve mahsul ye­tiştirir. Bİr kısmı da sert ve çorak olur, suyu içi­ne almaz, fakat yüzünde tutar; insanlar içmek, sulamak ve ekim bakımından bundan fayda­lanırlar. Bir kısmı da yalçın ve kaypaktır, suyu içine almadığı gibi yüzeyinde de tutmaz, yağan yağmur, yüzünden sıyrılıp gider; ne bir şey biti­rir ne de kimseye faydası olur."(Buhari ve Müslim). Birinci misal öğrendiğiyle amel ede­ne, ikinci misal amel etmeyip başkasına okuta­na, üçüncüsü de her ikisinden de mahrum kalan kişiyi temsil etmektedir.

Peygamber @ bir diğer hadislerinde şöyle bu­yurmuştur: "Ademoğlu Ölünce üç şey hariç amelleri sona erer: İ) Kalıcı sadaka, 2) istifade edilen bilgi ve 3) Hayırlı bir nesil."(Müslim). Peygamber @'ın şöyle buyurduğu da rivayet edilmektedir: "Heves edilecek iki kimse vardır; birincisi Allahu Teala'nın kendisine verdiği ilimle amel edip başkasına da öğreten, ikincisi de Allah'ın verdiği serveti hayra sarfeden-dir."(Buhari ve Müslim). Peygamber @ şöyle buyurmuş1111"- Allah'ın rahmeti vekillerinin üze­rine olsun. Vekilleriniz kimlerdir? diye soru­lunca "Sünnetimi yaşatıp Allahu Teala'nın kul­larına öğretenlerdir" cevabını vermişler-dir.(İhya). Yemen'e gönderdiği Muaz b. Cebel'e hitaben Peygamber @ şöyle buyurmuşlardı: "Senin yüzünden Allahu Teala'nın bir kişiyi hi­dayete erdirmesi senin için bütün varlığı ile dünyadan hayırlıdır."(Müsned-i Ahmed, Buha-n ve Müslim). Bir başka hadisinde Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "İnsanlara Öğretmek için ilimden bir mesele öğrenen kimseye yetmiş sıddık sevabı verilir." İsa @ da şöyle buyur­muştur: "Kim ki öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve öğretirse, semavatta tazimle amhr."(İhya).

Şüphesiz Peygamber @ diğer insanlara hayırlı ve faydalı ilimler öğretmenin lüzumunu ve ehemmiyetini belirtmiştir. Çocuklar gelecek neslin belkemiği olduklarından, idrak ve etki­lenmeleri bu yaşlarda daha kuvvetli olduğun­dan Peygamber @ onların İslam'ın temel bilgi­leri ve ana esasları konusunda terbiyelerine ve eğitilmelerine büyük önem vermiştir. Bu şekil­de, büyüdüklerinde din hakikati gönüllerine nakşedilmiş olacaktır. Peygamber @ çocuklara öğretme İşini kolaylaştırmak için ailenin diğer fertlerine de İslami eğitim verilmesine önem vermiştir. Böylelikle çocukların çevresinde sıhhatli ve İslami bir atmosfer sağlanmış ola­caktır. Bu eğitim ve öğretim hadisesi bütün top­lumu kapsadığında çocukları İslami prensipler doğrultusunda eğitmek ve terbiye etmek için daha müsait bir çevre oluşacaktır. Böylece evde ve ev dışında sosyal kurumlarda, iş ve çalışma merkezlerinde İslamın tatbik edildiğini göre­ceklerdir. Bu şekilde de çocukların uygulamada gördükleri şeyler, toplumun genel havası; on­ların, kitaplardan okuduklarını ve ana-babala-nndan öğrendiklerini teyid edecek, gördükleri, lafzen Öğrendiklerini destekleyecektir.

Kuran-ı  Kerim,   Dini  ilimlerin   topluma bütünüyle yayılmasını sağlayacak düzenleme­lerin yapılmasına dikkatlerimizi çekmektedir, ievbe suresinde şu ifadeler yer almaktadır: "... , . t0Pİuluktan bir grubun dini iyice öğrenme­kti ve kavimlerine geri döndüklerinde (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez mi?"(9:122)

Bu ayette, her müslümanm İslam ve onun muh­tevası hakkında bir anlayışa sahip olmaları is­tenmektedir. Allah yolunun mana ve gayesini anlamadıkça, onu muhabbet ve mutmain olarak tatbike muktedir olamayacaklardır. Kitleler imanın gerçek anlamını ve icaplarını anlama­dıkça onun gerektirdiği ahlaki vazifeleri yerine getirmeye hazır olamayacaklardır. Ve böylece İslam'a faydalı olamayacakları gibi, bilakis za­rar vermeleri de söz konusudur. Bu durum, Tebük seferine hazırlıklar yapıldığı sırada açık­ça ortaya çıktı. Allah'ın İslam toplumunu tek bir bütün haline getirecek gerekli adımların atıl­ması için sözkonusu talimatı göndermesi bu se­beptendir. Bundan dolayı, bütün yerleşim mer­kezlerinden bazı kimseler çağırılarak onlara İslami vecibeler Öğretildi ve bu konularda fiilen eğitildiler. Böylece bütün İslam'a mensup olan­ların Allah'ın belirlediği hudutlar hakkında bil­gi sahibi olmaları için bu kimseler dönüşlerinde kendi kavim ve insanlarına bunu talim edip, öğreteceklerdi.

Bu konuyla ilgili olarak, ayrıca iyice bilinmeli­dir ki; Bu ayette kitle eğitimi hakkında verilen emir, yalnızca okuma-yazma ile ilgili değildir. Aslında, kitleler arasında İslam'ın anlaşılmasını ve kitleleri İslam dışı yollardan korunabilmele-rini sağlama, bu emirin kati hedefiydi. Bizzat Allahu Teala'nın müslümanlara sunduğu eğiti­min hakiki ye daimi gayesi budur. Ve bu yüzden de her eğitim sistemi bu kritere göre değerlendi­rilir ve bu yukarıdaki hedefi gerçekleştirip, ger-çekleştirmemesine göre ne derece islami bir eğitim olup olmadığı anlaşılır. Dolayısıyla en temel hedefinin, yukarıda altı çizili olarak belirtilen noktalan başarmak olduğu bilinmelidir. Bu olmadan, çağının Einstein'ını veya Fre-ud-unu çıkarsa bile, herhangi bir eğitimi onayla­mak ve ona İslami eğitim demek mümkün değil­dir.

Metinde geçen (ii-yetefakkahu fid-din) ibaresi­nin kelimelerinin doğru anlamı üzerinde dur­makta yarar var. Çünkü bu kelimeler, son za­manlarda insanlar arasında çok garip bazı yanlış anlamalara yol açmış ve müslümanlann dinsel eğitimlerinde, hatta genel olarak tüm dini ha­yatlarında Öldürücü zehirler saçmıştır. Şüphesiz ki Allah, bu kelimeleri müslümanlara eğitimin maksadını öğretmek için kullanmıştır, yani bu İslami hayat tarzını ve sistemini iyice kavramak ya da başka bir ifadeyle hayatın her sahasında İslami olan ve olmayan düşünce ve tavırlarını ayırt edip onlar hakkında hüküm verebilmek için İslam'ın gerçek yapısı ve ruhuyla tanışmak demektir. Fakat daha sonra, teknik bir ifade ola­rak, İslam Hukuk ilmine "fıkıh" ismi verilince, bu kelime dış şekillerin ayrıntıları cüziyyat ile uğraşan ve İslam hukukunun külli yorumunu reddeden "bilim" içinde kullanılmaya başlandı.

"Fıkıh" kelimesi "fakahe" ve ayette geçen "H-yetefakkahu" ile aynı kökten olduğu için Kur'an'm bu emrinin fıkıh bilgisini elde etmek hakkında olduğu şeklinde bir yanlış anlayış or­taya çıktı. Bu ilmin İslam'ın hayat sistemi içeri­sinde önemli bir yeri olduğu inkar edilemez, ne var ki Kur'an'm İfade etmek istediği şeyin hepsi olmayıp sadece bütünün bir parçasıdır. Bu yanlış anlama nedeniyle İslam toplumunun uğradığı zararların hepsini burada saymamız mümkün değildir. Fakat şu kadarını belirtmek gerekir ki, İslam'ın ruhuna hiç önem vermeksi­zin, İslam'daki dini eğitimin, salt zahiri şekille­rin yorumuna indingenmesinin sebebi işte bu yanlış anlamadır. Sonuçta bu durum zorunlu olarak kuru bir şekilciliğin, müslümanların ha­yatının nihai gayesi haline gelmesine sebep olmuştur.

Bu sebeplerden dolayı söz konusu ayetin ana gayesi insanları, İslami ve onun öngördüğü ha­yat tarzını anlamaya teşvik etmektir: Ne emre-diliyorsa yapılmalı, neyi yasaklıyorsa kaçın­malı. Tefakkahu kelimesi Islamın hakikatinin

kavranması ve anlaşılması manasına gelmekte­dir. Bu hakikatin içine İslamın talepleri, farzlar ve insan hayatının karmaşık olayları girmekte­dir. Liyanzuru (uyarmak, öğüt vermek) ifadesi İslam yolunun diğer insanlara öğretilmesi için kullanılmıştır. Aynı zamanda insanları Allah'ın davetine kulak vermediklerinde karşılaşacak­ları kötü akibet hakkında uyarmak ve bunun yamsıra onlara ahirette fayda verecek olan ha­yat tarzını benimsemelerini sağlamak için kul­lanılmıştır. Esasen bu her iki kelime de Kur'an'da İslami eğitimin gerçek manasını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Çünkü İslam'da eğitim ve öğretimin gerçek gayesi kişinin Din'i bütün olarak anlamasını ve ahiret hayatında başanya ulaşmak için kendisini ve çevresini ter­biye ederek amellerini güzelleştirmeye (amel-i salih) çalışmasını sağlamaktır. Diğer bütün me­seleler ikinci plandadır ve bu esas gayeye tabi­dir. (Tadabbur-İ Quran, c.III, sh.251).

Kurtubi'ye göre Kur'an'm bu ayeti dini ilimlerin araştırılmasına temel teşkil eder. Bu ayet üze­rinde az bir tefekkür bile Din ilminin kısa bir ic­malini ve bu ilme sahip kişilerin vazifelerini kapsadığını gösterir.

 

Mecburî Vazife

 

Bu ayet (9:122), bir topluluk olarak Müslüman­ların, bütün insanların faydasına olmak üzere İslamın hayat tarzını öğrenme ve yayma işini düzenlemelerinin mecburî bir vazife olduğunu göstermektedir. Peygamber @ bu esasa şu ifa­delerle ihtimam göstermiştir: "İlim öğrenmek, her Müslüman'a farzdır."(İbni Adiyy ve Beyh-âki) Açıktır ki, burada ilim, dini ilim anlamına gelmektedir/Çünkü dünyevî bilgiler ve diğer zenaatlar herkes için ve dünyanın genel işleri için lüzumludur. Fakat kendilerinde bir öncelik ve imtiyaz taşımazlar. Aynca din ilmi tek bir ko­nu değil; bütün ve kapsayıcı bir sistem içinde çok sayıda ilim dallarını ihtiva eden bir konu­dur. Bunun yanında kadın-erkek her Muslümanın bütün bu bilgileri kazanması mümkün değildir. Bundan dolayı bu hadisteki ilim, Öğrenilmediğinde farzlar yerine getirile* meyeceği ve yasaklardan kaçınılamayacağı için İman ve İslama temel teşkil eden ilim manasına gelmektedir. Yukarıdaki hadis bu ilmin kaza­nılmasını her Müslüman erkek ve kadın için şart haline getirmektedir.

İlmin geriye kalan ayrıntılarına, Kur'an'm bütün mesele ve ilmine, emirlerin detaylarına ve emir­lerden çıkarılan kurallara gelince, bunları öğrenmek ne bir Müslümanm gücü dahilindedir ve ne de bunları öğrenmesi şarttır. Ancak, bir bütün olarak İslam Ümmetinin mecburî vazife­si her belde ve toplulukta Müslümanların türlü/çeşitli dini meselelerim Kur'an ve Sünne­tin ışığında çözebilmelerine rehberlik edecek ve bütün bu meselelere karşı iyi teçhiz edilmiş alim veya alimler bulundurmaktır. Böylece diğer Müslümanlar bu mesuliyetten muaf tutu­lacaklardır. Fakat bîr şehir, bir köy veya bir top­lulukta bu şekilde bir ilim ehli yoksa, o vakit bir kişiye bu ilmi tahsil ettirmek veya dışarıdan bir alim getirtmek o topluluğa farz olmaktadır. Böylece meselelerini o şahsa sorarak bir çözüme kavuşturabilirler. Dindeki bu mürek-keptikten dolayı iki çeşit ilim vardır:(l) Farz-ı ayn ilimler, (2) Farz-ı kifaye ilimler.

1- Farz-ı Ayn: Her Müslüman erkek ve kadına akaid ilmini, İslamın şartlarım ve taharet, na­maz, oruç ve şeriat tarafından farz kılınmış diğer ibadet şekilleri ile ilgili ilimleri öğrenmek farzdır. Haramların ve mekruhların da muhak­kak Öğrenilmesi gerekir. Malı olan bir kişi zekat ile ilgili mesele ve emirleri bilmelidir. Hacca gi­debilecek olan da ilgili meseleleri öğrenmelidir. Bir tacir, bir işadamı ticaretinin kurallarını ve düzenlemelerini öğrenmelidir. Evlenen bir kişi, bir babanın ve kocanın vazife ve mesuliyetlerim bilmeli, mehir, boşanma v.b. evlilikle ilgili meselelere vakıf olmalıdır. Kısacası, bir insan Çeşitli meşguliyet sahalarında karşılaştığı bu özel sahaya has meselelerde İslam şeriatının emirleri bilmeksizin Müslümanlığının hakikî ıcablarını tam olarak yerine getiremeyeceğin­den, şeriatın kendisini uygulamakla yükümlü kıldığı bütün emirleri bilmek zorundadır.

2- Farz-ı Kifaye: İslâmî bilgilerin bütünü, Kur'an'ın talimatı, anlamı ve meseleleri, Pey­gamber @'ın hadislerinin ilmini kavramak, sa^ Mh ve mevzu hadisi ayırdedebilmek, Kur'an ve Sünnet'ten türetilen emirler, Sahabe'nin ve sonraki âlimlerin ortaya koydukları örnekler ve bunlara ait sahih bilgiler. Şeriatım bütün mese­lelerini bilmek bütün bir ömrü kuşatır. Her müslüman erkek ve kadının bu bilgileri elde et­mesi fizikî olarak imkânsızdır. Bu sebeple şeri­at birinci derecedeki ilmi (farz-ı ayn) elde etme­yi kolaylaştırmıştır, geriye kalan ilim ise her yörede bazı şahıslar tarafından elde edilir ve diğer Müslümanlar bu konularla ilgili sorumlu­luklardan muaf olurlar. (Mu'arif al-Quran, c.IV, sh.488-492).

 

Din İlimlerinin Müfredatı

 

Yukarıda söz konusu ayette kullanılan liyeie-fakkahu fid-Din kelimeleri ilmin müfredat programını ortaya koyduğu gibi, genç-yaşlı, herkes için öğretim usulünü göstererek tabiatını da açıklamaktadır. Kur'an'da Din ilimlerini sa­dece öğrenmenin yeterli olmadığına İşaret için teallüm yerine tefekku kelimesi kullanılmıştır. Çünkü kafirlerin çoğu, Yahudiler ve Hristiyan-lar da bu ilmi öğrendiler. Yine Şeytan da çok bil­giliydi. Bu sebeple Din ilmi, dinin hakiki manasını kavramak ve anlamak demektir. Tefek-&w'nun ifade ettiği anlam budur ve bu kelime Allah yolunun hakiki mana ve gayesini anla­mak ve idrak etmek manasına gelen fıkh kelime­sinden türetilmiştir.

Bu konuda hatırlanması gereken bir diğer nokta da şudur: Kur'an, liyefkâhud-Din kelimesini kendinden sadece Din anlamı çıkacak basil iriücerred şekliyle değil, fakat tefe'al babından; liyetefekku fıd-Din olarak kullanmıştır, ki bu­nun anlamı gayret ve zorluğu ihtiva etmektedir. Diğer bir İfadeyle, bir kişi Din hakikatini anla­mada mükemmelliğe ulaşmak için bütün gayret ve mesaisini harcamaktadır. Bu Din anlayışının sadece taharet, namaz, oruç, zekat ve hac hak­kındaki emirleri bilerek gelişmeyeceği de açık­tır. Aksine hakîki Din anlayışı şudur: Bir insan mahşer gününde her sözden, fulden ve hareket­ten hesaba çekileceğini tamamen kavramah ve bu dünyadaki hayatını Allah'ın kanunları çerçe­vesinde geçirmelidir. Gerçekte bu düşünce tarzı din hakikatini anlamaktır. İşte bu sebeple İmam Ebu tidsÂîç. fıkhı İnsanın yapmakla yükümlü ol­duğu bütün şeyleri bilmesi ve kavraması, kaçın­makla emredildiği bütün şeyleri de anlaması ge­reğidir, şeklinde tarif etmiştir.

Böylece Kur'an terminolojisinde Din ilimleri­nin elde edilmesinin bir Din anlayışı oluştur­mak ve geliştirmek anlamına geldiği konusun­da hiç bir şüphe kalmamaktadır. Bu anlayışı el­de etme vasıtaları ise kitaplar veya Din alimleri­nin refakatidir. Bütün bunlar müfredatın parçası ve muhtevasıdır.

 

Âlimlerin Ve Ana-Babaların Vazifeleri

 

Bu vazife yukarıdaki ayette liyunziru kavme-hum ifadesiyle açıklanmıştır. Alimler ve ana-babalar talebelerini veya çocuklarını Allah'ı ve O'nun istediği hayat tarzını inkar veya reddet­melerinin kötü neticeleri hakkında uyarmaları gereklidir. Bİr alimin görevinin halkını uyar­mak (enzaru kavm) olduğu belirtmeye değer bir husustur. Bu kelime çok şümullüdür ve bir hırsızdan, soyguncudan veya zehirli yılandan gelmesi vâki tehlike hakkında normal manada uyarmadan daha fazla şeyleri ifade etmektedir. Daha çok, müşfik bir babanın, çocuğunun menfaatini düşünerek sevgi dolu yüreğiyle onu za­rarlı ve tehlikeli şeyler hakkında uyarması gibi bir anlam taşımaktadır. Bu ayetin şekli ve vur­gusu az-çok bir babanın oğluna verdiği şefkat dolu öğüde benzemektedir.

İnzar bu nevi bir uyarmadır. Bu sebepten Al­lah'ın elçilerine nezir lakabı verilmiştir. Alimle­rin halka (veya ana-babalann çocuklarına) karşı olan bu uyarma görevi esasen peygamberlikten miras kalan bir vazifedir ve bir hadis ile alimlere yüklenmiştir.

Dikkate alınması gereken bir başka husus da Al­lah'ın elçilerinin beşîr ve nezir olarak İki lakap lannın bulunmasıdır. Nezir'in manasını yukarı­da açıklamıştık, beşir ise müjdeleyen demektir. Allah'ın elçilerinin bir vazifesi de salih ameller işleyenlere iyi haberler vermektir. Burada in-zar, özellikle ve ayrıca kullanılmasına rağmen Kur'âıı'ın diğer bölümleri alimlerin bir başka görevlerinin salih amel sahiplerini iyi haberler­le müjdelemek olduğunu açıkça göstermektedir Burada inzar'm kullanılışı İnsanın iki vazifesi­ne İşaret etmektedir: Birincisi bu dünyada ve ahirette kendisine faydalı olacak Fiilleri benim­semek, ikincisi onun menfaatlerine ve İyi haline zararlı olacak şeylerden kaçınmaktır. Bütün âlimler ve hikmet sahibi kişiler ikinci vazifenin birinciden daha önemli olduğunda ittifak et­mişlerdir. Fıkıh terminolojisinde bunlar celb-İ menfaat (faydayı tedarik) ve def-i mazarrat (zararlıyı yok etmek) olarak bilinmektedir. Fâkıhler, ikincinin ilkinden daha dikkate değer olduğunu belirtmişlerdir. Bir anlamda def-i ma­zarrat ile celb-i menfaat husule gelmektedir, çünkü insanın faydalı şeylerden mahrum kal­ması kendi zararınadır ve kendini bazı maddele­rin ve fiillerin zararından korumaya çalışan kimse faydalı ve lüzumlu şeylerden ayn kalma­mak için de gayret gösterecektir.

İslama davetin ve bu yoldaki öğütlerin çoğu kez tesirsiz olmasının sebeplerinden biri de İnzar hususundaki gerekli davranışların gösterilme-mesidir. Bu tavır dinleyene, konuşanın sevgi ve şefkatini (yine dinleyenin faydasına) ifade etmelidîr. Eğer insanları Hakka ve hakikate davet bu şekli alırsa, o vakit davet edilenler kesinlikle kendi davranışlarını düşünmeye ve son gayele­rini belirlemeye çalışacaklardır. Bu inzar tavrı devam ederse, büyük bir İhtimalle İnsanlar ted­ricen öğüt alacaklardır.

Ayetin sonundaki "ki böylece yanlış hareketler­den çekinirler" ifadesi alimin maksadının sade­ce ceza hakkında uyarmak olmadığına, ayrıca öğüdün dinleyenlerde ne gibi bir tesir vücuda getirdiğini gözlemek olduğuna işaret etmekte­dir. Öğüt eğer tesirli olmadıysa veya gerekli et­kiyi uyandırmadıysa, o vakit gayretlerine daha etkili bir yol olan hikmet ve güzel öğüt ile en iyi ve güzel şekilde devam etmelidir. (16:125).

Kur'an-ı Kerim, diğer insanlara Din'i öğretme­nin ve tebliğ etmenin faziletlerinden şu sözlerle bahsediyor: "Doğrusu ben kendimi Allah'a ve­renlerdenim' diyen yararlı İş işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?"(41:33). İyi nasihatlar veren ve Allah'ın yoluna davet eden kimse dinlenilmeye değer. O üç kişi üç sebepten dolayı, konuşan İnsanların en şereflisidir: (1) Hiç bir şahsi menfaati olma­dan İnsanları Hakka ve Allah yoluna çağırmak­tadır, (2) O kişi, doğru bir adamdır; sözleri ile yaptıkları arasında bir fark yoktur, (3) Kendisi­ni tamamen Allah'ın rızasına terketmiştir. Böylece İslami şahsında temsil etmektedir. Bu diğer insanları İslama davet vazifesiyle memur edilmiş Peygamber @'ın şahsında tanımlamak­tadır. (Yusuf Ali; The Holy Quran, sh.1296).

Bu ayet diğer İnsanları Allah yoluna çağırmanın ve Kelimetullah'ı söz ve davranışlarla öğretme­nin, mükemmelliğin zirvesi olduğunu göster­mektedir. Hangi fiil vardır ki; Allah'a inanan, O'nun yolunu izleyerek inancının kuvvetini gösteren, sonrada bu mesajı başkalarına tebliğ edip onlan Kelimetullah'a çağıranın bu fiille­rinden daha kıymetli olsun? Bu davranışlar başkalarım Allah'ın Dinine çağırmanın bütün şekillerini kapsamaktadır; sözlü olsun, yazılı olsun; bunlar açık birer Örnektirler.

Bu uygulamalar Allah'ın elçilerinin geleneksel mirastır; çünkü onlar başkalarını Allah'ın Di­nine çağırmak ve onlara bu inancın esaslarını öğretmekle emredilmişlerdir. Kur'an bundan Ehl-i Kitab'a atıfla şöyle bahsetmektedir: "Al­lah, Kitap verilenlerden onu İnsanlara açıklaya­caksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı..."(3:187). Bu ayette adı geçen ahitten İncil'de defalarca bahsedilmiştir; özellikle Tes-niye bölümünde tekrar tekrar hatırlatılmıştır. Hz.Musa @ onlara şu sözlerle nasihat etmekte­dir: "Ve şimdi ey israil, sana öğretmekte ol­duğum kanunları ve hükümleri yapmak için dinle! Ta ki yaşıyasmız, içeri giresiniz ve ata­larınızın Allah'ı Rabbİnizin size vereceği diyarı mülk edininiz. Size emretmekte olduğum söze bir şey katmayacaksınız ve ondan eksiltmeye­ceksiniz, ta ki, Rabbİnizin size emretmekte ol­duğum emirlerini tutasmız."(T.esniye 4,2). Ve "Dinle ey İsrail, Allah'ımız Rab, bîr olan Rab-dir; ve Allah Rabbi bütün yüreğinle ve bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin. Ve bugün sana emretmekte olduğum bu sözler se­nin yüreğinde olacaklar; ve onları oğullarının zihnine iyice koyacaksın, ve evinde oturduğun ve yolda yürüdüğün ve yattığın ve kalktığın za­man bunlar hakkında konuşacaksın. Ve onlan alamet olarak elinin üzerine bağlayacaksın, ve onlar gözlerinin arasında alın bağlı olacaklar. Ve onları evinin kapı süveleri Üzerine, ve kapı­larının üzerine yazacaksın."(Tesniye 6,4-9). "Ve vâki olacak ki, Ürdün'den geçtiğiniz za­man, bugün size emretmekte olduğum bu taşlan Ebal dağında dikeceksiniz ve onları kireç ile ki­reçleyeceksiniz ve geçtiğiniz zaman bu şeriatın bütün sözlerini yazacaksınız; ta ki atalarının Al­lah'ı Rabbin sana vadetmiş olduğu gibi, Allah'ın Rabbin sana vermekte olduğu diyara gire-sin."(Tesniye 27,2).

Peygamberlerin takipçileri mirası çocuklarına ve halka aktarma işinde Allah'ın emirlerini sa-dakatla yerine getirdikleri müddetçe refah ve gelişme içinde olmaya devam ettiler, fakat Al­lah yolunu halka ve çocuklarına öğretmeyi dur­durduklarında şeref ve izzetleri yok oldu.

 

Öğretim Metodu

 

Öğretimin metodu, onu etkili ve başarılı kılma konusunda Önemli bir faktördür. Pek çok zaman görülmüştür ki, iyi ve anlamlı bir ders dinleyici­ler tarafından ihmal edilmekte ve bu sebepten tamamiyle reddolunmaktadır. Diğer tarafta ise alışılmış bir tema veya konu öğrencilerin ta kal­bine, ruhuna kadar işlemektedir; çünkü öğret­menin konuya yaklaşımı tesirli ve metodiktir; olayın tabiatını ve icabını kavradığından dolayı takdim metodu gerçekçidir. Öğretmenin ders sırasında öğrencilerin ilgilerini, hislerini ve tavırlarını nazarı dikkate alması çok önemlidir. Gönüllerine nüfuz ettirmek istediği konunun her noktasında ve detayında öğrencileri kendi­siyle beraber sürüklemek için elinden geleni yapmalıdır. Şu ayet bir öğretmenin ders verme­sinde veya bir âlimin İslama davetinde lüzumlu ve şart olan esasları şöyle ifade ediyor: "Rabbi-nin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır, on­larla en güzel şekilde tartış."(16:125).

Bu ayet, vaizin cemaate tebliğini başarılı bir şekilde ulaştırmasına olduğu kadar, öğretmene de gerekli olan talimatlarla ilgili yol göstermek­tedir. Öğretme veya vazetme işiyle meşgul kişilerin dikkat etmeleri istenen iki husus vardır: Hikmet ve güzel öğüt. Hikmet kelimesi telkin işinde kişinin basiretini kullanmasını ve bu işi cahil bir kişi gibi körü körüne yapmaması gerektiğini ima eder. Hikmet, kişiden muha­tabının zekâsını, kapasite ve kabiliyetini ve şartlarını göz önünde bulundurmasını, tebliğini durumun gerektirdiği gibi yapmasını talep eder. Bunlara ilave olarak kişi, her şahıs ve gruba aynı metodu uygulamaktan kaçınmalı, önce muha­tabın hastalığını teşhis etmeli, sonra kalbine ve aklına hitab ederek onu yetiştirmelidir.

"Güzel öğüt" iki şeyi ifade etmektedir:

1- Kişi, muhatabını ikna etmek için sadece münazara ile yetinmemeli, fakat onun duygu­larına da yönelmelidir. Yine kötülükleri ve sapıklıkları takbih ederken kişi kendini sadece münazara  ile   sınırlamamak,   muhatabını kötülüklere karşı insan tabiatında yatan muha­lefet ve nefret hisleri konusunda ikna etmeli ve bu kötülüklerin vahim neticeleri hususunda da uyarmalıdır. Bunun dışında kişi, muhatabım sa­dece sevab işleme ve hayırlı yolda olmanın doğruluğu ve güzelliğine mantıken ikna etmeye çalışmamalı, ancak onda bu fiillere karşı bir ala­ka ve sevgi de oluşturmaya gayret etmelidir."

2- Öğüt, muhatabın felahı için samimi bir en­dişe gösteren tavırda verilmelidir. Öğüt verenin yukardan baktığı ve üstünlük duygusunun şev­kini çıkardığı hissini verebilecek hiç bir söz söylememeli ve hiç bir hareket yapmamalıdır. Aksine, muhatab, öğüt verenin felahı için kuv­vetli arzular taşıdığını hissetmelidir."

"En güzel şekilde" kişinin tatlı dille, kamil bir Şahsiyet göstererek mantıkî ve cazip deliller su­narak; polemiklere girmekten, suçlamalara, çarpık tartışmalara, hakaretlere veya rakibini mağlup etmek, tartışmada kendi üstünlüğünü kabul ettirmek için istihza etmekten kaçınarak tebliğ etmesi gerektiğini ima etmektedir. Çünkü menfi tavırlar, katı kalpliliğe ve inatçılığa sebe­biyet verir. Bunun aksine, kişi diğerini sade ve mütevazi bir yolla ikna etmeye çalışmalı, diğerinin konuyu çarpıtma seviyesine getir­diğinde onu sapıklığında daha ileri gitmek üze­re bırakmalıdır. (The Meaning of the Quran, c.VI,sh.l06-107).

Tebliğin güzel bir usulle, acele etmeden yapılması da gerekli ve istenen bir şeydir. Eğer acele edilirse muhataplar anlatılanı takip edemezler ve ilâHî mesajın muhteva ve tabiatını bütün bütün anlayamazlar. Eğer konuşma çok yavaş da olursa sıkılabilirler ve ilgileri kaybolabilir. Bu sebeplerden dolayı tebliğci, izahlarında orta yolu benimsemelidir, ne çok hızlı, ne çok yavaş, fakat bu ikisi arası olmalıdır. Böylece bütün ko­nuşma boyunca dinleyicilerin ilgileri tamamen ayakta tutulmuş olur. Bu aynı zamanda dinleyi­cilerin ilgisini kaybetmemek için hitabın uzun olmamasını da gerektirir. Hitab kısa, keskin, mana yüklü ve konu ile ilgili olmalıdır ki, dinle­yicilerin ilgisi konuşma boyunca canlı kalsın. Tebliğci konuşmasını, dinleyenler ondan hâlâ daha başka şeyler duymayı istiyor gibi bir hava­da bitirmelidir. Bunu temin etmek için ko­nuşmacının sesinin de ılımlı bir seviyede tutul­ması gerekir, çünkü çok yüksek ve haşin bir ses İnsanları alâkayla dinlemekten alıkoyar. Şu ayet konuşma sırasında nasıl davranılacağına ışık tutmaktadır: "... Yürüyüşünde tabii ol, sesini kıs..."(31:19). Hz.Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulü sizin gibi hızlı konuşmazdı. O konuştuğunda yanında oturan kişi konuştuk­larını ezberlerdi."(Tirmizi). Câbir'de şöyle riva­yet etmiştir: "Allah'ın Rasulü açık ve acele et­meden konuşurdu."(Ebu Davud). Yine Hz. Aişe şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulü si­zin gibi hızlı konuşmazdı, isteyenin kelimeleri sayabileceği şekilde konuşurdu."(Buhari ve Müslim). Enes, dinleyenlerin kendisini tam ola­rak anlaması için Peygamber @'ın kelimeleri üçer kere tekrar ettiğini rivayet etmiştir.(Şema-il-i Tirmizi).

Hind b. Ebi Hâle, Peygamber @'ın gereksiz yere hiç konuşmadığım rivayet etmiştir. Konuşması baştan sonuna kadar açık ve sade idi, anlamlı ve şümullü kelimelerden müteşekkildi. Ko­nuşması diğer insanlannkinden çok üstündü. Konuşma sırasında fazladan söze yer vermez, fakat manayı açık kılmak için gerekli hiç bir ke­limeyi atlamazdı. Böylelikle Peygamber @ teb­liğin muhtevası hakkında olduğu kadar tarzı, sunuş şekli ve dinleyenlere yaklaşımı konuları­nda da en üstün bir örnek teşkil ediyordu. Ömer b.Hattab'ın insanlara hitab ettiğinde, halkın onu bütün dikkatleri ile dinleyebilecekleri tarzda konuştuğu rivayet edilmiştir.

Öğretimde arzu edilen bir başka husus da ko­nuşma veya hitab esnasında sıkıcı olacak du­rumlardan kaçınmaktır. Dinleyicilere hiç bir za­man çok fazla ve güç gelecek, onların sıkılması­na sebep olacak meselelerle yük olunma-malıdır. Bu olaylara sebebiyet verebilecek olan herhangi bir tavır hiç bir arzu edilir netice doğurmaz. Bundan dolayı da Allah'ın yoluna çağırırken bu davranışlardan sakmılmalıdır. insanlar bu dine çağrılırken, onlara, kendi rıza­ları ile gelmelerini sağlamayı kolaylaştıracak her türlü fırsatı tanımak mutlaka şarttır. Her­hangi bir zorluk onlar için bir engel teşkil ede­cektir. Bu sebeple Kur'an, Peygamber @'m inanç konusunda yükleri hafifletmek ve hayatı kolaylaştırmak için geldiğini beyan etmektedir: "Onların ağır yüklerini indirir, zor yüklerim ha­fifletir.."(7:157). Bakara suresinde ise şunları okumaktayız: "Dinde zorlama'yoktur. Doğru­luk sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Al­lah işitendir, bilendir-."(2:256). Bu din, insanla­ra hiç bir şekilde zorla kabul ettirilemez; hatta tebliğ edilirken, onları dinden uzaklaştirabile-cek olan gereksiz zorluk ve sıkıntılardan sakı­nmak için herşey yapılmalıdır.

Bu sebepten dolayı Peygamber @, insanlar ko­layca ittiba edebilsinler diye bu inancı müsama­hakâr göstermek için mümkün olan her şey; yaptı. Ashabına ve sonra gelecek Müslümanla­ra şu tavsiyede bulundu: "Kolaylaştırınız, zor-aştırmayınız; müjdeleyiniz, korkutmayınız"

(Buhari ve Müslim). Ebu Musa şöyle rivayet et­miştir: "Allah'ın Rasulü @ ashabından birini bir yere yollarken 'onlara müjdele, güçlük çıkarma' buyurmuştur."(Buhari ve Müslim). Benzer bir çok hadis Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Bu hadislerinde Peygamber @ as­habına emirleri kolay ve münasip bir şekilde sunmalarını, böylece halkın bunları almasının kolay olacağını ısrarla belirtmiştir. Aksi takdir­de halk bunlan kabul etmekte güçlük çekecek­tir.

Bu konuda hatırlanacak bir başka husus dinleyi­cilerden veya öğrencilerden biri ile kısır ve mübalağalı tartışmalara hiçbir zaman kendini kaptırmamaktır. Hakkı mümkün olduğunca sa­de bîr şekilde sunmaya çalış ve Kur'an'ın Musa @ ve İbrahim @'ın kıssalarında beyan ettiği gibi kılı kırk yaran tartışmalardan sakın. "İbrahim: 'Rabbim dirilten ve Öldürendir' demişti. 'Ben de diriltir ve öldürürüm' dedi. İbrahim 'şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene' dedi; inkâr eden şaşırıp kaldı." (2:258).

Nemrud, kibirlenerek meseleyi bulandırmaya çalışırken İbrahim @'m Allah'tan başka ilah ol­madığı konusundaki delili basit ve sade idi. Fa­kat İbrahim onun tuzağına boyun eğmedi ve ko­nuyu rakibinin tamamen üstesinden gelecek ve tartışmayı daha fazla sürdürmesine imkân tanı­mayacak şekilde değiştirdi. Buna benzer olarak Musa @ da Firavun ile karşı karşıya geldi: "Fi­ravun: 'Musa, Rabbinİz kimdir? dedi. Musa; 'Rabbimiz, herşeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir.1 dedi. Firavun; 'Öyleyse önceki nesillerin durumu ne oluyor?' dedi. Mu­sa; onların bilgisi Rabbimin katında yazılıdır. Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indi­ren O'dur; Biz o su ile türlü türlü ürünler yetiştir­dik... And olsun ki Firavuna bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve "Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin?' dedi..."(20:49-57).

Bu iki örnek muhaliflerle mücadelede Peygam­berlerin yolunu ve bu şekildeki mücadelenin hikmet ve tabiatını göstermektedir. Peygamber­ler Hakkı çok sâde, anlaşılır kelimelerle sun­makta, dinleyeni inada sürükleyen veya Allah yolundan uzak kılacak tartışmalardan kaçın­maktadırlar.

Hz.Muhammed @ ashabım, mesajı haika açık olarak taşımaları ve bütün muhtemel tartışma ve çekişme yollarından kaçınmaları konuların­da bizzat kendisi örnek olarak aydınlatmıştır. Bu metod insanlar arasında Allah'ın Dininin il­mini yaymada, kalabalık karşısında kibirli in­sanlarla tartışmaktan daha verimli ve tesirli ola­bilir.

 

İlmin Kazanılmasının Teşviki

 

Yetişkinleri ve çocukları daha fazla Dini Bilgi­ler edinmeye teşvik etmek de iyi öğretim meto­dunun bir bölümüdür. Eğer bir öğretmen veya âlim daha fazla kişiyi eğitim görmeye teşvik edebiliyorsa, eğitim metodunda başarılı olmuş demektir. İslam Peygamberi @ çocukların ve yetişkinlerin Allah yolunda daha fazla ilim elde etmelerini teşvik edici tedbirleri sağlamakta en mükemmel metodu benimsemiş bir üstaddı.

Kur'an, insanları daha fazla ilim kazanmaları yolunda şöyle desteklemiştir. İlmin üstünlüğünden ve faziletinden bahseden ve in­sanları onun daha fazlasını kazanmaya teşvik eden pek çok ayet vardir.(Afzal Husaİn, Fann-i Ta'Um-o Tarbiyat, Lahor 197O,sh.81-92 ve 365-78). Zümer suresinde şu ifadeler yer almak­tadır: "De ki; 'Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' Doğrusu ancak akıl sahipleri Öğüt ahr."(39:9). Bakara suresinde yer alan ayette ise şöyle buyurulmaktadır: "Dilediğine hikmeti ve­rir. Hikmet verilen kimseye çok hayır veril­miştir. Bunu ancak aklı selim sahipleri düşünüp anlar."(2:269). Mücadele suresinde ki ilgili ayette şu ifadeleri okuyoruz: "...Allah, içiniz­den inanmış olanları ve kendilerine ilim veri­lenleri derecelerle yükseltsin. Allah işledikleri­nizden haberdardır."(58:11). Allahu Teâlâ Yu­suf @'a ilim zenginliği vererek kardeşleri ve diğer insanlar arasında yükseltti: "(Yusuf) güç ve kuvvetine kavuşunca, ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz, güzel hareket edenleri böyle mükafatlandırırız."(12:22). Kehf suresinde şöyle buyurmaktadır: "Orada kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim öğret­miştik. "(18:65). Lut (5>'ın da ilim sayesinde mevkii yükseltilmişti: "Lut'a da hüküm ve ilim verdik."(21:74). Musa @ da aynı ilim servetiyle mükafatlandırılmıştı: "(Musa), güçlü çağına erip, olgunlaşınca biz ona hüküm (peygamber­lik) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız."(28:14).

Hz.Muhammed @'a ilim için dua etmesi emre­dilmiştir: "...'Rabb'im ilmimi artır! de." (20:114). Bu, Allah'ın bir insana dünyada en büyük hediyesinin ilim olduğunu göstermekte­dir. Ve ilmi elde etmeye talip olanlar Rableri katında yüksek mevkilere çıkarlar. Yine ilim yoluyladır ki, insanlar Rabbini bilir, O'nun emirlerini ve yasaklarını bilir ve O'nun muti kul­larından olurlar: "...Kullan içinden ancak bil­ginler, Allah'tan (gereğince) korkarlar..." (35:28).

İlmin faziletini ve ilim adamlarının üstünlü­ğünü gösteren pek çok hadisi şerif vardır. Pey­gamber @, âlimin zahide üstünlüğünün, dolu­nayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibi ol­duğunu söylemiştir. "Alimler peygamberlerin vârisleridirler: ne dinar ne, dirhem bırakmışlardır; yalnızca ilimdir bıraktıkları, ve bu ilmi alan kimse bereketli bir mal almıştır." (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace ve Dârimİ). Hz.Muhammed @ şöyle buyur­muştur: "Alimin zahide üstünlüğü, benim, dere­ce olarak en aşağı olanınıza üstünlüğüm gibi­dir." Ve ilave etmiştir: "Allah, melekler, gökle­rin ve yerlerin sakinleri, yuvalarındaki karınca­lar ve balıklar bile ma'rufu öğretenlere hayır dua ederler."(Tirmizi ve Dârimi). Peygamber @ yi­ne şöyle buyurmuştur: "Hikmet, mü'minin yi­tiğidir; nerede bulursa alır." Enes'in rivayetine göre Peygamber @ şöyle buyurmuştur: "İlmi aramak kadın-erkek her Müslümana farzdır."(İbni Mâce ve Tirmizi).

 

Muhatabın Dikkatini Celbetmek

 

Dinleyenlerin dikkatleri ve düşünceleri bazı Şeylere gerçekten celbedilip çekilirse sabırla ve 3§tiyakle dinleyecekleri çok açıktır. Bu sebep­ten dolayı konuşmacının ders veya konuşma başlamadan önce dinleyicilerin dikkatini kendi­ne çevirmesi şarttır. Kur'an, insanlann dikkatini Mesajına celbetmek için çok yeni ve hususi yol­lar benimsemiştir.

a- Merak Uyandırmak: Kur'an-ı Kerim, da-vetçiye bütünüyle dikkat edilmesi için insanlar arasında merak uyandırmak üzere çeşitli usuller belirtmiştir. Kısa, fakat alışılmadık ve şaşırtıcı kelimeler ve deyimler kullanılır:   "Karia! (Başlara) çarpan, (yürekleri hoplatan) hâdise; nedir o çarpan hâdise? O çarpan hadisenin ne ol­duğunu, sen nereden bileceksin?"(101:İ-3). Ve:"(Tekasür) Çoklukla övünmek sizi (o dere­ce) oyaladı ki, kabirleri (dahi) ziyaret ettiniz (oradakileri sayacak kadar oldunuz)."(102:1-2)-

b- İnsanların Şüphelerini İzale etme: Bazen insanlar Kur'an'm kendine has lisanıyla (icaz) cevapladığı değişen tabiat ve muhteviyatta so­rular sormuşlardı: "Birbirlerine hangi şeyden soruyorlar? O büyük haberden mi? Ki onlar on­dan ayrılığa düşmektedirler. Hayır (dedikleri gibi değil, gerçeği) yakında bilecekler. Yine hayır (dedikleri gibi değil, gerçeği) yakında bi-lecekler."(78:l-5) Ve şu ifadeler de Kur'an'da yer almaktadır: "Birisi, inkarcılara gelecek, sa­vunulması imkânsız azabı soruyor."(70:l-2) Zârıyât suresinde ise şu ayeti okumaktayız: "Ceza günü ne zaman?' dîye sorarlar."(51:12) ve A'râf suresinde şu ayet yer almaktadır: "Sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar; Gelip çatması ne zaman (olacak) diye..."(7:187). Mâide sure­sinde de şöyle denmektedir: "Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar..."(5:4). Bu hitab tarzı Kur'an'da pek çok defa kıllanıl-mıştır.

c- İnsanları, Allah'ın Yarattıklarım İÖzle-meye Davet: Kur'an öğüt vermek içininsan-ların dikkatini çekmek istediğinde O'nun varlığının göz alıcı ve açık delillerine şu tekilde işaret etmektedir. Bazen şöyle başlar: "Girmez­ler mi, gökleri ve yeri yarataı Al­lah'ın..."( 17:99) Nemi suresinde şu ayeivardır: "Geceyi, istirahat etmeleri için yaratığımızı görmediler mi?"(27;86). Ve Şuara suresinde şunları okumaktayız: "Yeryüzüne baknazlar mı?..."(26:7). Yasin suresinde de şöyk denil­mektedir: ''Kendilerinden önce nice nesiler ya­rattığımızı görmezler mi?"(36:31).

d- Kötü Akibetin Korkunç Habereriyle Uyarmak: Kâfirler kötü akıbetleri hodanda uyarılırken Kur'an onlara şu tarzda bir hi«n kul­lanır: "Onları Rahibinin huzurunda dudurul-muş iken bir görsen..."(6:30). Enfal sıresınae de şu ifade yer alır: "Görseydin o inkâr :denle-ri..."(8:50). Ve yine Sebe' suresinde şunları okuyoruz: " Sen o zalimleri, Rab'leriniı huzu­runda tutuklanmış, birbirlerine söz atalarken bir görsen..."(34:31).

e- Uyarı (İnzar) Metodu: Kur'an, manian günahlarının kötü neticeleri hakkında uyırırken şu usulü kullanır: "Güneş durulduğu :aman, yıldızlar kararıp döküldüğü zaman, dağlar yürütüldüğü zaman."(81:1-3) Bir sonrad sure­de şu ayetler yer alır: "Gök yarıldığı :aman, yıldızlar (etrafa) saçıldığı zaman, denizer kay­naştığı zaman, kabirlerin içi dışına geırildiği zaman."(82:1-4). Zelzele suresinde ise ,ıer alan ifade şudur: "Yer o yaman sarsıntı il; sarsı­ldığı. "(99:1).

f- Kısaltmalar Kullanma: Kur'an'da lisanlara bütün kelimeler kullanmak yerine kısütmalar kullanmak gibi yeni ve alışılmadık ütaplar vardır: "Elif lâm mim. İşte o Kitâb; kerdisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol gtsterici-dir."(2:l-2). Yunus suresi başlangıcı ist şöyle­dir: "Elif lâm râ. İşte bunlar, hikmetli Otâb'ın ayetleridir."(10:l). Meryem suresi dî şöyle başlar: "Kâf hâ yâ ayn sâd. Bu, Rabb'iım, kulu Zekeriyyâ'ya rahmetini anıştır."(10:l-2). Ve Tâhâ suresinin girişinde de şu ifadelere rastlıyo­ruz: "Tâ, Hâ. (Ey Muhammedi), biz bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye indirmedik."(20:1-2).

g- Tarihi Olayları Hatırlatmak: Kuranı Ke­rim insanlara Allah'ın nimetlerini ve rahmetini göstermek veya sadece öğüt vermek amacıyla önemli tarihi hadiseleri hatırlatmak istediğinde şu ifade tarzını kullanmaktadır: "İbrahim'in şöyle dediğini hatırla..."(14:35). "İbrahim'in şöyle dua ettiğini hatırla; 'Rabbim..."(2:126). Bakara suresinde ki bir başka ayette de şu İfade­ler vardır: "Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla:..."(20:80).

h- İnsan Topluluklarına Sesleniş: Kur'an, in­sanlara doğrudan onların tarihi isimlerini kulla­narak seslenir. Mesela, Bakara süresindeki hi­tab şekli: "Ey İsrailoğulları! Size verdiğim ni­metimi hatırlayın..."(2:40). Tâhâ suresinde de aynı hitab vardır: "Ey İsrailoğulları! Biz sizi düşmanınızdan kurtardık..."(20:80).

I- Mü'minlere Hitab: Yine onlara da isimle­riyle seslenir: "Ey inananlar! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin..."(5:51). Tevbe suresinde sesleniş de aynıdır: "Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa- dostlar edinme­yin..."(9:23).

j- Peygambere Hitab: Bazen insanlara İlet­mek istediği mesajı doğrudan Peygamber @'a söyleyerek onun bildirmesini İstemiştir: "De ki; O Allah birdir."(l 12:1). "De ki; Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam.' (109: 1-2).

k- Soruları Cevaplama: Bir soruya cevap ola­rak belli durumlarda Kur'an şu ifade tarzını kul­lanmıştır: "Sana (Allah yolunda) ne harcaya­caklarım soruyorlar. De ki; 'Verdiğiniz hayır (mal), ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmış(Iar) içindir..."(2:215). "Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar. De ki; Onda savaş, büyük bir günahtır..."(2:217). Ve yine aynı surede şu ifadeleri okuyoruz: "Sa­na şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki; 'O ikisinde büyük günah vardır...."(2:219).

Bazen de soruları cevaplarken şu tarzı kullanmaktadır: "De ki: 'Ey Kitab ehli, Allah yaptık­larınızı görüp dururken neden Allah'ın ayetleri­ni inkâr ediyorsunuz?"(3:98). Aynı surede yer alan bir başka ifade: "De ki: 'Ey Kitâb ehli, bi­zim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye ge­lin.

Bir başka durumda da soru sorana verilen cevap şu şekilde olmaktadır: "De ki: 'Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayacak olan­ları söyleyeyim mi?"(18:103). "Ey inananlar! Size, sizi acı azabdan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?"(61:10).

Rahman Suresinin Hususi Tarzı: Bu sure din­leyicinin gönlüne nüfuz etmede kendine has bir tarza sahiptir. Ayetleri birbiri ardınca Rah-man'in nimetlerini, kudretini, mucizelerini, kai­natı ve onun büyüklüğünü sayınca, sonra tekrar sayınca okuyanda ve dinleyende hususi bir etki bırakıyor.

Kısaca, Kur'an'ın çok yönlü, değişimli ve sayı­sız ifade tarzı kendine hastır. Bu tarz bütün in­sanlık tarihinde eşsizdir. Her fert ile tek tek ve onun anlayış ve zekâ kapasitesi, bilgi ve inanç seviyesine göre konuşmakta; ferdin meseleleri­ni ferde sunmakta ve yine aynı düzeyde çözüm getirmektedir. Bu sebeple benimsenebilecek çeşitli öğretim metodları konusunda kıymetli dersler vermektedir. Yeni metodların dinleyici­lerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarına göre gelişti­rilmesi konusunda da fikir vermektedir. Kur'an'da bu konuda rehberlik ve malzeme bol­luğu vardır; bakanlar, arayanlar, araştıranlar he­deflerine gidecek yolu gösterecek olan ışığı görmenin zor olmadığını farkedeceklerdir.

 

Eğitimin Gayesi

 

Eğitimin kendisi bizzat gaye değil vasıtadır. Gaye; maksattır, hedeftir. Batılı bilim adam­larının çoğu da insanların kültürel ve entellek-tüel mirasını gelecek nesillere aktarabilmeleri­nin ve onlan kendi hayat gayeleri doğrultusun­da yonlendirebİlmelerinin eğitim sayesinde mümkün olduğunu kabul etmektedirler. Dr. M.İkbâl'e göre; ferdin hayatı vücudun ve ruhun ilişkilerine dayanır. Bir milletin hayatı ise onun geleneklerinin ve kültürünün korunmasına da­yanır. Kan akımı durursa ölüm olur; hayat ülküsüne ehemmiyet verilmezse millet ölür..

Ana-babalar genellikle çocuklannı hayatlarını kazanmaları ve iyi bir iş sahibi olmalarını sağla­mak İçin eğitirler. Bazıları ilim elde edilmesini eğitimin gayesi olarak görürler. Diğer bazıları topluma hizmet veya iyi vatandaş olmayı eğiti­min gayesi olarak düşünürler. Eğitimin bu şekilde pek çok gayesi vardır.

Fakat İslâmda eğitimin gayesi; Allah'a muti ve salih bir kul haline gelmektir. Eğitim, öğrenci­lerin tabii" eğilimlerini doğru istikamete çevir­meli ve onların aklî1, fizikî ve ahlaki yönlerden hakikaten Allah'ın iyi kulları olmalarını sağla­malıdır. Eğitim, kişileri, daima Yaratanının ve Yüce Allah'ın iradesi doğrultusunda düşüne­cek, plan yapacak ve davranacak bir tarzda şekillendirmelidir. İslamda eğitim konusunda olan ve olması gereken doğru, şümullü ve esas gaye budur.

Eğitim, öğrencileri İslamın onlarla kaim olduğu inancı ve ideallerle yetiştirmelidir. Yine İslam'ın kültürünü ve esas prensiplerini koru­maya ve ilerletmeye gayret etmelidir. Bazı batılı bilim adamları bile eğitimin bu yanlarına ehemmiyet vermişlerdir. A.N.Whitehead "eğitimin mahiyeti dini olmalıdır" derken bu noktaya işaret ediyordu. (Vide, Hughes;Educa-tion Some Fundomental Problems,sh,86).

Dr. M.İkbal'e göre; hayatımızın ve eğitimimi­zin gayesi İslam olmalıdır. İkbâl, bir mektubun­da arkadaşına ilmi şöyle açıklamaktadır: "İlim ile, temeli duyular olan bilgileri kastediyorum. Bu ilmin dine tabi olanı fiziki güçleri kabul eder. Eğer dine tabi değilse, o vakit bu bilgiler zararlı, nazarî ve ehemmiyetsizdirler. Bilgiyi İslamı-leştirmek Müslümanların vazifesidir... Bilim, dine tabi kılınırsa o zaman insanlık için büyük bir nimet olur."(Muhammed İkbâl, The Re-construction of Religious Thought in Islam,sh.l31-132).

Bu, açıkça göstermektedir ki, İkbal'e göre eğiti­min gayesi İslami düşüncedir. O, eğitimin fikr sistem istikameti olması düşüncesindedir ve di­ne karşı tarafsız bir eğitimi zararlı ve şeytani olarak nitelemektedir. Onun İslam ümmetine tavsiyesi şudur: Eğer İslam'dan ilham almak is­tiyorlarsa dağılmış kuvvetlerini bir araya geti­recekler, kaybolmuş bîrlİk-bütünlüklerini yeni­den kazanacak ve böylece tamamen yok olmak­tan kurtulacaklardır. (Saiydaİn, K.G.; Ikbal's Educational Philosophy, Lahor 1942,sh.99).

Kur'an bu gayeyi şu ifadelerle açıkça ortaya koymuştur: "Okuma yazma bilmeyenlere, İçle­rinden kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitabı ve hikmeti öğre­ten bir peygamber gönderen Allah'tır. Daha önce ise, onlar apaçık bir sapıklık içindeydi­ler."^^). Sonra, Kur'an peygamberlerin görevlerini açıklarken bu konuyu daha da vuzu­ha kavuşturmuştur: "Andolsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Ki­tabı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler..."(57:25).

Bu sebeple peygamberlerin vazifeleri insanları eğitmek, onlara Allah'ın yolunda önderlik et­mek, doğruluğu öğretmek, âdil ve sağlıklı bir toplumu teşekkül ettirmek idi. Peygamber @ da insanların hayati vasıflarını geliştirmek üzere gönderilmişti; ahlâklarını, huy ve alışkanlık­larını her türlü fenalıktan arıtmak ve hayatlarını sıfatların en güzelleriyle donatmak içindi. Do­layısıyla eğitimin gayesi bu nebevi vazifeyi İfa etmek; Müslümanları eğitmek, İslamın mesaj ve ideallerini tebliğ ederek onları mükemmel hayata hazırlamaktır. (Hurşid Ahmed; Princip-les of IsIamİc Education, sh .2=27).

 

Eğitimin İslâmî Hedefi

 

İlmin elde edilmesi ve nefsin tezkiyesi İslami eğitim sisteminin vazgeçilmez iki unsurudur. Bütün bilginin kaynağı Allah'tır ve bilgiyi in­sanlara peygamberleri vasıtası ile vermiştir. El­çiler insanları İslami ideallere göre eğitirler, on­ları arıtırlar; toplumda adaleti, ihsanı ve iyiliği tesis etmeye hazırlar. Bu İslami eğitimin ana il­kesidir. İslam hem bilgiye, hem de terbiyeye önem verir ve her ikisini de gayesi İçin elzem kabul eder.İslam, bilgiyi ve nefsini (terbiye sa­yesinde) arıtmayı eğitim sisteminin vazgeçil­mez unsurları olarak görür. Bilgi ve karakter teşekkülü aynı resmin iki yüzü gibi kabul edilir. İslami eğitim genç insanı cemiyet seviyesinde olduğu kadar, fert seviyesinde de İslami hikmet ve fikriyatının derin kanaatleri ile teçhiz eder. Böylelikle onları Peygamber @'ın vazifesini sürdürmeye hazırlar; bu vazife İslam'ın me­sajım yaymak, saf, adil ve sağlıklı bir sosyal sis­tem tesis etmektir.

Bundan dolayı İslami eğitimin ana görevi genç nesli İlahi vahye göre yetiştirmek, onlarda bu dinin ruhunu ve ideallerini geliştirmek, onları İslamın hizmetine amade bir hayata hazırla­maktır. Bu ideali elde etme yolunda her konuyu öğretirken genç nesile teker teker İslami bakış açısını açıklamak gereklidir. Batı dillerinin ve fenninin öğretiminde malzemeyi tetkik ve tah­kik etmeye hassasiyet gösterilmelidir; böylece onu genç Müslüman nesle öğretirken gayr-i İslami (örn.gayri ahlâki, müstehcen, gayri dini) malzeme ayıklanmış olur.

Müslüman öğrencilerin Batı kültür ve Batı ha­yat tarzlarından etkilenmemesi için yabancı li­san ve bilimleri öğretirken her safhada İslami kültür, tarih ve İdealler anlatılmalı ve tasvir edil­melidir. Gerek görüldüğünde gayri ahlâki veya müstehcen hikâye veya olayları tasvir eden ve gayri dini, liberal görüşler sunun kısımlar ders kitaplarından ve yardımcı okuma kitaplarından Çıkarılmalıdır.

Yine bunun gibi, bilimlerin öğretiminde her safhada tevhid kavramı -Allah'ın birliği, kâi­natın-ve onun fiziki kanunların yaratıcısı ve ha­kimi olduğu- vurgulanmalıdır. Her aşamada öğrencilere O'nun bütün arazların ve sebeplerin Hakiki Sebebi olduğu hatırlatılmalıdır.

 

İslkmî Eğitim Sisteminin Ana Özellikleri

 

İslami eğitim sistemini çeşitli toplumlarda cari laik eğitim sistemlerinden ayıran bazı özellikle­ri vardır. İslami eğitimin ana özellikleri aşağıda Özetlenmiştir:

1- İlmin Elde Edilmesi: İslamın esaslarına İlişkin ana bilgiler her Müslümana farzdır. Alla-hu Teâlâ her rasulüne öncelikle bu bilgileri ver-nıiştir. Hz.Muhammed @'ın aldığı ilk vahiy ona ilmi emrediyordu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı alâktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyodan) yarattı. Oku! Rabbin en büyük ke­rem sahibidir."(96:1-3).

Böylece Rasulullah Muhammed @'a ilk vahiy­de Islâmm ana mesajı bu sâde kelimelerle veril­mişti. Bu sözler, Allah'ın verdiği ilmi kazan­manın ve onu diğer insanlar arasında yaymanın Rasule ve onun takipçilerine vazife olduğunu beyan etmektedir. Hz.Muhammed @ bizzat şöyle buyurmuştur: "İlim tahsil etmek, kadın erkek her Müslümana farzdır."

2- Bilgiyi Öğretmek: Birinci husus, ikinciye götürmektedir. İslami eğitim sisteminin dikkate değer bir özelliği de, tahsil edilen ilmi öğretme­nin Müslümanlara farz kılınmasıdır: "Okusun­lar da diğerleri (muharebeden) döndüklerinde onları inzar etsinler. Umulur ki, çekinir­ler."^: 122). "Şu günü hatırla ki; Allah, Kitab verilenlerden şöyle bir söz almıştı. Elbette onu insanlara   anlatacak   ve   gizlemeyeceksi-niz,"(3:187). "Bildiğini gözleyenin kalbi mu­hakkak ki günahkârdır."(2:283). Bir hadislerin­de Peygamber @ da şöyle buyurmuşlardır: "Al-lahu Teâlâ ilim verdiği alimlerden de peygam­berlerden aldığı misak (söz) gibi, ilimlerini sak-lamayıp  insanlara  açıklamaları   için   söz almıştır."

3- Ahlâki Değerler: Ruhi ve ahlâki değerler üzerinde hassasiyetle durulmuştur ve bunlara büyük Önem verilmiştir. Her halükârda bu değerleri ayakta tutmak ve korumak için hiç bir gayretten kaçınılmamalıdır. Bu bizzat Rasulul­lah @ tarafından belirtilmiştir:"Ben güzel ahlâ­kı tamamlamak üzere gönderildim."(Muvatta). pır başka defasında da şöyle buyurmuştur: insanlar size her taraftan ilim tahsil etmeye ge­leceklerdir. Onlara iyi ahlâk öğretiniz."(Tirmi-zi)                                         

4- Allah Rızası ve Kamu Yaran: İlim hiç bir maddi karşılık beklemeksizin, fakat cemiyetin

iyiliği ve Allah'ın nzası için tahsil edilir ve öğre­tilir. Bu görüş Hz.Muhammed @'ın Ebu Davud, İbni Mace, Ahmed, Tirmizi, Darimi vb. tarafın­dan nakledilmiş pek çok hadislerine dayanmak­tadır.

5- İlim Arzusu Yaygınlaştırılmalıdır: Bütün insanlar; çocuklar, yetişkinler; okur-yazar olan­lar ve olmayanlar ilmi aramaya teşvik edil­mişlerdir. Kütüphaneler, okuma salonları, eğitim kurumlan tesis etmek ve eğitici münaza­ralar düzenlemekle insanlar, hayatlarının sonu­na kadar çalışmalarına devam edebilirler. Pey­gamber @'ın şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: Mü'min ilme doymaz, ömrünün sonuna kadar ilim tahsil eder."

6- Öğrencinin Durumuna Göre Eğitim:

İslâmın ilk devirlerinde, eğitim çocuğun yaşma, kabiliyetine ve temayüllerine göre verilirdi. Eğitimin seyrini kolaylaştırmak için her çaba sarfedilirdi. Peygamber @ bu temel prensibi şöyle buyurarak tesis etmiştir: "Kolaylaştınnız, zorlaştırmayımz; müjdeleyiniz, nefret ettirme­yiniz." Dördünce reşid Halife Hz.Ali bu prensi­bi şu sözlerle ayrıntılı olarak belirtmiştir: "İnsanların gönlünün arzu ve meyilleri vardır; bazen dinlemeye hazırdırlar, bazen değildirler. Onların gönlüne, meyillerine göre girin. Dinle­meye hazır olduklarında konuşun. Çünkü insan gönlü öyledir ki, sen onu bir şey yapmaya zor­ladıkça o körleşir ve senin istediğini redde-der."(Kitab-ül Haraç, Ebu Yusuf).

7- Kişiliğin Geliştirilmesi: Her öğrencinin ye­tenek ve hünerinin gelişmesi ve topluma faydalı hale gelmesi için geniş fırsatlar verilir.ve her ço­cuk Allah'ın bir emaneti olarak görülür. Onun bütün fiziki, akli kabiliyet ve güçleri Allah'ın bir nimeti olarak kabul edilir.  Her çocuğun kişiliğinin tam olarak gelişmesi ve büyümesi için kolaylıklar sağlamak üzere yerinden oy­natılmadık taş bırakılmaz. İslami sistem ve onun bir çok organları çocuğu sırat-ı müsta-kim'e, yani İslam'a yöneltmekle vazifelidirler.

8- Fiil ve Sorumluluklara Önem Vermek:

Her öğrenci, bilgisini pratiğe dökme konusunda uyarılır ve ikna edilir. Çünkü Peygamber @'ın buyurduğu gibi sadece teorik ilim gerçek fay­dayı sağlamaz: "İlim iki çeşittir; Biri dilden gönüle gider, bu faydalı İlimdir. Diğeri dilde kalır ve Hesap Gününde sahibinin aleyhine şahitlik eder."(Darimi).

İslami Eğitim sistemi aynı zamanda her öğren­ciye ferdi, ailevi ve toplumsal sorumluluk­larının hakiki bilgisini verir ve onu, bu sorumlu­lukları Allah'ın ve Rasulünün doğrultusunda yerine getirecek şekilde terbiye eder.

Dersler ve Müfredat İle İlgili Meseleler

Dersler ve müfredat programı eğitimin tabiatını ve gayesini belirler. Eğer eğitimin gayesi sekü-larist ise, o eğitimin bütün özü gayr-i dini ve seküler olur; Allah ve O'nun rehberliği eğitimin hiç bir bölümünü teşkil etmez. Veya, eğitimin gayesi komünizm ise, o vakit bütün müfredata rengini veren ateist (dinsiz) felsefe olacaktır ve Allah'tan hiç bahsedilmeyecektir.

İslami eğitim ideolojik muhtevalı olduğundan müfredatının ve derslerinin de fikriyat ile dolu olduğu görülecektir. Dolayısıyla İslami eğiti­min tabiat ve muhteviyatını İslam inançları ve idealleri belirleyecektir:

1- Tevhid (Allah'ın Birliği): Allahu Teâlâ, yeryüzünün ve bütün kainatın Yaratıcısı, Rabbi ve Hâkimidir. O Azizdir. Bütün insanlar O'nun kuludur, bu yüzden de O'nun hükümlerine tabi­dirler. İnsanlar herhangi bir Yaratıcı olmaksızın varolmuş bağımsız varlıklar değildirler. Ona itaate mecburdurlar.

2- Risalet (Peygamberlik): İnsanlara yol göstermeleri için Allah, elçilerini göndermiştir. Hz.Muhammed @  Allah'ın  son elçisidir.

İnsanlık hakiki ve ebedi rehberliği sadece O'nun peygamberinden alabilir ve sadece bu yolla yeryüzünde bir Hakikat, Adalet, Fazilet sistemi tesis edebilir.

3- Ahiret: Bütün insanların ölmeleri mukad­derdir ve yine bütün insanlar Rableri huzurunda yaptıklarından veya ihmal ettiklerinden dolayı muhakeme edileceklerdir. Muti ve muttaki olanlar cennette ebedi hayatla mükâfatlandı­rılacaklar; asi ve kötü olanlar ise cehennemde ebedi azabla cezalandırılacaklardır.

4- Hilafet Kavramı: Yeryüzü, kâinat ve on­ların içindeki herşey Allah'a aittir. İnsan ise yeryüzünde O'nun halifesİdir. Bu sebeple in­sanoğlunun takınması gereken doğru tavır ve izlemesi gereken doğru yol yeryüzünde Allah'a muti bir kul olarak yaşamak, O'nun emirlerine uymak, iyiliği emr, kötülükten nehyetmek; yeryüzünde adaleti, iyiliği ve fazileti tesis et­mektir.

Müfredat ve onun esasları bu çizgilerle belirlen­melidir. İslamın esasları, manaları, gayeleri, ferd ve sosyal hayat üzerindeki etkileri öğren­ciler tarafından tam anlamıyla anlaşılacak şekil­de öğretilmelidir. Öğrencilere İslamın ahlâki değerleri, İslam kültürünün tabiatı ve muhtevi­yatı; Müslüman olarak deruhte ettikleri vazife ve misyonlar da öğretilmelidir. Uygun ve den­geli sınırlar içerisinde öğrencinin kişiliğini ge­liştirmesine hususi bir önem verilmelidir. İslâm, itidal ile kaimdir ve ideali dengeli bir şah­siyet oluşturmaktır; sosyal sorumluluk duygusu ile beraber ferdi kişiliğin dengeli geliştirilmesi gerekmektedir.

Bu müfredatın bir diğer özelliği, öğrencinin ka­rakterini inşa etmeyi önemsemek olmalıdır. Çünkü bir toplumda karakter terbiyesi okul kavramıyla yakın alakalıdır. (Prof. Smith, W.O.Lester; Education, sh.25). İslam iyi dav­ranışlara büyük önem verir; eğitim, iyi bir ka­rakter inşa etme yoluna gitmezse, asıl gayesine hiç bir zaman ulaşamaz. Peygamber @'ın ana görevlerinden biri, insan hayatını tezkiye etmek ve iyi bir karakteri kaim kılmaktır.

Karakter alışkanlıkları hayatın erken devrele­rinde şekillendiklerinden, okul eğitimi çocuğun karakterini inşa etmede önemli rol oynayabilir. Bu sebeple, okul müfredatının çocuğun karak­terini İslami modele uygun yoğuracak bir şekil­de hazırlanması muhakkak lüzumludur. İmam Gazali şunu işaret ederken son derece haklıdır: "Eğitim, genç aklı sadece bilgiyle doldurmayı esas edinmemeli, aynı zamanda çocuğun ahlâki karakterini uyarmalı ve onu sosyal hayatın adabına uymaya teşvik etmelidir.

gir Müslüman için ideal karakter örneği Hz.Muhammed @'dır. "Andolsun Allah'ın El­çisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır."(33:21). Bu sebeple Hz.Muhammed @'ın hayat tarzından önemli örneklerin okul eğitiminin her safhasında Öğrencilere aktarılması istenen bir husustur. Bu, sahabenin hayatlarından örneklerle de des­teklenebilir.

İslam, hayatın icablarını yerine getirmekle ka­imdir ve müminlere her iki dünyanın en iyisini aramalarını söyler. Dolayısıyla İslami eğitim genç nesli hayat mücadelesine hazırlar; onlara, hayatlarını helal ve temiz yoldan kazanacakları bir eğitim verir, onlan çeşitli sanatlar ve zenaat-lerde eğitir, toplumun çok çeşitli iktisadi, sosyal ve ilmi ihtiyaçlarını temin eder.

 

KISIM 4

 

AİLE HAYATI

 

Kişinin aile hayatı, onun tabiatının, dav­ranışlarının ve karakterinin gerçek aynasıdır. İnsanın, ev dışındaki sosyal hayatta bütün hare­ketlerinin yapmacık olması ve hakikatte ol­duğundan tamamiyle değişik bir suret göster­mesi mümkündür. Ancak, gerçek kişiliğini aile­sinden saklamayı uzun süre başaramaz. Aslında bunu hiç kimse de denemez, çünkü bu İki yüzlü davranış uzun müddet sürdürülemez. Bu sebep­le insanlar evlerindeki hayatla denenirler; eğer bir kişinin karakteri hakkında hüküm verilmek isteniyorsa onun aile hayatı görülmelidir. Ken­disi, diğer insanlara anlattığı takva, şefkat ve merhamet gibi mefhumları ne derece hayatında tatbik ediyor? Başkalarını Kitab ve Sünnetle uyanrken kendisi bunları ne kadar kaale almak­tadır? Dışarıya öğrettiği bu esas mefhumları kendi ailesi ne ölçüde yerine getiriyor ve uygu­luyor? Gerektiğinde bütün dünya ile savaştığı dinine sahip olmakta evinde ne kadar başarılıdır? Başkalarından talep ettiği sade ha­yat, fedakârlık, sabır, itminan, ahlâk ve namus kendi evinde ne kadar görülmektedir? Eğer bir insan bu imtihandan başarı ile çıkarsa, o vakit kimse onun ahlâkının, karakterinin ve samimi­yetinin üstünlüğünü inkâr edemez. Onun pren­siplerinden ve düşüncelerinden ayrı olabilirsi­niz, fakat, ona samimiyetsiz ve karaktersiz di­yemezsiniz.

Şimdi İslam Peygamberinin hayatını bu göz İle inceleyelim ve O'nun bütün insanlara yaptığı Hakikat Çağrısı ile kendi evindeki hayatı ara­sında ne dereceye, kadar, benzerlik olduğunu görelim. Öyle görülmektedir ki, tüm insanlar arasında sadece Hz.Muhammed @'ın hayat ki­tabının her sayfası açıktır ve tarih, siret, hadis kitaplarına kaydedilmiştir. Bu kayıtların Mes-cid-i Nebevi'de Hz.Muhammed @'ın ashabı arasında ne yapıp ne söylediğine dair sahih riva­yetleri kaynak aldığını kesinlikle bilmekteyiz: Hanımı ve çocuklarıyla nasıl yaşadığını ve vak­tini nasıl değerlendirdiğini de yine aynı sahih-likle bilmekteyiz. O, hayatını hususi ve umumi diye iki parçaya bölmedi. Aksine, hayatının her bölümü her zaman insanlara açıktı ki, böylece insanlar O'nun söz ve davranışlarını takip edebilsinler, gerekli ibretleri alabilsinler. Peygam­ber @ insanlara yalnızca umumî hayatını aç­madı, husus* hayatında da bu insanlara Öğrete­ceği davranışlar ve dersler olması dolayısıyla sadece ashabının değil, düşmanlarının da görmeleri için açık bir kitap gibi herkesin gözle­ri önüne sermiştir. Böylece dilerlerse onu örnek edinirler ve eğer dilerlerse şüpheli bir şey bul­duklarında çekinmeksizin tenkit edebilirler.

Dünyada diğer erkeklerin hanımları aile hayatı­na ait sırların muhafızıdırlar. Yalnızca Hz.Mu-hammed @'ın zevceleri, inananların temsilcisi olarak, O'nun aile hayatının her yönünü muha­faza etmişler, daha sonra büyük bir dürüstlük ve imanla onu diğer insanlara aktarmışlardır. Giz­li, açık her fiili önümüzde olan böyle bir hayat Peygamber @'ın hayatının iki veçhesinde ne kadar büyük bir uygunluk olduğunu görmek için en münasip bir yoldur.

 

Ailenin Fiilleri

 

Peygamber @'m aile fertlerinin hayatlarının en başta ve göze çarpan veçhesi, onların fiilleri Peygamber @'ın gece-gündüz meşgul olduk­larının aynısı idi. Ailesi dünyevi arzular ve maddi gayeler peşinde koşarken Hz.Muham-med @'m halka Allah'a ibadet ve itaati anlat­ması veya evi dışındaki insanlara takva, kanaat, cihad gibi konulan öğretip eve gittiğinde bu ko­nuları unutması, kendisini evin işleri ve ra­hatlığında kaybetmesi gibi tezat teşkil eden du­rumlar asla söz konusu değildi. Gerçek tam tersi idi; Evinin dışında ne vazifesi varsa evine de aynı vazifeyle girerdi. Kendisinin meşguliyeti neyse ehli de vakitlerini aynı meşguliyetle geçi­rirdi. Kur'an, Hz.Peygamber @'ın bu yüce vası­flarını ve vazifelerini şöyle ifade etmektedir: "Okuma yazma bilmeyenlere, içlerinden kendi­lerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arın­dıran, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir pey­gamber gönderen Ali ah'tır... "(62:2).

Peygamber @'ı bu vazifeleri, kadın-erkek bütün münafıkların gece gündüz İlgilerini bu yüce vazifeden dünyevi arzu ve ilgilere çekipe-ye uğraştıkları bir zamanda o münafıklarla be­raber Peygamber zevcelerine de hatırlatılmıştır. Münafıkların kadınları Peygamber <g>'m ev halkına gitmişler ve onları çeşitli yollarla ya­nıltmaya çalışmışlardır. Şöyle demişlerdir: "Sizler soylu ve zengin ailelerin kızlarısınız. Rahat ve lüks içinde yetiştiniz. Bu adam sizi se­falet ve yokluk içine attı. Eğer onun esaretinden kurtulursanız o zaman büyük kabilelerin başkanları size evlilik teklif ederler, hayatınız çok rahat ve lüks içinde-geçer." Peygamber @'ın hanımları bu şekildeki şeytani propagandalar­dan etkilenmeyecek kadar bu duyguları aşmışlardı. İnsan tabiatının genel zayıflığını en iyi bilen Allahu Teâlâ yine de onlara tevdi edi­len büyük ve ulvi vazifeyi hatırlatmıştır. Hz.Muhammed @ onları bu yüce vazifenin so­rumluluklarını omuzlamaları için seçmiştir, bu dünyadaki hiç bir mevki ve şeref onlara Allah'ın tevdî ettiği bu vazifenin azametine ve yüce­liğine denk olamaz: "Ey peygamberin hanım­ları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, edalı ko­nuşmayın, yoksa kalbinde hastalık olan kimse tamaha düşer; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde oturun; önceki cahiliyye-de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekatı verin; Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamber ailesi! Şüphesiz sizden ku­suru giderip sizi tertemiz yapmak ister. Evleri­nizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini hatırda tutun. Şüphesiz ki Allah, Latif dir, Ha-bir'dir...."(33:32-34).

Kur'an'ın bu ayetleri açıkça göstermektedir ki, Hz.Muhammed @ Allah tarafından insanların hallerini iyileştirmek ve onları arıtmak, onlara Kitab ve hikmeti Öğretmek için gönderilmiştir. Yine bunun gibi aile fertleri de vazifesinin ta­mamlanmasında yardımcı olabilmeleri için özellikle seçilmiştir. Peygamber @ nasıl bir rehber, imam, lider, elçi olarak en yüksek mer­tebede yer alıyor ve insanlar ona uymakla emre-diliyorsa, aynı şekilde Peygamber @'ın hanı­mları da erkek ve kadınların anneleri ol­muşlardır ki, böylece insanlar onları model ola­rak kabul edip Peygamber @'dan gözledikleri hayat tarzını yine onlardan öğrensinler.

Nasıl ki, Hz.Muhammed @ diğer insanlara an­lattığı davetin icablarını herkesten daha dikkatli ve gayretli olarak bizzat yerine getirmiş ve tat­bik etmişse, benzer şekilde hanımlarına ve ev halkına da evlerinden çıkan bu nur kaynağından Önce kendilerini aydınlatma va akabinde başka­larını aydınlatma mesuliyeti yüklenmiştir. Al­lah, bu dünyanın zenginliklerinin Peygamber @'i kendine çekmesini nasıl istememişse, öyle­ce ehli beytin de bu dünyanın zevk, eğlence ve servetleri ile meşgul olmalarından hoşlan-mamıştır. Hz.Muhammed @'ın hususi ve umu­mi hayatında tam bir ahenk ve benzerlik vardı. O'nun ev halkı da onun gece-gündüz meşgul ol­duğu bu ulvî gayeye gönülden bağlı idiler.

Fâsık ve münafık kimselerin, Peygamber @'a ve memur kılındığı vazifeye karşı akla-hayale gelebilecek her saldırıyı, iftirayı Allahu Tea-la'nın yardımı ve yol göstermesi sayesinde Hz.Muhammed @ bu planlardan emin ve göre­vinde sabit kaldı. Yine aynı yoldan kadm-erkek münafıklar Peygamber @ 'm ev halkıhın ve evi­nin huzur ve sükunet dolu havasım bozmak ve karışıklık içine itmek için planlar yaptılar; fakat Allah Teâlâ onlan emin kıldı; bu dünyanın arzu ve cazibeleri onları Peygamber @'ın ulvî reh­berliği altında takip ettikleri Hak ve Hakikat yo­lundan çevirmekte başarısız kaldı.

 

Hakka Bağlılık

 

Gerçek şudur ki, mü'minlerin anneleri olan Pey­gamber @'ın hanımları bu dünyanın lüks ve ih­tişamına, cazibe ve ilgilerine tamamen bigane kaldılar. Kendilerini bütünüyle Allah'a ve Ra-sulüne itaate, Allah'ın Dirimi tebliğe, Kitab ve. Sünneti Öğretmeye ve yaymaya verdiler. Bu, baskı altında yapılan bir iş değildi. Yine bu gay­retleri, kocaları özel bir çeşit hayat ve vazifeyle mesul kılındığından, kendilerine de bu vazifeye bağlanmak mecburiyetinden, ister istemez gönüllerini bu dünyanın arzu ve rahatlıkların­dan azade kılmaktan başka tercihleri kalmasın­dan dolayı değildi. Bu sade hayat, bağımsız ve kendi hür iradeleri ile seçilmişti. Onlara dünya hayatı teklif edildi. Ancak onlar bunu reddetti­ler. Ve ne pahasına olursa olsun Hz.Muhammed @'ın dostluğunu kabul ettiler. Habis ve nifak ruhlu İnsanlar onları gayri memnun kılmak için ellerinden geleni yaptılar, fakat onların Pey­gamber @'m sevgisi ile elde ettikleri itminan ve iç huzurunda hiç bir değişiklik olmadı. Müna­fıkların Peygamber, hanımlarım ifsada yönelik habis faaliyetleri fazlalaşmca, meseleyi nihaye­te erdirmek için Peygamber @ hanımlarına Al­lah'ın elçisi ve dünyanın zenginlikleri arasında tamamen kendi arzu ve istekleri doğrultusunda serbest seçim hakkı verdi. Eğer dünyanın zevk ve sefasını isterlerse, Rasulullah @ onlara me-hirlerini vermeye ve onları düzgünce boşamaya hazırdı. Eğer, dünyayı reddedip kendilerini Ra­sulullah @'m muhabbet ve dostluğuna, Allah'ın Dİnİ'nin hakimiyeti için savaşmaya verirlerse, o vakit halihazırda Peygamber @'in evinde sürdürdükleri takva hayatı ile yetinmek ve tat­min olmak zorunda idiler.

Kur'an-ı Kerim, Peygamber @'ın hanımlarına teklifinden şu sözlerle bahseder: "Ey Peygam­ber! Eşlerine şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, pey­gamberini, ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır." (33:28-29).

Hanımlarını bu tercihle başbaşa bırakan Hz.Muhammed @ bir taraftan onlara bu fırsatı tanımış oluyor ki, böylece eğer Kelimetullah'ı yüceltme ve Allah'ın Dîni'ni hâkim kılma ci­hadında Peygamber @'ın dostu olarak kal­mayı, nefsin arzularını terbiye etme ve takvaya doğru olan bu zorlu yolculuk ve mücadeleyi isti­yorlarsa, Peygamber @ ile olan beraberlikleri tamamen kendi kesin ve hür seçimleri ile olmalı idi. Ancak böylece bu mücadele ve çabalar için Allah tarafından verilecek mükafatta onun tam ortağı olabilirlerdi. Diğer taraftan Peygamber @'ın aile hayatında huzursuzluk ve karışıklık çıkarmak isteyen ve bunun için uzun süredir çalışan münafıkların da gayretlerinin neticesini görmelerine fırsat tanıyordu. Peygamber @'ın bu beyanından sonra muhakkak gönüllerinde büyük bir huzur bulmuşlardır. Çünkü uzun yıkım ve tepki kampanyalarından sonra şimdi zaferlerinin zamanı gelmişti. Onlar bekliyor­lardı ki, hepsi değilse bile Peygamber @ hanımlarmdan bazıları bu tekliften sonra onun refaka­tinde kalmayı reddedecekti ve böylece münafı­klar Peygamber @ 'a karşı ve onu incitmek için yeni malzeme elde etmiş olacaklardı. Fakat, bütün hanımlarının Peygamber @ ile beraber kalmada ittifak ettiklerini görünce, özellikle bu seçim hakkından sonra Peygamber @'ın hanı­mlarının itaat arzularının ve ona olan muhabbet ve inançlarının kuvvetlenerek arttığını bildikle­rinden kendilerini son derece aşağı hisset­mişlerdir. Hz.Muhammed @'ın hanımlarından her biri tek tek, içindeki tüm zenginlik ve zevk­ler ile birlikte bütün dünyanın hükümranlığının ve liderliğinin Hz.Muhammed @'a sefalet, açl­ık ve iyilikte refik olmak yanında bir hiç ol­duğunu açık sözlerle beyan etmişlerdir.

Böylece Peygamber @'ın hanımlarının bu ulvi vazifeye sadece Peygamber @'e olan evlilik bağı ile bağlı olduklarından dolayı sanlmadı-klan, her biri için bu vazifenin hayatlarının ger­çek gayesi ve hedefi haline geldiği dost ve düşman herkese açıklanmış oldu. Ebu Seleme b. Abdurrahman, Hz.Aişe'nin kendisine şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Tahyir ayeti vahye-dildiği zaman Peygamber @ bu meseleyi her hanımının önüne ayrı ayrı koydu. Benden başlayarak "Senden bir şey soruyorum, ama acele cevap vermen gerekli değil. Ana-babana danıştıktan sonra cevaplayabilirsin." dedi. Son­ra bu ayeti okudu. Ben şöyle cevapladım: Bura­da ana-babama danışmamı icab ettirecek bir şey var mı? Ben dünya ve onun şaşaasına karşı Al­lah'ı, Rasulullah'ı ve ahiret muradını seçiyo­rum.' Öbür kadınlar da öyle söylediler. "(Buha-ri). Allah'ın ve rasulünün sevgisi onları bu dünyanın zevk ve cazibelerinden tamamen bağımsız kılmıştı. Allah'ın ve rasulünün sevgisi için her şeyi feda etmeye hazırdılar. Bu hareket­leri takdir ve tahsin edilerek; "Ey Peygamber, bundan başka kadınlar sana helal olmaz. Ve bunları başka zevcelerle değiştirmek de olmaz" ayeti nazil oldu. Bu, insanlık tarihinde nev'i şahsına münhasır bir misaldir. Zaten Hz.Mu­hammed @ da insanlık tarihinde başka örneği olmayan bir insan, elçi ve peygamberdi. Ondört ve altmış arasında değişik yaşlarda 9 hanımı vardı. Hepsine de Peygamber @ yoksulluk için­de yaşamak veya onu bırakarak rahat içinde dünya hayatından zevk almak tercihi veril­miştir. Hiçbiri ikinciyi seçmedi ve yokluk içinde de olsa Hz.Muhammed @'in refakatini kabul ettiler.

Peygamber @'ı tenkit etmeye kalkışanlar kendi hayatlarına ve kendi hanımları karşısındaki du­rumlarına baksınlar. Kendi hanımları böyle bir teklife nasıl tepki gösterirlerdi? İşte bu sebeple Hz.Muhammed @, insanlığa hayatın bütün sa­halarında mükemmel bir örnek olan tek in­sandır. Aile reisi, koca ve baba olarak bütün in­sanlar için yegane bir Örnek sunmaktadır.

 

Sevgi, Güven ve İzzet-i Nefs

 

Bütün bunların yanısıra hiç kimse Peygamber @ ve ev halkı için bolluk yerine yokluğu, dünya yerine ahireti, kendilerine hizmet yerine in­sanlığa hizmeti seçti diye aile hayatlarında saa­det, neşe, alâka, hareketlilik, iniş ve çıkışlar ol­madığını, sadece bozulmayan huzurlu bir hayat sürdüklerini düşünmemelidir. Bu düşünce, ha­kikatten uzak kalmaktadır. Peygamber @'ın ai­le hayatı bir insanın hayatının dolu olması gere­ken bütün haller ve hareketliliklerle dolu idi. Ancak hayatın anormalliklerinden ve kendini bu dünyanın zevkleri içinde unutmaktan uzak bir hayat idi. Peygamber @ çalıştığı, çabaladığı, ibadet ettiği gibi uyurdu da, bazen yerdi, bazen günlerini aç geçirirdi, oruç tutardı, bazen mutlu, bazen hüzünlü idi, müşfik olduğu kadar bazı du­rumlarda katılık gösterirdi. Kısaca, hayatta bu­lunması mümkün bütün yönler evinde O'nun ta­rafından da yaşanmıştır. Ancak, Peygamber @ İle diğer insanların hayatı arasında bir fark gösterilecekse o da O'nun hayatının kendi başına bir örnek olduğudur. O'nun hayatında ta­bii sınırları aşan hiç bir şey yoktu. Böyle bir hâl olmuşsa, daha bir alışkanlık hâlini almadan Al-lahu Teâlâ tarafından düzeltilmiştir.

Peygamber @'hanımlarına karşı son derece müşfik idi. Hatta bazen onları memnun etmek için kendine hoş gelen şeyleri bırakmıştır. Fakat eşlerinden herhangi birinin heva ve hevesine de uymamıştır. Allah (c.c), onun bu müşfik tutu­munu sever, ancak bu tutumun sonucu helali ha­ram, haramı helâl yapacak kadar ileri gitmemeSİ için ikaz ederdi. Peygamber @ hanımlarına cok güvenmiş, onlarla sırlarını paylaşmıştır, eğer sırrım bir eş saklayamazsa kim saklar? An­cak, sırlan muhafaza hususunda eşleri bir zayıf­lık gösteriyorsa, Peygamber @ onları ciddi bir şekilde tekdir etmiştir. Çünkü kocanın hanı­mlarına güvenmesi ne kadar takdire değer ise, hanımlar için sırlan muhafaza konusunda güve­nilir olmak o kadar lüzumludur ve onlardan hiç biri bu güveni kötüye kullanmamalıdır. Pey­gamber @ bazı durumlarda aile fertlerini tekdir etmiştir ama bunda bile usulü ve tekdir tarzı kendine hastır. Bir kimseyi tekdir ettiğinde ona sert şekilde muamele etmez, o kimsenin mese­leyi anlayabileceği ve yanlış değerlendirmeye­ceği bir şekilde davranırdı.

Hanımlannın birbirleriyle olan karşılıklı müna­sebetleri -geçici ve tabii kadınlık hislerinin ifa­desi hariç tutulursa- çok iyi ve arkadaşça idi, o kadar ki, birbirlerine sırlarını bile söylerlerdi. Bazen hanımları kendilerine güvenlerinin bir ifadesi olarak fikirlerini Peygamber @'ın önünde açıklarlar, müsaade edilen sınırları aşmadığı müddetçe O da bundan hoşlanmıştir. Peygamber @'ın hayatında bulunan bütün bu inişler ve çıkışlar insan hayatının ideal sevgisi denebilecek bir hayat tasviri sunmaktadır.

Kur'an'm aşağıya aktardığımız bir kaç ayeti ,Hz.Muhammed @'m aile hayatının bazı hususi ve gizli köşelerine atfedilmiştir. Bunların ge­lişigüzel sıralanması Peygamber @'ın yukanda bahsedilen hayat tarzını bir an için gözönünde canlandıracaktır: "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun? Allah, bağışlayandır, acıyandır. Allah şüphesiz size yeminlerinizi keffaretle geri almanızı meşru kılmıştır. Allah sizin dostumuzdur. O bilendir. Hakimdir. Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şey söylemişti. O, bunu Peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da durumu Pey­gambere bildirmiş, o da bir kısmının yüzüne vurmuş bir kısmının yüzüne vurmaktan geri durmuştu. Eşine gizlice söylediğini başkasına nakletmiş olduğunu bildirince, eşi: 'Bunu sana kim haber verdi?' demiş, o da: 'Bana herşeyi bi­len ve her şeyden haberdar olan Allah haber ver­di demişti. Ey peygamberin eşleri! Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalbleriniz düzelmiş olur. Eğer eşinizin aleyhinde bir­leşerek bir şey yapmaya kalkarsanız, bilin ki Al­lah O'nun dostu, bundan başka Cebrail, salih müminler ve melekler de yardımcı-sıdırlar."(66:l-4).

Bu ayetlerde bahsi geçen Allah ve rasulü tarafı­ndan bile gizlenen bu yasak veya sırrın peşinden gitmemize gerek yoktur. Ancak bu ayetlerle açıklanan Peygamber @'m ailesinin bu yönleri­ni anlamaya çalışmalıyız. Bu ayetler Peygam­ber @ 'm hayatının ne renksiz ne de iniş-çıkışsız olmadığını, fakat bütün iddia ve talepleriyle be­raber insan tabiatının aydınlık ve karanlık taraf­larının O'nun hayatında var olduğunu ve yaşandığını göstermektedir. Eğer tam ve derin bir anlayışla bakılacak olursa, bu ayetlerden aşağıdaki hususlar açıkça görülecektir.

İlk olarak, Peygamber @ hanımlarını meşru sınırlarda olmak üzere memnun etmiştir, on-lann zararsız arzularını yerine getirmiş, onların zararsız zevklerine anlayış göstermiştir. İkinci olarak, hanımları O'nunla rahatı ve hüznü pay­laşmışlardır. Peygamber @ onlarla herşeyİ ko­nuşmuş ve onlara sırlarında bile güvenmiştir. Üçüncü olarak, hanımlarının karşılıklı münase­betleri çok içten ve samimi ve sevgi dolu idi, bir­birlerine iyi davranırlardı. Bazen, insan tabi­atının eseri olarak birbirlerinin ortaklan olma­larından dolayı hisleri ayağa kalkmış olmasına rağmen bu hâl evin normal ve olağan durumu değildi. Genelde münasebetleri o kadar karşılıklı güven ve muhabbete dayalı idi ki, bir­birlerini, kocalarının sırlarından bile haberdar ederlerdi. Halbuki ortak kadınlar arasında bu türden bir hareket çok nadir bir haldir. Dördüncü olarak, Peygamber @'ın hanımları evlerinde kendi öz-güvenlerini meşru hudutlar içinde ifade etme hakkına sahiptirler. Öyle kî, bazen Peygamber @'a karşı ortak tavır bile almışlardır. Bu tavır sevgi ve güvenden kaynak­landığı için, Hz.Muhammed @ bunu tamamen hoşgörü ile karşılamıştır. Allah onları bu dav­ranıştan ancak tabii hudutları aşıyor göründüklerinde alıkoymuştur.

Peygamber @'ın hayatındaki bu görüntüleri Kur'an'da bulmaktayız. Eğer siret kitaplarına bakarsak, Peygamber <5>'ın aile hayatının her yönü hakkında bütün ayrıntıları bulabiliriz. Aşağıdaki birkaç satırın kısaca mütalaa edilme­si bu konuda fevkalade aydınlatıcı olacaktır: "Peygamber @ hanımlarına büyük bir muhab­bet ve iyilikle muamelede bulunmuştur. En-sar'ın kızları Aİşe ile biraraya geldiklerinde Peygamber @ Aİşe'yi onlarla oynamaya bırakırdı. Şer'i bir engel olmadıkça onun istek­lerini yerine getirirdi. Peygamber @ onun içtiği tastan dudaklarını onun koyduğu noktaya koya­rak su içerdi. Şayet et yiyorlarsa, Aişe'nin elin­deki parçayı alır, onun ağzının değdiği yerden ısırırdı.

Bir bayram günü Mescid-i Nebevi'de harp oyunlan gösterisi yapan Habeşlileri seyretmek üzere Aişe'yi beraberinde götürdüğünü, onu ar­kasına alarak ve rahatça görmesini sağlamak üzere Öne doğru eğilerek gösterileri seyrettir­diğini; yolculuklarında iki kez onunla yarıştığını, akşam namazlanndan sonra hanı-mlannı tek tek dolaşıp onlarla sağlıkları, rahatları v.s. hakkında konuştuğunu, sonra sırası ge­len hanımı ile kaldığını biliyoruz.

 

Hâdiselerin Tahkiki

 

Bütün güven ve muhabbetine rağmen, Peygam­ber @ ev halkını hesaba almak konusunda ih­malkâr değildi. Bir yandan hizmetkârı Enes'in rivayet ettiği gibi onlara olan sevgisi hiç bir sınır tanımıyordu: "Rasulullah'a 10 yıl hizmet ettim, bana 'utan' veya 'bunu niye böyle yaptın?' veya 'şunu niye böyle yapmadın?' dememi ştir."(Bu-hari ve Müslim). Diğer yandan hesaba çekerken çok titizdi. Öyle ki, eğer birisi dini görevlerini ifada hafif bir ihmal gösterse azarlanmadan bu işten sıynlması imkansızdı. Hanımlan Peygam­ber @'ın kendisi ile ilgili meselelerde hiç kimse­ye karşı cephe almadığına, fakat Allah ve din meselelerinde en ufak bir ihmali bile hesaba çektiği, bu duruma en yakınlannın bile muhatap olduğuna şehadet etmişlerdir. Hz.Aişe'den daha sevgili kim olabilirdi? Bir defasında Safiy-ye'nin kısa boyunu diline dolamıştı. Aişe'nin bununla ilgili sözünü duyar duymaz Peygamber @ çok sert bir ifade ile azarlamıştır: "Ey Aişe! Öyle bir söz söyledin ki, denize atmış olsan de­nizin suyunu kirletir."

Hakikatte bu hesap sorma O'nun sevgisinin bir yönüydü. Aile fertlerine fiziki ve maddi sevgi besleyen kişiler şahsi rahat ve zevkleri ile ilgili konularda çok titiz ve dar görüşlüdürler. En ufak bir yanlışlığa veya ihmale tahammülleri yoktur, tekdir veya ceza hemen yapıştmlır. Fa­kat, Allahu Teâlâ'nın emir ve yasaklarım ilgi­lendiren konularda fevkalâde hoşgörülüdürler. Hanımları ve çocukları, ahiretlerini mahvede­cek arzu ettikleri her şeyi yapabilirler ve onlara hiç bir zaman tek söz söylemezler. Gerçek ve samimi sevgi, şahsi meselelerdeki yanlışlık ve ihmalleri görmezlikten eelmevi. ahiret ile ileili meselelerde ise hesap sormayı ve tekdir etme­yi gerektirir.

Ev halkının kendi rahatından çok ahiret ile ilgili konularda ihmalkâr olmalarından endişelen­mek Peygamber @'ın yolu idi. Peygamber @'m hanımlannın mevkisi yüksek olduğundan vazi­feleri de buna göre idi. Salih amelleri için iki misli sevap vardır, ancak hata işlerlerse cezalan da diğer insanlara göre iki mislidir. Kur'an bu husustan şu şekilde bahsetmektedir: "Ey Pey­gamberin kadınları! Sizden kim açık bir edep­sizlik yaparsa onun için azab iki kat yapılır. Bu, Allah'a göre kolaydır. Fakat sizden kim Allah'a ve rasulüne itaate devam eder ve yararlı iş ya­parsa ona da mükafatını iki kez veririz ve (cen­nette) onun için bol bir rızık hazırlamışızdır." (33:30-31).   

Peygamber @ ev halkına karşı taşıdığı ağır me­suliyetleri hissederek sık sık endişelenirdi. Daima onları bu dünyamnkilere kıyasla öteki dünyanın mükâfat ve güzelliklerine teşvik eder­di. Gece teheccüt namazına kalktığında, hanı­mlarının da bu ulvi ve faziletli amele katılma­larını isterdi. Sevgi ve yumuşaklıkla bu tür iba­detlere teşvik ederdi. Kapıya bir dilenci gel­diğinde, dilencinin haklarım hatırlatır, bir misa­firi gelse ona iyi hizmet edilmesini söylerdi. Ba­zen bütün hanımlarını toplar, hepsine isimleriy­le hitab ederek uhrevi hayatları için neler yapa­bileceklerini ve ahirette onlara favdası olmaya­cak şeyleri hatırlatırdı.