Başlarken. 3

Zehebî Tarihini Neden Tercih Ediyoruz ?. 3

1- Tarih'in Tarifi 4

2- Tarih'in  Önemi: 5

3- Tarih Kapsamına Giren Şeyler: 5

İslam Tarihinin Kaynakları 7

Tarihü’l-İslam’ın Kaynakları 8

Modern Tarih Anlayışındaki Kaynaklar 8

İlk İslam Tarihi Kaynaklari Ve Tenkidleri 9

Konuyu Bitirirken. 12

Zehebinin Hayatı 1-Ailesi,  Doğumu Ve Yaşadığı Çağ. 13

2- İlim Öğrenmesi Ve İnkişafı 15

Zehebî'nin İlmen Ve Fikren İnkişafı 17

Zehebî  Mısır’da. 17

İlim İçin Katlandığı Zorluklar 18

Zehebî'nin Kadın Hocaları 18

Kadın  Şeyhleri 18

Zehebî'nin Yetişmesindeki Etkili Alimler 19

İlmi Makamları 20

Zehebî'nin Sünnet Anlayışı 21

Zehebî'nin İlmi Yönleri 22

İlim Dünyasına Tesiri Ve Talebeleri 22

Zehebî'nin Eserleri 24

Ölümü Ve Evladları 28

Tarihite İslam'a Dair Birkaç Söz. 28

Yazarın Önsözü. 29

Kitabın Bazı Rumuzları: 30

İnsanlığın Efendisi’nin Soyunun Beyanı 31

Efendimizin Dünyaya Gelişi 33

Efendimizin Sünnet Olması 35

Peygamber (S.A.V)İn Adları Ve Künyeleri 35

Peygamberimizin Künyeleri 37

Efendimizin Doğumunda Satih Kıssası - Ateşin Sönmesi Ve Kisrâ Eyvanında Çatlamalar Oluşu. 37

Efendimizin Soyunda Zina Olmadığı 39

Peygamberimiz Ne Zaman Peygamberdi 39

Efendimizi  Emzirenler 41

Efendimizin Babası Abdullah  B. Abdülmuttalibin Ölümü. 43

Annesinin Vefatı 43

Dedesinin Ölümü. 43

Koyun Gütmesi 45

Amcası  İle  Şam  Seyahati 45

Ficar  Harbi 47

Hz.  Hatice  (R.A.)  İle  Evlenişi 47

Ka'benin Yapılışı  Ve Peygamberin  Kureyş'e Hakem  Oluşu. 48

El-Hums  Hadisi 49

Konunun Taliki 51

Allah'ın    Peygamberimiz!  Cahîliyye Âdetlerinden Nasıl Koruduğu. 53

Zeyd B. Amr B. Nü'feyl Kıssası 55

Efendimizin Tevrat'taki  Sıfatı 58

Selman-I Farisî'nin Kıssası 59

Peygamberliğin Başlaması 67

İlk İmân Eden Hz. Hatice  (R.A.) Izüddîn Ebu'l Hasen B. Eı-Esîr Derki: 71

Peygamberlik Mu'cizeleri 71

İlk İnen Sûre. 74

Vahyin İlk Başladığı Ay. 74

İlk  Müslümanlar 76

Zeyd B. Harise. 76

Ebû Bekr'in Yardımı İle İslam Olanlar 76

Peygamberin Kendi Kavmini Allah Yoluna Daveti VeGördüğü Cefâlar 78

Velid B. Muğirenin Kur’an Karşısında Şaşıp Kalması 83

Ebû Tâlib'in Savunma Şiiri Hasımların Düşmanlığına Karşı Ebû Talibin Savunma Şiiri 85

Ebû Zer  (R.A.)'In İslam'a Girişi 89

 


Başlarken

 

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın izniyle, bu günden itibaren, Hafız Zehebî'nin meşhur "Tarihü'l İslam'ını müslüman münevverlere takdim etmek gibi ulvî bir hizmete başlamış bulunuyoruz.

İslam âleminin, bilhassa Türk dünyasının yeniden yapılanmasm-da, mazide olduğu gibi tekrar eski mefahirini elde etmede, şaşırıp gi­den insanlığa hak ve hakikatları gösterebilecek rehberlik hüviyetini kazanabilmede tarih bilgisi, tarih şuuru ve tarihî mukayeseler son derece mühimdir. Bilhassa yirminci asrın başlangıcından günümüze kadar batı emperyalizminin her türlü tasallutuyla hayatlarının bütün şubelerini hiristiyan batı ile dinsizlik dinini din edinen koministlerin emri altına veren zavallı müslümanlar, kendi şanlı mazilerini o yüce mertebeye ulaştıran, milletler arasında örnek millet olma vesilelerini kendilerine kazandıran ve asırlarca kendilerini dünyaya hükmetme­lerine sebeb olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ve arkadaşlarının hayat ve hatıralarını bilmeye bugün dünden çok daha muhtaçtırlar.

Efendimiz (s.a.v.)in Allah tarafından "numune insan" olarak gön­derilmiş olması, eş ve emsali görülmemiş mücadelesi, bütün hayatını dolduran cihadı, insanlık sevgisiyle yoğrulmuş olması, hem bir peyğamber hem devlet başkanı, hem iyi bir komşu olması, vefası, Alla-hın vaz ettiği kul hukukunu eş ve emsali görülmemiş biçimde uygu­laması, ve bu uygulamada herkesten çok kendini sorumlu kılması, Onun hayatının yeniden bizim tarafımızdan ele alınması gereğini ka­çınılmaz şekilde bir daha ortaya koymuş bulunuyor.

Zaten yüz yıla yakın bir zamandan beridir denemediğimiz, tec­rübe etmediğimiz, hemen hemen hiç bir sistem kalmamıştır. Denenen her yeni program bizi sil baştan bir takım zorlamalara götürerek za­ten zayıf olan gücümüzün iyice tükenmesine sebeb olmuştur.

Tarihin karanlıklarına gömdüğümüz bu îmanî inkılabın 1400 yıllık süresinde yüzümüzü kızartacak, başımızı önümüze düşürecek hiç bir safhası gösterilemez. Yenilik taraftan olalıdan bu yana ise yapabildi­ğimiz yegâne becerî, batılılardan ilim ve para, iş ve aş dilenciliğidir. Batıyı ısrarla çok geriden takib ve akıl almaz kuru taklitçiliğimiz bi­zi her geçen gün biraz daha gerilere doğru götürmekte ve aramızda öyle uçurumlar meydana getirmektedir ki, en gayretli bildiğimiz in­sanlar bile artık bu yarıştan ümidlerini keserek yese kapılmakta ve çareyi batıya küllî bir şekilde teslim olmakta görmektedirler.

Bu işin neresinden başlanacağı hususunda artık tereddüdlere yer verilmeden Allah'a ve Peyğamber'e dönmmekten başka yapabileceği­miz hiç bir şey olmadığını idrak etmeliyiz. Zira Müslümanlar içine düştükleri bu utanç verici durumdan kurtulma Ümidi ile çalmadıkları kapı, baş vurmadık sistem koymadılar. Üstelik Hz. Muhammed (s.a. v)'in yerini alabilir ümidiyle peygamberler bile türetip, "Ka'be arabın olsun Çankaya bize yeter" diyerek atmaya çalıştığımız mukaddesat mefhumunu kararan kalplerimize bir nur gibi doldun!

Türk ırkının en son uluk peygamberi oldun."

sözleri ile yıkmaya çalışanları şair diye alkışladık. Nihayet Hz. Muhammed (s.a.v.)in haber verdiği gibi "her türlü kerten kele deliği­ne girmeye mecbur" bırakıldık.

Allah Rasûlünün âlemlere örnek hayat pınarına dönerek ondan kana kana içmekten başka bu susuzluğu dindirecek bir kaynak var-mıdir.

Tarihü'l İslam Allah'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol. Yol varsa bvdur bilmiyorum başka çıkar yol[1]

 

Zehebî Tarihini Neden Tercih Ediyoruz ?

 

Cantaş Yayıncılık olarak, yayın hayatına başlayalıdan beri ülke­mizin şartlarını, İnsanımızın seviyesini, dînî ihtiyaçlarını, din da'va-smın günün şartlarına göre en önce giderilmesi gereken zarurî müş küllerini göz önüne alarak eser vermeye gayret etmekteyiz.

Şüphesiz bu güne kadar İslam Tarihleri gerek te'lif gerekse ter-ceme olarak defalarca basılmış bulunuyor. Bunlar arasında fevkalâde ilmî olanlar olduğu gibi, mitolojik mahiyet arzeden, aslı ve astan ol­mayan uydurmalarda az değildir. Yine sırf Allah rızası ve din gayre­tiyle basılanlar olduğu gibi, ya sırf para kazanmak yada bir şeyler yapmış olmak hevesiyle piyasaya arzedilenier de vardır.

Yine açık yüreklilikle söylemek gerekirse Peygamberimize söv­meyi âdet haline getirenler bile İslam tarihi yayınlayarak yalan ve dolanlarla son çareyi dine dönmede bulanların yollarını kesmeye ça­lışmaktadırlar. Bütün bunlar olup biterken müslürnanlar uyuyorlarmı? Uyumuyorlar tâbi. Tabide bir gayret ve didinme ile bütün mesaîlerini ya bunlara cevap vermeye sarfettiklerinden Hz. Muhammed (s.a.v)i gerçek kimliğiyle ortaya koymaya vakitleri olmuyor, yahutta Efendi­mizi gerçek kaynaklardan öğrenemediklerinden, ya Onu insan üstü haşa ilâhî bir varhkmış gibi: yahutta şeyhleri, efendileri, liderleri se­viyesinde bir anlam içerisinde mütalâ ediyorlar.

Gençlik yıllarımda rahmetli Üstadım Kaşgar Ulemasından Cela-leddin Karakaş hoca ile Konya'da dinlediğimiz bir vaiz hâla kulakla­rımızda ..... Vaiz efendi şüphesiz gayet samimi olarak Peygamberi­mizin İsa (a.s)dan daha üstün olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Bu­nun için eskiden bir çok hikayeci hocadan dinlediğim şu kıssayı an­lattı:

«Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) Cebrail'e •'Kardeşim Cibril! Sen bana vahyi nereden alıp gelirsin?" demiş. O da bilmem, ben çağrılınca bir yeşil perdeye kadar gider orada dururum. Oradan bana vahiy bu perde arkasından verilir." demiş, Efendimiz "peki perdenin arkasında kim var, hiç bakmadmmı?" deyince Cebrail "biz emir ku­luyuz, bana bir emir verilmeden nasıl bakarım" cevabını vermiş. Pe­ygamberimiz de: "öyleyse sana emrediyorum, Vahiy almaya gidince bir bak!" buyurmuş. Cebrail vahiy almaya gittiğinde bu yeşil perdeyi bir kaldırınca birde ne görsün arkada yine peygamberimiz (s.a.v.) değilmi.» Vaiz bunları söyleyip ardından; «Allah Allah! Cebrailin va­zifesi meğer Hakikat-i Muhammedi'den alıp Suret-i Muhammediye götürmekmiş!» deyince Cami'de bir ağıt ve feryat yükseldi. Üstad rahmetli müthiş öfkelenip vaize; "Efendi, efendi! Kendin kafir ola­caksan ol! Sana karışmayız. Ama bu cemaattan ne isten. Hıristiyan­lar isa'da ileri gidince böyle mübarek bir zat insan olamaz olsa olsa Allanın oğlu olur, diyerek onu Allanın oğlu yaptılar. Sende şimdi bu mertebeyi geçsin diye peygamberimizi Allahmı yapmak istiyorsun?'1 diye çıkışınca az kalsın müthiş bir sopa yiyeyazdık. Bereket camide başka hocalarda işe müdahele etti de vaziyet yatıştı. İşte Hz. Mu-hammed (s.a.v.)i mi, yoksa put perestliğimi anlattığı belli olmayan bu zavallılara birde günlük gazete tarihçileri katılınca cehaletimiz iyice sırıtıp iş zıvanadan çıktı.

Zâdü'I  Meâd  ile  çeşitli  yönlerini  tanıma imkânı  bulabildiğimiz Kâinatın Efendisi (s.a.v.)in Hafız Zehebî'nin sadece el yazması kendi devrine kadar 21 dev cilt tutan bu eseri ilede Onun hem sîresini hem de meğazi ve cihadını üstelik raşit halifeler ve Muâviye devirleriyle beraber tanıma imkanına kavuşacaksınız.

İnşaallah bu girişimizden sonra hem Zehebî gibi bir türkmen yücesini hem de "Târihü'l İslam" eserini sizlere etraflıca tanıtaca­ğım. Kendi bir türk allâmesi olan bu zatın eserini niye tercih ettiği­miz o zaman kendiliğinden anlaşılacaktır. Ancak ben şimdi peşin olarak şunu üzerine basa basa söyleyeyim; Biz bu eseri sizler için. içinde yalan dolan uydurma olmadığı gibi, satır satır kaynaklara dayandığı, sadece kaynağa dayanmakla yetinmeyip yalana yer ver­mediği. Kâinatın Efendisinin yalanla anlatılmaya asla ihtiyâcı ol­mayacak kadar sahih asarın mevcut olduğunu ortaya koymak ve bundan sonra bu konuda eser verecek olanlara sağlam malzemeler vermek gayesiyle sunuyoruz.

Sevgili kardeş ! Yirminci asrın teknigininde imkanlarından fayda­lanarak sana iyi veya kötü gerek tarihin içindeki, gerekse günümüz­deki büyük bilinen, büyük tanıtılma gayreti güdülen nice insanları tanıttılar Sen yükselmek ileri gitmek için bu heyulaları iyi öğrendin, hayatlarını örnek dediler, aldın, sözleri şifâ dediler, reçete gibi tat­bik ettin. Dön! aklını ve iz'ânını başına alarak iyice bir düşün baka­lım, kaç arpa boyu ilerledin. Hayatlarını öğrenmeye gayret ettiğimiz, adetâ Peygamber yerine koyduğumuz bu insanlar bize bırakın âhireti bu dünyada ne verdi. Hâlâ batıya el avuç açmanın milletçe utancı ile kıvranıyoruz.

Ölüme doğru hızla yol aldığımız şu hayatımızın değerini kavra­yarak bir an Önce zihnimize öcü gibi yerleşen câhiliyye fikirlerini imha ederek oraya Hz. Muhammed'in ma'rifetini sokalım, gönül Ka' besinden putları temizleyerek, Allah gerçeğini yerleştirip Hz. Mu-hammed (s.a.v.)'in sevgisiyle orayı yeşertelim. Yeşertelim ki dünyâmız da âhiretimiz de mamur olsun.

Son söz olarak bu da'vâdan nasibini alamayarak bize hâlâ batı putunu örnek almamızı teklif edenlere: Vallahi dinden vazgeçtik, ga­vurluğun bile arkasından dört nala koşarken iyice gerilemeyip arada­ki mesafeyi bari tutabiliyorsamz biz kalemlerimizi kırmaya, dilimizi yutmaya hazırız. Yok eğer bunları yapamıyorsanız, bilinki bu taklid ile bugüne kadar yapamadığınız gibi, bundan sonrada hiç hayırlı bir şey yapamayacaksınız, O zaman sizi de kurtarmak üzere size sunu­lan bak ve hakîkatlar karşısında bu kadar bîçâre kalmaymki kurtu­luşumuz hep beraber olsun. Aklın kuru yaklaşımı birşeyler ortaya koyabilsede gönlün rehberliğine ihtiyacı var. Alman şâiri Goethe gibi:

,,tut elimizden, birader Muhammedi

Tut  da götür bizi ezeli yaradana"

feryadını yaparken Ona uzatılmış bir elin yoksa vay haline, vay haline.! diyoruz.

KÖLN 13 MART 1991 Muzaffer Can[2]

 

1- Tarih'in Tarifi

 

Dil yönünden Tarih: Bir olayı vakitle bildirmeye tarih denilir. Ta­rih arabça bir kelimedir:kökünden gelir.

Kitabı şu gün tarihledi) diye ifade edilir, ve "kitabı falan günü yazdı," anlamında yazılma gününü bildirmek de­mektir. Bak Lisanü'l Arab "H" babı. Yine Cevheri ve diğerieride aynı şeyi ifade ederler. Kimi lügatçilar bu kelimenin "her şeyin bitiş yeri­ne tarih" dendiğinide öne- sürerler. Bu görüşü esas alan bir çok tarih­çi kitaplarını Ölüm tarihlerini esas alarak eserlerini yazdılar. Ve-feyâtü'İ â'yan bunların başlıca örneklerinden biridir. Zehebî'nin bu eserinin adıda "Tarihü'l İslam ve Vefeyatü'l Meşâhiri ve'l Âlâm" dır.

Yine bu kelimenin pi' Ei-Erah kelimesinden türediğide söyle­nir. "El-Erah" yaban öküzünün yeni doğan dişi yavrusudur. Bunun önce yokken doğduğu gibi, tarih ilmininde sonradan doğduğu için bu­na benzetildiği söylenir. Bu pek akla yatmayan uzak bir izahtır.

Terim olarak Tarih: İnsanların doğum, ölüm, seyahat yaptıkları isler, geçmiş olaylar, insanların hakkında yapılan m kötü ..değerlen^ jdirmeler ve buna benzer şeylerin yazıldığı vakti bilmedir. Bu Sahavî' nin «El-îlân bit-Tevbîh limen zemmet-Tarih» sayfa 14'te verdiği ma­lumattır.

İbni Haldun meşhur "Mukaddimesinde bunu şöyle ta'rif eder: «Bilki, tarih ilmi faydaları pek çok, yolu çok kıymetli, gayesi çok şerefli bir fen olup, bize mazideki geçmiş milletlerin ahlakî yapıla­rındaki oluşum ve değişimleri, Peygamberlerin Sîretlerini, kıralların devletleri ve siyasetlerini Öğretip din ve dünya ahvalinde bunlardan istifade etmek için son derece faydası olan bir bilgidir. [3]

 

2- Tarih'in  Önemi:

 

Bizden  önce  yeryüzünü  ma'mur eden, bizim  varis  olduğumuz şeylere sahib olan, bu ümranda bir iz bırakmak için bir hayatı heba eden insanları tanımak, tanımaya yaklaşabilmek yüzde ellilik bir nis-bete ulaşmasada bütün insan oğlunun müşterek arzusudur.

Değil geçmişte, hayali bile cihan değen, nice muzzam hadiseler, kendi öz geçmişimizdeki mazi bulutlarını, aradaki sisi dağıtma imka­nı olsa ne kadar tatlı anılar gözümüzün önüne filim şeridi gibi yığı­lır.

Meçhule ait meseleler, bütün insanlarda araştırma arzusunu kamçılayan, bilemediğini öğrenme hırsı veren bir olgudur.

Hele hayatlarını öğrenmek istediğimiz insanlar Tarih'te iz bıra­kan, medeniyetlerin gelişim, değişim ve yenilenlemelerinde büyük etkileri olan insanlar olursa o zaman bu arzu vazgeçilmesi mümkün olmayan bir eğitim ve öğretim haline dönüşür.

Devletleri idare edip. oradaki sosyal yapının sağlamlığına önem veren, nesillerin varlığını devam ettirip egemen bir millet olarak ha­yatlarını devam ettirmek isteyen herkes, tarih bilgisinin önemini, ta­rih şuurunun bir milletin geleceği için ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi kavrar.

Tarih bizzat insanın kendi hayatıyla alakalıdır. Zira her yeni gün bir gün sonra tarih olacaktır. İnsan doğumundan yaşadığı ana gelin­ceye kadar geçirmiş olduğu bütün hayat safhaları kendisini iliklerine kadar tarih ile içice kılar. "Kimin evladıdır. Dedesi ninesi kimdir, ne­rede yaşamış, nasıl bir hayat sürmüşler'1 gibi bir takım soruların ce­vabı tarihin tam kendisini teşkil eder.

Millet bizatihi kişilerdir. Fertlerin tek tek oluşumundaki her saf­ha millettede vardır. Bir millet, Tarih'te kökü yoksa onun bütün Özelliklerini taşıyan seciyeli ve köklü bir millet olması nasıl düşünü­lebilir. Bir millet zaman uzantısı içerisinde diğer milletlerle karışıp yeni bir millet oluşumuna girebilir. Tıpkı yabancı milletten evlenip dünyaya iki ırktan özellikler taşıyarak doğan çocuk gibi olur. böyle bir milleti tanıyabilme bile yine tarih bilgisi gerektirir. Geçmişte tek ana babadan olan insanların milletler ve kavimlere ayrılış sürecini tanıması ne kadar tabiî bir olaydır. Tarihi iyi tanımak, millet üstü, zaman zaman bir ideal halinde bir ümmet oluşumundaki âmilleri, değişim ve başkalaşım sırlarını geçmişin tecrübelerinden yararlanmayı becerip tatbik etme ve ibret alma kolaylığı getirir.

Öğreneceğimiz din tarihi olacak olursa onun önemi büsbütün başka bir hadisedir. Zira tarihten günümüze kadar insan oğlunun so­syal hayatında en etken varlığın din olduğu muhakkaktır. [4]

 

3- Tarih Kapsamına Giren Şeyler:

 

Tarih geçmişte cereyan eden hadiselerin nakli olduğundan, gayet geniş bir kapasitesi vardır. Bu yüzden tarih ilminde bütün şubeleriyle kemale ermiş bir tarihçi gösterilemez. Tarih, hadiselerin cereyan et­tiği yer ve ülkeler bakımından Coğrafyayı için alır. İnsanla ilgili ol­duğu için Sosyoloji'yi de içine alır. Bizden öncekilerin bilgi ve bulgu­ları naklettiği için. Matematik, Tıb. Hukuk. Felsefe, Ahlak gibi ilim­lerin genellemelerimde kapsamına alır. Hatta bütün ilimlerin ince­lenmesi aynen tarihçiliği gerektirdiğinden ilimler tarihine de uzanır.

Dîni ilimlerin incelenmesi ise başlı başına tarih konusudur. Ze-hebî şunları söyler:

«Benim Tarİhü'l İslam adlı ansiklopedik tarihimde bahsi geçen fenİere gelince; ben bunları gayet kısa olarak ele alıp onların layıkıyla hakkını vermedim. Öyle yapacak olsaydım 600 cilt tutardı. (Burada Zehebî'nin kendi el yazmasını kasd ettiğini unutmayın. Onun şu anda baskısı devam eden arabca 21 ciltlik el yazması aslı baskıda takriben 75 cilt olacaktır. Buna göre ilimlerin hakkını ver­eydi 2300 cilt eder.)

Sahavfnin "El-İlan bit-Tevbih" adlı eserinin 151 ci sayfasında bizzat Zehebî'nin el yazısından bunları okuduğunu ve bu kitaba tam kırk ayrı tabakadan insanın tarihlerinin verildiğini anlatır.

Günümüzde tarih: Yazının icadıyla bu güne gelinceye kadar in­san oğlunun evreminde meydana gelen her türlü olayları, gelişmeleri ve bilimleri, belirli metodlar kullanarak inceleyen ilme Tarih deniyor. Buna göre Tarihçiler geçmiş çağlan: 1-Yazıdan önce 2-Yazıdan sonra olmak üzere ikiye ayırırlar. Tarih öncesi zamanı incelemek için batı­lılar, bir takım aslı olan ve olmayan nazariyeleri, bu günün gelişen tekniğinide yanına aldığını iddia ederek yeni bir ilim ortaya attılar. Buna Preistuar adını verdiler. Bunun usulü tarih usulüne uymaz.

Yeni tarih anlayışına göre insanlık tarihini devrelere ayırıp bun­lara çağ adını verirler, tik çağ, orta çağ, yeni çağ, yakın çağ. Müslü­man tarihçiler ise yaratılıştan başlayarak peygamberimize kadar olan kısmı mukaddes kitaplara, Kuran ve hadise ve reddi zor olan rivay­etlere dayanarak genel hatlarıyla ele alırlar. Peygamberimize gelince onu Siyer Meğazî, Şemail, Mu'cizat. tebliğ ve ta'limât gibi ayrı ayrı konularda toplamışlardır. Kimide yıl sıralamasına giderek Mekke dö­nemi Medine dönemi diye tertip etmişlerdir. Ondan sonrası ise taba­kalara ayrılırlar. Kimi 10 yılı kimi 20 yılı tabaka olarak alarak ona göre bilgi verirler.

Tabi materyalist kafa ile tarih bir çok yanlışlık ve tahminlerle doldu. Batıdaki keşifler, sanayi hamleleri, fizik ve kimyanın ilerle­mesi batı insanına bir çok avantaj sağladı. Bunlar bu avantajı haklı oldukları yerde kullanmakla kalmayıp hiç bilmedikleri şeylerdede ha­kları  olmadığı  halde bu  gelişimi  istismar ettiler.  "Yazının icadım" uydurma olarak icad ettiler. Sonra buna göre bilinen tarih ve bilin­meyen tarih (tarih öncesi) diye ikiye ayırdılar. Eski kemik ve taşların resimlerin   incelenmesinde  bir   takım   metodlaT  kullandıklarını   iddia ettiler. Bu araştırmaların çoğu geçen yüzyılda başlatıldı. Sırf Avrupa sömürü düzenine destek sağlayıp diğer milletlerin elinde avcunda ne varsa  kendilerine   geçmeyi   planladılar.   Bu  çalışmalar  tarih  öncesi olaylar değil, tarih sonrasını da perişan etti. Bu nazariye ile insan Ademin  çocuğu olmaktan  çıkıp maymunun çocuğu haline geldi: Bu horlayıcı nazariyeyi batılı hür ve geçmişleri parlak olan bütün muha­lif milletleri yok etme propogandası olarak kullandı. Kimi yerde çivi yazısını okudukları iddiasıyla bu gün Kuzey İrakta gayet azınlıkta olup neye taptıkları bile belli olmayan Asurluları tarihin en büyük imparatorluğu ilan ettiler, kimi etnik gurupları dünya medeniyetinin kurucusu ilan edip bütün insanlığı onlara borçlu kıldılar. Kimileri Al­lah'a inanan güçlü ve soylu milletleri horlamak için bu menhus me­todu atom bombası gibi ilim adına patlatıp, o, yüzlerce yılda kurula­bilen medeniyeti yerle bir ettiler. Orta Asya'da Orhun Anıtları hala okunup anlaşılamadığı halde onu okuduğunu iddia edip yer yer herkesin  kabul edebileceği  «Ey türk milleti, Üstündeki gök çökmedik-çe....» diye başlayan ululayıcı ifadelerle bu nazariyelerinin doğrulu­ğunu  tasdik  ettirip,   arkasından   koskoca  bir  milletin  atasını   kurt yapıp çıktılar. Hiç bir İslam Ülkesinde bu güne kadar asla tek bir nu­munesi  bile görülmeyen,  kendi  uydurdukları  bir düzmeceye  "Fatih Kanunnamesi" adını vererek Osmanlıyı şeriat devleti değil dikta reji­mi diye yutturdular. Oysa bu kanunnamenin sadece bir nüshası olup oda Viyana'da bulunması İslam Ülkelerinin hiç birinin kütüphaneler­inde bulunmayışı, İstanbul'a bağlı o günkü hiç bir Kadılık merkezler­inde olmayipta  sâdece Batılılarda,  o da eski bir nüsha değil daha yüzelli ikiyüz yıl önce geliştirilen bir hatla ve bozuk Osmanlıca ile yazılı bir nüsha oluşu nasıl bir rastlantı acaba "?...Evet Saltanat için sultanların birbirine kılıç çektiği, kan döküldüğü olmuştur. Ama buna meşruiyyet verme nereden çıktı.

Bize göre tarih Hz. Ademle başlamıştır. Zira iik suhuf ona inmiş, ilk kitabı okuyan insan Hz. Adem atamız olmuştur. Bu hususta yahu-diler de, hıristiyanlar da bizim gibi inanmaya mecburdur. Zira onla­rın din kitablanda bunları böyle bildiriyor. Bir şeyi bilmiş olmak di­ğer şeyleride bilmeye yardımcı olur. Ama bildirmiş olmaz. Ne yazıkki insan acelecidir, ve fıtratında bilmediğini bilmişîik yapma gibi bir se­ciyesizlik vardır. Ona binaen ulu Yaratıcı: «Bilgiyin olmadığı şeyin (bilirim diye) peşine düşme! Zîra kulak, göz ve kalb bunların hepsi bu bilgiçlik taslama yüzünden sorumlu ol­muşlardır.» [İsra36] buyurdu. Yine Allah (c.c) Hucurat 12.ci ayetinde şöyle buyurur:

«Ey iman edenler! Zandan çokça kaçının! Çünkü zannm bir kıs­mı günahtır.»

Böylece Allah, tahmine dayalı, hiçbir ilmiliği olmayan fikir or­taya atmaktan sakınmayı emredip bunu haram kılıyor. Yine tahminin hepsini reddetmiyor, bir kısmını yasaklıyor.

İşte materyalist batı insanı, teknoloji silahının azametini kavrar kavramaz bütün dünyayı emrine almayı, dünyanın bütün nimetler­inin kendilerinin öz malı olduğuna inanarak onu kimin elinde olursa olsun ele geçirmek için bütün yollara başvurmayı meşru saydılar. Öyîe meşru saymaki adeta çarmıhtan îsa (a.s.)'ı kurtarma hücumuyla insanlığa saldırdılar ve koskoca Afrika kıtasını, sopalarla inlete inle-te esir pazarlarında satarak erittiler. Geri kalan direnç gücü olmayan zavallı Afrika insanını da kahırları altına aldıkları kıtanın nimetler­ini sömürmede içşi-köle olarak kullandılar. Afrikayla beraber Avu­stralya, Hindistan, Güneydoğu Asya ile Pasifik, Hint Okyanusu ve Büyük Okyanustaki dünyanın en güzel adalarımda işgal ettiler. Bu­gün artık o yerlerde o yörelerin yerli halkı yoktur. Sadece neslin var­lığına örnek göstermek için bıraktıkları birkaç talihsiz damızlık mev­cuttur.

Bizde denedikleri ve yüzde elli başarılı oldukları gibi Avrupalı hakim güç, Afrikalının kara derisini görünce, ne olur ne olmaz, okurlarda başımızda bela olur diye Afrikalının tarihini Afrikalıdan önce yazıp «beyaz adam eti yiyerek geçinen» bir mahluk şeklinde takdim ederek tarihlerini kapkara katrana buladılar. Ondan sonra istiklal verdikleri yerlerin başına geçirdikleri münevverleri(!) de adam yiyen babasının utancını atmak ezikliğiyle hala belini doğrultup mil­let mefhumunun şuurunda olamadı. Bu utanmaz herifler yağmaladı­kları Afrikayı Tarzan filimleriyle dünyaya öyle acayip olarak propa­ganda ettilerki. seyreden herkes Afrikalı zavallıyı yunalardı.

Amerika ise koskoca İnka medeniyetinin, Kızilderilinin yok edi­len kültürü, elinden alınan yurtları üzerinde kuruntuyla dünyaya in­sanlık dersi vermeye başlamıştır. Gerçekte ise milyonlarca insanın suçsuzluğunu bırakın, mazlumluğun eşi görülmemiş biçimde katledil­mesinin suçlusudur. Medeniyetinin her şubesi kızılderili kanı kok­maktadır. Ama siz Kızılderili tarihini Cowboy filmlerinden öğrendi-nizse suçlu kızılderilidir. Vahşi Apaçi görüldüğü yerde öldürülmelidir...

Tam yetmiş yıl Kuzey Asya ve Kuzeydoğu Avrupa'yı kasıp kavu­ran Sovyet İmparatorluğu dağılıp geri çekilirken en az yirmi milyon Türk insanının kanını içmenin, o ülkeleri 70 yıl geri bırakmanın suç­lusudur. Şimdi bu suçluları cezalandıracak kim vardır.?

Osmanlının çökertilmesi için en az ikimilyon vatan evladının kanı heba edildi. Anadoluda köyler boşaldı, Ören haline geldi. Dost bildiğimiz yüz yıllar boyu kapitülasyon hakkı verip komşularına karşı müdafa ettiğimiz Fransa başta olmak üzere bütün Avrupa hıristiyan birliği aç köpeklerin yal kabına saldırdığı gibi üzerimize gelip sadece batı ve Çanakkale cephesinde; merhum Akif'in:

İlahi,   altıyüz  bin  müslüman birden  boğazlandı! Yanan can, yırtılan îsmet, akan seller biitiin kandı. diye ifade ettiği gibi, altı yüz bin insan yok edildi.

Burada Rahmetli dedeciğimin nlattığı bir hatırayı  nakledeyim. Seferberlik bitmiş yirmi yıla yakın süren askerlik sona ererken Os-manli dağılıp ardından Kurtuluş Savaşı başlamış. İşte 1870 lerden be­ri  yaşı 18 ile 30 arası gençliği cephelerde eriyen bu zavallı Millet, düşmanını atıp hürriyyetini aldığı gün Anadolu'da bayram yok. Zira her  ev  hürriyeti  Galiçya'da,  Kafkaslarda,  Yemen'de,   Balkanlar'da, Sirpla, Bulgarla, Yunanla, İngilizle, Fransızla. Rusla hatta Hintli ve yamyamıyla çarpışırken  şehit olan erlerinin acısıyla, dul  ve öksüz, bakımsız ve kimsesiz, salgın hastalık ve yoksunlukla karşılaya bilmiş ama nice ocaklar sönmüş köyler harab olmuştu. İşte Zâdü'l Meâd'ın son cildini yazarken âhirete yolcu ettiğim babam, o eseri beklediği halde göremeden,  yavrusunun  eserine sevinemeden  giden  anam ile bir  güz düğünü  yapılır.   Babam  çok  yanık sesli  idi.  Köy  odasında gençler ısrarla bir türkü söylemesini isterler. Büyükler içerde olduğu için  ayıp olmasın diye dışarı  çıkarlar. Babam o zamanın derdinin, hicranının  tercümanı  olan  "Bura  yemendir,  gülü  Çimen  dir,  giden gelmiyor acep nedendir" türküsünü tutturur. O zaman adetti. Çevre köylerde düğüne gelmişlermiş. Babam daha bir kaç mısra okumadan köyün dul ve oğulsuz kalan kadınları ağıdı basarlar. Öyle bir ağıt ki sanki yıllar öncesi Yemen'in kara haberi yeni ulaşmış gibi olur. Dış ardaki ağıta odadakilerle dedem de bakmaya çıkınca vaziyeti anlar ve o gece gerdeğe katacağı evladına sert iki tokat çarpar ve "Ulan kafasız! şu etrafındaki köyleri^ bizim köyü hiç bilmenmi, Yemenin ocağını söndürmediği hiç bir kimse varmi bunlar arasında. Hiç bu yanık yüreklilere Yemen hatırlatılırını?" diye azarlamış. Rahmetleri bol olsun.

Ölüm pahasına gelen hürriyet geldiği, devletini kurup yurdunu istila eden pespaye kafiri kovduğu gün, aynı zalim Avprupalımn hak­kımızda verdiği bütün hükümleri esir gibi kabul edilişi, ettirilişi bir yana; bu öksüz millet o zaman Avrupalı olmak için her şeyi feda et­meye iman etmiş bir aydın gurubunun müthiş ve amansız bir hücu­muna maruz kaldı. Ben bu konuyu geçen günlerde neşrettiğim Kur'an kültürü adlı eserimde geniş olarak ele aldım. Tarihimizi de­ğiştirme gayretlerinin kültürümüzde açtığı derin yaralara temas et­tim.

Müslüman tarihçilerin bu tür şeyleri yapmaları yukardaki ayet ve pek çok hadisle yasaklandığından kültür tahrifi söz konusu olamaz. Eğer bu tür şeyler için izin olsaydı bu gün hala edebi zevk sahipleri­nin gözlerini kamaştırarak okudukları Cahiliye dönemi şiirleri bizlere intikal edemezdi. Binlerce dînî olsun, olmasın eserler bu güne gele­mezdi.[5]

 

İslam Tarihinin Kaynakları

 

Elimizdeki mevcut İslam Tarihlerine baktığımız zaman müellif­lerin bilhassa şu altı dalda ayrı ayrı yada umûmi Tarih olarak bir arada eser verdiklerini görüyoruz.

1- İslam öncesi peygamberler ve milletler tarihi.

2- Peygamberimize ait sîre ve meğazi tarihi.

3- Ölüm, doğum yada dönem sırasına göre (tabakat) sahabe ve alimlerin hayatlarını esas alan tarihler.

4- Yıl yada devletler sırasına göre siyasi tarihler.

5- Ayet ve hadislerde haber verilen gelecek asırlar içerisinde vu-kû'u beklenilen olaylar tarihi. Buna Fiten, Melâhim ve Kıyamet tari­hide diyebiliriz.

Bunların dışında Yahya b. Maîyn, İmam Buharı ve diğer bazı alimlerin Tarih adını verdiği eserler kendi sahasında çok mühim eserler olsada bunları gerçek tarih anlamıyla düşünemeyiz. Sadece doğum ölüm ve görüşme yaptığı alimler, noktasından bunların tarihle alakası varsada gaye bu zatların kimliğini tanımaktır.

6- Daha sonraları türü unutulan şehir tarihleri. Şam Tarihi, Bağ­dat Tarihi, Vasıt Tarihi, İsfahan Tarih gibi eserler.

İşte bu altı çeşit tarihin kaynaklarıda ayrı ayrı membâları gerek­tirmektir. Şimdi bu kaynaklara sırasıyla kısaca temas edelim.

1- İslam öncesi dönemin kaynaklan: Bu dönem yaratılış, kainatın ve insanların yaratılışı gibi bölümlerle insan oğlundan önceye dayan­dığı için bu tür bir bilginin hiç bir şekilde Vahiy dışında tam doğru olarak bilinmesi düşünülemez. Onun için bu konunun tek kaynağı Vahiy'dir. Yani gökten inen kutsal kitaplardır. Buna binâen bu konu­da eser yazanlar Tevrat, yer yer İncil ve Kurana dayanmaya mec­burdurlar. Birde Peygamberlerin verdikleri haberler son derece önem taşımaktadırlar. Ancak İsrail kıssalarının bile içine karıştığı muharref İncil ve Tevrat'ın, onların şerhleri mahiyetindeki uydurma eserlerin konuya birinci derecede kaynak olması imkan dışıdır. Bu konunun yegane kaynağı Kuran ve Efendimizin haber verdiği şeylerdir. Yara­tılıştan Peygamberimizin dönemine kadar geçen zaman için en sağ­lam kaynak budur. Ancak orada geçen, haber verilen hadiseler şü­phesiz çok az bir bölüm teşkil eder.

İslam tarihçileri bu bölümde müttefik bir usul koymamışlardır. Bunlar Ebû Hüreyre, Ebû Safd el-Hudrî ve Cabir ve Abdullah b. Amr (r.a.)'ların naklettikleri hadiste geçen:

«Benden size bir ayet bile ulaşsa onu tebliğ edin. İsrail oğulla­rından yapılan nakiileride anlatabilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur. Kim benden olmadığını bildiği halde- benim üzerime- şöyle buyurdu diyerek- bir yalan uy durursa, kendine ateşten oturağını hazırlasın.»[6] hadisi ile amel ederek İsrail oğullarındanda nakil yapılabileceği görU şüyle  yola çıkanlar olduğu gibi, onlardan hiç nakil yapmayanlarda vardır.

İbni Kesîr gibi rivayette sahih haberi ön planda tutanlar, bu dö­nem için ayet ve hadis kullanmaya çok önem verip yahudi ve hıris-tiyan kaynaklara güvenmemişlerdir.

2- Siyer ve Meğazi kaynaklan: Bunlarda israiliyyat ve yabancı kaynak kullanılmaz. Bunların birinci derecede kaynağı Kuran, hadis ve  sahabe  müşahedeleridir.  Ancak. Ashab devrinde  bizzat  sîre ve meğâzî derlenmiş olmadığı için bu bilgiler bir dönem sonra  tabiin zamanında tedvinine başlanıp daha sonraki devirlerde genişleyerek bu günkü haline gelmiştir.

3- Sahabe, Tabiin, Tebei Tabiin ve ondan sonra gelen alimlerin tabakatları: Bunların ilki olan sahabelerin hayatları için yegane kay­nak, tabiînin onlara dair bize ulaştırdıkları bilgilerdir. Hadis kitapları bu konunun en esaslı kaynağıdır. Daha sonra sahabeler için hususi eserlerde yazılmış ve sahabeler hakkında geniş bilgiler kaydedilmiştir. Mesela İmam Ahmed'in Humeydî'nin. Ebû Yalanın, İshak b. Rahe-veyhin "Müsned" adlı eserleri doğrudan doğruya hadis kitabı olması­na rağmen hadisleri alfabetik sahabe adına göre naklettikleri için her sahabenin kaç hadis naklettiği takriben anlaşılmış olduğu gibi o sa­habenin hayatında geçen hadiseleride indirek olarak vermiş oluyor.

Tabiin ve sonrakiler hakkında kaynaklar güvenilir inşaların bir­birleri hakkında söyledikleri ile bizzat kendilerinin ortaya koydukları eserlerleridir.

4- Yıl veya devletler sırasına göre olanların kaynaklan: Bizatihi ya müşahadeye yaha müşahedenin nakillerine dayanır. Bizzat o de­vreyi gören âlimlerin kaleme aldıkları konunun en iyi eserleridir.

5- Fiten vel-Melâhim, Kıyamet Tarihi: Bunlar sadece  ayet ve hadislerden alınır. Bunlar hakkında yorum, tahmin ve benzeri şeyler caiz olmaz. Zîra gaib olanı ancak Allah (c.c) bilir.

6- Şehir ismine göre yazılan Tarih: Bunlar ya şehrin adıyla yada o şehrin  fethedilişini  anlatacakmış  gibi  yazılan  kitaplardır. Ama o şehirdeki geçen olaylarla beraber orada yaşayan alim, emir ve ben­zeri kimseleri içine alır. Bu sebepten kaynağı çok daha çeşitlidir. [7]

 

Tarihü’l-İslam’ın Kaynakları

 

Zehebî merhum bu kitabını yazarken baştaraftada açıkladığı gibi kırk kadar eseri gözden geçirdiğini söyler. Bu isimler bu cildin oriji­nal 12. 13 ve 14'üncü sayfalarında adlan verilenlerdir. Ancak Zehe-bî'nin bu eserini mütala edince durumun başka olduğunu gördüm. Zi­ra Zehebî, böyle demekle sanırım tarihini yazma gayesi ile hususi olarak okuduklarını anlatmak istiyor olsa gerek. Çünkü içinde istifa­de ettiği kaynaklar bu söylediğinin on katından da fazladır. Mesela Zehebî Buharı. Müslim, Ebû Dâvûd. Nesâî, İbni Mace. Musannefler ve diğer en çok nakil yaptığı hadis mecmualarının adını burada an­mıyor. Halbuki kitabın her tarafı olmasa bile başta ayet olmak üzere ilk kullandığı kaynak hadisler oluyor. Daha sonraki devirler için ise gerekli gördüğü malzemeyi kullanıyor. Kaynaklan kullanırken metod olarak hadisçilerin kaidelerini ele alırsada içinde geçen izahlardanda anlaşıldığına göre aklı, gözlemi, kıyaslamayı ve bugün modern Tarih düşüncesinde bile ulaşılmamış bir takım metodları kullanır. Tabi bu­rada Zehebî'nin Tarih anlayışı bu çağdaki bir Tarih anlayışından pek çok naktada değişik olduğu için Modern Tarih metodolojisine göre hareket etmeyeceği gayet tabidir. Zira Tarihi yazmadaki gaye aynı değil, kaynaklarda tarihe bakışta değişiktir. [8]

 

Modern Tarih Anlayışındaki Kaynaklar

 

Mejtum-Zeki Velidî Togan bey kıymetli eseri "Tarih'te UstlTün-de (özetleyerek) bunları şöyle verir: (Sayfa 36 ve devamı)

1- Müşahedeler ve Hatıralar.

2- Haberler ve (Şifahi haberler, tarihi şiirler, destanlar, hikaye­ler,  tarihi destanlar,  menkıbeler, hikayeler ve  anekdotlar,  Fıkralar. Tarihi darbımeseller) yazılı haberler. (Kitabeler, Şecereler, Vak'nüvis eserleri  hal  tercemeleri, Otobiyografi ve hatıralar, seyahatnameler, basın) Resimli haberler.

3- Kalmtılar. (Ceset kalıntıları, konuşulan diller, Coğrafi isimler, adet ve Örfler, eski binalar, yazma san'at mahsulleri el işleri ve ben­zerleri)

4- Heykel ve Resimler.

5- Umumi Tarihi Kütüphaneler.

Kitabı okurkende görüleceği gibi her tarafında olmasa bile Zehe­bî bunların pek çoğunu bu eserinde gayet ustalıkla kullanır.[9]

 

İlk İslam Tarihi Kaynaklari Ve Tenkidleri

 

1- Ebân b. Osman b. Affan: Hz. Osman (r.a.)'m oğludur. Dinde İmam, Fakih ve Emir. Medinede doğdu. Babasından ve Zeyd b. Sabit (R.A) lardan hadis aldı. Kendisinden başta Amr b. Dînar, Zührî ve Ebûz-Zinâd olmak üzere çok insan ilim aldı. Vakidî'nin demesine gö­re yedi yıl Medine'de valilik yaptı. (İbni Sad Tabakat 5/152) Abdül Melik b. Mervan'ın vefatından önce hicrî 105 yılında vefat etti. Do­ğumu takriben 20ci hicri yılda (641) olsa gerek. Tarihi kaynaklar onun Meğazî adlı bir eserinden bahsederlersede bize bunlardan bir şey ulaşmamıştır. Hatta Emevî olup. valilik yaptığı ve babasının ka­nım taleble Hz. Aişe taraftan olarak savaşa katıldığından dolayımı (bunları tam bilemiyorum) ama bu zatın rivayetleri yok olmuştur. Halbuki hadiste kendisi sika, fıkıhta imam kabul edilmiştir.

2- Şurah-bîl b. Sa'd: Tahmînen hicrî 20 yıllarında doğup Hz. Ali' yi görmüş olduğu söylenir. 123 yılında vefat etti. Bedir ve Uhud har­bine katılanlarla Medine'ye göç edenlerin listelerini muntazam olarak ilk tutan odur. Ömrünün sonun doğru çok fakirleşip karnını doyura-maz hale gelmesi başına dert açmıştı. Rastladığı sahabe çocukların­dan bir   şeyler ister, vermeyenlere babasının Bedir harbine katılma­dığını söyleyeceğini bildirerek, tehditte bulunurdu. Süfyan b. Uyeyne "Şürahbü fetvaya ehliyetli biriydi. Ondan daha iyi Meğazi bilen biri yoktur'" der. Yahya b. Maîn, Mâlik. İbni İshak, İbni Sa'd. Nesâî, Da-rakutnî ve İbni Adiy bu zatı zayıfa yakın bulurlar. İbni Hibban onu sika sayar. Yahya el-Kattan  ise.  İbni İshak'ın "biz Şürahbi'den bir şey nakletmeyiz!" demesine kızarak. "Hıristiyan ve Yahudilerden ha­ber nakledipte Şürahbil'e gelince onun rivayetlerin yazmaktan sakı­nan adama hayret doğrusu" der.

Mamafih Mûsâ b. Ukbe ve Yahya b. Saîd el-Ensari gibi zatlar Şürahbil'den rivayette bulunuyorlar. Bu zatın eseri de bize ulaşmadı.

3- Urve b. ZÜbeyr: Urve Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma (r.a.) ve Zü-beyr (r.a.)'in evladı. Hz. Aişe'nin  yanında yetişmiş, Abdullah b. Zü-beyr   (r.a.)'m   küçük   kardeşidir.   Ağabeyinin   Emevîlerle   kavgasına katılmayıp   kardeşinin   şehit   edilmesinden   sonra   hicri   74'te   Abdü'l Melik b. Mervan'a biat etti. son zamanlarda Urve'nin meğazisinin bir kısmı bulunup neşredildi. Bizde bundan bir hayli istifade ettik. Ancak Urve'nin nakilleri zayi olmuş değildir. İbni İshak ve Vakidîdeki nakil­lere göre onun ilk Meğâzî ve Sîre yazarı olduğuna hükmedenler ol­muştur. Halife b. Hayyat tarihinde onun hicri 23'te doğduğunu söyler. Zehebî Siyeri A'lamın-Nübelâda ona geniş yer verir.

4- Vehb b. Münebbih: Hicri 34't Yemen'de doğup 110'da vefat et­ti. İbni Nedîm "El-Fihrist" adlReserinde (s.128) onun "KitabU'l Meb­de"' adlı bir kitabı olduğunu söyler. Bu zat Hz. Ebû Hüreyre'nin tale­besi olan Hammam b. Münebbih'in kardeşidir. İslam öncesi devirleri İnci! ve Tevrattan naklettiği için bir çokları Israiliyyat uydurmalarını bu zata nisbet ederler. Müsteşrik Schott Rainhardt bunun eserinden bir parçasını Papürus üzerine yazılı olarak ele geçirmiştir. Bu Akabe biatinin anlatıldığı kısımdır. [10]

İbni İshak Kitabü'l Mebde' inde bu zatın rivayetlerine yer verir­ken Vakıdî ona temas etmez.

5- Asım b. Ömer b. Katâde: İbni Kuteyb el-Mârifinde (466) onu "Sîyer ve Meğâzî" yazarı, diye tanımlar. Bu zat İbni İshak'ın baş kaynaklarından birisidir. Hicri  121'de vefat etmiştir. Zehebî'nin bil­dirdiğine göre Tabiîn alimlerinin ileri gelenlerindendir. Yahya b. Ma­în, Ebû Zur'a, Yahya b. Kattan ve diğer alimler ona "sika" tabirini kullanırlar. Dedesi Katâde b. Nu'man Efendimiz (s.a.v.)'in büyük sa­habelerinden olup kör olunca Efendimiz düasıyia iyileşen zattır. Bu­nun eseride bize ulaşmamıştır.

6- Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Şihâb ez-Züh-rî):

Bugünkü şekline "Siyre"'yi ilk koyan zat budur Zehebî onun 50 yada 51'ci yılda doğduğunu, başta İbni Ömer. Câbir, Sehl b. Sa'd, Enes b. Mâlik olmak üzere son sahabelere yetişip onlardan hadis al­dığını bahseder. Bu duruma göre Zührî Tabiî'nin orta tabakasından sayılabilir veya üçüncü tabakaya daha yakındır. Ama sahabe çocu­klarını görüp onlarla oturup kalkmıştır. İbni Hacer'e göre Zührî, Eim-me-i A'lâm'dan, Şam ve Hicazın hadiscisidir. Ebû Dâvûd, onun iki bin kadar hadis rivayet ettiğini bildirir. Zühri 124'te vefat etmiştir. Zehebî Siyer-i A'lamında Zührî'ye (5/326-350) geniş yer verir.

7- Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Hazm: Hicri 130 yada 135'lerde vefat eden bu zatın Sîre'ye dair bir eser yazdığı bilinmiyor-sada Sîre konusunda en fazla rivayeti olanlardan biri olduğu İbni İshak ve diğerlerinin eserlerinden anlaşılıyor.

8- Musa b. Ukbe: Zübeyr b. Avvam oğullarının azatlısı idi. İlk ciddi boyutlu Sîre yazarı, sika, güvenli bir kimsedir. Müsteşrik Sac-hav'un 1904'te Almanya'da yayınladığı parçanın, ondan rivayet edilen bir parça olma ihtimâli vardır. Buharı, Taberî, Beyhakî hep ona gü­venmişlerdir. Onun rivayetlerinde İbni İshak ve Vakidî'ni rivayetler­inde olduğu gibi çürük yanları yoktur. İmam Mâlik "Meğâzî'yi kim­den yazalım?" deyince "Musa b. Ukbe'nin Meğâzî'sinden ayrılmayın, zira o sikadır" demişti. (Bak el-Cerh vet-Ta'dil cilt 4/154) Bu zat Mekke'de doğup Medine'de yaşamış ve sonra Şam'a göçmüştü.

9- Muhammed b. tshak ve Eseri: İbni İshak hicri 85'te Medine'de doğup 150'de Bağdat'ta vefat etti. Sebebi henüz anlaşılmamış bir vaka dolayısıyla kırk yaşına gelmeden Medine'yi terketti. Bir çok yeri dolaşıp Bağdad'a yerleşti. Ancak Uyûnü'l Eser (l/ll-12)'de geç­tiğine göre Hişam b. Urve ve İmam Mâlik'Ie arası açılmıştı.

İbni İshakın bu büyük eseri "Siyer ve Meğazî"si ne hikmetse ön­celeri çok yaygın iken sonradan zayi oldu. Bugün Faştaki "Mescidi'1 Karaviyyin"de ve Yusuf ağa (Konya) kütüphanesinde bulunup neşre­dilen nüshalar ekşitir Ancak İbni Hişam'ın hocası Bekkâi aracılığıyla yaptığı nakil İbni Sa'dın İbni Bükeyr tariki ile olan nakilleriyle Bey-hakî'nin bizzat kendi isnadları onu yaşatmıştır. Ayrıca İbni İshak Siyer konusunda sika sayıldığı için haber naklederken kendisi anane yapmayıp bizzat duyduğu ifadesini kullandığı haberleride hadis mec­mualarına geçmiştir. İbni İshak siyre konusunda babalan hınstiyan ve yahudi olan kimselerdende bilgi almış ve bu yüzden tenkide uğra­mıştır. Yine "Kitabü'l Meb'de" kısmında naklettiği bilgiler doğrudan İncil'den almış olması onun Sülâlesinin hınstiyanlıktan gelme olduğu kanaatini çağrıştırmış ve bazı müsteşrikler bu iddiada bulunmuşlar-sada Muhammed Hamidullah bey buna siyrenin başında güzel ceva­plar vermiştir.

10- Vakidî: Vakidî çok meşhur bir Meğazi yazarıdır. Kendisini Buharî, Razı, Darakutni. ve Nesâi "metruk" zayıf gibi sıfatlarla an­mış olmasına rağmen, Dırâverdi, Yezid b. Harun, Ebû Ubeyd Kasım b. Seliâm, Ebû Bekr es Sağâni, Mus'ab b. Zübeyrî, ve bazılanda övüp sika olarak nitelerler. Vakıdî'yi tenkid edenler arasında İmam Şafii de bulunur. Zehebî ise Siyer-i A'lam'ında "Allâme, ilirn deryalarından biri" diye vasıflandırıp "Zayıflığında ittifak olmasına rağmen" diye ilave eder. İbni Sa'dın kendisinden nakline göre hicri 130 da dünyaya gelmiş (Tabakat 7/394) Me'mun kendini Bağdad'a halife yapmıştır. Bu vazifede dört yıl kaldı. Kadı olarak hicri 210 da vefat etti. Vakidî'nin bence en iyi yanı gazve yerlerini giderek görmesidir,

11- Muhammed b. Sa'd ve Tabakat'ı: İbni Sa'd Vakidî'nin katibi olarak şöhret bulmuş ve eserlerinde Vakıdi'nin merviyyatım ölüm-süzleştirdiği gibi kendisinin sağlam bir âlim olması ve çok çeşitli ri­vayetlere dayanması, kendisinin tarih bilgisindeki uzmanlığını ortaya koyarken aynı zamanda Vakidî'nin rivayetlerinin çoğunun sağlamlığı­mda isabet etmiş olmaktadır.

İbni Sa'd, hicri 168 yılında Basra'da doğup sonra Bağdad'a gelerek vakidinin derslerine devam etmiş, Kofe'ye, Medine'ye ve civar yerlere ilim talebi ile gitmişti. Kendi çağının Süfyan b. Uyeyne, Ebu'l Velidi-Tayâlisî; Vekî b. Cerrah, Hüşeym. Sa'dûn ed Darir, Süleyman b. Harb, Fadl b. Dukîn, Velid b. Müslim, Ma'n b. îsa ve emsali nice alimleriyle görüşüp onlardan hadis nakletmiştir.

İbni Sa'd bir çok talebede yetiştirmiştir. Meşhur tariçi Belâzurî, İbni Ebî'd Dünya, Haris b. Ebî Üsâme, Hüseyin b. Fehm de bunların arasındadır. İbni Sa'd kaynakların verilerine göre hicri 230'da Bağ-dad'da vefat etmiştir.

İbni Sa'dın en meşhur eseri 8 cilt halinde neşredilen "Tabâkat" adlı tarihidir. İbni Sa'd bu eserinin 15 cilt olmasını arzu etmişti. Böy­lece sünnete tam hizmet edecekti. Vakidî'nin bize ulaşmayan taba-katını esas alıp ondan bir çok şeyi çıkardığı gibi binlerce madde ila­ve ederek İslam tarihinin ilk ve en orjinal Tabakat'ını telif etmiş ol­du. Tabakatta tenkide değer taraf, üç beş rivayetin isnadını birleşti­rip tek rivayet gibi nakletmesidir. Efendimiz, ashab ve kendi devrine kadar gelen tabiîn, tebei tabiîn ve âlimleri isimler altında inceleye­rek çok orjinal bir eser olmasını sağlamıştır. Vakidî'nin Tabakatı bu­gün elimizde yoksada İbni Sad'm Tabakatı onun maddelerine havidir. Onun Meğazisi ve Siyeri de bu tabakatta mündemiçtir.

12- Halife b. Hayyat: Doğumu bilinmemekle beraber ölümü 240 yılındadır. Tarihler arasında en güvenilenlerden biri olup Efendimizin doğumunu kısaca anlatıp hicreti esas alarak tarihine başlar. Hadise­leri rivayet silsilesiyle alarak 232 yılma kadar geiir. Tarihinin adı "Tarih-i Halife" adıyla bilinir. Eserinde İbni İshak. Vehb b. Cerir, Ebû Ma'şer, Ali b. Muhammed el-Medâini, Ebû Ubeyde Ma'mer b. Musennâ, Hişam b. Kelebî, Ebû'l Yakazan, Velid b. Hişam. Abdullah b. Muğire, Abdullah b. Lehiâ, Ebû Halid, İsmail b. İbrahim el Ateki, İsmail b. İshâk ve Esmaî başta olmak üzere daha pek çok otoriteden bilgi alır.

13- Ebûl Velîd Muhammed b. Abdillah el-Ezraki: Bu zatın "Ahbâ-ru Mekke" adlı Mekke tarihi çok meşhurdur. Doğum tarihi kesin de­ğildir. Hicri 244 yılında öldüğü doruya en yakın görüştür. Eseri ilk önce dedesi Muhammed kaleme almış ama torunu ilavelerle bu eseri geliştirip son şeklini vermişitir. Eser Matbû'dur.

14- Muhammed b. Cerir Taberî: Taberi hicri 224-310 yılları ara­sında yaşamış İslam tarihinin hem bahtiyar nemde.talihsin bir âlimi­dir. Talihsizdir, zira mezheb taassubu ile çok ağır hakarete maruz kalmış, fıkıhta ortaya koyduğu düsturlarına taklid değil doğrudan iç­tihat etmiş olması hasetliğe yol açıp korkunç hücumlara hedef ol­muştur. Bahtiyardır, Çünkü bir mezhebi olmamasına karşın yazdığı tefsir ve tarihi ile 12 asırdan beri bütün mezhbelere imam olmuş ve bütün ümmetin kalbinde yer etmiştir.

İslam tarihini ilk orjinal tarih düzeyine çıkaran odur. Şimdiye kadar bu eserinin bir çok baskısı yapılmıştır. Eser yaratılıştan baş layıp 302 yılına kadar gelir. 26 kadar kitap yazdığı bilinir. Tarihinin adı "Tarihü'l Ümem vel Mülük" tür. O bu eserinde kendinden önceki İbni İshak, Ya'kubî, Belâzurî, Vakidî ve İbni Sa'd gibi zatların yazılı eserleriyle avamın dilinde dolanıp duran rivayetleri bu kitabına top­layarak kendinden sonra gelenlere tarih yazma konusunda çok güzel bir yol hazırladı.

Tefsiri ise 30 cilt olup her cüz'ü bir cilttir. Devrindeki bütün ri­vayetleri toplamaya çalışmış olduğundan kendinden sonra yetişenler ona ulaşamamışlardır. Tefsiri hep rivayet tefsirleri arasında geçer. Oysa' her ayetin dirayet tefsirine de temas eder.

Onun "Tehzîbü'l Âsar'T'ını mütalâ etmek şerefine erdim. Adıda tıpkı metodu gibi Tahavî'nin "Meâni'Ul Asar'" şerhine benzer. Hem Üslub hem olayı sevk, hem beyan, hemde ta'Iil yönü aynı. Hem bu iki zat çağdaştır. Üstelik Mısır'da yaşadılar.

Taberî Tarihinde ve Tefsirinde fıkıhtaki dirayetini ortaya koy­maz. Sadece rivayetleri ravi adlarıyla verip "gerisini adamlara baka­rak anlayın" der gibi hiç açıklamaz. Bu yüzden bu eseri tenkîd edilir.

15- Beyhakî ve Delâüin-Nûbûvve'si: İslam dünyasının en velûd (çok eser veren)  âlimlerinden  birisi şüphesiz Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî'dir.

İmam Beyhakî, Nişapur vilayetinin Beyhak kazasına bağlı Hus-revcerd köyünde 384 yılında dünyaya gelmiş ve Beyhak'ta büyümüş tür. Küçük yaşta Kuran ve arapçayı öğrenip yaşı 15 e geldiği zaman temel ilimleri Öğrenmiş bulunuyordu. Sonra, o devrin hadis öğrenme adeti üzerine Horasan, İrak, Mâvrâünnehir, Hicaz, Nokan, İsferain, Tus, Mihrican, Esedâbâd, Hemedan, Damağan, Isfahan, Rey, Tabe-rân, Nişapur, Rûzbar, Bağdad, Kofe ve Mekke olmak üzere ilim mer­kezlerini dolaşıp ilim adamlarıyla buluşup icazetler aldı. Bu şeyhler­inin bilhassa yüz kadarı dinde imam payesini almış kimselerdir. İşte bunlardan bazıları.

1- Müstedrek, ve Ulumü'l Hadis ve nice eserler sahibi Hafız "Hâ­kim" diye tanınan Muhammed b. Abdillah ed Dabbî.

2- Muhammed b. Hasen el-Aievî el Hasenî en-Neysabûrî;

3- Ebû Abdurrahman es-Sülemî.

4- Abdülmelik b. Ebî Osman el Horkeşî en Nisâburî,

5- Ebû İshak et-Tûsî,

6- Abdullah b. Yusuf eî-Isfahâni

7- Abdürrahman b. Muhammed b.Ahmed b. Bâleveyh,

8- İmamü'l Haremeyn'in babası Abdullah b. Yûsuf.

9- Ali b. Ahmed b. Ömer b. Hafs el Hamâmî,

10- Ömer b. Ahmed el Mes'ûdî el Hüzelî,

11- Ebû Tahir ez Ziyâd,

12- Ebû'l Feth Nasır b. Hüseyn el Ömeri

13- Ebû'l Kasım Hasen b. Muhammed gibileri başta olmak üzere devrinin eser sahibi alimlerinden öğrenimini ikmal etti.

Beyhakî, sadece eser yazan değil, aynı zamanda çok kıymetli ta­lebelerde yetiştirmiş birisidir. Zehebî Tezkeretü'l Huffazmda Beyha-kî'yi methedip pek çok âlime icazet verdiğini (31133) anlatarak bun­lar arasında

 l- Ebî Abdillah el Ferâvî

2- Abdülcebbâr b. Muhammed el-Beyhakî,

3- Ali b. Mesud eş-Şucâî

4- Zahir b. Tahir

5- İbni Ebî Mes'ûd es Sâidî,

6- Ebül Meali Muhammed b. İsmail,

7- Husrevcerd kadısı Hüseyin b. Ali b. Futeyme,

8- İsmail b. Ahmed

9- Beyhakî'nin torunu Ubeydullah b. Muhammed b. Ahmed

10- Hafız Ebû Zekeriyya Yahya b. Abdi'l Vehhab'ı sayar.

Eserlerine gelince bize ulaşan 26 kitab adı vardırki her biri sa­hasında dev ve ansiklopedik eserlerdir.

1- Sünen'i Kübra: 9 dev cilt muazzam bir eser olup Şafiî fıkhına göre tertiplenmiş bir hadis kitabıdır. Şafii'nin bütün maddelerine ha­dis bulmaya çalışır. Bu haliyle Tahavî'nin Şerhti Meâniül Âsar'ına benzer.

2- Sünen'i Suğra 4 cilttir.

3- Delâiîinnübüvve 7 cilttir.

4- Şu'bü'l îman önce muhtarasarı basılmıştır. Şimdi Camiü Şu'bü'l İman olarak yeniden basılıyor bize 13cü cilde kadarı ulaştı.

5- El Medhal ile's Sü­nen

6- Ahkamü'l Kur'an

7- Menakıbüş Şafii

8- El Ba's ven Nüşür,

9- Edep

10- Zühd

11- İtikad,

12- Tergîb ve Terhîb

13- Fazailü-s Saha­be

14- İmam Ahmed b. Hanbel

15- Yenâbi'ül Usul...

Konumuzla ilgili Delâil'ine gelince: Bu eser sahasında kanaatim­ce en güzel eserdir. Müellif konuya tarih ilminin kırıtiği ile girip, kimlerin haberi alınır kimlerin ki reddedilir, haber çeşitleri nelerdir gibi malzemeleri gayet ustalıkla serdeder. Peygamberlik delilleri ile Şemaile ait çok geniş malumat verir. Kendinden önceki yazılanları nakleder ama hiç bir zaman İbni İshak dediki. Belazuri anlattıki de­mez. Bütün bunları hadis ilminin verilerine dayandırarak "Haddese-nâ7' "ahberanâ" diye başlayarak şeyhleri vasıtasıyla rivayeti sonuna ulaştırır. Zehebî'nin temel dayanaklarından birini bu eser teşki! eder. Ancak Zehebî, Beyhakî'den daha dikkatli davranarak onun rivayet­lerini de kritik ederek alır ve zaman zaman serzenişte bile bulunur.

16- Ebû Nuaym ve Delailûn Nübüvve'si: İsmi ve künyesi: Âhmed b. Abdillah b. Ahmed el-Mirâni el-İsfehânî. Hicrî 336 yılında doğmuş 430 yılında vefat etmiştir. Küçük yaşında ilim tahsiline başlayıp Va-sit şehrinde Abdullah b. Ömer b. Şözeb'ten, Nişapur'da Ebû'l Abbas el-Esam'dan Şam'da Hayseme b. Süleyman el-Etrâblusî'den, Bağdat'da Ca'fer el Haledî ve Ebû Sehl b. Ziyad'dan icazet almıştır. Zehebî onu "Çağının hadis hafızı" diye anar.

Ebû Nuaym itikadda aşırı derecede Eşari kabul edilmiş bu yüzden bir takım müteassıp hanbelilerin hücumumna uğramıştır. Hat­ta Zehebî Tezkeratül Huffaz'ında şöyle bir olayı Muhammed b. Ab-dü'l Cebbâr'dan nakleder.:

«Ebû Bekr b. Ali el-Muaddel'in ilim meclisine gittim. Şeyh dersi­ni bitirince birisi "Ebû Nuaym'm meclisine gelmek isteyen ayağa kalksın" deyince Muaddel'in meclisinde bulunan hanbeli hadis ehli bir kısım herifler bu adama kalem bıçaklarını çekerek saldırdılar. Adam öle yazmıştı."

Bunun sebebi Ebû Nuaym'ın el-Muaddel ile aynı mezhepte ol­mayışı idi. Ebû Nuaym'ı tenkid edenler varsada. Zehebî, İbni Kesir ve İbni Hacer bunların çoğunun kıskançlık yada mezhep taassubu ol­duğunu söylerler. Ancak Ebû Nuaym uydurma haberlere senedi ile yer verir ve bunlara tenbihtede bulunmaz. Belki senedi vermekle kendinin mes'ûliyetten kurtulduğu kanaatini taşırdı.

Eserlerine gelince bunların 10 adedinin ismi. bazilarınınsa cismi bize ulaştı.

1- Hilyetü'l Evliya (lOcilt Matbudur)

2- Delâlinnübüvve (Matbudur)

3- Ahbâru İsfahan (Matbudur)

4- Tabakat'ül Muhaddisin

5- Mar'rifetüs-Sahâbe

6- Eş Şuarâ.

7- Sifatü'l Cenneti,

8- Tıbbü-n Nebevi,

9- El Müstahraç ale'l Buhârî,

10- El Müstahraç ale'l Müslim.

İslam alimlerinden Beyhakî ve Ebû Nuaym dışında 30 kadar kim­sede "Delâin'n Nübüvve" adında eser yazmışlardır.

Zehebî bunların dışında yukardada arzettiğim gibi bir çokveser-den istifade eder. Başta hadis mecmuaları ile sonra irili ufaklı yüz­lerce hadis cüzünü kaynak olarak alır. Ne yazikki bütün çabalarıma rağmen ben bu kaynakların yansını bile bulamadım. Ne varki aynı haberi başka kaynaklardan bularak yerini belirtiyorum.

Zehebî sahabeden sonraki dönem için her tabakada geçen âlim­lerden bizzat kendi dönemini yazanlar varsa onlara dayanır. Mesela Siyer Meğazi halifeler devri ve Muaviye devrini anlatırken hiç yer vermediği İbnü'l Cevzî'nin "Muntazam" adlı 18 ciltlik tarihine ve "Sifatüs Safvesine' yer vermezken İbnü'l Cevzî'nin dönemini bizzat ondan nakleder. Böylece tarih usulünde "müşahit âlim" olmayı esas aldığını ortaya koyar.[11]

 

Konuyu Bitirirken

 

Ben burada tarih kıritiği ve kaynaklan inceleme metodunu ele almayacağım. Zira Zehebî bunu kitabında tatbik ederek gittiği gibi yeri gelince ben de mütercimliği bırakarak tenkid usulüne başvuruyo­rum.

Allaha şükür ifadesi olarak şunu belirteyim ki: İsİam tarihi ile il­gili kitapları takriben 15 yıldır doğru dürüst okumamıştım. Bu eseri terceme edebilmek tahkikli ve ta'likİi bir şekilde okuyucuya sunabil­mek arzusu ile İbni İshak'ı, İbni Hişam'ı. Delâilleri, İbni Sa'dın Taba­kalını Taberî'yi, İbni Haldun'u. İbni Kesîr'i, Tirmizî'nin Şemailini, Halife b. Hayyat'ın Tarihini, Fesevî'nin "El-Marife fit Tarih'"ini ki bu Zehebî'nin temel kaynaklarından birisidir. Vasıt tarihini, Hatibin Bağdad Tarihi'ni, Futuhuşşâmı, el Ensâbı. Nesebi Kureyş'i ve on altı hadis kitabındaki Siyer tarihlerimde gözden geçiriyorum. Zeki Velidi beyin tarih usulü ile. Umum Türk tarihine girişinide mütala ettim. Bu arada Ravi tarihleriyle ilgili Buharî'nin, Razî'nin, Ebû Zur'anın, Zehebî'nin, İbni Hacerin, Ebû Nuaym'm, Hatib'in, Hakim'in, Ebû Yalanın. İbni Adiyin, Hafız Mizzi'nin eserilerinide elden hiç düşür­meden Selefin yolunda bu eserin türkçesini sizlere ulaştırmaya gay­ret ediyorum.

Burada şunu yine itiraf edeyim, Bu adı geçen zevatın eserleri kelimemin tam anlamıyla "Şah eserleredir. Zehebî'nin ki ise bunların baş tacı gibidir. Zira Zehebî'nin bu eseri, bir takîid, kuru bir nakil değil, başlı başına bir kaynaktır

Ülkemizde son devirlerde İslam tarihi üzerine irili ufaklı pek çok eser yayınlandı. Kâinat Efendisine olan sevgiyi ve bağlılığı ifade bakımından bu pek sevindirici bir durumdur.

İnanıyorum ki Zehebî'nin bu "Târihü'l İslam" adlı harika eserinin neşredilmesi bundan sonra Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizle ilgili bir şeyler yazmak isteyen herkesi daha ciddi olmaya sevk edecek, Hz. Muhammed (s.a.v)'e yakışmayan uydurma kıssalarla mitolojik bir peygamber takdim etme yerine Allanın elçisi Muhammedi (sav) ger­çek hüviyeti ile doğru haberlerle takdim etmeye büyük katkısı ola­caktır.

Ülkemizde böyle kritikli bir tarih ilk defa neşrediliyor. Bu vesile Üe Allah'tan yardımını esirgememesini niyaz ederken, Efendimize (s.a.v.) Salat ve Selamlar takdim ederek hürmetle selamlarım.[12]

Muzaffer Can

Zehebî'nin Hayatı

 

Zehebinin Hayatı 1-Ailesi,  Doğumu Ve Yaşadığı Çağ

 

İmam Zehebî, hicri 673 miladi 1374 yılının Rabiü'l evvel ayında, Şam şehrinde dünyaya gelmiş bir Türkmen büyüğüdür.

Aslen Diyarbakır'a bağlı Meyyarfarkın şehrinde oturan Türkmen bir ailenin çocuğudur. Diyar-ı Bekir o zaman şehrin değil mıntıkanın adıydı. Bu gün Meyyarfarkın diye bir yer resmen anılmasada burası bütün Diyarbakır halkının bildiği, Ülkemizin en kadim şehirlerinden birisi olan Silvan’dır.[13]

Dedesi Kaymaz hicri 661 de, 109 yaşında iken Silvanda vefat etmiştir. Bu zat Zehebî'nin dedesi Osman'ın babasıdır. Dedesi Osman ise yine Zehebî'nin bildirdiğine göre Ümmî bir zat olup Allah'a tam teslim olan bir zat imiş[14]. Allah'tan ruhunu Cunfa gecesi almasını niyaz eder imiş ki 683 yılında Cuma gecesi vefat etmiş."[15]

Babası Şihabüddin Ahmed'e gelince, yine Zehebî'nin Mıtcemdekİ kısa tercemesinden onun âlım ve fadıl biri olup rivayet ilmine aşina bir zat olduğu anlaşılıyor.

Hicri 641 de Şam'da dünyaya gelmiş ve yine orada 697 yılında, genç bîr çağda vefat etmiştir. Babası Zehebî'nin ilk hocasıdır. Zehebî Babası Said b. Muhammed, Ya'kup b. Ahmed- Ali b. Ahmed, Ali b. Rüzbe, Ali b. Baka, Abdüs Samed b. Abdi'l Kerim, Hüseyin b. Ebî Bekr, Ebü'l Vakt es Siczî, Ebü'l Hasen ed Davudi, Ebû Muhammed es-Serahsî, Muhammed b. Yusuf, Muhammed b. İsmail, Mekkî b. İbrahim, Abdullah b. Ebî Hind, Babası, İbni Abbas (r.a.) isnadı ile Efendimiz (s.a.v.)'in

(İnsanlardan çoğu şu iki nfmetle, sağlık ve boş vakit hususunda aldanmıştır)[16]   hadisini nakleder.[17]

İşte esas "Zehebî" diye adlanan zat önce babası idi. Sarraflıkla meşgul olduğu için bu anlamda Zehebî denmiştin Bu sayede köleler azad edecek kadar zenginleşmiş idi.

Annesi Musul asıllı, Alemüddîn Ebû Bekir Sancar b. Abdullah'ın kızıdır.[18]

Yine kendisinin Mucemin dibacesinde anlatışından, kendisine önceleri "İbniz-Zehebî" dendiği anlaşılırsada Beşşar Avvadın "Ez Ze­hebî" adlı eserinde de (sayfa 79) işaret ettiği gibi daha sonraları ba­ba mesleğini bizzat icra edişinden olsa gerekki "İbni'1 kelimesi kaldı-rılıp kendi devrinin yazarlarınca bile "Zehebî" diye anılmıştır.

Zehebinin babası âlim olduğu gibi, hemen hemen ailenin tama­mıda alimlerden teşekkül etmiştir.

Öz halası Sittü'l Ehl bn. Osman devrinin icazet sahibesi alime-Ierinden idi. Aynı zamanda Zehebî'nin süt annesidir. Zehebî ondan rivayet eder ki, bundan Zehebî Mucemde "Bana halam Süteyt, îbni Ebi'l Yüsr'dan rivayetle haber verdiki..." diyerek Ebû Musa el- Eşari (r.a) tan: Ben ve Ebûd-Derda Peygamber   (s.a.v.)in yanındayken «Kim iki çenesi arasındakini (dilini) iyi korursa, Cennete girer.»[19] hadisini müsned olarak nakleder.[20]

Zehebî yine dayısı Ali b. Sincer b. Abdillah el- Mevsilî'den de okumuştur. Bu zat aynı zamanda Zehebî ile beraber Balebek şehrinde et-Tac AbdiTl Halik'tan da okumuştu. 736 da vefat etti.

Yine Halası Fatıma'nm eşi Ahmed b. Abdi'l Ganî de devrin hadis alimelerinden olup "İbni Haristanî" diye tanınırdı.

İşte Zehebînin aile çevresi böyle ilim ehli insanlardan teşekkül ediyordu. Ailenin aynı zamanda zengin olması Zehebî'nin bütün efradının alim olmalarını sağlamıştı. İleride de temas edeceğim gibi kızı, Emetü'l Aziz. büyük oğlu Ebûdderdâ Abdullah ve küçük oğlu Şihabüddİn Ebû Hureyre Abdurrahman'da o devrin ileri gelen alimler­inden idi. Bu kızından olan torunu Abdü'l Kadirde iyi bir alim olup dedesi Zehebîden bizzat Tarihü'l İslam kitabının rivayet icazetini almıştı.

Zehebî'nin yaşadığı çağ hicrî yedinci asrın sonlarıyla sekizinci asrın ilk yansı arasıdır. Eyyûbî devleti çökmüş yerini Memlukler al­mış bulunuyordu.

Moğol istilaları önceki şeklini değiştirmiş olsa bile hala devam etmekteydi. Şeklini değiştirmesi Cengiz devrindeki putperest Moğol Tarihin İslamlar istila ettikleri islam diyarında, bir asra yakın kalınca bir kısmı önce Hıristiyanlaşmışsada sonradan hemen hemen hepsi müslüman olmuştu. Ancak bu mUslümanhğa rağmen İslam potasında tam erimiş değillerdi. Hala Şaman dini adetine devamla idareyide elde tutup in­sanları katletmeye ve çevrede yağmacılığa devam ediyorlardı. Bir ke­re güç ellerindeydi. İçerideki Hıristiyan Yahudi ve Ermeniler ile Şia mezhebi salikleri onlara destek veriyorlardı..

İşte bu Moğol istilası Cengizle başlayıp tâ Zehebî'nin çağma ka­dar iki asır sürüp İslam dünyasını ma'murelerini harab etmiş, alim­leri, mücahitleri, kadınları çocukları kılıçtan geçirmiş, adeta nereden geleceği belli olmayan bir ilâhî afet gibi, İslam dünyasını kasıp kavurmuştu. Onların belaları müslümanlığı kabul ettikten sonra bile devam ederek Kılıç Aslan'ların Diyar-i Rum'u fethe memur mücahit Anadolu Selçuklularını bile ortadan kaldırmıştı.

Bunların sonucu olarak her tarafta otorite dağılmış, anarşi hort­lamış, can mal ve ırz emniyeti kalmamış idi. Açlık sefalet ve cehalet altında kalan halk canından bezmiş bir halde, bütün olanlara sadece katlanmak zorundaydı. Korku yılgınlığa, şirret çılgınlığa dönmüştü. Tarihçilerin bildirdiğine göre Konya'da nöbet tutan bir moğol askerini görmeden geçen Selçuklu'yu moğol askeri durulur ve küfürle:

-Ulan beni selamlamamanın cezasının canın olduğunu bil-miyormusun ? der.

-Selçuklu ayaklarına kapanarak görmediğini söylersede mazeret kabul edilmez. Asker bağırır:

-Uzat lan boynunu !...

Çaresiz uzatır zavallı. Asker elini kılıcına götürür, ama bakar ki kılıç yok. Sert bir sesle bağırır:

-Vaziyetini bozma, kılıcım kışlada kalmış, ben kılıcımı alıp gelene kadar sakın kıpırdama, yoksa senin derini yüzerim.!.....

-Asker kılıcını almaya gider; Toplanan insanlar yalvarırlar ada­ma, ,,kaç! kaç, durma kaç. Kışla ta nerede, seni nerde bula­cak".....

-Adam kıpırdayamaz, sadece ,,duymadımzmı kaçarsam derimi yüzecek" diye inler.

-Yine öldürecek ne fark eder" derlersede adam artık kaçamaz. Onunki korku barajını aşıp tam bir yılgınlığa ulaşmıştır.

İşte o kargaşada birden toplanan haçlı istilası, Bir Hasan-ı Sab-bah belası, bir Mısırdaki Şia zulmü... Dert üstüne binlerce dert...

İlim aranmaz, Devletluler ilimden yana değil, mevcut ilim adam­ları ise değerlerini yitirmiş, cahillerin elinde zebun. Şakşakçılar, üç kağıtçılar, deynekçiler, münafıklar, kah hoca kisvesi altında, kah derviş, kah vatan kurtaran aslan kılığında bu devletlü adamları azıt­makla meşgul.

İşte Şam, o zaman diyar-ı İslamın tam ortası olduğu için dış tehlikelerden en uzak bir yerde bulunuyordu. Bozulan ve sıfıra inen Abbasî otoritesinin alimleride Irak'tan Şam'a gelmişlerdi. Hatta o za­manlar sıkıştırılmaya başlayan Endülüs alimleride Şam ve Mısır diyarına gelmiş bulunuyordu.

Havasının güzelliği, suyunun bolluğu ve tatlılığı, ovasının münbitliği ile Şam, o çağda yeryüzünün en kalabalık ve en ma'mur yer­lerinden birisi idi. Ticaret ve Ziraat merkezi olması binlerce sanaat ehlini barındırdığı gibi: yerinden ve yurdundan ayrılan binlerce alim de iltica için ancak Şam'da yurt bulabiliyordu.

Memlüklerin bu sırada Şam'da ve Mısır'da iyi bir otorite kurma­ları müslümanları rahatlatmış hele bizzat Şeyhül İslam İbni Teymiyye ve arkadaşlannında iştirak ettiği harpte, Moğolları yenip Şam diyarından sürmeleri moğol zulmünün sonunu getirirken, Şam diyarmmda İslam aleminde yeniden manevi bir başkent havası tenef­füs etmesini sağlamıştı. Artık sadece Zehebî'nin Siyer-i AMamU'n Nübelâ'daki verdiği adlara bakarak bile, Şamm hicri yedinci asrın or­talarından, sekizinci asrın sonlarına kadar, islam fikriyatının merkezi haline gelmiş olduğu sonucuna hemen ulaşabiliriz. Oradaki medre­selerin çokluğu, kalitesi ve okutulan derslere baktığımızda, Abbasi-lerin orta zamanında görülen sadece Sarf-nahiv, mantık meânî, bedî' beyan belagat ve benzeri bir sürü lüzumlu lüzumsuz şeylerle günleri heba eden medreselerden tamamen ayrı olduğu, bunların adeta Selef devri medreseleri gibi Sünnet ve ahkamının tedvin şekli ile ders ver­en medreseler olduğunu görüyoruz.

Şöyle dersem hiçte mübalağa etmiş olmadığımın şuurundayım "Tebe-i Tabiini takiben gelen dört. beş ve altıncı asır ile yedinci as­rın yansına kadar gelen Uç dört yüz yıllık bir devrede bile bu asırda­ki kadar ciddi İslamî eserler verilmemiş, verilenlerde ancak mevzi mevzi kalmış, ekseriyeti şiir, divan, tasavvuf, usul, aklî ve fikrî kav­galara yer veren eserler olmuştur." İşte Hafız Zehebî böyle bir or­tamda hayatını sürdürmüştür.[21]

 

2- İlim Öğrenmesi Ve İnkişafı

 

Zehebî babasından öğrendiklerinin yanında çok ciddi ve uzun bir tahsil hayatı geçirmiştir. Öyle ki onun öğrenme metodunu takip eden herkes onun neden bu denli allâme oluşunu kavrayacaktır.

Zehebî, ilk medrese tahsiline daha tıfıl iken başlamıştır. Kendisi­nin bildirdiğine göre ilk hocası Büsbüs lakabıyla anılan Halepli Alaeddin Ali b. Muhammed olup dört yıl bu zatın derslerine devam et­mişti.[22]

Sonra Zehebî, Mes"ud b. Abdillah es-Salihî'ye okumaya gidip Kur'anı yirmi kadar hatimle ikmal ettiğini, bu şeyhin küçük çocukla­ra çok merhametli davranıp gayet iyi ahlak verdiğini anlatır.[23]

Artık Zehebî, ilmin tadını almıştır. Bundan sonra durup dinlenme bilmeden bin kırk, cet 1040 şeyhten ders alıncaya kadar tükenmez bir sabır, coşkun bir aşk ve şevkle okumasını ikmal etmeye çalışır.

Zehebî, kendisinin nasıl okuduğuna dair hususi bir ma'lürnat vermiyorsa da, onun Mucemüş-Şüyüh, Marifetin Kurra, Siyer'i A'la-mün Nübelâ ve Tarihü'l İslam'ının son cildinde kafi derecede bilgi mevcuttur. Ben bunları oralarla karşılaştırarak Beşşar Avvad Ma'ruf un tertibine göre tahsilini kısaca sunuyorum.

Devrindeki bütün ilimleri Öğrenmesine rağmen Zehebî'nin bilhas­sa üç ilimde derinlemesine bir eğitimi gözlenir. Bunlar sırasıyla;

1- Kîraat

2- Hadis

3- Tarih, olarak özetlenebilir.

Kıraat İlmi: Muceminde bildirdiğine göre Zehebî 691 yılında bir gurup arkadaşıyla o zamanın en meşhur Kurrası sayılan Cema-lüddin Ebî İshak İbrahim b. Dâvûd el-Askalanî'ye gitmiş ve "Cem'ul Kebiri" okumuş, sonrada Kıraat'ı Sebâ'ya başlayıp Kasas suresini henüz bitirmiştik! Şeyh 692 yılında felcinin ilerlemesi ile vefat etti, bu yüzden Kıraat tahsili yarım kalmıştır. Yine bu esnada el-Cem'ül Kebiri okuduğu Şeyh Cemalüddin Ebû İshak'tan Ed-Dâni'nin "Et-Te-ysir" adlı eserinden yedi İmam'ın kıraatini hatmetmiş. "Hirzü'l Ema-ni" adlı Şatıbî'nin eserinide okumuş ve henüz yaşı yirmi civarında iken Kıraat ilmini ve usulünü iyice öğrenmişti. Şeyh Şihabüddin Mu-hammed b. Ahmed kendisini imtihan edip Zehebî'ye kendi merviy-yatmın icazetini vermiştir.

Zehebî bu fende çalışmalarını kesintisiz sürdürüp daha öğrenci iken 691 yılında tecvid ilmine dair "el-Mukaddime" adlı eseri Mu-hammed b. Cevherden nakille yazmıştır.

Şeyh Mecdüddîn Ebî Bekr, Muvaffakuddin b. Mansur, Muhammed b. Mansur'dan da Kıraatı-Seb'ayı okuduğu gibi, Şeyh Ömer b. el-Kav-vas'tan da "El-Mebhec fi kıraatisseba'' ve İbni Mücahid'in "Es-Seb'a" ve '"Şatıbıyye" yide okumuştur.

Hicri 692 yılında Şeyhi Şemsüddin Muhammed b. Abdilaziz ha­stalanınca Kurra olarak yerini Zehebî'ye devretti ki bu onun ilk hocalığıda olmuştur. Ama ilim aşkı onu bir yıl bile bu işte durduramamıştîr.

Zehebî Hicri 693'te Ba'lebek şehrine gittiğinde, Hakim'den resmi izin almadı gerekçesi ile Kıraat dersinden Muhammed b. Ahmed b. Ali tarafından engellendiğimde bu zatı anlatırken kaydeder.[24]

Hadis Aşkına Doğru: Subkî'nin Tabakatında belirttiği üzere Zehebî daha onsekiz yaşlarındayken, hadis ilmine yönelerek tam bir gayret ve didinme ile bu ilimde müthiş bir dereceye yükselmiştir. Ar­tık Zehebî bütün ömrünü, bütün vakitlerini hadise tahsis etmişti. O, hadisin bir kısım dallarında ilerleyip diğerlerini ihmal etmemiştir. Aksine hadisin her sahasında, İlelinde, âlisinde, nazilinde, isnadın­da, rical ilminde, metninde, ahkamında, sahih ve zayıfında, müsned ve mürselinde, muttesıl ve munkatı'ında kesinlikle otorite olmuştur.

Zehebî bu konuda hemen hemen hiç kimsenin okuyamayacağı kadar kitapları okuyup bin kırk tane âlimden semai olan ender alim­lerden biridir.

Şurada açık açık belirteyimki: Zehebî bu konuda bir Abdürrah-man b. el-Cevzî. bir Hakim, bir İbni Hibban, bir Tahavî. bir Ebû Nü-aym ve emsali alimlerle kıyas ettiğimiz zaman onlardan daha diray­etli ve daha Cami' bir zat olduğu ortaya çıkar.

Gerçi o zevat-ı kiram selef devrinin son halkalarını teşkil eder­ler ve bize uiaşan eserlerinden anlaşıldığı gibi yazdıklarını taklid de­ğil tahkik ve isnadıyla yazmışlardır. Ancak Tahavî Asarı açıklama ve ihtilaflı asarın arasını bulmadaki ulaştığı yüce mertebesine rical yönünden ulaşmadığı anlaşılır. Bir yerde tenkid ettiği zatı başka bir yerde şahit de alır hüccet de...Fıkhi yöndende zaten fikri-istiklalini pek az meselede göstermiştir.

Hadis sahasında en çok eser verenlerin başında gelen Beyhakî ise bütün eserlerini Şafii merhumun fıkıhta naklettiği haber ve eser­leri savunma esasına dayandığı için gerek te'vil gerek rical yönünden çok tenkid edilmiştir.

Hakim, Sahih kaidesinde işi son derece gevşetirken İbnü'İ Cevzî ise iyice sertleştirip Buharî ve Müslim'i de çürüğe çıkaran bir kritiğe girmiş isede Tefsiri olan "ZadU'l Mesîr"'inde kendi kaidesinin tersine zayıf, hatta uydurmaları kitabına doldurmuştur. İbni Hibban ricale dair Sikat ve Zuafa'da fazla isim verme gayretimi yoksa naklettiği yeri araştırmadığındanmı; pek çok sikayı zayıf, zayıfıda sika yapmış tır. "Sahih" adını verdiği eserinde de aynı zayıflığı devam ettirmiştir.

Zehebî ise Ricalde ortaya koyduğu "Kaşif", "MizanU'l-İ'tidal", "Tezkeretü'l Huffaz" ve "DivanÜd-Duafa" adlı eserleriyle tıpkı Buha­rî, Yahya b. Main, Yahya b. Said el-Kattan, Er-Razi, Darakutni, İmam Ahmed, Nesâî ve o tabaka alimleri gibi çok ciddi bir araştırma neticesinde öyle bir mertebeye ulaşmıştırki, artık hadis araştırıcıları için bir Buhari ne ise Zehebî'de aynı konumu paylaşmıştır. Kendisin­den sonra gelenler onu "hadis ilminin Emirü'l Mü'minin'i, Selefin ba-kıyyesi" gibi adlarla yad etmişlerdir.

Hatta kendisinden bir asır sonraki hadiste "Emirü'l Mü'minin" olan Fethü'l Bârî adlı dev eserin sahibi İbni Hacer el-Askalanî onun bu ilmine hep hayranlık duymuş ve "Zemzemi ne niyetle içersen o olur"[25] hadisine dayanarak Zemzemi içip kendisini Zehebî gibi bir ilim sahibi yapması için Allah'a dua etmiştir.

Yine İbni Hacer'e, Zehebî hakkında kendisine sorulunca:

"O öyle bir alimdirki, kıyamet günü peygamberimizin yanına oturtulup kendisine hadi şu insanlara bakta hükmünü ver dense Ze­hebî oradakilerin yüzlerine bakarak kimin yalancı kimin sika olduğu­nu ayırabilirdi." demiştir.

Hadis hususunda Zehebî dolaşmadık kapı bırakmamıştır. Kendi devrinde mevcut olan bütün meşhur alimlere yetişip icazet almaya gayret etmiş, bunun için Ceziretü'l Arab'da dönüp dolaşıp durmuştur.

Bir taraftan okuyan Zehebî hiç vakit kaybetmeden okuduğu uzun kitapların pek çoğunu kısaltmış, büyük bir kısmını tehzib etmiş, boylece okuduğu hiçbir şeyi zayi etmemiştir. O kendi devrine kadar 7 asır İçinde yazılan herşeyi zabta geçirirken adeta unutmayı inkar derecesine varan bir zeka ve gözlerinin kapanmasına ramak bıraka­cak bir sabrın da yardımı ile adeta canlı bir kütüphane olmuştur.

İlerde de ayrı bir fasılda geleceği gibi, İmam Zehebî, ilmî çalış masını ve fikrî gelişmesini ikmal edipte eser vermeye başladığı za­man artık bu kritiklerini çok yüce bir makamdan kontrol eden him­meti âlî, kahraman, cür'etli o derecede maharetli bir komutan olarak eserlerini kaleme almıştır.

Onun bir "Mizanü'l İ'tidali," bir "Tezkeretü'l Huffazı", bir "Siyeri A'lamün-Nilbelasi", bir Hakim'in Müstedreki üzerine yazdığı "İstidra-ki", "Tarihü'l İslam'ındaki" nakd-i ricali bile onun asla kendinden ön­ceki nakd alimlerinin görüşlerini nakleden iyi bir nakilci değil, na­klettiğini kelime kelime asla uygun biçimde naklettikten sonra "ben derimki" diyerek bir hüküm belirtisi varki sanki yedinci ve seki­zinci asırda değilde hicri birinci ikinci asırda yaşamış, o olayları ve naklettiği Ricalin bir yakını, bir arkadaşı imiş hissini uyandırır.

Tarih: Zehebî'nin en güçlü, en meşhur taraflarından birisi bu ilimdir. Ancak şu bir gerçektirki, Zehebî, tarihçiliği mi yoksa hadisçi-liği mi ağır basar, tam aynlamayan bir kimsedir.

Bence Zehebî'nin Tarihçiliği kendinden önce yaşayan İbni İshak, Taberî: İbni Sa'd, Halife b. Hayyât, Vakidî, Mesudî, Ebû Nüaym, Ha­tib, İbni Esîr ve Birzalî'den daha değişiktir. Zira bunlarda tarih kriti­ği Zehebininkİ kadar ciddi kriterlere dayanmaz. Bunlar bu hususta Siyer ve tarih yazarlarının rivayetlerini esas aldıklarından bu konuda öncülük etmiş olan zevatın eserlerini tenkide bile tabi tutmadan ai-mışlardır. Zehebî ise bütün ömrünü verdiği hadis metodolojisi ve Kuran'in tarih seyrini ve veriş prensiplerini tarih-i nakletmede esas almış böylece öncekilerin naklettiği pekçok habere bu kritikle yaklaşınca bunların çoğunun yalan, yada zayıf olduğunu ortaya çı­karmıştır ki bunları "Tarihü'l-İsIanTi okurken sık sık göreceğiz.

Bugün modern tarih yazarlarının hiç kullanmadığı hadis usulünü Zehebî Tarihinde metod olarak alır. Geniş bir tefsir ve hadis bilgisi, müthiş bir zeka birleşimi ile tarihi hadisleri, kendinden önceki bil­ginlerin eserlerini incelerken son derece dikkatlidir. Mesela İbni İshak tarafından nakledilen ve İbni Hişam tarafındanda aynen kopye edilerek alınan Mirada ilgili Hz. Aişe (r.a.) île Muaviye (r.a.)'ın "Mi­raç hadisesinin bedenle değil ruhla olduğu" nakillerini[26] zayıflığı se­bebiyle kitabına almaz. Oysa İbni Cerir-i Taberî dahil, sonra gelen­lerin hemen ekserisi bu haberi esas alırlar. Bu yüzden Miraç ile ilgili kitap yada makale yazan herkes bu asılsız habere binaen bir sürü tartışmaya girip, "yok şöyle idi, yok böyle idi, şu kasdedilmişti", diye bir sürü söz sarfına mecbur kalmıştır. Elhamdülillah ben bu mevzuyu Zadü'l Meâd'ı tahkik ederken izah edip bu iki rivayetinde aslı olmadıgını belirtmiştim.[27] Aradan Uç dört yıl geçtikten sonra Ustad Zahid Kevserî'nin "Makâlaf'mda aynı kanaati daha kısa olarak arzettiğini görünce Allah'a hamd ve senalar etmişimdir.

Zehebî zayıf bir rivayeti şöhretine binaen nakledince "Biz bu haberi delil diye değil ibret olsun diye naklettik" bazende "biz bunu hayret ettiğimizden anlattık, yoksa bu asla güvenilecek şey değil" gibi ifadelerle kritiğini yapar.

Tarihü'I İslam'ı kısaca tanıtma faslında bu konuya yeniden gire­ceğim için bunu uzatmıyorum.

Zehebî, Birzalî, İbni Kesir ve emsali tarih yazarlarına göre tari­he değişik boyutlar kazandırmış bir zattır. Onun "İslam ülkeleri tari­hi" adını verdiği tarihi ülkelerin siyasi tarihine ait ilk sayılabilecek orjinallikte bir tarihtir.

Zehebî yine Tarihü'I İslam'ını dört cilt olarak, sadece Kronolojik sıra ile yeniden kaleme almıştır.

Onun "Siyer-İ A'lamün-Nübelâ" adlı 24 ciltlik şaheseri İslam Ulularının Tarihçe-i hayatlarıdır. Bu vesileyle Zehebî Devletler tarihi yanında alimler tarihini de yazmış bulunuyor.

Zehebî bunları yaparken çok yönlü, çok objektif olarak hadise­lere yaklaşır. Mesela bu birinci ciltte "Selman-i Farisi (r.a)"m hay­atını verirken uzun uzadiya verip onun yaşı hakkında iki yüz elli ol­duğunda alimler ittifak etmişlerdir. Daha fazla oluşunda ise çeşitli görüşleri vardır, derken Siyeri a'lamUn-Nübela'sında:

,,Ben Tarihü'I İslam'da öyle demiştim. Şimdi, şu saatte artık bu görüşe razı değilim ve onu doğru görmüyorum." der.

Bunu, onun yaşının sekseni geçmiş bir kimse olduğunu İbni Ebî Hatem'in "el-İlel" adlı eserindeki bir habere dayanarak verir.[28]

Yine bu cildin Hicret kısmını anlatırken Beyhaki'den şu haberi nakleder. Ömer (r.a) anlatıyor:

Ebû Bekir, hicret gecesi Rasulüllah'la beraber çıkmış kah Önünde kah ardında yürüyerek bekçilik etmişti. O gece sabaha kadar yürüyen Rasulüllah'm ayağında ayakkabı parçalanıp yalın ayak kalınca, onu omuzuna alıp mağaraya getirdi. Orada yılan deliği vardı. Bir yılan çıkarda Rasulüllah'a zarar verir korkusuyla deliği ökçesiyle tıkadı. Yılanlarda onu soktular. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Rasulüllah (s.a.v.) de ona "Üzülme Allah bizimledir." diyordu.....

Sonra Zehebî:

-“Bu münker bir haberdir. Beyhakî bunu nakledip rivayet hakkın­da sesini çıkarmamıştır. Bunun afeti bu Er-Rasibî denen ravidir. O meçhul olmakla beraber üstelik sika değildir. Hatib onu tarihinde an­latıp iğnelemektedir." diyor.[29]

 

Zehebî'nin İlmen Ve Fikren İnkişafı

 

İmam Zehebî, babasının maddi imkanlarını kendi ilim elde etme aşkına sarfetme bahtiyarlığına eren bir insandır.

Gerçi çeşitli yerlerde anlattığına göre, hasret çektiği nice alimle­rin yanına gidemediğini uzaklara gitmeye babasının razı olmadığını anlatımda, yine mucem ve diğer yerlerde babası onu Şam mıntıkası içinde dört ayı geçmemek üzere çeşitli alimlerin yanına göndermiştir. Bazen yanına birini katarak gönderirmiş. Ancak kullandığı ifadeler-dende babasına son derece saygın bir evlat olduğu anlaşılıyor. Bunda galiba onun tek erkek evlat olma ihtimali oluşundanda kaynaklanabi­leceği görüşüne yer verenler vardır.

Zehebî, önce Balebek şehrine sonra Haleb'e, Hımışa, Hama'ya, Trablus'a, Kerk'e, Maarra'ya, Busra'ya, Nablus'a, Remle'ye, Kudüs'e ve Tebük'e gidip oralarda ders veren büyük alimlerin her birinin yanında kalarak ders alıp icazet sahibi olmuştur.

Bu suretle Şam diyarını dolaşıp kendini belirli bir kademeye ge­tiren Zehebî, bundan sonra, Mısır'a tahsile gitmiştir.[30]

 

Zehebî  Mısır’da

 

Zehebî hicri 695'lerde Mısır'a doğru hareket ederek Filistin'den Mısır'a geçmiş ve oraaa Ibni Zahiri diye bilinen Ahmed b. Muham-med b. Abdillah el-Halebî'nin yanına inerek derse başlamıştır. Bu zat Zehebî'nin hem hocası nemde arkadaşı olan Alemüddin Birzalî'ninde hocasıdır. Sonra Zehebî orada El-Ebrekûhî. İbni Dakiku'l lyd el-Kuşeriyye, Şerefüd-Din Abdü'l Mü'min b. Halef ed-Dimyatî ve di­ğerlerinden ilim tahsilinde bulundu.

Oradayken İskenderiye şehrine geçip Yusuf b. el-Hasen et-Temî-mî el-Kabisi'den Bİrzalî, Mizzî ve İbni Seyyidin-Nas ile birlikte ders okudu. Yine orada Sadreddin Sahnum. Şerefüddin Ebi'l Huseyn Yahya b. Ahmed el-Cüzamî'den ders aldı. Bu Şerefüddin o zaman çok yaşlı olup çok ağır duyardı. Zehebî duysun diye bağıra bağıra okuduğundan dört hizibden fazla okumadan sesi kısılır imiş. Zehebî İskenderiye'de iken oranın diğer alimlerimde ihmal etmeyip onlardan da icazet aldı.

Zehebî hicri 698 yılında hacca hareket etti. Ama o her hareket­ten ilim bekleyen biri olduğu için bu yolculuğunda El-Ulâ, Maan, Mekke, Arafat, Mina ve Medine'de bile bir çok şeyhten icazet aldığı­nı yine bizzat kendisi "Mucemiş-Şüyuh" unda anlatır.

Böylece Zehebî, daha hicri birinci asrın sonunda ortaya çıkan ve üç asır devam eden hadis alimi olanlarda neredeyse birinci şart derecesinde kabul edilirken zorluğu sebebiyle terkedilen İlmi "Rıh-Iet"i tamamlamış ve çeşitli yerlerdeki hazinelerede el atarak daha sonra kendisini "tarihin gördüğü en büyük alimler" arasına koyacak olan bütün malzemeyi ele geçirmiş bulunuyordu.

Zehebî, zaten çok düzenli okumuştur. Önce Nahiv ilmini. Şiir, lügat ve edebiyyat okumuştur.

Bundan sonra Şeyhlerin icazeti ile bir çok meğazi, siyer tarih ve şeyhlerin mucemleri ile teracim-i ahval kitaplarını okumuştur.

Daha sonra hadise girerek bütün hayatınca sürecek bir tedrisata başlayıp yüzlerce temel hadis kitabını şeyhlerin icazetiyle okuduğu gibi Hasen b. Ara'fe'nin "Cüz"ünü. İbni Fil'in "Cüz"ünü ve pek çok ufak eserleri pek çok şeyh önünde okumak talihine ulaşmıştır.,

Zehebî'nin yetişmesinde en büyük etkenlerden biriside, onun da­ha okurken kıvrak ve nefis kaleminin ilerde kendine lazım gelecek pek çok eseri kısaltmasıdır. O bunları bir taraftan kısaltırken bir ta-raftanda adeta kendi eseri gibi ilave edilecek şeyleri ilave ederek, hükümleri vererek yapmıştır. Mesela onun el-Kaşif'i, Hafız Mizzi'nin Tehzibü'l Kemali'nin kısaltmasidır. Yine Tecrid-i Esmais-Sahabesi İbni Esir'in Üsdü'l Gabesinden kısaltılmıştır. Divanüz-Zuafâ'sı İbni Adiy'nin el-Kamil'ine göre tanzim edilmiştir. Ama bunlar artık bir kısaltma yerine başlı başına bir eserdir.

Bilhassa onun Mizanü'l İtidal'i gerçekten başlı başına devâsâ bir eserdir. Zehebî'nin ikiyüz küsur eseri hiç olmasada, sadece bu "Mi­zan"! olsaydı bile onu imam saydırmaya yeter, artardı bile.[31]

 

İlim İçin Katlandığı Zorluklar

 

Elbette Zehebî çağımızla kıyas edilmeyecek zorluklarla okumuş biridir. Bir kere dört beş yaşlarında başlayıp, aralıksız 24 yıl durma­dan üstadlardan ders almış bunun için deve, at sırtlarında nice me­safeler kat etmiştir. Bundan sonraki hayatında gözlerini kaybedecek kadar bir dinamizmle, Ömrünün sonuna kadar ay ve mum ışığıyla bir yandan okuyup bir taraftan okutarak bir de yazarak müthiş bir hiz­met ifa etmiştir.

Ancak Zehebî'nin bu konuda en enteresan yönü ilim aşkına sev­mediği kimselerin bile önüne diz çökmüş olmasıdır. Mesela Mu'ce-müş-Şüyuh adlı eserine bir göz atınca şu ifadeleri görüyoruz:

«Allah ona acısın. Namazlarını tam kılmazdı.» Şeyhi İsa b. Ab-dirrahman. (Mucem no 595).

«Üzerinde dininin pırıltısı gözükmezdi. Lakin bendeki ilim aç­gözlülüğü beni bunun gibi heriflerden ilim almaya şevketti.» Şeyhi Ala'üddin Ali b. Muzaffer.

Şeyhi Muhammed b. Ahmed el-Makdisi'ye "Zavallının biri. Hep kötülenirdi."

Mahmud b. Yahya için "Ahlaksız akılsız." der.

-Yine Şeyhlerinden Muhammed b. Ebî Bekr'in Şii olduğunu anla­tır. (Mucem no 889).

Yine böyle bir çok şeyhini tenkid eder.[32]

 

Zehebî'nin Kadın Hocaları

 

Zehebî'nin en orijinal yanlarından biride onun binlerce alimde görülmeyen bu yanıdır. O ilim için kadın erkek ayırmamış ilmi buldu­ğu her yerden elde etmeye koşmuştur.

Hafız Zehebî başta halası SittÜ'I-eh! binti Osman b. Kaymaz b. Abdillah ez-Zehebî olmak üzere sadece "Mucemüş-Şüyuhunda" tam benim saymamla yüz tane kadın şeyh adı verirki bunlardan Harmiye bn. Nasir'dan Taberanî'nin müntehabmi okuduğunu anlatır. (Mucem terceme no 234).

Zehebî bunlardan yaptığı rivayete örnekler de verir.

Bir erkeğin çağımızda bunu dindar olarak tasavvuru bile zor. Şimdilerde değil bir kadından ders almak icazet almak bir erkek ho­canın vazına bile kadınların gitmesi çok acayib karşılanır. Tabi bu dindarlar arasında. Gevşekler arasındaki hükmün zaten meclisimizde yeri yok.

İşte Zehebî gibi bir insan yedi asırdan beri Hadis Rical ve Tarih sahalarında kendisinden sonra gelenlere rehberlik yapmaya devam ediyor ve hiç birimiz onun eserlerinden müstağni olamıyorsak onun bu ilme verdiği değer onu böyle değerli yaptığındandır. Yoksa nice meş-hur olmuş alimler biraz sonra nisyan mezarlığına gömülüp git­mişlerdir.[33]

 

Kadın  Şeyhleri

 

I- Cevze binti Abdillah,

2- Habîbe binti İbrahim,

3- Habîle,

4- Harmiye binti Nasır eî-Makdisiyye'den Taberanî'nin Müntehabını okumuştur. (Mucem 234).

5- Hatun binti Abdillah.

6- Hadice binti Ah­med b. Abdiddâim,

7- Hatice binti İshak b. Halil,

8- S-Hadice binti Ha-zim,

9- Hatice binti Abdirrahman.

10- Hatice binti Abdirrahman b. Ömer,

11- Hatice binti Abdirrahman b. Muhammed.

12- Hatice binti Abdirrahman b. Muhammed b. Abdilcebbar,

13- Hatice binti Razî,

14- Hatice binti Ömer el-Ukaylî,

15- Hatice binti Muhammed b. Sa'd,

16- Hatice binti Muhammed el-Meratibî,

17- Hatice binti Nasrullah,

18- Hatice binti Yusuf,

19- Rukiyye binti Musa eş-Şa'râri,

20- Zahide binti İshak. Tam yirmi tane Zeyneb adlı âlime

21- Sâra binti Abdir­rahman,

22- Sittü'I Ehl binti'n-Nâsıh,

23- Sittü'l ehl binti Osman b. Kaymaz b. Abdillah ez-Zehebî. (Müellifin Halası),

24- Sittü'l Hutaba binli Ali b. Muhammed b. Ali el-Bâlsî,

25- SittU'd-Dâr el-Hameviyye,

26- SittU'l Arab binti İbrahim,

27- SittU'I Arab binti Abdillah,

28- Sit-tü'l Arab binti Ali,

29- Sittü'I Arab binti Yahya,

30- SittU'İ Fükaha binti İbrahim,

31- Sittü'l Fukaha binti Dâvûd,

32- Siîtü'I Fukaha binti Yusuf,

33- Sittü'I Fahr,

34- SittU'l Kudat binti Muhammed,

35- Sittü'l Vüzera,

36- SittU'i Kudâd binti Yahya,

37- Seyyide binti Musa,

38- Safiyye binti Ahmed,

39- Safiyye binti Ahmed es-Sâlihiyye,

40- Safiyye binti Ahmed el-Ezdiyye,

41- Safiyye binti Abdirrahman,

42- 6 tane Aişe

43- lzzünnisa,

44- Azbe binti Muhammed,

45- Fahıra binti Abdillah,

46- 17 tane Fatıma

47- Nahve binti Muhammed,

48- Nefise binti İbrahim,

49- Hediyye binti Abdillah,

50- Hediyye binti Abdilhamid,

51- Hediyye binti Ali b. Asker,

52- Vecîhe binti Ömer,

53- Vezîre binti Yahya.[34]

 

Zehebî'nin Yetişmesindeki Etkili Alimler

 

Zehebî'nin hayatına dair eser veren Beşşar Avvad Ma'ruf (s.99) Zehebî'nin en fazla etkilendiği üç alimin ismini vererek bu dördünün ölünceye kadar süren arkadaşlıkları olduğunu ve birbirlerinden çok faydalandıklarını söyler.

Bunlar sırayla şunlardır:

1- Cemalüddin Ebû'l Haccac Yusuf b. Abdirrahman el-Mizzî D. 654 Ö.742. Bu zat İbni Kesir'in kayınpederidir.

2- Takıyyüddin Ebû'l Abbas Ahmed b. Abdü'l Halim İbni Tey-miyye D.661 6.728,

3- Alemüddin Ebû Muhammed Kasım b. Muhammed el-Birzalî D.665 Ö.739.

Bunların her biri yekdiğerinden okudukları gibi aynı Üstadlarda da okumuşlardır.

Zehebî'nin kendi ifadesine göre, kendine hadis ilmini Birzali sevdirmiştir.

En çok yararlandığı biri olan arkadaşı Kasım b. Muhammed el-Birzalî'yi :

-İmam, Hafız, Mütkın, Sadık. Hüccet, bize daima yararlı öğrete­nimiz, arkadaşımız, Şam'ın hadiscisi, asrın tarihçisi, "Şeyhimizin oğ­lu'1 diye över.

Mizzî'yi ise "daraldığımız yerlerin, çözemediğimiz problemlerin hal edildiği yer" diye över.

İbni Teymiye hakkında da: "O benim gibi birinin kendisini Övme­sinden daha yücedir. Rüknü hacer ile Makam-ı İbrahim arasında durupta:

-Gözlerim onun gibi birini görmemiştir, diye yemin etsem, boşa yemin etmiş olmazdım. Hayır! Vallahi bizzat o kendi bile ilim yönünden kendi gibisini görmemiştir.... "der.

İşte bu dört zat gerek tedris gerek mücadele, gerekse sünnetin yerleşmesinde paylaştıkları ortak hayat onların birbirinden etkilen­mesini hazırladı. Bu dördünden üçü Şafiî yalnız İbni Teymiye Hanbe-lî idi. Zehebî'nin hadis ve hadis ehlini aşın savunmasına bakan bazı­ları onu ya sırf hanbeli sanmış yada itikaden hanbeli amelen şafiî demişlerdirki bu söz araştırma, inceleme olmadan ulu orta söylenmiş bir laftır.

Zehebî, bu üç arkadaşının yaşça en küçükleri olduğundan onlar­dan çok istifade etmiş, onları sevmiş ve şiddetle müdafaa etmiştir. Bu yüzden "hemen hemen her şafiinin itikati meselelerde bağlanması farz imiş gibi bir kabul ettikleri Eş'ari mezhebinden olmaması onun çok aleyhine olmuş ve kendisine Samın en büyük hadis medresesi olan Eİ-Eşrafiyye üstadlığı verilmemiştir. Bu yüzden kendi talebeler­inden ve bazı muasırlarındanda tenkide uğramıştır.

Mesela öğrencisi Tacüddin Subkî, Zehebî'yi aşırı derecede övme­sine rağmen: "Şu Uç arkadaşa Zehebî, Mezzî ve BirzaHye, İbni Teymiye çok zarar verdi. Başlarına hiçte kolay olmayan işler açtı" de­mektedir.

Hala günümüzde bazı az okuyup çok gevezelik yapanlarla bir kı­sım haddini bilmez ama İslam'a gönülden bağlı samimi kimselerde Zehebî'yi İbni Teymiyeci falan diye itham ederler.

Evet Zehebî İbni Teymiye'den yararlanmış, onu sevmiş ve müdafa etmiştir. Ama İbni Teymiye etkisi altına hiçbir zaman girmemiş, onun sözlerine yüzdeyüz olarak delil olmadan hiç bir zaman katıl­mamıştır.[35]

Üstelik Zehebî kendi doğru bulmadığı noktalarda İbni Teymiye' den ayrılıp ona muhalefet ettiği gibi onun aşırı ve sert kaçan ifade­lerimde yerli bulmayıp ona nasihat olmak üzere uzun bir risale yazmıştırki bu risale "En Nasihatüz-Zehebiyye" adı ile Şam'da hicri 1347 yılında basılmıştır.

Emir Süncür (veya Sancar) b. Abdilfah el-Berli et-Türkîden de okumuştur. Onu metheder. (Mucem no 302)

En meşhur Şeyhlerinden biri Buharî'nin en meşhur yazma nüsha­sını yazan Ali B. Muhammed El- Yûnînî dir.

Ayrıca Zehebî konu edindiği meselelerlede güncel meselelere dalmamakla İbni Teymiye ve İbni KayyinTden ayrılır. Zehebinin ele al­dığı mevzular, işlediği esaslar, onun eserlerini kendinden sonraki çağlar içinde gelen âlimler için birer rehber ve kaynak yapmıştır.[36]

 

İlmi Makamları

 

Zehebî, o devre göre en yüksek ilmî mansıblan elde etmişti. Ve­fat ettiğinde şu yerlerin Hadis şeyhi bulunuyordu.

1- DarUM Hadisi1! Urviyye

2- Darüıl HadisMn-Nefîsiyye

3- DarlTl Hadis'it-Tengıziyye

4- Darü'l Hadis'il-Fâdıla

5- Türbet-i Ümmü Salih[37]

 

Zehebî'nin Sünnet Anlayışı

 

«Ben onda ekseri hadis alimlerinde görülen donukluğu ve nakil ulemasında bulunan kuruluğu görmedim. O bizzat görüş sahibi bir fakih, alimlerin ve selefin mezheb sahibi imamlarının görüşlerinde fevkalade bilgi sahibi idi. Onun eserlerinde en çok hoşuma giden ta­raf "bir hadisi sevkedip geçmez, onun metnindeki zayıflığı, senedin­deki karanlık tarafı açıklaması idi." İşte ben bu faydayı diğer hadis sevkedenlerde göremedim».

İşte talebesi Salahüddin Safedi 'El-Vâfi bil-Vefeyat"ında (2/163) böyle söylüyor.

Zehebî, Mizzî'nin yolunda yürüyerek hadis metni ve rical ilmin­de onların elde ettikleri neticeye kendi çalışmasını ekleyince, bu sa­hada müthiş bir isim oldu. Birzalî'nin Tarih anlayışını geliştirip ha­disle bütünleştirdi.

İbni Teymiye'nin kuru fıkıh nakline karşı çıkması ve fıkhı Kitab ve sünnetle süslemesinden etkilenerek "Fıkhüssüne"'de ta'bir edilen bir fıkıh anlayışına büründü. Şu kadarki o, İbni Teymiye ve diğerler­inde görülen aşırılıkları görmüş bunları kendi bilgi süzgecinden ge­çirmiş olduğundan İbni Teymiye'ye göre daha insaflı daha müsama­halı, sünnet ruhuna daha uygun bir karar merciî haline geldi.

O insanlar hemen tekfire yönelmeyen aksine, onları mümkün mertebe sünnet içinde tutmaya çalışan bir yapıya kavuşmuştu. Şiayı hiç sevmediği halde pek çok yerde şia alimlerini yererken çok defa onlardan sika olanlarını övüp "şiadır ama sikadır, sözüne güvenilir" demiştir.

İşte Şeyhi Ahmed b. Abdü'l Münim el-Kazvini'yi anlatırken "Mu-cemde" Zehebî'nin Sünnet anlayışının ne kadar geniş olduğu ortaya çıkar. Zehebi:

«Nafi, İbni Ömer (r.a.)'ın Efendimiz (s.a.v.)'in kabri şerifine elle dokunmayı mekruh gördü» dediği haberi şöyle yorumlar:

-Evet, İbni Ömer bunda bir edepsizlik gördüğü için bunu mekruh saymıştır. İmam Ahmed b. Hanbel, Peygamber (s.a.v.)'in kabrine el sürupte öpme konusu kendine sorulunca, "bunda bir sakınca görme­miştir." Bu haberi oğlu Abdullah nakletmiştir. İşte burada:

"Peki, öyle ise Ashabın böyle bir örnek yapmış olması gerekmezmiydi" diye bir soru yöneltilirse şöyle cevap verilir:

«-Ashab-ı kiram bizzat Efendimiz (s.a.v.)'i görmüş, nice yıllar ondan faydalanıp elini öpmüşlerdir. Onun abdest suyunu teberrüken almak için kapışırlardı. Hacc-ı Ekber günü onun saçlarını bölüştüler. Tükürse sanki tükrüğü yere düşmeden biri havada eliyle kapar yüzü­nü ovalamak isterdi. İşte bizim devrimizin böyle muazzam nasibden hissemiz yok. Bunun için onu tazim etmek, onunla olabilmek, se­lamlamak ve öpmek için kendimizi onun kabrine atarız. Sabit el-Bü-nani'nin, Enes (r.a.)'ın elini öpüp yüzüne koyarak "Peygamberin eli­ne değen bu ellerdir" dediğine bir baksana...»

Bu tür hareketler müslümanın Peygamberini aşırı derecede sev­mesini harekete geçirir. Müslüman ise zaten canından da malından da, evladından da, bütün insanlardan da cennet ve hurilerinden de daha fazla Allah'ı ve Rasülünü sevmekle emrolunmuştur. Hatta mü' minierden bir kısmı Ebû Bekir (r.a.)'a söğen birini duyunca kılıcını sıyırıp başını vurmuş. Kesinlikle inanıyorum ki; kendine yada babası­na söğerken duysaydı adamın kanını helal görmezdi

Hem görmüyormusun ki Ashab Peygamberi sevmede son derece ileri giderek: "Sana secde edelim mi?" diye sormuşlardı da, O da: "Hayır" buyurmuş idi. Eğer izin verseydi sahabe ona ibadet secdesi değil ululama ve ta'zim etme secdesi yapmış olacaktı. Nitekim Yusuf (a.s)ın kardeşlerinin Yusuf (a.s.)'a yaptıkları secdede bu kabil şeyler­dendir.

İşte bir müslümanın ta'zim kasdı ile Peygamber (sav)in kabrine karşı secde etmesi hakkındaki hükümde böyle olup böyle yapan biri­ne asla kâfir oldu denemez. Ancak onun âsi olduğuna hükmedilip bu­nun yasak olduğu o kişiye anlatılır.

İşte hafız Zehebî'nin kabirlere karşı (bir kısım şianın hala yaptı­ğı gibi) namaz kılan kimse hakkındaki hükümde budur.

(Konuyu İbni Teymiye Fetava cilt. 27/106-110 arasında uzun uzadıya tartışır.) Görüldüğü gibi Zehebî burada Şiayı tekfire yanaş mıyor. Yine Zehebî, küfür gibi görünen bir sözü iyiye hamlede bile­cek bir yanı varsa ona hamleder. Mesela İbni Hibban'ı Tezkeretü'l Huffazında ve Tarihü'l İslammda ve Siyerinde müdafa eder. Zira Ab­dullah b. Muhammed el Ensarî "Zemmü'l Kelam1' adlı eserinde İbni Hibbanın "Peygamberlik ilim ve ameldir" dediğinden zemmedilip ha­lifeye yazıldığını, onunda öldürülmesine hükmettiğini anlatır.. Zehebî buna cevaben derki;

«Bu acayib bir hikayedir. İbni Hibban büyük İslam imamlarından biridir. Onun hata etmeyecek derecede masum olduğunu iddia et­miyoruz. Ancak bu sözü müslüman söylese birşeye, kafir söylese başka bir şeye atfedilir. Müslüman onu uygun olmayan bir şeye itlak etse ma'zur sayar ve o bununla söylediği şeyde bulunan anlamın bizzat kendini kasdetmedi deriz. Peygamberimizin; "Hac arafa günüdür." sözü de böyledir. Malumdur ki kişi sırf arafa günü vakfeye durmakla hacı olmaz. Diğer farzlanda yapacaktır. Efendimiz burada haccin en mühimi üzerinde durdu. Yoksa haccın ne olduğunu haber vermek istemedi. İşte İbni Hibbanda bu sözüyle peygamberliğin en önemli rüknünü belirtiyor. Çünkü peygamberlerin en kamil sıfatı ilim ve ameldir. Hiç kimse bu ikisi olmadan asla peygamber olamaz. Bu ikisi kendinde olan herkeste peygamber olamaz. Zira peygamber­lik hak vergisidir. Onu elde etmeye kulun çaresi yoktur. Aksine Nü­büvvet ile İlmi Ledünni ve salih amelde meydana gelir.

Bu sözü kafir filozof söylediğinde ise "Peygamberlik ilim ve amel sonucu elde edilebilir" demektedirki bu küfürdür. İbni Hibban ise asla bunu kasdetmiyor.»[38] diyor.[39]

 

Zehebî'nin İlmi Yönleri

 

Zehebî'nin eserlerine bir nazar etmek bile onun ne kadar çok yönlü bir alim olduğunu izaha kafidir. Onun hadisteki yerini izah za­ten ayıptır. Tarihte bence ona yetişmiş birini henüz duymadık.

Rical ilminin yegane üstadı O dur.

Akaide dair pek çok risaleler yazmıştır. "El-baıs ven-Nüşür" El Kader, El-Erbaîn fi Sıfat-i Rabbil âlemin, Kitabü'l arş, El Kebâir ve El UJuv en meşhurlarıdır. Zehebî bu ilimde hadis ehlinin yolunu ter­cih etmiş olduğundan Zahid Kevserî tarafından tenkid edilmiştir. Ama Üstad Zahid Kevserî'nin en zayıf tenkidi bunlardır. Zehebî Fı­kıhla iç içe ama hadis tarafı ağır basan bir hafız olduğundan müsta­kil ve kuru bir fıkıh kitabı yoktur. İbni Hazm'ın el Muhallâsını ihti­sar etmiş çok konuda ise ufak risale yazmıştır, Ancak bütün kitapla­rında yeri geldikçe fıkhi görüşünü açıklar. Mesela Tıbbün-Nebevî adlı eserinin sonunda mûsikî ile tedavi ve mûsikînin hükmüyle ilgili çok enteresan bir izahı vardır.

Eserlerinin hemen hepsini şiir ve hikmetle süsleyişi, kitabların-daki çok akıcı üslubu, hiç kusursuz yazı sitili, kullandığı kelimelerin bolluğu, onun lügat ve Edebiyat ilminde ne derece iyi bir yönü olduğunu belgeler. Hadis nakleder gibi şeyhlerinden şiirlerde nakleder. Zehebî tedlis yalpan ravi adlarını içeren bir eserini şiirle kaleme al­mıştır. Yine tarihinde göreceğimiz gibi halife adlarımda şiirle verir. Zehebî'nin en acayip yönlerinden biride daha sabi çağındayken bile güzel yazı yazmasıdır. Onun bu yazı güzelliğini gören Birzalî, bu gü­zel hat ile hadis yazmasını teşvik ederek hadis ilmine geçmesine se-beb olmuştur. Tabi matbaanın olmadığı devrede alimin yazısı çok önemlidir. İşte eski kitap hazinelerimizden bir çoğu bize Zehebinin hattıyla ulaşmıştır.

Ahlak yönüyle Zehebî tam bir peygamber varisi idi. Onun hay­atını yazanlar, onu hep hayr ile yad ettikleri gibi, muhalif olanları bile onun bu yönde kamil bir insan olduğunu teslim eder.

Talebelerinin en meşhurlarından biri olan Zerkeşi onu şöyle an­latır...

-Tam Zahidliği, başkalarını nefsine tercihi, hayra ilk koşan  ol­ması, geleceğe rağbet etmekle birlikte hayatını peygamberin hadisleri, uğruna feda etmesi ona başk^a haslet aratmaz.[40]

 

İlim Dünyasına Tesiri Ve Talebeleri

 

İslam dünyasını sürekli olarak tesiri altında tutan ve kıyamete kadarda tutacak olan bazı alimler ve ilim dalları vardır.

Mesela bir Fıkıh, bir Hadis, bir Tefsir, bir Tarih, bir Akaid ilmi vazgeçilmesi hiç bir çağda imkansız olan, sadece özenenleri değil müslüman olan herkesi yakından ilgilendiren ilim dallarıdır.

Heyet, tıb, meslekler, usul, mantık, edebiyat vb. ilimler gibi vazgeçilmez bir takım ilim dalları da vardırki, bunlar umumi değil sadece ilgilenenleri alakadar eden ilimler şubesindendir. Yine bazı ilimler mevzi yada belirli dönemlerde şöhret bulurken, çağın geçişi ilerlemeler onların unutulmasına sebeb oîur.

İşte bu ilimlerde, bir âlim ne kadar ilerlerse ilerlesin o ilme damgasının vuran o ilmin bir ilim dalı oluşumundaki gelişimi hazır-

Iayan alimler seviyesine varamamaktadır. Hele o ilim asırlar içerisin­de işlene işlene iyice gelişmiş ise, sonraki gelenlerin ilimleri sadece bu işi ilk kurup geliştirenlerin yaptıkları ve yazdıklarını okumakla geçer.   Böylece o ilmin sırrına ve esasatma dair bir bilgisi bulunmaz.

Bunu şu misalle şöylece daha iyi anlayabiliriz. Çağın en meşhur aletlerinden biri olan Bilgisayar, bilgisayar mühendisi olan biri tara­fından çok güzel kullanılır akıl almaz şeyler yaptırılır. Ama o bilgi sayarı yapanların hududunu kimse geçemiyor, devamlı onu yapan fir­malara bağımlı kalınıyor. Bir Televizyon tamircisi bir elektronik mü­hendisi bu makinayı yapanlara sürekli olarak bağlıdır.

İşte İslamî ilimlerdede durum aynı olmuştur. Artık fıkıhta hiçbir hanefi alimi hanefiliğin kurucusu İmam Ebû Hanife, Ebû Yusuf, İmam Muhammed olmamaktadır. Artık Şafii, Mâlik, Hanbelî, Ebû Davud'u Zahirî ve benzeri ilk müctehidler salikleri tarafından ancak taküd edilebilmektedirler.

Hadiste kimse ilk devrin otoriteleri, ricalül hadis iîe beraber yaşayıp onların hallerini yakıynen bilen İmam Ahmed, Buharı, Müs­lim, Yahya b. Main, Yahya b. Said, Ebû Ruz'a, Razî, Nesâi, Tahavî. İbni Adiy ve arkadaşlarına ulaşamamakta.

Tefsirde dirayet kapısı ve rivayet kapısı açık olmasına rağmen bir Taberî, bir Sa'lebî asıl olma özelliğini hiçbir zaman yitirmediler. Sonraki tarihçiler ne yaparlarsa yapsınlar ilk tarihçiler olan Musa b. Ukbe, Urve, İbni Sa"d; Vakidî, İbni İshak, İbni Hiş4m. Halife b. Hay-yat ve ilk hadis mecmualarındaki siyer ve meğazi bölümlerini kolay kolay aşamayıp bu verilerin altında ezilince ancak nakilcilikle yetin­meye mecbur kalmaktadırlar.

İşte bu ilk kurucular ve onları takiben gelen yardımcıları çalışma yaptıkları sahalarda gereken bütün hazırlığı ikmal edip sistemi ku­runca ortaya mezhebler çıkmış olmaktadır.

Artık sonrakiler ilk kaynakları tarama yerine hazır buldukları bu sistemin içinde yer alıyor ve taklidciler sınıfına giriyor. Bu anlattı­klarımız sadece fıkhi mezhebler için değil aynı zamanda hadis tefsir, akaid, tarih ve edebiyyat sahalarındada geçerlidir. Ancak önceleri fıkhi ve itikadi meşeler daha fazla alaka gördüğünden mezhebkr sa­dece bunlar için kullanıla gelmiştir.

Tedvin devri sayılan selef devrini takiben gelen alimlerin selef gibi aslında aslını kavramalarına onlar gibi yürümelerine üç büyük engel vardı;

1- Peygamberin hadis ve ibadet tarzını bizzat nakleden ashab ile onların yetiştirdiği tabiin alimlerini bizzat görme, onlardan ilim al­ma, sebebleri onlara sorma şansları olmadığı gibi: onların bilgilerine aracılar, (raviler) yoluyla ulaşabilme imkanıda çok zor bir iş olmuş tur. Çünkü Ebû Hanife ve Mâlik gibi ilk devir müctehidleri bu bilgi­leri ilk kaynak olarak Peygamberden almasalarda arada ya bir tabiin olur yada hiç olmaya bilirdi. İşte zaten ashabın hepsi "Sika" tabir edilen güvenilir kişilerdi. Onlardan sonrada en güvenli tabaka tabiin idi. Binaenaleyh o devir alimlerinin rivayet zincirinde zaten tenkid edecek kimse yoktu olsada sayılan okadar kabarık değildi. Nihayet bir kaç yüz rica! adı bellemek gelen haberleri incelemeye yeterliydi.

Daha sonra gelenler için ise. bu silsile son derece uzuyordu. Hicri üçüncü asra gelindiğinde bir haberde artık yedi sekiz hatta on kadar ravi olabiliyordu. Bu yüzden zeka yetmeyince rical kitabları yazılmaya başlandığı gibi, hadiste ikinci asırdan itibaren tedvin edi­lip "sima yolu" denilen metod yavaş yavaş terke mecbur kalmıştı.

2- Her ilim dalı gelişim dönemini tamamlayıncaya kadar o kadar çok eser verilmişti ki, ilim talibi bir kimsenin ömrü bunları okumaya bile yetmiyordu. Hem okuyuncada hadisenin yorumlanmış şekli oldu­ğu için zihin, temel prensibler meselesine eğilim göstermiyor, hazırı naklediyordu. İster istemez doğru bile olsa başka binlerinin yönlen­dirilmesi altına girilmiş oluyordu. Buda bu konuda alimlerin taklid tarafını   geliştiriyordu.

Bunun günümüzde de son derece geçerliliğini koruduğuna şahi­diz. Ömür boyu Risale-i Nur'ları okuyan bir nur şakirdi asla ve kafa bir Bediüzzeman olmadığı, olamıyacağı gibi Üstad merhumun bu gö­rüşleri nasıl ortaya koyduğunu kavraması imkansızdır. Nitekim Mevlana'dan günümüze Mesnevî en çok okunan kitaplardan biri iken onu okuyarak Mevlanalaşan kimse duyulmadı. Kimse İmam Rabbanî'nin Mektubatı ile ilmi bazı sonuçlara varsada ilmi hiç bîr paye~edinmedi. Çünkü temel çok ırakta kaldı.

3- Bu iki ana sebebin yanında üçüncü âmilde; zaman zaman or­taya ilmi dirayet ve medeni cesaretle çıkan bazı zavat olsada, za-manİa kabuklaşmış olan islami düşünce salikleri bağlı bulundukları mezheb, şeyh ya da imam müdafası ile bunları sindirdiler ve çok yerde silindir gibi ezip geçtiler.

İşte biz İmam Zehebî'yi iyi anlayabilmek için şu anlattığım üç prensibi göz önüne getirmeliyiz. O zaman görüyoruzki; İmam Zehebî Peygamber (s.a.v.) devrinden yedi buçuk asır sonra ortaya çıktığı za­man her türlü fikir savunulmuş mezhebler yerleşmiş, tarikatlar iyice kökleşip devletleri idare edenleri bile etkileri altına almış, hadis ko­nusu didik didik edilip hadis yazmanın her şekli, gerek müsned, ge­rek mucem, gerek fıkhi, gerek yıl, gerek isnad derecesi, gerek şerh, gerek nakid hepsi ama hepsi, tekamülün zirvesine ulaşıp üçüncü asırdan sonraları ise artık hadis tahsili edilemeyecek boyutlara ulaş mıştı. Sonraları ise artık hadis tahsili senedine sepetine bakmadan her hangi bir hadis kitabını okumaktı. Şimdilerde ise ülkemizde yala­nı doğrusundan fazla olan bir uydurma hadis kitablarıni okuyanlar hadisçidir.

Zehebî, bu olumsuz yönlerin hepsinin yaşandığı bir çağda yetişip başı ilim Himalayalarının doruğuna yükselmiş, eşi çok ender görülen­lerden biridir. O, hadis ve tarih sahasında yaşı yirmibeşe vardığında ne kadar temel eser varsa onlardan icazet almış bulunuyordu. Muce-minde kendisinin İskenderiye'de İbni Hişam'ın Sîres'ini altı günde okuyup icazet aldığını anlatır. Bu kitab bugün bazı İslam üniversite­lerinde İslam tarihi olarak dört yılda okutulmaktadır.

Zehebî hadisin her sahasında üstaddır. Eğer hadiscilik mesleğini mezheb sayarsak o bu mezhebde tabi değil başlı başına bir mezheb kurucusudur. Yukarda üçüncü maddede belirttiğim tarifgir taassubu

yüzünden Şam'da Hadis şeyhi yapılmamış ama o fikrini icraya devam edince bütün yeryüzünün hadis üstadı olmuştur.

Ama Zehebî eser verdiği konuda asla ve kata taklidci değildir. O ilk müelliflerin sözünü ve hükmünü görünce asla onunla yetinme ta­rafına gitmez. Bir zatı kritiğe tabi tutan Buharı, Müslim, İmam Ah-med ve Yahya gibi bu işin baş pirleri de olsa Zehebî "ben derimki" diyerek itirazını öne haklı olarak sürmekte ve illeti belirtmektedir.

Ricalden konuşurken, Zehebî hicri sekizinci asırda değilde adeta tenkid ettiği zevatın devrinde, onlara komşu imişcesine bir vukufiy-yet göstermektedir. Kıymetli eseri Mizanü'l İ'tidaline göz atan her­kes bu dediğimi ayan beyan görecektir.

Bu bahsettiğim Zehebî'nin bütün eserleri için geçerlidir. Hakim-i Nisaburî gibi hadis usulünde imam. hadis yazarlarının en büyükleri arasındaki bu zatın en meşhur eseri Müstedrek üzerine yaptığı ten­kidi ne müthiştir. Zira Hakim bu eseri ile Buharı ve Müslim'in şartla­rı kendine göre ayarlayıp onların nakletmediği hadisleri vererek "Sa-hihayn üzerine bir istidrak" yapmıştı. Uzun zaman sabit kalan bu id­diaya en ilmi cevabı Zehebî vermiş ve bu esere yazıdığı "Telhis"i ile onu değil "Sahihayn", "Sünen-i Erbaa" denilen Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâce seviyesinden bile aşağıda olduğunu isbatlamıştır.

İbni Adiy gibi Nesâî'nin dostu ve ilk rical kritikçilerinin en büyüklerinden sayılan bir zatı çok orjinal olarak tenkid etmektedir.

İşte Zehebî, gözden geçirdiği eserleri bir araştırcı, bir gözlemci olarak taradığından kendi devrinde ulaşılması imkansız sayılan bir payeye ulaşıp ders okuduğu, bir çok üstadı bile ondan ilim almışlar­dır.

Zehebî, îsiami ilimlerin temeli olan hadisin her dalında verdiği emsalsiz eserleri ile kendi devride dahil günümüze kadar bütün alim­leri etkisi altına almış bahtiyar bir zattır. Bu fakir bile Zadü'l Me-ad'ın tahkikinde en fazla Zehebî'ye dayanmıştır. Ancak Zehebî'nin etkisi taklide değil tahkike sevkeden müthiş bir öğretimdir.

Talebelerine gelince; Aslında son on yılımın büyük ağırlığı kitap yazmakla geçmiş birisi olmam hasebiyle yakîn derecesinde biliyorumki Zehebî gibi bir kimsenin direk talebesi olmaması gerekir. Zira biraz sonrada göreceğimiz gibi ikiyüz küsur ayrı eserle üçyüzü aşkın ciid kitap yazan insanın uykuya bile zamanı olamaz.

Bu tip zatların eserleri bir. nevi mektep olduğundan onu okuyan­lar bizzat onun talebesi olmuş oiurlar. İşte bu anlamda Zehebînin ta­lebeleri yüzbinlerle ifade edilmelidir.

Ancak Zehebî yukarda adını belirttiğim altı medresede bizzat ta­lebe yetiştirmiştir.

TezkeretiTl Huffaz'm Zeylinde (sayfa 36) talebesi El-Hüseynî Ondan Kitap ve Sünneti çok kimse öğrendi" demektedir.

Bizzat önünde ders alanlar arasında Subkî, Birzalî, El Alaî, İbni Kesîr, İbni Receb. İbni Rafi'de vardır ki bunların her biri asırlarca İslam dünyasının en benam alimi olma şerefine ermişlerdir.

Burada alimlerin onu nasıl methettiğine yer vermeyi düşünüyor­dum. Ancak bu metihleri okuyunca Zehebînin gerçekten bu övgüler­den daha yüce olduğunu müşahede edince vazgeçtim.

Ancak babasınmda kıskançlığı ye Şafii mezhebinde aşırı müdafa-cılığmın etkiside bulunması yüzünden bazı konularda Zehebîye red­diyelerde yazan Taceddin Subkinin Zehebi hakkındaki şu sözleri ibretlidir.

«Şeyhimiz, üstadımız, İmam, Hafız... Asrın hafızı; Asrımız dört büyük hadis hafızı görmüştür.

1- Mizzî,

2- Birzalî,

3- Zehebî,

4- Babam, onların asrında beşinci bir kimse gösterilemez........»

Üstadımız Ebû Abdillah Zehebî'ye gelince, O eşi ve benzeri ol­mayan bir basiret sahibi, çözümü imkansız meselelerin sığınağı, ha­fıza olarak mevcudların imamı, ma'nende lafzanda asrın altını (Ze­hebî) cerh ve ta'dil ilminin imamı, her yolun ricallerinin ricali,...

Bizi bu hadis sanatına ulaştıran ve bizi adam sınıfına koyan odur. (Subkî, Tabakatüş-Şafî'iyye 9/100)[41]

 

Zehebî'nin Eserleri

 

1- Et-Telvîhat fî ilmi'l-Kirâat. (Aslı bulunamadı)

2- EI-Erbeûn el-Büldâniye. (Yazma. Teymuriye kütüphanesi: 438)

3- Es-Seiâsûn el-Büldaniye. (Aslına rastlanmadı)

4- Men küntü mevlâhü fe'Aliyyün mevlahü» hadisinin tarikleri.

5- EI-KeIâ alâ hadîsit-Tayr. (Bu Tirmizi'nin Süneninde 3721 no ile, Hakim'in Müstedrekte 3/130. Hatib Tarihinde 3/171'de Ebû Ya'la 7/4052 Enesten şöyle bir haber nakleder: Efendimizi (s.a.v.)'e bir kı­zarmış kuş getirildi. O da <ıAllahım! Bana yaratıkların en hayırlısını gönderde, benimle birlikte bu kuştan yesin." buyurmuş. Bunun üzeri­ne Hz.Aii çıkagelmiş. İşte Zehebî bu eserinde hadisin bütün tarîkları-nı nakil ile hadisin sahih dereceye ulaşmasada bir aslı olduğunu be­lirtir.

6- El-Müstedrek alâ Müstedreki'l-Hâkim. Bu Müstedrekteki zayıf ve uydurma hadisleri şamil bir eser olup Şam zahiriye kütüphanesin­de (Mecamî' no 62) bir kısmı mevcuttur.

7- Kitabüz-Ziyâdat el-Muzdaribe: Sika olmayan ravilerin sika ra-vilerin rivayeti gibi rivayet edip bir yere sokuşturduğu ziyadenin il­men Muzdarip olduğunu isbatlayan bir eser.

8- Turuku-ehâdîsin-Nüzûl.

9- El-Azbüs-Silsilfil-hadîsi'l-müselsel. (Yazma, Teymiye/Hadis 542)

10- Minyetüt-Tâlib li a'zabi'l-Metâlib.

11- El-Mûkız fî ilmi mustalihi'l hadîs. Matbu.

12- Ehâdîsü's-Sıfât. Bulunamadı.

13- El-Erbaîn fî sıfati Rabbi'l-Alemîn. (Mahtut, Zahire'ye/ŞAM)

14- Cüz'ün fiş-Şefâat. Bulunamadı.

15- Sifatünnar: İbni Tannverdi (el-Menhelüs-Sâfide) anlatır. Bulu nam adı.

16- RisaletÜ'z-Zehebîyye ilâ tbni Teymiyye. Matbu.

17- Er-Rav'u ve'1-Evcâl fî Nebei'l-Mesîhid

18- Deccâl İS Kitabü Ru'yeti'l Bârî. Bulunamadı.

19- Kitabü'i Arş (Zahiriye kütüphanesi Mecâmî' 47)

20- EI-Ulüv-li'1-Aliyyi'i-Ğaffâr. Matbu.

21- EI-Kebâir. Matbu. Büyük günahlardan 70 çeşidini onlatır.

22- KitabU-ma-ba'de'1-Mevt. Bulunamadı.

23- Devamü'n-Nâr. Bulunamadı.

24- Meseletü'i-Gıybet. Bulunamadı.

25- Mes'eletü'İ-Vaîd. Bulunamadı.

26- Mes'eletü'l-İctihad. Henüz bir nüshasına rastlanamadı.

27- Mes'eletü haberi'I-vâhid. Henüz bir nüshasına rastlanamadı.

28- Tahrîm-i edbârin-nisâ. Bunu Siyeri A'lamün-Nübelâ 14/128'de anlatır. İki cüz imiş.

29- Teşbîhü'i-Hasîs (Darü'l-Kütübü'l-Mesriyye. Yazma)

30- El-Hıdâb. Bulunamadı.

31- Saİatüt-Tesbîh. Bulunamadı.

32- Kahkaha. Namazda kahkahanın durumuyla ilgili.

33- Hukûku'1-Câr. (Köprülü kütüphanesi no 1584/3)

34- FezâilU'1-Hac. Bulunamadı.

35- El-Libâs. Bulunamadı.

36- Mes'eletüs-Simâ.

37- El-Vitr. Bulunamadı

38- Muhabbetüs-Sâlihîn. Bulunamadı.

39- Düâü'I-Mekrûb. Bulunamadı.

40- Zikru'I-Vildan. Bulunamadı.

41- Et-Ta'ziyetü'I-Hasene. Bulunamadı.

42- Keşfü'l-Kurbe'inde fikdi'l-Ehıbbe...

43- Ahbaru Sedd-i Zü'l Karneyn.

44- Ahbârü Kudati-Dımışk.

45- Esmâü men âşe semânîne seneten ba'de vefati Şeyh... (Aya sofya kütüphanesi no 2953).

46- El-İşâra ila vefeyâtü'I a'yân.  (Haleb, Ahmediye kütüphanesi no   928)

47- El-l'lâm bi vefeyâti'l-a'lâm (Şam Zahiriye Kü. no 117. Mecmu)

48- El-Emsâr zevatü'1-Âsâr. Matbu.

49- Ehlü'l Mieti fesâıden. Matbu.

50- El-Beyân an ismi İbnü fülân. Bulunamadı.

51- TârihU'l-İslam. Bu kitap.

52- Et-Târihü'l-Mümti: Bulunamadı.

53- Tezkeretü'l-Huffaz. 4 cilt, Matbu. 1176 kişinin tercemesi.

54- Terâcim-U Ricalî ravâ anhüm İshak. (Matbu. Leyden 1890)

55- Tesmiyetü Ricali Müslim eîlezîne inferede bihim ani'l-Buharî. (Lâleli Kütübhanesi no 2089).

56- Takyîdü'l-Mühmei. Bulunamadı.

57- Et-Telvîh bimen sebeka ve lehika. Bulunamadı.

58- Erbaatün-teâsarû. Bulunamadı.

59- Tarih-ü-Düveli'I İslam. Hind ve Mısır'da basıldı.

60- Dîvanüz-Zuafâ vel-Metrukîn. Matbu.

61- Zikru men iştehere bi Künyetihî mine'l-A'yân.

62- Zikru men yü'temenü kavîuhû fi'l Cerh vet-Ta'dil.

63- Zeylü'l-İşarât

64- Zeylü Düveli'l-İslâm. Matbu.

65- Zeylü-Siyeri'l A'lâmin-Nübelâ.

66- Zeyli-divânüz-Zuafâ.    (Üçüncü    Ahmed    Kütübhanesi no 3053/1)

67- Zeyli-Kitâbüz-Zuafâ li İbni'l Cevzî.

68- Ezzeyl alâ Zeyl'iz-Zuafâ.

69- Zeylü'l Iber fî haberi men aber. Matbu.

70- Er-Red alâ İbni'l Kattan.

71- Kitabüz-Zelâzil.

72- Siyeri A'lâmin-Nübelâ. Matbu 25 cild.

73- Tabakatüş-Şüyuh.

74- EI-Abâb fit-Târîh. Bulunamadı.

75- El-İber fi haberi men aber. Matbu.

76- Unvanüs-Siyer fî Zikris-Sahabe.

77- EI-Kıbân.

78- El-Mücerred fi ricali İbni Mâce (Zahiriyye no 531/Hadis).

79- El-Mürtecel. Bulunamadı.

80- El-Müştebeh fir-Ricâl. Matbu 3 cüz.

81- Mu'cemüş-Şüyuh el-Kebîr. Matbu.

82- Mu'cemüş-Şüyuh el-Evsat. Matbu.

83- Mu'cemüş-Şüyuh es-Sağîr. Matbu.

84- Mu'cemü'l-Muhtas bil Muhadiseyi'î Asr. Matbu.

85- Ma'rifetü âli Mende.

86- Ma'rifetü'l Kurra el-Kibar. Matbu.

87- EI-Muîn fi tabakati'l Muhadisîn (Feyzullah ağa 1528/İstan-bul).

88- El-Muğnî fiz-Zuafâ. Matbu.

89- El-Mukaddimetü zaten-Nikat fi'1-Elkâb.

90- Men tükillime fîhi vehüve mevsukun. Matbu.

91- Mizânü'I  İtidal.  Çok  basımı  yapıldı. Zehebî'nin  en  meşhur eseri budur. Burada zayıflan derecelendirir.

92- Hâletü'l Bedr fi adedi ehli Bedr.

93- Ahbari Ebî Müslim el-Horasânî

94- Ahbarü Ümmi'l-Mü'minîn Âişe (R.A).

95- Et-Tıbyân fî Menakıb'ı Osman (R.A).

96- İbni Ukde el-Köfî.

97- Hayatü Ebî Hanife. (Zahid Kevser mejjıujm neşretti).

98- Tercemetü Ebî Yusuf. Buda bir öncekiyle neşredildi.

99- Ahmed b. Hanbel.

100- Hıdır.

101- Es-Seleft.

102- Şafiî.

103- Eş-Şeyh el-Muveffık.

104- Mâlik b. Enes.

105- İmam Muhammed b. Hasen

106- Tevkîfi ehlit-Tevfîk alâ menâkıbı's-Sıddîk.

107- Ed-Dürretü'I-Yetîme fî sîreti İbni Teymiyye.

108- Sîretü'I Hallâc. (Haleb Kütübhanesi no 1220/1)

109- Sîretü Taberânî.

110- Sîretü Saîd b. el-Müseyyeb.

111- Sîretü Ömer b. Abdi'l Aziz.

112- Es-Siratün-Nebeviyye. (Bu İslam tarihinin ilk cildidir.)

113- FethU'l-Metâlib fî Menâkıb-ı Ali b. Ebî Tâlib.

114- Kad nehârak bi ahbâri !bni Mübarek.

115- Menâkibü'l-Buhârî.    (Mahtut.    Dârü'l-Kütübü'l    Mısrıyye. Mecmu1 no 965.)

116- Ni'me's-Sümer fî Sîrati Ömer

117- Nefdü'I Cu'be fî ahbâri Şu'be.

118- Beyânü   zağlü'1-iim   vet-Taleb.   Matbu.   (Zahid   Kevseri'nin ta'  İiki ile.)

119- Et-Temessük bis-Sünen. Rastlanamadı.

120- Sîretü'z-Zehebî. (Kendi hayatı)

121- Fadlü âyete'i-Kürsî. Rastlanamadı.

122- Tıbbün-Nebevî. Matbu.

123- Kesrü vesen-i Raten.

124- Mefâhiratü'l-Mışmış vet-Tût. (Berlin Kütüphanesi).

125- Ehâdîsün muhtârât mine'l mevzuat mine'I-Ebâtîlİ li'I-Cürkâ-nî.

126- Bülbülü'r-Ravd.

127- Tecrîd-i Esmâis-Sahâbe. Matbu.

128- Tezhîb-ü Tehzîbi'I Kemâl fi ma'rifetir-Ricâl.(Duyduğuma gö­re   basılıyor).

129- Tertîbü'l Mevzuat li İbni'l Cevzî. (Ezher Kütüphanesi. Hadis 290).

130- Telhîsü'I-İleli'l-Mütenâhiye (Ezher K. Hadis 290).

131- Tenkîhü Kitabit-Tahkîk fî ehâdîsi't-Ta'Iik. (Feyzullah Efendi Kü. 296).

132- Tehzîb-ü tarihî Birzalî.

133- Zikru'l Cehr bi'I-Besmele. (Zahiriyye kü. Mecmû/55)

134- Erruhsatü fi'İ-öınâ vet-Tarb bi şartihî. (Zahiriye kütüphane si.no 7159)

135- El-Kâşif. KütUb-ü Sitte ricali. 3 cilt olup matbûdur.

136- El-Mücerred min Tehzîbi'I Kemâl. (Berlin kütüphanesi 9938. Şehid Ali paşa kütüphanesi no 523.)

137- Muhtasar-U İnbahü'r-Ruvât alâ enbâi'n-Nukât.

138- Muhtasar-ü'l Ensâb lis-Sem'ânî. (EI-Ensâb matbûdur.)

139- Muhtasar-ü Kitabi'1 ba's ven-Nüşûr.

140- Muhtasar-ü Tarîh-i Bağdâd.

141- Muhtasar-ü Tarîh-i Dımışk.(Sahavi on cilt diye söylersede bu   gün yoktur.)

142- Muhtasar-ü Tarîh-i Mısr.

143- Muhtasar-ü Tarîh-i Nîsâbür li Hâkim.

144- Muhtasar-U TuhfetÜ'I Eşraf bi-ma'rifeti'1-Etrâf. Bulunamadı.

145- Muhtasar-U Takvîmü'l Buldan. Matbu Paris 1840.

146- Muhtasar-ü Muhtasaru't-Tekmile li kitabis-Sile.

147- Muhtasar-Ü Muhtasaru't-Tekmile li vefeyâtin-nakale.

148- Muhtasar-ü Cami-ü Beyâni'l Hm.

149- Muhtasar-ü Kitabil-Cihad li-İbni'l Asâkir.

150- Muhtasar-U Zeylî tarihi Bağdad.

151- Muhtasarü'r-Red ala İbni Tahir.

152- Muhtasar-ü Kitâbürravdateyn ve zeylîhî. Li Ebî Şâmme.

153- Muhtasar-ü "Zühdü'l-Beyhakî/"

154- Muhtasar-ü Kitabi silahi'I mü'min.

155- Muhtasar-ü SilatU't-Tekmile li vefeyatin-nakale

156- Muhtasar-ü ed-Duafâ li İbni'l Cevzî.

157- Muhtasar-ü eİ-Fârûk fis-Sıfât...

158- Muhtasar-ü Kitabi'l Kader. Lil Beyhakî.

159- Muhtasarü'l-Muhtacı ileyh, min tarihi Muhamrned b. Saîd.

160- Muhtasarü'l Medhal İi'l Beyhakî.

161- Muhtasar-ü El-Müstedrek. Müstedrek haşiyesi olarak matbu-dur.

162- Muhtasar-ü Kitabi'1-mu'cib fi telhisi ahbari'l mağrib.

163- Muhtasar-ü Menakıbı- Süfyan es-Sevrî.

164- Muhtasar-ü Vefeyâtü'l A'yân.

165- Muhtasar-ü Kitâbül Vehm vel-îham.

166- El-Müsteklâ fî İhtisâri'l muhallâ.

167- Ma'rifetüt-Tabiîn, mines-Sikât li İbni Hibbân. (Eskaryal Kü­tüphanesi no 16S9)

168- El-Muktadab min Tehzîbi'l Kemâl.

169- El-Muktenâ fî serdi'I Künâ. (Haleb Ahmediye K. 22S, İstanbul Feyzullah K. 1531).

170- El-Müntehab min Tarîh-i İbni'n-Neccâr.

171- Münteka'l İstîâb.

172-  Eİ-Müntekâ' min Tarîh-i Harzem.

173- Eİ-Müntekâ min Müsned-i Ebî Avâne.

174- Eİ-Müntekâ min Müsned-i Abd bin Humeyd.

175- Eİ-Müntekâ min Mucemi Yusuf bin Halil.

176- El-Münteka min Tarihi Ebî'l Fidâ.

177- EI-Münteka min Mucemey Et-Taberânî ve Müsnedi'l Mukil lîn.

178- Eİ-Müntekâ min Ma'rifetis-Sahabe ii İbni Mende.

179- EI-MUntekâ min Minhacü'l İ'tidal.

180- Mühezzebi Sünen-i Kübrâ (Topkapı Sarayı Kütüphanesi no 258. 259, 260). Bu eser Kahire'de EI-Mühezzeb fî İhtisaris-Sünen adıyla basılan eserdir.

181- Nebzetün min fevâidi Tarihi İbni'l Cezeri. (Köprülü Kütüp hanesi 1047)

182-En-Nübelâ-fî-ŞUyûhis-Sünne (TeymuriyeKütüphanesi nol749).

183- Mu'cemü Şüyûhi İbni'l Bâsî.

184- Mu'cemü Şüyûhi İbni Habîb.

185- Mu'cemü Şüyûhi Alâüddin b. el-Attar.

186- MeşîhatU tbni'1 Kavvas.

187- MeşîhatU Kahhâl.

188- Eİ-Erbeînât.

189- EI-Mu'cemü'I aliy.

190- Meşîhâtüt-Tellî.

191- Meşîhâtü'i Ca'berî.

192- Meşîhâtü bin Zerrâ el-Harîri.

193- MeşîhatU Izzüddîn e!-Makdisî.

194- Erbeûne hadîsen bUldaniyyeten min Mu'cemi İbni Cem'î.

195- Erbeûne   hâdisen   bUldaniyyeten   min   Mu'cemi   Şüyûhi  Ebî Bekr el-Makdesî.

196- Erbeûne  hadîsen  bUldaniyyeten  min Mu'cemi Şüyûhi İbni'l Makrî.

197- Erbeûne hadîsen İil-Ebrakûhî.

198- Erbeûne hadîsen H Ibni'i Ebrakûhî.

199- Selâsûne hadîsen min Mu'cemis-Sağîr. Lit-Taberânî

200- Avâlî Eş-Şems bin el-Vâsitî.

201- Avâlî et-TâvÛsî.

202- Avâlî Ebî Abdillah b. Yunûnî.

203- Avâlî min Hadîsi Malik.

204- Avali el-Münteka min Hadîsi'z-Zehebî.

205- El-Cüz'Ül Mülekkab bîd-Dînâr.

206- Cüz'Un IH Kazvinî.

207- Cüz'ün H Ebî Bekr el-Müresî.

208- CUz'Un li İbni'l Muhib el-Makdisî.

209- Cüz'ün li İbni'l Küveyk.

210- CUz'Un li Emînid-Dîn el-Vânî.

211- Cüz'ün ala İbni Cemaâ el-Kinânî.

212- Ehâdîs-U Muhtasar-ı İbni'l Hacîb.

213- Sülasiyyâti ibni Mâce (Zahiriyye kütüphanesi Mecmu no 59)

214- El-MUntekâ min Hadîs-i Takiyyüddîn İbniş-Şeyh el-Ba'lî.

Zehebî'nin bunların dışında Şeyhlerinden yaptığı dört adetde tahrici vardır. Allah ona rahmet etsin. Eserlerinden istifade nasib etsin.[42]

 

Ölümü Ve Evladları

 

Safedî'nin, İbni Dakmak'ın, Subkî'nin belirttiklerine göre Hafız Zehebî bu müthiş çalışmalarının sonuna yaklaşırken ömrününde so­nuna doğru yaklaşıyordu. Vefatından dört yıl önce gözlerine inen bir su sebebiyle hastalanmış bulunuyordu. Artık gözleri görmemeye baş lamıştı. Kendisine:           \

-Gözündeki bu suyu/aldirsaydın tekrar görürdün, dediklerinde buna kızar ve "bu gördüğünüz o su değildir. Ben kendimi iyi tanıyo­rum. Çünkü gözlerim yavaş yavaş azalarak görmesini kaybetti" der­di.

İmam yetmiş sekiz yaşını doldurmuş bir halde iken bir pazartesi gecesi, gece yansından önce Zil-kade ayının üçüncü gün hicri 748 yılında Samdaki "Ümmü Salih Türbesi" adı verilen medresede vefat etti. Yine Samdaki "Babüs-Sağir" denilen kabristana defnedildi.

Zehebî'nin üç çocuğu vardır ki: Üçüde ilimde kendi yolundaydı­lar:

1- Kızi Emetü'I Aziziyye: Hem babasından hemde bir çok şeyhten icazet aldı. Bu kızının oğlu olan Abdülkadir dedesinden okuyup "Ta~ rihü'l İslam" kitabını rivayet etme icazetine ulaştı.

2- Oğlu Ebûd-Derda Abdullah. Babası onu pek çok şeyhte okuttu-ysada daha genç bir yaşta (48) 754 yılında vefat etti,

3- Küçük oğlu Şihabüddin Ebû Hüreyre Abdürrahman. Bu oğlu 715'te doğup ta 799 yılına kadar muammer olmuş bir çok ilimleri ba­basından ve diğer alimlerden okumuştur. Bunun oğlu olan Muhammed b. Şihabüddin adındaki çocuğuda dedesinden "Tarihlinin icazetini al­mış idi. Allah hepsine rahmet etsin. [43]

 

Tarihte İslam'a Dair Birkaç Söz

 

Tarihte İslam'a biz ufak bir tertip değişikliği ile giriyoruz. Zira Zehebî'nin el yazmasına göre ilk cild "Meğazi" bölümüdür. Bu bazı tarihçilerin de adeti olup önce tercemei hali yerine o zatın katıldığı savaşlara ve olaylara yer verip sonra sireye geçilirdi ki. Zehebî de böyle yapmıştır. Buna rağmen biz, önce Efendimizin sîre kısmından başlamayı uygun gördük.

Kitabın bizzat Müellifi Zehebî tarafından yazılan el yazma nüs­hası Ayasofya kütüphanesi 2005 rakamında kayıtlıdır. Bu fevkalade okunaklı bir nüsha olup diğer yerlerdeki nüshalar bunun kopyesidir. Bu nüsha aynı zamanda Zehebînin talebesi büyük tarihçi Safedî'nin bunu üstadın önünde okuyarak mukabelesini tamamladığı tenkihli bir nüshadır.

Tarihüvİ İslamın yine İstanbul'da Üçüncü Ahmed kütüphanesinde de bir nüshası olduğu gibi; Mısır, Suriye, Fas, Suudi Arabistan, Hind, Paris, İngiltere, Almanya ve Irak'ta da bir çok nüshaları vardır. An­cak hiç biriside kitabın tamamını ihata etmez.

Tarihte İslamını Zehebî 70 tabakaya ayırmıştır. Yani her on yılı bir tabaka olarak almıştır. Diğer teracimlerinde ise daha önceki alimlerinkine uygun olarak yirmi yılı tabaka olarak alıyordu. Ancak ta­rihte bunu ilk defa on olarak kullanan kendisidir.

Kitabın arapca yapılmakta olan ilk tahkiki! basımı bize ulaşabi­len kadarıyla her on yıl bir cild ediyor. Buna ilk Efendimize ait siyer ve meğazi ile raşit halifeler devri dahil değildir. Böylece TarihüM İslam'ın arabca baskısı takriben 74 cilt olacaktır. Evet garip geliyor ama çıkanlar bunu doğruluyor.

Zaten kitabın el yazma nüshasîda 21 büyük cildden meydana ge­liyor. Birinci cilt elyazmasında sadece on yıllık, ikincisi hicri otuza kadar, üçüncü cilt 160. yıla kadar alır.

Zehebî, Tarihinde tam kırk bin tane insanın hal tercemelerini verirki bu bundan başka hiçbir kitapta görülmemiş bir hadisedir. Bunların bazıları gayet mufassal bazıları ise kısadır.

Zehebî'nin bu eserini ne zaman yazmağa başladığını bulamadım. Ama bitiriş tarihi hicri 726 olarak kendi el yasızı olan nüshada mev­cuttur. Ancak Zehebî bu eserinin müsveddelerini daha önce (714) 19 cilt olarak hazirlamişsada sonradan bir hayli ilerlemelerde bunu 21e

çıkarmıştır.

-Zehebînin eserini bizzat tenkih etmesi, yeniden beyaza çekmesi, çok dikkatli yazmış olması kanaatlerini çok ustaca belirtmesi içinde­ki maddelerin bolluğu sebebiyle İslam Tarih ilminde kendi devrinde-kiler içinde sonra gelen âlimler arasında vazgeçilmez bir kaynak ol-muştur.Hatta bizzat kendisi bile bir çok eserini yazarken buradan faydalanarak ya kısaltma ya genişletme yoluyla yazmıştır.

El-İber, Mucemüşşüyüh, Düveli'l İslam. Maırifet-i Kurrai'l Kibar ve emsali böyledir.

TarimVl İslam direkt olmasada hadiseleri anlatırken o günkü Coğrafya, Ekonomi, Siyasi hayat ve diğer şeylere ait geniş ve çok orjinal bilgilerde verir.

Zehebî verdiği bilgilerin yerlerini kesinlikle işaret eder çok kere bu işaretleri remiz olarak kullanır.

Bu konuda müstakil bir eser yazan Beşşar Avvad Ma'ruf Zehebî ve bu eserini fevkalade incelemiştir. İlim behresi bulunan kardeşleri­mize tavsiye ederim.

Burada şunu belirteyim ki kitabın matbu hali Dr. Ömer AbdÜsse-lâm Tedmûrî'nin tahkiki ile basılmaktadır. Ancak türkçe tercemedeki bütün dipnotlar (tahkik ve talikler) kendime aittir. Yer yer kısa gör­düğüm bölümleri kaynağın aslıyla karşılaştırıp dipnotta tamamlıyo­rum.

Sizi eserle başbaşa bırakırken hepinizi Muhammed ümmeti ola­rak selamlar ve sünneti seniyye dolu yıllar dilerim.[44]

MUZAFFER CAN

15-Mart-1992 Küçük Çamlıca/İstanbul

 

Yazarın Önsözü

 

Kendine tevekkül edeni muvaffak eden, herşeyin saltanatı elinde olan kayyum olan Allah'a en güzel, en mübarek en ziyade Hamd ederim. Onun zat ve saltanatına yakıştığı gibi hamdederim. Ondan başka ilah olmadığına tek ve ortağı olmadığına şahadet ederim. Ve Muhammed (s.a.v.)'ın onun kulu ve Rasulü olduğuna, onu, alemlere rahmet peygamberlere son ve ümmileri korumak, müttekilere imam olmak üzere en açık delil, en fasih tenzil (Kuran) en geniş cadde. en nefis bir izah, ve en eşsiz bir delil ile gönderdiğine şahadet ede­rim.

Allahım! Muhammed'ine (cennetteki en yüce makam olan) vesî-leyi ver. Onu evveİ ve ahir bütün insanlığın gıbta ettiği Makamı Mahmud'â gönder. Salat ve selam ona, onun tertemiz soyuna, müca­hit ashabına ve mü'minlerin anneleri olan eşlerine olsun.

Bundan sonra: İnşaallah şu eser faydalı bir kitaptır. Fayda getirmeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan Allah'a sığınırım. Ben bu kitabı, çeşitli dağı­nık rivayetlerden topladım ve bu uğurda çok yoruldum. Onu bir çok eserden süzüp çıkardım. Bu eser ile insan, tarihin geçmiş mühim olaylarını, İslam'ın ilk tarihinden günümüze kadar, halife, kurra, zâ-hid, fâkih, hadis alimi, ilim adamları, sultan, vezir, nahivci, şair olan büyük insanların ölümlerini onların tabakalarını, yaşadığı devir­leri, üstadlarmı, bazı hayat hikayelerini en kısa bir ibare, en özlü bir söz ile tanıyabilir. Meşhur fetihleri, harpleri ve kitaplara geçen acayib işleri uzatmadan, herşeyide anlatmaya kalkmadan öğretir. Ama ben bu eserde meşhur olanlarla onlara benzer olanları bahsede­cek, ama tanınmayan insanlarla onlara benzeyenleri anlatmayaca­ğım. Büyük olaylara işaret edeceğim. Eğer kişilerin hal tercemelerini ve olayları tamamıyla yazmaya kalksaydım elbette bu kitap yüz cildi bulur, belki dahada fazla olurdu. Çünkü bu kitapta yüz kişi varki sa­dece onların tarihlerini tam yazmaya kalksam elli cilt tutardı.

Bu eseri meydana getirmek için bu konuda tasnif edilen bir çok kitabı mütala ettim. İşte onların önemlileri:

1- Beyhakî'nin "DelaiHn Nübuvve"si.[45]

2- İbni İshak'ın "Siretün-Nebi''si.[46]

3- Katib İbni Aiz'in "Meğazi"si.[47]

4- Vakidî'nin katibi Muhammed b. Sa'dın "Tabaktü'l Kübra'sı.[48]

5- İmam Ebû Abdullah el-Buharî'nin "Tarih"i.[49]

6- Ebû Bekir Ahmed b. Ebî Hayseme'nin Tarihinin bir kısmı.[50]

7- Ya'kub el-Fesevî'nin "Tarih"i.[51]

8- Muhammed b. Müsenna el-Anezî*nin Tarihi.[52]

9-  Ebû Hafs el-Fellas'm Tarihi.[53]

10- Ebû Bekir ibni Ebî Şeybe'nin Tarihi.[54]

11- Vakidî'nin Tarih'i.[55]

12- Heysem b. Adiy'nin tarihi.[56]

13- Halife b. Hayyat'm tarihi ve Tabakat adlı eserleri.[57]

14- Ebû Zür'a ed-Dımışkî'nin Tarihi.[58]

15- Seyf b. Ömerin "El-Futûh"u.[59]

16- Zübeyr b. Bekkar'ın "En-Neseb"i.[60]

17- İmam Ahmed'in "Müsned"i.[61]

18- MUfaddal b. Ğassan el-Ğallabî'nin Tarih"i..[62]

19- Yahya b. Main'in "el-Cerh vet-Tadil"i.[63]

20- Abdürrahman b. Ebî Hatem'in "el-Cerh vet-Ta'diPi.[64]

 

Kitabın Bazı Rumuzları:

 

Üzerinde rumuz olan kütüb'ü sittede yada onlardan bir kısmında demektir. Çünkü ben şeyhimiz Hafız Haccac Yusuf el-Mezzî'nin "TehzibU'l Kemal"[65] adlı   eserinin   müsveddesini   mütala   etmiştim,

sonrada beyaza çekildikten sonra hepsini okudum. Adı üzerinde ayın harfi bulunan hadisi Kütüb-U Sittede dört rakamı bulunan Sünen'i Erbaada, "hi" harfi olan Buharide "Mim" bulunan Müslimde "dal" harfi olan sünen'i Ebî Dâvûd'da, "te" harfi olan Tirmizî'de "nûn" harfi olan Sünen'i Nesaî'de "kaf" olan da İbini Macede, demektir. Eğer ravi kitapların hepsinde varda birinde yok ise onun Üzerinde "te hariç" veya "dal hariç" işareti vardır.

Yine bu eseri yazarken kısaltmış bulunduğum şu eserleride göz­den geçirdim.

21- Ebû Abdillah Hakimin Tarihi

22- Ebû Said b. Yunus'un Tarihi.

23- Ebû Bekir el-Hatibin Tarihi"[66]

24- Ebû Kasım el-Hafız'ın (îbni Asakir) Tarih'i Dımışk'ını"[67]

25- Ebû Said b. Sam'ânî'nin Tarih'i ve onun El-Ensâ'bı[68]

26- Kadı Şemseddin İbni Hallika'nın Tarih'i[69]

27- Allâme Şihâbüddin Ebû Şâmme'nin Tarih’i.[70]

beye varamadı. Onun Tuhfetü 1 Eşrafı da eşi olmayan güzellikte ve ter-tipde Kütüb'ü Sitte'nin cemidir. Mezzî, İbni Teymiye ve Hafız Zehebî nin emsalidir. (654-742) İbni Kesir'in kayınpederi ve hocasıdır.

28-  Şeyh Kutbuddin b. el-Yûnûnî'nin Tarih'i[71]

29- Yine Yunûnî'nin "Mir atüzzemân" adlı Şemseddin Yusuf Sıbt İbnü'l Cevzî'inin tarih kitabı üzerine yazdığı zeylini. Bu son iki ki­tap olaylara ve yıllara göre yazılmıştır

Yine bu esnada Taberi Tarihi'nin,[72] Ibni Esir tarihinin (El-Ka-mil)," İbnü'l Ferazi Tarihi (Tarih-i Ulemâi Endülüs)nin[73], İbni Beş kevâlin  bunun  üzerine yazdığı "Sıla" sının ve  yine onun tekmilesi olarak Ibni Ebbarın yazdığı Tekmilenin Ibni Adiy'nin "Kârnil'inin"[74] büyük bir kısımını mütalâ ettiğim gibi Mirâtaezzamanm[75] çoğuyla bir çok kitab ile tarih konusunda yazılmış bir sürü parça eserleride gözden geçirdim.

Eski tarihçiler büyüklerin vefat tarihlerini layık olduğu şekilde iyi zabtedememiş sadece hafızalarına güvenmişlerdir. Bu yüzden Şa-fî'nin zamanına yakın bir devreye kadar sahabe ve tabiin ile ondan sonraki büyük insanların ölüm tarihleri kaybolup gitmiştir. Biz onla­rın adlarını takribi olarak tabakalar halinde yazdık.

Daha sonra gelen (Müteehhirin) âlimlerle diğer ileri gelen zeva­tın ölüm ve doğum tarihlerini iyi yazmaya önem vermişlerdir. Hatta bizim kendilerini (bu yazılma sebebiyle) tanıdığımız ama o devrede tam bilinmeyen bir takım insanların bile tarihlerini yazmışlardır. Bu sebeole esas kimliği meçhul, bazılarının ölüm tarihleri kayda geçip bellenirken şöhretli bazı alimlerin vefatları bilinememiştir.

Ayrıca bir çok ülkenin haberleride bölgenin alimlerinden birinin âlimlerin tarihini yazmaması, yada yazıldığı halde zamanla yok olup bize ulaşamaması sebebiyle bizim elimizde bulunmamaktadır.

Ben Allahımın; bu kitabı faydalı kılmasını, onu yazan, okuyup dinleyenlere ve müslümanlara mağfiret etmesini umarım. Âmin.[76]

 

İnsanlığın Efendisi’nin Soyunun Beyanı

 

Rasûlullah'ın Soy ve Doğumu İnsanlığın efendisi'nin soyunun beyanı Allah'ın elçisi Muhammed Ebû'l Kasım seyyid'ii mürselîn ve hâtemtlnnebiyyîn (s.a.v.)

Nesebi; Muhammed b. Abdillah b. Abdü'I Muttalib (asıl adı Şey-be dir) b. Haşim, asıl adı (Amr) b. Abdi Menâf asıl adj (Muğire) b. asıl adı (Zeyd) olan Kusay b. Kilab b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Galib b.Fihr b. Mâlik b. Entadr b. Kinane b. Huzeyme b. asıl adı (Amir) olan Müdrike b. îlyas b. Müdar b. Nizâr b. Maadde b. Adnan. İşte bu Adnan İsmail b. İbrahim (a.s.) in eviatlarındandır ve böyle olduğunda âlimlerin icmasi vardır.[77]   Adnan'dan yukardakiler dedelerinden Adnan ile İsmail (a.s.) arasındakilerde ihtilaf ettiler. Denilirki aralarında do­kuz kimse vardır. Yedi olduğuda söylenir. Bir gurup alimler de böyle nakletmiştir. Fakat bu dedelerinin bir kısmının adlarında ihtilaf etti­ler. İkisi arasında onbeş baba olduğu söylendiği gibi aralarında kırk baba bulunduğuda söylenir ki bu uzak bir ihtimaldir. Bu bilgiler Arab kabilelerinden bir kısmı tarafından anlatılır.

Bu konuda Urve b. Zübeyr şöyle diyor; Adnan'dan yukarıdakiler hakkında da, kahtandan yukarıdakiler hakkında da tahmin edişleri dışında konuyu iyi bilen birini bulabilmiş değiliz."[78]

İbni Abbas derki; Meadde b. Adnan ile İsmail (a.s) arasında otuz tane baba vardır. Lakin bunun ravileri olan Hişam ile babası metrûkturlar.[79] Bu rivayeti meşhur soybilimcisİ Hişam b. el Kelbî ba­bası Ebû Salih aracılığıyla İbni Abbas'tan nakleder.

Yine bu sened ile anlatıldığına göre Efendimiz ecdadını Adnan'a ka­dar sayar orada durur ve "Nesebciler yalan söylediler, Allah Lui Ad, Semud ve Res ahalisini ve bunlar arasında bir çok nesilleri yok ettik" (Furkan 38) buyuruyor, derdi.[80]

Urve'nin beslemesi Ebû'l Esved anlatıyor. Kureyşin soyunu ve şiirlerini en iyi bilen Kureyşli Ebû Bekr b. Süleyman b. Hasme'yi şöyle derken duydum; "Mead b. Adnan'dan yukarısını tanıyan birine ne bir şairin şiirinde nede bir bilginin bilgisinde rastladık."[81]

Hişam b. Kelebi anlatıyor; Ben "Meâd b. Adnan, Meryem oğlu İsa (a.s.) zamanında yaşıyordu." diyen birini duydum.

Ebû Ömer b. Abdi'l Ber derki: Aralarında Abdullah b. Mes'ûd, Muhammed b. Ka'b el Kurazî ve Amr b. Meymûn el Evdî'nin de bu­lunduğu selef alimlerinin bir bölümü. "Onlardan sonrakilere gelince. Onları Allah'tan başka bilen yoktur" (İbrahim 9) ayetini okuduklarında, "soy bilginleri yalan söylediler'" derlerdi. Ebû Ömer b. Abdi'l Berr devamla derki; Bize göre bunun anlamı diğerlerinin anladığı gibi değildir. Allah bilir bunun anlamı 'Adem oğullarını saymaya kalkan kimselerin iddiasını yalanlamak­tır."[82]

Arablarm soylarına gelince, onların geçmiş tarihi günlerini ve soylarını iyi bilen ilim adamları bu kabilelerin asılları ve ileri gelen­lerini tam olarak tesbit ederek gelmişler ama bunların bir takım dal­larında ihtilaf etmişlerdir.

Bu soy bilimcilerinin imamlarına göre bu şöyledir. Adnan b. ÜdUd b. Mukavvim b. Nâhûr, b. Teyrah, b. Ya'rub, b. Yeşcüb, b. Nâ-bit, b. İsmail, b. İbrahim, El-Halil, b. Azer (bunun adı Tareh) b. Nâ-hur, b. Sârûğ, b. Râğû, b. Fâlih, b. Ayber, b. Şâlah b. Erfahşez b. Nûh (a.s) b. Lemmek b. MUteeşlah, b. Hanûh (bu İdris a.s.) b. Yerd, b. Mühlîl, b. Kaynen b. Yâniş, b. Şîs b. Âdem (a.s.)[83]

İşte İbni İshâk in stresinde itimad ettiği budur. İbni İshak'ın tale­beleri bazı isimlerde ihtilaf etmişlerdir.

İbni Sa'd; "Bize göre Adnan'dan İsmail'e kadar olan kısım hak­kında susmak daha iyidir." der.[84]

Selem b. El Ebraş. İbni İshak'ın şöyle dediğini anlatır: "Bu soy yeşcübe kadar aynıdır. Sonra (soy bilginleri) burada ihtilaf ettiler ve birisi Yeşcüb, b. Yâniş, b. Sârûğ, b. Ka'b, b. el Avvam, b. Kayzar, b. Nebt b. İsmail, b. İbrahim (a.s.)" olarak saydı.

İbni İshak derki Onlar İsmaii (b. İbrahim) (a.s.) m ömrünün yüz otuz sene olduğunu ve annesi ile birlikte Kabe'deki Hıcr'a defnedildi­ğini anlatıyor.[85]

Abdü'İ Melik b. Hişâm anlatıyor; Bana Hallâd b. Kurreb. Hâlid es-Sedvesî, Şeyban b. Züheyr aracılığı ile Katade'nin şöyle dediğini anlattı; "İbrahim Halilullah. b. Târih. b. Nahûr, b. Esra', b. Arğû. b. Fâlih, b. Âbir, b. Salih. b. Erfahşez. b. Sâm, b. Nûh. b. Lâmek. b. Mettüşelah, b. Hanûh, b. Yerd, b. Mehlâyil, b. Kayn: b. Enûş. b. Şîs, b. Âdem."[86]

Abdül Münîm b. İdris babası aracılığıyla Vehb b. Münebbih'in İbrahim (a.s.)'ın Tevrattaki soyunu şöyle bulduğunu rivayet ediyor. İbrahim, b. Târih. b. Nâhur, b. Şerûğ. b. Arğu, b. Faliğ. b. Âbir. b. Salih. b. Erfahşez. b. Sam, b. Nuh, b. Lemmek, b. Müteşâlih, b. Hanuh, [İdris (a.s.)] b. Yârd, b. Mehlayıl, b. Kaynân, b. Enüş, b. Şis, b. Âdem (a.s.)[87]

İbni Sa'dın anlattığına göre Hişam b. Kelebi çocukken babasının kendine Nebi (s.a.v.) in soyunu şöyle öğrettiğini haber vermiş:[88] "Muhammed et-Tayyip el-Mübârek, b. Abdillah, b. Abdü'İ Muttalib (bunun asıl adı Şeybete'l Hamd'dır). b. Hâşim (asıl adı Amr), b. Abdi Menâf (ki adı Mugîre idi), b. Kusay (adı Zeyd). b. Kilâb, b. Mürre. b. Ka'b, b. Lüey, b. Gâlib, b. Fihr. b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinâne, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyâs, b. Mudar, b. Nizâr, b. Meadde, b. Ad­nan".

Babam bana "Meadd ile İsmail (a.s.) arasında otuz tane baba ol­duğunu da haber verdi. Ama onların ne adını bilirdi nede o konuda kesin birşey söyledi."

Derimki; bu isimlerin diğerleri arabca olmayıp bir kısmını yazı ile tesbit bile ancak yaklaşık olarak mümkündür.

"Kendini barındıran sülaîesinide (kendini kur­tarmak için fidye versin)" (meâric ayet 13) ayeti hakkında "Efendi­miz (s.a.v.) in sülâlesi Abdü'İ Muttalib oğulları olan amcalarıylaam­ca oğullarıdırlar. Ana sülalesi Haşimoğullarıdır'' denmiştir. Efendimi­zin oymağı Abdi Menâf oğulları, aşireti Kureyş oğulları, ve kabilesi Kinâne oğulları, Mudar da milleti idi.

Evzaî derki; Bana Şeddâd Ebû Ammar. Vasile b. el Eska'dan Ra-sülüllah (sav) in şöyle buyurduğunu anlattı:

Rasûlullah'ın Soy ve Doğumu "Allah Kinâne'yi İsmail (a.s.)ın evladından seçti. Kureyşi de Ki-nane'den seçti. Kureyş'tende Haşimi seçti. Beni de Haşim oğulların­dan seçti".  Bunu Müslim rivayet etmiştir.[89]

Peygamberimizin annesi Âmine de Vehb b. Abdi Menâf b. Zühre b. Kilâb kızı olup, Kilâb'a soy olarak kocası Abdullah'tan bir adam (bizde bir göbek denir) daha yakındır.[90]

 

Efendimizin Dünyaya Gelişi

 

Bize Ebû'l Meali Ahmed b. İshak, Ahmed b. Ebî'I Feth ve Feth b. Abdillah, ikilisi, Muhammed b. Ömer el Fakîh, Ebû'l Hüseyin Ahmed b. Muhammed b. en Nakkûr, Ali b. Ömer el Harabı, Ahmed b. Hasen es-Sofî, Yahya b. Maîn, Haccac b. Muhammed, Yûnus b. ebî İshak, Babası,  Saîd  b.  Cübeyr isnadı  ile İbni Abbas (r.a.)ın  "Nebi  (s.a.v,) tam olarak Fil olayı günü doğmuştu" dediğini haber verdi.[91] Bu sahih bir haberdir.

İbni İshak anlatıyor; Bana Muttalib b. Abdillah b. Kays b. Mah-rame babası yolu ile dedesi Kays b. Mahrame b. el Muttalibin "Ben ve Allah Rasülü Fil harbi senesi doğduk" dediğini haber verdi.[92] Ha­beri Tirmizî de nakledip" bunun isnadı hasendir" demiştir.

İbrahim b. MUnzir el Hızâmi anlatıyor. Bize Süleyman en Nev-felî, babası aracılığıyla Muhammed b. Cübeyr b. Mut'ım in, "Rasü-lüllah (s.a.v.) Fil yılı doğdu. Ukaz fil hadisesinden on beş yıl sonray­dı. Beytuîlah da fil yılından itibaren yirmi beşinci yılın başlarında tamir gördü. Rasülüllah (s.a.v.)'de fil yılından itibaren kırkıncı yılın başlarında Peygamber oldu" dediğini anlattı.[93]

Şebâb el Usfurî (Halife b. Hayyat) anlatıyor; Bana Yahya b. Mu­hammed, Abdü'l Azîz b. İmrân, Zübeyr b. Mûsâ isnadıyla Ebû'l Huveyris'in Abdülmelik b. Mervan'ı Kabâs b. Eşyem'e; "Senmi büyük­sün Rasülüllah mı?" diye sorarken gördüğünü onunda "O benden büyük, ben ondan daha yaşlıyım" deyip. Abdülmeİikte ona "Sen ne zaman doğdun?" dediğini, onunda; 'Annemin beni kokuşup bozulmuş olan filin gübresinin yanı başında durdurduğunu hatırlıyorum. Rasü­lüllah (s.a.v.) Fil yılı doğmuştu" dediğini anlatır.[94]

Ravi Yahya b. Muhammed Ebû Zükeyr denen adamdır. O ve şeyhi metruktürler, (laflan esas alınmaz)

Mûsâ b. Ukbe, İbni Şihab-ı Zühri'nin "Allah, Muhammed (a.s.)ı Ka'be'nin bina edilişinden sonraki onbeşinci yılın başında peygamber yaptı. Onun doğumu, Peygamber oluşu ve fil yılı ile arasında yetmiş yıl vardır." dediğini anlatır.[95] Halbuki İbrahim b. el Münzir ve diğer­leri ise, "kesin olarak bu yanlıştır. Âlimlerimizden hiç birisi, Rasulallahin fil olayının senesinde doğup bunun kırkıncı yılında olduğun­da şüphe etmiyorlar" der.[96]

Ya'kub el Kummî'nin Ca'fer b. ebi'l Muğire'den nakline göre İbni Ebzâ "Rasulullahın doğumu ile fil olayı arasında on yıl vardır" de­mektedir. Bu senedce kesintili (munkati) bir görüştür."[97]

Bundan daha zayıf olanı, Muhammed b. Osman b. Ebî Şeybe'nin şu rivayetidir. Derki; Bize Ukbe b. Mükrim, Müseyyeb b. Şerik, Şu-ayb b. Şuayb, babası isnadı ile dedesinin "Rasülüllah'a anası Muhar­rem âşurasında gebe kaldı. Eshab-ı fil gazvesinden sonra gelen yirmi üçüncü yılın Ramazanının ön ikinci pazartesi gecesi doğdu" Bu sakıt bir hadistir."[98]

Bundan dahada zayıf olan görüş yalanla itham edilip muhaddis derecesinden düşük biri olan Kelebî'nin Ebû Salih Bâzâm'ın İbni Ab-bas'tan "Rasülüllah {s.a.v.) Fil yılından onbeş yıl önce doğdu" diye yaptığı rivayettir.[99] Bu görüşün yalan olduğunu ortaya koyan İbni Abbas'ın (r.a.) görüşü sahih bir senedle yukarda geçmişti. Halife b. Hayyat "Üzerinde âlimlerin ittifak ettikleri görüş Efen­dimizin fil yılı doğmuş olduğudur" der.[100]

Zübeyr b. Bekkâr anlatıyor; Bize Muhammed b. Hasen, Abdüsse-lâm b. Abdillah yolu ile ilim ehlinden Ma'ruf b. Harbüz ve diğerle­rinin, "Rasülüllah (s.a.v.) fil yılı doğdu. Kureyş "Âlu'llah" diye adla­nıp arablar arasında adı büyüdü. Rebî'ül evvelin on ikinci günü doğ­du. Onun bir ramazanda pazartesi günü şafak sökerken doğduğu da" söylenir."[101]

Ebû Katâde el Ensarî (r.a) anlatıyor; Bedevinin biri Allah Rasü-lüne "Pazertesi günü orucu hakkında ne dersiniz?" Diye sorunca "O benim doğduğum gündür.  Bana vahiy yine o günde geldi"[102] buyurdu. Bunu Müslim rivayet eder.                                                  

Osman b. Abdurrahman el-Vakkâsıy, Zührî aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb ve diğerlerinden "Rasüîüllah (s.a.v.)in Rebiü'l evvel ayının pazartesi gecesi gün ağarırken doğduğunu" anlatır.[103]

İ, İbni İshak anlatıyor; Bana Salih b. İbrahim b. Abdürrahman b. Avf, Yahya b. Abdullah b. Abdurrahman b. Es'ad b. Zürâra'nın şöyle dediğini anlattı; "Bana kavmimden dilediğim biri Hassan b. Sabit (r. a.)ın şöyle dediğini anlattı. Ben yeni serpilip gelişen bir çocuk" idim. Yesrib (Medine)'in kalalarından biri üzerinde duran bir Yahudi'yi şöyle derken işittim;

- Ey Yahudi toplumu! gelin gelin!

Yanında toplandıkları zaman onlar "Yazıklar olası, ne bağırıyor­sun ne oldu sana?" dediler O da;

"Bu gece gönderilecek olan Ahmed'in yılıdızı doğdu"[104] dedi. İbni Lehî'a, Halid b. Ebî İmran, Haneş isnadı ile naklettiği habe­rinde İbni Abbas (r.a.) m şöyle dediğini rivayet eder.

"'Peygamberiniz pazartesi günü doğdu, pazartesi günü peygamber yapıldı, pazartesi günü Mekke'den çıktı. Medine'ye pazartesi günü geldi. Mekke'yi pazartesi günü fethetti, Mâide suresi pazartesi günü nazil oldu ve pazartesi günü vefat etti." Bunu t Ahmed, Müsnedinde Fesevî de[105] Tarihinde nakleder.[106]

Şeyhimiz Ebû Muhammed ed Dimyatî eserlerinden biri olan es Sîre'sinde Ebû Cafer Muhammed b. Ali'nin "Allah Rasûlü, Rebîü'l Evvel ayının onuncu gecesi pazartesi günü doğdu. Fil ordusunun Ka' be'yi yıkmaya gelişi bundan önce Muharrem ayı ortalarındaydı" dedi­ğini anlatır.[107]

Ebû Mi'şar Necîh derki; "Efendimiz Rebiûl evvel ayının onikinci gecesi doğdu.[108] Şeyhimiz Dimyâtî ise "Doğru olan Ebû Cafer'in gö­rüşüdür. Maamafih, Onun nisanın yirmisinde doğduğu da söyleniyor" diyor.[109]

Ebû Ahmed el-Hakim; Efendimiz Fil olayından otuz gün sonra doğdu derken bir kısım âlimlerde bun benimsemişlerdir. Ebû Ahmed "kırk gün sonra olduğu da söyleniyor" der.

Derim ki işte ravîlerin otuz yada kırk sene dedikleri yanlışlık buradan kaynaklanıyor. Öyle geliyorki ravi "gün" diye söylemeyi kasdetti ama ağzından "yi!" çıktı.[110]

 

Efendimizin Sünnet Olması

 

Veİîd b. Müslim Şuayb b. Ebî Hamza, Ata el-Horasâni, İkrime isnadıyla sevkettiği haberinde İbni Abbas (r.a.)tan; "Abdül Muttalibin Peygamberimizi doğumunun yedinci günü sünnet ettirdiğini onun için bir sünnet kütüğü döktürdüğünü [111] ve Muhammed adını verdiğini an­latır.

İşte bu rivayet İbni Sa'dın tabakatmda Yunus b. el Mekkî. Hakem b. Eban el-Adenî, İkrime, İbni Abbas (r.a.) isnadıyla babası (Efendi­mizin Amcası) Abbas (r.a.)tan naklettiği;

"Peygamber (r.a.) sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak doğdu. Bu durum Abdül Muttalib'i hayrette bıraktı, onun yanında iftihar etti ve bu oğlum çok büyük bir adam olacak'' dedi. Şeklindeki haberden daha sahihtir.[112]

Bu rivayetle Süleyman b. Seleme el-Habâirî, Yunus isnadı ile ona tabi oiur. Ancak Yunusla Hakem arasına Osman b. Rabbî es-Sudâî'yi sokar.

Şeyhimiz Dimyâtî derki; Ebû Bekre'nin "Peygamber (s.a.v.)i kalbi­ni temizlediğinde bizzat Cebrail sünnet etmiştir" dediği rivayet olunur.[113]

Derimki: Bu münker bir haberdir. [114]

 

Peygamber (S.A.V)İn Adları Ve Künyeleri

 

Zührî, Muhammed b. Cübeyr b. Müt'im aracılığıyla babası CU-beyr (r.a.)'m Rasülüllah (s.a.v.)'i:

"Benim bir takım isimlerim vardır; Ben Muhammed'im, Ahmed'im, Allanın küfrü benim ile mahvettiği Manî'yim; insanların kıya­mette önünde tekrar diriltileceği Hâşir'im ve kendinden sonra pey­gamber gelmeyecek (demek) olan Âkıb'ım," buyururken duydum dedi­ğini anlatır.[115]

Bu, ittifakla rivayet edilmiş bir haberdir. Zührî derki; Allah Onu Rahîm ve Rauf diyede adlandırmıştır.[116]

Hammad b. Seleme de Ca'fer b. Ebî Vahşiy'ye Nafi b. Cübeyr b.

Mut'ım aracılığıyla babası Cübeyr (r.a.)m Rasülüllah (s.a.v.); "Ben, Muhammed'im,  Ahmed'im   Hâşir'im,  Manî'yim  Hâtem'im,  Akîb'İm" derken işittim dediğini anlatın.[117]

 Hadisin bir diğer tarîkında; ,,Ben Ahmed, Muhammed, El- Mu­kaffa, el-Hâsir, Nebiyyü'r Rahmeti, Nebiyyü'l Melhame'yinT şeklinde de gelmiştir.[118]

Abdullah b. Salih anlatıyor; Bize Leys, Halid b. Yezîd, Said b. Ebî Hilal, Ukbe b. Müslim aracılığıyla Nafî' b. Cübeyr b. Mut'ım den naklederki; O Abdii'l Melik b. Mervân'ın yanına girdiğinde Abdü'I Melik ona; Bana "'Cübeyr (r.a.) m saydığı peygamberimizin adlarını sayarmısın?" demiş. O da, Evet onlar altı tanedir;

1- Muhammed

2- Ahmed

3- Hâtem

4- Haşir

5- Âkib

6- Mâhî'dir.

Haşir denmesi kıyamet saatinde sizi korkutucu olarak gönderilmesin-dendir. Âkib oluşu, Peygamberlerin sonu oluşundan, Manî olmasıda, Allanın ona uyanların günahlarını onunla mahvetmesindendir.[119]

Amr b. Mürra ise Ebû Ubeyde aracılığıyla Ebû Musa el Eşarî (r.a.) in şöyle dediğini anlatır;

-Rasülüllah (s.a.v.) bize adlarını anlatarak, "ben, Muhammed, Ahmed, Haşir, Mukaffa, Tevbe Peygamberi ve Harb Peygamberiyim" buyurdu. Bunu Müslim rivayet etmiştir.[120]

Vekî de Ameş aracılığıyla Ebû Salih'in mürsel olarak Peygambe­rimizden; "Ey İnsanlar! Ben ancak bir Rahmet'im, Mühdât'ım" buyurduğunu anlatır.

Bu haber Ziyad b. Yahya el Hassanı, Süayr b. el- Hıms, A'meş, Ebû Salih isnadiyla mevsûl olarak Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayet eder.[121]

Vekî, İsmail b. El-Ezrak, İbni Ömer, isnadıyla İbnü'l Hanefiyye' nin "Yasin, Muhammed (s.a.v.) dir." dediğini anlatır.[122] Birisi derki; Rasülullah'm Kuranda beş adı var:

1- Muhammed,

2- Ahmed,

3- Ab-dullah,

4- Yâsîn,

5- Tâhâ.[123]

Denilirki: "(Taha) Akk kabilesinin kullandığı bir kelime olup, (Yâ Adam) demektir. Akk'lılardan birine (Ey adam!) diye seslensen sana dönüp bakmaz. Ama ona (Ey Tâhâ) dersen sana dönüp bakar.[124]

İşte. Efendimiz (s.a.v.)in adının Taha olduğu görüşünü İbni Abbas (r.a.)'tan Ebû Salih yolu ile rivayet eden El-Kelebî dir. Kelebi, me­truk birisidir. İşte bu duruma göre (Taha) Efendimizin adı olmaz.

Allah (c.c.) Kitabında Efendimizi sıfatiayıp onun hakkında, Ra-sûİ, Nebî, Ümmî. Şâhid, Mübeşşir, Nezîr, izni ile Allah'a Da'vetci. Aydınlatan kandil. Rauf. Rahîm, Hatırlatıcı, Örtüsüne bürünen, Bûr-güye bürünen, Hidayet eden ve diğer bir çok vasfını saymıştır.

Ed-Dahûk (güleç) ile (Cihad hırsı sebebiyle aldığı) Kattâl sıfat-larıda onun isimlerindendir. Nitekim bir eserde (Hadiste)

"Ben Gülecim, ben katlediciyim" buyurduğu anlatılır.[125]

İbni Mesûd (r.a.); Bana doğru ve (Allah Tarfından) doğrulanmış olan Rasülullah buyurdu ki ...... diyerek (onu sadık ve masdûk adlanyla anarak, hadisi anlatır.[126]

Bize ulaştığına göre Tevratta "Hırzün li'l Ûmmiyîn" (ümmilerin sığınağı) ve adı "el-Mütevekkil" olan Rasülullah (s.a.v.) .......[127] şeklin­de geçer.

 "Emîn" de Efendimizin adlarındandır. Kureyşliler, Peygamberli­ğinden önce Onu bu ad ile çağırırlardı.[128]

"El-Fâtih" ve "el-Kusem" de yine onun adlarındandır.[129]

Ali b. Zeyd b. Ced'ân anlatıyor; Arablann (Peygamberimiz hak­kında) söylemiş oldukları en güzel şiirin hangisi olduğu konusunda müzakere yaptılar ve ittifakla Ebû Taîib'in Efendimiz hakkında söylediği:

"Efendimizin adının Dahûk ve Kattal olduğunu söylemiştir. Ama o mevkuf bir haberdir. Bu ise Merfu'dur.

"Onu yüceltmek için adından adlar ayırdı. Arşın Sahibi Mahmûd, bu (peyğemberimiz) ise Muhammeddir.[130] şiiri olduğuna karar verdi­ler.

Asım b. Ebî'in Necûd, Ebû Vâil aracılığıyla verdiği haberinde Abdullah'ın şöyle dediğini anlatıyor;

-Medine sokaklarından birinde Peygamberimize (s.a.v.) rastla­mıştım. Şöyle buyurdu; "Ben Muhammed'im, Ahmed'im, Rahmet Peygamberiyim, Tevbe Peygamberiyim, Mukaffiyim, Ben Haşirim, Ben Harp Peygambe­riyim." Abdullah derki; "Mukaffî" kendinden sonra peygamber gel­meyen kimseye denir.

Hadisi Tirmizî (Şemailinde rivayet eder. İsnadı Hasen derecelidir. Yine bu hadisi Hammâd b. Seleme Âsim, Zirr, Huzeyfe isnâdıyla ay­nen böyle nakleder.[131]

Çok kötü bir isnâd ile Ebû't Tufeyl'den rivayet olunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.v.);

"Benim on ismim var", buyurup bunlar arasında "Fatih ve Hâ-tem"adlannıda sayıyor.[132]

Derimki; Efendimizin bu saydığımız adlarının çoğu -Onun alem olan adları değil sıfatlarıdır.[133]

 

Peygamberimizin Künyeleri

 

Peygamberimizin künyelerinin, Ebû'l Kasım olduğu mütevatir bir haberdir.

 İbni Şîrîn, Ebû Hüreyre (r.a)ın şöyle dediğini anlatır; Nebi (s.a.v.)  "Adımı koyun ama künyemi koymayın" buyurdu. (Bu hadisçilerin) ittifakla rivayet ettikleri bir haberdir.[134]

Muhammed b. Aclânda babası, dedesi aracılığıyla Ebû Hüreyre' den (r.a.) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu anlatır; Adımı ve künyemi (Birine ad verirken) birarada vermeyin! Ben Ebû'l Kasım'im. Allah verir ben bölüştürürüm.[135] İbnü Lehî'a'da Ukayl, Zührî isnâdıyla Enes (r.a.)ın şöyle buyurdu­ğunu anlatıyor;

-Nebî (s.a.v.)'in oğlu İbrahim Ma'riye den doğduğunda Efendimizin gönlüne bundan dolayı bir şüphe düşe-yazmıştı. Nihayet Cebrail şelip "Ey İbrahim'in babası! Selam sana" demişti.[136]  İbni Lühey a zayıftır.[137]

 

Efendimizin Doğumunda Satih Kıssası - Ateşin Sönmesi Ve Kisrâ Eyvanında Çatlamalar Oluşu

 

İbni Ebî'd Dünya ve diğerleri Alî b. Harb et-Tâî, Ebû Ya'la, Ey-yûb b. İmrân el-Becelî, Mahzûm b. Hânî el-Mahzûmî isnadiyla yüzelli yaşlarına varmış olan babası Hanî'nin şöyle dediğini anlatır; Rasülullahın doğduğu gece olunca, İran kiralı Kisrâ'nm saray \ eyvanı sarsıldı. Ondört tane balkonu çöktü. Sava gölü çekilip kurudu. [138]   İran'ın   (Mecûsî dininin söndürülmeden yakılan) ateşi söndü. İBundan önce bin yıldır hiç sönmemişti. Ateş perest liderleri (rüyala­rında) cins arap atlarını çekip götüren çetin develer görmüşler; Dicle |je önü kesilip o ülkelere taşmıştı.

İran kiralını eyvanının durumu korkutmuş olduğundan, cesur gö­rünmek için buna sabırlı olmak arzu ettiysede, sonra bu durumu ve­zirlerinden ve ateşgede âlimlerinden gizlemenin faydasız olduğu ka-naatına varıp tacını giyip tahtına oturup onları toplantıya çağırdı. Yanında toplandıkları zaman onlara

-Size ne için haber saldığımı biliyormusunuz? dedi, Onlarda;

"Hayır! Bize Kıral haber vermeden bilemeyiz" dediler. İşte onlar bu durumda iken kendilerine Mecusilik ateşinin söndüğünü bildiren yazı geldi. Kiralın iyice tasası arttı. Alimlerden biri kirala;

-Allah  kirala  iyilik  versin;  "Ben   bu  gece  rüyamda  gördümki"

diyerek gördüğü rüyayı anlattı. Kıral da ona; Yâ Mûbezân (yâ âlim anlamında)! Bu ne oluyor? dedi. O da; Bu arap tarafında olacak bir hadisedir, diye cevap verdi. Bu ateşperest­lerin içlerinde en bilgini olanı idi. İşte durum bu hali alınca Kisra;

"Kırallar kiralı Kisrâ'dan Nu'man b. Münzir'e ! Bana derhal dile­diğimi sorabileceğim birini gönder" diyen bir mektup saldı. Nu'man da ona Abdü'l Mesih b. Hayyân b. Bukayle el-Gassanî'yi yolladı. Adam gelince Kisra ona;

-Dilediğim soruya cevap verecek ilim gücün varmı? diye sordu. O da, "Kıral bana soracağını sorsun. Bende buna dair bir bilgi varsa cevap veririm, yoksa onu bilen birini kendine haber veririm." diye cevap verdi. Kıral, gördüğü rüyayı anlatınca Abdü'l Mesih;

-Bu sorduğun şeyin bilgisi Şam civarında köylerden birinde otu­ran ve Satih denen dayımda var, dedi. Kıralda;

-Ona git, sana sorduklarımı sor ve bana cevabını getir! dedi.

Bunun üzerine bineğine atlayıp yola koyuldu ve Salih'in yanına geldi ki O ölüm döşeğindeydi. Ona selam verip, "Hayyâkallah" dedi. Lakin Satih hiç cevap vermedi. Bunun üzerine Abdü'l Mesih şiir in şadına başlayarak şunları okudu;

1- Sağırmı olundu yoksa Yemen seyyidlerimi duyuyor. Yahut ölüm karşısına çıkıp acele onu kaptıda öldümü?

2- Ey zor işleri ayırd eden, üzüntülü yüzlerden tasayı kaldıran (kişi) (Bu Ölüm) kimleri nice faziletli insanları da bitkinleştirdi.

3- Sana Senen oğullarından kabilenin şeyhi geldi. Annesi Zi'b b. Hacen oğullarından, Mavi (gözlü) keskin dişli haberlere kulağını ver­en (şeyh geldi.)

4- Ak benizli bedeni ve elbisesi geniş (cömert) Acem kiralının el­çisi ihtiyaçları için yürüyüp gelen.

5- Beni neşesinden yanyan giderek yeryüzünde dolaştıran bir dişi deve, Beni taşlı sert yerden kaldırıp bir başka taşlığa indiriyor..

6- Sanki (Hicazdaki) Seken dağı vadisinden çikarılmişcasına ne gök gürültüsünden nede zamanın musibetlerinden korkar.

7- Hatta göğüsten de (belden aşağısı), inciktende soyulmuş olarak geldi. Artık onu rüzgârla, yumuşak toprakla sert toprak kefenliyor.

Bunun üzerine Satîh dediki;

-Abdül Mesih. (Süratli bir deve üzerinde) Satih'a geldi. Satîh ise kabire ulaşmış halde idi. Abdü'l Mesih'e "Seni Sasanî kiralı gönderdi. Tâki bana gelipte saray eyvanının (balkonlarının) çöküşü ateşin sö-nüşü ve din adamalarının rüyada gördüğü arab atlarını yenen deve­lerin, diclenin önü kesilip etrafına taştığının yorumunu sorasın." diye yolladı.

"Ey Abdü'l Mesih! Tilavet çoğaldığında, âsa sahibi ortaya çıktı­ğında, Semâve vadisi taştığında, İranın ateşi söndüğünde artık Şam Satîh'in Şam'ı olmayacaktır. İran'da yıkılan balkon sayısı kadar kıra! ve kıraliçeler hükümran olacak. Olacak herşey olacaktır." dedi.

Sonra Satih orada ruhunu teslim etti; Abdü'l Mesih şöyle diyerek kervana döndü:

1- Acele et! Çünkü  sen  paça sıvama azmini  kaçıracaksın. Seni sakın ayrılık ve değişiklik Ürkütmesin.

2- Eğer  Sasâni   kıralları  onları  terketmişse  bile,  Dehrin   Sahibi (Allah)'ın nice denirlerde tasarrufatı, vardır.

3- Kimbilir belki öyle bir menzile vardılarki., onlara saldırmaya aslanlar aslanı bile korkar olmuştur.

4- Sarhın kardeşi, Behram ile kardeşleri Hürmüzan, Sâbûr ve Sâ-bûrda bunlardandır.

5- İnsanlar (anaları ayrı) bir baba evladıdır. Kimin daha az oldu­ğunu anladilarmı artık o kahredilmiş ve terkolunmuştur.,

6- Eğer bir dikeni  batar görürlersede, hemen bir anadan doğma evlad oluverirler. İşte bu kişide ğayb ile korunup desteklenmiştir.

7- Hayirda,  serde  birbirine  bir bağ ile  kelepçelenmiştir.  Hayrın ardından gidilir, Şer, ise mahzurludur.

Abdûlmesih,   Kisrâ'nm   yanma  geldiğinde  Satîhin  sözlerini  ona aktardı. Bunun üzerine Kisra ona;

-Ohooo, bizden ondört kıral daha ne zamana kadar hüküm süreçekte sonra bunlar olacak dedi.

Onlardan tam on tanesi sadece dört yıl hükümdarlık yapabildiler. Geri kalanlarda Hz. Osman (r.a.)'m hilafetinin son zamanlarına ka­dar ancak hükmedebildiler.

(Zehebi- hüküm olarak)  İşte bu haber hadis âlimlerince kabul edilmeyen garib bir hadistir.[139]

Bekkâî'ye varabilen bir sened ile İbni fshak şöyle anlatıyor;

-Yemen kiralı Rabîa b. Nasr Yemenin (Tubbâ) adı verilen meşhur kiralları arasında sayılırdı. Bir gün bir rüya görerek korkup paniğe kapıldı. Ülkesinde toplamadik ne kâhin ne sihirbaz ne müneccim ne­de gaibden kuş uçurarak haber veren adam bıraktı. Onlara; "Ben be­ni korkutan bir rüya gördüm. Bana bunu ve yorumunu anlatın" dedi onlarda

-Anlatta sana ne olduğumu söyleyelim, dediler Oda;

-Eğer ben onu size haber verecek olursam yapacağınız yoruma güvenemem. Çünki onun yorumunu ancak onu bilen yapabilir, dedi.

Bunun üzerine kirala şöyle denildi; "Eğer kıral bunun gerçeğini bu şekilde bilmek istiyorsa Satîh ile Şıkk (yarım) denen alimlere adam göndersin.[140] "Çünkü bu ikisinden daha bilgini yoktur."

Bunun üzerine oda onlara adam saldı. Satîh Şakktan önce geldi. Kıral ona; i;Ben karanlıktan çıkan bir ateş parçası gördüm. Engin, sahil bir araziye indi. Başı olan her yaratığı yedi. (yaktı). O rüyadan yanlış birşey anlatmadım. Sence yorumu ne?" dedi. O da;

-İki siyah taşiık arasındaki ile yemin ederimki onlar Haneş oğul-

lanndandır. Elbette arazinize  HabeşlÜer inip Ebyen  denen  yerden Cürüş e kadar olan kısmı ele geçireceklerdir, dedi.

Bunun üzerine kıral; "Ya Satîh! Baban için, bu bizim için pek ağır pek acıklı! Bu ne zaman olacak, benim zamammdamı, yoksa benden sonramı?" diye sorar. Satîh de ona;

-Belki senden bir hayli sonra altmış veya yetmiş yıldan daha fazla. Sonra bunlarla çarpışılacak ve kaçarak çıkıp gidecekler, dedi.

Kıra! "Peki onların çıkarılmalarını kim yönetecek?1' deyince Sa­tîh;

Zîyezem oğlu İram (asıl adı seyf) onlara doğru Aden'den gelip Yemene kimseyi bırakmayacak, dedi. Kıral;

-Bu durum devam edip gidecekmi?, diye sorunca; Aksine, kendine yüce zâttan vahi gelen temiz bir peygamber ile kesilecek" dedi.

-O kimlerden olacak? deyince,

-Malik b. Nadr'ın oğlu Fihr'in evlatlarından. Kavminin hüküm­ranlığı dünyanın sonuna kadar sürecek dedi. Kıral;

-Dünyanın sonu olacakmı? deyince Satîh dediki: 'Tabi, O gün ilk ve sonlar bir araya gelecek iyiler mesûd, kötüler mahzun olaca­klar."

-Bana verdiğin haber gerçekmi? deyince Satîh "'Şafağa ve çöken karanlığa, tam aydınlanan sabaha yemin olsun sana verdiğim haber­ler doğrudur." dedi.

Daha sonra kiralın yanına Şıkk'ta geldi. Kıral önada Satih'e sor­duğu gibi sordu, ve ikisinin sözleri tutacakmı tutmayacakmı diye Sa-tih'in cevabını gizledi. Şıkkta şöyle dedi.;

-Ben karanlıktan bir ateş kömürünün çıkıp Ravda, ile Ekeme arasına düşüp oradaki her canlıyı yediğini gördüm.

Şıkk bunu böyle söyleyince ikisinin sözünün uyduğunu anladı ve içine bir korku düştü Bunun üzerine ailesini hazırlayıp İrak'a yolladı. Onlar için (o zaman Irak'a hükmeden) İran kırallanndan Sâbûr b. Hurrazâd'a bir mektup yazdı. O da onları Hiyre denen yerde yerleş tirdi. İşte Nu'man b. Münzir bu Rabiâ b. Nasr'ın evlatlarının devamı­dır. Onun Yemen Nesebindeki soyu şöyledir: Numan b. Münzir b. Nu'man b. Münzir b.Amr b. Adiy b. Rabî'a b. Nasr.[141]

 

Efendimizin Soyunda Zina Olmadığı

 

İbni Abbas (r.a.) Efendimizin şöyle buyurduğunu anlatıyor:

Ali Adem (a.s.)dan beri zinadan değil nikahtan çıkarak geldim." Bu zayıf bir hadistir. Senedinde iki tane Metruk kişi. Vakidî ile Ebû Bekir b. Sebra vardır.[142]

Bunun bir benzeri rivayetle (Hz. Hüseyinin torununun torunu olan) Muhammed b. Ca'fer b. Muhammed b. Ali b. el- Hüseyin tara­fından babası, dedesi, Ali b. Hüseyin yolu ile Hz. Ali'den nakledilir. Bu haber Muhammed b Ca'fer tarafından nakledilişi, sahih bile olsa, sened kesintili (Münkatı)dir. Ama manası sahihtir. [143]

 

Peygamberimiz Ne Zaman Peygamberdi

 

Haİid  el-Hazzâ'ın  Abdullah b.  Şakîk'tan  nakline göre  İbni Ebî Ced'â şöyle anlatıyor.

 "Yâ Rasûlellah! Ne zaman peygamberdin?" dedim. Efendimiz de; "Âdem ruh ile ceset arasındayken" buyurdu.[144]

Mansur b. Sa'd ve (ifade sahibi) İbrahim b. Tahmanm Büdeyl b. Meysere, Abdullah b. Şakîk isnadjyla nakillerine göre Meysera el-Fecr şöyle anlatıyor; Peygamber (s.a.v.)e

"Ne zaman Nebî idin?1' diye sordumda;

 'Adem ruh ile cesed arasındayken" buyurdu.[145]

Tirmizî, Velid b. Şucâ.-Velîd b. Müslim. Evzaî. Yahya b. Ebî Ke­sir, Ebû Seleme isnadıyla Ebû Hureyre'den (r.a.) şöyle rivayet eder; Efendimize;

-Sana Peygamberlik ne zaman tahakkuk etti? diye sorulmuştuda;

Âdem'in yaratılışı ile ona ruhun üflenişi arasında ben peygamber îdim" buyurdu.[146] Tirmizî "bu hasen, garip bir hadistir" der.

Derimki: eğer Velîd b. Müslim'de hadisçilik yönünde gevşeklik ol­masaydı. Tirmizî bu hadisi mutlaka sahih sayacaktı.

Yûnus b. Bükeyr, İbni îshak, Sevr b. Yezîd, Halid b. Mu'dân, yolu ile Efendimizin Ashabından bir kısmının;

Yâ Rasülullah! Bize kendinden haber ver, dedikte, bize;

"Ben babam İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesiyim. Annem bana hamile kaldığında, sanki kendisinden bir nurun çıkıpta, Şam topra­klarındaki Busrâ şehrinin saraylarını aydınlattığını görmüş" buyurdu, dediklerini haber verdi.[147]

İnşallah hasen bir isnad ile Irbaz b. Sâriye'den (r.a.) Nebi (s.a.v)i şöyle derken işittiğini rivayet ettik:

"Ben Abdullah'ım. Peygamberlerin sonuncusuyum. Ben Peygam­ber seçildiğim zaman. Âdem (a.s.) çamurunda yatıyordu. Bundan size haber vereceğim. Ben Babam İbrahim'in düasıyım. İsa'nın müjdesi ba­na aittir. Annemin gördüğü rüya (nın gerçeği) benim.

Hakikaten Rasülullah (s.a.v.) in annesi onu doğururken Şam Sa­raylarını aydınlatan bir nur görmüştü.[148]

Bu rivayeti Leys ile İbni Vehb'te Muâviye b. Salih, Said b. Suveyd Abdül'a'lâ b. Hilâl es-Süllemî isnadıyla Irbaz'dan (r.a.) nakleder.

Yine Ebû Bekir b. Ebî Meryem el- Gassânî de Saîd b. SUveyd aracılığıyla Irbaz (r.a.)'tan aynısını nakleder.

Ferec b. Fudâle derki; Bize Lokman b. Amir, Ebû Ümame (r.a.)ı şöyle derken işittiğini anlattı. (Yâ Rasûlellah! Peygamberliğin baş langıcı ne şekilde oldu? diye sordumda. Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurdu:

İbrahim (a.s)'ın duası, İsa'nın müjdesi benim Annem kendisinden çıkan bir nurun Şam sarayaîarını ayadınlattığını görmüştü.

Hadisi İmam Ahmed Müsned'inde Ebûn-Nadr-Ferec isnadıyla ri­vayet eder.[149]

"W Efendimizin hadiste geçen "müncedilün" sözü yatan demektir. İbrahimin düâsı ise Bakara'daki (ayet 29) Ey Rabbim! Onlar içinde birde Peygamber gönder" ayetidir. İsa'nın Müjdesi ise; "Benden sonra adı Ahmed olarak gelecek olan Rasülü müjdeleyerek" (saf suresi ayet 6) ayetidir.[150]

Ebû Damra, Cafer b. Muhammed  aracılığıyla babasından Nebi (sav)in şöyle buyurduğunu anlatır:

"Allah arzı ikiye ayırıp beni onun hayırlı kısmından yaptı. Sonra bu yarımıda üçe ayırıp ben üçte birin en hayırlısından oldum, sonra insanlardan Arablan seçti, Araptan'da Kureyş'i, Kureyş'tende Haşim oğullarını, Haşim oğullanhdanda Abdulmuttalib oğullarını, Abdülmut-talib oğullanndanda beni seçti." Bu senedce Mürsel bir hadistir.[151]

Zahr b. Hısn dedesi Humeyd b. Münhibin şöyle dediğini rivayet eder.;

-Dedem Huraym b. Evs b. Harice'yi işittim, Diyordu ki; Tebük seferinden henüz dönmüş olan Rasülüllah'ın yanına hicret ettim. Ab-bas (r.a.)'ı işittim; "Yâ Rasülallah! Seni övmek istiyorum", diyordu. Efendimiz de 'Allah ağzındaki dişleri kırmasın, söyle" buyurdu. Ab-bas ta şu şiiri söyledi.

1- Dünyaya  gelmeden  önce   Cennetle  ve   (Adem  ve  Havvanın) yaprak örttükleri yerde de güzeldin.

2- Sonra (Ademin Sulbünde) dünyaya indin. Sen ne insansın ne et parçası nede kan!.

3- Aksine ehli ğarkolupta kendi (Nuh'un Sulbünde) gemiye bine­rek

4- Sulbden rahme geçen sensin. Bir âlem geçince diğer asır gelip göründü.

5- Senin koruyucu evin nice yıldırım gibi süratli koruyucuları ih­tiva eder. (sen kavmiyin ortasısın) Ondan sonra kuşaklar nesiller ge­lir.

6- Sen doğunca dünya aydınlandı, nurunla ufuklar parladı.

7- Biz o ziyada o nurda iken doğru yollan aşıp gittin.[152]

Şiirdeki "Zılâl" cennettir. Allah(c.c) "Muttekiler zılalde (cennette) dir" buyuruyor. (Murselat 41) yine "Müstevda"' kelimesi Adem ile Havvanın üzerlerine ağaç yaprağı ör­terek tesettürlendikleri yerin adıdır. Yani, sen orada idinde, yeryüzü­ne Ademin sulbünden indin; yoksa beşer ve et parçası değildin, de­mektir. «(Gemiye biniyordun) ile Nuh (a.s.)ın sulbünden geliyordun demeyi kasdediyor.» Buradaki Sâlib sulb demektir. Sulb, saleb olarakta söylenir.

Et-Tabak asır, devir demektir. Bir devir geçer öbürü gelir. Sanki devir bütün dünyayı kaplar. Efendimizin yağmur duasında söylediği ("Allahım bize, doyurup kandıran suyu bol, dünyayı kaplayan bir yağmur ver[153] hadisi bu anlamdadır. Kur'andaki (inşikak 19) "siz elbette bir halden Öbür hale döneceksiniz" ayetinde de ''hal" anlamınadır. Şiirdeki Nitak "Kuşak olup ortaya bağlanmaktan kinaye olarak "Sen kavmiyin ne-sebce ortasısın" demektir. Onu yukarıya diğerlerimde onun altına kuşak yaptı. [154]

 

Efendimizi  Emzirenler

 

Ebû Leheb'in Cariyesi Süveybe,[155] Peygamberin amcası Hamza ve Ebû Seleme b. Abdü'l Esed el- Hazâî ile birlikte Efendimizi (s.a.v.) emzirmiştir.[156]

Şuayb, Zührî isnadıyla Urve'den şöyle dediğini nakleder. Zeynep b. EM Seleme ve annesi, Urve'ye haber vermişlerki ; Ümmü Habîbe onlara şöyle haber vermiş:

"Yâ Rasûlellah! Kız kardeşim Ebû Süfyan'ın kızımda nikahlasan" dedimde; Efendimiz "Sen bunu arzularmısın?" buyur­du. Bende; Ben senin zaten biricik hanımın değilim. Elbette hayırlı bir işte bana ortak olan bir kimsenin kardeşim olmasını isterim, de­dim. Peygamberimiz de "Bu bana helal olmaz" buyurdu. Bende Yâ Rasûlellah! Biz senin Ebû Seleme'nin kızı Dürre ile nikahlanmak istediğini konuşuyoruz, deyince Efendimiz:

,,Vailahi o benim (hanımımdan) kızlığım olmasa bile, yine bana helal olmazdı. Çünkü o benim süt bacımdır. Beni ve Ebû Selemeyi Süveybe emzirmiştir. Sakın bana kızlarınızı ve kardeşlerinizi teklif etmeyin" buyurdu. Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.[157]

Buhârî'nin bu hadisinin siyakında Urve şöyle der; Süveybe, Ebû Leheb'in cariyesiydi. Onu azat etmişti. O Nebi (s.a.v.)i emzirmişti. Ebû Leheb öldükten sonra ailesinden birisi onu çok kötü bir vaziyet­le rüyasında görmüş ve ona; "ne gibi bir durumla karşılaştın!" demiş. O da sizden ayrıldıktan sonra iyi bir hayata rastlamadım. Şu kadar varki; Süveybe'yi âzad ettiğim için şu kadar sulandım, diyerek baş parmağıyla orta parmağı arasındaki çukurluğa işaret etti.[158] diye an­latmış.

Sonra Efendimizi Halime b. Ebi Züeyb es-Sa'diy'ye emzirdi. Efendimizi kendi diyarına götürdü. Efendimiz orada Benî Sa'd kabile­sinde dört yıl kadar kaldı. Sonra Efendimizi annesine geri getirdi.[159]

Yahya b. Ebî Zaide, Muhammed b. İshak. Ceha b. Ebî Cehm, Abdullah b. Ca'fer yolu ile Rasülullah (s.a.v.) in süt annesi Halime' nin şöyle dediğini anlattı.

-Ak renkli, tenbelliğinden kervanı durutan bir eşek üzerinde bir gurup kadınla beraber, Mekke'ye emzirecek çocuk aramaya geldik. Herşeyi kasıp kavuran bir kıtlık yılı, yola çıkmıştık. Beraberimizde yaşlı bir devemiz vardı. Vallahi bize bir damla bile süt vermiyordu. Beraberimde bir bebek vardı ki ağlayışından hiç bir gece uyumuyor­duk. Mekke'ye geldiğimizde bizden Rasülullahin teklif edilmediği hiç bir kadın kalmadı. Hepsi reddettiler. Biz emzireceğimiz çocuğun ba­basından bir takım ikramlar umuyorduk o ise yetim idi. Arkadaşla-

rimdan benden başka bebek bulmayan kalmamıştı. Eşime "şu yetimi gidip alacağım" deyip onu gelip aldım. Kocam da, "belki Allah onda bir hayır yaratır", dedi. Vallahi, onu kucağıma alır almaz göğüslerim­den ona dilediği kadar süt geldide, o içtiği gibi kardeşide içti ve doy­dular. Geceleyin kocam yaşlı devemize gelmiş, birde ne görsün süt dolu. Hemen sağmış. Doyuncaya kadar içtik. Doygun ve süte kanmış olarak geceledik. Bebeklerimiz de uyumuştu. Babası, "Vallahi Yâ Ha­lime! gördüğüm kadar sana mübarek bir bebek düştü." dedi. Sonra yola çıktık. Vallahi merkebim bütün kervanın önüne geçti, hiç biri onu yakalayamıyordu. Nihayet Benî Sa'd  b.  EM Bekrin  yaylaladığı menzilimize gelmiştik. Allah'ın en kurak toprağına gelmiştik. Vallahi onlar koyunlarını otlatır, çobanım benim koyunu otlatır. Benim koy­unlarım doygun ve sütlenmiş olarak, onlarınki ise aç olarak dönerdi. Çobanlarına   "Yazıklar  olsun!   Halime'nin   çobanının  güttüğü   yerde gütseniz olamazmi?, diye çıkışırlar çobanlarda bizimkilerin otlattığı yerde güder ama yine sütsüz ve aç dönerlerken benimkiler doygun ve sütlü gelirdi.

Efendimiz (s.a.v.) diğer bebeklerin bir ayda geliştiğini bir günde, onların bir yılda geliştiğini bir ayda gelişiyordu. Annesi Âmine'ye er­tesi mevsim getirip bize bu çocuğumuzu tekrar verin ona Mekke ve­basının zarar vereceğinden korkarız dedik. Biz bereketini gördüğü­müz için onu pek esirgiyorduk. Âmine de "Geri götürün" dedi. îki ay daha yanımızda kaldı. Birgün O ve kardeşi evin arkasında oğlak güderek oynaşırlarken, kardeşi koşarak gelip "Kardeşime yetişin! iki adam gelip karnını yardılar" dedi. Koşarak çıktık. Yanına geldiğimiz­de benzi kesik bir halde ayakta duruyordu. Ben ve babası kucakladık. Babası, "yavrucuğum ne oldu?" dedi. O da "Bana iki adam geldi. Be­ni yan yatırıp karnımı yardılar. Vallahi ne yaptılar bilmiyorum'1 dedi. Hemen alıp geldik.

Babası, "Yâ Halime! çocuğa göz değdi sanıyorum. Haydi gidip onu ailesine verelim", dedi. Bizde anasına götürdük. "Onu neye ge­tirdiniz?" dedi. "Ona kefil olduk. Hakkını ödedik. Sonra başına bir şey gelmesinden korktuk" dedim. "Vallahi durum bu değildi. Bana esas durumu anlatın!" dedi. öyle ısrar ettiki nihayet durumu anlattık. Âmine de "Ona birşey olacağından mı korktunuz?" Vallahi san­dığınız gibi değil. Benim bu yavrumun öyle bir durumu varki.....

"Ben ona hamile kaldığımda anladımki ondan daha hafif daha bereketli birşeye asla hamile olmadım. Sonra onu doğururken şimşek gibi bir nurun benden çıkıp tâ Busra'daki develerin boyunlarını gös­terdi. Sonra onu doğurdum. O diğer bebekler gibi doğmadı. O ellerini yere koymuş, başını semaya kaldırmış olarak doğdu. Onu bırakıp yolunuza uğurla gidin" dedi.[160]   Bu isnadı iyi bir hadistir.

Ebû Âsim en-Nebîİ, Ca'fer b. Yahya - Umara b. Sevbân isnadıy-la- Ebû Tufeyl'in şöyle dediğini haber veriyor. Kendisine bir kadının gelip yaklaştığı bir sırada Rasülullahı gördüm. Hemen o kadına Rida-sıni yaydı. Bu kim? diye sorduğumda ashab "Onu emziren süt anne­si'' dediler. Bu hadisi Ebû Dâvûd anlatıyor.[161]

Müslim naklediyor: Bize Şeyban, Hammâd Sabit aracılığıyla Enes (r.a.)'tan şöyle dediğini anlattı: Rasûlullah (s.a.v.) çocuklarla oynar­ken Cebrail kendisine gelip almış ve yatırıp kalbini yararak oradan pıhtılaşmış bir kan çıkarıp, "İşte şeytanın sendeki nasibi bu idi" de­miş, sonra da onu altın bir tas içinde zemzem suyu ile yıkayıp ar­dından sıkıştırarak aldığı yere geri getirmiş. Çocuklar koşarak anne­sine gelip "Muhammed öldürüldü demişler. Onlarda çıkıp ona benzi kesik bir halde rastlamışlar." Enes (r.a.) devamla derki:

 -Ben Onun göksündeki dikiş yerini görmüştüm.[162] Bakıyye'de Bahir b. Sa'd, Halid b. Ma'dân, Abdürrahman b. Amr es Sülemî yolu ile Utbe b. Abd'den Enes Hadisine benzer bir hadisi sevkeder. Bu da sahih bir hadis oiup orada şu ilave vardır:

-Kabilesi bir deve hazırlayıp beni hörgücüne bindirdiler. Hâlime-de arkama bindi. Nihayet anneme ulaştık. Halîme, "Ben emanetimi ve zimmetimdekini ödüyorum dedi. Karşılaştığım hadiseyi ona anlat­tım. Bu onu hayrete düşürmedi ve bana, "Ben benden çıkan bir nu­run Şam saraylarını aydınlattığını görmüşümdür" dedi.[163]

Süleyman b. E] Muğiyre, Sabit yoiu ile Enes (r.a.)'tan Rasûlul-lah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu haber veriyor:

Ben ailemin yanındayken bana geldiler. Birisi beni zemzeme gö­türüp göksümü yardı. Sonra içi iman ve hikmet doiu altın bir tas ge­tirilip göksüme boşaltıldı- Enes burada "Rasüİullah (s.a.v.) bu yarılan yerin izini bize gösteriyordu'' der. Melek beni alıp Dünya semasına götürdü.

Sonra Enes Mi'rac hadisini anlattı.[164]

Bunun bir benzerinide Şerîk b. Ebî Nemr, Enes (r.a.) yolu ile Ebû Zer'den (r.a.) nakleder. Yine Zuhrî'de Enes, Ebû Zer isnadıyla rivayet eder. Katâde ise, bunu Enes aracılığıyla Mâlik b. Sa'sa'a (r.a.)'tan benzer ifade ile nakleder.[165]

Bunu anlatmamın sebebi; Peygamberimizin göksünü Cebrail'in bir defa çocuklukta, bir defada Miraca giderken olmak üzere iki defa yarmış olduğunun iyice bilinmesini sağlamaktır. [166]

 

Efendimizin Babası Abdullah  B. Abdülmuttalibin Ölümü

 

Peygamber (s.a.v.) henüz yirmi sekiz aylıkken babası Abdullah vefat etti. Bundan daha az olduğu söylendiği gibi, Peygamber henüz ana karnında olduğu sırada öldüğü de söylenir.[167]

Abdullah Medine'de kimsesiz garip bir şekilde öldü. Oraya Hurma almaya gelmişti. Yine söylendiğine göre Şamdan dönerken hastalana­rak Medineye uğramıştı.

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve diğerleri anlatırlarki :

-Abdü'l Muttalib, oğlu Abdullah Şam diyanndaki Gazze şehrine ticaret yükü götüren bir kervanla gitmişti. Dönüşlerinde Abdullah hasta olarak Medine'ye uğradılar. Abdullah Kervandakilere:

-Dayılarım olan Adiy b. Neccâr oğullan yanında biraz kalaca­ğım, dedi ve bir ay hasta olarak orada eğleşti. Durum Abdü'l Mutta-lib'e ulaşınca en büyük oğlu El-Haris'i onu almaya yolladı. Haris ona ulaştığında Abdullah'ı ölmüş olarak buldu. Benî Neccâr kabilesinden birisi olan En-Nâbiğa adlı bir adamın evine defnoldu. Peygamber (s.a.v.) o zaman henüz ana rahminde bulunuyordu. Bu sahih bir ha­berdir.[168]

Abdullah yirmibeş yıl yaşamıştı.[169] Vakidî "İşte Abdullahın yaşı ve ölümü hakkındaki görüşlerin en sağlamı budur." diyor.[170]

Abdullah mîras malı olarak, Ümmü Eymen adlı bir Câriye, beş deve ve koyun bırakmıştı. Nebi (s.a.v.) bunlara mirasçı oldu. [171]

 

Annesinin Vefatı

 

Efendimizin annesi Amine Onu Medinedeki babasının dayıları 1 olan Adiy b. Neccâr oğullarını ziyaret ettirip Mekke'ye geri götürür- I ken "Ebva"[172] denen yer de öldü. O vakit Allah Rasülü henüz altı yaşını yüz gün geçmiş idi.[173]

O zaman dört yaşında olduğuda anlatılır.[174]

Annesi Ölüpte defnedilince Cariyesi olan Ümmü Eymen onu Mekke'ye dedesinin yanına götürdü. Efendimiz artık dedesi ölene ka­dar onun kefaletinde kaldı.[175]

 

Dedesinin Ölümü

 

Sekiz yaşında iken dedesi öldü; ölürkende Efendimizi amcası Ebû Talibe vasiyyet etmişti.[176]

Amr b. Avn, Halid b. Abdillah- Dâvûd b. Ebi Hind - Abbâs b. Abdirrahman, Kindir b. Sâîd isnâdıyla babası Saîd in şöyie dediğini haber veriyor;

-Cahiliye döneminde hac etmiştim. Adamın biri hem tavaf yapıyor nemde;

"Yâ Rab! Muhammed'i bana geri ver. Yâ Rab! onu geri ver ve katımda onu seçkin bir güç kıl", diye recez söylüyordu. Ben:

«Bu kim? dedimde,  karşımdaki "Bu Abdülmuttalibtir" Develeri kaçıp gitmişte torununu onları aramaya  yollamış.  Şimdiye kadar yollayıpta yerine getiremediği hiç bir iş olmamış» dedi.

Aradan çok geçmeden Muhammed de develerle geldi.  Dedesi

"Oğulcuğum sana çok üzüldüm, bir daha benden uzaklaşma" dedi.

Harice b. Mus'ab'ta Behz b. Hakîm b. Muâviye b. Hayde - Baba­sı- dedesi isnâdıyla Muâviye'nin Cahiliye döneminde umre yaptığın­dan bahisle, Kindir'in babasından naklettiği hadis gibi bir haber na­kleder.[177]

İbrahim b. Muhammed eş-Şafiî, Babası Ebân b. Tağleb isnâdıyla, Cülhüme b. Urfuta'nın şöyle dediğini anlatır: Ben Nemure semtindeki düzlükte iken birden Necd'in yaylalarından bir kervan çıka geldi. Kervan Ka'be hizasına geldiğinde çocuğun birisi kendini devenin ar­kasından yere atıp koşarak Ka'be'ye gelip örtüsüne sarıldı, sonrada: "Ey Ka'benin Sahibi beni koru!" diye feryad etti. Bunun üzerine üze­rinde kıral zerâfeti, filozof vakan bulunan, yakışıklı endamlı bir ih­tiyar doğrulup:

-Delikanlı! derdin ne? Ben Allanın buradaki ailesi ve ona sığın­maya gelenlerin barınağı sayılırım, dedi. Çocukta:

-Babam ben küçükken ölmüş. Şu herif beni köleleştirdi. Halbuki ben, "Allanın zulme engel olan bir evi var" diye duyardım. İşte orayı görünce ona sığındım dedi. Kureyşli Şeyhte ona:

-Ey delikanlı! ben seni himayeme aldım, dedi.

Böylece Allah Cenda'lı herifin (kölelik) elini boynuna bağlamış oldu. Cülhüme devamla derki:

-Ben bu olayı Kabilemizin en yaşlısı olan Amr b. Harice'ye an-lattımda, bana "İşte o Kureyşii adamın bir oğlu var" diyerek "Ebû Talib'i" kasdetti.

Bende bineğimi Tihame tarafına çevirdim. Hayvanı ökçemle alt­tan mahmuzlarken üsten yuları kasarak (hızlı sürerek) Mescid-i Ha-rarn'a geldim. Baktımki Kureyşliler toplu halde bağıra çağıra yağmur istiyorlar. İçlerinden bir sözcü şöyle diyordu.

- Lât ve Uzza (tanrılarına) ya itimad edin. Bir başka sözcüde: -Diğer üçüncüsü olan Menât'a itimad edin, diyordu.

Yüzü güzel, endamı güzel, gÖrüşU güzel bir şeyhte: "Aranızda hâlâ İbrahim (as)ın bakiyesi İsmail (a.s.)ın sülalesi varken nasıl iftira atabilisiniz.?" diyordu.

Kureyşliler ona "Sen herhalde Ebû Talibi kasded i yorsun" dediler.

O da "Yeter artık fazla uzatmayın!" dedi. Hepsi birden ayağa kalktılar. Bende onlarla beraber kalktım. Ebû Tâlib'in kapısını çaldık. İçerden güzel yüzlü, sarıya boyanmış üzerindeki pantolonuna kuşak bağlanmış bir adam çıktı. Kureyşlilerin hepsi üzerine atılarak:

«Yâ Ebâ Tâlib! Vadide kıtlık baş gösterdi. Kullar susuzluktan gevredi. Haydi gelde bize yağmur duası yap» dediler. O da;

-Ağır olun, hele güneş batıya doğru bir eğilip yelde biraz hafifle­sin bakalım, diye cevap verdi. Güneş batınca veya batmaya yüz tu­tunca Ebû Tâlib, beraberinde sanki kapkaranlıkta koyu bulutuları yırtıp çıkan ay misali bir çocukla çıka geldi. Etrafında diğer çocu­klarda vardı. Ebû Tâlib onu alıp dalını Ka'beye yasladı. Parmakları­yla bu çocuğun adına yağmur istedi. Çocuklar etrafında dolaşıyorlar­dı. Gökte en küçük bir bulut yoktu. Birden bire bulutlar bir o yandan bir bu yandan gelerek iri danelİ yağmurlar bereket saçarak yağmaya başlayıp vadilerden sular kaynadı. Şehirlide çadırlıda suya doydu.[178]

İşte Ebû Talib bu konuda Efendimiz için şu şiiri söylemişti;

1- Muhammed yüzü hürmetine yağmur istenen beyaz. Yetimlerin baharı, dulların koruyucusu.

2- Haşim oğullarından yolunu şaşıranlar onu dolaşır. Onlar onun yanında bir ni'met ve faziletler içinde olurlar.

3- O, bir arpa danesi bile azaltamayan adalet terazisi, tartısı as­la eksik olmayan doğruluk terazisidir.[179]

Zayıf bir ravi olan Abdullah b. Şebîb anlatıyor. Bize Ahmed b. Muhammed el- Ezrakî, Saîd b. Salim, İbni Cüreyc'in söyle dediğini anlattı:

-Atâ ile birlikteydik. İbni Abbas (r.a.)ı şöyle derken işittim, dedi.

-Babam Abbas'm (r.a.) «Abdülmuttalib boyca insanların en uzu­nuydu. Yüzü güzel olanıydı. Şimdiye kadar onu görüpte hoşlanmayan kimse olmadı. (Kâbedeki) Hıcr-ı İsmail'de kendisinden başka kimse­nin üzerine oturamadığı bir minderi (bir nevi makam) vardı. Harb b. Ümeyye başkanlığında kulüp üyeleri orada toplanırdı. Ondan başka­ları onun etrafına ama mİndersiz olarak otururdu. Rasülüllah (s.a.v.) henüz buluğ çağına ermemiş bir çocuk iken, meclise gelip o mindere oturmuş, biriside kendini minderden çekmiş, o da bunun üzerine ağ­lamıştı. Bu hadise Ebû Tâlib'in gözleri kapandıktan sonra olmuştu. Ebû Talib "Oğluma ne oldu da ağlıyor?" diye sorunca kendisine: "O, minderin üstüne oturmak istedide kendine engel oldular" dediler O, da "Bırakın oğlumuda Üstüne otursun; çünkü o, kendi zatında bir şeref olduğunu hissediyor. Ümid ederim ki O kendinden önce ve son­ra hiç bir arabın erişemiyeceği bir şerefe nail olacaktır.» dediğini iş ittim.  Peygamber  (s.a.v)   sekiz  yaşındayken  Abdü'l  Muttalib  öldü.

Efendimiz, dedesi Hucûn'da defnedilene kadar ağlayarak cenazesinin ardından gitti.[180]

 

Koyun Gütmesi

 

Dedesi aracılığıyla Amr. b. Yahya, Ebû Hüreyre (r.a.)tan Rasülül­lah (s.a.v)in şöyle buyurduğunu nakleder:

«Koyun gütmeyen hiç bir Peygamber yoktur.» Bunun üzerine as-hâb: Yâ Rasûlallah! sende güttün mü? dediler. Efendimizde «Evet ben onları Mekke halkı için birkaç kîrata güderdim» buyurdu. Bunu Buhârî rivayet etti.[181]

Ebû Seleme, Câbir (r.a.)ın şöyle dediğini anlatıyor: Biz Merri-Zahran denen bir yerde, Rasülüllahla beraber, Erak ağacının meyvesi olan Kebas devşiriyorduk. Efendimiz bize: Saz «Onun siyahını toplayın. Çünki daha güzeldir.» buyurunca bizde: "Yâ Rasülullah! sen koyunmu güdüyor­dun ki biliyorsun. Zira bunu ancak çobanlar bilir" dedik. Efendimiz­de: «Evet peygamber olupta onu güt­meyen varmı?» buyurdu: Bu ittifakla rivayet edilmiştir. [182]

 

Amcası  İle  Şam  Seyahati

 

Kurâd Ebû Nûh, Yûnus b. Ebî İshak - Ebû Bekr b. Ebî Musa el-Eş'arî isnadıyla babası Ebû Musa (r.a.)ın şöyle dediğini anlatır:

Ebû Tâlib beraberinde Muhammed (s.a.v.) ve Kureyşli bir kaç adam ile Şam'a hareket etti. Bahîra şehrinin papazına vardıklarında orada konakladılar. Papaz yanlarına geldi. Daha önce onların yanına çıkmazdı. Kureyş hayvanlarını indirirken oda aralarında dolaşıp geldi Muhammed (s.a.v.) in elini tuttu ve "Bu âlemlerin Efendisi, Âlemler­in Rabbinin elçisidir. Allah bunu âlemlere rahmet olarak gönderecek­tir." dedi. Kureyşliler "Buna dair ne bilgi var ?" diye sorunca, "Siz Akabe'den göründükten sonra, ona yüzüstü secdeye kapanmayan ne taş kaldı nede ağaç. Onlar Peygamberden başkasına secde etmezler. Ben omuz başının aşağısındaki elma gibi olan Peygamberlik müh-ründende tanırım." dedi.

Sonra dönüp onlara yemek yaptı. Yemeği getirdiğinde Efendimiz develeri güdüyordu. Ona haber saldılar. O da onlara doğru üzerinde kendini gölgeleyen bir bulut ile geldi.

Yanlarına yaklaştığında onları bir ağacın gölgesine ondan önce gidip oturduklarını gördü. Muhammed (gölge olamayan tarafa) otu­runca ağacın gölgesi ondan tarafa kaydı. Papaz bunun üzerine, "ba­kın ağacın gölgesi ona doğru kaydı" dedi.

Rahip Muhammed (s.a.v.) in baş ucuna dikilip 'Allah aşkına bunu Rum diyarına götürmeyim Çünkü Rumlar bunu görünce sıfatından tanıyıp öldüreceklerdir." diyordu. Birden bir tarafa doğru baktı ki ne görsün! Rumlardan yedi kişi gelmezmi. Papaz onları karşıladı ve sizi buraya getiren sebeb ne ? diye sordu. Onlarda:

"Şu beklenen Peygamber bu ayda zuhur edecek. Adam gönderil­medik hiç bir yol kalmadı. Bize Onun haberi geldide senin tarafındaki bu yola onu araştırmaya gönderildik" dediler. Rahip onlara: "Siz yerinize sizden daha hayırlı olan birini bıraktınız mı? diye sordu On­larda:

"-Hayır! Ancak onun haberini senin bu yoluna gelince duyu-duk",dediler. Papaz onlara: "Ne dersiniz, Allah bir işi icra etmek isteyince insanlardan ona engel olabilecek biri olabilirini?" deyince, "Hayır" dediler. Onlar da bunun üzerine papazın sözünü dinleyip onun yanında kaldılar.

Sonra Papaz Kureyşlilere gelip 'Allah için ant veriyorum, hangi­niz bu çocuğun velîsisiniz?'' diye sorunca Ebû Tâlib "ben" dedi. Pa­pazda Ebû Tâlib yeğenini geri gönderinceye kadar ona ant vermeye devam etti. Ebû Tâlib'de Muhammed (s.a.v.)in yanına Ebû Bekir ve Bilal'i de katarak beraberce yolladı. Papaz onlara Kek ve Zeytin yağından yol azığı hazırladı.[183]

Kurâd bu rivayetinde tek kalmıştır. Onun adı Abdürrahman b. Gazvân olup sika (güvenilir) birisidir. Buhârî ve Nesâî onu hadiste hüccet kabul etmişler ve âlimlerde Kurad'dan hadis rivayet etmişler­dir. (İşte bu rivayetinde tek kalmasına rağmen bu özelliğine bakarak) Tirmizî bu hadisi Hasen olarak kabul etmiştir.

 (Zehebî derki):

-Bu gerçekten münker bir hadistir. O zaman Ebû Bekir nerede idi.? O on yaşında bir çocuktu. Çünkü Rasülülîah'tan iki buçuk yaş daha küçüktü. O zaman Bilal nerde idi. Çünkü Ebû Bekir onu ta Peyğamberlik'ten sonra satın almıştı. O zaman Bilal henüz doğma­mıştı. Hem madem peygamberin üzerinde kendini gölgeleyen bir bu­lut geziyorduda bu durumda ağacın göigesinin ona doğru kayması diye bir şey nasıl düşünülebilir? Çünkü bulutun gölgesi altında kona­kladığı ağaç gölgesini ortadan kaldıracaktır.

Hem Efendimizin bu papazın sözünü Ebû Talibe hatırlattığını as­la hiç bir yerde görmüyoruz. Kureyşten de bunu ona anlatan olma­mıştır. Hem bu yolculukta bulunanlardan da bunu nakleden kimse yoktur. Halbuki bu tür hikayeleri anlatmaya aşırı dercede önem ver­en bir toplum idiler. Eğer böyle bir olay gerçekten olmuş olsaydı on­lar arasında çok meşhur olması gerekirdi. Üstelik Pegamberimiz (s. a.v.)İn aklında tâ o günlerden beri kendinin peygamber olacağına dair bir his bulunurdu.

Hıra mağarasındaki Vahyin ilk gelişini tanıyamayıp aklına birşey oldu korkusuyla Hz. Hatice'ye gelmiş olamaz ve kendini aşağıya at­mak için dağların başlarına asla çıkmazdı. Ayrıca eğer bu korku Ebû Talib üzerinde bir etki yapıpta Muhammed (s.a.v.)i geri çevirmiş ol­saydı Hz. Hatice'nin ortağı olarak daha sonra Şam'a ticarete gitmesine gönlü nasıl razı olabilirdi.?

am 1/203 El- Vefa 1/131 Ebû Nûaym Delâil H. No 109 Hasaisü'l Kübra î/85. El-İktifa 1/191 Mevâhib 1/190 İbni Hacer El-İsabe 1/179'da bu ha­beri nakleder ve "Ricali Sikadır. İçinde Beraberinde Ebû Bekir ve Ömeri gönderdi" cümlesi dışında nıünker birşey yoktur, demektir. Zehebî'nin Ta'lili onunkinden daha isabetlidir.

Hem bu hadisin Iafızlarındada münker taraflar vardır. Tıpkı falcı laflarını andırıyor. Bununla beraber İbni Âiz de "Meğazf'sinde "Bera­berinde Ebû Bekir ve Bilali gönderdi" kısmı olmadan bu kıssayı bu anlamda sonuna kadar rivayet ediyor. Onun isnadı:

-Bize Velîd b. Müslim, kendisine Ebû Dâvûd Süleyman b Mûsâ' nın haber verdiğini anlattı, Şeklinde olup hadiseyi bu anlamda rivay­et etmektedir.

İbni İshak Siresinde anlatıyor: Ebû Talib bir kervanla Şam'a tica­rete gitti. Yanında o zaman küçük bir çocuk olan Nebi (s.a.v.) vardı. Busrâ'ya konakladıklarında oradaki bir kilisenin papazı vardıki, hıris-Uyanların en bilginiydi. İddiaya göre bu kilisede asırlardan beri an­cak en büyük papazdan ölünce en büyüğe miras kalan kitabın bilgisi bulunan bir papaz oturur imiş.

-Kureyşliler kiliseye yakın bir yerde konakladılar. Bahîra (rahib) onlara yemek hazırladı. İddaya göre bunun sebebi papazın onlar geliyorken toplumun arasında birini bulutun gölgelemiş olduğunu gör­mesidir. Onlar ağacın gölgesine konaklamışlar, papazda kiliseden in­miş. Bahsi geçen yemeği yapmalarını emretmiş ve yemek hazırlanmış sonra topluluğu yemeğe çağırmış, onlarda davete katılmışlar. Onlar­dan birisi:

-Yâ Bahîra! sen daha Önce böyle şeyler yapmazdın. Sana ne ol­du? diye sormuş. O da, "Evet ama siz misafirsiniz, size ikram arzu ettim" demiş.

Kureyş (onun davetine geleceğinde) toplanıp, yaşı küçüktür diye Nebi (s.a.v.)i kervanların başına nöbetçi koymuşlar. Rahib Bahîra on­ların arasına bakınip onu göremeyince:

-Ey Kureyş topluluğu! Bu ziyafetimden hiç kimse geri kalmaya­cak, dedi. Onlarda: "Yaşça en küçüğümüz olan bir çocuk dışında kimse kalmadı" diye cevap verdiler. Rahipte "Öyle yapmayın! Onuda çağırın" dedi. Birisi: "Lat ve Uzza'ya yemin olsun bu bize bir ayıp oldu. Aramızda sadece Abdullah b. Abdü'l Muttalib'in oğlu geri kaldı" deyip kalktı ve onu kucaklayıp getirdi. Bahîra onu görünce onu iyice

incelemeye, vücudunda birşey aramağa başladı. Onun sıfatına dair bildiklerini onda buluyordu. Toplum doyunca kalkıp dağıldılar. Bahîra da kalkarak:

-Ey genç! Lat ve Uzzâ aşkına sana soracağım herşeye cevap ver dedi. İddiaya göre Nebi (s.a.v.) "Bana Lat ve Uzza adına sorma. Val­lahi onlara kızdığım kadar hiç bir şeye kızmış değilim." demiş. Papaz da: "Allah için sorduğum her şeye cevap ver" deyip, haline dair soru­lar sormuş ve bildiği sıfatına uygun gelmiş. Ondaki Pegamberlik müh­rüne bakmış. Sonra Ebû Talibe gelip "O senin nen olur?" deyince "Oğlum" demiş. Papaz da "Onun babasının sağ olmaması gerek" deyince "kardeşimin oğludur." demiş Papaz da "Onu hemen geri çevir ve onu yahudilerden koru. Vallahi onu görüp, benim tanıdığım gibi, bir tanırlarsa ona mutlaka zarar verirler. Kardeşiyin oğlunun durumu ilerde birşey olacağa benzer" dedi. O da ticaretini yapar yapmaz süratle onu Mekke'ye getirdi. L İshak kıssayı böylece anlatır......[184]

Mu'temer b. Süleyman derki: Babam Ebû Miclez'den nakleder ki; Ebû Tâlib beraberinde Nebi (s.a.v.) ile Şama gitmiş. Bir yerde konak­ladığında kendisine bir rahib gelmiş ve "Aranızda Salih biri var" deyip "Şu çocuğun babası nerede!" diye sormuş. Ebû Talibde "İşte ve­lisi benim" deyince, Papaz "Onu iyi koru, sakın Şama götürme! Yahudiler kıskanç bir topluluktur. Ben onlardan buna birşey yaparlar diye korkarım" demiş. O da onu geri yollamış.

İbni Sa'd, Muhammed b. Ömer (Vakidî)- Abdullah b. Ca'fer ve bir gurup insan- isnadıyla Dâvûd b. Husayn'dan "Ebû Talip Şam'a ticare­te gitmiş beraberinde Muhammed (s.a.v.) varmış Bahîra'da konakla­mışlar" diyerek bu hadisi anlatır.

Yûnus da Zührî'den uzun bir hadis nakleder ki orada şunlarda anlatılır; Buluğ çağına yaklaştığında Ebû Tâlib onu ticarete götürdü. Teyma'da konakladılar. Efendimiz'i Yahudi alimlerinden biri görünce Ebû Talibe, "bu çocuk ne!" diye sordu. "Kardeşimin oğlu" cevabını verincede, "Vallahi sen bunu Şama götürecek olursan bir daha ailene geri getiremezsin. Yahudiler onu öldürür. Çünkü ona düşmandırlar" dedi. Ebû Tâlib de Teymâ'dan Mekke'ye geri döndü.[185]

İbni İshak anlatıyor:

Bana anlatıldığına göre, Rasülüllah kendisini küçükken Allanın nasıl koruduğunu anlatır, ve şöyle buyurmuş: Ben çocukluğumu bu günki gibi hatırlarım ki Kureyşten bir gurup çocukla çocukların oynadığı taşlan taşıyorduk. Hepimiz çıplanmış ve izanmızı omuzuna atarak taşları onun üzerinde taşıyorduk. Bende onlarla beraber gidip geliyordum. Birden göremediğim biri bana yakı­cı bir tokat vurup, "izannı üzerine bağla" dedi. Bende izarımı giyinip sonra taşları omuzumun üzerinde çekmeye başladım.[186]

 

Ficar  Harbi

 

İbni İshak derki: Rasûlullah (s.a.v.) yirmi yaşındayken Ficar harbi koptu.[187] Ficar(günah) denmesi, Kinâne, Kays ve Aylan kabilelerinin harbde, aralarında haram saydıklarını helal saymalarındandır. Rasû­lullah (s.a.v.) zaman ben amcalarıma atılan okları önlemeye çalışırdım." buyurmuştur. O harpte Kureyş komutanı, Harb b. Ümeyye idi.[188]

 

Hz.  Hatice  (R.A.)  İle  Evlenişi

 

İbni İshak anlatıyor: Huveylid b. Esed b. Abdü'l Uzza b. Kusay kızı Hatice,ki dedeleri Kusay'a Peygamber (s.a.v.)'den bir göbek daha yakındı. Şerefli, mal ve mülk sahibi, ticaretle uğraşan bir kadın olup malının idaresi için erkekleri kiralardı. Zaten Kureyş halkı tüccardı. Peygamberimize, kendine ait bir malı Şam'a götürmesi teklifini yaptı. O da beraberinde adı Meysere olan bir çocukla Şam'a hareket etti. Yolda bir dağ kilisesine yakın yerde, bir ağaç altında konakladılar. Rahib yukarıdan Meysere'ye bakıp "'kim bu?" diye sordu. O da "Ku­reyşten biri" diye cevap verince Rahib: "Bu ağacın altında ancak peygamber olan birisi konaklamıştır." dedi.

Sonra Efendimiz malını satıp karşılığında alacağını alip döndü. İddia edildiğine göre Meysere sıcak arttığında Efendimizi yürürken iki meleğin gölgelendirdiğini görürmüş.[189]

Efendimizin ticaret için Şam'a çıkış hadisesini Mehâmiİî de çok zayıf bir râvi olan Abdullah b. Şebîb, Ebû Bekr b. Şeybe, Amr b. Ebî Bekr b. El-Adevî, Musa b. Şeybe, Umeyre b. Abdullah b. Ka'b b. Mâ­lik, Ümmü Sa'd b. er-Rabî isnadıyla Ya'lâ'nın kız kardeşi Nefise b. Umeyye'nin:

"Rasülüllah (s.a.v.) yirmi beş yaşına basınca1' diyerek haberi uzunca anlatır. Ancak bu Münker bir hadistir. Orada ''Efendimiz Mekke'ye geldiğinde Hatice onun getirdiklerini sattida bir misli yada ona yakın kâr etti" der.[190]

Meysere bu rahibin sözünü ve iki meleğin gölgeleyişini Haticeye anlattı. O akıllı ve iyi görüşlü bir kadındı. Hemen Peygambere:

"Ey amca oğlu! Ben senin akraba oluşun, güvenilirliğin, doğrulu­ğun ve iyi ahlakın sebebiyle sana rağbet ediyorum" diye haber yolla­dı. Sonra evlenme teklif etti. Efendimiz bu durumu amcalarına açtı. Amcası Hamza da beraber gelerek Huveylid'in yanma girip Hatice'ye düğür oldular. Peygamber (s.a.v.) Hatice'ye yirmi genç deve mihir verdi. Ölünceye kadar üzerine evlenmedi. Efendimiz onunla evlendi­ğinde yirmi beş yaşında idi.

Müsned adlı eserinde İmam Ahmed, Ebû Kâmil, Hammâd, Am-mâr b. Ebî Ammâr yolu ile (Hammadm tahminine göre) İbni Abbas (r.a.)ın şöyle dediğini anlatır:

-Rasûlullah (s.a.v.) Hatice'den bahsetmişti. Babası Hatice'yi Efen­dimizle evlendirmek istemiyormuş. Hatice yiyecek içecek şeyler ha­zırlayıp babasını ve Kureyş'ten bir gurup insanı davet etmişti. Yiyip tâ sarhoş olana kadar içtiler. O zaman Hatice babasına (Muhammed beni istiyor beni onunla evlendir) dedi. O da onunla (s.a.v.)in evlen­mesini kabul etti. Hatice de ona safran kokusu sürüp âdetleri üzeri­ne ona elbise giydirdi. Babası ayıhnca kendi üstündekilere baktıki güzel koku sürülüp bitmiş. Bunun üzerine "bana ne oluyor?" dedi. Hz. Hatice de:

-Beni Muhammed'le evlendirdin, cevabını verdi. O da "Ben seni Ebû Talibin yetimiyle evlendirdim ha! Ömrüme yemin olsunki hayır!" dedi. Haticede "Utanmıyormusun! sen benimle birlikte kendini sarhoş olmakla Kureyşin önünde akılsızmı yapmak istiyorsun," diye itiraz ederek sonunda buna babasını razı etti.[191]

Bu kıssanın bir bölümünü A'meş, Ebû Halid el Vâlibî aracılığıyla Câbir b. Semüre (r.a.) ve diğerlerinden rivayet eder.

Peygamberimiz (s.a.v.)'in İbrahim dışındaki bütün çocukları Hati­ce'den doğmuştur. Bunlar: Kasım, Tayyib ve Tâhir, (ki bu Uçüde Pey­gamberlik öncesi emzikte iken küçükken ölenlerdir.)- Rukiyye, Zey­nep, Ümmü KUlsüm ve Fatıma (r.a.) lardır. Rukıyye ile Ümmü Kül-süm, Hz. Osmanla; Zeynep, Ebu'l Âs ile; Fatıma da Ali (r.a.) ile ev­lendi.[192]

 

Ka'benin Yapılışı  Ve Peygamberin  Kureyş'e Hakem  Oluşu

 

İbni İshak anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) otuzbeş yaşına bastığında Kureyşliler Ka'beyi tamir için toplanmışlardı. Onun yıkılmasından korkuyorlar ve üzerine tavan yapmaya önem veriyorlardı. O zaman bir adam boyundan biraz yüksekçe ve taşları birbiri üstüne kireç vb. olmadan konmuştu. Onlar hem yükseltmek hem de tavanlamak iste­diler.[193] Deniz (rum tüccarlarından birine ait) bir gemiyi Cidde'de ka­raya vurmuş ve gemi parçalanmıştı. Onlar'da tahtalarını alıp Kâbenin tavanlanmasına hazırladılar. O zaman Mekke de Mısır kıptîlerinden bir marangoz vardı. Onlar için Ka'benin tamirinde uygun gelecek şeyleri planladı. O zaman Kabe'ye takdim edilen hediyelerin atıldığı bir kuyu olup o kuyudan her gün bir yılan çıkar ve Kabe'nin duvarla­rına tırmanırdı. İşte o yılanda Kureyşlilerin korktukları, sakındıkları şeylerden biriydi. Birisi bu yılana yaklaşacak oldumu hemen kuyru­ğunu diker hışıltısını artırır ve ağzını ayırırdı. Halkta korkardı. Yine bir gün bu yılan duvara tırmanırken Allah ona bir kuş gönderdi; kuş onu kapıp götürdü gitti. İbni İshak devamla derki, İnsanlar buna pek sevinip sonra Kâ'beyi yıkmaya korkar oldular.

(Sonra insanlar tamir içinde olsa Ka'beyi yıkmaktan korkup çe-kinince) Velİd b. el Muğîre onlara "Onu yıkmaya ben başliyayim" diyerek balyozu aldı ve "Allahım korku yok. Allahım biz ancak hayır diledik" deyip ardından Rüknü-hacer ile Rüknü-Yemâni tarafından yıkmaya başladı. (O gece insan­lar Velîde bir şey olup olmayacağını gözetlediler. Velîd ertesi sabah işine gelince Allah'ın ondan razı olduğunu anladılar) Onlarda yıkmaya başlayıp ta İbrahim (a.s.) m yaptığı temellere kadar inince, bunların (sırt kemiği gibi) birbirine kenetlendirilmiş yeşil taşlar oldu­ğunu gördüler.

Sonra yapmaya başladılar. Bina Hacerü'l Esved'in yeri olan Rü­kne gelince taşı kimin oraya koyacağı hususunda çekişmeye düştü. Her kabile bunu kendilerinin yapması hevesine düştüler. Nihayet bir­biriyle savaşa kadar işi vardırıp dört gün öyle kaldılar.

Sonra Mescid'de toplanıp insafa geldiler. Söylenişe göre Ebû Ümeyye b. el-Muğîre Kureyşin en yaşlisiydı. Onlara şöyle dedi:

-Aranızda anlaşamadığınız bir hususta Ka'benin kapısından gi­ren ilk kimseyi hakem yapın. Onlarda öyle yaptılar. Onların yanına ilk giren Rasülullah (s.a.v.) idi. Onu görünce "İşte Emîn girdi. Biz ona razıyız."' dediler. Efendimiz yanlarına gelince durumu ona anlat­tılar. O da:

"Bana bir elbise getirin!" buyurdu. HacerU'i Esved'i eliyle alıp getirilen elbisenin içine koydu, sonra arkadakilere: "Her kabile elbi­senin bir ucundan tutsun böylece hepsi kaldırsın.'' buyurdu. Onlarda öyle yaptılar. Taş ulaşacağı yere gelince Peygamber (s.a.v.) bizzat eliyle taşı alarak yerine koydu, ve duvarda üzerine devam edilerek bina yapıldı."[194]

 

El-Hums  Hadisi[195]

 

İbni Vehb, Yûnus aracılığıyla Zührî'nin şöyle dediğini rivayet

ediyor:

-Efendimiz buluğ (yada olgunluk) çağına eriştiğinde bir kadın, Kabe'de ateş közü yapmıştı. Onun kıvılcımlarından biri sıçrayıp Ka' be örtüsüne gelip yaktı. Kureyşliler'de onu yıktılar. Yeniden yaparlar­ken Rüknün yerine gelince hangi kabilenin onu yerine koyacağı hu­susunda çekiştiler sonunda "Gelin yanımıza ilk geleni hakem edelim" dediler Henüz çocuk olan Efendimiz üzerinde alaca renkli bir kuş akla yanlarına geldi: Onu hakem yaptılar. O da Rüknün bir elbise içine konmasını emretti. Sonra her kabile lideri bir ucundan tuttu. Efendimiz duvara çıktı. Rüknü kendine verdiler, O da yerine koydu. Artık yaşı arttıkça ona olan hoşnudluk çoğaldıda "Emin" diye çağırı­lır oldu. Bu vahiyden önce idi. Bir kurban kesecek olsalar illede gelip Ona yalvarırlar O da kesimde dua ederdi.[196]

Urve, Mücahit ve diğerlerinden, "Beytullah, peygamberlik gelme­den onbeş yıl önce tamiri yapılmıştı" diye rivayet olunur.[197]

Davûd b. Abdürrahman el-Attâr anlatıyor: Bize İbni Huseyn an­lattı ki, Ebû Tüfe yi'e, dayıcığım! Bana Kureyşlilerin Ka'beyi yeniden inşa etmeden önceki durumunu anlat, dedimde şöyle anlattı:

Ka'be önce sadece kuru iri kayalardan Örülmüştü, Çamur sıvalı olamadığından üzerinde çebiçler[198] dolaşırdı. (Daha sonra) Ka'be örtüsü duvarın üzerine Örtülüp uçları aşağı doğru sarkıtıldı. Daha sonra Bi­zans'tan bir gemi (Cidde'ye doğru) geldi. Şuaybe denen yere gelince (karaya vurup) parçalandı. Durumu işiten Kureyşliler, hemen oraya gelip geminin tahtalarını satın aldılar. Bâkûm denen rum bir maran­goz vardı. Mekke'ye geldiklerinde: "Rabbimizin evini yeniden yapsay­dık" diye konuşup bunun için toplantı yaptılar. Taşları Ciyad çevre­sinden taşıdılar. Allah Rasûlû taş taşiyorken belindeki kuşağı çözülü verdi. "Yâ Muhammed! Avret yerin açıldı" diye seslenildi. Allah bilir bu, şekilde ilk nida bu olmuş oldu. Onun avret yeri bundan sonra hiç bir zaman görülmedi.[199]

Ebü'l Ahvas'ta Simâk b. Harb'in şöyle dediğini anlatıyor.

- İbrahim (a.s.) Kâ'beyi inşâ etti..(hadiseyi anlatarak sözü şöyle tamamlar) Uzun zaman geçince Ka'be yıkıldı. El-Amâlika kavmi onu tekrar yaptılar. Yine uzun zaman sonra yıkıldı. Bu kerede Cürhüm kabilesi yaptı. Uzun süre geçipte yıkılınca bu kere Kureyşliler yaptı. Simak hadisinde Efendimizin Hacerü'I Esved'i yerine koyduğunu an­latır.[200]

Yunus, İbni İshak, Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm, Amra isnadiyla Hz. Aişe (r.a.)ın; "Biz Cürhüm'den bir adam ve kadın olan İsef ve Nâile'nin taşlaşıncaya kadar Ka'be'de zina ettiklerini işitirdik" dediği­ni anlatır.[201]

Musa b. Ukbe anlatıyor:

-Kureyşlileri Ka'be'yi tamir etmeye yönelten sebeb şu idi. Ka'be-nin yukarısından gelen seller Oraya ulaşmasını engellemek için yaptıkları bendin Üzerinden aşarak bendi harab etmişti. Halk sellerin Beyte gireceğinden korktu. Bu arada Melih denilen bir adam Ka'be-nin kokularını çalmıştı. Böylece Kureyşlîlerde bunu vesile ederek Kâ'be binasını yenilemek ve kapısını yükselterek diledikleri dışında kimsenin oraya girmemesini istediler. Bunun için gereken yatırım ve işçileri hazırladılar.[202]

Zekeriyya b. İshâk'ın nakline göre Amr b. Dinar, Cabir (r.a.)ı şöyle derken duymuş: "Rasûlû Ekrem (s.a.v.) Ka'beye Kureyşlilerle beraber taş çekerken üzerinde bir izan vardı." Amcası Abbas ona: "Kardeşimin oğlu izarını çözüpte onu omuzuna taşın altına koysana dedi. O da öyle yaptıda birden bire yediği bir sille ile yere düştü. O günden sonra Muhammed bir daha çıplak görünmedi" Bu hadis ittifakla rivayet edilmiştir.[203] Buhârî ve Müslim bunu İbni Cüreyc'ten de rivayet etmişlerdir.

Müslim Ez-Zencî, îbni Ebî Necİh aracılığıyla babasının şöyle de­diğini anlatır:

-Kureyş ileri gelenleri oturup Ka'benin yapılışına dair konuştular. Daha önceleri Ka'be iri beyaz taşlarla kuru (sıvasız) duvar olarak örülüydü. Kapısı yerde idi. Çatısı da yoktu. Örtüyü duvarın üzerine sarkttıverirler ve örtü duvarın üst tarafından örtünün ortasından bağlanırdı. Ka'benin ortasında girişin sağında Cürhüm kabilesinin yaptığı nezirlerin, Ka'beye hediye edilen eşyaların toplandığı bir kuyu vardı. Orada bulunan şeyler çalındı. Allah (c.c.)de adı geçen yılanı oraya gönderdide ta Kureyş'in orayı yeniden yapacağı zamana kadar geçen beşyüz yıl Ka'beye bekçilik etti. Orada (İbrahim (a.s.)in kurban ettiği koça ait olduğu ileri sürülen)[204]  koçun iki boynuzu Be­ytin ortasında, zinet torbası ile beraber asılı idi...[205]

Nihayet Kureyşliler yıkım işinde İbrahim ve İsmail Peygamber­lerin Ka'be duvarını üzerinde yükselttikleri temele indiklerinde orada kocaman bir deve gibi otuz tane adamın yerinden kıpırdatamadığı bir taş gördüler. Bu kayalar birbirlerine bağlı olduğu için ondan birini hareket ettirdinmi etrafımda sallıyordu. Bunun üzerine Velid b. Mu-ğîre iki taş arasına Felenk (denilen uzun çelikten yapma) âletini soktu (kanırdı.) Böylece büyük bir parça yarıldı. Onu adamın biri al-dıysada elinden kayıp yerine geri döndü. Geri düşünce Öyle bir şimş ek (kıvılcım çakması) meydana geldi ki gözlerini kör edeyazdı. Bütün Mekke sarsıldıda işi bırakmaya mecbur kaldılar.[206]

Beytullah'ı yapmaya toplanan para yetmemişti. Bunun üzerine Beytin kaidelerini kısaltıp yetebildikleri yere kadar çevirip, kalan kısmımda Hıcr-ı İsmail'de bırakmaya karar verdiler. Böyle uygulayıp altı zira ve bir karış kısmını Hıcr tarafında yapmadan bıraktılar. Ka­pısını yükseltip (onun giriş eşiğini) taşla doldurarak selin ve isteme­dikleri insanların oraya girmesine engel olmaya çalıştılar. Ka'be'yi bir sıra taş bir sıra kereste koyarak yapıp Rüknü Hacer'in yerine gelince onu kimin koyacağı konusunda yarışmaya girdiler. (Ravi kıssayı an­latarak sözü şuraya getirir.)

Beytullah'ı, bir sıra taş, bir sıra kereste koyarak yükseltip damı­na kadar geldiler. Rum marangoz Bâkûm onlara: "Damını düzmü yoksa sıkıştırılmış topraktan meyillimi yapmak istersiniz" diye so­runca onlarda, "düz olsun" dediler. Beytin içine iki sıra halinde altı sütun diktiler. Dış yüksekliğini on sekiz zira (ölçüsünde) yaptılar. Daha önce ise bu dokuz zira idi. Beyt'in içinden dışarıya çıkmak için keresteden bir merdiven yaptılar. Çatısını ve duvarlarını iç ta­raftan sütunlardan itibaren süslediler. Oraya Peygamber, Melek ve ağaç resimleri yaptılar. İbrahim (a.s)'ı fal atan bir adam gibi yaptılar. İsa ve Annesinin resimlerini yaptılar. Ka'bedeki hazine yerine geçen kuyudaki süs eşyalarıyla koçboynuzlarını çıkarıp Ebû Talha el Abde-rî (Abdullah b. Abdü'l Uzza b. Osman b. Abdüddâr b, Kusay) ye bı­raktılar. Kuyudan Hübel'in putunu çıkarıp Makam-ı İbrahim'in yanına diktiler. İnşaatı tam bitirince hepsini yerine götürdüler. Sonrada Ka' beyi, Yemen'de yapılma bir kadife kumaşla örttüler. [207]

- İbni Ebî Necîh'in babasından naklettiği hadise göre Huveytib b. Abdu'l Uzzâ ve diğerleri şöyle anlatıyorlar: Mekke fethi günü olunca Rasulullah, Beyte girdi. Bir elbise ıslatılmışını söyleyip bu resimlerin silinmesini emretti. Ellerini İsa (a.s.) ve Annesinin resimleri üzerine koyarak şöyle buyurdu. "Ellerimin altındakilerden başka hepsini silin![208] Bunu Ezrakî na­kleder.

İbni Cüreyc anlatıyor: Şamlı Süleyman b. Mûsâ, Ata b. Ebî Ri-bah'a sormuştu, bende işitiyordum.

-Beytullah'ta Meryem ile İsa'nın resimelerinin asılı olduğu zama­na yetiştinmi? Atâ'da "Evet Meryemin süslü, kucağında oğlu İsa otu­rur halde resminin asılı olduğu vakte yetiştim. O zaman Beytullah'ta altı tane sütun olarak dikilmiş direk vardı. İsa ile Meryemin resim­leri giriş kapısını takiben gelen direkte idi" Bende (İbni Cüreyc) Ataya: "Peki o resimler ne zaman yok oldu" dedimde, Ata:

"Abdullah b. Zübeyr'in (hilafeti) zamanındaki yangında" dedi. Bende: Yani Rasülullah'ın devrinde de silinmeden kaidımıydı? dedim. Bunun Üzerine o:

-Bilemiyorum. Ancak sanıyorum Onun zamanında da dursa gerek,  dedi.[209] Dâvud b.  Abdirrahman  İbni  Cüreyc'in   "Sonra   aradan hayli zaman geçince Atâ'ya tekrar gelip sordum da" İsa ile annesinin resimleri orta direkteydi, dedi.[210]

Ezrakî derki: Bize Dâvud (b. Abdürrahman) el Arar b. Dinar'dan k r der.)

şöyle dediğini  anlattı: Yıkılmadan  evvel  Ka'be'de îsa ve Annesinin resimlerine  rastladım.[211] (Ezrakî devamında dedesinden  şöyle  nakleder.)

-Dâvud b. Abdürrahman anlattı "Bana Ka'be hizmetçilerinden birisi Müseyfi b. Şeybeden Rasululllah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: Yâ  Şeybe! Ellerimin  altındakiler hariç bütün  resimleri sil. (Şeybe derki) Sonra Rasûlulİah ellerini îsa ve annesinin resimlerinin üzerinden kaldırdı.[212] El Ezrakî derki: Said b. Salim Yezid b. lyaz b. Ca'debe yoluyla İbni Şihab'ın şöyle dediğini haber verir:

Nebi (s.a.v.) Ka'benin (Beytin) içine girdi. Orada resimler vardı. İbrahim (a.s)ın resmini görünce «Allah canlarını alsın! Onu fal bakıcı bir şeyh yapmışlar» buyurdu. Sonra Meryemin resmini gördüde elini üzerine koyup. "Me-ryemin resmi hariç buradaki bütün resimleri silin" buyurdu. Sonra El- Ezrakî (Ahbanmn) burasında buna benzer bir hadiseyi ayrı bir isnad ile rivayet eder. Bu rivayet {İbni Şihabm sahabe olmaması se­bebiyle) mürseldir. Ama Atâ b. Ebi Ribah iie Amr b. Dînâr'm (yukar­da geçen sözleri) sabittir. Ancak bu anlatılan mesele bu güne kadar hiç duyduğumuz bir şey değildir."[213]

 

Konunun Taliki

 

Zehebî rivayet olarak İbni Şihab hadisini mürsel diye söylerken Atâ ve Amr'm "Beyne resim gördük" dediklerinin sabit olduğunu ama böyle bir sözün şimdiye kadar başka hiç kimseden duyulmadığını izahla olayı red­detmiş oluyor. Gönlüm bu kısa izaha razı değildir. Hadiseyi ve hadisi izah şarttır.

-Bir kere İbni Şihâb-ı Zührî ashab değildirki Mekke fethini görmüş gibi anlatabilsin. Ashabdan bu şekilde bir nakil söz konusu değildir. Tabiinden birinin ilmi ne olursa olsun ashabın bildirmediği bir haberi üstelik din ruhuna zıt bir haberi nakli sahih olamaz Burada 180 nolu talikta geçen hadisi gerçi Huveytıb h Abdi'l Uzzâ nakleder. O AshabdanJır. Ama bence (kimsede bu izahı görmediğim için diyorum) bu Huveytıb (r.a.)m haberide mürseldir. Çünkü Buharî'nin ve Vakidi'nin bildirdiğine göre O, Mekke fe­thedildikten sonra müslüman oldu. Efendimiz Mekke'ye girince son derece korkup ailesini bırakıp Avfın bahçesine sığındığını, sonrada Ebû Zer'İn araya girmesiyle can emniyeti aldığını İbni Sa'd tabakatında anlatır.

Yine îbni Hacer ve Zehebî'nin (Tecridinde 1496 nolu terceme) bildir­diğine göre  önce  MüeİIefe-i kulubden  olup  daha sonra iyi bir Müslüman Ma'mer   b.  Râşid,   Abdullah  b.  Osman   b.   Haysem   den   Ebû't olmuştur. Yahya b. Mâin onun Efendimizden naklettiği hiç hadis olmadığı­nı bildirir. Demek ki Huveytıb (ra.)ın Efendimizin Meryem ve İsa ile ilgili verdiği hadisin hadisesi olduğu zaman henüz müslüman değildir. Haber bu noktasıyla kesiktir. Hadisi Huveytıbdan nakleden Necîh Ebû M a "şer es-Sindî Meşhur meğâzi yazarlarından isede, bir çok iyi bilgilerinin yanında zayıfları nakleden biri idi. İbni Maîn, İbni Ebî Şeybe. İbni Medînî, Nesâî, Darakutnî bu zatı zayıf sayarken Buharı T. Kebir'inde 8/114 (no: 2397) onu "Münkerü'l Hadis" deyip İbni Mehdî'ninde onun "Maruf ve Münker" rivayetleri olduğunu söylediğini anlatır. İbni Adiy onu hem zayıf sayar hemde hadisleri yazılabilir der. Bu zat hicrî yetmişlerde ölmüştür. Oğlu Muhammed "Tİrnıizî'nin şeyhi olup. hadiste biraz gevşektir" denilir. Ha­disin bundan sonraki râvisi Müslim b. Halid ez Zencî'yi; Buharı; Yahya ve pek çok kıntikçi zayıf ve münker sayar. Zehebî onun naklettiği bir çok hadisi sayıp "İşte bu hadisleri rivayet etmek kişinin (ilmi) kudretini alıp onu zayıf saydırır." der. Hadis her hali İle zayıftır. Zehebî'nin Atâ'dan ve Amr'dan "sabit"tir İfadesiyle verdiği habere gelince onda tenakuz var. Çünkü İbni Cüreyc olayı önce Atâ'dan dinleyip itiraz yollu soru soruyor ve "Ne yani Allah Rasülü onu ilk fetih zamanı sildirmişken kendi devrin­de bu resimler nasıl Ka'bede hala durabilir demiş oluyor. Orada Atâ bu resimin kapı girişinin yanındaki direkte olduğunu söylerken İbni Direye' nin ikinci rivayetinde yıllar sonra bunu Atâ'ya tekrar sorunca "Ortadaki direkte" demiş oluyor ki bu bir tenakuzdur, ve haberin sıhhatine gölge düşürür. Hem Atâ'nın buradaki rivayetine Zehebî'nin almadığı şu ifadede Ezrakî'de vardır. "Bilmiyorum ama ben bu resimlerin ikisini üzerlerinde silinme izi hala mevcuz iken görmüştüm. (Ezrakî 1/168)" İşte bu ifade kanatimce şu ihtimale yer verir: Tabi haber sabih ise............

-Atâ bizzat bu resimleri değil resimlerin kazındığı direkleri görmüş olsa gerektir. İfadeden hu anlaşılır. Yada kazınmış olsada hâlâ anlaşılabilir bir şekilde izi kalmış olabilir. Yoksa bu konuda gelen o kadar sahih haber bunun tam zıddınadir. Mesela Buharî Enbiya'da 60/8 İbni Ebî Şeybe Mu-sannef'inde (14/487-488-489'da) Abdürrezak Musannef'inde (no:19485) Beyhakî S. Kübrasında (5/158) ve Delâilinde (5/72) İmam Ahmed Müs-ned'inde (1/334-365,) İbni Hibban Sahih'inde (7/541) (El-İhsân) ve Hakim Müstedrek'inde Cabir, İbni Abbas ve Abdullah b. Mesûd (r.a.)lardan şöyle naklederler: (İfade Buharî'nin İbnİ Abbas rivayetidir:) Rasulullah Mekke (fethinde) Beytullah'a geldiği zaman oraya girmekten sakınmıştı. Çünkü orada   ilahlar  vardı.   Emrettide   onlar  oradan  çıkarılıp  temizlendi.  İbrahim Tufeylin şöyle dediğini haber verir: Beytullah yapılıyorken insanlar taş çekiyordu, Peygamber (s.a.v.)de onlarla beraberdi: -Elbisesini soyup omuzuna aldı. Bunun üzerine "Avret yerini açma" diye nida edildi: Oda taşı yere bırakıp elbisesini giydi. Bunu İmam Ahmed Müsnedinde nakleder.[214]

Abdurrahman b. Abdillah ed Deştekî, Amr b. Ebî Kays, Simâk, İkrime- İbni Abbas (r.a.) isnadıyla Hz. Abbas'ın şöyle dediğini anla­tır:

-Ben ve kardeşimin oğlu (Muhammed s.a.v.) omuzumuzda taş çe­kiyorduk. İzarlanmizda taşın altında idi. İnsanlar etrafımızda çoğa­lınca izarlarımızı belimizden aşağı tutardık. O önümde yürüyorken birden bire yüzü koyun yere sürçüldü. Taşımı atarak ona doğru koş tum gökyüzüne bakıyordu. Ona, "Sana ne oldu" deyince:

Çıplak olarak yürümekten men edildim," dedi. Ben bu olayı, deli derler korkusuyla insanlara söylemedim. Bu hadisenin   bir  benzerini  Kays  b.  El-Râbi de Simâk'tan  rivayet ediyor. [215]

Hammad b. Seleme. Dâvûd b. Ebî Hind -Simak b. Harb. Halid b. Ur'ura yolu ile Hz. Ali'nin: «Kureyş Hacerü'l Esved'i yerine koyma ve İsmail (a.s.)iarın resimleride ellerinde fal okları atarlarken resmedilmiş olarak oradan çıkartıldı. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.\t): Allah onları kahretsin İbrahim ve İsmail asla fal oku taksimi yapmadılar" buyurdu.

Hem bıı hadiste olduğu gibi Efendimiz resim ve put olan yerlere girmek­ten sakındığı nıiitevatir bir husustur. Hangi şey oraya giripte İsa ve Me­ryem'in resmini bıraktırmayı gerektirir. Öyle olsa İbrahim (a.s.)ın resminin kalması daha uygun olmazmiydı. İbni Hacerin ifede ettiği gibi içindeki asılı resimler çıkarılmış boyalı resimler silinmiştir Hem İbni Hişam da aynı hadiseyi anlatır. Efendimizin bu İfadesini belirtir ama "ellerini Me­ryem ile İsa'nın resmi üzerine kapattı" diye bir ifade yer almaz. Bu hırı-stiyanlann uydurduğu bir şey olsa gerek.

hususunda çekişip kapıdan ilk giren kimsenin onu koyması hususunda anlaştıklarında, kapıdan ilk giren Nebi (s.a.v.) olmuş ve Kureyşlilerde "Emin geldi" demişlerdi,» dediğini rivayet ediyor.[216]

Süleyman b. Hamza, Muhammed b. Abdi'l Vahit -Muhammed b. Ahmed- Fatıma b. Abdillah- İbni Büreyde - Taberanî- İshak b. İbra­him Abdürrezzak Ma'mer- İbni Huseym- aracılığıyla Ebû-t-Tufeyl'in şöyle söylediğini haber verir.

-Cahiliye döneminde Kâ'be duvar taşları aralarına çamur konul­madan sadece kuru taşlarla örülmüştü. Üzerinden sıçranacak kadar bir yüksekliği vardı.[217] Çatısızdı. Ancak üzerine örtüsü örtülüp örtü­nün uçları yere sarkıtılırdı. Haceru'l Esved Kâ'be duvarının dışına konmuştu. Halkanın şekli gibi iki rüknü var idi. Rum diyarından gel­mekte (Habeşe gitmekte) olan bir gemi Cidde yakınlarında karaya vurup parçalanmıştı. Kureyş onun tahtalarını almaya gittiklerinde geminin yanında bitde Rum bir adam buldular. Tahtaları aldılar. Gemi Habeşistan'a doğru gidiyordu.[218] Gemideki bu rum. marangozdu. Kureyş tahtalarla beraber onuda getirdiler. Kureyş "Şu gemideki bu­lunan tahtlarla Rabbimizin Beyti'ni yapalım" kararı verdiler. Orayı yıkmaya azmettiklerinde birden duvarın üzerinde karnı beyaz sırtı siyah direk gibi bir yılan peydah oldu. Beyti yıkmak için yada bir taş almak için biri yaklaşınca bu yılan ağzını açarak ona doğru saldıfiyordu. Kureyş,  Makam-ı  İbrâhimde toplanarak yüksek sesle:  "Ey Rabbimiz! Gözetilmedik. Bİz ise senin Beytini şereflendirip, süslen­mesini arzu ediyoruz. Eğer buna razı isen ne â'lâ. Yoksa sana ne iyi görünüyorsa onu yap!" diye dûâ ettiler. Birden gök yüzünde bir hışır­tı işittiler. Ne görsünler, karnı ve ayakları beyaz sırtı siyah akbaba­dan daha iri bir kuş gelip pençelerini yılanın kafasına sapladı ve onu sürükleyerek götürdü. Yılanın  kuyruğu şundan da bundan da daha büyüktü -ve yere doğru sarkıyordu. Kuş onu Ecyâd'a doğru alıp gitit. Kureyşliler de Ka'beyi  yıkıp onu tekrar vadinin taşlarıyla yapmaya başladılar. Kureyş taşları omuzlarında taşıyorlardı. Nihayet   Ka'beyi göğe doğru yirmi Zira yükselttiler. İşte o zaman peygamber (s.a.v.) üzerinde benekli kumaştan bir elbise ile Ka'be'ye Ecyâd dan taş çe­kerken elbise kendine dar geldide onu omuzuna attı. Elbise küçükçe olduğundan   aşağıya  kadar  inemediği  için  avret  yeri  açıldı.  Bunun üzerine:

-Yâ Muhmmed! Avret yerini ört! diye bir ses geldi. Artık bundan sonra bir daha çıplak görünmedi. Ka'benin bu yapılışı ile kendine Vahiy geliş arasında beş yıl vardı.

Bu sahih bir hadistir. Bunun bir benzerimde Dâvûd el-Attâri, İbni Huseym'den nakletmiştir.[219]

Aynı haberi, Muhammed b. Kesir el Massîsî de Abdullah b. Vâ-kid, Abdullah b. Osman b. Huseym. Nafi b. Sercis aracılığıyla, "Ebû't Tufeyl'e sordum ki" diyerek hadiseyi anlatır.

Abdüssamed b. Nu'man da Sabit b. Yezîd, Hilâl b. Habbâb, Mü­cahit isnadı ile Mücahid'in Efendisinin Mücahide Cahiliye döneminde Ka'be inşaatinda bulunanlardan birinin şöyle dediğini haber verir:

-Benim elimle yontup Allaha değilde kendine ibadet ettiğim bir taşım var idi. Kendimin bile içmeye kıyamadığım halis koyu koyun sütünü getirir ve bu taşın üzerine dökerdim. Köpekte gelir yalar, ar­dından bir ayağını kaldırıp üzerine işerdi. Biz Ka'beyi yapmaya de­vam edip Hacer'in konacağı yere geldik. Haceri bizden gören olmamışîı. Birde arayınca ne görelim bizim taşların arasında insan başı gibi (apayrı belli) sanki (parlaklığından) kendisinde insan yüzü görü­necek gibi, durmuyormu. Bunun Üzerine Kureyşten oymağın biri "Onu yerine biz koyacağız" deyince bir diğer oymakta "hayır! Biz koyacağız" dedi. Sonra birbirlerine aranıza bir hakem koyun dediler. Bunun üzerine "Kapı gediğinden ilk görünen adam olsun" kararını verdiler. O esnada Nebi (s.a.v.) göründü. Onlarda "İşte size Emin gel­di'1 deyip ona, durumu söylediler. O da taşı bir kumaşa koyup sonra Kureyş oymaklarını çağırdı. Onlarda onunla birlikte kumaşın etrafın­dan tutup kaldırdılar, O da taşı yerine koydu. Hadiseyi anlatan Mü-cahid'in Efedisinin adı, Sâib b. Abdillah idi.[220]

İsrail, Ebû Yahya el-Kattât Mücâhit isnadlyla Abdullah b. Amr'ın (r.a.) şöyle dediğini haber verir:

Beytullah Ka'be yapılmadan iki bin yıl evvel vardı "ve yeryüzü uzatıldığı zaman" (İnkişaf suresi ayet 3) ayetindeki yer­yüzü Beytin altından uzatılıp yayıldı.

Bunun bir benzerini de Mansur, Mücahit'ten nakleder. [221]

 

Allah'ın    Peygamberimiz!  Cahîliyye Âdetlerinden Nasıl Koruduğu

 

Kureyş'e kuvvetli inancında şiddetli anlamına gelen "El-Hums" adı verilirdi. Onlar Müzdelifedeki Haremde (Meş'ari Haram) durur, Arafat'ta diğer insanlarla beraber vakfe yapmazlardı. Bunu güya kendilerini reis gördüklerinden ve kibirlendiklerinden böyle yaparlar­dı. Böylece İbrahim'in dinindeki muhalefet ettikleri şeyler cümlesin­den bu hac şeâirinede muhalefet ettiler.

Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre Cübeyr b. Mut'im (r.a.) şöyle anlatıyor:

Arafa günü devemi kaybetmiştim. Arafat'a deveyi aramaya çıktım.

İşte Nebi (s.a.v.)'i Arafat'ta insanlarla birlikte görünce kendi kendime "bu adam Hums ehlinden biriyken burada işi ne?" dedim.[222]

İbnİ İshak anlatıyor: Bana Muhammed b. Abdillah b. Kays b. Mahrame, Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye'den babası yoluyla de­desinin RasülÜllah (s.a.v.) şöyle derken işittiğini haber verdi:

Cahiliyye halkının önemsediği şeylerden hiç bir çirkin şeyi iki defa (hariç) yapmaya teşebbüs etmedim. İkisindede Allah beni o şeyi icra etmekten kurtardı. Bir gece Kureyşli bir gence "koyunlarıma bakıverde Mekkede gençlerin içtiği gibi bende içeyim" dedim "Evet" deyince yola çıktım. Mekke'ye yakın bir eve gelince şarkı def ve çal-gs sesleri işittim. "Bu ne?" diye sorduğumda "Falan evleniyor" dedi­ler. Orada oyalandımda gözlerim bana galip geldi uyuya kaldım. Beni ancak güneşin dokunması uyandırabildi. Bende arkadaşıma döndüm. Aynı şeyi diğer bir gecede tekrarladım. Vallahi bundan sonra Cahi-îiyye halkının yaptığı hiç bir kötülüğe teşebbüs etmedim.[223]

Mis'ar'ın, Abbas b. Zerîh- Ziyâd en-Nehâî isnadıyla Ammâr b. Yâsir (r.a.)'tan nakline göre Rasûlullah (s.a.v.)'e "Cahiliyye dönemin­de haram bir şey işledinmi? diye sormuşlarda Efendimizde "Hayır! Ben onu iki kere denemek istedim. Birinde haramla ara­ma kavmimle gece sohbeti girdi. İkincisinde gözlerim bana gâlib gel-dide uyuya kaldım" şeklinde yada buna benzer birşey söylemiş."[224]

İbni Sa'd  anlatıyor.  : Bize Muhammed b. Ömer (Vakidî), Ebû Bekr b. Sebra- Hüseyin b. Abdilîah b. Ubeydillah b. Abbas - İkrime

Allah'ın (c.c.) Efendimizi Koruma:

isnadıyla   İbni   Abbas'in   şöyle  dediğini   heber  verdi:  Bana   Ümmü Eymen haber verip şöyle dedi:

- Buvâne[225] Kureyşİilerin ibadete geldiği bir put idi. Onu ta'zim edip ibadet ederlerdi. Onun kendine has ibadetçileri (Tabakata göre ibadet şekli) var idi. Kureyşliler saçlarını onun yanında tıraş ederler, senenin bir gününü onun yanında ibadetle geçirirlerdi. Ebû Tâlib bu bayramlarına gelmesi için Efendimizle konuştuysada Efendimiz bunu reddetti. Hattâ Ebû Talibinde, halalarımnda bir gün ona çok fena kızdıklarını gördüm. Halaları "Biz, senin ilahlarımızdan kaçmakla yaptığın şeylerden dolayı başına birşeyler gelceğinden korkuyoruz'' bile dediler. Onunla o kadar uğraştılar ki nihayet onların yanından çekip gitti. Orada onlardan Allanın bildiği sürece kayboldu. Sonrada korkulu bir halde geri yanlarına döndü. Halaları "Seni ne korkuttu?" dediler. Nebi (s.a.v.) de:

"Bilmediğim bir günahımın olmasın­dan korkuyorum1' dedi. Halalarıda "Allah seni şeytanla imtihan ede­cek değil ya! Sende hayırdan bu kadar Özellikler var, sen ne gördün ki?" dediler. Efendimiz de:

«Ben onlardan hangi puta yaklaşsam bana uzun boylu beyaz bir adam görünerek" geriye dön, Yâ Muhammedi Ona dokunma" diyordu, dedi.» Ümmü Eymen derki: Artık Peygamber olana kadar bir daha onların bayramlarına katılmadı.[226]

Ebû Usâme anlatıyor: Bize Muhammed b. Amr Ebû Seleme ile Yahya  b.  Abdirrahman   b.  Hâtıb,  Usâme  b.  Zeyd  isnadıyla  babası Zeyd (r.a.) in şöyle dediğini haber veriyor:

-Bakırdan yapılma İsaf yada Naile denilen bir put vardı. Müşrik­ler Ka'be'yi tavaf edince ona ellerini sürerlerdi. Rasûlullah tavaf et­miş ben de beraberce tavaf etmiştim. O puta uğradığında bende el­lerimi sürmüştüm. Rasülüllah (s.a.v.) bana: "Ona dokunma" buyurdu.

Zeyd devamla derki: Tavafımızı yaptık. Kendi kendime bu puta mutlaka dokunayımda ne olacağını bir göreyim deyip ona elimi sü­rünce Rasülüllah (s.a.v.) "Bu sana yasaklanmadı mı?" buyurdu.

Bu hasen dereceli bir hadis olup ravilerden biri onu Muhammed b. Amr. dan yaptığı aynı isnadla şu ilâveyi yapar:

Zeyd "Vallahi Allah ona indirdiği vahiy ile ikramda bulunana ka­dar hiç bir puta dokunmamıştır" derdi.[227]

Cerîr b. Abdi'l Hamîd, Süfyan-ı Sevrî- Abdullah b. Muhammed b. Akîl yoluyla Câbir (r.â.)ın şöyle dediğini haber verir:

-Nebi (s.a.v.) müşriklerle beraber onların kutladıkları gündeki ibadet yerlerine) katılmıştı. Arkasında bulunan iki meleğin konuşma­larını işitti. Biri diğerine, "Haydi gidip Rasülüllahın arkasında dura­lım" dedi, Diğeride "Onun arkasında nasıl durabilirizki! Zira o az ön­ce putların selamlanmalanni seyretti" dedi, Bundan sonra peygamber (s.a.v.) bir daha müşriklerin törenlerine katılmadı......

Cerir bu rivayetinde tek kalmıştır. (İnfirad etmiştir) Bunu ondan Buhârî'nin Şeyhi Osman b. Ebi Şeybe'den "başka nakleden olmamıştır. Bu münkerdir.[228]

İbrahim b. Tahmân, Bûdeyİ b Meysere - Abdü'l Kerîm Abdullah b. Şakîk- babası Şakîk aracılığıyla Abdullah b. Ebi'l Hamsâ'nın şöyle dediğini anlatır:

RasUlüllah (s.a.v.) ile peygamber olmadan önce alış veriş yapmış tim. Ona biraz borçlu kalmıştım. Borcumu ona aldığım yere getir­meyi söz vermiştim. O gün ve ertesi günü unuttum. Üçüncü gün gel­diğimde onu aynı yerinde buldum. Bana "Ey genç! Bana ezgi ettin. Ben ücgündür burda seni bekliyorum" dedi. Bunu Ebû Dâvûd rivayet ediyor.[229]

Hıdır b. Abdirrahman el Ezdî, Ebû Muhammed el Bünn- Dedesi Ebû Kasım Ali b. Ebi'l Aiâ, Abdürrahman b. Ebin Nasr- Ali b. Ebî'l Akab- Ahmed b. İbrahim- Muhammed b. Âiz- Velîd- Muâviye b. Sel-İâm- Dedesi Ebû Seilâm el-Esved kendine anlatan biri aracılığıyla Rasülüllah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu haber verdi:

«Mekke'nin yukarı kısmında olduğum bir sıradaydı. Üzerinde siyahlar bulunan bir atlı gelip bu beldede Ahmed denilen biri varmı? diye sordu. Bende burada benden başka ne Ahmed ne de Muhammed var, dedim. O da hayvanının inciklerine vurarak devesini çöktürdü. Sonra gelip omuzumu açarak iki omuzum arasında bulunan mühre baktı ve sen peyğambersia! dedi. "Ben peygamberiniyim?" diye sordum "Evet" dedi. "Ne ile gönderileceğim?" dedim. "Kavmiyin liderliği ile dedi ve arkasından azığınız varmı?" dedi. Bende çıkıp Hatice'ye giderek durumu anlattım: O da "O böyle olmaya daha layıktır." dedi. Benim risâlitim hususunda onun söylediği en büyük söz bu idi. Ben azığı alıp ona getirdim. Onu alıp "Elhamdülillah! Bana Allahın Pe­ygamberi yemek ikram edip onu bana kendi elbisesi ile getirmeden öldürmedi" dedi. [230]

 

Zeyd B. Amr B. Nü'feyl Kıssası

 

Mûsâ b. Ukbe'nin anlattığına göre Salim babasını (İbni Ömeri) Rasûllulah (s.a.v.)'den şu hâdiseyi naklederken duymuş:

Efendimiz (s.a.v.) Zeyd b. Amr b. NUfeyl e (Tenim istikameti olan batı taraftan Hudeybiye yolu ile Mekke'ye gelirken Fezare oğullarının diyarında bulunan)[231] Beldah vadisinin öte ucunda rastlamıştı. Bu olay vahiy gelmeden önce olmuştu. Rasülüllah ona et yemeği bulunan bir sofra sermiş o da bunu yemeyip:

«Onların putlarına kestikleri şeylerden yemiyorum. Ben ancak kesilirken besmele çekilen eti yerim,» demiştir.

Hadisi Buhârî rivayet edip son kısmına; "Zeyd Kureyşlileri bu kesimleri sebebiyle ayıplar ve koyunu yaratan, ona gökten su indi­ren, yerden ot bitiren Allahtır. Sonrada siz onu Allah'ın olmayan (put) adiar adına kesiyorsunuz" diyerek "bu yapılanı inkâr eder ve büyük bir hadise sayardı" ilâvesini yapar.

Sonra Buhârî şöyle devam eder: Musa b. Ukbe derki, Bana Salim b. Abdillah ki bunu bana. haddesenâ diyerek İbni Ömer (r.a.)'tan nakletti ki, Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Şam'a uyabileceği bir din ara­maya gitti. Orada Yahudi bir din âlimine rastlayıp onların dinleri hakkında sorular sorup "belkide sizin dininize girerim" dedi. Yahudi de: "Sen Allanın gazabından nasibini almadıkça bizim dinimizden olamazsın" dedi. Bunun üzerine Zeyd de:

-Ben ise sadece Allah'ın gazabından kaçıyorum, ve ben asla Al­lanın gazabından bir şeyler yüklenmeye tahammül edemem. Bana başka şey tavsiye edermisin? dedi. Yahudi de "onun Hanif olan din dışında birşey olacağını sanmıyorum" dedi. Zeyd de "Hanif ne?" deyince yahudi: "O İbrahim'in dinidir. İbrahim ne Yahudi ne Hıri­stiyan ne de Allah'tan başkasına tapardı." deyince Zeyd yanından çıktı. Hmstiyanlardan bir âlime rastladı, ve ona da aynısını anlattı.

"Sen Allahın Lanetinden nasibini almadıkça bizim dinimize girmez­sin" dedi. Zeyd de, "Ben ancak Allah'ın lanetinden kaçıyorum" de­mesine karşılık o da aynen yahudinin söylediği gibi anlattı. Zeyd on­ların İbrahim (a.s.) hakkındaki görüşlerini anlayınca yola çıktı. Şe­hirden dışarı vardığında ellerini kaldırarak: "Allahım! İbrahim'in dini üzere olduğuma seni şahit tutarım" dedi. Buhârî böylece rivayet et­mektedir.[232]

Abdül Vehhab es-Sakafî anlatıyor: Bize Muhammed b. Amr, Ebû Seleme- Yahya b. Abdirrahman- Üsame b. Zeyd isnadı ile Üsame'nin babası Zeyd (b. Harise) (r.a.)'m şöyle dediğini haber verdi:

-Sıcak bir günde Rasülüllah (s.a.v.) ile beraber çıkmıştık. Beni bineğinin terkesine almış Putlardan birine gidiyorduk. Ona bir koyun kesip pişirdik. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl bize rast geldi. Onlardan her ikisi onu cahiliye selamıyla selamladı. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.): "Yâ Zeyd! Ne oluyor ki kendi kavmini senden yüz çevirmiş görüyorum?" buyurdu. Zeyd de:

Vallahi Yâ Muhammed! Bu gerçekten benim onlara yaptığım bir kötülükten meydana gelmemiştir. Ama şu dini öğrenmek için yola çı­kıp Fedek mintıkasmdaki yahudi âlimlerine geldim. Onları, hem Al­lah'a ibadet ediyor, hemde ona şirk koşuyor bir halde buldum. Bu be­nim aradığım din değildi. Şam'a geldim. Onlarıda, Allah'a ibadet eder ve Ona şirk koşar bir halde buldum. Oradanda çıktım. Bana onlardan yaşlı birisi: "Sen bize bir dinden soruyorsun ki, Ceziredeki bir ih­tiyar dışında O din ile Allah'a ibâdet eden hiç kimseyi tanımıyoruz" dedi. Bende ona geldim. Beni görünce "Sen kimlerdensin?" dedi.

-Beytullah halkından, dedim O "Sen Şevk ve Karaz (ağaçlan bi­ten yer) halkındansın. Senin aradığın adam senin memleketinde çık­mıştır. O gönderilen Peygamberin yıldızı doğmuştur. Senin bu gördü­ğün dinlere mensup olanların hepsi dalaletlidir" dedi.

Sözün burasında Zeyd b. Amr şöyle devam etti. "Yâ Muhammed! bende bundan sonra birşey hissetmedim (veya dönüp bir daha hiçbir din araştırmadım).

Zeyd b. Harise derki: Rasûlullah (s.a.v.) ona bir sofra hazırlattı. Zeyd b. Amr, sofrayı görünce "Bu ne yâ Muhammed?" diye sordu. Efendimiz de: "Pufa kesilmiş bir koyun" cevabını verince Zeyd b. Amr, "Ben kesilirken besmele çekilmeyen şeyleri yemem" dedi. Bö­ylece birbirinden ayrıldılar. Ravi bu hadisenin devamını öncekiler gi­bi anlattı.[233]

El Leys, Hişâm b. Urve babası Urve yolu ile Esma bn. Ebî Be-krin şöyle dediğini anlatır: Ben Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'i sırtını Ka'be'ye dayamış ve şöyle söylerken görmüştüm.:

-Ey Kureyş topluluğu! Vallahi benden başka hiç biriniz İbrahim' in dini Üzere amel etmiyorsunuz.

Zeyd babalan tafından diri diri öldürülmek istenen kız çocukla­rının hayatını kurtarırdı. Çocuğunu öldürmek isteyen oldumu ona "Yapma! Onu öldürme! Ben onun geçimini üstleneyim,1' der ve çocu­ğu alırdı. Çocuk büyüyünce babasına gider ve dilersen onu sana geri vereyim, dilersen bakımını üstleneyim, derdi.[234] Bu sahih bir hadistir.

Muhammed b. Amr, Ebû Seleme Üsâme b. Zeyd - Babası aracı­lığıyla nakleder ki; Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (Peygamberlik gelmeden önce) öldü, Sonra Efendimize Vahiy geldi. Efendimiz (s.a.v.) onun hakkında:

"O şüphesiz kıyamet günü tek ba sına bir ümmet olarak diriltilecektir." buyurdu.[235] Bunun isnadı hasen-dir.

Ebü'l Fahr Es'ad Fatıma - İbni Rayde- Taberânî- Ali b. Abdi'l Azîz Abdullah b. Raca - Mesudî - Nüfeyl b. Hişâm b. Said b. Zeyd-babası, dedesi isnadiyla bana haber verdi ki dedesi Said şöyle anlat­mış: Babam Zeyd, Varaka b. Nevfel ile din aramaya çıkarak Şama kadar gelmişler. Varaka - orada hıristiyan olmuş (kavi bir dindar ha­line gelmiş) Zeyd'e gelince: Ona "senin aradığın şey Önünde - ilerde" denilmiş. O da tâ Musul şehrine kadar gelmiş orada bir râhib kendis­ine: "Bu kervan sahibi nereden geliyor?" demiş. Zeyd de: "İbrâhimin binasını çattığı Beytullah'tan cevabını vermiş. Rahib, ihtiyacın ne?" diye sorunca da Zeyd "din" cevabını vermiş. Rahib bunun üzerine ona hıristiyanlığı teklif etmiş ama Zeyd kabul etmeyip, "benim hırıstiyanliğa ihtiyacım yok" demiş. Papaz da "Senin aradığın din senin toprağında ortaya çıkacak" diye karşılık vermiş Zeyd de bunun üze­rine şu beyitleri söyleyerek yola koyulmuş:

Zeyd b. Amr Olayı

1- Gerçek kulluk ve kölelik yapmak üzere da'vete evet diyorum.

2- Ben böbürlenmeyi değil  iyiliği  arıyorum. Öğle sıcağında yola giden, o vakit uyku kestiren gibi değildir.

3- İbrahim'in sığındığı şeylerle sığınıyorum.

4- Kıbleye ayak üstü dönmüş bir halde?[236]

5- Senin  için  diğerlerini  reddederim.  Allahım ben  mütevazı  bir esirim.

6- Bana her ne zaman bir yük yüklersen ben onu yüklenirim.

Sonra Zeyd yere kapanıp Ka'beye secde etti. Said b. Zeyd de­vamla derki: Sonra Zeyd, Nebi (s.a.v.)e ve Zeyd b. Harise'ye rastladı. İkisi kendilerine ait bir sofrada yemek yiyorlardı. Onu yemeğe da'vet ettiler. O da: "Ey kardeşim oğlu! Ben putlara kesilen etleri yemenr dedi. İşte o günden sonra peygamberlik gelene kadar Nebi (s.a.v.)in putlar adına kesilen etlerden yediği hiç görülmedi.[237]

Ravi Hişam derki: Said b. Zeyd, Nebi (s.a.v.)'e geldi ve "Yâ Ra-sûlallah! Şüphesiz Zeyd senin gördüğün gibi idi. (Yada sana ulaşan haberdeki gibiydi) Onun için İstiğfar dileyebilirmiyim?;' dedi. Efendi­mizde "Evet ona istiğfar edin. Çünkü o kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak diriltrlecektir" buyurdu.[238]

Yûnus b. Bukeyr'in nakline göre İbni İshak derki: "Kureyş Ka' beyi yaptıktan sonra her yıl tazim kasdı ile kalabalık olarak Kabeye örtü giydirmeye gelir ve onu tavaf ederek, orada Allah'a istiğfar ederlerdi. Onlar kesimlerinde ve dinlerinin herşeyinde Allahi, putları­nın ve Allaha eş koştukları şeylerin adlarıyla beraber anarlardı.

Kureyş'ten bir gurup, (ki bunlar Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel, Varaka'nm amca oğlu Osman b. el Huveyris b. Esed. Ubeydullah b. Cahş b. Riâb, annesi Ümeyme b. Abdil Muttalib b. Haşim, idiler.) Bayramlarından birini kutlamak üzere kendilerine ait bir putun yanında kurban kesmekte olan Kureyş'e geldiler. Toplandı­klarında bu adı geçen gurup birbirinin yanına gelip "bir birinizle dost -olup birbirinizi gizleyin", dediler. Sözcüleride; "Vallahi kesinlikle bi-liyorsunuz'ki kavminiz din namına hiç doğru bir yolda değil. İbra­him'in dininde yanılıp ona muhalefet ettiler. Tapılacak hiç bir put yoktur Onlar ne zarar nede fayda verebilirler. Kendinize bir din arayın!" dedi.

Böylece araştırma gayesiyle çıkıp yeryüzünde dolaşarak Yahudi ve hınstiyan kitab ehli ile diğer bütün din sahiblerinden bilgi to­pluyor ve İbrahim'in Hanif dinine tabi oluyorlardı. Bu yolculukta Va­raka Hırıs-tiyanlaştı. Bunlar arasında Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den da­ha doğru olan biri yoktu. O putları terk edip İbrâhimin dini dışındaki bütün dinleri terk etmiş bulunuyordu.[239]

El~Bâğandî anlatıyor. Bize Ebû Said el Eşecc, Ebû Muâviye Hiş am babası (Urve) isnadıyla Hz. Aişe'den (r.a.) Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu anlattı:

''Cennete girdim. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e ait iki geniş dallı ağaç gördüm."[240]

Ömer'in Said  b.  Zeyd'in  amca  oğlu okıdtığıına  işaret eder. Nesebi Kureyş 365 T. Tarih'i Dımışk 6/32

Bekkâî, İbni İshak, Hişâm, Babası aracılığıyla Esma bn. Ebî Bekr (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır: Ben Zeyd b. Amr b. Nüfeyli yaşlanmış bir halde sırtını Kabeye dayamış olarak şöyle derken görmüş idim:

"Ey Kureyş toplumu! Nefsim elinde olana yemin olsunki benden başka İbrahim dînî üzere yaşayan kimseniz kalmadı. Allahım! Eğer hangi yönden ibadet senin daha hoşuna gider bir bilebilsem şüphesiz

onunla amel ederdim" Zeyd bu sözlerden sonra bineği Üzerine secde ederdi.[241]

İbni İshak derki: Zeyd b. Amr. kavminin dininden ayrılması ko­nusunda şu şiirleri söylemişti.:

işler taksim olduğunda bir Rab mı yoksa bin Rab mı daha doğru yönetir.?

Lat ve Uzzâ'yı, hepsini terkettim. Sabırlı yiğit her kişide böyle yapar.

Bu konuda (buraya almadığımız daha) birkaç beyit vardır.[242]

İbni İshak anlatıyor: (Ömer (r.a.)'ın babası) Hattab b. Nüfeyl, bu Zeyd'in amcası olup ana tarafındanda onun kardeşi idi. Zeyd'i dini­mizden çıktı diye ayıplar ve eziyet ederdi. Sonunda onu Mekke nin yukarısına çıkarttı. O da Hıra dağının Mekke'ye bakan tarafına yerleşti. Gizlice Mekke'ye girersede ona eziyet edip dinimizi bozar diye geri çıkarır kimsenin ona uymasını istemezlerdi. Sonra Zeyd yola çıkıp İbrâhimin dinini aramaya koyuldu. Şam ve Cezire'yi dolaşti..........

İbni İshâk (yukarda geçtiği gibi bu kıssayı anlatıp) sözü şuraya getiriyor. O nu Mekke'ye geri yolladılar. Lahm kabilesi yurdunu yarılamiştı ki üzerine saldırıp onu öldürdüler.[243]

 

Efendimizin Tevrat'taki  Sıfatı

 

Bize Sittü'l Ehl b. Alvân, Behâ Abdürrahmân- Menûcehr b. Mu-hammed, Hibetullah b. Ahmed, Hüseyn b. Ali b. Bathâ, Muhammed b. Hüseyin el-Harrâni, Muhammed b. Saîd el Ras'anî, el-Muâfâ b. Süleyman, Füleyh, Hüal b. Ali isnadıyla Atâ'nın şöyle dediğini nak­leder:

- Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.)'a rastlayıp, "bana Rasülullah'ın Tevrattaki sıfatını anlat" dedim. O da "Peki" diyerek şöyle anlattı:

-Vallahi O (s.a.v.) Kur'andaki (bir takım) sıfatlarla Tevrat'tada anlatılmıştır:

«Ey Nebi! Biz seni Şahit, Müjdeci, Korkutucu,[244] Ümmilerin sığı­nağı olarak gönderdik. Sen benim kulum ve Rasülümsün. Seni Ben "El- Mütevekkil" diye adlandırdım. O sert dilli katı kalbli, çarşılarda çığırtkanlık yapan biri değildir. Kötülüğü kötülükle defetmez. Ama af edip, bağışlar. Aliah onunla eğilmiş bir milleti (dini) doğrultup onlar "Lâ ilahe illallah'" deyinceye kadar onun ruhunu kabzetmeyecektir. Onunla kör gözleri, sağır kulakları ve perdeli kalpleri açar.»

Atâ devamla derki: Sonra Ka'bü'l Ahbar'a rastlayınca aynı şeyleri önada sordum. İkiside ifâdelerinde hiç çelişkiye düşmediler. Ancak Ka'b kendi dilinde "kör olmuş gözleri, sağır kulakları, perdeli kalpleri" şeklinde söyledi.

Buhârî bu hadisi, El-Avfi- Füleyh isnadıyla nakleder.[245]

Yine bu haberi Said b. Ebî Hilâl b. Üsame - Atâ b, Yesâr isnadı-yla Abdullah b. Selam'dan da aynı şekilde nakleder.[246]

Sonra Atâ derki: Bana Ebû Vâkid el Leysî, Ka'bü'l Ahbar'i aynen ıs Abdullah b. Selam'in anlattığı gibi söylerken, işittiğini haber verdi.[247]

Derimki: Bu daha doğrudur. Çünki Atâ, Ka'b a yetişmemiştir.

Hadisin bir benzerini de Ebû öassân Muhammed b. Mutarrif-Zeyd b. Eşlem isnadıyla Abdullah b. SelJâm'in "Nebi (s.a.v.) in Tevrattaki sıfatı şudur" diyerek anlatır.[248]

Atâ b. Sâib, Ebû Ubeyde- (Abdullah b. Mes'ûd)[249] isnadıyla babası Mes'ud dan  şöyle nakleder. Allah peygamberini, bir adamı  cennete girsin diye ona göndermişti. O bir kiliseye girdi. Birde orada bir yahûdi ile karşılaştı. Bu yahudi Tevrat okuyordu. Nebi (s.a.v.)in sıfa­tına dair olan ayete gelince duruyorlardı. Kilisenin bir köşesinde ha­sta bir adam vardı. Nebi (s.a.v.) "Ne olduda durdu­nuz?" buyurunca hasta olan adam: "Bîr peygamberin sıfatına geldi-lerde ondan durdular" dedi. Sonra bu hasta sürünerek gelip Tevratı aldı ve okuyarak Nebi (s.a.v.) ile Ümmetinin sıfatına dair olan ayete gelip: "Bu senin ve ümmetiyin sıfatı. Ben Allah'tan başka ilah olma­dığına ve senin Rasülullah olduğuna şahadet ederim'' dedi. ! ve adam Öldü. Nebi (s.a.v.) de  "Kardeşinize (cenazesi kalkması için) veli olun," buyurdu.[250]

Bize bir gurup insan, İbni'l Lettî - Ebû Vakt- Dâvûdî- İbni Ha-mûye- İsâ es Semerkandî, Daramı- Mücahit b. Mûsâ- Ma'n b, İsâ -Muâviye b. Salih- Ebû Ferve - isnadıyla haber verdiler ki. İbni Ab-bas (r.a.) Ka'b'a 'Tevrat'ta RasUliUIah'm sıfatını nasıl buluyorsunuz?"' diye sordu. Ka'b da. 'Abdullah oğlu Muhammed, Mekke'de doğacak, Tâbe'ye göçecek. Mülkü Şam'a kadar varacak. Kötülük yapmaz çarş ılarda çığırtkanlık yapmaz. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, ama af, edip bağışlar. Ümmeti Hamdedicidir. Her sevinçte Allah'a hamde-derler. Her coşkuda Allah'a tekbir ederler. Parmak uçlarını yıkarlar. Bellerine kuşak tutarlar. Namazda düşmana karşı durdukları gibi saf tutarlar. Mescitlerindeki seslerinin yankısı arı sesi gibidir. Müezzinlerinin sesi gökyüzünde işitilir." şeklinde buluruz, dedi.[251]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak- Muhammed b. Sabit b. Şurahbil is­nadıyla Ümmü'd-Derdâ (r.a.)'dan şöyle nakleder: Ka'b'a "Nebi (s.a.v.)'in Tevrattaki sıfatını nasıl buluyorsunuz?" diye sordum O da.....î1diyerek Atâ'nın hadisindeki gibi anlattı. [252]

 

Selman-I Farisî'nin Kıssası

 

İbni İshak derki: Bana Âsim b. Ömer- Mahmud b. Lebîd aracılı­ğıyla İbni Abbas (r.a.)tan aktardı ki: Selman-ı Farisî bana şöyle an­lattı.

-Ben Isfahanlı bir acem olup, Cey denen bir köyden idim. Babam köyünün Mecusî din âlimi ( Dekkân) idi. Beni çok severdi. Öyle ki çocuklarından ve mâlik olduğu şeylerden beni sevdiği gibi hiç bir şeyi sevmezdi. Bu sevgisi beni bir evde Cariyenin hapsedildiği gibi hapsetmesine kadar vardı. Ben o devre Mecusîlik dini ile iştigal edip (onlarda bir nevi dini bir mevki olan) ateş bekçisi ( Katan) olup ateş yakardım.[253] Hiç bir vakit sönmesinme fırsat vermezdim. Ben bu halde işime devam ederken insanların ne ile ilgilendiğini hiç bilmez sadece kendi yaptığımı bilirdim. Bir gün babam kendine bir ev yapmaya başladı. Kendisinin bir takım işini yürüttüğü küçük bir çiftliği vardı. Beni çağırıp: "Oğulcuğum! Gördüğün gibi şu evle uğraşmak beni çift­liğimle ilgilenmeden alakoydu. Halbuki orası ne oldu mutlaka bilmem gerek. Oraya git de şöyle şöyle yapmalarını işçilere emret. Kendinide tamamen benden kaybetme.[254] Eğer sen benden başka bir şey için kendini gizleyecek olursan seni aramak beni her işimden alakoyacak" dedi. Bende çiftliğe niyetle yola koyuldum. Yolda Hırıstiyanlara ait bir kiliseye rastladım, seslerini işitip, "buda ne?" dedim. "Bunlar hı-rıstiyanlardır, namaz kılıyorlar" dediler. İçeri bakmaya girdim. Halleri hoşuma gitti. Vallahi ben onların yanında otururken güneş batmış.

Babam ise her tarafa beni aramaya adam yollamış. Nihayet orada geceleyip ertesi gün çiftliğe gitmeden doğru babama gittim. Bana "neredeydin?" dedi.

-Hınstiyanlara uğradım. Namaz ve dûâlan hoşuma gitti. Nasıl ibâdet ettiklerine bakmaya başladım, dedim. Babam, "Oğulcuğum! Senin ve atalanyın dini onlannkinden daha iyi" dedi. Bende, "Hayır! Vallahi o din onlannkinden daha iyi değil. Onlar Allah'a ibâdet eden, ona dûa edip ona namaz kılan bir toplum. Biz ise ateşe tapıp onu elimizle yakıyoruz. Bırakınca sönüyor" dedim. Babam durumumdan korkup ayağımı zincire vurup beni hapsetti. Bende bu Hırıstiyanlara haber yollayıp "sizin amel ettiğiniz bu dinin aslı nerde?" diye sor­durdum. "Samda" dediler. "Oradan yanınınza gelen olursa bana haber verin" dedim, "olur" dediler.

Nihayet onların tüccarlarından bir kaç kişi gelince bana haber verdiler. Ayağımdan demirleri çıkarıp onlara katıldım. Birlikte Şam'a geldim ve "Bu dinin en üstün adamı kimdir" dedim "kilisenin sahibi (mal sahibi anlamına değil) olan Papaz" dediler. Ona gelip, "Ben kili­sende seninle beraber olmak istiyorum. Orada Allah'a seninle beraber kulluk eder ve senden iyi şeyler öğrenirim" dedim. O da "Sen benim­le olabilirsin" dedi. Bende onunla kaldım. Bu papaz ahlaksız biriydi. İnsanlara sadaka vermeyi emredip teşvik ederdi. Onlarda sadakayı toplayıp ona getirdiklerinde onları depolayıp fakirlere vermezdi. Du­rumunu görünce ona müthiş öfkelendim. Fazla geçmeden O öldü. Onu defnetmeye geldiklerinde onlara "Bu papaz kötü huylu biriydi. İnsanlara sadaka vermeyi emrederde onu depo ederdi" dedim. "Deli­lin ne?" dediler. "Size hazinelerini çıkarabilirim" deyip altın ve gü­müş dolu yedi küp altını onlara çıkanverdim. Bunu görünce "Vallahi bu herif asla defnedilmez" dediler. Onu astılar, ve taşa tuttular. Baş ka birini getirip onun yerine geçirdiler. Hayır, Vallahi yâ İbni Abbas! Beş vakit namazını kılan kimselerden ondan daha faziletli, daha ça­lışkan, dünyaya hiç aldırmayan, gece ve gündüz durmadan didinen birini görmedim. Ondan önce hiç bir şeyi daha fazla sevdiğimi bil­miyorum. Ben onunla bu minval üzere yaşayıp gidiyorken ölümü ge­lip çattı. Ona:

"Gördüğün gibi sana da Allanın emri gelmiş durumda. Bana ne emredersin, kime gitmemi tavsiye edersin" dedim. Bana, "Ey oğul! Vallahi Musul da bulunan bir kişi dışında kimse tanımıyorum. Sen

ona git. Onuda aynen benim halim gibi bulacaksın." dedi.

O ölünce, Musul'a geldim ve arkadaşına gittim. Onuda gayreti ve zühdünde aynen önceki gibi buldum. Ona, "Falanca beni sana va­siyet etti" dedim. Bana, "Sen burada kal ey oğul" dedi. Ölüm gelip çatana kadar aynen arkadaşının durumunda olduğu gibi yanında kaldım. Ölümü belirince, "Beni sana falanca vasiyet etmişti. Allanın emrinin sana geldiğini görüyorsun. Bana kimi tavsiye edersin?" de­dim. "Vallahi Nusaybin de bulunan biri dışında tavsiye edecek birini bilemiyorum" dedi. Ölüpte defnolunca diğerine katıldım. Onun yanın-dada diğerlerindeki hal üzere eğleştim. Nihayet önada ölüm gelip çattı. Bana Rum diyanndaki Ammûriye'den bir adamı tavsiye etti. Onun yanına geldiğimde onuda aynı hal üzere buldum. Onun yanında kaldım ve çalıştım. Hatta bir miktar koyun ve biraz sığırlarım me­ydana geldi. Sonra önada Ölüm gelip çattı. Bende onunla konuştum. Bana dediki:

Ey Oğul! Bizim yaşadığımız dini aynen yaşayan kimse kaldı mı, İşte Vallahi bunu bilemiyorum. Ama Harem'den çıkacak olan pe­ygamberin gelme zamanı yaklaştı. Onun göçeceği yer iki kara taşlık (Hârrâ-i Şarkıyye ve hârrâ-i ğarbiyye) arasında kır, hurmalık bir yer olacaktır. Onda gizlenmesi imkansız bir takım alâmetler vardır. İki omuzu arasında Peygamberlik mührü olacaktır. Hediye kabul eder ama sadakayı kabul edip yemez. Eğer sen o ülkeye ulaşma İmkanı bulursan öyle yap. Çünkü O nun zamanı sana ulaşacak.

Onuda defnettiğimizde, Arab tüccarlarından Kelb kabilesine mensub bir takım adamlar bana uğrayıncaya kadar orada eğleştim. Onlara, "Beni arab topraklarına götürün, size şu koyunlarla sığırları­mı vereyim" dedim. "Olur' dediler. Bende onları, onlara verdim böylece kervana benide aldılar. Vâdi'l Kurâ'ya[255] getirdiklerinde bana zulmedip beni Vâdi'l Kura'da yahudi birine köle olarak sattılar. Val­lahi hurma ağaçlarını görünce o papaz arkadaşımın bana sıfatını an­lattığı yer olurmu diye ne kadar ümitlendim. Ama bu gerçekleşmedi.

Nihayet Kureyzâ oğullarından biri gelip beni satın aldı. Benimle yola çıkıp Medine'ye geldik. Vallahi orayı görür görmez sıfatından tanı­dım. Köle olarak orada sahibimin yanında kaldım.

Bu sırada Allah Mekke'de peygamberini göndermiş. Ama bana onun faliyetine dair bir şey anlatılmıyordu. Ben zaten bir köleydim. Nihayet Nebi (s.a.v.:) Küba'ya geldi. Ben sahibimin hurma bahçesinde çalışıyorum. Vallahi ben bahçede iken birden sahibimin amca oğlu gelip: "Yâ Fûlân! Allah Benî Kayle'yi[256] kahretsin.! Vallahi onlar şimdi Mekke'den gelen bir adamın etrafında toplandılar. O kendinin pey­gamber olduğunu iddia ediyor" dedi. Vallahi bu sözü duyar duymaz beni sıtma titretmesi gibi bir titreme tuttu. Hatta (o zaman ağaçta olduğum için) sahibimin üzerine düşeceğim sandım. Ağaçtan süratle inip "bu haberde ne?" dedim Sahibim elini kaldırıp bana sert bir to­kat attı, ve "Bundan sana ne hadi işine bak'" dedi. Bende :

-Yok bir şey ancak bir haber duydumda onu bilmek İstedim de­dim.

Geceyi geçirdiğimde yanımda biraz yemek vardı. Onu alıp Rasûl-lullah'a geldim. O Küba'daydı. Ona:

"Bana ulaştığına göre sen salih bir insansın. Senin beraberinde garib arkadaşların varmış. Yanımda biraz sadaka malı vardı. Bu bel­dede ona en fazla hak sahibi sizi görüyorum, onu alın ve yeyiniz1' dedim. Rasülullah elini çekip arkadaşlarına "yeyiniz" buyurdu. (Ken­di yemedi) Kendi kendime "bu (işittiğim) Peygamberlik sıfatlarından biri" dedim. Sonra geriye döndüm.

Allah Rasülü de Medine'ye hareket etti. Biraz birşeyler biriktirip sonra ona getirdim ve "bu hediyedir' dedim. O da bunun üzerine on­dan yedi, Ashabı da yediler. Ben kendi kendime "İşte buda ikincisi" dedim. O bir cenaze uğurluyorken yine ona geldim üzerimde iki hülle vardı. Peygamber, ashabı arasındaydı. Sırtındaki mühre bakmak için arkasına dolaştım. Benim arkasına doğru yöneldiğimi görünce bana anlatılan bir şeyi tesbit etmek istediğimi anladıda ridasını sırtından kaldırdı.  Bende iki omuzu arasındaki mühre baktım. Tıpkı arkadaş imin anlattığı gibiydi. Üzerine kapanıp öpüp ağlıyordum. Bana:

"Yâ Selmân? şöyle dön" buyurdu. Dönüp önüne oturdum, (kıssa­mı anlattım}! Rasûlullahın bunu ashabının duyması hoşuna gitmişti. Yâ İbni Abbasî Sana anlattığım gibi onlarada anlattım. Kıssamı biti­rince Rasülullah (s.a.v.) "Yâ Selmân! Sahibinle (hür­riyetin için) yazılı anlaşma yap'" buyurdu. Bende sahibimle onun adı­na yetiştirivereceğim üç yüz hurma ağacı ve kırk okka gümüş karşılı­ğında anlaşma yaptım. Sonra Rasülullah "Hurma için arkadaşımıza yardım edin" buyurdu. Bunun üzerine Rasûlullah'ın ashabı gücüne göre otuzar yirmişer ve onar hurma fidanı yardımda bulundular. Son­ra Rasülullah (s.a.v.) bana:

Yâ Selmân git ve kaz. İşini bitirince (sakın hemen dikmeye kalkma! ön­ce) bana haber ver. Ta'ki onları elimle ilk önce ben dikeyim, buyur­du.

Ben yalakları[257] kazdım. Ashab da bana yardımda bulundu. Ben böylece fidanların konabileceği bir yer kazdım. (Sonra gelip "Yâ Ra­sülullah! Biz işimizi bitirdik'1 dedim.) Efendimiz de benimle çıktı. Biz Rasulullah'a dikeceği fidanları getiriveriyorduk. O da onları eliyle di­kip toprağını düzledi. Bereketine dûâ etti. Onu gönderene yemin ol­sun ki bir tek fidan bile kurumadı.

Borç olarak üzerimde dirhemler kalmıştı. Adamın birisi maden­lerden birinde ele geçirdiği yumurta gibi bir altını Efendimize getir­miş. O da: "Farslı nerde?" diye sormuş. Yanına çağınldım. Bana "Şunu al Yâ Selmân! üzerindeki borcunu öde" buyurdu. Bende: "Benim borcumun yanında bunun ne yeri olur" dedimde, Efendimiz (s.a.v.): "Muhakkak Allah bununla se­nin borcunu ödeyecek" buyurdu. Selman'ın canı elinde bulunan Al­lah'a yemin ederimki, ben bu altından onlara kırk okka onlara tartı-verdim ve ödedim. Selmân da hür oldu.

Bu zamana kadar kölelik beni öylesine bağlamıştı ki, Bedir'de de Uhud'ta da bulunamamıştım. Sonra azad olunca Hendek harbine ka-tılabildim ve bundan sonra Efendimizle beraber katılmadığım hiç bir cihad olmadı.[258]

Metindeki geçen "Katânü'n Nâr" ateşin yanında devamlı dikilen demektir. "Yakut" kelimesi Savm, adi kelimesi gibi mastardır.

Yunus b Bükeyr ve diğerleri ise kıssayı İbni İshak'tan şöyie ri­vayet ederler:

-Bana Âsim b Ömer b. Katâde anlattı ki kendisine Ömer b. Ab­di'1 Âziz'i dinleyen biri Ömer b. Abdi'l Âziz'in şöyle dediğini söyle­miş: ''Ben şu anlatacaklarım* Selmân'in anlattığı hadisesi arasında buldum. Selman'dan şöyle dediği naklolunuyordu: "Ölüm vakti gelip çatan Ammûriye'li papaz ona: "Şam diyarındaki'iki sık ağaçlık olan yere git. Her yılın bir gecesinde bu iki ağaçlıkta bulunan bir adam bu ormandan diğer ormana gider, hasta olanlar onun yanına gider. Oda onlardan birine dûa ettimi mutlaka şifa bulur. Sen bu İbrâhimin dînini ona sor" dedi. Bende oraya gidip bir yıl kaldım. O gece olunca o ağaçlıktan çıkıp geldi. Ancak o geçip gitmek üzere çıkmıştı. Çıkın­ca da insanlar bana galip geldi. Ben insanların arasından kurtulmaya uğraşırken, O da ağaçlığa girmiş bulundu. Sadece bir omuzu kalmıştı. Omuzundan tutup: 'Allah sana rahrnetiyle muamele etsin! Bana İbra-himin dini olan Hanifiyye den bahset" dedim.

-Sen bu günün insanının artık sormadığı birşeyi soruyorsun. Şu Beyti Haramın yanında çıkacak olan peygamberin gelmesi yakındır. O kan döken bir peygamber olarak gönderilecek (Yani harp peygam­beri olarak gelecek) dedi.

Selman bunu RasülUllah'a böylece söyleyince Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurdu:

-Eğer bana doğru söylüyorsan, sen Meryem oğlu İsânın Havarisi­ni gördün ey Selman![259]

Mesieme b. Alkame el-Mâzini, Dâvûd b. Ebî Hind- Simak b. Harb isnadıyla Selâme el Iclî 'nin şöyle dediğini anlatır:

-Çölden kız kardeşimin oğlu gelmişti. Ona Kudâme denilirdi. Ba­na "Selman-ı Farisî'ye varıp bir selam vermek istiyorum" dedi. Bera­berce ona gittik. Onu Medayin'de[260] bulduk. O zaman Selman 20.000 kişilik bir ordunun başında bulunuyordu. Onu (liften) bir yatak üze­rinde sepet yapmak için hurma dallarını yararken bulduk. Selam ver­ip dedimki:

-Yâ Ebâ Abdillah! Şu benim kız kardeşimin oğlu. Çölden geldi ve sana selam vermek istiyor. Selman da:

"Ve aleyhis-Selâm ve Rahmetullahi ve berakâtühû" dedi. £en yine;

"O seni sevdiğini iddia ediyor1' deyince, Selman da:

"Allah'ta onu sevsin" dedi. Böylece konuşmaya başladık. Bir ara O:

-Yâ Ebâ Abdillah! Bize aslını anlatıvermezmisin? deyince Selman ia şöyle anlattı:

Eski  İran  şehri.  Şimdiki  Irak  sınırları  içinde Bağdad'in güneyinde Dicle kıyısındadır. Kadsiye harbinden sonra fethedilmiştir.

-Aslıma gelince: Ben Râmehürmüz halkındanim. Biz ateşe tapan mecûsî bir kavim idik. Cizre halkından anası bizden olan bir hın-stiyan gelip bizim diyarda konakladı, ve yanımıza bir kilisecik yaptı. Ben Farsça okuma yazması olan katiplerdendim. Benimle yazı ta'li-mine gelen bir çocuk yediği dayaktan ağlayarak derse gelmemeye başlamıştı, Onu anası ve babası döverlermiş. Bir gün ona: "Seni ağla­tan sebep ne?" dedim. O da:

-Beni Ebeveynim dövüyor, dedi.   Ben: -Seni niye dövüyorlar dedim. O:

-Ben şu kilisecikteki papaza geliyorum. Bunun farkına varınca beni dövmeye başladılar. Sende onun yanına gitseydin hayret edecek ne sözler duyacaktın, dedi.

-Bende; "Beni de beraberinde götür dedim" böylece ona geldik. Bize yaratılışın başlangıcından, Cennet ve Cehennem'den bahsedip hayret feza şeyler anlattı. Artık bende arkadaşımla ona gidip gel­meye başladım. Yazıya gittiğimiz arkadaşlardan biriside farkına varıp o da bizimle gelmeye başladı. Köy halkı bu durumu görünce O zata gelip "Ey kişi! sen bize gelip komşu olarak sığındın. Komşuluğumuz­dan ancak iyilik gördün. Görüyoruzki çocuklarımız sana gidip ge­liyorlar. Onları bizim aleyhimize ahlaklarını İfsad edeceğinden kor­kuyoruz. Çek git yanımızdan" dediler. O da "Evet" deyip gitmeyi ka­bul edip, ona ilk gelen çocuğa:

-Benimle gelirmisin dediysede o "yapamam" dedi. Ben hemen:

-Ben seninle gelirim; dedim. Yetim olup babam yoktu. Onunla birlikte gittim.

Râmehürmüz dağı yolunu tuttuk. Tevekkül ederek yolculuk ya­pıyor, meyve ağaçlarından karın doyuruyorduk. Böylece giderek Nu-saybine kadar geldik.

Yol arkadaşım bana; "Yâ Selman! İşte burada yeryüzünün en ibâdete düşkün bir topluluğu var. Ben onlarla görüşmek istiyorum" dedi. Bir pazartesi onlara geldiğimizde toplanmış bulunuyorlardı. Ar-

kadaşım onlara selam verdi. Onlarda selamı alıp onu güler yüzle karşıladılar. Ona "yokluğunu nerede geçirdin?" diye sordular. Konuş up sohbet ettik. Sonra arkadaşım bana:

-Kalk Yâ Selman gidelim! dediysede ben:

-Hayır! Beni bunlarla bırak dedim. Papaz arkadaşım baria dediki:

-Sen onların dayandığına dayanamazsın. Bunlar bir pazardan ge­lecek pazara kadar (bir hafta) oruç tutar, bunun gecelerinde de hiç uyumazlar, dedi.

Aralarında kıraî çocuklarından biride vardı. Saltanatı terk edip kendini ibadete vermiş. Geceİeyinceye kadar bende orada aralarında kaldım. Teker teker kalkıp uzlet yaptıkları mağaralarına çekildiler. Gece olunca bu kıra! çocuğu onlara: "Şu genci zayi etmeyin! Onu bi­riniz yanına alsın deyince, onlarda onu sen al" dediler. O da bana "Haydi gel, Yâ Selmân!" deyip beni mağarasına götürdü ve bana:

-Şu ekmek, suda katık; acıkınca ye, arzulu olduğunda oruç tut. Ne kadar istersen o kadar namaz kıl. yorulunca uyu! dedi. Ardından namazını kılmaya kalkıp artık benimle konuşmadı. Bu yedi gece ge­çene kadar beni bir üzüntü aldı. Hiç kimse benimle konuşmamıştı.

Pazar günü olunca bana döndü geldi. Onunla geçen pazar toplandıkları yere gittik. Orada iftar ediyorlar, birbirlerini karşılayıp selamlaşıyorlar, sonra gelecek pazara kadar bir daha görüşmüyorlar­dı. Yine yerimize döndük. Yine bana önceki söylediği gibi söyleyip gelecek pazara kadar benimle bir daha konuşmadı. İçimden buradan kaçmayı kararlaştırdım. Kendi kendime, "İki üç pazar sabredeyim" dedim. Pazar günü olup toplanınca papaz arkadaşım onlara, "Ben Beyt-i Makdise gideceğim" dedim, Onlar, "oraya gitmekle ne istiyor­sun," dedilersede ben "henüz onu bilmiyorum." dedim. Onlarda:

-Başına bir şey geleceğinden endişe ediyoruz, (bizden birinin se­ninle gelmesini isterdik)[261] Ama bizden başka birisi seninle gelsin, de-diler. (Ben buna sevindim) Onunla beraber yola çıktık. Papaz bir pazardan öbür pazara kadar oruç tutuyor, bütün gece namaz kılıp gün­düzün yol yürüyor, bir yere konakladık mı hemen namaza kalkıyordu. Böyle devam ederek Kudüs'e geldik. Küdüsün kapısında dilenmekte olan bir (oturak) kötürüm vardı. Ona "Bir şeyler ver bana" dedi. "Üzerimde verecek hiç bir şeyim yok" dedi. Kudüse girdik. Onu gö­rünce güler yüzle karşılayıp gelişin hayırlı olsun dediler. O da onlara "Şu benim çocuğuma iyilik edin!'' dedi. Onlar da beni götürüp ekmek ve et yedirdiler. Papaz namaza başlayıp gelecek pazara kadar na­mazdan ayrılmadı. Hafta dolunca: "Yâ Selmân! Ben uymak için baş imi şöyle biraz koyacağım. Gölge şu yere gelince beni uyandır" diye tenbih etti. (Adam uyudu) Gölge dediği yere gelince çok yorulup bit­kin düştüğünden acıyıp onu kaldırmadım. Daha sonra dehşete kapıl­mış olarak uyanıp '"Yâ Selmân, ben sana gölge şuradan şuraya gelin­ce beni uyandıracaksın demedim mi!" dedi. Bende "Tabi söyledin, ancak sana acımam beni bundan alakoydu" dedim. Bunun üzerine o:

-Yazık sana! Ben bu ömrüm de içinde Allah'a hayırla kulluk ede­mediğim bir vaktin olmasını istemem diyerek ardından:

-İyi bilki! Bu gün en iyi din hırıstiyanlıktır, dedi. Bunun üzerine gelecek günler içinde hmstiyanlıktan daha iyi din olacakım? diye bir

soru ağzıma geliverdi. O da:

-Evet! Hediyye olarak kendine geleni kabul edip sadakayı almay­an, iki omuzu arasında peygamberlik mührü bulunan bir peygamberin gelmesi yakınlaşmıştır. Ona yetiştiğinde ona uy ve tasdik et! dedi. Bende ona:

-Ya bana hmstiyanlığı bırakmamı isterse dedim. "Evet o haktan başka birşey emretmez ve söylemez. Vallahi ben ona yetişsemde ba­na kendimi ateşe atmamı emretse tereddüt etmeden kendimi içine atardım" dedi.

Sonra Kudüs'ten çıktık. Yine o kötürüm kişi "girerken bana birş ey vermedin işte çıkıyorsun bana yardım et!" dedi. Papaz etrafına bakındı. Kimseyi göremeyince kötürüme: "Ver elini" dedi. Elinden tutup, "Allanın izni ile kalk ayağa deyince adam dosdoğru sağlam olarak kalktı ve ailesinin yanma doğru yürüdü. Ben hayretimden gö-

zümle arkasından gidişini seyrettim. Arkadaşım çabucak çıkıp yürü-dU, bende onu takip ettim. Bana Kelb kabilesinden bir gurup adam rastladı. Beni esir edip beni bir deveye yükleyip iple sıkıca bağladı­lar. Satıcılar beni elden ele değiştirdiler. Nihayet Medine'ye kadar geldim. Beni Ensar'dan birisi satın aldı ve beni kendine ait bir bah­çede çalıştırdı. İşte sepet örme işini ben orada öğrendim. Ben bir dir­heme hurma fışkınlarını alıp onu örerek iki dirheme satardım. (Bir dirhemini tekrar fışkına ayırır) diğerini nafaka yapardım. Ben kendi kazancımla geçinmeyi severdim. (Ravi derki):

-Selman o zaman (yani ravinin yanına geldiği zaman hala sepet örüyor ve) yirmi bin kişilik bir orudunun başı bulunuyordu.

Selman devamla derki: Biz Medine'de iken "bize Mekke'de kendisini Allahm gönderdiğini iddia eden bir adamın çıktığı1' haberi ulaştı. Allahm bildiği bir sürede Öylece geçti gitti. O peygamber bi­zim yanımıza hicret etti. Kendi kendime "Onu mutlaka denemeliyim" deyip gittim ve bir dirheme kuzu eti alıp pişirdim. Bir tabak tirid yapıp omuzuma aldım ve onu peygambere getirip önüne koydum.

-Bu sadakamı, hediyemi? buyurdu. "Sadaka" dedim.

Arkadaşlarına, "bismillah deyip yeyiniz" buyurdu. Elini çekip ye­medi.

Bir kaç gün durdum. Sonra bir et alıp yine yemek yapıp getirdim. "Bu ne!" buyurdu. "Hediye" dedim. Ashabına: Bismillah çekip yeyin buyurup kendi de yedi. Dikkatle bakınca iki omuzu arasındaki güver­cin yumurtası iriliğindeki Peygamberlik mührünüde görüp müsiüman oldum ve, Ona: LİYâ Rasüİullah! Hıristiyanlar nice bir toplumdur?" diye sorunca Efendimiz:  "Onlarda hayır yoktur" buyurdu. Birkaç gün sonra yine onları sorunca Efendimiz "Ne on­lardan nede onları sevenlerde hayır var" buyurdu. Kendi kendime: "Vallahi ben onları seviyorum" dedim. Bu hadise; Süreyya yıldızının doğup kılıçların sıyrıldığı bir seriyyenin girip diğer seriyyenin sefere çıktığı kılıçların kan damladığı bir zamanda idi.

Kendi kendime: "Efendimiz -onları sevenlerde de hayır yok- de­mekle benim hâlâ onları sevdiğimi söylüyor. Birini gönderip boynumu vurdurabilir" dedim. Evde oturup çıkmadım. Bir gün Peygamberin el­çisi bana gelip: "Yâ Selman da'vete uy." dedi. Ben: "Vallahi korktu­ğum bu idi" deyip Rasülüİlah (s.a.v.)'in huzuruna geldim. Efendimiz tebessüm ederek: Müjdele Yâ Selman! Allah senden (gammını ve kederini) giderdi, buyurup sonrada bana:

«Ondan önce kendilerine kitap verilenlerde işte ona inamyolar." (Kasas suresi ayet 42) ayetinden başlayıp "îşte onlar sevapları iki katlanarak verilenlerdir." (kasas 45) ayetine kadar okudu.

Dedimki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki (o papaz) ar­kadaşımı "Ben o peygambere yetişipte bana kendimi ateşe atmamı emretseydi. Hiç tereddüt etmeden kendimi ateşe atardım" (O gerçek­ten başka bir söz sövlemeyen sadece hakkı emreden bir peygamber­dir) derken duydum.[262]

Bu hadis münker ve garib bir hadis olup bundan önceki daha sa­hihtir. Bu haberi râvî Mesleme tek başına rivayet etmiştir. (Bu konu­da nakil yapanların anlatmadığı şeyleri söylemiştir.) Buna rağmen Mesleme b. Alkame el-Mâzinî, Müslim'in hüccet kabul ettiği bir râ-vidir. Yahya b. Maîn onu sika sayarken Ahmed b. Hanbel ise zayıf saymıştır. Bunu Buhârî'nin Şeyhi Kays b. Hafs ed-Dârâmî de ondan nakletmiştir.

Abdullah b. Abdi'l Kuddus anlatıyor: Bize Ubeyd el-Müketteb Ebû't Tufeyl yoluyla Selman (r.a.) in şöyle dediğini haber verdi.:

-Ben Cey halkından idim. Köy halkımız benekli renkteki atlara tapan bir kavim idi. Ben onların doğru yolda olmadığını biliyordum. Bana: "Senin aradığın din batıdadır" denildi. Bende çıkıp Musul şeh­rine geldim. Orada yaşayan en hayırlı insanın nerede olduğunu sor­dum. Bana Zaviyesinde ibadet eden bir adam gösterdiler...

Abdullah b. Abdi'l Kuddus hadisi yukarda geçen kıssaya benzer şekilde devamını anlattı. Yine Taberâni'de bu hadisi aynı isnadla nakleder ve sonunda şu ilaveyi yapar:

-Ben o zaman sahibim olan yahudiye "Benim (hürriyetimi) bana sat! " dedim. Yahudi de: "Bana yüz tane hurma dikeceksin. Onlar bi-tincede çekirdekleri ağırlığında altın getirirsin" dedi. Bende Rasülül-lah'a gelip haber verdim Efendimiz de:

"İstediği şeylere karşı kendi hürreyetini al. Banada hur­maları suladığın (kuyu) ırmaktan bir kova su getir" buyurdu. (Onu getirince) Efendimiz bana dûâ etti. Sonra hurmaları o su ile suladım. Vallahi yüz hurma dikmiştim, ki hiç biride boşa gitmeyip bittiler Ra-sülüllah (s.a.v.)e gelip "Hurmaların bittiğini haber verdim. Efendimiz bana bir altın parçası verdi. Altını götürüp terazinin bir kefesine koydum diğer tarafada çekirdekleri koydum. Vallahi altın (Kefesi) yerden kalkmadı bile. Sonra Rasülullah'a gelip durumu haber verdim­de beni âzâd ettirdi.[263]

Ali b. Asım, Hatem b. Ebi Sağira- Simâk b. Harb aracılığıyla Ze-yd b. Savhân dan naklederki: "Küfe halkından Zeyd b. Savhân'm dostu olan iki kişi varmış. Bir gün Selmân (r.a.)'in kissanını anlati-vermesi için Zeyd e gelmişler. Selman'ın İslama girişini merak etmiş ler Zeyd ile Beraber kalkıp o zaman Medayin Şehrinde emir olan Selmân (r.a.)a gelmişler. Onu bir kürsinin üstüne oturmuş hurma ağacı fışkınlarını yararken bulmuşlar. Derki: Selam verip oturduk. Zeyd ona: "Yâ Ebâ Abdillah! Şu iki kişi benim dostlarımdır. Onların bir kardeşi var. Onlar senin ilk önce İslâm'a giriş hikayeni duymak isterler" dedi. Selman(r.a.) ta anlatmaya başladı.

-Ben Râmerhürmüz şehrinden yetim bir çocuktum. Râmehürmüz muhtarının oğlu ilim öğrenmeye bir muallime gider idi. Bende onun himayesinde olmak için ona katıldım. Benim büyüğüm bir kardeşim vardı. O kendine yetecek dercede zengin ben ise fakir bir çocuktum. Meclisinden kalktımı etrafındaki muhafızları dağılırdı. Onlar dağılın­ca yüzünü örtüsüyle bürür sonra tanınmıyacak bir halde çıkardı. Ona: "Niye beni beraberinde götürmüyorsun?" dedim. "Sen daha ço­cuksun. Senden bir şeylerin açığa çıkmasından korkarım" dedi. "Korkma'1 dedim. Bunun üzerine bana:

-Şu dağdaki bir Bırtıl (Zaviye tekke)da bir kavim var. Kendileri­ne has bir ibâdetleri olup bizim ateşe taptığımız ve dinsiz olduğumu­zu iddia ediyorlar. Sana izin alırım, deyip bana izin almış. Sonra ba­na randevumu belirtip: "Şu saatte oraya git, ama seni kimse bilme­sin. Eğer babam onları bilecek olursa onları öldürür" dedi. Yanlarına çıktık.

Ravi Ali b. Asım devamla derki: Sanıyorum onların altı yada yedi kişi olduğunu söyledi. Çok ibâdet etmeleri sebebiyle sanki ruh­ları çıkmış gibiydiler. Gündüz oruçlu geceleri ibâdetti, ağaçlardan bu­labildikleri meyvelerle ve ellerine geçen şeyleri yiyorlardı. Onların yanında oturduk.

Ravi  hadisi  bütün  uzunluğuyla naklediyor.[264] Bu kısımda şunlar vardı.

-Kiral onların farkına vardı. Onlarda orayı terkettiler. Selman da onlara katılıp, Musul'a geldiler. Orada Selman gerçek kitab ehlinin hayatta kalanlarlından bir âbide rastladı. Onun İbâdetinden ve perhizinden onunla Kudüs'e kadar gidişinden, orada bir kötürüm görüp onu iyileştiğini anlattı.

-Ailesine çabucak ulaşması için kötürümü eşeğine bindirdim. Bu arada papaz arkadaşım benden uzaklaşıp gitti. Peşine düştümsede onu bulamadım. Beni, Kelb kabilesinden bir takım adamlar ele geçir­di ve sattılar. Beni Ensar'dan bir kadın satın aldı ve bahçesine bah­çıvan yaptı. Bu arada Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldi ve Ebû Be­kir beni alıp âzâd etti.[265]

Bu hadis Mesleme el Müzenî'nin hadisine benziyor. Çünkü her iki hadisin rivayeti de Simak b. Harbe dönüp geliyor. Ama bu rivayeti Simak, Zeyd b. Savhâne'den nakleder ki bu o zaman Münkatı bir sened olur.  Çünkü Simak, Zeyd'e  yetişmemişitir. Öbür Ravî Ali b. Asım'da çok yanılan zayıf biridir. Allah daha iyi bilir.

Amr el-Ankazî anlatır: Bize İsrail- Ebû İshak- Ebû Kurrâ el-Kindî aracılığıyla Selmân (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır.

Beraberimdeki iki çocukla gider gelirdim. Geri dönerken bu iki çocuk bir rahibin (yada keşisin) yanına girerlerdi. Bir gün bende on­larla onun yanına girdim. Rahib onlara "Ben size yanıma kimseyi sokmayı yasaklamadım mı?" diye azarladı. Ama ben gidip gelmeye devam edip onun yanında ikisinden de daha sevimli hale geldim. Ba­na: "Yâ Selmân! ben bu topraklardan çıkmak istiyorum." dedi. "Se­ninle beraberim" diye cevap verdim. Bir köye gelince konakladı. Ona gelip giden bir kadın vardı. Ölüm gelip bu rahibe çatınca bana "Baş imin yanını kaz" dedi. Bende kazınca oradaki gömülmüş bulunan dir­hemleri çıkarttım. Bana: "bunları göksümün üzerine koy" deyip ken­dide göksüne vurmaya ve "Yazıklar olsun kendi için mal toplayanla­ra" demeye başladı. Adam öldü. Keşişler ve Ruhbanlar toplandılar Ben bu malı alıp gitmeyi içimden geçirdimsede, Allah beni korudu. Rahiblere "bu adam mal bıraktı" deyince köyün gençleri sıçrayıp "bu mal babamızındı. Babamızın cariyesi bu rahibe gelir giderdi." dediler.

Ben papazlara: "Ey Keşiş ve Rahib topluluğu! Beraber kalabilece­ğimiz bir âlimi gösteriverin bana" dedim. Onlar da: "Biz Hımıstakin-den daha âlim bir rahib bilmiyoruz" dediler. Bende,doğru ona geldlim. Bana: "Sen sadece ilim aramaya geldin" dedi. "Evet" dedim. O da: "Bende her sene bu ay Kudüs'e gelen bir zâttan daha âlim birini bil­miyorum" dedi. Yola koyulup onun eşeğini Beyt-i makdisin kapısında duruyor buldum. Çıkıncaya kadar bekledim. Çıkınca hikayemi anlat­tım. Bana "Ben yanına gelinceye kadar sen burada otur." deyip gitti ve gelecek yıla kadar gelmedi. Ertesi yıl gelince "Sen halâ buradamı-sın?" dedi. "Evet" dedim. O da, "Bende yeryüzünde Teymâ mıntıka­sında çıkacak olan bir zattan daha âlim birini bilmiyorum. O bir Peygamberdir. Bu vakitte Onun gelme zamanıdır. Eğer şimdi sen gi-dipte ararsan ona rastlarsın. Onda üç alâmet var.

1- Peyğamberlik mühürü,

2- Sadaka yemez,

3- Hediye edilenden yer..... Ravi hadisin gerisini yukardakiler gibi anlatıyor,...[266]

İbni Lehiy'a, Yezid b. Ebi Habib- Es-Selem b. es-Salt - Ebû't Tufeyl isnadıyla Selman (r.a)'ın şöyle dediğini anlatır.:

-Ben İsfahan'daki Cey köyünden bir adamdım. İnsanların sözler­inden sakınan bir adama gelip "hangi din daha iyi" diye sordum. O da "Musul'daki bir rahibden başkasını bilmiyorum" dedi. Ona git­tim......

İbni Lühey'a hadisin gerisini anlatır ki orada şunîarda vardır:

"Ben Hicazlı birine geldim ve "Beni Medine'ye götür'1 dedim. "Ne verirsin!" dedi. "Ben sana köle olayım" dedim. Medine'ye geldiğimde beni hurmalığına köle işçi yaptı. Ben devenin su taşıdığı gibi su ta şıyordum. Hatta bundan dolayı göksüm ve sırtım yağır olduydu. Dili­mi anlayan birini bulamamıştım. Bir gün su çekmeye iranlı bir koca­karı geldi. Ona:

-Şu çıkacak adam (peygamber) nerede! dedim. Bana yerini gös­terdi. Bende hurma toplayıp geldim ve ona takdim ettim...... [267]

 

Peygamberliğin Başlaması

 

Zührî, Urve yolu ile Hz. Âişe validemizin şöyle dediğini nakle­diyor.

-Vahiy (çeşitlerinden) Peygambere ilk gelmeye başlayan $ey "Sâ­dık rü'ya" idi. Sonra Peygambere yalnızlık sevdirildi. Artık Hira ma­ğarasına gelip orada (geceleyin sayısı belli bir şekilde) İbâdet ediyor­du. Bu ibadetini yapacak zaman için yanına azık alıyordu. Sonra (bunlar tamamlanınca) Hz. Hatice'nin yanına dönüp tekrar aynı şekilde aziklanıyordu ki nihayet o Hira Mağarasında iken Hak kendi­ne gelmişti.

Melek kendine gelip "oku" demişti. İşte peygamber (s.a.v.) bunu anlatarak derki; "ben okuma bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine me­lek beni yakalayıp öyle bir sıktıki takatim tükendi. Sonra beni bıra­kıverdi ve "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" dedim. İkinci kere beni tutup tekrar Öyle sıktığı canıma tak etti. Sonra salıverdi. "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem" dedim. Beni tutup üçüncü kere öyle^ sıktıki ca­nıma tak etti sonra beni bırakıp   "Seni yaratan rabbinin adıyla oku!" ayetinden başlayıpta "İnsana bilmediğini öğretti." (Alak suresi 1-5) ayetine kadar okudu.

Hz. Aişe devamla derki: Bunun üzerine Peygamber yüreği çarpa­rak geri döndü. Doğruca Hz. Hatice'nin yanına girdi ve ona; "beni örtün" dedi. Onun Üzerini bürüdülerde nihayet korkusu geçince:

"Yâ Hatice! Bana ne oluyor?" diyerek olanları anlattı ve "Nefsim için korkaladım" dedi. Hz. Hatice ona:

"Öyle değil! Vallahi Allah seni asla rüsvay etmez. Çünkü sen akrabaları gözetir, sözü doğru söyler, (zayıfların üzerinden) yükü kaldırır, malı olmayana mal kazanıverirsin. Misafiri ağırlar, Hak ola­rak gelen musibete uğramışlara yardım edersin" dedi.

Sonra Hatice onu amcası oğlu Varaka b. Nevfel b. Emsed b. Abdil Uzzâ'ya götürdü. Varaka Cahiliye döneminde Hiristyanlaşmış, arab hattını yazabilen biri idi. Arabca olarak İncil'den Alîahın diledi­ği kadar yazmıştı. Artık gözleri kör olmuş yaşlı birisiydi. Hz. Hatice ona:

-Amca oğlundan (olanları) bir dinle! dedi. Bunun üzerine Varaka:

-Kardeşim oğlu! ne gördün! deyince gördüklerini ona haber verdi. Varaka da:

"İşte bu gördüğün Musa'ya da gönderilen Nâmûs (da denen Ceb­rail) idi, Ah keşke kavmin seni yurdundan çıkarırken genç bir yiğit olaydım, keşke sağ olaydım," dedi. Rasulullah (s.a.v.) de "Onlar beni çıkaracakmı" diye hayretle sordu. Varaka:

-Evet! Senin getirdiğin gibi bir şeyle gelipte eziyet olunmayan hiç kimse olmamıştır. Senin geliş günün bana erişirse sana olanca gücümle yardım ederim dedi.: Sonra fazla geçmeden Varaka vefat etti.[268]

 Tirmizî Ebû Mûsâ el-Ensârî, Yûnus b. Bükeyr, Osman b. Abdür-rahman, Zührî, Urve aracılığı ile Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediyor:

-Nebi (s.a.v.)'e Varaka hakkında soru sorulmuş, Hz. Hatice Efen­dimize "Yâ Rasulullah! O seni tasdik ediyordu, O senin peygamber olarak ortaya çıkışından önce öldü (durumu ne olacak)" demişti. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

üUs "Onu rüyamda üzerinde beyaz elbiseyle gördüm. Eğer o Cehennem ehlinden olmuş olsaydı üzerinde mutlaka bundan başka bir elbise olurdu.[269]

Urve'nin mürsel olarak yaptığı bir rivayttede, Rasulullah (s.a.v.) "Varaka için bir yada iki bahçe (cennette) gördüm," buyurmuştur.[270]

"K     Zühri, Urve aracılılğıyla Hz. Aişe (r.a.)'dan şöyle anlatığmı nak­leder:

Vahiy bir müddet kesildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) çok üzüldü. Kaç defa kendini atmak üzere dağların başına gitti. Kendini atmak üzere dağın zirvsine çıktığında kendisine Cebrail görünerek: "Yâ Muhammedi Sen gerçekten Allahın Rasûlüsün" der böylece gö­nül sıkıntısı sakinleşir ve gözleri aydın olarak geri dönerdi. Vahiyin gelmesi uzun süre kesilince yine yollara düşüp dağın zirvesine varın­ca Cebrail görünüp ona aynı sözleri tekrarlıyordu, Bunu İmam Ah-med Müsnedinde Buharı de sahihinde anlatır.[271]

K   Hişam b. Hassan, İkrime yoluyla İbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği anlatır:

-Rasulullah kırk yaşlarında peygamber olarak gönderildi. Mekke' de on üç sene kendine vahiy gelerek eğleşti. Sonra hicretle emroldu. On yıl muhacir olarak kaldı. Altmış Üç yaşındayken Öldü. Haberi Buhâri anlatmıştır.[272]

Yayha b.  Said  el Ensari'nin rivayetine göre Said b.  Müseyyeb "Rasûlullah'a kırk Üç yaşındayken Kur'an indirildi. On yıl Mekke'de, on yılda Medine'de kaldı" demektir.[273]

  Muhammed b. Ebî Adiy- Dâvûd b. Ebî Hind aracılığıyla Şa'bî'nin şöyle söylediğini nakleder:

"Efendimize peygamberlik kırk yaşlarında geldi. Üç yıl peygam­berliğini ona İsrafil getirirdi. Ona birkaç kelimeyle bazı şeyleri öğre­tirdi. Henüz Kur'an inmemişti. Üç yıl böylece geçince onun peygam­berlik işine Cebraîl vekalete başladı. Kur'an onun diline yirmi yıl in­di. Altmış Uç yaşında vefat etti.[274]

Bize Ebû'l Meali el~Ebrukûhî, AbdÜ'I Kavi b. el-Cebbâb - Abdul­lah b. Rifâa - Ali b. Hasen el Hulaî - Ebû Muhammed b. En Nahhâs-Abdullah b. el-Vered- Abdürrahim b. Abdullah el-Berkıyy- Abdülme-lik b. Hişâm- Ziyad b. Abdullah el-Bekkâİ- isnadıyla jbni İshak'ın şöyle dediğini rivayet eder.

Peygamberliğin gelme zamanı yaklaşıpta henüz Efendimiz (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce Yahudi âlimleri, Hıristiyan pa-pazlarıyla arab kâhinleri Muhammed (s.a.v.)'in (beklenilen) Peygam­berliği hususunda konuşup bahsederlerdi. Kitab ehli Efendimizin sıfa­tına geleceği devrin niteliğine dair kendi din kitaplarında buldukları şeylerle ve kendi payğamberlerinin Efendimiz hakkında anlattığı şey­lerle ondan bahsederlerdi. Arab Kâhinlerine ise Şeytanlar (gökteki meleklerin birbirine verdikleri haberlerden) kulak hırsızlığı yoluyla edindikleri bilgileri ve bu sıradak bunları dinleme imkânının alınıp  (yıldız süyülmesi ile) ateşe tutuldukları bilgileri getirirlerdi. İşte bu sırada bunları dinleme imkanının alınıp (yıldız süyülmesi ile) ateş yağmuruna tutulmaya başlayıp gökten bilgi calamaz oldular. Bu ko­nuda Allah (c.c.) (Cin suresi ayet 9'da):

"Ve biz gökyüzünü dinlemeye mahsus olan yerlerinde oturur (Gayb haberlerini dinleme hırsırhğı yapar) idik. Artık şimdi kim (Bu haberleri) dinlemek istese ve (göğe çıksa) kendini gözetleyen bir alev buluyor (dediler)." buyuruyor.

Cinniler Nebi (s.av.)'den Kuranı dinledikleri vakit bunun daha önce dinlemekten alakonuldukları şey olduğunu anlamışlardı. Tâki Vahiy gökten gelmiş olan bir takım haberlerle karışarak bu husususta bir müşkil ortaya çıkmasın. Cinler iman edip Efendimizi doğruladir ve birer korkutucu olma vazifesini icra için kendi topluluklarına döndüler.[275]

Yakub b. Utbe'den nakledildiğine göre: "Yıldız atılması ile korku­tulan ilk arab kavminin Sakifîler olduğu ve açabın en dâhisi olan Amr b. Ümeyye'ye gelip "ne olduğunu gördünmü!" dediklerinde "Evet! Bir gözetleyin bakalım. Eğer bu atılan yıldızlar, kendileri ile yağmu­run yağıp yağmayacağı belli olan insanlara yol gösteren gökteki meşhur (Süreyya, Şafak, kutup v.b.) Yıldızlar ise vallahi bu dünyanın dürülüp ahalisinin yok olması demektir. Eğer diğer yıldızlarsa ve hâ-lafatıîdıktan sonra sönmeyip) yerinde duruyorsa işte bu, Allah'ın bu halka kendi ile yapmayı arzu ettiği bir şey demektir" diye cevap ver­diği kendisine ulaşmış.[276]

Derim ki: Ya'kub'un bu hadisini Husayn'da Şa'bî'den rivayet eder. Ancak orada şöyle der: "Bunun üzerine Abdi Yaleyl b. Amr es-Saka-fi'ye geldiler. O vakit o, kör olmuştu''.[277]

Senedi çok zayıf bir sürü hadiste geçtiğine göre, bir çok kâhine bazı cinler secfli ve recezli içinde "Efendimizin peygamberliği ve bu konuda Cinlerin dinledikleri" hadisesini haber vermişlerdir.

(Zehebî'den) İbni İshak'a ulaşan bir senedde İbni İshak derki: Ba­na Asım b. Ömer b. Katâde kendi kavminden bir takım adamların şöyle dediğini anlattı:

Allah'ın rahmet ve hidayeti yanıbaşında bizi İslama da'vet eden şeylerden biride şu idi. "Bizler putperest olup kendileri kitab ehli olan yahudilerden bazı şeyler duyardık. Aramızdaki şer ve anarşi sü­rüp gidiyordu. Biz kendi lehimize onlardan bir şey elde ettikmi. Şim­di gönderilecek olan peygamberin gelmesi yaklaştı. Onunla birlikte sizi Âd ve İrem halkının öldürüldüğü gibi Öldüreceğiz derlerdi." Bu sözü onlardan çok kere duymuştuk. Allah, Peygamberini gönderdiğin­de onun da'vetine derhal icabet edip onun yahudilerin bizi kendi ile tehdit ettikleri zat olduğunu anlamıştık. Derhal yanına koştuk ve iman ettik Yahudilerse onu inkâr ettiler. İşte bu hususta: Allanın (Bakara 89):

"Nihayet Allah katından kendi yanlanndakini tasdik edici bir ki­tap geldiğinde- daha önce kâfir olanlara karşı (Allahtan) zafer isteyip dururlarken - kendi tanıdıkları kendilerine gelince onu inkâr ediverdiler. Allanın La'neti yalancılara olsun" ayeti celilesi indirildi.[278]

(İbni İshak devamla derki) Bana Salih b. İbrahim b. Abdirrahman b. Avf, Muhmmed b. Lebîd isnadıyla Seleme b. Seiâme'nin şöyle de­diğini anlattı:

Bizim Yahudî bir komşumuz vardı. Birgün o Abdi'l Eşhel oğulla­rına kadar geldi. Onların yaşça en küçüğü idim. Kıyamet, hesab amel terazisi, Cennet ve Cehennemden anlattı. Bunu ölüm sonrası dirilişe inanmayan putperest bir topluma anlatmıştı. Ona: "Ey falan! Yazı­klar olsun sen bu anlattıklarıyın olacağına insanların tekrar dirileceğine mi inanıyorsun!" dediler. "Evet" dedi. "Öyleyse delilin ne!" dedi­ler. "Bu topraklarda gönderilmiş olacak olan bir peygamberdir." diye­rek Mekke ve Yemen tarafına işaret etti. "Onu ne zaman göreceğiz?" dediler. Bana baktı. Ben küçüktüm.: "Eğer bu çocuk (ölmeyipte yaş ayarak) ömrünü tüketirse ona erişecektir " dedi. Vallahi pek fazla bir zaman geçmeden, daha o yahudi aramızda sağ iken Allah (c.c.) Mu-hammed'ini peygamber olarak gönderdi. Biz ona iman ettik. O ise İnad ve kıskançlıktan inkâr etti. "Yazık sana ey, Falan! Bize onun hakkında şu sözleri anlatan sen devimiydin?"' dedik te, "Tabi, ama bunun O olmaması gerekirdi" dedi.[279]

")£ İbni İshak anlatıyor: Bana Âsim b. Ömer, Benî Kureyzalı bir ih­tiyardan şöyle dediğini nakletti. Bana "Sen Salebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye, Esed b. Ubeydin ki bunlar cahiliye dönemlerindede sonra is­lam olduklarında da, Benî Kureyzâ'nın kardeşi olan Hedl oğulların­dan bir gurup idiler- nasıl İslam'a girdiklerini biliyormusun" dedi. "Hayır, Vallahi!" dedim. Şöyle anlattı: "Şam yahudilerinden İbni Hey-yibân adlı birisi İslam'ın gelişinden birkaç yıl önce bize gelmişti. Aramızda konakladı. Vallahi beş vaktini kılan ondan daha faziletli birini görmedim. Ülkemizde yağmur kıtlığı olduğu zaman bize sadaka vermemizi emreder ve yağmur duası yapardı. Vallahi yerimizden ay­rılmadan yağmurumuz yağardı. Bunu nîce kereler tekrarladı. Sonra ölüm döşeğine düştü. Ölmek üzere olduğunu anlayınca şöyle dedi:

- Ey Yahudî topluluğu! Beni mayalı ekmek ve şarabı (yada gölgeli ağaçlan) olan diyardan bu çıplak araziye neyin çıkardığını sanıyor­sunuz?

-Sen daha iyi bilirsin, dediler. O da:

- "Ben, gelme zamanı çok yaklaşmış olan, bir peygamberin çıkış ını umarak geldim. Bu ülke, onun göçüp konacağı yerdir. Ümid ediyordum ki, o peygamber gelirde bende ona tabi olurum. Onun za­manı size iyice yaklaştı. Ey Yahudî topluluğu. Ona uymakta kimseyi öne geçirmeyin. Çünkü O kendine muhalefet edenlerden kan akıtan, kadın  ve  çocukları  esir alan  bir peygamber olarak gönderilecektir.

Sakın bu, sizi ona gitmekten alakoymasın" dedi.:

Nihayet Muhammed (s.a.v.)e Peygamberlik gelipte Hayberi muha­sara ettiğinde henüz küçük yaşta bulunan bu çocuklar:

- "Ey Kureyza oğullan! Vallahi bu size İbni Heyyiban'm haberini bildirdiği peygamberdir." dediler, onlarda "O değil" dediler. Bunun üzerine bu gençler gelerek İslama girdiler. Kanlarını mallarını ve ahalîlerini korumuş oldular.[280]

Aynı isnadla İbni İshak şöyle anlatıyor:

- Hatice (r.a.) amcası oğlu Varaka'ya (O semavî kitapları okuyup hıristiyanİaşmış biriydi.) Meysere'nin kendisine bahsettiği Rahibin sözü ile iki meleğin onu gölgelediklerini anlattı. O da:

- "Yâ Hatice! Eğer bu dediklerin gerçekse, Muhammed bu Ümme­tin peygamberi olacaktır," dedi. O, bu ümmetin geliş zamanı gözlen­meye başlanan bir peygamberi olduğunu biliyordu. Varaka bu işin pek yavaş geldiğini görürde "Daha ne zaman!?" diye söylenirdi. Şu şiiri o bu sadedde söylemiştir:

Ben uzayıp giden bir endişe ve Haticenin üst üste yaptığı tavsife sebebiyle hatıralarıma dalmış duruyorken, birden bire göz yaşları bo salmaya başladı.

-Ey Hatice! Mekkeler[281] Vadisinde senin  anlattığın sözlerden Onun  geleceğini  gören  ümidimle,  benim  beklemem  gerçekten  çok uzadı gitti.

-Senin Ruhbanlardan biri olan Kass'ın sözlerinden verdiğin haber ile- ki sözünden geri dönmesini arzulamam.

-Muhammed (s.a.v.) yakında bir kavme lider olacak, kendine ga­lebe etmek isteyenlere hasım olacak.

-Ülkelerde Nurun aydınlığı görünecek. O nur İle halkın ızdırabi sakinleşecek.

-Onunla savaşanlar hüsrana, onunla sulh yapanlar ise hasmına gâlib gelecek...

-Ah ne olaydı, O sizde göründüğü zamanı görevdim, Ona katılan ilk insan ben olurdum.

-Eğer onlar sağ kalır, bende sağ kalırsam kâfirlerin feryat ve fi­gan etmesine yolaçan bir takım işler olacaktır....[282]

Süleyman b. Muâz ed-Dabbî, Simâk aracılılğıyla Câbir b. Semûra (r.a.) tan Efendimiz (s.a.v)in şöyle buyurduğunu anlatır:

Peygamber olarak ilk gönderildiğim gecelerde Mekke'de bana selam veren bir taş var­dı ki şimdi onun nerede olduğunu artık bilmiyorum". Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.[283]

Yahya b. Ebî Kesir alatıyor: Bize Ebû Seleme şöyle diyerek an­lattı:

-Cabir (r.a.)'a "Kur'an'ın ilk önce neresi" «Yâ Ey-yühe'l Müddessir», suresi mi yoksa «îkra' bismi Rabbike», sûresi mi önce indirildi?" diye sordumda, şöyle cevap ver­di:

-Size Peygamber (s.a.v.)'in bana anlattığı şeyi anlatayım mı?

Efendimiz buyurduki: "Hıra mağarasında bir ay kadar itikafta bulunup itikafımı tamamlayınca, inip vadiye girdim. Birde orada nida olundum. Önüme, arkama, sağıma, soluma bakındımsada hiç bir şey göremedim. Sonra gök yüzüne baktım. Birde ne göreyim O (Hiradaki melek) gökyüzünde bir taht üzerinde değilmi! Beni çok şiddetli bir ürperti sardı. Hatice'ye geldim. Ona söyledimde benim üzerimi örttü. Sonra üzerime su döktüler. Allah (c.c.) da orada:

"Ey bürünmüş olan Peygamber! Kalkta korkut!" sûresini inzal buyurdu.[284]

Zührî  de  Ebû   Seleme   yoluyla   Câbir  (r.a.)'tan   şöyle  nakleder. "Vahyin kesildiği devreyi Rasûlullah'tan şöyle anlatırken duydum. :

Ben yürüyorken birdenbire gökten bir ses işittim. Başımı kaldır­dım ki, bana Hıra'dan gelen melek, yer ile gök arasındaki bir kürside oturuyor. Onun korkusundan ayağa zor kalktım. Hemen geri döndüm. "beni örtün beni bürüyün" dedim. Bunun üzerine "Yâ eyyühel müd­dessir" sûresi tâ "verrucze fehcur" ayetine kadar indi. "Rucz putlar­dır."

Bu müttefekun aleyh bir hadistir. [285]İşte bu hadis-i Şerif "Yâ eyyühe'l müddessir" sûresinin birinci vahyin kesilişinden sonra ilk ge­len sûre; birinci vahyinde "İkra'bismi rabbike" oîduğu hususundaki kesin bir nass'tir. Böylece birinci vahiy Peygamberliği bildirmek ikinci vahiy de Risaleti haber vermek için olmuş olmaktadır.[286]

 

İlk İmân Eden Hz. Hatice  (R.A.) Izüddîn Ebu'l Hasen B. Eı-Esîr Derki:

 

-Müslüman âlimlerin icmaıyla sabittirki, "Allanın yarattığı kulla­rın ilk önce müsluman olanı Hatice (r.a.) dır. Bu konuda onu geçen ne erkek nede kadın olmuştur."[287]

Bu konuda Zührî, Katâde, Musa b. Ukbe, İbni İshak, Vâkidî, Sa-îd b Yahya el-Emevî ve diğer İslam tarihçileri: "Allah'a ve Rasülüne ilk iman edenler, Hatice, Ebû Bekr ve Ali dir" derler.[288]

Hassan b. Sabit ile bir gurup âlimde "ilk iman eden Ebû Bekir (r.a.) tır" derler.[289]

Bir çok âlimde "Aksine ilk iman eden Alidir" görüşündeler.[290]

İbni Abbas (r.a.)'tan: Bu ikisinde iki ayrı görüş vardır. Ama Sahih olan görüşe göre Ali (r.a.) 10 yaşındayken yada buna yakın bir çağ­dayken islam'a girdi, şeklinde nakledilir.[291]

O zaman Hz. Ali'nin "sekiz yaşında", "dokuz yaşında", "on iki yaşında" hatta "on beş yaşında" olduğu görüşleri varsada bunlar şaz görüşlerdir. Çünkü bizzat oğlu Muhammed, Ebû Ca'fer el-Bâkır, Ebû İshak es-Sübey'î ve diğerleri: "Ali (r.a.) altmış üç yaşında öldü" de­mektedirierki[292] bu da onun on yaşında müslüman olmasını gerektirir.

Hattâ SÜfyan b. Uyeyne Ca'feri Sadık aracılığıyla Caferin babasının, "Ali (r.a.) elli sekiz yaşında öldürüldü" dediğini nakleder.[293]

İbni İshak ise "Allah'a ilk îman eden kul AH (r.a.) tır. O vakit on yaşlanndaydı. Sonra Nebi (s.a.v.)in kölesi Zeyd, sonrada Ebû Bekir iman etti" demektedir.[294]

Zührî anlatıyor: Allah'a ilk iman eden kimse Hz. Hatice idi. Ra-sülü Ekrem Rabbinin Peygamberliğini almış evine dönmüştü. Yolda uğradığı ağaç ve kaya ne varsa kendini selamlıyordu. Haticenin yanına girince ona:

"Sana daha 'önce rüyamda görüp anlattığım şeyi anlatsam ne dersin. Çünkü Cebrail onu bana açıkça bildirdi. Onu Rabbim bana gönderdi." diye gördüğü Vahiy hadisesini anlattı. Bunun üzerine Ha­tice:

"Müjdelesene! Vallahi Allah sana ancak hayır yaptırır. Allah'tan sana geleni kabul et. Çünkü O haktır," deyip sonrada Utbe b. Ra-bia'nın kölesi olan Udâs'a gitti. Udâs Ninova halkından olan hiri-stiyan biriydi. Hatice (r.a.) O'na, "Bana gerçeği haber vermen için sana Allah'ı hatırlatırım Cebrâilin kim olduğuna dair bir bilgin var-mı?" deyince, Udâs "Kuddûs Kuddûs" dedi. Hatice de "Onun hakkın­da bildiklerini bana anlat" dedi. Udasta: "0,oAllah ile Peygamberler arasında elçi olan Emînullahtır.  Mûsâ ve İsâ (a.s.)'ların sahibidir." dedi. Hz. Hatice de onun yanından Varaka'nın yanına gitti............[295]

Zühri hadisin gerisini Önceki gibi anlatmıştır.[296]

Bu hadiseyi İbni Lehî'a da Ebu'l Esved aracılığıyla Urve b. Zü-beyr'den nakledip şu ilaveyi yapmıştır: "Cebrail bir pınar açıp oradan abdest aldı. Muhammed (s.a.v.) ona bakıyordu. Cebrail yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini yıkadı. Başını mesnetti, topuklara kadar ayaklarımda yıkayıp sonra fercine su serpip Beytullah'a doğru iki se-cede (iki rekat namaz) yaptı. Nebi (s.a.v.) de Cebrail'den gördüğü şeylerin aynısını tekrar etti".[297]

 

Peygamberlik Mu'cizeleri

 

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Abdü'l Melik b. Abdillah b. Ebi Sufyan b. EI-Alâ b. Câriye es-Sakafi ilim ehli bir kimseden naklederki: Allah (c.c.) Rasülünün kerametini ve ona pe­ygamberlik vermeyi murad ettiğinde, geçerken uğradığı her taş ve ağaç Rasûlullah'a secede ederdi. Rasülüllah (s.a.v.) her yıl bir ay hu­susi ibadet etmek üzere Hıra mağarasına çıkıyordu.[298]

Simak b. Harb de Ca'bir b. Semura (r.a.)'tan Efendimiz (s.a.v.)'in:

"Ben henüz pey­gamber olarak gönderilmeden önce Mekke'de bana selam veren bir taş tanıyordum"[299] dediğini naklederkî bunu Müslim rivayet etmiştir.

Velîd b. Ebî Sevr ve diğer âlimler İsmail es-Suddî - Abbâd b. Ab­dullah isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'tan şöyle anlatırlar:

-Rasülüllah (s.a.v.) ile Mekke de beraber idim. Rasûlullah Mek­ke'nin bir tarafına gitti. Ona rast gelen bütün ağaçlar ve dağlar "Es-selâmü aleyke Yâ Rasûlellah" diyorlardı.

Hadisi Tirmizî rivayet edip "bu garib bir hadistir" demiştir.[300]

Yusuf b. Yakup el-Kâdî anlatıyor. Bize Ebu'r Rebî, Ebû Muâviye, A'meş - Ebû SUfyan isnadıyla Enes b. Malik (r.a.) in şöyle dediğini haber verdi. Nebi (s.a.v.) Mekke'den çikıyorken Cebrail kendisine gel­di. Mekke halkı onu kana boyamışlardı. Cebrail "Sana ne oldu?" diye sordu. Nebi (s.a.v.) de "Şu insanlar beni kanla boyadılar, yapacaklarını yaptılar" dedi. Cebrail de: "Sana bir ayet göstermemi istermisin?" diye sorunca, Efendimiz (s.a.v.) "evet" buyurdu. O da "şu ağacı çağır" dedi. Efendimiz onu çağırınca ağaç toprağı yararak gelip Efendimizin önünde dikildi. Cebrail "Em-rette yerine dönsün" dedi.

-Efendimiz de "yerine dön!" buyurunca ağaç yerine döndü. Efen­dimiz (s.a.v.) Cebrail'e "bu kadarı bana yeter" buyurdu. Bu sahih bir hadistir.[301]

İbni İshak anlatıyor: Bana Vehb b. Keysan haber verdiki "ben Abdullah b. Zübeyr'i Ubeyd b. Umeyr b. Katâde el- Leysi'ye; "Ya U-beyd! Bize Rasülüllaha peygamberliğin ilk gelişi nasıl olduğunu Ce-brailin ona geldiği zamanki durumu anlat,"[302]  deyince onun şöyle dediğini işittim. Benimde bulunduğum O mecliste Ubeyd, Abdullah b. Zübeyr ve yanında bulunan insanlara şöyle anlattı:

-Rasûlullah (s.a.v.) her yıl bir ay Hıra da itikaf yapardı. Bu Ku-reyşin Câhiliye döneminde yaptıkları bir nevi itikaftı. Buradaki "Ta-hannüs" kelimesi "takva ve itaat" demektir.[303]

İbni İshak devamla derki: Rasülüllah (s.a.v.) her sene Hıra'da bu ibadetini yapar, miskinlerden kendine gelenlere yemek yedirirdi. Bir ay bu itikafını tamamladığında ilk işi Ka'beye gelip orayı tavaf et­mek olur, sonra da evine dönerdi. Nihayet Allah'ın kendisine ikram arzuladığı ay girince ki bu Ramazan ayı idi- Ailesiyle birlikte Hıra'ya çıktı. Allanın kendine Peygamberliği ikram ettiği gece gelip çatınca Cebrail ona Allah'ın emrini getirmişti. Bunu Efendimiz (s.a.v.) şöyle anlatıyor.

"Cebrail  ben  uyuyorken[304] içinde  kitap  bulunan  ipekli  bir pike (yada çarşaf)'tan yapma çantayı bana getirip oku!" dedi.

-Ne okuyayım? dedimde bunun üzerine beni öyle bir sıktiki ben nerdeyse bu (işin sonu) bir ölüm olacak sandım. Sonra beni bırakıp "Oku" dedi.

-Ben yine "ne okuyayım?" deyince öyle sıktıki bu bir ölüm ola­cak sandım. Sonra yine beni bırakıp "oku!" dedi. Ben:

-"Neyi Okuyayım" dedim. Bunu böyle söylemem onun bana yaptığını tekrar yapmasından sakınmak içindi. Bunun üzerine O:

«Rabbiyin adıyla oku» ayetini tâ «insana bilmediğini öğretti» (alak suresi 1-5) ayetine kadar okumamı (kendi okuyarak) söyledi. Bende onları okudum. Ardından o beni bı­raktı. Bende uykumdan uyandım. Sanki kalbimde bir kitap yazılmış gibi bir hal olmuştu.[305]

İşte bu haberin burasında ilaveli bir kısım varki onu Yunus b, Bükeyr, İbni İshak'tan şöyle rivayet eder: (Peygamber (s.a.v.) buyur-duki:)

Allahm yarattıkları şeyler arasında bana şâirlerle mecnûnlardan daha sevimsiz hiç bir şey yoktu. Öyleki onlara bakmaya bile taham­mül edemezdim, (kendimi kasdederek) En uzak şey, şâir yada mec­nûn olmak deyip sonra kendi kendime:

-Kureyş bu hadiseyi benim hakkımda asla anlatmaya muvaffak olamayacak. Yüce bir dağ zirvesine çıkıp oradan kendimi aşağı atar böylece bu sıkıntıdan kurtulurum, dedim.

Böylece yola çıktım, dağın ortasına varmıştımki, birden bire gök­ten "Yâ Muhammedi Sen Allah'ın RasûİÜsün. Bende Cebrâilim" diyen bir ses duydum. Başımı göğe kaldırdım. Birde ne göreyim! Cebrail bir insan suretinde ayaklarını semânın ufuklarında açmış vaziyette.

-Yâ Muhammed sen Allah Rasûlüsün, bende Cebrail'im dedi. Du­rup ona bakakaldım. Ne ileri ne geri gidiyordum. Gözümü ondan çe­virip gök yüzünün diğer ufuklarına dönderdim. Gök yüzünün neresine gözümü çevirsem onu oradada görüyordum. Ben hâlâ o halde dikilip duruyorken meğer Hatice de adamlarını beni aramaya göndermiş. Adamlar Mekke'nin en yüksek dağının tepesine kadar çıkıp (beni bu­lamayınca) Hatice'nin yanına geri dönmüşler. Ben ise hâlâ aynı yerimde duruyordum. Sonra Cebrail benden ayrıldı. Bende ailemin yanma gitmek üzere ayrıldım. Haticenin yanına gelip uyluğuna doğru yaslanarak oturdum. Hatice bana:

-Yâ Ebe'l Kasım! Neredeydin? Vallahi elçilerimi seni aramaya gönderdim; ta Mekke dağının tepesine kadar çıkıp geri geldiler, dedi.

Sonra ben gördüğüm hadiseyi ona anlattım. Bunun üzerine Hati­ce: «Müjdele ve gerçekleştir ey Amca oğlu![306] Hatice'nin canı elinde olan Zâta yemin olsunki ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümid ediyorum, dedi.»

Sonra Hatice kalkıp üzerine elbiselerini giyinip ardından Varaka b. Nevfel'e gitti. Varaka onun amca oğluydu. Ve daha Önce Hıristi­yanlaşmış olup kitap okumayı öğrenmişti. Hatice ona Nebi (s.a.v.)'in görüp duyduğu şeyi anlattığında, Varaka "Kuddûs, Kuddûs, Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederimki eğer doğru söylüyorsan Yâ Hati­ce! Ona gelmiş olan mutlaka Musa'ya da gelen Nâmus'u Ekberdir ve O mutlaka bu ümmetin Peygamberidir. Ona söylede bu melek gelince korkup çekilmesin yerinde dursun" dedi.[307]

Hatice (r.a.)'ta Efendimiz (s.a.v.)'in yanına geri dönüp Ona Vara­ka ntn söylediklerini anlattı.

Rasûlullah itikafmı tamamlayınca Ka'be'yi tavaf etti. Tavaf es­nasında kendisine Varaka rastladı ve: "Bana gördüğün ve işittiğin şeyi anlat" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) hadiseyi önada ha­ber verdi. Bunun üzerine Varaka:

"Nefsim elinde olan Zat'a yemin olsunki sen bu ümmetin Pey­gamberisin. Sana Musa'ya da gelmiş olan Cebrail gelmiştir. Elbette sen (kavmin tarafından) yalanlanacak, ezâ görecek, yurdundan çıka­rılacak ve onlarla savaşacaksın. Eğer ben o günlere yetişecek olur­sam sana Allah bilir nasıl yardım edeceğim," deyip sonrada Efendi-miz'in başını eğerek başının ortasından (beyin bıngıldağı yerinden) öptü. (sonra Efendimiz (s.a.v.) evine döndü.)[308]

Mûsâ b. Ukbe, Meğazî adlı eserinde derki: Bize ulaştığına göre Nebi (s.a.v.)'in Peygamberlik hususunda ilk karşılaştığı şey Allah'ın kendisine gösterdiği rüya oluyordu. Bu Nebi (s.a.v)'e pek ağır geliyor­du. Durumu Hatice (r.a.)'ya bildirdi. Allah (c.c.) Hz. Hatice'yi {yanlış yorumlamadan) muhafaza edip Risâleti tasdik etmeye gönlünü geniş letti de Efendimiz (s.a.v)e hitaben:

-Haydi müjdeni ver! dedi. Sonra Efendimiz(s.a.v.) Hatice'ye "Kendisini rüyasında göksünün yarıp, sonra iç organlarının çıkarıla­rak temizlenip yıkandığını ve eski şekli ile yerlerine iade edildiğini" gördüğünü haber verdi.

Bunun üzerine Hatice (r.a.) da "Vallahi bu hayırlı bir şey, haydi müjdelesene!" dedi. Daha sonra Efendimiz (s.a.v) Mekke'nin en yüksek dağında iken, Cebrail bu durumu açığa çıkararak Nebi (s.a. v.)'i güzel bir yere oturttu. Bu yer hakkında Nebi (s.a.v.):

"Cebrail beni içinde yakut ve mercan bulunan kadife gibi yumşak havlan olan bir

sergi üzerine oturttu." buyuruyordu. Cebrail orada Efendimize Allah (c.c.)'nün kendine gönderdiği peygamberlik müjdesini verdi. Nihayet Efendimiz tam tatmin olabildi.[309]

Bu kıssada geçen "Efendimizin göksünün yarılması" hadisesinin Onun küçükken başından geçen ameliyat hadisesini Haticeye haber vermiş olması ihtimali olduğu gibi "İkinci bir ameliyat" olmasıda muhtemeldir. Sonrada üçüncü defa Mi'râc'a götürülürken tekrar göksü yarılıp temizlenmiştir.

İbnü Bükeyr, İbni İshâk'tan Varaka'nın şu şiiri okuduğunu anlatır.

l- Yâ Hatice! Eğer anlattıkların doğru ise Ahmed peygamberdir.

2- Cebrail  ve  Mikâil  beraberinde göksü açan ve  kaynağı  gökte olan vahiy ile Allah'tan ona gelirler.

3- Onda bir tevbeyle kurtuluşa eren onunla zafere erer. Sapık, azgın ve alçaksa onunla eşkiya kesilir.

4- Emriyle rüzgârı estiren ve günlerde dilediğini yapan zatın sânı ne yüce!

5- Arşı  bütün  semaların  üzerinde  olan  ve  yaratıkları  hakkında koyduğu hükümleri değişikliğe uğramayan zatın şâni ne yücedir.[310]

İbni İshâk, İsmail b. Ebî Hukeym'in şöyle anlattığını söyler:

-Hatice Rasûlullah (s.a.v.)'e: "Amca oğlu! Sana gelen bu melek arkadaşın tekrar sana geldiğinde bana haber vermeye gücün yeterse bildir." deyince Nebi {s.a.v.) "Olur" buyurdu. Cebrail geldiği zaman Nebi (s.a.v.) "Yâ Hatice! İşte Cebrail! Onu görüyormusun?" buyurdu. O da "Ey Amca oğlu! Kalkta, sol uyluğumun üzerine otur?" ricasında bulundu. Efendimiz de kalkıp oraya oturunca Hatice: "Onu yine gö­rüyormusun?" diye sordu. "Evet" demesi üzerine Hatice, "Yer değiş tir! Şimdi sağ uyluğum üzerine otur." dedi. O (s.a.v.)'da onun sağ uyluğuna oturdu. Hatice "Onu yine görüyormusun?" diye sordu. "Evet" deyince "Öyleyse kucağıma otur" diye rica etti. Efendimiz de öyle yaptı. Bunun üzerine Hz. Hatice (r.a.) açılıp başından örtüsünü açtı; sonrada Efendimize "onu görebüiyormusun?" diye sordu. Nebi (s.a.v) "Hayır!" deyince O:

"Sabit ve kararlı ol ve müjdele! Vallahi o melâikedir. O şeytan değildir." dedi.[311]

İbni İshak derki: Ben bu hadisi (Hz. Ali'nin oğlu Hasan'in torunu olan) Abdullah b. Hasen'e anlattımda bana şöyle söyledi:

-Ben annem Fatıma bn. Hüseyn (b. AIi)'yi bu hâdiseyi Hz. Hatice'den naklettiğini işittim. Ancak annem bunu şöyle anlatmıştı.:

-Hatice (r.a.), Peygamber (s.a.v)'i kendisi İle iç gömleği arasına katmış işte Cebrail'de o zaman ayrılıp gitmiş. Bunun Üzerine Hatice (r.a.) "Bu şüphesiz melektir, asla şeytan değildir" demiş.[312]

 

İlk İnen Sûre

 

Ebû Salih, Leys- Akîl aracılığıyla İbni Şihâb-i Zührî'nin şöyle dediğini anlatır. Bana Muhammed b. Abbâd b. Ca'fer el- Mahzûmi' nin haber verdiğine göre, o kendi âlimlerinden birini şöyle derken iş itmiş:

-Allah'ın, Peygamberine indirdiği ilk sûre "lkra' bismi Rabbike' llezî halaq" ayetinden başlayıp "Mâ'lem ya'lerrTe kadar devam eden (âlak sûresi)'nin ayetleridir. Alimler derlerki: İşte bu o sûrenin Hıra günü Rasülüllaha indirilmiş olan ilk yansıdır. Sûre'nin diğer yansıda daha sonra Allah (c.c.)'nün dilediği bir zamanda indirildi.[313]

 

Vahyin İlk Başladığı Ay

 

İbni İshak derki: Rasûl-ü Ekrem'e Kuran Ramazan ayında indi­rilmeye başladı. Allah(c.c): "ken­dinde Kurân'ın indirildiği Ramazan ayı" (Bakara 185) ve

"Biz O (Kur'ânı ) Kadir gecesi indirdik" Biz Onu Mübarek bir gecede indirdik" (Dühan 4) buyuruyor.[314]

Hz.  Ali'nin Müslüman Oluşu Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk'ın şöyle anlattığını haber veriyor:

-(Efendimiz Hıradan vadiye inipte Cebrail'i gördüğü zaman), Cibril ökçesini vadinin bir yerine vurduda oradan su fış kırdı. Cebrail ve Muhammed (s.a.v.) abdest aldılar. Sonra Cebrail iki rekâ't namaz kılıp göğe geri döndü. Efendimizde gözleri ışıl ışıl, surur içinde geri evine döndü. Hatice (r.a.)'nın elini tutup onuda o kaynağın başına getirdi. Kendisi tıpkı Cebrail gibi abdest aldı. (Haticeyede aldırdı.) sonra O ve Hatice iki rekat namaz kıldılar. Artık daha sonra Efendi­miz (s.a.v.) ve Hatice (r.a.) gizlice namaz kılıyorlardı. Sonra Ali (r.a.) bu olaydan birgün sonra yanlarına gelmiş ve ikisinide namaz kılar­ken bulmuştu. Ali: "Bu ne, Yâ Muhammed?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) de:

-İşte bu Allah'ın kendi zatı için seçtiği, kendi ile Peygamberler­ini gönderdiği dînidir. Ben seni tek olan Allah'a çağırır, Lât ve Uzza putlarını inkâra da'vet ederim, buyurdu. Bunun üzerine Ali (r.a.) da:

-Bu, bu güne kadar hiç duymadığım bir şey. Babam Ebû Tâlib ile konuşmadan bir işe karar verecek değilim, dedi.

Henüz din işinin Allah tarafından açıkça îlan emri gelmeden kendi sırrının aleyhine olarak ifşa edilmiş olacağı Rasulullah'ın hoş una gitmedi. Bunun için Ali'ye: "Yâ Ali! Müs­lüman olmazsan da bunu gizle" buyurdu. Ali o gece öylece kaldı. Sonra Allah (c.c.) onun kalbine İslâm duygusunu yerleştirdi. Sabah olunca doğruca Rasûlullâh'm yanına geldi, ve İslam'a girdi. Artık Ali Efendimize Ebû Talib'den korkarak geliyordu. İslama girdiğinide giz­lemekteydi.[315]

Bu arada Zeyd b. Harise (r.a.)'da müslüman oldu. İkiside takriben bir ay kadar durdular, Ali bu sırada Nebi (s.a.v.)'in yanına gidip geliyordu. Ali (r.a.)'ın İslam'dan önce Rasûlullah (s.a.v.)'in bakımında olmasıda kendi için Allah'ın lütfettiği ni'metlerden birisiydi.[316]

Seleme b.  Fadl, Muhammed b.  İshak'tan  şöyle nakleder: Bana İbni Ebî Necîh, Mücâhid'in şöyle dediğini haber verdi:

-Kureyş'e çok şiddetli bir kıtlık belâ olmuştu. Ebû Tâlib de çolu-ğu çocuğu çok kalabalık biriydi. Peygamberimiz (s.a.v.) amcası Ab-bas'a (ki O zengin biriydi): "Kardeşin Ebû Talib'in çoluk çocuğu kala­balık gördüğün kıtlıkta insanların başına bela oldu. Haydi gidelimde çoluk çocuğun yükünü hafif letiverelim" buyurdu. Böylece Nebi (s.a.v.) Ali'yi alıp onu kendi hâne halkına kattı. İşte AH (r.a.) henüz daha RasühıHah (s.a.v.)'in yanındayken Allah (c.c) Onu peygamber olarak vazifelendirdi de Ali de ona uyup İmân etti.[317]

Dırâverdî, Amr b. Abdillah aracılığıyla Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini anlatır: "Şüphesiz ilk İman eden Hz. Hatice idi. İlk İman eden iki erkekte Ebû Bekir ile Ali (r.a.) idiler. Ebû Bekir İslamı ilk açıklayan kimse olmuştur. Ali ise babasından çekindiği için İslam olduğunu gizliyordu. Nihayet birgün babası ona rastlamış ve "Müslüman oldun mu?" diye sormuştu. O da "evet deyince Ebû Tâlib de "öyleyse amca oğlun Muhammed (s.a.v.)'e sırtver (destek) ol ve ona yardım et" dedi.

Muhammed b.Ka'b derki: Ali, Ebû Bekirden önce müslüman olmuştu.[318] Yûnus, İbni İshak aracılığıyla Muhammed b. Abdirrahman b. Abdillah b. Husayn et-Temimi'den Rasülullah (s.a.v.)'in şöyle buyurdu­ğunu rivayet eder.

"İslam'a da'vet ettiğim herkesi ilk Önce bir irkilme bir tereddüt ve şüphe içinde gördüm. Ancak Ebû Bekir hariç. Zira O İslam'ı ken-dine arz ettiğimde ne gecikti nede onda tereddüt etti."[319]

İsrail'de îbni İshak yoluyla Ebû Meysere'den yaptığı nakle göre: Nebi (s.a.v.) şehir dışına çıktığı zaman, "Yâ Muhammedi" diye sesle­nen birini duyardı. Bu sesi duyduğu zaman korkarak geri döner gelir­di. Bu durumu sadece Ebû Bekir (r.a.)'a anlattı. Ebû Bekir O'nun Câhiliye dönemindede en yakın arkadaşıydı. [320]

 

İlk  Müslümanlar

 

İbni İshâk anlatıyor:

-İlim ehli biri anlatırki; RasUlullah (s.a.v.) namaz vakti geldiğin­de beraberinde Ali olduğu halde Mekke vadilerinden birine gider ve beraberce namaz kılarlar, akşam olunca geri dönerlerdi. Bir gün on­lar namazdayken Ebû Tâlib onlara rastlamış ve :

-Bu ne ey kardeşim oğlu! diye sormuştu. Efendimiz (s.a.v.) de:

-Ey Amcam! Bu Allah'ın meleklerinin, Peygamberlerinin ve İbra­him (a.s.)'m dinidir, Allah o din ile beni kullara elçi olarak gönderdi. İşte ey amca! Sen kendisine nasihata gayret ettiğim ve hidâyete ça­ğırdığım insanların arasında buna en layık olanısın. Benim da'vetimi kabul edip bana yardım etmeye en fazla senin hakkın var, buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Tâlib:                             ,

Ey Kardeşim oğlu! Ben babalarımın dininden ayrılmaya güç yeti-remem. Ama Vallahi ben sağ kaldıkça sevmediğin bir kötülük sana ulaşamaz, dedi. Ali'ye de sevmiyeceği bir laf etmedi. Bazı âlimlere göre Ebû Tâlib oğlu Ali'ye o zaman ''Muhammed seni ancak hayra götürür, onun peşini bırakma' demiş.[321]

 

Zeyd B. Harise

 

Daha sonra Rasûlullah'ın azatlısı olan Zeyd b. Harise (r.a.) müs-lüman oldu. İlk İsjâm'a giren ve Ali (r.a.)'tan sonra ilk namaz kılan erkek o olmuştur.[322]

Hakim b. Hızâm Şam'dan köleleri getirmişti. Halası olan Huveylid kızı Hatice'nin yanına girdi. Hatice'ye: "Şu kölelerden dilediğini al, senin olsun" demiş, Hz. Hatice Zeyd'i seçip almıştı. Peygamber (s.a.v.) Zeyd'i görünce "Onu kendisine bağışlamasını" istemiş, Hatice de Zeydi O'na vermişti. Peygamber (s.a.v.) de Zeyd'e hürriyetini ver­miş ve henüz Vahiy gelmeye başlamadan Onu kendine evlatlık edin­mişti. Daha sonra Zeyd'in babası Harise büyük bir öfke ve üzüntü ile çıka gelmişti. Nebî (s.a.v.) Zeyd'e "Dilersen yanımda kalırsın dilersen babanla beraber yurduna dönebilirsin" buyurdu. Ze-yd de "Ben seninle kalıyorum" dedi. Artık ona Zeyd b. Muhammed diye çağrılıyordu. Nihayet  "(oğulluklar) kendi Öz ba­balarının adlarıyla çağırın (Ahzab 5)" ayeti gelince O, "Ben Zeyd b. Hârise'yim" demişti.[323]

 

Ebû Bekr'in Yardımı İle İslam Olanlar

 

İbni İshâk anlatıyor. Ebû Bekir kavmi ile çok iyi ülfeti olan, se­vilen, yumuşak huylu biriydi. Kureyş kabilesinin en iyi nesebine mensuptu. İyi ahlakıyla tanınan bir tacirdi. İslama girince kendi ka­bilesinden güvendikleri kendine gelip giden kimseleri İslama da'vet etmeye başladı. Onun da'veti ile :

1- Osman

2- Zübeyir,

3- Abdürrahman b. Avf,

4- Talha b. Ubey-dullah,

5- Sa'd b. Ebî Vakkâs müslüman oldu. Ebû Bekir onları isla-ma girdiklerinde Nebi (s.a.v.)'e getirdi.

İşte şu adları geçen sekiz kişi ilk inanıp, namaz kılan ve Efendi­miz (s.a.v.)'i tasdik edenlerdir.[324]

Bundan sonra

1- Ebû Ubeyde Âmir b. Abdillah b. el- Cerrah el Fihri ,

2- Ebû Seleme Abdullah b. Abdü'l Esed b. Hilâl b. Abdillah el- Mahzûmi,

3- Erkam b. Ebi'l Erkam b. Esed b. Abdillah el-Mahz~ ümi,

4- Osman b. Maz'ûn el- Cümehî ile kardeşleri,

5- Kudâme

6- Abdullah,

7- Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdil Menâf el-Muttalibî,

8- Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Adevî

9- Karısı Fatı-ma bn. Hattab (ki Ömerin bacısıdır.)

10- Esma bn. Ebî Bekr

11- Habbâb b. el-Eratt,

12- Umeyr b. Ebî Vakkas,

13- Kardeşi Sa'd b. Ebî Vakkas,

14- Abdullah b. Mes'ût,

15- Suleyt b. Amr b, Abdi Şems el Âmiri

16- Kardeşi Hâtib b. Amr,

17- Ayyaş b. Ebî Rabia b. el-Muğire el- Mahzûmi

18- Karısı Esma, 19- Huneys b. Huzâfe Es Seh-mî,

20- Âmir b. Rabia,

21- Abdullah b. Cahş b. Riâb el-Esedî,

22- Ebû Ahmed b. Cahş b. Riâb,

23- Ca'fer b. Ebî Tâlib,

24- Kansı Esma bn. Umeys,

25- Hâtıb b. Haris el-Cumehi,

26- Kansi Faüma b. Mü~ cellef,

27- Hattab b. Haris el-Cumehi,

28- Kansı Fükeyhe bn. Yesâr,

29- Ma'mer b. Haris,

30- Sâib b. Osman h. Mazûn,

31- Muttalib b. Ezher b. Abdi Avf el-Adevi ez Zuhrî,

32- Karısı Ramle bn. Ebî Avf,

33- En-Nahhâm lakabH Nûaym b.  Abdillah b.  Esed  el-Adevî,

34- Âmir b. Füheyr (Ebî Bekrin Kölesi),

35- Hâlid b. Said b. el Âs b. Ümeyye,

36- Ümeyme b. Halef,

37- Hatıb b. Amr,

38- Ebû Huzeyfe Mehşem b, Utbe b. Rabiâ,

39- Vâkid b. Abdillah,

40- Halid b. Büke­yr,

41- Amir b. Bükeyr,

42- Akıl b. Bükeyr,

43- İyâs b. Bükeyr,

44- Ammâr b. Yasir,

45- Suheyb b. Sinan en Nemerî.[325]

Muhammed b. Ömer el-Vâkidî, İbrahim b. Muhammed b. Talha isnadıyla Talha b. Ubeydullah'ın şöyle dediğini anlatıyor:

-Busrâ Şehrinin panayırına gitmiştim. Birde ne göreyim papazın birisi manastırında "Pazara gelen halka bir sorun bakalım içlerinde Harem halkından kimse varmıymış?" diyordu. Ben "Evet ben varım" dedim. Papazda: "Ahmed zuhur ettimi?" dedi. Ben "Ahmed de kim?" dedim. O da; "Ahmed b. Abdillah, b. Abdi'l Muttalib"tir. İşte bu ay onun  geleceği  aydv.  O Peygamberlerin  sonuncusudur.  Çıkacağı  yer Harem (Kabe) olup, göçeceği yer hurmalık, kara taşlık ve çorak bir yer olacaktır. Ona katılmada sakın geçilmemeye dikkat et" dedi. Tal­ha derki:

-Kalbime bir şey düştü, derhal Mekke'ye döndüm ve "Yeni bir şey oldu mu?" diye sordum. "Evet, Muhmmed b. Abdillah Peygamber olduğunu ilan etti, Ebû Kuhâfe oğlu (Ebû Bekir) de ona tâbi oldu" dediler. Ben Ebû Bekrin yanına girdim ve "Şu zâta tabi oldun mu?" dedim. "Evet, yürü varda sende ona tâbi ol!" dedi.

Talha ona Rahibin dediğini haber verdi. Ebû Bekir de Talha'yi alıp Nebi (s.a.v.)'in yanına girdiler. Böylece Talha müslüman olup du­rumu Rasûl'Ü Ekrem'e de anlattı.

Ebû Bekir ile Talha İslama girdiklerinde Nevfel b. Huveylid b. el Adeviyye denen herif ikisinide yakalayıp bir ipe bağlamıştı. Teym oğullan onları konamamıştı. Bu Nevfel "Kureyş aslanı" diye tanınırdı. Bu olay sebebiyle Ebû Bekir ile Talha'ya "Karineyn" diye ad veril­miştir.[326]

İsmail b. Mucâlid, Beyan b. Bişr, Vebera (b. Abdirrahman) isnâdıyla Hemmam'm şöyle dediğini anlatır: «Ammar b. Yâsir'i şöyle derken işittim: "Rasülüllah (s.a.v.)i (Peygamberliğin ilk yıllarında) görmüştüm. Beraberinde beş köle iki kadın ve Ebû Bekirden başka hiç kimse yoktu.[327]

Derimki: Ammar (r.a.) burada Ali'yi anmıyor. Çünkü O on yaşla­rında bir çocuktu. Abbâs b. Salim ile Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Ümâ me yolu ile Amr b. Abese (r.a.)'den şöyle dediğini nakleder:

-Henüz Da'vetini gizli yoptığı dönemde RasüIUMah (s.a.v.)'e gelip: "Sen kimsin?" dedim. "Peygamberim" buyurdu. "Peygamber ne?" de­dim "Allanın elçisidir" buyurdu. "Seni AMah mı gönderdi?" dedim "Evet" buyurdu. "Ne ile gönderdi?" dedim. 'Allah'a tapmak, putları kırmak ve akrabalık bağlarını pekiştirmekle" buyurdu. Ben; "Senin kendisiyle gönderildiğin şey ne güzel! Sana kim uyuyor?" dedim "kö­le ve hür (herkes)" diyerek Ebû Bekir ve Bilal'ı kasdetti.

Amr diyorki. "Ben kendimi İslam'a giren dört kişinin dördüncüsü olduğumu gördüm ve teslim olup '"Yâ Rasülüllah! Sana tabi oluyo­rum" dedim. Rasülü Ekrem (s.a.v.) de:

Şimdi ol­maz! Ama şimdi kavmiyin yanına dön. Benim Peygamberliği ilan et­tiğimi duyunca gelip bana tabi ol, buyurdu.[328]

Hâşim b. Hâşim, Said b. Müseyyeb'ten Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)ı şöyle derken işittiğini haber veriyor:

-Ben yedi gün durdum. Şüphesiz o zaman ben İslam'ın (müslü-manların) üçte biri idim. Bunu, Buharı rivayet etmiştir.[329]

Asım, Zerr isnadı ile Zaide b. Abdullah'dan (b. Mes'ûd (r.a.)) şöy­le dediğini rivayet eder:

-Müslüman   olduğunu  ilk  açıklayan   yedi  kişidir.  1-Nebi  (s.a.v.) 2-Ebû  Bekir,  3- Ammâr 4- Annesi  Sümeyye,  5  Suheyb  6- Bilâl,7 Miktad. Ancak Yahyâ b. Ebî Kesrîr bu haberi nakilde tek kalmıştır.[330]

İsmail b. Ebî Hâlid, Kays aracılığıyla Said b. Zeyd'in şöyle dedi­ğini rivayet eder: "Vallahi ben Ömer tarafından kendimi ve kız kar­deşini Ömer'in İslam oluşundan önce İslam'dan döndürmek için dire­ğe bağlandığım devreyi bile görmüştüm. Sizin Osman'a yaptığınız şu zulümden dolayı Unut dağı yerinden ayrılıp gitseydi bu ayrılış ger­çekten haklı bir iş olurdu." Hadis'i Buharı rivayet etmiştir.[331]

Ebû-Davud-u-Tayâlisi (Müsned)'inde, Hammâd b. Seleme- Asım (b. Ebî Necved) Zirr (b. Hubeyş) isnadı ile Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)' m şöyle dediğini haber verdi:

-Ben yetişkin bir delikanlı olup Mekke'de Ukbe b. Ebî Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebû Bekir yanıma gel­diler. Müşriklerden kaçmışlardı. Bana "Ey genç! Bize içirebilecek sü­tün varmı?" dediler. Bende; "Ben emanetçiyim. Size içiremem" dedim Onlar; "Peki sende koça gelmeyecek yaşta oğlak varmı?" dediler. Bende "Evet" deyip oğlağı onlara getiriverdim. Ebû Bekir oğlağı tut­tu. Nebi (s.a.v.) de oğlağın memesini tutup dûâ etti. Oğlağın göksü birden bire sütle doldu. Ebû Bekir (r.a.) içi çukur bir kaya parçası getirdi. Efendimiz de içine sağdı. Sonra İkiside içip banada içirdiler. Sonra (s.a.v.) davarın göksüne hitaben; "Sütün çekilsin" dedide sütü kuruyuverdi. Daha sonra ben Rasûlullah (s.a.v.)e gelip Kur'âni kas-dederek, "Şu güzel sözlerden banada öğret" dedim. Rasûluîlah (s.a.v.) de:

"Sen eğitime kabul edilmiş bir gençsin" buyurdu. Ben Rasûlullah'ın ağzından yetmiş sûre Öğrendim ki onlar hakkında hiç kimse benimle münakaşa edemez. [332]

 

Peygamberin Kendi Kavmini Allah Yoluna Daveti VeGördüğü Cefâlar

 

Cerir, Abdü-'l Melik b. Umeyr- Musa b. Talha- isnadıyla Ebû Hü-reyre (r.a.)nin şöyle dediğini anlatır: "Akrabaların olan Aşiretini uyar!" (Şuâra 214) ayeti indiğinde Nebi (s.a.v.) Kureyş kabilesini da'vet etti. Onların küçük büyük hepsi gel­diler. Nebi (s.a.v.) onlara:

«Ey Ka'b b.Lüey oğulları! Kendinizi ateşten kurtarın. Ey Abdil Menâf oğulları! Kendinizi ateşten kurtarın. Ey Hâşim oğulları! Ken­dinizi ateşten kurtarın. Ey Abdül-Muttalib oğullan! Kendinizi ateşten koruyun. Ey Fâtima kendini ateşten koru Çünkü ben sizin için Allah katında yapabilecek bir şeye mâlik değilim. Ancak sizinle bir akraba­lık varki ben onu akrabalık bağı ile bağlayacağım.»[333]

Hadisi Müslim, Kuteybe ve Züheyr b. Harb aracılığıyla Cerîr'den rivayet etmiştir. Bu ikisi Cerir'in bu hadisinde Zührî- Said b. Müsey-yeb, Ebû Seleme, Ebû Hüreyre (r.a.)'tan rivayette ittifak etmişlerdir.

Süleyman et-Teymi, Ebû Osman aracılığıyla Kabisa b. el-Muhâ-rikjle Züheyr b. Amr'm şöyle dediğini anlatır "Akraban olan kavmini uyar" ayeti indirildiğinde Rasülullah (s.a.v.) Mekke dağındaki kayalıkların birinin üzerine çıkıp şöyle nida etti

«Ey Abdil-Menâf oğulları! Ben bir uyarıcıyım. Sizin ile ben tıpkı düşmanı görüpte ailesini korumaya giderken düşmanın kendini geçe­rek (oraya baskın yapacağından) korkupta birden bire "Yâ sabâhâh, Sabah  baskını  vâr" diye uzaktan  oraya  bağıran  kimsenin  hali  gibiyiz.» Hadisi Müslim nakletti.[334]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan şöyle dediğini anlatır. Bana isi-mini gizlememi isteyen birisi Abdullah b. Haris b. Nevfel'i İbni Ab-bas aracılığıyla Ali (r.a.) tan şöyle dediğini işittiğini haber verdir:

'Akrabaların olan kavmini uyar!" ayeti indiğinde Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu

"İşe Kavmimden başlarsam istemediğim şeylerin başıma gelece­ğini anladım. Bunun Üzerine Cebrail gelip: Yâ Muhammed! Eğer sen Rabbiyin sana emrittiğini yerine getirmezsen Rabbin sana azâb eder." dedi. Ali (r.a.) devamla şöyle anlattı.:

"Bunun üzerine Rasülullah beni çağırdı ve, Yâ Ali! Şüphesiz Al­lah (c.c) bana akrabam olan kavmimi uyarmamı emretti. Anladımki ben bu tebliğe kavmimden başlayacak olsam onlardan arzu etmedi­ğim şeyleri göreceğim. Böylece sustum. Sonra bana Cebrail gelip "Eğer emrolunduğunu yapmazsan Rabbin sana azâb eder" dedi. Yâ Ali! Bize bir koyun budunu bir sa' mikdarda yemek hazırla. Büyük bir Çanakta da yoğurt yaptır. Sonrada Abdü'l Muttalib oğullarını toplayıver." dedi. Dediğini yaptım. Onlar toplantıya katıldılar. O gün Muttalib oğullan kırk kişiden ya bir eksik ya bir fazla idiler. Arala­rında (s.a.v.)in amcaları Ebû Talib, Hamza, Abbas ve Ebû Leheb de varlardı.  Ben  yemek  tepsisini  önlerine  koydum.  Rasülullah  (s.a.v.) ondan bir dilkeç[335] alıp eti dişleriyle parçalayıp et parçalarını tepsinin etrafına  dağıttı  ve:  "Bismillah diyerek  yemeğe başlayın" buyurdu. Oradakiler iyice doyuncaya kadar yediler. Parmak izlerinden başka bir şey göremeyinceye kadar yediler. Vallahi onların her biri yek di­ğeri kadar yemişti. Sonra Rasûfullah (s.a.v.); "Onları sula yâ Ali!" buyurunca, bende o büyük kabı getirdim. Onlarda doyuncaya kadar içtiler. Allah'a yemin olsun her biri diğeri kadar içti. Nebi (s.a.v.) on­larla konuşmak isteyince Ebû Lehep atılıp; "Ne cesaret yahu, dostu­muz size sihir yapmış" dedi. Bunun üzerine onlar dağılıp gittiler ve Nebi (s.a.v.) onlarla konuşamadı. Ertesi gün Nebi (s.a.v.) bana: "Yâ Ali! dün yaptıklarını aynen bize bir daha yap" buyurdu. Bende dedi­ğini yaptım ve onları topladım. Rasülullah dünkünün aynısını yaptı. Doyuncaya kadar yiyip .kanıncaya kadar kaptan içtiler. Sonra Kasü-lullah (s.a.v.):

"Ey Abdül muttalib oğullan! Ben size hem dünyanın hem ahiretin işlerini getir­dim." buyurdu.[336]

Ahmed b. Abdi'l Cebbar el-Utâridi derki: Bana ulaştığına göre İbni İshak bu haberi Abdü'l Ğaffâr b. el-Kasım Ebî Meryem'den o da Minhal b. Amr aracılığıyla Abdullah b. El Haristen duymuş.[337]

Yûnus, İbni İshak'tan şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.)'in pey­gamberliği gizleyişinden onu açıklamakla emrolunması arasında üç yıl vardı.[338]

Ameş de Amr b. Mürra- Saîd b. Cübeyr- isnadıyla İbni Abbas'ın (r.a.) şöyle dediğini haber verir: "Yakın akraban olan aşiretini uyar" ayeti gelince Rasûullulah (s.a.v.) yürüyüp Safa tepeciğine çıktı ve oradan "Yâ sabâhâh, Sabah baskını var" diye bağırdı. "Bu bağıran kim dediler?" Bir kısmıda "Muhammed" deyince, Onun yanına gelip toplandılar. Nebi (s.a.v.) onlara:

"Ne dersiniz ben size şu dağın eteğine bir gurup süvari çıkıyor diye haber versem, siz beni doğru bulurmusunuz?" buyurdu. "Biz se­nin yalan üzerinde denendiğini hiç görmedik" dediler. Efendimiz (s.a.v.) de:

 - "Ben sizi önümde gördü­ğüm şiddetli bir azabtan uyarıyorum" buyurdu. Bunun üzerine Ebû Leheb:

-Yazıklar olsun sana! Bizi bunun içinmi topladın deyip kalkıp gitti de "Ebû Leheb'in eli kurusun! Ger­çekten de kurumuştur." suresi indi ki A'meş de bu şekilde "Ve tebbe" değilde, "Ve kad tebbe" olarak okumuştur. Buradaki "Ve kad tebbe" hariç diğer kısım ittifakla yapılan bir rivayettir. Bu ise A'meşin tale­belerinden birinin rivayetidir. Haber Müsiimin Sahihindedir.[339]

İbni Umeyye, Velid b. Kesîr- İbni Tedres- isnadıyla Esma bn. Ebî Bekr (r.a.)'nın şöyle dediğini haber verir.

"Tebbet  yedâ Ebî Lehebin" ayeti  inince şaşı gözlü,  Harb kızı Ümmü Cemil bir gürültü patırtı ile eline taş alıp geldi. Şöyle diyor­du.:

Direttik Müzemmeme (horlanana),[340] Buğzettik, inancına isyan ettik emrine.

Nebi (s.a.v.) o zaman Mescid-i Haram daydı. Ebû Bekir; "Ya Ra-sûlallah bu karı geliyor. Seni göreceğinden korkuyorum" demişti. Ne­bi (s.a.v.) de Kurandan bir yer okuyup ona sarıldı o zaman:

"Sen Kur'an okuduğunda senin ile âhirete inanmayanların arasını (gizleyip) örten bir perde koyarız." (İsra 45) ayetini okumuş tu. Kadın gelip Ebû Bekirin yanma durup Peygamberi görememişti. Ebû Bekire: "Haber aldığıma göre arkadaşın beni yermiş" deyince Ebû Bekir (r.a.)'ta "Şu Beytullahın Rabbi için hayır! O seni asla yermedi." deyince kadın "Kureyş kabilesi bilirki ben onların seyyidi-nin kızıyım" diyerek dönüp gitti.[341]

Bu haberin bir benzerini Said b. Kesir- Babası yolu ile Esma (r.a.)'dan Ali b. Müşhir de rivayet etmiştir.[342]

A'rec aracılığıyla Ebuz-Zinâd Ebû Hureyre'den (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Şu Kureyş'in haline bir bakın Allah onların kötü sözlerinden beni nasıl koruyor. Onlar Müzemmem diye birine sövüp yine Mü-zemmem'e  la'net ediyorlar.  Halbuki  ben  müzemrnem değil  Muhammedim.[343]

İbni îshak anlatıyor: İslam artık Mekke'de yayılmıştı. Sonra Allah (c.c)  peygamberine emrederek:  "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve müşriklerden yüz çe­vir" (Hıcr ayet 89) ve "Deki şüphesiz ben açıkça bir uyarıcıyım.....( Hıcr 89)" buyurmuştur. O zaman Rasülullah (s.a.v.) ve ashabı namaz kılacaklarında Mekkedeki dağ koyakları­na giderek namazlarını kılıp kendi kavminden saklamış olurlardı. Bir gün Sa'd b. Ebî Vakkas bir gurup arkadaşıyla beraber böyle bir koy­akta namaz kılıyorlarken üstlerine müşriklerden bir gurup çıka gel­miş bunların yaptıklarından hoşlanmayıp ayıplamışlar ve onlarla dö­vüşmeye kalkmışlardı. Bunun üzerine Sa'd (r.a.) bir deve çene kemiği ile müşriklerden birine vurup suratını parçalamıştı. İşte İslam'da akan ilk kan bu olmuştur. Nihayet Rasüîullah (s.a.v.); İsiamı ilan edip işini aleniyete dökünce - bana ulaşan habere göre kavmi kendisini ne ter-ketmiş nede ayıplamış idi. Nihayet Rasülullah (s.a.v.) onların ilahla­rını kınayınca bu çok zorlarına gidip hoşlanmadılar ve (s.a.v.)'in aley­hinde ve düşmanlığında birleştiler. Durum bu hale gelince amcası Ebû Talib Peygambere acıdı onu korumasına alıp önüne gerildi. Kureyşli-ler, Muhammed'in (s.a.v.) kendilerinin hoşlanmadığı şeyleri terketme-me kararında olduğunu ve Amcasınında onu himaye ettiğini görünce Ebû Talibe gelip durumu konuştular. (Bunlar kureyşin ileri gelenleri olup Utbe, Şeybe, Ebû Süfyan, Ebu'l Buhterî, Esved b. Muttalib, Ebû Cehil, Velid b. Muğire, Nebih b. Münebbih ve Âs b. Vâil'den teşekkül ediyordu.[344] Dedilerki:

"Yâ Muhammed! Onu İlahlarımız ve dinimiz hakkında konuşmak­tan menerdersin yada onunla aramızı serbest bırakırsın" Ebû Talib ise onlara çok yumuşak bir üslûpla konuşup onları güzel şekilde redetti. Geri dönüp gittiler.[345]

Bundan sonra adamlar iyice uzaklaşıp kinlendiler. Kureyşliler Peygamber (s.a.v.) aleyhine lafı çoğaltıp birbirlerini onun aleyhine kışkırtıp bir kere daha Ebû Talibe geldiler ve "Aramızda senin bir şerefin tanınmış bir aile nesebin var. Biz senden kardeşiyin oğluna engel olmanı istediksede sen ona mâni olmadın. Artık biz Vallahi onun ilahlarımıza kötü söyleyip akıllılarımızı serseri saymasına sa­bredecek değiliz. Şimdi sen ya onu men edersin yada bu konuda çar­pışmak için onu da seni de karşımıza alır iki guruptan biri yok olana kadar vuruşuruz." diyerek durumu arzedip gittiler. Ebû Talibe kavmi­nin bu ayrılığı ve kendilerine İlan ettikleri bu düşmanlık pek ağır geldi. Hiç bir kimseye Rasülullah'ı onlara teslim etmek ve onu yardımsız bırakmak hoş gelmedi.[346]

Yunus b. BUkeyr de Mûsâ b. Talha - Talha b. Yahya b. Ubeydul-lah aracılığıyla Akîyl b. Ebî Tâlib in şöyle haber verdiğini anlatıyor: Kureyş Ebû Talibe gelip: "Şu kardeşiyin oğlu bize meclislerimizde ve Mescidimizde eziyet ediyor. Ona engel ol" dediler. O da "Yâ Akıyl! Git de Muhammedi bana getir" dedi. Bende gidip onu Hıf veya Kibs denen küçük bir evden çıkardım. Nebi (s.a.v.) yanlarına gelince Ebû Tâlib: Şu amca çocukların iddia ederlerki, sen onlara meclislerinde ve mescitlerinde eziyet ediyormuşsun. Onlara eziyetten vazgeç" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) gözlerini Semada dolaştırdı ve:

"Şu güneşi görüyormusunuz?" diye sordu. "Evet" dediler. Rasûlullah (s.a.v.) de

"Ama benimde, sizin ondan bir kıvılcım yakmanız hususunda, sizin yaka­nızı bırakmaya gücüm yetmez." buyurdu. Ebû Talib de: "Vallahi kar­deşim oğlu bize şimdiye kadar hiç yalan söylemedi. Haydi dönüp gi­din" dedi. Buh^rî hadisi tarihinde Ebû Kûreyb yoluyla Yunustan nakletti.[347]

İbni tshak anlatıyor. Bana Ya'kub b. Utbe "b. Muğire anlattı ki: "Kureyş Ebû Talibe diyeceğini deyip gittiğinde Rasülulİah (s.a.v.)'e haber göndermiş ve ona "Kardeşim oğlu! Kavmin bana geldi ve şöyle söyledi. Benim ve nefsim hakkında daha ileri gitme, gücümün yete-meyeceği yükü bana yükleme" dedi. Raşüluîlah (s.a.v.) Amcasına gö­züken ne ise bu konuda gözüktüğünü sanmış ve kendisini yalnız bı­rakıp onlara teslim edeceğini tahmin etmiş ve bunun için

"Ey Amcam! Bu tebliğ- işini bırakmam için güneşi sağ elime ayı da sol elime verseler dahi Allah dinini ortaya koyuncaya, yada o ko­nuda kendimi helak edinceye kadar bu işi asla terk etmeyeceğim" buyurmuştu. Sonra Allah Rasûlünün gözlerinden yaşlar boşandı, ar­dından gitmek için kalktı. Kapıya doğru yönelince Ebû Talib kendis­ine seslenip "Gel kardeşim oğlu" dedi. Kendine doğru yönelince "Git de istediğini söyle! Vallahi seni asla onlara bırakmayacağım" dedi.[348]

İbni İshak Yunusun kendinden yaptığı rivayete göre derki:

-Sonra Ebû Tâlib bu konuda şu şiiri söyledi

1- Vallahi ben toprakta gömülüp yatmadıkça hiçbiriside sana ulaşamayacaklar.

2- Sen işine bak. Sana bir zillet yok. Sendeki müjdelerden ver bununla gözler aydınlansın.

3- Beni Da'vet ettin, sandınki sana nasihat edeceğim. Doğru de­din. Ben eskiden beri emîn biriyim.

4- Bir teklifte bulundun. Kesin anladımki O din, yaratıkların din­lerinden en hayırlı olanıdır.

5- Kınanma yada sövülme sakıncası olmasaydı. Bunu kabule be­nim son derece müsamahalı davrandığımı görecektin.[349]

Haris b. Ubeyd anlatıyor: Bize el-Cerîri, Abdullah b. Şakik ara­cılığıyla Hz. Aişe nin şöyle dediğini anlattı "Allah seni insanlardan koruyacaktır" (Maide 67) ayeti ininceye ka­dar, Râsûlu Ekrem {s.a.v.) muhafızları tarafından muhafaza edilirdi. Ayet gelince başını çadır gibi tuttuğu kubbesinden dışarı çıkararak:

 "Ey İnsanlar! Artık gidin. Allah (c.c) beni koruması altına almış bulunmaktadır." dedi.[350]

Muhammed b. Münkedir aracılığıyla Muhammed b. Amr b. Alka-me Rabiâ b. Abbâd ed~ Düeli'den şöyle nakleder:

- Zü'l Mecaz panayırında Rasülullah (s.a.v.)'i görmüştüm. İnsan­ları konakladıkları yerde ziyaret edip onları Allah yoluna çağırıyor idi.

Arkasında, şaşı, yanak yumruları parlayan bir herif onu takib edip:

-Sizi dininizden, babalarınızın dininden yanıltmasın, diyordu. Bu kim? diye sorduğunda "Ebû Leheb" dediler.[351]

Abdürrahman b. Ebiz Zinâd da babası yolu ile cahiliye dönemin­de yaşayan Dî'l Oğullarından Rabİ'a b. Abbâd (ki sonra müslüman olmuştur.) tan naklederki, O: "Rasülullah (s.a.v.)i Zü'l mecaz ^panay­ırında insanların arasında: "Ey insanlar! Lâ İlahe illallah deyin kurtulun!" diyerek dolaşırken Ebû Lehebi de Efendimizin arkasında... derken görmüş. Rabîa "Ben O za-man ailemin su tulumunu taşıyordum." der.[352]

Şu'be'nin nakline göre Esas b. Süleym, Kinâne'den bir adamdan şöyle duyduğunu anlatır.:

- Zül-Mecâz panayırında Rasülullah (s.a.v.)'i gördüm "Lâ İlahe İllallah deyin, kurtulun" diyordu. Arkasında birde bir adam varki Üzerine toprak saçıyordu. O herif Ebû Cehildi ve "Şu herif sizi dini­nizden caydırmasın. Bu herif başka değil sadece sizi Lât ve Uzaya tapmanızı terkettirmek istiyor" diyordu. Bu rivayetin isnadı kavî'dir.[353]

Mu'temir b, Süleyman, babası Nûaym b. Ebî Hind - Ebû Hâzim aracılığıyla  Ebû  Hureyre  (r.a.)'ın  şöyle dediğini  anlatır. Ebû Cehil oradakilere "Muhammed aramzdayken yüzünü (namazda secde ede­rek) toza bulandınyormu?" diye sordu. "Evet" dediler. Bunun üzerine Ebû Cehil: Lât ve Uzzâ'ya yemin ederimki Onu böyle namaz kılar­ken görürsem omuzuna basıp yüzünü tam toza batıracağım, dedi ve RasUlullah (s.a.v.) namaz kılıyorken boynuna çökmek için yanına geldi.  Birde  ne  görsünler Ebû  Cehil  ansızın  geri  kaçarak elleriylede

kendini koruyarak onların yanma gelmezmi. Kendisine "Sana ne oldu ?" denilince "Benimle onun arasında ateşten bir hendek vardı" dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta "Eğer bana yaklaşmış olsaydı Melekler onu param parça edeceklerdi" buyurdu. Rivayeti Müslim yaptı.[354]

İkrime İbni Abbas'tan şöyle nakleder: Ebû Cehil "Eğer Muham-med'i Ka'benin yanında namaz kılarken görürsem boynuna çökeceğim dedi." Durum Peygambere ulaşınca "öyle yapmış olsa Melekler onu ale­nen yakalardı." buyurdu. Hadisi Buhârî nakletti.[355]

İbni İshak şöyle anlatır: Sonra Kureyşliler Ebû Talibe gelip "Yâ Ebû Tâlib! İşte şu Umara b. Velîd Kureyş'in en güçlü en yakışıklı de­likanlısı, onu al, aklı ve yardımı senin olsun. Onu evlat edin senin olsun. Şu seninde ecdadıyında dinine aykırı giden Kardeşiyin oğlunu bize teslim ette onu öldürelim. Böylece bu "Bir adama karşı bir adam verilen" bir iş olmuş olur" dediler. Ebû Tâlib de onlara:

"Vallahi, benimle ne kötü pazarlık yapıyorsunuz! Bana çocuğu­nuzu vereceksiniz, ben onu besleyeceğim. Kendi çocuğumuda size vereceğim'ki onu öldüreceksiniz ha! İşte Vallahi bu dediğiniz asla olamaz" dedi. Bunun üzerine Mut'ım b. Adiy b. Nevfel b. Abdi Me-nâf:

-"Yâ Ebû Tâlib! Vallahi kavmin sana insaf ettiler bu hoşlanma­dığın şeyden kurtulman için gayret ediyorlar. Görüyorum ki sen on­ların teklifinden hiç bir şey kabul etmiyorsun." dedi Ebû Tâlib de:

"Vallahi onbar bana insaf etmediler. Ama sen benim aleyhime yalnız bırakılmam ve kavmin bana karşı birleşimini sağladın. Ne uygun görüyorsan Öyle yap" dedi. İş böylece şiddetlendi, harb iyice kızıştı. Böylece toplulukta bozuşarak dağıldı. Bunun üzerine Ebû Tâlib şu şiiri söyledi

1- Dikkat! Amr'a Velid ve Mut'ime deki "Keşke sizden bana gele­cek nasibim genç.

2- Kısa boylu, çok böğüren sidiğinin damlaları bacaklarını ıslatan bir deve olsaydı daha iyiydi.

3- Anne baba bir kardeşlerimiz olan bu iki sülaleyi görüyorumki kendilerine bu iş sorulunca "Bu iş bizden başkasını ilgilendirir." diyorlar,

4- Özellikle Abdi Şems ve Nevfeli kasdediyorum. Bu ikisi şeytana taş atar gibi bizi taşladılar.[356]

Yunus b. Bükeyr İbni İshak'tan naklediyor;, Bana kırk küsur yıl önceden Mısır'da bir şeyh İkrime aracılığıyla İbni Abbas'tan nakletti­ği, Nebi (s.a.v.) ile müşrikler arasında geçen uzun bir kıssada şöyle geçiyor.

Peygamber (s.a.v.) onların yanından kalkıp gidince Ebû Cehil, "Ey Kureyş topluluğu! Bu Muhammed bizim dinimizi ayıplamak ve ecdadımıza söğmek akıllılarımıza akılsızlık damgası vurmak ve ilah­larımıza sövmek hususunda görüşünde ısrarla direnmektedir. Ben Al­lah'a söz veriyorumki yarın büyük bir taşla Ka'bede oturacak ve o secde edince bu taşla kafasını yaracağım. (O anda beni ister onlara teslim edin ister beni koruyun). Ondan sonra Abdi Menâf oğulları durumu nasıl görüyorlarsa öyle yapsınlar" dedi. (Onlarda "Vallahi se­ni asla teslim etmeyiz" dediler) Sabah olunca Ebû Cehil anlattığı şekilde bir taş alıp oturdu. Nebi (s.a.v.) (Kuşluk vakti adeti üzere) geldi. Hacevi'l Esved ile Yemâni rükünleri arasında kalkıp namaza

başladı. Rasûlullah o zaman Mekke de olup kıbleye Şam tarafına -Kudlise dönerdi, (tşte bu iki rüknün arasında namaz kılınca Kâ'be Şam ile kendi arasına gelmiş oluyordu.) Kureyşliler Ka'be'ye gelip oradaki yerlerini alıp Ebû Cehlin ne yapacağını gözlemeye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) secdeye gidince Ebû Cehil taşı alıp Efendimize doğru yürüdü. Ona yaklaştığında rengi değişmiş korkudan ürpererek geri döndü. Eli taşın üzerinde sanki donup kalmıştı taşı elinden attı. Kureyş ileri gelenleri yanına gelip: "Ey Ebûl Hakem! sana ne oldu?" dediler. Ebû Cehilde:

-Dün size söylediğimi yerine getirmek için kalktım ona yaklaştı­ğım zaman onun önünde azgın bir deve göründü. Vallahi onun gibi başı, boynu dişleri azametli bir deveyi hiç görmemiştim. Beni yiye yazdı, dedi.

İbni İshak burada derki: Rasûlullah (s.a.v.)

dlîü "O Cebrail (a.s.) idi. Ebû il Cehil bana biraz daha yaklaşmış olsaydı onu yakalayacaktı" buyur­duğu anlatıldı.[357]

El Muhârabî ve diğerleri, Dâvûd b. Ebî Hind - İkrime aracılığıyla İbni Abbâs (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatıyor.

-Nebi (s.a.v.) namaz kılıyorken Ebû Cehil kendisine uğramış ve "Yâ Muhammed! Ben sana namaz kılmayı yasaklamadım mı? Sende bilirsinki bu Ka'be'de benden daha fazla meclise sahib olan hiç kimse yoktur." dedi. Nebi (s.a.v.)'de onu azarladı. Cebrail de:

   "O meclislerini çağırsın. Bizde Zebanilerimizi çağırırız" Alak 17 ayetini söyledi. Vallahi eğer o meclisini da'vet etseydi elbette onu azâb zebanileri yakalayacaktı.[358]

 

Velid B. Muğirenin Kur’an Karşısında Şaşıp Kalması

 

Beyhaki el-Hâkim[359] Muhammed b. Ali Es San'âni- İshak b. İbra­him, Abdurrrezzak- Ma'mer- Eyyûb - İkrime isnâdıyla İbni Abbas (r. a.)'tan şöyle nakleder:

-Velid b. Muğire Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelmişti. Efendimiz (s.a.v.) ona Kur'an okudu. Sanki Velîd kalben rikkata gelir gibi oldu. Bu durum Ebû Cehl'e ulaşınca derhal ona gelip "Yâ amca! Kavmin sana biraz mal toplamak görüşündeler." dedi. Velid "Ne için" deyince "Sana vermek için. Çünkü sen Muhammede ondan gelebilecek bir şey umudu ile gittin." dedi. Velid de "Kureyş kesinlikle bilirki ben onların malı en çok olanlarından biriyim" dedi. Ebû Cehil de "Öyle­yse sen Muhammed hakkında kavmiyin duyabileceği öyle bir söz söyleki senin onu sevmediğin veya sözlerini reddettiğin belli olsun" dedi. Velid de; "Ne söyleyeyim ki vallahi aranızda şiiri benden daha iyi bilen şiirin recezini, kasidesini ve cin şiirlerini daha iyi tanıyan hiç kimse yok. Vallahi onun dediklerinde buna benzer birşey yok. Vallahi onun söylediği sözde bir tatlılık, Üzerinde bir parlaklık var. O Sözlerin uçları (dalları yücesi) meyveli, kökünün suyu boldur. O söze kimse üstün gelemez, o söz onlara üstün gelir. O altına aldığını (si­lindir gibi) ezer" dedi. Yine Ebû Cehil "Onun hakkındaki kanaatini söylemeden kavmin senden razı olmayacak" deyince O "Birakta bir düşüneyim" deyip düşündü ve "Bu sihirbazdan nakledilen bir sihirdi onu diğerlerinden naklediyor" deyince olarak yarattığımı bana bırak" (Müddesir 11) ayeti indi.

İşte Hâkim bu kıssayı bu (rivayet zincirinde görüldüğü gibi) mevsûl olarak rivayet ediyor. Ma'mer de bunu Abbâd b. Mansur yolu ile lkrime'den Mürsel olarak nakleder Hammâd b. Zeyd de Eyyûb, İkrime isnadiyla yine Mürsel olarak rivayet eder.

Yununs b. Bükeyr İbni İshak'tan şöyle rivayet ediyor:

- Velîd b. Muğire ile Kureyş'ten bir gurup bir araya geldiler. Ve-lid onların yaşlılarından idi. Dediki: "Ey Kureyş toplumu! Şu hac mevsimi gelip çattı. Artık yakında arap temsilcileri yanınıza gelcek-tir. Onlar şu arkadaşınız (Muhammedin) olayını duymuşlardır. Onun hususunda tek bir görüşte birleşin. Birbirinizi yalanlar şekilde ayrı ayrı şeyler demeyin" Onlar "Sen söyle bize bir görüş belirt" dediler. O da "Siz söyleyinde bende dinleyeyim" dedi. Onlar "kâhin" diyelim deyince "O bir kâhin değilki ben kâhinleri gördüm. Onun okuduğu Kuran hiçte kâhin zemzemesirie (boşlafına) ve secîli sözlerine ben­zemiyor." dedi. OnIar:"Öyleyse Mecnûn deriz," deyincede "O bir deli değil. Biz delileri görüp duyuyor onları iyi tanıyoruz. Onda mecnun­ların boğuk boğuk boğulma akıl karışması ve vesvesesi yok" dedi. Onlarda:

"Öyleyse şairdir deriz" deyince, Velîd "O şair olamaz. Biz Şiiri recezi, (Aruz bahri olan) Hezcini (şiir türü olan) Karîd'ıni Makbûd' unu mebsudunu gayet iyi biliriz. Hayır onun sözleri (Kur'an) şiir ola­maz" dedi.

"Öyleyse sihir deriz" dediler, Velid de "Muhammed sihirbaz de­ğildir. Biz sihirbazlarıda, yaptıkları sihirleride gördük, Onun sözleri sihirbazların üfleme ve düğüm atması değildir" diye itiraz etti. Bu­nun üzerine Kureyş:

Öyleyse sen dersin Yâ Abdi Şems? dediler O da "Vallahi onun sözlerinde hoş bir tatlılık var. Onun sözlerinin temeli (kökleri) Hur­ma ağacı gibi suya inmiş dallarıda meyvelenmiş. Eğer siz bu şeyler­den birini söyleyecek olursanız, kesinlikle onun aslı olmadığı anlaş ılır. Onun hakkında kabul edilebilecek en iyi laf, onun kişi ile oğlu, kişi ile kardeşinin ve kabilesinin arasını açan bir sihirbaz olduğunu söylememiz olur." dedi. Böylece Kureyş onun yanından ayrıldı.

İnsantar Hac mevsimi olupta geldiklerinde kendi yanlarına uğ­rayan herkesi Nebi (s.a.v.)den sakındırıyorlardı. (Onun meselesini bahsediyorlardı, bunun üzerine Allah (c.c) Velid hakkında Müddesir suresinin:

 olarajc yarattığım kimseyi bana bırak" (ayet 11) ayetinden tâ "Ben onu Sekar(denen cehennem) a sokacağım" (ayet 26) ayetine kadar indirdi. Velidle be­raber olanlar hakkında da:

Kur'anı param parça yapanlardır, Rabbiae yemin olsun onların topu­na birden (yaptıklarını) soracağız." (Hıcr 91-92) ayetini indirdi.[360]

İbnî Bükeyr, İbni İshak-bir adam - İkrime isnâdiyla İbni Abbas'ın (r.a.) şöyle bahsettiğini anlatır:

Nadr b. Haris b. Kelde el-Abderi ayağa kalkarak şöyle konuştu: "Ey Kureyş toplumu! Vallahi başınıza daha evvel denenmediğiniz bir iş gelip çatmıştır. Muhammed aranızda ufak bir çocukken içinizde kendisinden en hoşnud olanınız, sözü en doğru olanınız güveni en büyük olanınızdı. Nihayet Zülüflerin'in telleri ağarıpta size şu tak­dim ettiği(Kuranı ) getirince "O bir sihirbaz" dediniz. Hayır! Vallahi O asla sihirbaz değildir. Kâhin değildir. Şairde değildir. Biz bu sını­fların hepsini görüp konuşmalarını dinledik, durumunuzu (İyi kavra­mak için yeniden ele alın).

Bu   sözlerin   sahibi  olan  Nadr,   Peygamber  (s.a.v.)'e  eziyet  edip düşmanlığı ortaya koyan birisiydi.[361]

Muhammed b. FüdayI anlatıyor: Bize el-Eclah - Zeyyâl b. Har-male isnâdıyla Câbir b. Abdillah (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet eder:

-Beraberinde Kureyş'ten bir toplum bulunan Ebû Cehil şöyle ko­nuştu: "Muhammed'in meselesi aramızda iyice yayıldı. Sihir kehânet ve Şiirden anlayan bilgin bir adam arayıp bulsak, Muhammed ile ko-nuşupta bize onun söyledikleri hakkında bir açıklama getirse" dedi. Bunun üzerine Utbe, "Ben sihirbazlık, Kahinlik ve şiir mevzuatını iyi dinledim ve bunlara dair ilim sahibi oldum. Eğer böyle bir şey ol-sada bana gizli olmaz" deyip Nebi (s.a.v.)e geldi: Efendimize gelince Utbe: "Ya Muhammed! Sen Hâşim analarının (doğurduğu) en hayırlı kimsesin. Sen Abdü'l Muttalib analarının meydana getirdiği en hayır­lı insansın, Sen Abdullahın anasının en iyisisin" dediysede Peygam­ber (s.a.v.) ona cevap vermedi. Utbede: "Sen niçin bizim ilahlarımıza kötü söyleyip ecdadımızı dalalette sayıyorsun? Sen bununla başkan­lık peşindeysen riyaset bayrağını(yetkisini) sana verdik. Sen yaşadık­ça reisimiz olursun. Eğer kadına ihtiyacın varsa dilediğin kureyşlinin evinden seçebileceğin on tane hanımla seni evlendirelim. Eğer mal istiyorsan sana senden sonra gelecek sülalene yetecek kadar mal to-playıverelim" dedi. Bu esnada Rasülullah (s.a.v.) susuyordu. Utbe la­fının bitirince Rasûluİlah (s.a.v.):

Bismillahirrahmânirrahîm. Hâmîro. Rahman ve Rahim olan Al­lah'tan indirilmiştir" ayetinden başlayıp "Ben sizi Âd ve Semûd kav­minin başına gelen saika gibi bir Sâika'dan sakındırdım." (Fussıiet 1-13) ayetine kadar okudu. Bunun Üzerine Utbe onun ağzını kapatıp "aralarındaki akrabalığa ant vererek O azabdan menetmesini istedi." Artık kendini bir nevi hapsedip ailesinin yanına bile çıkmadı..

Bunun üzerine Ebû Cehil: "Ey Kureyş topluluğu! Vallahi Utbenin Muhammedin dinine girdiğini görüyoruz. Muhammedin yemeği hoş una gitse gerek. Mutlaka bunu şiddetli bir ihtiyaca düştüğü için yapmış olsa gerek. Haydi, gelinde ona gidelim" deyip Utbe'ye geldi­ler. Ebû Cehil:

-Vallahi Yâ Utbe! Biz senin Muhammed'in dinine geçtiğini sa­nıyoruz. Eğer bir ihtiyacın varsa, sana Muhammdin yemeğine muh­taç etmeyecek kadar toplayalım" dedi. Utbe de sinirlenerek "Muham-medle bir daha konuşmayacağına dair" yemin edip onlara şöyle dedi:

-Kesinlikle biiiyorsunuzki ben Kureyşlilerin malı en fazla olan adamlarından biriyim. Ama ona şu sebeble gittim, diyerek hadiseyi anlattı. Muhammed'de bana öyle bir şeyle cevap verdiki vallahi o sözler ne sihir, ne şiir nede Kahânettir. Muhammed "Bismillahîrrah-mânirrahim. Hâmîm. Rahman ve Rahim olan Allah'tan indirilmiştir. O ayetleri bilen bir toplum için ayetleri arabca bir Kuran olarak açıklanmış bir kitaptır" ayetinden başlayıp ta "Eğer yüz çevirirlerse onlara «ben sizi Âd ve Semûd'a gelen saika gibi bir saika gelebileceginden sizi sakındırdım,1' ayetine gelince ben ağzını kapayıp aramız­daki akrabalığa yemin vererek o azabı men etmesini istedim. Sizde kesinlikle biliyorsunuz ki Muhammed bir şey söyleyince yalan söyle­mez. Ben size bir azab ineceğinden korktum.

Bu haberi Yahya b. Mâin, Muhammed b. Füdayl'dan nakletmi tir.[362]

Dâvûd b. Amr ed-Dabbi anlatıyor: Bize el-Müsennâ b. Zür'a, Muhammed b. İshak- Nafi isnâdıyla Abdullah b. Ömer (r.a.)ın şöyle dediğini anlattı: Nebi (s.a.v.) Utbe "Hâmîm Tenzîlün minerrahmânir-rahim" ayetlerini okuyunca Utbe, kavmine gelip onlara "Ey Kavmim! Bana bu gün itaat edinde diğer sonraki günlerde beni dinlemeyin. Vallahi ben bu adamdan bu güne kadar kulaklarımın asla aynısını iş itmediği sözler işittim. Ona nasıl karşılık vereceğime aklım ermedi.

tbni İshak anlatıyor: Bize Yezîd b. Ebî Ziyâd, Muhammed b. Ku-razî'nin  şöyle dediğini söyledi; Bana haber verildiğine göre Hamza

müslüman olunca Kureyşliler Utbe b. Rabia'ya Yâ Ebâ'l Velid! Sen Muhammedle konuş demişler. O da ona gelip "Yâ Kardeşimoğlu! Se­ninde bildiğin gibi aramızda senin bir yerin sülalede bir değerin var. Sen kendi kavmiyin başına büyük bir iş getirdin. Bununla onların aralarını açtın. Akıllılarını budala sayıp bununla ilahlarını ayıpladın. Beni iyi dinlefsana bazı tekliflerim var belki bazılarını kabul eder­sin)" dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) de: "Söyle babalım yâ Ebe'l Veİîd" deyince şöyle dedi: "Eğer sen mal toplamak istiyorsan sana toplayi-verelim ki malı en çok olanımız sen ol. Eğer Şeref şân istiyorsan se­ni liderimiz yapıp kıral ilan edelim. Eğer sana gelen (melek değilde) hayalet ise seni tedavi ettirmeye uğraşalım" dedi. Sözlerini bitirince Peygamber (s.a.v.) "beni dinle" buyurunca "hadi" dedi. Efendimiz (s.a.v.) de "Bismillahirrahmânirrahîm. Hâmîrn. Rahman ve Rallim olanr Allahtan indirilmiş ayetleri açıklanmış bir kitabtır." ayetinden itibaren okumaya başlamış. Ukbe susup dinledi. Ellerini sırtının arka­sına bırakıp onlara dayanarak Efendimizi dinliyordu. Rasülü Ekrem (s.a.v.) Secde ayetine gelince secdeye kapandı. Sonra "İşte duydun ey Eba'l Velîd! Sen bunun arasında muhayyersin" buyurdu. O da arka­daşlarının yanına doğru gitti. İçlerinden birisi: "Allah'a yemin ede-rimki Ebû'l Velîd size gittiği yüzden daha değişik bir suratla geliyor" dedi. Oturunca ona :

-Geride ne laf var? dediler: O da "Arkamda duyduğum bir laf var. Vallahi asla onun bir benzerini duymuş değilim. Vallahi o ne si­hir ne şiir ve nede kehânettir. Ey Kureyş topluluğu! Benim sözümü dinleyin. Onu bana bağışlayın bu adam ile içinde bulunduğu şeyin arasını serbest bırakıp ondan uzaklasın. Vallahi benim ondan duydu­ğum bu sözleri için ilerde çok büyük haberler meydana gelecek. Eğer araplar Muhammed'e birşey yaparsa (öldürürse) sizden başkalarının yaptığı ile yetinirsiniz. Eğer o arablara galebe ederse onun kırallığı sizin kıratlığınız onun şerefide sizin şerefiniz olmuş olur. Böylece siz Muhammed sayesinde insanların en mutlusu olursunuz" dedi. Ku-reyşlilerde "Vallahi, Muhammed seni diliyle etkilemiş" dediler. O da "İşte onun hakkında benim görüşüm budur. Nasıl uygun görürseniz öyle yapın" dedi.

Kur'an'ın_îçazı Yunus  b.  BUkeyr İbni İshak'tan naklediyor: Bana Zühri şöyle diyerek  anlattı:  "Bana  haber verildiğine  göre  bir gece  Rasûlullah (s.a.v.) evinin içinde namaz kıhyorken Ebû Cehil Ebü Süfyan ve Ah-nef b. Şerîk Rasûlullah (s.a.v.)'den bir şeyler dinlemek için çıkmışlar. Onların her biri bir yere oturmuş ve biri diğerinin yerini bilmiyordu. Sabah olunca oradan dağılıp giderlerken gittikleri yol Uçünüde buluş turunca kendi kendilerini kötülemeye başlayıp; "akılsız bir herif bizi burada görmüş olsa kalbine bir takım kötü düşünceler gelir,  artık Muhammedi dinlemeye gelmiyelim" demişlerdi. Fakat donradan yine o geceki gibi oraya geldiler. Oradan  ayrılırken yine karşılaşıp yine kendilerini kınadılar. Üçüncü gece yine aynı yol onları bir araya ge­tirince, " Bir daha buraya gelmeyeceklerine dair" anlaşma yaptılar. Sonrada Ahnef b. Şerîk Ebû Süfyan'm evine geldi, ve ona "Muham-med'den dinlediğin Kuran hakkındaki kanaatini bana söyle" dedi. O da; "Yâ Ebâ Sa'lebe! Vallahi bildiğim şeyleri işittim. Onunla ne mu-râd edildiğini de biliyorum" dedi. El-Ahneste "senin  yemin  ettiği» zat adına bende öyle anlıyorum" dedi. Sonra Ebû Cehil'e gelip, "Se­nin görüşün ne!" diye sordu. O da "sen ne duydun, biz ve Abdimenâf oğullan   şeref   hususunda   münâkaşa   ettik.   Onlar   yedirdiler   bizde yedirdik, onlar halka binek verdi, bizde verdik. Onlar halka bahşiş dağıttı  bizde  dağıttık.  Nihayet bineklerimizin  üzerine  çöküpte  iki yarış atı halinde aynı hizaya geldiğimizde onlar, "Birde kendine gök­ten vahiy gelen bir peygamber var" deyiverdiler. Böyle bir duruma biz ne zaman ulaşabiliriz. "Vallahi ona asla inanmayacak ve tasdik etmeyeceğiz" dedi. Bunun Üzerine Ahnefte onun yanından kalkıp gitti.[363]

Yunus b. BUkeyr, Hişam b. Saîd- Zeyd b. Eşlem isnâdıyla Muğîre b. Şu'be'nin şöyle dediğini anlatır: "Rasûluliah'ı tanıdığım ilk gün ben ve Ebû Cehil yolda gidiyorduk. Birden Rasûlulah (s.a.v.) bize rastlayınca

Ebû Cehil'e; "Yâ Ebe'l Hakem! Allah ve Rasûlüne gel seni Allaha çağırıyorum" dedi. Ebû Cehil de "Yâ Muhammed! Sen ilahlarımıza.-söğmeyi bırakacakmısın? Sen ancak senin tebliğ ettiğin şeyi kabul etmemizi istiyorsun. Vallahi senin söyledikleriyin hak olduğunu bil­sem bile sana yine uymazdım" deyince Rasûlullah (s.a.v.) ondan ay-nlıp gidince Ebû Cehil döndü ve; (Vallahi onun dediklerinin doğru olduğunu biliyorum. Lakin Kusay oğulları "Ka'benin örtü hizmeti bizde" diye övündüler. "Evet" dedik "Nedve (Danışma meclisi) bizde" dediler, "evet" dedik. "Liva hizmetide bizde" dediler. "Evet" dedik "Hacılara zemzem dağıtma işide bizim" dediler. "Evet" dedik. Sonra halka yemek yedirdiler, bizde yedirdik, nihayet yarış atları birbiri ile (üstünlükte) sürtüşünce,"bizden peygamberde çıktı" dediler. Vallahi işte ben bunu yapamam dedi.[364]

 

Ebû Tâlib'in Savunma Şiiri Hasımların Düşmanlığına Karşı Ebû Talibin Savunma Şiiri

 

İbni İshak anlatıyor: Sonra Kureyş'in bütün kabileleri kendilerin­den müsîüman olanları yakalayıp işkence etmeye ve dinlerinden dön­dürmeye çalışmaya başladılar. Allah (c.c) Peygamberini onun amcası Ebû Tâlib sayesinde muhafaza etti. Ebû Talib, Hâşim ve Muttalib oğullarını Peygamberin yanında olmaya ve onu korumaya çağırdı. On­larda Nebi (s.a.v.)'e gelip onun yanında yer aldılar. Ancak onlardan biri iken hüsran ehli olan Ebû Leheb dışarda kaldı. Ebû Talib onları övüp çok köklü bir kavim olduklarını hatırlatmaya ve Muhammed (s.a.v.)'in üstünlüklerini saymaya başladı. Bu konuda bir çok şiirler söyledi. Daha sonra Ebû Tâlib Efendimizin adı iyice yayılıpta arab kabilelerinin ken­di kabilesi ile birlikte onun Üzerine saldırmalarından korkunca o meşhur (Lâmiye adlı) kasidesini söylediki, işte onun bir kısmı.:

[Müellif  merhum  bu   kasideyi   kısaltarak  bir  kısmını  verirsede ehemmiyetine  binâen  ben   tamamını  nakletmeyi  uygun gördüm.  M.

Ebû Tâlib'in şiirinden eksik olanlar:

3- Bizim aleyhimize olarak öfkelerinden arkamız sıra parmak uçla­rını ısıran, kötülükle itham edilmiş bir kavmi kendilerine halef yaptılar.

6- (YakınlarımlanmIa ben) Ka'benin büyük kapısına doğru, herke­sin (ben falancadan uzağım, ondan beriyim) diye and içtikleri yerde birlikte kalkarak durduk.

7- Hacca gelenlerin develerini ıhtırdığı[365] İsaf ve Naile putlarının bulunduğu sel yataklarının olduğu yerde (durduk).

8- (Bu çöken devler) 8 yada 9 yaşında (kurbanlık olduğu belli olsun diye boyunlarından yada omuzlan dağlanarak) enlenmiş ve terbiye edilmişti.

9- Sen o develerin boynunda meyve dallarındaki gibi sallanan bon­cuk, ak mermer ve zînetlerin sallandığını görürsün.

ll- Ayıbımızı yaymak için koşuşturan kindardan da, dinde yapma­dığımız bir eğriliği bize katmaya uğraşandan da insanların Rabbine sığınırım.

12- Sevir dağına, Sebîr dağını yerine böyle yerleştiren zata Hıra'ya durmadan bir inip bir çıkan (Muhammed (a.s)) a..da.

13- Mekke'nin göbeğindeki Beyte, Beyt hakkı için sığınırım. Allah'a yemin ederim ki, kesinlikle Allah bizden habersiz değildir.

14- Sabah ve akşam insanların el sürmek için etrafını çevirdikleri zaman meshettikleri Hacerü'I Esved'e sığınırım.

16- İbrahîm'in (a.s) ayakkabısız çıplak, üzeri rutubetli ayaklarının kayada ayak bastığı (izi bulunan) yere sığınırım.[366]

17- Safa ve Merve arasındaki Sa'y yerine ve orada bulunan resim­lere ve heykellere sığınırım.

18- BirbirIerine  karışan  sel  yataklarına doğru  hacıların  niyazla yürüdükleri zaman Meş'ari Aksa'ya (Arafat'a) sığınırım.

19- Yatsı vakti hacıların ellerini develerinin böğrüne yaslayarak dağ başlarında duruşlarına sığınırım.

20- Cem (Müzdelife) gecesine ve Mina'daki kutsal yerlere sığını­rım. Buralardan daha mübarek yerler olurmu.?

21- Cins arab atlarının iri daneli sağnak yağmurun yere inişi gibi hızla geçtiklerinde Mina'ya sığınırım.

22- Başma kayaları çarpmak üzere hacıların üzerine yürüdükleri zaman Büyük Şeytan taşlama yerine sığınırım.

23- Bekir b. Vâil kabilesi hacılarının izin vererek şeytan taşlamak için geceleyin şeytan taşlama yerine gelen Kinde kabilesine sığını­rım.

24- Kinde ve Bekr b. Vâil eski dost kabileler idi. Anlaşma yaptıkları şeyleri sağlamlaştırıp bu bağları çeşitli vesilelerle iyice bağladılar.

25- Bunlarm geçerlerken deve kuşu sür'atinde dağ yamaçlarındaki muğaylan ağaçlarını, dikensiz çalıları ve atları kırıp yastayayarak geçişlerine...

26- İlticacfya bunlardan sonra sığınacak yer varmı? Hiç Allah'a sı­ğınanı ayıplayan olurmu.?

27- Bize karşı düşmanın emrine itaat olunuyor. Bizim yüzümüze Türk ve Kabul kapılarının kapanması İsteniyor.

29- Allah'ın Beytine yemin olsunki bizler "Muhammed'i onun etra­fında savaşıp okları atmadan teslim edeceğiz" diye yalan söyledi­niz.

31- Su tuluğu yüklenmiş develerin sağlam duruşu gibi zırhları için­de bir topluluk size karşı harbe duracaktır.

32- Hatta kinle dolu düşman bu vuruşmadan dolayı topallayan in­sanlar gibi yere serildiğini görecek.

33- Allah'a yemin ederimki şu gördüğüm harb ciddileşecek olursa o zaman kılıçlarınız iyiyi kötüden ayırmayacak.

34- Hakikatin bekçisi aslan yürekli güvenilir kardeş biçimi yıldız misali parlayan yiğit gençlerin elleriyle...

35- Günlerce, aylarca hatta tam bir yıl, ta yeni sene gelecek hacı­ların zamanına kadar (sürecek bu çarpışma).

36- Babayın canı çıksın! Bir kavmin, namusunu koruyan dili kötü söylemeyen bir efendiyi başkasına terk etmesi ne demek!

39- Yemin olsunki, Esîd ile ilk çocuğu bize buğzedilmesini ve bizim parçalanıp yenilmemizi icra etmeye çalışıyorlar.

40- Osman ve Kunfüz gerçi bize karşı gelmediler. Ama bu kabile­lerin emrine boyun eğdiler.

41- Bunlar Übey ile onların Abdi Yeğuslerine itaat edip bizim hak­kımızda dedikodu edenlerin laflarını İncelemediler.

42- Nitekim Sübey'a ile Nevfel'den de böyle bir davranış görmüş tük. Her biri bizden yüz çevirerek gitti de güzel davranamadılar.

43- Ama bu ikisine bir yerde rastlanır yada Allah onlara karşı bize bir imkan verirse biz de onlara tartıcı gramıyla gram gram yaptı­klarını ödetiriz.

44- İşte şu Ebû Amr da bizi koyun ve deve sahibi bedevilerin arası­na göçürmek için buğzuna inatla devam ediyor.

45- Akşam sabah aleyhimize fısıldaşıp duruyor. Fısıldaş Ebû Amr fısıldaş, sonrada bir sürü dolap çevir.

46- Bizi aldatmadığına, birde Allah'a yemin ediyor. Evet biz onun yaptıklarını hiç perdelenmeden apaçık görüyoruz.

47- Bize olan kîni kendisine Mekke dağlarıyla Şam diyarında bulu­nan kale ve saraylar arasındaki bütün tepeleri daraltmiştır.

48- Ebu'l Velîde bir sor bakalım, hileci biri gibi yüz çevirip gider­ken bizim aleyhimize çalışmanla ne elde ettin.?

49- Sen aramızda görüşü hayat veren merhametli birisiydin. Cahil de değildin.

50- Ey Utbe! Sakın bizim hakkımızda kindan, hasedici, yalancı, kızgın ve belalı insanların söylediklerini dinleme.

51- Ebû Süfyân da sanki büyük bir kralmış gibi benden yüz çevire­rek çekip gitti.

52- O, Necd'e ve oranın soğuk sularına doğru gidiyor ve "ben asla sizden gafil değilim" iddiasını yapıyor.

53- Sonra sanki nasihatcıların yaptığı gibi bize şefkat beslediğini anlatıyor. Güya içinde yatan serlerini gizliyor.

54- Ey Mut'ım. Ben seni, korkulu günlerinde ve büyük meselelerle karşılaştığın günlerde asla rüsvay etmedim.

55- Sana düşmanlık eden cedeici hasmıyın sana geldiği çekişme gü-nündede seni yalnız komadım.

56- Ey Mut'ım! Kavim sana kötü bir iş teklif etti: Ben et gibi yenil­miş olursam sende kurtulmuş değilsin. {Sıra sanada gelir)

57- Bize ettikleri yüzünden Allah Abd-i Şems ve Nevfelin hiç tecili olmadan çok acele en kötü şekilde cezasını versin.

58- Arpa ağırılığı bile haksızlık yapmayan terazisiyle (cezalandır­sın.) Onun kendi zatında hiç haksızlık etmeyen bir şahidi vardır.

59- Kinlerinden  dolayı  bizi bırakıpta Halef ve Gaytallıları dost alanların gerçekten kafaları çalışmıyor.

60- Biz ise, önceki tehlikeli durumlarda Haşimoğulları ile Kusay, boyunun en halis sülalesiyiz.

61- Sehm ve Mahzûm kabileleride eğri davranıp aşağılık ve şerefsiz kişilerden oluşan düşmanları bize kışkırttılar.

62- Ey Abdü Menâf! Siz kavminizin en iyisiniz. İşinize her saldır­ganı ortak etmeyin.

63- Yemin olsun ki gevşeyip aciz kaldınızda asla doğru olmayan bir işi başımıza getirdiniz.

64- Önceden siz tek bir tencereyi kaynatan odun gibi tek dil konuşurdunuz. Şimdiyse ayrı ayrı tencerelerin adunu olup ayrı düştünüz.

65- Abdi Menâfoğulları!Bizim hakkımızı çiğneyişinize, bizi rezîl bırakıcınıza ve terketmenize tebrikler doğrusu!

66- Eğer biz bir toplum isek bu ettiklerinizin intikamını alacağız. Onu sütsüz deveden sağarak vereceksiniz.

67- Sâit lılarda Lüey b. Galib boyu içinde yaşardı. Onları  yiğit şahin gibi adamlar sürüp bize getirmişlerdi.

68- Nufeyl gurubu ise Maad ve Nail kabilelerinin en şerli, en alçak olanlarıydı.

69- Kusayya yakında aramızdaki bu din işimizin yayılacağın müj­dele! Kusay a bizden sonra ise zayıf kalacağını haber ver.

70- Bir gece Kusay'hlann başına bir felâket gelse biz onları bırakıp sığınacak yer aramayız.

71- Onlar evleri arasında gerçekten vuruşsalar, bizde elbette bebe­kli kadınlarının yanlarında güzel bir yiğitlik örneği verirdik.

72-Yemin olsun ki biz her arkadaş ve yeğeni dost sayarken şimdi onların akıbetlerini pek uzakta görmüyoruz.

73- Sadece Kilâb b. Mürre'den bir gurup hariç. Bunlar bize yardımı kesenlere karşı durdular.

74- Biz onların topluluğu parçalanıncaya kadar dayandıkta zalim ve Cahiller başımızdan dağılıp gittiler.

75- Kureyş içinde Ka'be'de Zemzem dağıtan bizdik. Galib boyunun kayaları ve dayanağı idik.

76- Bizler kokular sürünen Hâşîm boyunun, usta elindeki kılıç gibi parlak gençleriyiz.

77- Onîar ne kan dökebildi ne de bir fayda elde ettiler. Sadece elle­rine geçen şey kabilelerin şerlileriyle anlaşmak oldu.

78- Bir çarpışmadaydı ki sen o harpte gençleri sanki büyük bir et parçası üzerinde boğuşan aslanlar gibi görüyordum.

79- Herkesin sevgilisi, Hint asıllı fahişe bir cariyenin doğurduğu Kays b. Âkil boyunun kölesi olan Cumûh oğullarıyla (anlaştınız).

80- Lâkin biz onların seyyidi olan çok mükerrem bir nesiliz. Ka­vimler batıl şeylerin zuhurunda onlarla çağrılır.

81- Su asla yalancı olmayan, kavmin bacısının oğlu ne güzeldir. O yalın kılıç gibi kınından sıyrılıp parlamaktadır.

82- O hayırların hepsini kendinde toplayan, şeref ve fazilet meyda­nındaki bir sülaleye mensuptur.

84- O dünyada aile için bir güzellik ve insanlara şekil veren Rabbin velayetini aldığı bir süstür.

92- KuIlann Rabbi onu yardımıyla destekledi. Hakkı İnkar edil­meyen bir dini ortaya koydu.

Buradan sonrası yine kitabın orjinaline göre devam ediyor].

(70) Gördümki Kavmin artık dostluğu kalmamış, bütün bağlan ve alâkaları kesip atmış,

Bize düşmanlık ve işkence edeceklerini açıkça söyleyip ayırıcı düşmanın emrine gönülden katıldılar.

O düşmanki cibilliyeti bellisiz arkamız sıra öfkesinden parmak uç­larını ısırmaktadırlar:

Ben onlara karşı uzun esmer mızrağım ve Yemen kırallarından miras kalan beyaz kılıcımla bizzat sabırla karşı koydum.

Akraba ve kardeşlerimi Beytullah'ın yanına getirdim, ve saçakla-nyla onun örtüsüne tütündüm.

Aleyhimize kötü lafeden veya batıl yolda ısrar eden herkesten in­sanların RABBÎne sığınırım.

Ebû Talib bu şiirinde şöyle diyordu.

Allahın Beytine yemin olsunki yalan söylediniz. Biz etrafında çar­pışıp vuruşmadıkça Muhammedi size bırakmayacağız.

Onun etrafında boğuşup çocuklarımızı ve helallerimizi (karıları­mız) unutmadıkça onu teslim etmeyeceğiz.

Size karşı hiç çekinmeden bir toplum karşı koyacak. Onun zama­nını kılıçlarla söz ağartacak.

Ak yüzlü, yüzü hürmetine yağmur istenen yetimlerin barınağı dul­ların koruyucusu Muhammed...............

Hâşim oğullarının fakirleri ona sığınır.. Onlar Muhammedin yanın­da merhamet ve iyilik içinde olurlar.

Ömrüme yemin olsun ki Ahmed ve kardeşlerine kopmaz bir sevgi coşkusuyla bağlanmışım. Hakimler onu kıyas ettiklerinde üstünlükte acaba insanlar arasında onun gibi birinin var olduğu teemmül edilirmi.

Halim huylu aklı başında adaletli, haktan sapmaz. Kendinden asla gafil bulunmayan bir ilahi veli edinmiş.

Vallahi mahfellerde ileri gelenlerimize bir takım kötü sözler söy­lenmesine sebeb olmayacak olsaydım.....

Elbette asla şaka olmayan bir sözle dehrin her durumunda ona tâbi olurdum.

Kesinlikle bilirlerki oğlumuz bizim katımızda asla yalancı olmayıp batıl sözlerle (kinaye olarak) Muhammed kasd olunmaz.

Aramızda Ahmed (a.s.) öyle bir itibara ulaşmışki ona yetişmek için uzananın kini oraya ulaşamaz.

Ben canımla onun önünde set oldum ve ona kendimi feda ettim (korudum) Onu başım ve göksümle müdafa ettim.

Allah bize yaptıkları eziyet sebebiyle Abd-i Şems ve Nevfel'i ge­cikmeden acele bir belâ ile cezalandırsın.

Rasülullah (s.a.v.)'in peygamberlik meselesi arablar arasında yayı­lınca Medine'de de konuşuldu. Peygamberimizin bu durumu anlatıldı­ğında olsun, ondan Önce olsun, onu arab kabileleri içerisinde Evs ve Hazreç'ten daha iyi bilen hiç bir kabile yoktu. Bunun sebebi; Onlar kendi diyarlarında oturan Yahudilerle anlaşma yapmış bir toplum idi. Ebû Kays b. el-Eslet Kureyş'i severdi. Onlarla akrabalık bağı vardı. Esed b. Abdü'l Uzza kızı Erneb hanımı idi. Hammıyla yıllarca Mekke'de kalmış idi. O bir şiirinde şöyle der:

1- Ey Yolcu Gâlib oğlu LUey'e vardığında benim şu gulgulemi ona tebliğ et!.

2- De kf b«n aranızdaki olayın kendi korkuttuğu uzaklaşma sebebi­yle daima üzüntü çeken bir adamın elçisiyim.

3- Yaptığımızin şerrinden ,birbirinize zulmetmenizin kötülüğünden ve akreplerin zehirlerinden sizi Allaha (c.c) sığındırırım.

4- O orduyu ne zaman gönderirseniz onu çok kötü gönderiyorsu­nuz. Oysa o yakın akrabalar için de uzak akrabalar için de tehlikeli bir Güiyabanî'dir.

5- Hadi bize Hanîf bir din ikâme edin Zîra siz bizim için eteğine tutunabileceğimiz gayemizsiniz.

6- Kalkında Rabbinize namaz kılın. Ehâbiş dağları arasındaki şu Beytullahın rükünlerine (Yemen ve Hacerü'l Esved'e) el sürün.

7- OrduIann komutanı Ebû Yeksum'un size filleriyle geldiği sabah sizde Beytullah'tan dolayı bir imtihan ve tasdik edici vardı.

8- Arşın Sahibi Allatan yardımı size gelince kiralın askerlerini Saf ile Hâsıb arasına sürdüler.

9- Çok süratle dönüp kaçtılarda yara almadan ordugâhtaki aileleri­nin yanma dönemediler.

Buradaki "Ebû Yeksûm" Fil ordusunun kiralıdır.

İbni îshak, Yahya b. Urve b. Zübeyr, babası Urve isnâdıyla Abdul-lah b. Amr'dan şöyle nakleder. (Urve derki) Abdullah b. Amra:[367]

-Peygambere açıkça ortaya koydukları düşmanlıkta Kureyşlilerin elde edebildiği şeylerden en çok gözüne dokunan ne olmuştu! dîye so­runca, dediki:

-Onların eşrafı birgün Ka'be'deki Hıcr-ı İsmail'de toplu halde otu­rurlarken yanlarına gelmiştim. RasûluIIah (s.a.v.)ı konuşup "Şimdiye kadar şu adamın işine sabrettiğimiz gibi asla başka bir şeye sabretmiş değiliz. Akıllılarımıza budala der, İlahlarımıza söğer yapacağı herşeyi yapıyor" dediler. Birden Rasülullah (s.a.v.) yanlarına çıkagelmezmi! Hacer rüknünü selamlayıp Beytullahı tavaf etti. Tavaf esnasında yanlarından geçerken Kureyşliler ona laf atıyordu'. Ben O nun yüzün­den bunu anlayabiliyordum. İkinci geçişinde yine laf çaktırdılar. Üçün­cüde de Öyle yaptılar O zaman Rasülullah (s.a.v.) durup:

"Dinliyormusunuz ey Kureyş topluluğu! Nefsim elinde olan Zata yemin ederimki ben size kesecek bir kurban getirdim" buyurdu. Bunun üzeri­ne Kureyş toplumu sözlerin geri alıp her biri başlarının üstünde bir kuş varda düşecek gibi oldular. Hatta içlerinde peygamber (s.a.v.)e saldır­mada en şiddetli olanı bile bulabildiği en güzel sözlerle Peygamber (s. a.v.)'i teskin etmeye çalışarak: "Yâ Ebe'I Kasım! Ne olur dön git. Valla­hi sen asla cahil birisi değilsin." demeye bile başlamıştı. Rasülullah (s. a.v.)'ta bunun üzerine dönüp gitti. Ertesi gün olunca yine Hıcır'da to­planmışlardı. Bende yanlanndaydım. Birisi diğerine "Sizden ona ulaşan seyide ondan size ulaşan şeyi de konuştunuz. Nihayet o sizin hoşlan­madığınız şeyi sizin suratınıza söyleyince onu bırakıverdiniz." dedi. Onlar bu şekilde konuşurlarken birden bire Nebi (s.a.v.) çıka geldi.

Hepsi sanki tek adammış gibi yerlerinden Ona doğru ayağa fırlayıp kalktılar ve "Bize şöyle şöyle diyen sen değilmisin?" diyerek etrafını kuşattılar. Nebi (s.a.v.) de "Evet" dedi. Bu arada ben onlardan birini peygamberin elbisesini toplayıp basma geçirdiğini gördüm. Ebû Bekir önlerine gerilmiş ve "Rabbim Allahtır" dedi diye bir kim­seyi öldürecekmisiniz." diye bağırdı. Sonra Kureyşliier Efendimizin etrafından dağılıp gittiler. Ebû Bekir ailesinden biri bana: "Ebû Bekrin kızı ÜmmÜ Gülsürnün O gün Ebû Bekirin sakalını kureyşlilerin yolduk­larından dolayı başının ortası ağrıyor olarak eve gelmişti. Ebû Bekir gür sakallı biriydi dediğini anlatmıştı.[368]

 

Ebû Zer  (R.A.)'In İslam'a Girişi

 

Süleyman b. Muğire anlatıyor. Bize Humeyd b. Hilal, Abdullah b. Es-Sâmit aracılığıyla Ebû Zer (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı.:

-Kavmimiz Gıfar'dan bir gurupla yola çıkmıştı. Onlar Haram ayla­rın (hürmetini) ihlal ediyorlardı. Ben, Kardeşim Üneys ve annemizle birlikte çıkmıştık. Nihayet gide gide gayet zengin ve oturaklı biri olan dayımızın yanında konakladık. Bize ikramda bulununca onun kavmi bizi kıskanıp: "Sen kavmiyin yanından ayrıldığında Üneys onlara aykı­rı davranıyor." dediler. Bunun üzerine dayımız yanımıza gelip, kavmi­nin bizim aleyhimize yaptığı dedikoduları alenen yüzümüze vurdu. Bu­nun üzerine bende ona:

-Sen yapmış olduğun iyiliği kötüledin. Artık bundan sonra bir daha seninle bir araya gelmeyeceğiz, dedim. Develerimizi getirip üzerine bindik. Dayımız elbisesini üstüne bürüyüp ağlamaya başladı. Biz yola koyulup Mekke civarına geldik. Kardeşim Üneys bizim develerin diğer-erinden daha iyi olduğu aksi çıkarsa bir mislini vereceği üzere bahse tutuştu. Bahse girdiği adamla beraber hüküm vermesi için Kâhine gel­diler. Oda Üneys'i tercih etti. Oda bizim develerle beraber bir mislini alıp bize getirdi.

Ebû Zer "Ey kardeşim oğlu! Ben Rasülullah (s.a.v.) ile buluşmadan önce üç yıl namaz kıldım." deyince ben:

-Kime kıldın?, dedim "Beni Allah nereye dönderirse oraya dö­nüyordum. Yatsı olunca namaz kılıyordum. Nihayet gecenin sonu olun­ca güneş doğupta benim üstümde yükselince kendimi sanki çabut muş um gibi uykuya atıyordum." dedi. Üneys:

-Benim Mekke'de bir ihtiyacım var. Bana yardım et de onu sana getireyim deyip Mekke'ye gitti. Ama bir hayli gecikip sonra gelince ben, "Seni ne alakoydu?" diye sordum, o da "Mekke'de kendisini Alla-

hm (senin dinin üzere) gönderdiğini iddia eden bir adama rastladım" dedi. "İnsanlar onun hakkında ne diyor" dedim. Ümeys te:

-Şair, sihirbaz ve kâhin diyorlar dedi. Ümeys şâirlerden idi. Dediki: "Ben kâhinlerin sözlerini dinledim. Bu zatın sözleri onların sözlerin­den değildir. Ben onun sözlerini şiir kalıplarına koyup tarttım. Benden sonra hiç kimsenin dili onun sözlerinin şiir olduğunu söyleyemiyecek. Vallahi doğru olan odur. Öbürleri yalancıdırlar, dedi. Bunun üzerine bende ona:

-Ben gidipte duruma bir bakıp gelene kadar yerime geçermisin? dedim. "Evet, ama Mekke halkından sakın. Çünkü onlar ona karşı bu-ğuz ve düşmanlık ilan etmiş haldeler" dedi. Mekke'ye gelip ora halkının en zayıfına bakındım, ve "Şu kendisine Sabîî (dininden) diye ad takdi-ğınız adam nerede?" diye sorunca Sabîî bana işaret etti. Bunun üzerine vadide bulunan herkes eline geçen şeyle üzerime saldırdı. Baygın ola­rak yere yıkılmışım. Ayılıp ayağa kalktığımda sanki kurban kanlarıyla kızıla boyanmış put gibi idim. Zemzeme gelip suyunu içtim, üzerimde­ki kanlan yıkadım. Ka'be ile siyah örtüsü arasına girdim. Ey Kardeşim oğlu! Ben böylece yanımda zemzem suyu dışında hiç bir yiyecek olma­dan otuz gün otuz gece orada kalıp şişmanladım, hatta karnımın yağlan kıvrılıp katlandı, ciğerlerim de hiç açlık hissi duymadım. Ayın etrafı aydınlattığı bir gecede Allah Mekkelilerin kulak deliklerini tıka­mıştı. BeytuIİah'ı iki kadından başka tavaf eden yoktu. Yanıma geldiler. Onlara İsef ve Naile diye çağırırlardı. Tavaf yaparken yanıma gelmiş lerdi. Ben: "Biriniz diğerinizle evlenin" dedim. Sözlerini geri çevirme­den -Hadisin bir lafzında- "söylediklerini tekrarlamadan" yanıma gel­diler. Ben onlara (İsef ve Naile putuna la'net olarak) "Odun gibi şeyini alın ama ben kinaye yapmıyorum" dedim. Kadınlar velvele kopararak gittiler. "Ah şurada bizden birileri olsa diyorlardı." Onlara Rasülullah (s.a.v.) ile Ebû Bekir rastladı. Onlar dağdan aşağı iniyorlardı. Kadınlara "size ne oldu?" diye sordular. Kadınlar da:

-Şu sabii Ka'be ile örtüsü arasında saklı dediler. Onlar:

-Peki size ne söyledi? diye sorunca, bize ağız dolusu (küfür) söz­leri etti, dediler.

Rasülullah (s.a.v.) ile arkadaşı gelip Haceri selamlayıp sonra tavaf ettiler. Namazını da kılınca Onu ilk islam selamıyla selamlayan ben ol­dum. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.) "ve aleykesselâm ve rahmetul-lâh" deyip "Sen kimlerdensin?" buyurdu. "Gıfâr kabilesinden" dedim. Elini uzatıp alnına koydu. Kendi kendime, "galiba benim gıfardan ol­mam hoşuna gitmedi" deyip elini tutmak için uzandığımda arkadaşı bana engel oldu. O, Onu benden daha iyi tanıyordu. Sonra Rasülullah başını kaldırıp: "Sen ne zamandan beri buradasın?" buyurdu. Ben "Otuz gece Otuz gündüzdür buradayım" dedim. Rasülullah (s.a.v.):

-Sana kim yemek yedirdi? buyurdu. Bende "Zemzem suyu dışında benim yiyeceğim olmadı" dedim. Bunun üzerine (s.a.v.)

"O mübarek bir sudur. O yemek gibi doyuran, hastalara şifa olan bir sudur" buyurdu.

Ebû Bekir (r.a.): "Yâ Rasûlallah! İzin verde onu bu gece ben doyu­rayım" dedi. O da kabul edince bende onlarla birlikte kalkıp gittim. Vardığımızda Ebû Bekir bir kapı açarak Taif kuru Üzümünden avuçla-yarak bize verdi. Ka'be'ye sığınalıdan beri benim yediğim ilk yemek bu oldu. Orada bir müddet eğleştikten sonra Hz. Rasülullah (s.a.v.)'ın ya­nma geldim. Efendimiz (s.a.v.) bana:

-Ben Yesrib Şehri olarak tahmin ettiğim nurmaiıkh bir toprağa hic­retle görevlendirildim. Sen kavmine benim adıma tebliğ yapabilirmi-sin? Belki Allah onlara senin elinle fayda verir, ve onlar sebebiyle seni sevaba sokar, buyurdu. Bunun Üzerine ben kalkıp kardeşim Üneys'e geldim. Bana "Yahu sen ne yaptın?" diye sordu. Bende

-Ne yapacağım. Ben müslUman olup onu tasdik ettim, dedim. Son­ra anamıza geldik. O da: "Bende sizin dininize girme arzusundayım" diyerek müslUman oldu. Sonra develerimize binip kavmimiz Gıfâr'a geldik. Daha peygamber (s.a.v.) Medine'ye gelmeden kavmimin yarısı müslüman oldu. Onlara Hufaf b. îmâ b. Rahda imamlık ediyordu. O va­kit onların lideri o idi. Kavmimin geri kalanı ise Rasülullah (s.a.v.) Me-

dine'ye gelince iman ederiz diyorlardı. Nihayet Efendimiz (s.a.v.) Medi­ne'ye geldi, onlarda mUslüman oldular fiu esnada Eşlem kabilesi gelip:

-Yâ Rasûlallah! Şunlar bizim kardeşlerimizdir. Onların İslama gir­diği şeyle bizde girmek istiyoruz, deyip hepsi müslüman oldu. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.): Jâi-

"Gıfar'a Allah mağfiret etsin- Eşlem kabilesinide selamette kılsın" buyurdu. Bu haberi Müslim Sahihinde Hüdbe aracılığıyla Süleyman b. el-Muğire'den nakletti.[369]

Yine Buhârî ve Müslim'in rivayet ettikleri Müsennâ b. Said hadi­sinde Ebû Cemra ed-Dubai'dennaklettiğine göre İbni Abbas (r.a.) Ebû Zer (r.a.)'ın müslüman oluşunu (Ebû Zer'in ağzından) kendilerine şöyle anlatıyor: Kardeşimi Mekke'ye gönderdim, geri gelince "Ben hayır em­reden birini gördüm" dedi. Bu beni tatmin etmedi. Hemen Mekke'ye geldim. Onu arıyordum ama Nebi (s.a.v.)'i hiç tanımıyordum. Zemzem içiyordum. Ali (r.a.) bana rastladı ve "Sanki buranın yabancısı gibisin" dedi. "Evet" dedim. "Haydi eve gidelim" dedi. Onunla birlikte gittim ve hiç bir şey sormadım. Sabah olunca Mescidi Harâm'a geldim. Yine bana Ali rastladıda "senin dönme vaktin halâ gelmedimi?" dedi. "Hayır" de­dim. "Bir işin var öyleyse anlat" dedi. Sırrımı gizlersen anlatırım deyip sonrada "bana bir peygamberin zuhur ettiği haberi ulaştı" dedim. Ali de "sen doğru yol tutmuşsun haydi peşime düş" dedi. Beraberce Nebi (s.a.v.)'e geldik. Efendimize:

-Bana İslamı takdim et, dedim. O da bana İslam'ı arzetti. Bende müslüman oldum. Peygamber bana "Müslümanlığını gizle ve kavmiyin yanına dön buyurdu." Bende "Vallahi Müslümanlığımı onların ortasın­da açıkça ilan edeceğim" dedim.

-Böylece Ebû Zer kalkıp Mescid-i Harama geldi ve: "Ey Kureyş to­pluluğu! Ben Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. Muhammedin Onun kulu ve Peygamberi olduğunada şahitlik ederim" dedim. Kureyşliler de "Haydi şu Sabîî'yi bir pataklayalım deyip" hücum ettiler. Ebû Zer devamla derki: ölümüne dövüldüm. O anda Abbas bana yetişip vücudu ile Üzerime kapandı ve "Yazıklar olasıcalar! Siz Gıfâr oğulla­rından birinimi öldüreceksiniz? Ticaret yaptığınız yolunuzun geçtiği yer Gıfar kabilesi değilmi (niye intikamı düşünmüyorsunuz)?dedi de, beni öyle salıverdiler. Ben ertesi gün yine aynısını tekrarladımda yine Abbas imdadıma yetişti.[370]

Müellif Zehebî hadiseyi kısaltarak naklediyor. Buharî ve Müslim  ise bunu tafsilatıyla anlatır: Hadise şöyledir:

Mekke'de Efendimiz'in zuhur edişi Ebû Zer'in kulağına gelince kar­deşi Enîs'e;

-Haydi şu (Mekke) vadisine doğru hayvanına bin ve yola çık ve gök­ten kendine vahiy geldiğini iddia eden şu adam hakkında bana bilgi topta, onun ne dediğine kulak ver; sonra bana geri gel, dedi. Kardeşi yola düşüp Mekke'ye gelmiş, Efendimiz'in konuştuklarını dinlemiş sonra Ebû Zer'in yanına geri dönmüş ve:

-Onu gü2el ahlakı emrederken ve asla şiir olmayan bir söz söylerken gördüm, dedi.

Ebû Zer de ona: „ Arzuma şifâ bulamadın" deyip azığını ve su tulumu­nu alıp Mekke'ye geldi. Ka'be'ye gidip Peygamberi arıyordu. Ama onu ta­nımıyordu. Onu sormak İstemedi. Böylece gece gelip çatmıştı. Hz. Ali onu görünce, bir garîb olduğunu anlamıştı. Onun peşine düştü ve evine götür­dü ama birbirlerine birşey sormadan sabah oldu. Sabahleyin Ebû Zer su tulumunu ve azık kabını yüklenip Mescİd'e gelmiş o gün akşama kadar öyle geçmiş ama Peygamber onu görmemiş (Müslim de Peygamberi gör­memiş). Böylece gece olunca yine yattığj yere geri dönmüş Yine Ali yanma gelip:

-Bu adam hala konağını bilme İmkanına kavuşmadı mı? diyerek onu kaldırdı ve beraberinde onu alıp götürdü. Birbirlerine bu kerede bir şey sormadılar. Üçüncü gün olunca Ali aynı şekilde gelip onu kaldırmış ve:

Nadr b. Muhammed el-Yemâni, İkrime b. Arnmar- Ebû Zümeyl Si-mâh b. Velid - Mâlik b. Mersed- Babası isnadıyla Ebû Zerin şöyle de­diğini anlattı. "Ben dördüncü müslümamm. Benden önce Uç kişi müslü-man oldu. Ben Nebi (s.a.v.)'e gidip Esselâmüüleyküm Yâ Rasülullah. EşhedU el-Lâ ilahe illallah, ve enne Muhammeden Abdühû ve Rasülü-hü,dedimde onun yüzündeki tebşiratı gördüm.[371]

 



[1] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/7–9

[2] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/9-11

[3] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/12

[4] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/12-14

 

[5] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/14-19

[6] Buharı Enbiya 60/ Bab no 50; Tahavî 4/128: Tirmizî 2669; Dâranıî 1/136; Müsned 2/J59; Tahavî Müşki] 1/40. 169; Abdürrezzak 10157; Ebû Nüaym Hilye 6/78; Tarih-i İsfahan 1/149; Şerefli Eshabi'i Hadis 17; İbni Abdiil Ber Camiul Beyan 2/40; İbni Ebî Şeybe daha kısa olarak 9/62; Ebû Dâvûd 3662; Müsned 2/159, 202, 474, 502, 3/46, 56; Humeydî 1165; İbni Hibban (Muhtasarı) 109; Şafiî Müsned 240; Ebû Ya'la 2/1209; Müslim 3004; İbni Mâce 27.

[7] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/19-22

[8] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/22

[9] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/23

[10] Bak J. Horovitz, İslamic Culture, 1927, 558.

[11] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/23-32

 

[12]  İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/32-33

[13] Geniş izah için MıTcemü'l Büldan'a bak. Madde Meyyarfarkin

[14] Çocukluğunda  "Ra" harfini iyi telaffuz etmesi için İmam  Zehebi'ye "Cer-ra, Berrâ" diye kelime tekrar yaptırırmış

[15] Mıtcemüşşüyuh 1/436. Terceme no 495

[16] Buharı Rikak bab 1. İbni Ebî Şeybe, Î3- 243 Mİişned, 1-344. İbni Mâce 1396-"4170. Tirmizî, 2304. Hakim 4-306, Beyhaki 3- 37a Ebü Nüaym Hilye 3-74. İbni Adiy, 6-2071.

[17] Bak Mu'cemüşüyuh Terceme no 60. cilt 1/75; Buharı 8/169; İ Ebî Şeybe 13/243; Müsned 1/344; Hakim 4/306; İbni Mâce 1396, 417a Tirmizî 2304; Beyhakî 3/370; İbni Adiy 6/2071; Ebû Nuaym Hilye 3/74.

[18] Bu konudaki bilgileri Zehebî Tarihül islamm hicri 697 yılı vefatlarım an­latırken bahseder.

[19] Hakim4/358, Taberânî Kebîr 1/290 6/234 Müsned 4?398 Ebü Ya’la Müsned 13?7275, Buharî Tarih, 7/58

[20] Zehebî Mucenı  1/284-285

 

[21] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/34-39

[22] Mucem terceme no: 555 cilt 2/52 Zehebî bu zatı insanların hat sanatını en İyi yapanı, çocuk eğitimini en iyi bileni idî diye över, Hicri 690 da vefat etmiştir. Harîrî'nin şiirini Zehebîye isnadı ile ezberletmiş

[23] Mucem Terceme no: 917.

[24] Zehebî Kurraü'l-Kebir Tercenıe no 732.

 

[25] Müsned 3/357; İbni Mâce 3062; Beyhakî 5/202, 248; Hakim 1/475; Dara-kutnî 2/289; Hatib, Tarih 1/166; 3/179; Ebû Nüaym Tarih-i İsfahan 2/37.

[26] Bak İbni Hişam 2/34 Taberî 15/26 (İsra Tefsiri).

[27] Zadü'l Meâd terceme, tahkik ve talik Cantaş Yayınları 3/1041

[28] Zehebî Siyeri A'lamün Nübela 1/556.

[29] Tarihü'I İslam siyer bölümü Orijinal arabca sayfa 322.  

    İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/39-45

[30] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/45-46

 

[31] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/46-47

[32] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/48

[33] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/48-49

 

[34] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/49-50

 

[35] Zehebî Mu'cemin  1/56. Terceme no 40'ta İbni Teymiyeyi "Çağının birda-nesİ" gibi ifadelerle Övdükten sonra:

-Elhamdülillah! Biz onun hakkında ne aşın gidenlerden nede hakkını ver­meyenlerdeniz. Tabi'inin   ve Tebei Tabiinin alimlerine kemal anlamda onun gibi benzeyen biri  görülmedi. Ben onun gibilerini ancak kitablarda görüyorum... diyor.

[36] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/50-53

[37] Daramı 2/59, Müsned 4/309-335, N'esai 5/264, İbni Mâce 30Î5 Tirmizî 889-2985 Tahavî 2/209 Darakutni 2/240 Beyhaki 5/116 E. Dâvûd Tayalisi 1/220 Hakim 1/464, 2/278 İbni Hibban 890-2975 Temhid 2/97-9277 İbni Sa'd 2/1/129 Buharî Tarih 2/111-5/242 İbni Huzeyme 2822

     İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/53

 

[38] Bak Zehebî Siyeri alamın -nübele  16/95.96. Tezkeretül Huffaz, 3/921, Mi­zan 3/507

[39] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/53-56

[40] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/56-57

 

[41] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/57-62

[42] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/63-73

[43] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/73-74

 

[44] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/74-76

[45] Delail Beyhakinin yedi ciltlik mühim bir eseri olup hadis ve sire kitapları gibi rivayet esasına göre yazılmıştır. Bu sahada bence en mühim eserler­den biridir.

[46] İbni İshak İmanı Ebû Hanife'nin tabakasından ve siret yazarlarının babası veya kurucusu sayılır. Bu konuda Kitabü'l Mebde ve Megazi adlı iki eser yazmış Meğazi'nin bîr kısmı eksik olarak Dr. Süheyl Zekkar tarafından neşredilmiştir. Konya'da da İbni İshak'ın Sîresi tahkik ve araştırmaya tabi tutulmadan sadece Muhammed Hanıidullah beyin İbni Hişamla karşılaştır­ma ve veciz bir mukaddimesi ile basılmıştır. İbni Hişam bu eseri esas altp bazen kısaltma bazen ilave yolu İle metodun orjinali kendine ait olarak onu tekrar yazmış ve Siyer-i İbni Hişam adıyla en çok okunan sire kitabı olmuştur.

[47] Bu eseri göremedik.

[48] Tabakat türlerinin başı ve en meşhur matbu olup çok okunur. İbni Sa'd hicri 230'da vefat etti. İlk iki cildi sirettir kalan kısmı beş bin kişinin hal tercemesidir. Kendine has bir orjinalitesi vardır. Kitabın tam olmadığı basılan dokuzuncu cildinden anlaşılıyor.

[49] Kebir ve sagir olarak iki  ayrı kitap olup hal  tercemesidir.

[50] Sanırım hala bulunamadı.

[51] Üstad Ekrem Omerî (Medine Üniversitesinde hadis üstadı’nın tahkikıyla üç cilt olarak Bağdatta basıldı. Fesevi Hicri 277’de öldü.

[52] Bu zat Buharı nin üstadlarındandır. Eseri henüz ortalıkta yok.

[53] Buharı. Tirmizî ve Ebû Davud'un tısladı. 249 da öldü. Kserini görmedik.

[54] Hadis İmamı Sika. Buharı Müslim \esai Ebû Dâvûd ve nicelerinin hocası 15 ciltlik Mtısannefi. Müsnedi ve Tefsiri ile diğer ufak eserleri var.

[55] Vakidî'nin zayıflığı belli. Ama Tarihinin sanırım el yazması bile hala or­talarda yok.

[56] Bu yoktur.

[57] Ekrem Ömeri'nin tahkiki ile 19S5'te Riyadda basıldı. Önce Bağdatta J963'te bir baskısı daha yapılmıştır. Hicri 160'ta doğmuş 240'ta ölmüştür. Onun tahakat adlı eseri matbudur.

[58] Ebû Zür'a Şam'ın büyük alimlerinden irili ufaklı 25 kadar eserin sahibi, hicri 281'de vefat etmiştir. Kendisinden Ebû Dâvûd, Razî, El-Fesevi, Ebû Zur'a er-Razi, İbni Ebî Hatem ve niceleri hadis almıştır.

[59] Hicri İSO veya 200 civarında vefat etmiş aslen Benî Temîm kabilesinden KÖfeli biridir. Tarihi olan Futuhul-Kebir-i kendinden sonraki tarihlere kaynak teşkil etmiş isede onun bu eseri sonra kaybolmuş Günümüzde ha­la eİ yazmasına rastlanmamıştır.

[60] Bu, Neseb-i Kureyş adlı eser olup nıatbudıır. Hatib, Bağdad, Tarihinde S/467 de 45S5 no ile hakkında bilgi verir.

[61] İmam Ahmed'in en meşhur eseri Müsnedi izaha lüzum yok.

[62] Basranın bir mahall esindendir. Bağdad a gelip İmam Ahnıed dahil oranın meşhur imamlarından İlim almıştır. Hatib onu Tarihinin 13/124 de alır. Tarihi hakkında şimdilik bir bilgim yok.

[63] Yahya h Main, hadis ilelinin baş imamlarından. Cerh ve Ta'dil onun ası! güçlü yönü.

[64] 327de vefat etmiş olup babası da meşhur İbni Ebî Hatem'in oğludur. Cerh ve ta'dil adlı eseri çok meşhur ve mütedav ildir. 9 cilt olarak Haydara-bad'da basılmıştır.

    İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/77-80

[65] Tehzibül Kemal Fi Esmaİr- Rical'dir. Beşşar Avvad ma'rufun tahkik ve talıkıyla neşredilmiş Rical konusunda halef devrinde yazılan en mühim eserdir. Denilirki ne kendinden önce ne sonra hiç bir atim böyle bir  rütbeye varamadı. Onun Tuhfetü’l Eşrafı da eşi olmayan güzellikte ve tertipde Kütüb’ü Sitte’nin cemidir. Mezzî, İbni Teymiye ve Hafız Zehebî’nin emsalidir. (654-742) İbni Kesir’in kayınpederi ve hocasıdr.

 

[66] Bu, "Tarih-i Bağdad" olup  14 cilt halinde matbudur.

[67] En geniş İslam Tarihi olup halen baskısı devam ediyor.

[68] Haydarabat'ta 1966da Dairatülmearif el Osmaniyye'nin himmeti ve Mekke Harem kütüphenesi emini Abdürrahman b. Yahya el Mualliminin tashih ve talikıyla basıldı.

[69] Matbu olup "Vefeyatü'l a'yan" adıyla anılır.

[70] Matbu olup Kitabür Ravdateyn adıyla ma'ruftur.

[71] Bu zat  Baiebek  şehrinden  olup 726 da ölmüştür Zehebî'nin çağdaşı  olup, eseri matbudıır.

[72] Birçok baskısı   vardır.   M.E.B.   tarafından   Türkçeye   tervemede   ettirilip   ba­sılmıştı.

[73] Güzel bir dizgi olmamakla beraber Fas baskısı elimize geçti.

[74] Ricalin zayıflan üzerinde ilk değil ama en geniş ve en önemli eser. Ravilerin hakkında dedi kodu olanlarını ele alıp her birinin rivayetlerinden Örnek verir. Böylece kitapta normal bir hadis kitabındaki kadar rivayet var. Bu eser zayıflar üzerinde duranların yegane kaynağıdır. İbni Adî 277 de doğup 365 te Ölmüştür. Hafız Mizzî ile İbni Hacerin Tezhib'ut Tehzi-bide bu eser üzerinde kaleme alenmıştin.

[75] Bu İbnü'l Cevzî'nin az önce adı geçen eseridir.

[76]  İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/80-83

[77] Mesela hak. İbni Sa'd Tabakat 1/55. Uyûnii'l Eser 1/2 NihayetÜ'l İreb 16/3 İbni Hişam 1/11, 13 Taberî 1/516. İbni Kesir el Biılaye ven Nihaye 2/255 İbni Hibban sire sayfa 39 Beyhakî Delâil 1/174 Abdıırrahman h Haris'ten naklettiği bir hadiste bunu bizzat Efendimiz anlatıyor. Ancak hadisin isnadı zayıftır. Fakat İbni Kesir bunu çeşitli riveyetlerle takviye ediyor. Bu takviye hadisteki bir lafız içindir. Yoksa ravi Abdullah Mu­hammed el Kudumî zayıftır.

[78] Urve Hz. Aişenin yeğeni olup İlk sîre yazanlardan biri sayılır.. Bu eserci-ğin bir kısmı rivayet edilmiş olup bir kısmıda basıldı. Ancak Urve'nin bu görüşü diğer eserlerde isnadıyia vardır. İbni Kayyim'de Zâdii'l Meâd, 1/71 de konuyu böyle anlatır. Aynca bak İbni Sa'd /58 Tehzibül Kemal 1/175 Ravdu'l Unf 1/11 El-İnbah ala Kabailir Ruvat 47 El Kamil İbni Hibban.

[79] Taberî bunu 1/517 de kırk kişi olarak verir. Ama rivayet senedini belirt­mez.

[80] İbni  Sa'd   1/28   Kurtubî   9/344   Tehzibül   Kemal   1/176   Zübeyrî     Neseb-i Kureyş 35. Beyhakî Delail  1/179 Taberî a. q. yer.

[81] İbni Sa'd 1/58.

[82] Aynı benzer haber İbni Sa'dda da mevcuttur 1/56.

[83] İbni Hişanı 1/ ve devamı Taberî adı geçen yer. Uyıinü'l Eser 1/22; Bey-hakî Delâil 1/179 Taberanî Sagir 2/62 Hakim 2/465're bunu sahih sayar Zehebî de ona katılır.

[84] Tabakat 1/58

[85] İbni İshak derki Onlar İsmaii (b. İbrahim) (a.s.) m ömrünün yüz otuz sene olduğunu ve annesi ile birlikte Kabe'deki Hıcr'a defnedildi­ğini anlatıyor.

[86] İbni Hişam 1/3 Ancak isim İbrahim değil İsmail ile başlar.

[87] İbni Sa'd bunu Ibnü'l Kelebi tankıyla nakleder 1/59

[88] İbni Sa'd Tabakât 1/55

[89] Müslim 2276 İbni Sa'd î/20 Tirmizî 3606 Buharı Tarih 1/4 Mttsned 4/107 Beyhakî Delail 1/130 Hatib Tarih'i Bağdad, 13/64 Buharî Tarih'i Sağir 1/9 Beğavî Siinne 13/194 Beyhakî Sünen 7/134 İbnî Ebî Şeybe  11/478

[90] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/84-88

[91] Bu haber silsilesi direk Zehebî'nİn kendi silsilesidir. Haber ona direkt ola­rak şeyhlerinden intikal ediyor. Bunu şeyhi Ahmed b. İshak el-Eberkûhf den dinlemiştir. Bu zat Zehebî'nin M u'c em üş şiiyiihun da (1/37) de 14 nolu terceme ile halini anlattığı aslen Hemedanlı olup sonra Mısıra yerleşmiş bir zattır. Hicri 615 te doğmuş 701 de hac için gittiği Mekkede vefat et­miştir. Zehebî orada "Münafığın alâmeti üçtür." hadisini de bu zat yoluyla rivayet eder.

Ayrıca bu haber için bak İbni Sa'd  1/101 Hakim 2/603 Taberi 1/453 İbni Hibban Sire s.3a Beyhaki Delâil 1/75

[92] Taberî Tarih 1/453 îbni Hişâm 1/159 Tirmizî 3698 Müsned 4/215 Hakim Müstedrek 2/603 Beyhakî Delâil 1/76 Ebû NUaym Delâil sayfa 144 Sü-heyli de RavdıTl Unf'ta bunu sahih sayar.

[93] Beyhakî Delâil  1/78 Tarih-i Halîfe 52..S3 Nevevî Tehzibü'l Esma 1/22..23

[94] Halife b. Hayyat Tarih sayfa 52 ancak Zehebî biraz kısalttığı için ben tercemeyi Halifeninkine göre yaptım. Zehebî isnadının zayıflığını belirtir. Tirmizî aynı hadiseyi 3698 no ile bu soruyu soranın Hz. Osman olduğunu ve Kab'as'ında aynı cevabı verdiğini bildirir. Sonra da, ,,Bu Hasen garib bir hadis olup biz onu sadece Muhammed b. İshak hadisi olarak biliyo­ruz," der. Taberi de olayı Osman b. Affan olarak verir. 1/453 ama aynı yerde Abdü"! Melik b. Mervandanda bu rivayeti İbrahim h Münzir- Ab-dülaziz b. Ebî Sabit yoluyla nakleder.

[95] Tarih-i Halife sayfa 52-53 te Musa b. Ukbe'nin bu görüşünü Zührî'yi söylemeden anlatır. Beyhakî Delâil 1/78

[96] Beyhaki Deiâil 1/78 Tarih'i Halife 53

[97] Beyakî Deiâil 1/79 İbni Kesir el Bidaye 2/262

[98] Tehzib-i Tarih-i Dımışk, 1/281 İbni Kesir el Bidaye 2/261

[99] Tarih-i Halife, sayfa 53

[100] A.g.e. sayfa 53

[101] Bunu henüz bulamadım

[102] Müslim İ160 Müsned  5/297-299 Bevhaki Deiâil 1/72 Beyhakî S. Kiibrâ 4/293-300 Ebû Nüaym Hilye  9/52  Taberî Tarih. Hakim Müstedrek 2/602 Ebû Yala Müsned 1/144 Nesâi 4/207 İbni Mâce 1713 Tirmizî 767 Dâramî 2/18 Abürrezzak 7865 Taberânî  18/113.

[103] Bu haberin senedi munkatıdır. Said b. Müseyyeb sahabi değil Tabiin den­dir.

[104] İbni Hişam 1/59 Beyhaki Deiâil  1/109-110 Hakim 3/486

[105] El Fesevî; Ya'kuh b. Slifyan h Civan el- Farisî el- Fesevî (191-277) Ha-diseİ, Tarihçi ve âlim bir zat; ilim için çok dolaşmıştır. Tarih'i eserlerinin en meşhurudur. Eseri hakkında yazarın önsözünün yedi nolıı dipnotunda bilgi verdim.

[106] Müsned 1/277; Elma'rife vet-Tarih 3/251 Beyhnki Deldi! 1/73 (Daha kısa} İbni Sa'd da aynı isnadla kısa olarak verir. Tabâkât 1/101 Fakat İbni Le-hî'a, ihtiyarlığında bilgileri karıştırdığı için zayıf sayılmıştır.

[107] Zehebî'nin bunu üstadından nakli isnadın ona ulaşması sebebiyle olsa ge­rek. Yoksa Haber İbni Sa'dın Tabakalında (1/100) Vafcîdi kanalıyla nakle­dilir. Ancak isnadı zayıftır. Çünki Vakidî'nin şeyhi Ebû Bekir b. Abdillah h Ebî Sebre her ne kadar Ebû Yusuf tan önce Irak kadısı olup Bedire katılan Ebû Sebre (r.a.)ın torunu isede kendisini Buharî İmam Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâi, Yahya b.Maîn ve diğerleri zayıf sayar. Üstelik Vakıdî ilim denizi bir adam sayılmasına rağmen haberde zayıftır. Bazıları onu sika sayarlarsada bu ilminin genişliğine izafetendir. Bak. Zehebî Mizan 3/622. Ancak Ebû Nûaym'ın Delâil'inde 1/153 (K. no 90) bunu ayrı bir senedle İbni Abbastan nakleder. Oradaki ravi Muallâ b. Abdirrahman yalancıdır.

[108] İbni Sa'd 1/101 İbni İshakta aynı kanaatini tekrarlar ki bu daha önce geçmiştir.

[109] Dimyatî'nin bu Siresi henüz basılmış değildir.

[110] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/88-93

[111] "Kütük döktürme" Sünnet düğünü yemeği demektir. Bu kelime Toros türk-çesinde hâlâ canlılığını koruduğu için buraya aynen aldım. Esasende "Medübe" kelimesinin izahsız tercemesi budur.

[112] İbni Sa'd 1/103 Ebû Nuaym 1/154 Beyhakî Delâil 1/114, Tehzîb'i Tarih'i Dımışk 1/282 İbni Kesir'de el Bidâye ven Nihayede 2/265 "bunun sıhhati şüphelidir" der.

[113] Ebû Nûaym Delâil 1/135; İbni Asâkir Tehzîb-i Tarih'i Dımışk.

[114] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/93-94

[115] Buharı Menâkıb 17 Tefsir 61. sure I. Müslim 2354 Müsned 4/80-81-84, 6/25 Tirmizf 2840 Dâramî 2/317-318 Tirimizî Şemail 359 İbni Sa'd 1/105 Muvatta 620, Hakim 2/406 Beyhakî Delâil 1/152 Abdürrezzak 19657, Hu-meydî 555, Taberânî 2/122-123-124-125, Buharı Tarih-î Sagîr 1/10 Beğavî Sünne 13/211 fbni Ebî Şeybe 11/457 İbnii'l Cevzi El- Vefa 1/103

[116] Bu, Abdürrezzak rivayetindeki ilaveli üst hadistir. Beyhakî de Delâil de î/154 te bunu nakleder. Müslim 2354-U25). Tehzîb-ü Tarih-i Dımışk 1/275

[117] Beyhakî   Delâil   1/155,   Miisned   4/81   Ebû   Nûaym   DeJâil   s.26   İbni   Sa'd 1/104

[118] Müslim   2355.,   İbni   Ebî  Şeybe   U/457   (nol!739)  Müsned  4/404  Beyhakî Delâil  1/156-157

[119] Beyhakî Delâil  1/156 İbni Sad 1/105 El Ma'rife vet Tarih 3/266 Tehzib-i T. Dımışk 1/274

[120] Müslim 2355 tEbî Şeybe 11/457 Miisned 4/404 Tirmizî Şemail 360 İbni Sa'd 1/104 Taberânî Kebir 2/120 122

[121] Beyhakî Delâil   1/157 de hem miirsel hemde mevsul olar rivayeti verir.

[122] Tehzîb-i T. Dımışk  1/275 Beyakî Delâil   1/158

[123] Tehzîb-i  Tarih'i  Dımışk   1/257  Beyhakî  Delâil   1/159  Buradaki  birisi  Ebû Zekeriyya el-Amberİ'dir. Tehzib'ül Kemâl  1/187.

[124] Taberî Tefsir Taha suresi avet .1. Kurtubî Taha suresi avet  1.

[125] Bu izah Beyhakî'nin nakline göre ilim ehli birinindir. (Belki kendisidir.) Bak Delâil î/160. İbni Kesir Tefsir. Tevbe suresi ayet 123 te hadisi hiç biryere isnad etmeden"hadiste geçerki" diye nakleder. Celaleddin Suyutî, Efendimizin isimleri ve bunların şerhine dair hususi bir eser kaleme al­mıştır.  Orada  senedi  iîe  birlikte  sevkettiği  bir hadiste  İbni Abbas  (ra.)ın “Efendimiz adının Dahûk ve Kattal olduğunu söylemitir. Ama o mevkuf bir haberdir. Bu ise Merfu’dur.

[126] Burada Muhakkik Ömer Abdüsselâm Tedmıırî kitabın arabca baskısında (belki aceleden) İbni Mes'ûd'un sözü ile İbni Amr (r.a.)tn sözünü bir söz gibi birbirine katmış Tabi kaynaklarda böyle bir şey olmayınca hiç işaret bile vermemiştir. Biz bunu ayırdık. İbni Mesûd (r.a.) bu "Sâdık ve Mes-dûk" haberini Buharı" Bedii Halk 69/6 Enbiya 70/1. Kader 1. Tevhid 28 de Müslim Kader İde. Tirmizî 2137 de Ebû Dâvüd, Sünne 6 da. İmam Ah­med Müsned 1/382 430-5/14Sde İbni Mâce mukaddime 10 da Humeydi 126 no da, İbni EH Asım 1/77'de. Beyhakî Sünen 1/138, 7/421.10/266'da, İbni Adiy 3/1090 da Ebıı Nûaym Hilye S/244'te verirler.

[127] Buhârî Tefsir 65/sure 48 Büyü 34/50. Dâramî Mukaddime 3 Müsned 3/174 Bu Abdullah b. Amr b. el-As (r.a.)'ın sözüdür.

[128] Efendimiz (&a.v) bizzat kendiside: "Ben göklerdekinin Eminiyim" buyurdu; Buhârî Megazi 64/61. Müslim zekat 144. Müsned 3/4 Ebû Nuaym Hilye 5/72 İbni Huzeyme 2872, Ebû Dâvûd Edeb 140, İbni Mâce 3709 Dâramî 2/275, Beyhakî 8/340 Buhârî Edeb 1086 Tahavî Müşkil 1/57, İbni Sünnî 659.

[129] Suyûtî a.g. eser Kaf maddesi.

[130] Delâil  1/161, Suyûtî a.g.e., Tehzib-i Tarihi Dımışk 1/276

[131] Tirmizî Şemail 360 İ Ahmed Müsned 5/405 Beğavi Sünne 13/613

[132] T. Tarih-i Dımışk 1/275

[133] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/94-98

[134] Buhârî Edeb 78/106, ilim 3/38 Enbiya 60 Babû Künyetiin-Nebiy Müslim 2134, İbni Mâce 3735-E. Dâvı'ıd 4965 Müsned 3/170-369 Tahâvî Meâni 4/336 İbni Sa'd 1/106 Buharı T. Sağır 1/14, Buharı T. Kebir 1/16 İbni Ebî Şeybe 8/483 Beyhâkî 9/308, Taberânî  19/244 Beyhâkî Delâil 6/214

[135] Müslim 2133, Müsned 2/433 , 3/301 Beyhâkî Delâil 1/113, İbni Sa'd 1/106. İbni Ebî Şeybe 8/484. Ebû Nüaym Hilye 7/91.

[136] Bunu Bezzar Müsnedinde. İbni Asâkirde tarihinde {Tehzib-İ Tarihi Dımışk 1/278) anlatır. Buradaki şüphe eğer bu hadis doğru ise şudur; Mariye ile gelen amca oğlu. bir kölenin onun yanına girip çıkması Efendimiz'i şüphelendirmiş t i. Hz. Peygamber Ali (r.a.)'ı tahkikine göndermiş, köle Ali'yi kılıçla görünce kaçıp hurmaya çıkarken düşmüş Eteği açılınca Hz. Ali onun tam hadım olduğunu görmüş ve durumu Efendimize söylemiş Hilye 3/178 Mecmaüz Zevâid 4/329. Bu haberin ravileri sika olup hadis sahihtir.

[137] İbni Lehî'a cemaattan ayrı rivayetlerinde zayıftır. Çünki kitapları yok ol­muş, âhir vaktinde akli dengesi bozulmuştur.

[138] Sava Mu'cemü"l  Büldanın verdiği bilgiye göre 3/179. Tahran (eski  Rey) ile Hemedan arasında bir şehirmiş.

[139]Taberî 1/459 Beyhakî Delâil 1/12 Ebû Nûaym Delâil 1/139 El- Vefa 1/97 Mevahib-i Ledûnniyye 1/121 İbni Kesîr el- Bidaye 2/268 Ikdü'I Ferîd 2/29.30 Ravdu'l Unf 1/29 İbni Hişam siresinde bu kıssaya işaret eder, yer yer tekrarlarsada şiirleri vermez.

[140] Süheylî'nin Ravdü'I Unf'ta 1/27, bildirdiğine göre bu âlime Şakk denmesi bir eli bir ayağı ve bir gözü olmamasındandır.

[141] İbni Hişam 1/15-16-17

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/100-106

[142] Beyhâkî Sünen 1/190. Ebû Nuaynı Delâil 1/57. H. no 14 Tarih-i Gürcan 361.'İbni Sa'd 1/60 Nasbiirrâye 3/213. ancak İbni Sa'd bunu dört ayrı ri­vayetle verir. Birisinde Zehebî'nin bahsettiği Abdullah h Ebî Sebra vardır-ki bu metindeki İbni Abbas hadisidir. Birisi Ebû Damra'nın Ca'fer b Mu­hammed aracılığıyla babası Muhammed b. Ali b Hüseyinin haberidirki bu nıunkatı bir seneddir. Ancak Ebû Nuaynı'in rivayetinde aynı isnadla Mu­hammed b Ca'fer bunu babası, dedesi aracılığıyla Hz. Ali'den nakleder. İbni Su'dan diğer haberi Zühri Urve isnadıyla Hz. Aişe'de din Ca'fer ha­berini İbni Ebi Şeybe'de Musannef'inde Hatem b. İsmail yoluyla nakleder. 11/431. Ancak Zehebî'nin bundan sonra belirttiği gibi rivayet senedce münkatı'dır.

[143] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/107

[144] Müsned 4/66 5/379. İbni Ebî Şeyhe 14/292 Buhârî Tarih 7/374 Ukaylî Zuafâ 4/300

[145] Buharı Tarih 7/374; Müsned 4/59; İbni Sa'd 7/60; Hakim 2/608; Hakim isnadı sahihtir, derken Zehebî'de sahih diyor.

[146] Tirmizî 3688; Hâkim 2/609 Hâkim hadis hakkında hüküm belirtmez. Ancak Zehebî Telhisinde "Bu, Önceki meysera hadisinin şahididir." der. Hatib Ta­rih-i Bağdad 3/70 5/83 Beyhâkî Delâil.

[147] Müsned 4/127 128. 5/262. Beyhakî Delâil 1/83 İhni Hişâm 1/170. İbni Sa'd 1/102 Hâkim 2/600 de sahih sayar ve Zehebî de bunu kabul eder. Taberî 1/458 Beğavİ 1/111. Ebû Nûaym Delâiİ 1/69 İ. Sa'd (ilk baskı) 1/96 Hakim 2/600 Taberâni Kebir 8/206 18/253

[148] Müsned 5/262 4/128 îbni Hişâm 1/188 Beyhakî Delâil 1/80 130 Hakim 2/600 Taberanî 18/252.

[149] Müsned 5/262.

[150] Bu izah için bak Beyhakî Delâil 1/81.

[151] İbni Sa'd 1/20 Bu mürseldir.  Çünki Caferin babası Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali sahabî değildir.

[152] Hâkim 3/326 Ebû Nûaym Hilye 1/364 El- Bed-i vet Tarih 5/26 Tehzib'i Tarih-i Dımışk. 1/350. İbni Kesir Sire 1/195 Bazıları bu şiiri Hassan b. Sabite İsnad ederler.

[153] Abdürrezzak 4908 Müsned 4/35-36-235, İbni Ebî Şeybe 10/219 11/500 E. Dâvûd 1169. İbni Mace 1270 1269 Hakim 1/327 328 İbni Huzeyme 1416 Hatib. Bağdad Tarihi 1/336 Tahavî Meânî 1/323 Taberânî 10/345-12/130 Beyhakî 3/355 Nesaî 3/160 Taberânî Dûâ 2188,2190,2191.

[154] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/107-111

[155] Süveybe, Efendimizin süt annesidir. Hz, Hamza'yi emzirende, Ebû Sele­me'yi emzirende odur. Müslüman olup olmadığı belli değilsede Efendimiz ona Mekkede iken bir anne gibi davranır ziyaret ederdi. Hz. Hatice de ona ikramda bulunurdu. O zaman henüz Ebû Leheb'in cariyesi idi. Hatta Hz. Hatice onu satın alıp âzâd etmek İstediysede Ebû Leheb razı olma­mıştı. Efendimiz Medineye göç edince ona elbise ve bazı ihtiyaç eşyaları göndermişti. Nihayet Süveybe hicretin 7. yılında Hayberden dönerken yolda öldü. Ölüm haberi peygamberimize ulaşınca, "Oğlu Mesrûk ne oldu!" diye süt kardeşini sordu isede, onun annesinden çok önce öldüğü haberini aldı. Bak. İbni. Sa'd 1/108-109.

[156] İ. Sa'd 1/108 Beyhâkî Delâil î/148 Ebû Nûaym 1/157

[157] Buharî Nikah 67/20-25-26-32. Nefakat 69/16 Müslim 1449 Ebû Dâvûd 20.56 Nesâî 6/96 İbni Sa'd 1/109-110 İ.E. Şeybe 4/289 Humeydi 307 Şafii Müsned 272.

[158] Buharî a.g. yer. Beyhâkî Delâil 1/149.

[159] İbni Sa'd 1/112. Beyhâkî Delâil 1/132 Nihayetü'l İreb 16/83.

 

[160] İbni Hişam 1/162-166. İbni Sa'd 1/110-111. NihayetU'l İreb 16/81-84 Ta-ben 1/454. Ebû Nûaym Delâil 1/155. H. no.94 Beyhakî Delâil î/133 Mec-muuz Zevâid 8/220 Fethu'I Bari 7/394. İbni Hibban (Zevaid) 2094 kadı Ebû Ya'la Müsned 13/93 H.no 7163 Taberâni Kebir 24/212-215

[161] Ebû Davud 5144 İbni Sa'd Tabakat 1/114

[162] Müslim 261. Müsned 3/121-149-288. Beyhâkî Delâil 1/147

[163] îbni Hişam 1/165

[164] Buharî  Bed'ul   Halk   /Babu   Zikru'l   Melâike   59/6   Tevhid   97/37  Enbiya 60/24 Beyhakî Deiâil 1/147

 

[165] Beyhakî Deiâil 1/148

[166] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/112-116

[167] İbni Sa'd 1/99-100 Taberî 1/458 Beyhakî Deiâil 1/187

[168] İbni Sa'd î/99 Taberî 1/458

[169] İbni Sa'd 1/99 Beyhakî 1/187   

[170] İbni Sa’d 1/99

[171] İbni Sa'd 1/100

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/117

[172] Ebva, Cuhfe ile Medine arasında Medineye 13 mil uzaklıktaki bir yer.

[173] İbni Sa'd 1/126 Beyhakî Delâil 1/188

[174] Tehzib-i Tarih-i Dımışk 1/283 ibni Sa'd aynı yer.

[175] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/118

[176] İbni Sa'd 1/118-119. Tarihi Dımışk 1/282

[177] Beyhakî Delâil 2/21; Hakim 2/603-604

[178] İbni Hişam 1.

[179] Bu Ebû Talibin uzun şiirinden bir bölümdür ve ilerde orjinal 162. sayfada gelecektir.

[180] İbni Sa'd 1/119. İbni Hişam 1/168 Beyhakî Delâil 2/22

       İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/118-121

[181] Buharı 37/2 Muvatta 971  İbni Mace H. no.2149 İbni Sa'd 1/1125 Uyunü'l Eser 1/45 Beyhakî Delâil 2/65

[182] Buhârî   70/50   Müslim   2050-1621   Muvatta   1770   Müsned   3/326   Beğavi 11/339 Beyhakî Delâil 5/29.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/121-122

[183] Beyhakî Delâil 2/124 Hakim Müstedrek 2/616 Tehzibü Tarihi Dımışk 1/269. Taberi 2/278. Tirmizî 5/230 H. 3620 Ravdul Unf t/207 Tirmizt "Hu bizim ancak bu tarik ile bildiğimiz(başka rivayeti olmayan) hasen garip bîr hadistir." der. İbni Kesir hadisi El- Bidaye ven Nihayesinde (2/285) naklettikten sonra "Bu hadiste bir takım gariplikler vardır. Bir kere bu sahabenin mürsellerindendir. Çünkü Ebû Musa el- Eşari ancak ta Haybe-rin fethi senesi- ki hicretin yedinci yılında gelmiştir. Eiu durumda İbni İshakın onu Mekke'den Habeşistan'a göç eden Muhacirler arasında göste­ren görüşüne itibar edilmez. Her halükarda hu mürseldir. Çünkü olay Efendimiz on iki yaşındayken olmuş oluyor. Belki Ebû Musa onu Efendi­mizden dinledi. Böyleyse söz olmaz. Yada Sahabenin ileri yaştakilerden. Belkide bu kıssa meşhur idide onu o şekilde işitti." Beyhakî Delâilinde bu kıssadan sonra Ebû'] Abbâs Abdürrahman b. Gazvân el- Huzâi'nin şöyle dediğini anatır.

Bu haberi yeryüzünde Kurâd'dan başka nakleden kimse yoktur.Ahmed h Hanbel ile Yahya b. Main bu haberi Kurâd'dan dinlediler.

Ebû'i Abbas bu söz ile haberin Mevsul olarak isnâdındaki şüpheyi kasdederek böyle söylüyor. Yoksa(Münkatı olarak rivayeti) meğazi yazarla­rınca meşhurdur.

Haberin ayrıca siyer ve Meğâzî kitaplarında yerleri şöyledir. İbni Hişam 1/203 El-Vefa 1/131 Ebû Nûaym Delail H. No 109 Hasaisü’l Kübra 1?85. el-İktifa 1/191 Mevahib 1/190 İbni Hacer Eİsabe 1/179’da bu haberi nakleder ve “Ricali Sikadır. İçinde beraberinde Ebû Bekir ve Ömeri gönderdi” cümlesi  dışında münker bir şey yoktur, demektir. Zehebî’nin Ta’lili onunkinden daha isabetlidir.

 

[184] İbni İshak Es Sîre s. 73, İbni Hişam 1/205-207, t Asâkir Tehzib-i Tarilı-i Dımışk 1/270, Beyhakî Delâii 2/28, Taberî 2/277, Ebû Nuaym Delâil 108, Uyûnü'l Eser 1/11, İbni Kesir Sîre  1/243, Nihayetü'l  İreb 16/90,

[185] Uyunü’l Eser.

[186] İbni İshak s. 78 İbni Hişam 1/208 El Bidaye 2/287 Fethü’l Barî 7/146

     İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/123-128

[187] İbni Hişam 1/209-210 Mesûdî 2/270 Süheylî Ravdü'l Unf 1/209

[188] El Bidâye ven- Nihâye 2/290 İ Hişam 1/210 (Mustafa el, Bâbi el - Ha-lebî baskısında 1/184)  İbni Sa'd 1/128

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/128-129

[189] İbni İshak Sire s. 81 İbni Hişam 1/187-188 Taberî 1/521 Ebû Nuaym De-lâil 1/172 No 110 Beyhakî Delâil 2/66 İbni Sa'd ayrı bir isnad ile 1/130 Ravdû'l Unf 1/211

[190] İbni Sa'd 1/120 Ebû Nuaym 1/172 Nihayetü'l İreb 16/97 İbni Asakir Teh-zîb'i Tarihi Dımışk

[191] Müsned 1/213-214 Taberanî aynı îsnadla Kebirin'de nakleder Beyhakî De-lâilde aynı isnad ile kısa olarak nakleder. 2/72 Ancak Beyhakî yine 2/71-72, de bu hadiseyi başka bir isnad ile Ammar b. Yâsirden nakleder. Ancak aynı olayı rivayet eden ravi Ömer b. Ebû Bekr el Mûsilî'nin "Ha­tice (r.a.)ı evlendirenin amcası olduğunda icma var" dediğini bildirir. İbni Sa'd da kıssayı Ebû Miclez'a'dan bu şekilde nakleder. Ancak İbni Sa'd 1/132 de Taberî'de Tarih l/522de Vakidî'den bu haberi naklettikten sonra Vakidî'nin:

[192] İbni İshak Sîre 102; İbni Hişam 1/190; Beyhakî Delâil 2/69; Ebû Ifoeyde Ma'mer b. Müsenna "Tesnıiyetü ezvacinnebiyyi" S.4S-53; Nevevî Tehzîbü'l Esma 1/26; Taberî Tarihi Dımışk 1/293; Mizzî T. Kemâl 1/192.

Burada şuna işaret edelim: Tayyib ve Tâhir iki ayrı çocuk değil bunlar Abdullah'ın lakabıdır. İbni Sa'd'm 1/133'te; İbni Kayyim'in (1/103) Zâdü'l Meâd'da Süheylî'nin Ravdü'I Unf'ta belirttikleri budur. Yine aynı yerlerde Abdullah'ın Ölümünün Peygamberlikten sonra oîduğu anlatılır.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/129-131

[193] Burada İbni Hişanı şu ek bilgiyi verir.:

"Bunun sebebi, bir gurup insan Ka'be'ye ait hazineyi çalmışlardı. Bu hazine Ka'be içindeki bir kuyuda saklanırdı. Hazine, yanında bulunan kişi Melih b. Amr b. Huzâa'nın kölesi Düveyk idi. Kureyşliler Düveyk'in elini kestiler. Kureyşliler onu çalan kimsenin bu hazineyi Diiveykin yanma koy­duğunu iddia ederler" Sire  1/193.

Ka'benin yenilenişi hakkında İbni Sa'dın 1/145 İbni Abbas ve Cübeyr b. Mutim (r.a.)lardan naklinde "Mekke'nin yukarılarından gelen sellerin Beyte dolup yıkılma tehlikesi geçirmesi" şeklindedir. Bu görüş ilk Sire yazarla­rından ve en sika sayılan Musa b. Ukbe b. Ebî Ayyışın da görüşüdür ki Beyhakî Delâil'de (2/58) bunu aldığı gibi İbni Abdü'l Berde Eddürer fi ihtisari'l meğazi ves- Siyer adlı eserinde nakleder.

[194] İbni Hişanı 1/193-197 İbni Sa'd 1/145-146 Beyhakî bunun bir kısmını ayrı bir isnad da verir. Delâü 2/59-60 İbni İshak 103-108 Taberî 1/225 Ezrakî Ahbârü Mekke 1/158-164 Uyunü'l Eser î/51 Nihayetü'l İreb 16/99

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/132-134

[195] El-Hums: Dinde aşın giden anlamına gelir. Peygamberlik öncesi Kureyş Ka'beye bağlılıkta aşırı olunca bu adla anılır olmuştu. İbni Hişânı'ın 1/199da îbni İshaktan nakline göre Kureyş "biz İbrahim oğullarıyız, Harem halkıyız, Beytıılllnh'in velileri Mekke'nin sakinleriyiz. Arab da bizim gibi hakkı olan, bizini gibi mertebesi olan yoktur. En tanınanı biziz. Haremi ıılııladığımız gibi Hillİ ıılulanıayin. Öyle yaparsanız arablar hürmetinizi ha­fife alır." dediler. Böylece Hill mıntikasındaki Arafatta vakfeye durmayı, oradan Müzdelife'ye İfâda etmeyi bıraktılar. Halbuki bunun Hac nıeşâiri olduğunu hililyorlar. İbrahim in dininden ve Hacdan olduğunu itiraf ediyor­lardı. Bunun için diğer araplarm bunları yapması gereğine inanırlardı. "Ama biz Harem halkıyız onun için harem mıntıkasını çıkıp hille gitme­miz hürmetsizlik olur. Diğer yerleri Harem gibi kutsi sayamayız." dediler. Sonra doğanlarda bunu aynen uyguladılar. Ardından da bunlara bazı ilave­lerde yaptılar"

Yıllardır Mekke halkına şaşar dururdum. Hac vesilesiyle yirmi yirnıibeş yıldır tanıdığım nice ev sahibi Mekkeli. halâ hac etmediklerini söylemiş İerdi de inanmak bize çok zor gelmişti. Bu bilgiyi görünce "Acaba hâlâ câhitiye döneminden kalma bu adet geçerlimi'" diye düşündüm.

[196] Musannef'te Abdürrezzak olayı Ma'mer aracılığıyla verir h. no. 9104 Fet-hü'l  Bari 3/285  İbni Kesir 2/300.  Ezrakî Ahbar'u Mekke   1/99-100 (Öbür baskı 1/158) El-Marife Vettârih 3/252 İbni Kesir buradaki “baliğ olunca” igadesini garip bulup, “İbni İshakında kesin olarak belirttiği gibi Efendimizi o zaman yirmibeş yaşındaydı,” der Beyhakî Delâil 2/57 Sebilü’l Hüdâ ver Rüşd 2/232. 

[197] Bu Zühri'nin talebesi Musa b. Ukbenin meğazisinde de böyle geçer. Bak Delâil İn Nübüvve 2/60; Abdürrezzak da bunu Mücahitten 9103 no ile na­kleder.

[198] Toroslarda oğlağın erkeği “çebiç” olarak adlandırılır. Erkek oğlak diye tercemede olabilirdi. Gönlüm asıl Türkçe kelimenin kaybolmasına razı olmadı.

[199] El- Ezraki Tarihi Mekke 157-15S İbni Sa'd 1/145 İthafül Vera 1/144, Sû-bûlû'l Hûda 2/227 Abdürrezzak Musannefinde olayı daha geniş aynı ri­vayetle anlatır. 5/102 no:9106.

[200] Ahbaru Mekke 1/62  Şifâül Gırâm  1/152

[201] Ahbâru  Mekke   1/119;  Beyhakî Delâil  2/64; Mecmâuz  Zevâid 3/296; İhni Hişam  1/83; El-Kelebî el-Esnâm.

[202] Beyhakî Delâil 2/38, İbni Kesir Sire 1/275

[203] Buharı Salat 8/8 Müslim Hayz 1/340 Müsned 3/310-333-5/455.

[204] İlave kısım El-Ezrakî'nin Ahbânı Mekke'sindendir, s. 16

[205] Zehebî burada daha önce geçen "kadının birinin Ka"beyi yakma hadisesini. Ciddeye yakın yerde bir rum gemisinin batmasını, Kureyşin Tahtaları geti­rip para toplayıp Kaleyi tamire başlama olaylarını atlar. Çünki bunlar ayrı yollarla önceden geçmiştir.

[206] Bu bölümü Beyhakî Delâiîinin 2/61. sayfasında İbni Abbas (r.aj'tan nakle­der. Zehebî buradan da bir kısmını atlar.

[207] Ezrakî Ahbarü Mekke  1/164-167

[208] Ezrakî 1/165 Bu  ve  bundan   sonraki  dip  notun  {18  nolu)  ileriki  dipnotta gelecektir.

[209] Ezrakî  1/67 Ezraki bıırda direkleri şöyle resmeder.

Ezrakî'de bunun sonunda Süleyman'ında Atâ'ya "Yani O resimler silindikten sonra Beytte olacağına ne diyorsun?" diye itiraz yollu soruşunu onunda: "Tanı nasıldı bilemiyorum. Ancak ben bu resimlerden ikisine yetiştim sil­me izi üzerinde belliydi " dediğini ilave eder. Burada merhum Zehebî'nin kalemi bir alt satırdaki isimle karışmış olsa gerek.

[210] Zira Ahbarû Mekke'de bu soruya "İbni Cüreyc dediki: Atâ'ya aradan hayli zaman." diyerek olayı anlatır. Ve Davud yoktur. Davud hemen onun altın-ıda gelir ama Zehebî onu Davûd el Attâr diye yazmış doğrusu ise"Davud b. Abdirrahman d ir. Bak Ahbâru Mekke 1/168

[211] Aynı yer.

[212] Ezrakî  1/168 Buharı Tarih-i Kebîr S/70. TaberAnî Kebir 7/359 Beyhakî De-lâil 5/146.

[213] El- Ezrakî  1/169.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/134-140

 

[214] Musned 3/310-333 5/455 Beyhakî Delâilinde bunu Cabirden verir 2/54.

[215] Buharî   Hac,   /Bed'il    Halk,/.   Müslim   340-341    İmam   Ahmed   Müsned 3/295-380 Ezrakî 1/170 Beyhakî Delâil 1/159*2/33

[216] Hakim Müstedrek  1/458. Beyhakî Delâil 2/56

[217] Musannefte (9106)" Oğlakların allayacağı kadar" şeklindedir.

[218] Bu calibi dikkat bir haberdir. O zaman Süveyş açıknu idi ki Rum diyarı denen Bızanstan gemi gelip Habeşistan'a gidiyor olsun. Hz. Ömer devrin­de Nil nehrinin bir kanalla Kızildenize birleştirildiği bilinir. İddialara göre Kızıl denizden açılması istenen kanala Ömer (r.a.) "Henüz donanmamız yok. Buradan gelecek Rum donanması birden Medine'ye gelir" diye İti­raz etmiş ve onun işaretiyle bu kanal Nil ile Kızıl deniz arasına açılmış Ben görmedim ama Mısırlı bir dostum hala bu kanalın durduğunu içinin taş toprak dolu olduğunu söyledi. Bu ayrı, ama Efendimizin geçtiğinde Hebeşe giden Bizans gemisinin Kızıl denizden geçmesi son derece ent­eresandır. Hadiseyi araştırmaya şimdilik vaktim yok. Ama tarih araştırma­cılarımızın dikkatine arz ede/İm.

[219] Bu uzun silsile, bizzat Zehebî'nin kendi silsilesidir. Abdürrezzak Musannef 9106 Müsned 5/455 İbni Sa'd Tabakat 1/157 El Ezraki 1/157.

[220] Müsned 3/425.

[221] Bu haberde şüphe var. Çünkü bizzat Taberî ve diğerleri bu ayetin tefsi­rinde Hasen-i Basri, Verkâ, İbni Ebi Necih isnadıyla yine Mücâhidin «Bu genişletilme kıyamet günü olacaktır» dediğini naklederler. Bak Taberî Cüz 30/114 înşikak ayet 3.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/140-145

[222] Buharî Hac  25/91   Müslim   1220  Daramı  Menasik  29 Nesâî 5/255 Ezrakî 1/188 Beyhakî Delâil 2/37.

[223] Taberî Tarih 2/279 Beyhakî Delâil 2/33 Hakim 4/245 Mecmauz Zevâid 8/226 Kadı Iyaz Şifa 1/273 Ebû Nûaynı Delâil H. 12S İbni Kesir Siresin-de 1/252 Bu garip bir hadistir. Bazen bu söz Ali'nin olarak nakledilir der. El- Bidayesinde 2/287-288 aynı sözleri tekrarlayıp İbni İshak'ın bu şeyhi "Muhammed b. Abdillah b. Kays. İbni Hibban'a göre Sika biridir. Bazıları bunu sahihayn ricalinden sanarsa da Şeyhimiz Hafız Mezzî Tehzîbü'l Ke­mâl'inde "Ona vâkıf olamadım" der diyor. Hakim bunu Müslİmin şartına göre sahih sayar Zehebî ona katılır. İbni Hacer Metalib'inde (4259) isnadı Hasen ve muttasıldır, Ricali Sikadır,:derken Suyûtî'de ona katılır. Bezzar' da Müsned'inde 2/240ta 640 no ile hadisi rivayet eder. İbni Hibban'da hadisi sahih sayar (El İhsan 8/56) Suyutî hadisi İshak b. Raheveyh'inde naklettiğini belirtir. İbni Kesir bu ta'lilinde nereye takıldı bilemiyorum, Ancak burada en üzerinde durulan ravi Muhammed h Kays b. Mahrame-dir'kİ O meçhul biri değildir. Buharı Tarihi Kebir'inde onun kimliğini bil­direrek bu hadisini de Müsned olarak nakleder. Bak T. Kebir 1/130 Ter­ceme no 389.

[224] Taberânî Sağîr 2/45 Mecmaü'z Zevâid 8/226

[225] Bûvâne, Yanbu'dan ileride bir yerin adıdır.

[226] İbni Sa'd Tabâkat 1/158 Ebû Nüaym DelâiJ 1/187 no 129 Bu zayıf bir isnâddır. Zehebî işaret etmesede ravi Ebû Bekr b. Ebİ Sebra Uydurmacılı­kla itham edilen biridir. Zehebî Mizan'ında 4/503-504 onun zayıflığını, Buharı, İmam Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesaî'nin ifadeleriyle açıklar. Hayatı inişli çıkışlıdır Ebû Yûsuf'tan Önce kadılık yapmış biridir. Dedesi Ebû Se-bre (r.a.) Bedir harbine katılmış bir sahabedir,

[227] Hakim Müstedrek 3/216; Beyhakî Delâil 2/34; El-Bidaye 2/287; Suyutî El-Hasâis 1/89.

[228] Beyhakî Delâil 2/35; Kadı Ebû Ya'fa MUsned 3/398 no 1877-1878 Taberâ-nî de Kebirinde aynı isnadla verir. Hadisteki geçen "Efendimizin onların törenlerine katılması ve bilhassa benim tercemede belirtmediğim (zira ben Zehebî'nin anladığı gibi anladım ki uygunu o idi) şekil olan "O az önce put selamlamasında bulundu" ifadelerine hadis alimlerinden itiraz edenler olmuştur. Mesela Ukaylî Zuafâ'sında 3/222 İbnü'l Cevzî ilelinde 1/166 İbni Hacer Metâlib'de 4261 Hatib Tarihinde 11/286 İbni Adiy el Kâmil'inin Osman b. Ebî Şeybe bölümünde İbini Kesir Bidaye ve Siyer'in de 1/253 bu hadisi metni yönünden zayıf bulurlar. Ancak Hadisi bizim anladığımız gibi anlayınca metindede bir garabet kalmaz. Zaten Zehebî'de Mizan'ında 3/36 böyle anlamayı savunur.

[229] Ebû Dâvûd h.  no  4996  tbni  Sa'd  7/59 Beyhakî 10/198  Taberânî Kebir 3/224 t Cevzi llelü'l Mütenahiye 2/239

[230] Bu Zehebî'nin isnadıdır. Buradaki kıssa bundan sonraki bölüme alınsa dah iyi idi. Zîra burada adı verilmeyen zat Zeyd b. Amr b. NÜfeyldir ki kıssa­sına Zehebi hususi bir bolüm ayırmıştır. Burada "O böyle olmaya daha layıktır" diye terceme ettiğim kısım arabca baskıda «En yekûne» olacağı­na «en Lâ yekûne» şeklinde dizilmiştirki yanlışlığı ortadadır.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/146-151

[231] Mu'cemül Buldan 1/480 Mu'cemü mâ Üstü'cem 1/273

[232] Buhârî Menakıbü'I Ensar 63/24 İbni Hişâm hadiseyi İbni İshaktan biraz daha değişik anlatır ki, müellif az ilerde onu verekcektir. Beyhakî Delâil 2/122

[233] Müsned 1/189, Beyhakî Delâil 2/125, H[233]eysemi Mecmaüzzevâid 9/418, Ha­kim 3/216, Taberânî Kebir 5/86 ti. no 4663-4664, Fethü'l Bari 7/Î44 Ebû Yala Müsned h. no 7212, Zehebî Siyer-i Alamünnübelâ 1/221. Nesaî Sü-nen-i Kübrâ (Tuhfetü'l Eşraf 3/22S) Zehebi merhum burada bu hadise ilişmediği gibi Telhis'inde de Hakim'in onu sahih saymasinada bir şey demez. Ancak Siyeri-i A'lamün Nübelâ'da "bu hadisin bir kısmında nekâ-ret olduğundan hiç şüphe yoktur" der. Hadis Allah bilir hasen derecelidir. Çünkü Taberânî Ebû Ya'la ve Bezzarın isnadındaki ricalin hepsi sahih ha­dis ricali isede içlerinden Muhammed b. Amr b Alkame bu rütbede ol­mayıp onun hadisleri  ancak, "hasen" derecesine ulaşır.

Burada bir nokta daha var: Efendimiz, kesilirken Allah adı anılmayan eti o zaman (peygamberlik öncesi) yermi idi? Zeyd b. Amr yemediğine göre Efendimizin evveliyetle yememesi gerekmez mi idi?.....

Hatrabî bu konuda "Peygamber (sa.v) o zaman putlar adına kesileni yemezdi. Put adına kesilmeyenleri ise besmele çekilmese bile yerdi." diyor. Süheylî'de Ravdu'l Unf adlı eserinde şöyle diyor: "Hadiste Efendi­miz de ondan yedi diye bir şey yok. Sadece Zeyd'in yemediği bildiriyor." ikinci hususta şudur. Zeyd bu yememe işini şeriat adına değil kendi gö­rüşü olarak yaptı. İbrâhimin dininde ise Leşin etini yemek haram isede besmelisiz kesilenin yenmesi haram değildi. Haramiık İslamî devrede gel­di. Şeriat açıklamadan eşyalarda asıl olan mubahhktır. Buna göre Efendi­miz yemiş ise onu mübahlık üzere yemiştir. Değilse zaten mesele yok.

Kadı lyaz da: İsmetü'l Enbiya'da: "Yasaklar şeriatın karar verişinden sonra kesinlesin Efendimiz kendine vahiy gelmeden önce kendinden önceki şeri­atlardan biriyle amel etmezdi" der.

[234] Buharı 63/24, İbni Hişam 1/255, T. Tarihi Dımışk 6/33 Taberânî Kebir 24/82 Ravdü'l Unf 1/256, Neseb-i Kureyş 364 Hakim 3/440

[235] İbni   Hişam.   1/226   Beyhakî  Delâil   2/126,   T.   Tarihi   Dımışk   6/34,  Hakim 3/440, Müsned 1/190

[236] Dördüncü kısım kitabımınzda yok isede şiirin aslında mevcuttur. Bak. İhni Hişâm 1/230 1 İshak Siyer Ve'I Meğazî 116

[237] İbni  tshak  Siyer ve  Meğazî   119   İbni  Hişam   1/230 Neseb-i  Kureyş 365 Mecmaüzzevâid 9/417 T; Tarihi Dımışk 6/32 El- Eğânî 3/128

[238] Hakim 3/439 Müsned 1/190 Beyhakî Delâil 2/124 ibni İshak 119 ve İbni Hişam    1/226,   bunu   Said   b.   Zeyd   ve   Ömer   (r.a.)   ikilisinden   nakledip

[239] İbni ishak Siyer 116, ibni Hişam  1/222-223.

[240] Bu isnadı sahih bir hadistir. İbni Kesir El Bidaye 2/241 de "Bu hadisi sevkedip, bu iyi bir isnaddır. Ama Hadis kitaplarında yoktur" der İbni Asâkir. (6/35 T. Tarihi Dımışk)

[241] İbni İshak 116-117 İbni Hişam 1/225

[242] İbni İshak 117 ibni Hişam 1/226 Neseb-i Kureyş, 364 El- Esnam 21,22 T. Tarih-i Dımışk 6/35 El- Eğânî /124

[243] İbni İshak 119 İbni Hişam 1/231-232,  İbni Hişam burada Varaka'nın bu ölüm haberini duyması üzerine yaktığı ağıtı (Mersiye) nakleder.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/152-159

[244] Buraya kadar Kur'an'daki Ahzab 45. ayeti ile aynı ifadedir.

[245] Bu hadisi ZeheM kendi isnadı ile nakleder. Ayrıca hadis için bak Buharı Tefsir Sure 48/3 , Bûyû /50, Müsned 2/174-448-6/236 Dârami Mukaddi­me 2, Taberânî Kebir 11/312 Fesevî Tarih 3/274, Beyhakî Delâil a/373-374

[246] Buharı aynı yer. Beyhakî 1/376

[247] Ebû Vakıd el-Leyş (r.a.) sahabedir. Bu haberi Beyhakî Delâil 1/376 da Ab­dullah b. Selam'dan şöyle nakleder.:

Biz Rasülullah'tn sıfatını (Tevrarta) şöyle buluyorduk.: "Biz seni ŞahidT Müjdeci, Korkutucu ve Ümmilerin sığınağı olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçinısin. Ben onu Mütevekkil diye adlandırdım. Ne katı kalpli ne sert dilli nede çarşılarda çığırtkandır. Kötülüğe aynıyla karşılık ver­mez. Ama af edip bağışlar, ve vazgeçer. Ben onun ruhunu eğri Milleti doğrultupta, Lâ ilahe illallah söyletinceye kadar kabz etmeyeceğim. Biz onun vasıtsiyla kör gözleri, sağır kulakları ve perdeli kalpleri açarız.

[248] T. Tarih-i Dımışk 1/341, Beyhakî Delâil  1/376

[249] Buradaki "Abdullah b. Mesûd" ismi yanlış geçmiş Esas Zincir Ata b. Es-Said- Ebû Ubeyde- Babası - Şeklinde dir. Çünkü bu Ebû Ubeyd, Abdullah h Mes'udun oğludur. Affan'ın rivayetinde İse Ebû Ubeyd babası ibni Mes'ut'tan şeklindedir. Yoksa İbni Mesudun babası zaten bu hadiseleri görmedi.

[250] İmam Ahmed Müsned 1/416 Beyhakî Delâil 6/273, İbni Kesir El- Bidaye' de bunu İbni Ebî Şeybe rivayeti olarak verir. 6/176

[251] Nihayetü'l İreb 16/119

[252] Beyhakî Delâil  1/377

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/159-161

[253] Malumdur ki Mecûsiler ateşe  taparlardı. Ateşi hiç söndürmezler ve bunu ibâdetten sayarlardı.

[254] Burada "Bana vakfetme" diye (alâ) kelimesi ile yazılı isede doğrusu tbni İshaktakİ (annî) ile olduğu için ona göre terceme ettim.

 

[255] Vâdi'l Kura: Medine ile Şam arasında Hayber'den sonra gelen uzun vadi­ye denilir ki en çok küçük köycükler o vadide bulunur. Hicretin 7. yılında Efendimiz oralı" yahudilerle harbederek orayı fethetti.

[256] Kayle,   Ensarın Evs ve Hazrec kabilelerinin annesinin adıdır. Onun için onlara "Kayle oğullan" denirdi.

 

 

 

 

 

[257] Yalak fidan çukuruna denir. Su teknesinede söylenir. Mecazende birine haksız yardım edene "Yalaklanıp durma" denilir. Toroslarda ki bu ifade tam doğrusudur. Çukur umumi bir kelimedir. Yalak ise daha husussi bir ifadedir. Yalak ayrıca köpeğin yal yediği kaba, çeşmenin su teknesinede denilir.

[258] İbni îshak Siyer ve Meğazi 87. İbni Hisam 1/214-221. İbni Sa'd 4/75 Müsned 5/437. Tarihü'l Halife 90. Buharı Tarih-i Kebir 4/120. İbni Kute-ybe el- Meârif 270. İbni Ebî Hatem- Razı el- Cerh vet'ta'dil 4/296. Ebû'ş Şeyh Ahbarü Isfahan l)/48. Hatib Tarih'i Bağdad 1/163. T. Tarih'i Dımışk 6/190. El- Kâmil fittarih 3/287. Ravdu'l Unf 1/250. Zehebi Siyeri a'lamü-nübeiâ 1/505. Ebû Nuaym Hilye 1/185 Nihâyetü'l İreb 16/129. Uyiinü'l Eser 1/61. Taberânî Mu'cemü'l Kebir 6/276, h. no 6065. Mecmauz'zevâid 9/336. Beyhakî Delâil 1/89. Hakim Müştedrek 3/604.

[259] İbni  îshak  92.  fbni  Hişam   1/222.  İbni Sa'd 4/8Û  T. Tarih'i  Dımışk 6/197. Zehebî Siyeri A'lam 1/512. Beyhaki Delâil 2/99.

[260] İbni  îshak  92.  fbni  Hişam   1/222.  İbni Sa'd 4/8Û  T. Tarih'i  Dımışk 6/197. Zehebî Siyeri A'lam 1/512. Beyhaki Delâil 2/99.

 

[261] Parantez arası Taberânî'nin ve yine Müellifin Siyerindeki rivayetinde mevcuttur.

 

[262] Taberanî Mucemü'l Kebîr 6/296. Zehebî Siyeri A'lamlTn Nübelâ 1/535. Hakim buna benzer bir rivayeti naklederki müellif onu bundan sonra na­kledecektir. Haber hakkında Zehebî'nin hükmü zaten geliyor.

[263] Zehebî burada bu habere bir şey demez. Ancak Hakimin Müstedrek'teki bu rivaytine yaptığı ta'lilde (3/603) Hakimin "Sahihtir" demesine itiraz ederek. "İbni Abdii'l Kuddüs sakıt biridir" der. Siyeri A'lam'ında da bu haberi verir ve sonrada: "Bu münker ve sahih olamayan bir haberdir. Ab­dullah b. Abdü'l Kuddus metruktür. Bu hadisin bazı kısımlarında Süfyan'ı Sevri ile Şerik ona tabi olurlarsada bu zat hadisi şişirip bozmuştur." der. Bu haberi ayrıca Taberânî Kebir'inde 6/280. Ebû Nûaym Hılye 1/190 na­klederler ki aynı isnaddır.

[264] Kıssanın Devamı: Onlar konuştular Allah'a hamd edip geçmiş peygam­berleri bahsederek İsâ (a.s)'a geldiler. Dedilerkİ: Allah İsa'yı Rasû! olarak gönderdi. Ölü diriltme; kuş yaratma, ahraz ve tat kimseleri iyileştirme gi­bi mucizeleri verdi. Bir kısmı inandı bir kısmı inkar etti. Ancak İsâ Alla-hın kııiu ve Rasülü olup kendi ile kullarını imtihan etmiştir. Bundan önce. "Ey çocuk! Senin bir Rabbin var, döneceğin bir âhiret yurdu var. Önünde varacağın Cennet ve Cehennem Var, Şu ateşe tapanlar inkâr ehli olup küfür ve delâlet içindedir, bir dinleri de yoktur" demişlerdi.

Muhtarın oğlunun dönme vakti gelince bende beraber döndüm. Sonra yine onlara gittik. Yine aynı şeyleri daha güzel anlattılar. Artık onlardan ayn-lamamaya başladım. Bana "Yâ Selmân! Sen henüz çocuksun yaptığımızı yapmaya gücün yetmez. Sen namaz kıl uyu, ye ve iç" dediler.

Nihayet muhtar, sonunda oğlunun yaptığından haberi oldu. Atına binip on­ların zaviyesine geldi ve: "Ey adamlar! Siz bana sığındınız. Bende size iyi komşuluk ettim. Benden bir kötülük görmediniz. Ama siz oğlumu hedef alıp onu İfsâd ettiniz. Ben size üçgün daha süre veriyorum. Eğer üçgün sonra elime geçerseniz tekkenizi üzerine yıkarım." dedi. Onlar "evet" de­diler. Muhtar da çocuğunu onlara gelmekten men etti. Ben Ona "Allah'tan kork.   Seninde   bildiğin   üzere   bu   din   Allah'ın   dinidir.   Babayın   ise   dini yoktur. Başkasının dünyası için ahiretini satma" dedim. O da: "Bu iş de­diğin  gibidir.  Ben  onların  hayatı  için  onlara gelmiyorum  dedi.  Zahitlerin göç edecekleri gün yanlarına geldim. Bana, "Yâ Selmân! gördüğün gibi biz arık sakındırılıyoruz. Allah'tan kork. Bilkİ din, bizim sana tavsiye ettiği­miz  şeydir. Kimse seni dininden sapıtmasın" dediler. Bende  "Ben sizden ayrılmıyorum ki" dedim "O zaman yanına yiyecek birşeyler al. Sen bizim gibi   dayanamazsın"   dediler.   Bende   öyie  yaptım.   Kardeşime   uğrayıp   ona onlarla gideceğimi söyledim  (O gelmedi). Allah bize yol selameti verdi de Musul  şehrine geldik.  Oradak bir kiliseye  vardık.  İçeri girdiğimizde  içer-dekiler bu Zahitlerin etrafını çevirip: "Siz neredeydiniz?" dediler. Onlarda: "Allahin   adının   anılmadığı   bir yerdeydik   Orada  Ateşperestler  vardı.   Bizi kovdularda size geldik" dediler.

Ertesi gün  olunca  "Yâ Selmân! Şu dağda bir topluluk  varki  onlar gerçek din   sahibi  kişilerdir.  Onları   ziyaret   edip  görüşmek   istiyoruz.   Sen  burada kal!"   dediiersede   ben:   "Sizden   ayrılmam"   dedim.   Bende   beraberlerinde olarak yola çıktık. Bir müddet sonra bir dağın arasına vardı ki (gürül gü­rül)  bol sular ve bir sürü ekmek var. Kocaman birde kaya var. Kayanın yanında oturduk. Güneş doğunca bir takım adamlar bu dağların arasından çıktılar. Her biri teker teker yerlerinden sanki ruhları bedenlerinden ayrıl­mış gibi geliyorlardı. Hepsi çoğaldı ve gelenleri selamlayıp etrafını kuşat­tılar.  "Siz  neredeydiniz?"  diye  sordular.  Onlarda: "Biz ateşperstlerin  ülke-sindeydik" dediler.  "Bu çocukta ne" dediler. Onlarda beni Övmeye başladı­lar ve "O ülkeden arkadaş olup geldik" dediler. Vallahi onlar o haldeyken (karşıdaki)   mağaralardan   birinden   bir  adam   çıkıp   geldi   ve   selam   verdi. Etrafını çevirdiler. Yol  arkadaşlarımda, ona hürmet ettiler. Adam  "Nerede­ydiniz" deyince  durumu bildirdiler.  "Bu çocuk ne?"  dedi. Beni övdüler. O adam Allah'a hamdü sena edip peygamberleri zikretti.  îsâ  (a.s.)ın  doğu­mundan bahisle "O erkek (baba) olmadan doğmuştur. Allah onu peygamber olarak göndermiştir. Onun elinde Ölüleri diriltmiştir. O çamurdan kuş şekli yapar ve ona üfler Allah'ın izniyle çamur kuş olurdu. Allah ona İncili indirdi. Tevratı Öğretti. Onu İsrail oğullarına peyğamer olarak gönderdi.. Bir kısmı inkâr etti Bir kısmı iman etti." deyip sözünü sürdürerek "îsa'nm getirdiğine sarılın. Ona aykırı gitmeyin yoksa oda size aykırı gider" dedi. Sonra "Şunlardan almak isteyen bir şeyler alsın" dedi. Herkes kalkıp bir yudum su, yemek ve birşeyler aldılar. Beraber geldiğim arkadaşlarım ona doğru kalkıp onu uluiadilar ve ona selam verdiler. O da onlara: "Bu dine iyi sarılın! Parçalanmaktan sakının. Bu çocuğa hayır tavsiye edin!" dedi. Banada "Ey çocuk! Benim söyleyipte senin işittiğin şu şeyler Allahın di­nidir. Bunun dışındakilerse küfürdür." dedi. Ben Ona: "Ben senden ayrıla­cak değilim" dedim "Sen benimle olmaya dayanamazsın. Ben şu gördüğün mağaramdan sadece pazar günleri çıkarım" dedi. "Ben senden ayrılacak değilim" dedim Arkadaşları da ona Yâ Ebâ Fülân! bu henüz bir çocuktur. Telef olmasından korkulur dediler. O da bana "Sen daha iyi bilirsin" dedi. Ben "Ben senden ayrılmam" dedim. Arkadaşlarım ayrılığıma ağlaştılar.

Papaz bana, "Ey çocuk! Şu ekmeklerden gelecek pazara kadar sana yete­cek kadar al. Yetinecek kadar su al" dedi. Bende öyle yaptım. Ben onu gelecek pazara kadar rüku ve secde dışında ne uyurken ne yerken gör­düm. Sabahleyin: "Testini al ve yürü" dedi. Onun peşi sıra çıktım. O kay­anın yanına geldik. Birde baktım ki diğerieride o dağdaki mağaralarından Çıkmış onun çıkışını bekliyorlar. Hepsi yerlerine oturdular. O da önceki haftadaki sözüne döndü ve:

-Bu dine sarılıp ayrılmayın. Allahı anın. Bilinki İsâ Allah'ın kulu idi. Ona İn'amda bulundu, dedi. Diğerleri ona "Bu çocuğu nasıl buldun? dediler" O da beni övdü. Orada birsürü ekmek ve bol su vardı. Yeterince aldılar, bende öyle yaptım. Yine o dağa dağıldılar. Bizde mağaraya döndük. Al­lah'ın takdir ettiği kadar orada kaldık. Her hafta çıkardık ve etrafını çe~ vitirlerdi. Yine bir gün çıkıp Allah'a hamdedip onlara nasihat etti ve:

-Ey insanlar ben artık yaşlandım. Kemiklerim inceldi. Ecelim yaklaştı. Şu zamandan beri benim Beyti Makdiste eğleştiğim yok. Mutlaka oraya git­mem gerek. Bu çocuğa da hayır tavsiye edin. Ben onu fena görmedim, dedi.

Bunun üzerine topluluk çok üzüldü (Hiç onlar gibi üzüleni görmemiştim) Dedilerki: "Sen yaşlısın ve yalnızsın sana birşey olmasından emin olamay­ız. Biz ise yanında olmayacağız. Sana en fazla ihtiyacımız olduğu zaman olacak." O da, "Artık bana gelmeyin" dedi Ben Ona "ben senden aynlacak değilim" dedim. O 'Yâ Selmânî Sen durumumu ve yaşayışımı gördün. Ben gündüz oruç tutarak yürür, geceleri ibâdete kalkarım. Yanıma azık ve diğer şeyleri almaya tahammül edemem. Sen buna dayanamazsın" deyince bende "senden ayrılmam" dedim. "Sen bilirsin" dedi.

Onu ağlayarak uğurladılar, bende peşine düştüm. Allah'ı zikereder, etrafına bakınmazch. Hiç bir şeyin başında durmuyordu. Akşam olunca "Sen namaz kıl  uyu kalk ve  iç" deyip kendi namaza durdu. Bu minval  üzere Kudüs'e vardık.   Göz   ucunu   göğe   kaldırmazdı.   Mescidi  Aksanın   kapısında   oturak bir adam  vardı.   "Ey Allanın   kulu!  Vaziyetimi  görüyorsun   Bana  birşeyler ver" dediysede  önada döniip bakmadı, ve Mescide girdi. Orada namaz kı­lacak bir yer araştırdı,  sonrada "Yâ Selmân! Ben şu zamandan beri  uyu­madım. Eğer sen  gölge şuraya gelince beni uyandiracaksan uyurum. Çün­kü ben bu mescidde uyumak istiyorum. Yoksa uyumayacağım dedi. "Uyan­dırırım"  deyince  uykuya  daldı. Kendi  kendime:   "Bu adamcağız  ta  şu za­mandan beri uyumuyor. Bırakayırnda doyasıya uyusun" dedim. Ben berabe­rinde yürüyüp gelirken  bana  döner nasihat eder, benim bir Rabbim  oldu­ğunu   Önümde   cennet  ve  cehennem   olduğunu   bir  hesap   günü  geleceğini haber verir, Pazar günleri o toplumu İkaz ettiği tarzda beni uyarırdı. Hat­ta birinde:  "Yâ Selmân! Allah  (c.c.) yakında adı Ahmed olan bir peygam­ber göndercek. O Tihâme'de ortaya çıkacak" dedi.  (Bu papaz acem oldu­ğundan   "Muhammed"   adını   düzgün   söyleyemiyordu)   Onun   peygamberlik alâmeti hediye  edilen  şeyden yemesi,  sadakadan yememesi  ve  iki  omuzu arasında   peygamberlik   mührü   olmasıdır.   İşte   şu   zaman   onun   çıkması yakındır.   Bana   gelince   artık   ben  yaşlı   bir  ihtiyarım.   Sanmıyorumki   ona yetişeyim. Eğer sen  ons yetişirsen onu tasdik et ve ona uy" dedi. Bende: "Ya bana senin  şu yaşadığın  dinini bırakmayı  emrederse  demi  ona uyay­ım?" deyince, O "Evet! çünkü Rahmanın rızası onun söylediklerinde ola­caktır" dedi.

-Uyuyuşundan fazla bir vakit geçmemıştiki titreyerek Allah'ı zikerederek uyandı ve "Yâ Selmân! Gölge şu gösterdiğim yerden geçti ben hâlâ Al­lah'ı zikretmedim Sen neredeydin de nefsine bunu yükledin?" dedi. Bende "Çünkü sen ta şu zamandan beri uyumuyordun. Uykudan iyice şifanızı al­manızı istedim" dedim. O da Allah'a hamdederek kalktı. Mescitten çıktı bende peşine düştüm. Yine kapıdaki oturak dilenciye rastladı. Dilenci yine "Ey Allah kulu! girerken istedim vermedin, Çıktın istedim yine vermedin" dedi. Bunun üzerine etrafına, gören varmı, diye baktı. Dilenciye yaklakşıp “elini uzat" dedi. O da uzatınca, "Bismillah" deyip kötürümü doğrulttu. K6 türüm sanki bağından çözülmüş gibi oluverdi Hiç bir kusuru kalmamış tam sıhhatine kavuşmuştu. Yürümeye başladı. Papazda kimseye bakmadan duraklamadan kimseye aldırmadan yürümeye devam etti.

O esnada oturan dilenci bana "Ey çocuk! şu elbiselerimi bana yükleyiver-de aileme müjdelemeye gideyim" dedi. Benda onları sırtına koyuverdim. O da bana bakmadı bile, yürüdü gitti. Ben papazın arkası sıra aramaya çık­tım onu her sorduğum yerde "önün sıra gitti" dediler. Nihayet bana Kelb kabilesinden bir kervan rastadı. Onlarada sordum. Benim lehçemi işitince onlardan birisi devesini çöktürüp beni arkasına alarak kendi ülkelerine getirip beni sattılar. Ensardan bir kadın beni alıp bahçesine bahçıvan yaptı. Rasülüllah Cs.a.v.) Medine'ye gelince bana haber vermişlerdi. Bahçemin hurmalarından alarak ona getirdiğimde yanında insanlar vardı. Ebû Bekir ona insanların en yakını idi. Önüne koydum "Bu ne?" buyurunca "Sadaka" dedim. Yanındakilere "yeyin!" dedi. Kendi ise yemedi. Allahm muradı ka­dar durup sonra yine hurmalardan önceki gibi alıp ona getirdim. Yine etrafında insan dolu buldum. Hurmaları önüne koyduğumda, "Bu ne?" buyurdu "Hediyedir" dedim. Bismillah deyip hem kendisi hemde oradakiler yedi. Kendi kendime "İşte bu onun peğamberlik alâmetlerinden" dedim.

O papaz arkadaşım İranlı olduğundan iyi konuşamazdı. Tihame'yİ düzgün söyleyemez diheme derdi. (Muhammed yerinede Ahmed) ben (Üçüncü alâ­meti görmek için) arkasına dolaştım. Ne düşündüğümü sezip elbisesini açıp sarkıttı. Mührü sol omuz tarafında görüp tam anlamıyla tanıdım. Sonra dönüp Önüne oturdum ve "Eşhedü-ellâ İlahe İllallah. Sen gerçekten peygambersin" dedim. Bana sen kimsin dedi. "Köleyim" deyip hikayemi ve O papazla olan maceramı onun bana emrettiklerini anlattım. Bana "sen kime aitsin?" dedi. "Ensardan bir kadına. Beni bahçesine aldı1' dedim. Efendimiz de "Yâ Ebâ Bekir!" deyince O "Lebbeyk" dedi. "Bunu Satın al" buyurdu. Ebâ Bekir de beni satın alıp âzâd etti. Allahm dilediği süre orada kalıp yine Efendimize gelip selam verdim ve önüne oturdum "Yâ Rasülüllah! Hıristiyan dini hakkında ne buyurursun?" dedim "Ne Kendiler­inde nede dinlerinde hayır var" buyurdu. İçime büyük bir telaş düştü. Kendi kendime "Kötürümü iyileştiren şu insanlardada dinlerindede hayır yok ha" deyip döndüm. İçimde ne hisler vardı Aİlah bilir. Bu arada Allah  (c.c.)de  peğamberine:

«Sen onlardan iman edenlere dostlukta en yakın olarak, biz Hınstîyanız diyenleri bulacaksın) işte bu onlar arasında keşiş ve ruhban bulunmasın­dan ve onların kibirli olmayışındandır."» (Maide 82) ayetini indirmişti. Efendimiz, "bana Selmân'i getirin" buyurmuş Bana elçisi geldiğinde ben korku içindeydim. Efendimiz Bismillahirrahmânirrahim deyip bu ayeti oku­du. Sonra: "Yâ Selmân! Senin ve O arkadaşıyın yaşadığı din hiristiyanhk değildi. Onlar Mü si umanlardı," buyurdu. Bende "Seni hakla gönderene yemin olsunki bana sana uymamı emereden o idi. Ona "Senin şu andaki dinini terketmemi emretsedemi dedim" de "Evet terket çünkü hak odur" demişti dedim.

[265] Hakim 3/599; Beyhakî Delâil 2/82-91; El Ma'rife vet Tarih 3/272. Zehebî Siyeri A'lam î/525. Hakim Hadise "bu Seiman hakkında Ali ve Sahih bir hadistir," dersede Zehebî cevaben "Aksine zayıflığına icma yapıldı." diyorsada Siyerinde buna hiç ilişmiyor. İbni Kesir el Bidaye 2/316'da "Bu siyakta bir çok garabet var. İbni İshak'ın siyaktnada aykırılık var. İbni İshak'ın ki ise isnadca daha güçlü Buharî'nin rivayetine daha yakındır." der.

[266] İmam Ahmed Müsned 5/438; Taberânî Kebîr 6/317-318; İbni Sa'd 4/81-82; Ebû Nuaym Hılye 1/195; Zehebî Siyer 1/513; Heysemî Zevâid 9/336; T. Tarih-i Dımışk 6/197.

[267] Taberânî Kebir 6/683; Ebû Nuaym Hilye 3/193; İbni Asâkir T. Tarih-i Dı­mışk 7/199; Tehzîb-i Tarih-i Dımışk 6/198; Zehebî Siyer-i A'İamün Nübelâ 1/515; Ravi İbni Lühey'a hadiste imam iken yaşlanıp kitapları gidince zayıf sayılmıştır. Ancak Zehebî bu rivayete il isme m iştir. Çünkü bilgiler pek değişik değildir.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/162-182

[268] Buharı 1/3; Enbiya 60/21; Tefsir 65/93; Tâ'bir 91/1; Müslim İman 160; Tirmizî 3636; Hakim 3/183; Müsned 3/377-6/233; Beyhakî 7/51, 9/6; Ebû Avâne 1/111; Beyhakî Delâil 1/69; Taberî Tarih 2/305-306; Tarih-i Isfahan 2/311; İbnİ Sa'd 1/194; L. Cevzî Sifatüs-Safve 1/78; İbni Hİşam 1/234; Abdurrezzak 9719.

[269] Tirmizî 2390; Abdurrezzak Musannef 9719; İmam Ahmed Müsned 6/65; Tirmizî, Hdisinin isnadıyla garibtir.   Ravt Osman b. Abdirrahman hadis alimlerine göre kavi değildir, der. Ama Tirmizî'nin bu sözü hadisin sadece kendi rivayeti için geçerlidir. Zira Abdurrezzak bu hadisi, Ma'mer yoluyla Zührî'den nakleder. Üstelik İmam Ahmed'in rivayetide İbni Lühey'a yolu ile olup bunların hiç birinde bu Osman mevcut değildir.

[270] İbni Kesîr El-Bidaye 3/9; Heysemî Zevaid 9/416. Ancak aynı haberi hakim Urve yoluyla müsned bir şekilde Hz. Aişe'den nakleder. 2/609; Bezzar ay­nı haberi hem müsned hemde mürsel olarak verir.

[271] Buharî 91/1; Müsned 6/233; uzun vahiy hadisinin son bölümü. İbnİ Sa'd 1/196'da bunun bir benzerini İbni Abbas'tan nakleder.

[272] Buharî Menakıbü'l Ensar 63/28; taberî Tarih 1/528; Beyhakî Delâil 2/131; İbni Ebî Şeybe 15735, 14/291 NO.18400; Abdurrezzak 6784; Tarİh-i Halife 53-54; Müsned 1/249.

[273] İbni Ebî Şeybe 14/290, Hadis No. 18379; İbni Sa'd 1/190; Beyhakî Deiâİl 2/132; Ravdü'I Unf 1/161; Tabi bu haber bir Tabiîn haberi olup ashabın değildir. Taberî 1/522; Abdürrezzak Musannef 67/82.

[274] Abdürrezzak 67S5; İbni Sa'd 1/191; İbni Sa'd bu israfil işini Vakîdiye sor­duğunu onunda "Ülkemizdeki ilim adamları İsrafilin Nevi (aa.v)'e geldiğini bilmiyorlar. Alimlerin ve Siyercilerin "Ona vahyin gelişinden ölümüne ka­dar Cebrail'den başka gelen melek olmamıştır." dediğinide nakleder. Ab­dürrezzak da İsrafil yerine Mikâil diye geçerki istinsah hatası olsa gerek. Zira aynı ravi aynı rivayettir. Ben bu konuyu Zadü'l Meâd Tercememin 1/113 sahifesindeki dipnotta belirttim.

[275] İbni İshak Siyer 111; İbni Hişam 1/204-205; Uyûnü'l Eser 1/54. 

[276] İbni İshak 113; İbni Hişam 1/206.    

[277] Uyunü'l Eser 1/55

[278] İbni Hişam 1/211.

[279] İbni Hişam 1/212.

[280] İbni Hişam 1246; Nihayetü'I İreb 16/144; Ravdu'l Unf 1/246; Taberî 2/558; Uyunü'l Eser 1/58; İbni îshak.

[281] Burada Mekke yerine "İki Mekkeler" tabirinin kullanılması eski bir arab deyimi haline gelen edebi bir husustur. Bununla Mekke ve civarı kasdedi-lir.

[282] İbni Hişam Siyre 1/217-218; İbni Hişam bunu İbni İshak'tan rivayet eder-sede bu şiiri îbni İshak'ın "Siyresinde" bulamadım.

[283] Hadisi Ebû Davud'un Sünen'inde bulamadım. Herhalde ddoğrusuda Ebû Dâvûd'da olmadığıdır. Zira Zehebî'nİn söylediği Ebû Dâvûd, Ebû Dâvûd-u Tayâlisidir. Kitabın arabça tahkikini yapan muhterem Ömer Abdüsselâm Tedmurî de "Bu hasen garib bir hadistir." tabirini Ebû Davud'a izafe et­miş tirki, o da yanlıştır. Zira bu söz Tirmizî'nin sözü olup hadiside Ebû Dâvûd-u Tayalisî 'den nakleder. Hadis için bak: İbni Ebî Şeybe 11/464; Ebû Dâvûd-u Tayalisî 245; Daramı 1/12; Müslim 2277; Tirmizî 3703 (Öbür baskı 3624); Kadı Ebû Ya'la 13/7469; Müsned 5/105; Taberânî 2/273; Beyhakî Delâil 2/153; Ebû Nuaym Delâil 141; Beğavî SUnne 3709

[284] Buharî Tefsir Müddesir Suresi Müslim 161; Müsned 3/306-392; Beyhakî DelâU 1/410, 2/155; Ebû Avâne Müsned 1/114.

[285] Tirmizî 3325; Müsned 3/325-377: Beyhakî Sünen-i Kübrâ 7/504; Beyhakî Delâil 1/69-2/156; Taberi Tefsir 29/90; Ebû Nuaym Tarih-i İsfahan 2/311; Taberî Tarih 2/305; Abdurrezzak 5/324.

[286] İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/183-193

[287] İbnü'l Esir Üsdü'I Ğabe 5/434 ve El Kâmil Fit Tarih 2/57

[288] Tafsilat için bak İbni İshak Essire vel Meğazî 1/J39; İbni Hişam 1/277; Taberî 2/309; Beyhakî Deiâil 2/160-Î6Î; Tabakat-ı İbni Sa'd 8/17.

[289] Nihayetü'I İreb 16/180.

[290] Beyhakî (İbni İshak'tan naklen) Delâiî 2/165

[291] İbni İshak 137; İbni Hişam 1/284; İbni AbdCl Ber. El-İstiâb 3/27.

[292] Taberâni 1/96; Müstedrek 3/145; İbni Sa'd 3/38; Hatib Tarih  1/135; İbni Abdi'I Ber el-tstiâb 3/37.

[293] Geniş izah için bak: Taberî Tarih 2/309-310; Uyunul Eser 1/92; Taberânî Mu'cemü'l Kebîr 1/96 h. No. 165; Hâkim 3/144.

[294] İbni Hişâm 1/284; Beyhakî Delâil 2/165.

[295] Beyhakî Delâil 2/143; Uyunü'l Eser 1/86.

[296] Kıssanın gerisi daha önce geçen Varaka ve Amr h Nüfeyl'in hadisesidir.

[297] Urve Megazi S. 103; Beyhakî Delâil 2/145; Ravdu'l Unf 1/285; İbni Hişâm î/83; İbni Ebî Âsim, El-Evâil sayfa 36-37; Taberî Tarih 1/535-536.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/193-195

[298] İbni Hişâm  1/266; Nihâyetü'l İreb   1/169;  Beyhakî Delâil  2/146;  İbni Sa'd 1/157.

[299] Tahrici Önce geçmişti.

[300] Tirmizî 3705; Beyhâkî Delâil 2/153; Hakim 2/620.

Tirmizî'ni hadise garib demesine mukabil Hâkim, hadisi sahih sayar­ken Zehebî de telhisinde "sahihtir" diyor. Ancak Tirmizî rivayetinde Hz. Ali'den nakleden kişi "Abbâd b. Ebi Yezîd" olarak geçerken Beyhakî Ha­kim ve Zehebf de bu Hz. Ali ile Süddf arasındaki ravi "Abbâd b. Abdil­lah" diye geçerki her iki zat da ayrı ayrı insanlardır. Zehebî Mîzânü'l Itidaiin'de Abbâd b. Ebî Yezîd'i "Kimliği meçhul birisi olup ondan bura­daki Hz Ali'nin Peygamber (s.a.v) ile beraber Mekke'de oldukları hadisin­de ismail Es-Sudd'î rivayette tek kalmıştır." dediğine göre esas râvi bu zat olup Hakim'in rivayetindeki Abbâd b. Abdillah değildir. Beyhakî ise bunu zaten şeyhi Hakim'den almıştır. Hakim'in ravisi olan zaı yine Zehe­bî Mîzan'da 4126 nofu tercüme ile alıp onunda Hz. Ali'den rivayette bu­lunduğunu, ama bundan Süddî değil Minhal'in rivayette bulunduğunu açı­klar. Buhâri Tarih-i Kebir'inde, bunda bir şüphe var derken onun İbni Ömer rivayetini kasdeder. İbnü'I Medini ona "zaîfül hadis" derken İbni Hibban ise onu "Es-Sikat" adlı eserinde Sika olarak verir. Şimdi Hakim'in de onu yanılarak bu zat sanıp tashihde gevşekliği yüzünden hadisi sahih sayar. Hadisin rivayeti gördüğümüz gibi sağlam değildir. Ancak Zehebî merhum bunları biiyorken burada yanılmasında mı yoksa Önceki rivayette geçen olayın sahih olmasına bakarakmı sahih saydı bunu tam bilemiyo­rum. Kanaatimce hadis senedce zayıf isede metinde geçen bilgi yönü ile sahihtir. Ancak Hz, Ali'nin o vakada olup olmadığını Allah bilir. Zira sa­hih olan Cabir (r.a.)'m rivayetidir. Doğruları bilen ancak Allah'tır.

[301] İbni Mâce 4028; Delâil 2/154.

[302] Matbu nüshada bir yanlışlık ve eksiklik var onun için İbni Hişam'ın met­nini esas aldım. Orada Abdullah diye geçerki İbni îshak onu Ubeydullah diye alır. Sonra "Huddistü Ebâ Ubeydullah" şeklinde değil, "Haddisnâ Yâ Ubeyd!" şeklindedir.

[303] İbni Hişâm  1/267 (Mustafa el-Bâbi el-Halebî tabında 1/235'te).

[304] Bu haberd geçtiğine göre Efendimiz'e Cebrail uykuda gelmiş olmaktadır. Oysa Buharî ve diğer yerlerde geçen Hz. Aişe hadisinde olsun diğerlerin­de olsun bu hadisenin uykuda olmadığı gayet net olarak yazılıdır. Hatta Buhârî'nin bu rivayetinde "Peygamberlik işinin ilk başlangıcının sâdık rüyalarla" olduğunu sonra Efendimiz'e "yalnız başına halvet etmenin sev-dirildiğini" anlatıp "Hıra'da iken ona Cebrail geldi" şekli ile anlatıyor.

İşte bu rivayet Cebrail'in Vahyi getirdiği zaman Efendimiz'in uyanık olduğunun en kesin delilidir ki, diğer rivayetlerde bunu doğrular. Süheylİ Ravdu'l Unf adlı eserinde hadisenin iki defa vuku bulmuş olacağını açı­klar ki, bu da uzak olmayan bir İhtimaldir.

[305] İbni İshak Sîre s. 101; İbni Hişâm 1/236-237; Taberî Tarih 1/532; Beyhakî Delâü 2/147.

[306] Hz. Hatice Amca oğlu diye söylemektedir. Çünkü soyları ilerde bir idi.

[307] İbni İshak; İbni Hişâm, Taberî ve Heyhakî aynen üst kaynaklar Nihayetü'l İreb 16-170; Uyûnül Eser 1/86; tbni İshak, Taberî ve Beyhakî'nin nakil­leri İbni Hişâm'in kinden daha malumatlıdır. Zehebî ise Ibni Hişam'ı esas alsa gerek..

[308] İbni Hişâm 1/237; Taberî 1/533; Beyhakî Delâil 2/149; İbni İshak 102-103; Uyûnü'l Eser 1/86; Ravdu'l Unf 1/277; Nihayetü'l İreb 16/172; İbni Sa'd kısaca 1/295; İbni Abbas'tan.

[309] Beyhakî Delâil 2/142; İbni Kesir el-Bidâye ven Nihâye 3/13; Ne yazıkki Mûsâ v. Ukbe'nin bu "Meğazi" adlı eserinden günümüze ancak bir kaç sayfası ulaşabildi. Yoksa Zehebî bile siyer hususunda onu temel alıp Mûsâ b. Ukbe'nin bütün hadis otoriteleri tarafından sika sayıldığını bildirir. Siyer-i Alamün Nübelâ 6/116 eserinde derki:

Mûsâ b. Ukbe'nin "Meğazîsine gelince o büyük sayılmayan bir ciltlik bîr eserdir. Biz onu şeyhimizden "sima" yolu ile okuduk. Onun.ekseri ha­berleri sahih olup, mürsel olanlarıda yine gayet iyi şeylerdir. Ne var ki çok kısa olup, biraz daha açıklanmaya ve ikmal edilmeye muhtaçtır. Bö­yle bir işi Hafız Ebû Bekr el-Beyhakî de eserlerinden "Delâil-in Nübüvve" adlı eserinde gayet güzel başarmıştır.

Mûsâ h Ukbe Ashab'a yetişip onlardan rivayeti bulunan Tabiînlerdendir.

[310] İbni İshak sîre 103 (Tahricli baskı 123); Beyhakî Delâil 2/150; İbni Kesîr el Bidayesinde 3/10-11 bu şiiri eksiksiz olarak Beyhaki'den nakleder ve "Bana göre bu şiirin Varaka'dan rivayet edilmiş olması biraz şüphelidir." der. Ebû Nuaym Deiâil h. no. 164.

[311] İbni tshak es-Siyer ve'I Megazî safa 133; Beyhakî Delâil 2/152; İbni Hiş âm 1/238-239; Nihayetü'l İreb 16/174; Taberî Tarih 1/533; Ebû Nuaym Delâü H. no. 164

[312] Üst Kaynaklar.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/196-205

[313] Beyhakî Delâü 2/157; İbni Sa'd Tabâkât 1/196.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/205

[314] İbni İshak sayfa 109-110'da Enfal 41 ayetinde zikreder. İbni Hişam da 1/239'da aynısını rivayet eder. Taberî de Haberin bir kısmını İbni îshak' tan "Kur'an Ramazanın yirmi dördüncü gecesi indirildi." şekliyle rivayet eder. 1/528.

[315] İbni İshâk Siyer, sayfa 137; İbni Hişâm 1/137'de bunu daha kısa verir ve bir başka şeklini anlatır. Beyhakî Delâil 2/161.

[316] Üst kaynak.

[317] İbni   Hişâm   1/246;   Beyhakî   Delâil   2/162;   Beyhakî  Sünen-i  Kübrâ  6/206; Taberi Tarih 1/538-539.

[318] Beyhakî Delâil 2/163; El Bidaye ven Nihâye 3/26; Râvî Dırâverdî, Abdül Aziz b. Muhammed olup "sadık" biridir. Buharı ve Müslim onu "destekçi" mahiyette ravi olarak alırlar. İmam Ahmed derki: "Eğer Dırâverdî ezberin­den hadis naklederse çok yanılır ve hiç bir şeye değmez. Eğer Kitabından naklederse güzeldir." Ali b. El-Medînî onu "sika" saymış, Ebû Hatem İse "onun ihticâc edilmez" demişken, Ma'n b. İsa ise "onu mü'minlere emir yapmak uygun olur" demiştir. Zehebî Mîzan no.5125.

[319] İbni İshak 139; (Hamidullah neşri 120); îbni Hişâm 1/252; Beyhakî Delâil 2/164; El Bidâye ven Nihâye 3/27; Uyunü'l Eser 1/95; Nihayetü'l İreb 16/717. Ancak bu haber mürseldir. Zira Muhammed b. Abdirrahman b. Ab-dillah sahabî değildir. Ebû Hatem "El Cerh vet-Ta'dil"inde 7/317 (no 1716) onun Aişe ve Avf b. el-Hâris'ten hadis naklini anlatır.

[320] Beyhakî Delâil 2/164. Ancak İbni İshak yerine "Ebî İshak" olarak ahrki, doğru olan odur. Zehebî Siyeri A'lamün Nübelâ adlı eserinde 7/355 no 133'te "tsrâil b. Yûnus" tercemesinde anlatır. Zaten Ebû İshak İsrail'in de­desi dir.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/205-208

[321] İbni Hişam  1/285, (246), Nihâyeti'l  İreb  16/182, Uyûnül Esef 1/93, Taberi Tarih 1/539.

     İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/209

[322] İbni Hişam 1/286, Taberi Tarih 1/540, Uyûnül Eser 1/94.

[323] İbni Hişam 1/286, Taberâni Kebir 5/83.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/209-210

[324] İbni İshak Megazi s  140,  İbni Hişam  1/288, Beyhakî Delâiî  2/165, Eddü-rer fi üıtisari'l Meğazi vessiyer. tbni Abdi'l Ber s. 38, Taberi 1/540.

 

[325] İbni  İshak  Sire  vel-Megazi  sayfa  143-144,  İbni  Hişam,  1/290,  Beyhakî Delâü 2/173-174, Taberi İbni Sa'd yolu ile bu adları daha az olarak verir. 2/546-547.

[326] Beyhakî Delâii 2/166, El-Bidaye ven- Nihâye 3/29.

[327] Buhâri Fezail 62/5, İbni Adiy, 1/313, Beyhakî Delâii 2/167.

[328] Müslim    Sahih    832,    Nesâi    1/283,    İbni   Mâce    1364,    Müsned   4/111, 112-114-122  Beyhakî Sünen  2/454,  Delâii   2/168-6/369,  Ebû Avâne  Müsned, 1/6. t Abdii'l Ber Temhid 4/114, İbni Sa'd 4/215, Ebû Nûaym Hılye 2/16, Hakim 1/164, 3/65, 617. İbni Hıızeyme 260 Buharı Tarih-i Kebir 4/147, Kıssanın devamı Müslimde epey uzundur. Faydasına binâen kısalta­rak veriyorum.:

"Bende aileme döndüm. Allah Rasûlü Medine'ye gelmiş Ben haber araştırıyordum. Medine halkından bir gurup gelince "Medineye gelen O zât ne yaptı?" diye sordum "Kavmi kendisini öldürmek istemişsede baş aramamışlar. İnsanlar hızla ona gidiyorlar " haberini alınca Medine'de yanına gelip "Yâ Rasûlallah beni tanıdın mı?" dedim "Evet, Sen bana Mekkede gelen adamsın?" bııyurunca "Tabi" deyip "Yâ Rasûlallah! Bana Allahın sana Öğretip, benim bilmediğim şeyi Öğret" dedim O da:

"Sabah namazını kılınca artık dur. Gün doğup yükselinceye kadar na­maz kılma. Çünkü Güneş doğarken şeytanın iki boynuzu arasında doğar. O zaman Kafirler Ona secde ederler Sonra kıl. Buyurarak namazı ve ab-desti öğretmişti. Bu hadiseyi Amr. <r.a.) iyice ihtiyarlayınca Ebû Ümâme (r.a.) a anlatmıştı.

[329] Buhari Menâkıb-ı Ashabin Nebiyyi 62/15, İbni Sa'd 3/139 Beyhakî Delâii 2/169-170. Siretüş,-Şâmiye 2/411, Hâkim 3/384; İbni Mâce Mukaddime 132; Müsned 1/440 Hâkim 3/498.

Burada Sa'd (r.a.hn "üçte biriyim" demesi bizi yanıltmasın. Hz. Sa'd bu sözünü yâ kendi zannına göre yada kadın çocuk ve köleleri saymamış ol­masından söylemiş olabÜir. Zaten İbni Hacerde hadisin şerhinde "

-îslâmın ilk döneminde müslümanlar imanını gizlediği İçin kimlerin müslüman oluduğunu tam bilmiyor ve belkide ilk ikiyi Efendimiz ve Ebû Bekir olarak kasdediyordu. der. Ayrıca Beyhakî rivayetinde Sa'd "Benim islam olduğum günden Önce kimse İslama girmedi" rivayeti İbni Mende de "Benden Önce" şeklindedir.

[330] İbni Ebî Şeybe 14/313 Hâkim 3/ 284 Beyhâki DelâiJ 2/170 İbni Mâce 150; Müsned 1/44Q

[331] Buhârî Hadis no 3862, 3867, 6942 Hâkim 3/ 440 Beyhakî Delâil 2/171

[332] Buhâri (son cümleyi alarak) Fazâü'ül Kur'an (No: 5000); Ebû Dâvûd-u Tayâlİsi 2/124 Müsned 1/276-379-462, İbni Asâkir Tehzib-i Tarih-i Dı­mışk 2/246, Fesevi Ma'rife vet-Târih 2/537, Beyhakî Delâil 2/171, Tabe-ranî Kebir 9/72-77 tbni Sa'd 3/1/107, Ebû Nûaym Delâil , 1U İbni Ebî Şeybe 11/510-7/51, Kadı Ebû Ya'la Müsned, 8/4985, 9/5311, tbni Hibban (El- İhsan) 9/100, Ebû Nuaym Hilye 2/264, Zehebî Siyer-i A'lamin- Nübe-

lâ'sında( 1/465) Hadisi sahih sayar. Hakimin tashihinede "evet" der. Buharı hadisi tam şekli ile Tarihi Kebirinde 2/537'de nakleder. Dr. Ömer Tedmurî Zehebî'nin hadisi sahih saymasına razı olmayarak "Asım b. Ebî'in Nec-ved'in hadisinin sahih dereceye varamayacağını öne sürerek hadis Hasen-dir" der. Bu zatı Zehebî iyi tanır. Mizan'ında 4068 no ile onun hakkında­ki otorite kurallarını nakleder. Buna rağmen bu hadisi Âsım'dan nakleden­lerin hep sika olması ile bu hükmü verir. Bu husus ilel konusunun ince­liklerinden biri olup hadisle uğraşan her alim bunu bilmez. Seleften bazı­ları, zayıf bir raviden sahih olan hadisi naklederler ve "biz onun yalan olup olmadığını biliriz derlerdi." Üstelik Buhari de Müslim de bu Asim'ın rivayetlerini sahihlerine almışlardır. Bilhassa bu Âsim kıraatta imam olup Sika olduğunda İttifak vardır. Buharı Tarih-i Kebîr ve Sağîr'inde ona yer verip tenkide yanaşmaz.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/210-215

[333] Müslim 204 (İman 348) Buhari Edebü'l Miifred 48, Buhâri Tarih-i Sağır 1/15, Tahavî Ş. Meâniü'I Âsâr 3/285-4/387, Nesâi 6/248, Müsned 2/519, Ebû Avane 1/93, Beyhakî Delâil 2/177, Buhari Tarih-i Kebir 13/48-11/15, Buharî de Ebû Hüreyre'den (r.a.) Vasâyâ 55/1 l'de ve bu ayetin tefsirinde bu hadisi "Ey Kureyş oğullan" şekli ile başlayarak nakleder.

[334] Müslim İman 353(207); Tahavî 4/387, Taberânî Kebîr 18/374 Beyhakî De­lâil 2/178 Ebû Avâne 1/93, Müsned 5/348, 60.

[335] Dilkeç etin uzunlamasına kesilen şekline denirki tam arabçadaki ö-i»-JI kelimesinin karşılığıdır. Toros Tiirkçesinin bu canlı kelimesi dilimize bir katkı ümidiyle buraya aldım. Bilmiyorum belki Anadolunun diğer yerlerin-dede kullanılıyordun

[336] İbni İshak Es-Siyer Vel- Meğazi 145; Taberî Tarih 1/542, Burası İbnİ İshâkta son bölümde Efendimizin 'Vallahi Arablardan benim size getirdi­ğimden daha üstün birşey getiren olmadı. Ben size dünyanızın..." Şeklin­dedir. Taberi ise aynı hadiseyi İbni Humeyd, Seleme, İbni İshak Abdü'l Gaffar b. Kasım, Minhal b. Amr (r.a.) isnadıyla verir. Ama bu rivayetin so­nu daha uzun oiup İbni İshakm siyerinde bu yoktur. Beyhakî Delâil 2/179-180'de aynen, İbni İshak rivayetini verir. İbnü'l Cevzi de el- Ve-fâl/184 olayı nakleder. İbni Sa'd aynı hadiseyi daha kısa olarak Ali b. Muhammed, Yezîd b. Iyaz, Nâfi, Salim , Ali (r.a.) isnadıyla verir. Beyhakî Sünen 9/7; Taberî Tefsir 19/75, Taberâni Sagîr 2/320, Ebû Nûaym Delâil 152

[337] Bu Üst dipnotta açıkladığım gibi Taberinİn isnadıdır.

[338] îbni İshak Es Siyer vel Meğazi 144, (Hamidullah baskısı 126) İbni Hişam (Muşta el- Babi neşri) 1/262) Beyhakî Delâil 2/180 Taberi 1/543.

[339] Müslim İman 208, Buhari "ve tebbe olarak" tefsir 65/111, Müsned 1/307, Taberi Tarih 1/542, Beyhakî Delâil 2/182, Süheylî Ravdu'l Unf 2/109, Ta­beri Tefsir 30/218, Tirmizî 3363, Ebû Avâne 1/92.

[340] O günün müşrikleri Efendimize Muhammed kelimesinin zıt anjamına ge­len Müzemmem (kötülenen horlanan) derlerdi. Bundan bir sonra kısımda Zehebi Buhariden bu hadiseyi verecektir.

[341] İbni Hişam (M. El- Babi Tab'ı 1/356} 2/104 te bunu isnadsız olarak İbni Ishaktan nakleder. Müellifin isnadı ile Beyhakî Delâil 2/195 tekidir.

[342] Bey Delâil 2/196.

[343] Buharî Menâkib 61/17,Nesâi Talak 26, İbni Hibban 2104, Beyhakî Sünen 8/252, Beyhakî Delaîl 1/152, Müsned 2/244-340-369, Ancak Buharide diye başlar. Ebû Nuaym Delâil 1/61.

[344] İsimler kitabda yoksada İbni İshak ve İbni Hişam'dan Uave ettim 2/3.

[345] İbni  İshak Siyre  (Hamidullah  neşri)  sayfa  128  İbni Hişam  2/3-4 Taberî Tarih l/54a

[346] İbni Hişam 2/4.5 (M. Halebi baskısı 1/265-266); Taberî 1/543

[347] Tarih-i Kebîr 7/51, İbni İshak Sire 154, Hâkim 3/577, Taberânî Kebîr 17/192, Beyhakî DelâÜ 2/187, Ebû Ya'la Müsned 12/6804. Bu sahih bir is-naddır. İbni ^Hacer de Metalib'de 4/92,(ao 4278) de hadisi Ebû Ya'la'ya izafe ile "Sahihtir" der.

[348] İbni Hişâm 2/5; Beyhakî Delâil 2/187, (M. El-Halebi 1/266) İbni Hişam ve Beyhakî de "Bende kendine doğru geldim" yerine "Rasûlullah ona doğru geldi" şeklindedir.

[349] İbni İshak Es-Siyer 355, Beyhakî Deİâil 2/188, Sebîli'l Hüdâ 1/437.

[350] Beyhakî Delâil 2/184, Beyhakî Sünen 9/8, Hakim 2/313, Taberi Tefsir 6/199, İbni Sa'd 1/1/113, Müsned 4/397-404, 5/232, Nesâi 8/34, Tirmizî 3046 Ebû Nuaym Hüye 6/206.

[351] Beyhakî   Delâil   2/185,   Müsned   3/492-493,   -4/341-5/371   Taberâni   Kebir 5/61-8/376, Darakutnî 3/45, İbni Hibban 1682, Ukaylî 1/106, Beyhakî Sü­nen 1/76, İmam Ahmed Müsnedinde bu Rabia b. Abbâd'ın bu haberlerinin ekserisini almıştır ki bir kısmının ricali hep sika olup haber sahihtir.

[352] Üst dipnot.

[353] İki Önceki dipnot.

[354] Müslim   2797,  Müsned   2/270,  Taberi  Tefsir 30/65,  Beyhakî Delâil   2/189, İGni Hibbân - El İhsan 8/189.

[355] Buharî Tefsir 65 Alak Sûresi  4;  Müsned  î/248-268, 2/270; Müslim 2797, Tirmizî 3348, Beyhakî Delâil 2/192, Taberî Tefsir 30/165

[356] İbni Hişâm 2/5, Ravdul Unf 2/10, Taberî Şiiri vermeden 1/545, İbni Sa'd 1/202 Uyünü'l Eser 1/100, Nihâyetü'l İreb 16/200.

[357] İbni Hişânı 1/297-299; İbni İshak es-Siyer 199; Beyhakî Delâil 2/190-191, Ancak isnadda meçhul biri varki kim olduğu belli değil. İkrime yoluyla İbni Abbas'tan nakil yapan talebelerinde böyle bir habere rastlanmış de­ğildir.

[358] İbni Ebî Şeybe 14/298, Taberî Tefsir 30/141 Beyhakî Delâil 2/192, Müs-ned 1/256-229, Hakim 2/488, Tirmizî Tefsir 96. sure. Zehebî hadisi Buhâ-rî'ye göre sahih sayar.  Kur'an'ın îcazı.[358]

       İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/216-228

[359] Hâkim 2/506, Beyhakî Delâil  2/198-199, İbni Hişâam  1/370 ve İbni İshak Essiyer'de hadiseyi senedsiz ve daha farklıca anlatır.

[360] İbni Hişâm 2/11-12 (1/270-271) -İbni İshak 150 Beyhakî Delâil 2/200-201 Nihayetü'l İreb 16/203.

[361] İbni Hişâm 2/39 (1/300) Beyhakî Delâil 2/202-203,.

Bu Nadr b. Haris Bedir harbinde müşriklerin sancaktarıydı. Farsça bilip iran eski şiirlerini arablar arasında anlatır ve "benim sözlerim Muham-medinkinden daha güzeldir" derdi. Bedir harbi esnasında esir edildi. Mek­ke'ye dönerken Esil denen yerde öldü yada öldürüldü.

Bu adam Peygamber (s.a.v)ih teyze zadesi idi. Bunun kızı yada kız kardeşi Katile  (ki Cahız el-  Beyan vet Tebyin adlı eserinde adının Leylâ olduğunu söyler) şairelerden birisidir.

[362] Delâilin Nübiivve 1/450; Uyûnü'I Eser 1/106.

 

[363] İbni Hişam 2/66, Beyhakî Delâü- Uyûnül Eser 1/111.

[364] Beyhakî Delâil.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/229-236

[365] Ihtırmak Toros yürüklerinin dilidir. Deveyi çöktürmek için «Ih,  ıh'> derler. Deve ıhmakla çökmekten farklı bir durum vardır.

[366] Ravdu'l Unf*te 2/25 anlatıldığına göre İbrahim (a.s) Mekke'ye Hacer ile oğlu İsmail'i aramaya gitmek isteyince Sara kıskanmış ve Hacer ile Se­lam, hal hatır sorma hariç konuşmayip atından inmeyeceğine söz vermişti. Mekke'ye gelipte orada sadece gelinini bulmuş, o da İbrahim'in (a.s) başını yıkaması için su dökmüş İbrahim (a.s) atından inmediği için bir ayağından orada Kabe'yi yaparken iskele olarak kullandığı kayaya düş memek için basıp başını öyle uzatmıştı. İşte mucize olarak ayağının izi kayaya çıkmıştı.

 

[367] Ahbarü Mekke 1/155 Ibni Hişam 2/18-19.

[368] Beyhakî Delâil 2/; îbni Hişam 2/33-34

     İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/237-252

 

[369] Müslim 2473 İbni Sa'd 4/219, Müsned 5/174, 2/20, 50, 60, 116, 126, 136, 153, 418, 469, 3/345, 4/48, 420; Buharı 2/23, 4/220y Beyhakî Sünen-i Kü-brâ 2/208; Dâramî 2/243; Hâkim 3/341, 4/82; tbni Ebî Şeybe 12/317, 14/399; Taberânî 3/4, 256, 11/332; Beyhakî Delâi! 2/212; Ebû Nuaym V86; Buharî Tarîh-i Kebîr 2/280; Tahavî 1/243; Tarİh-i Bağdad S/426; 6/197.

[370] Buhari Menâkıb hadis no 3861; Müslim  2474, Ebû Nuaym Delâil   1/84, İbni Sa'd 4/224.

[371] Buhari Menâkıb hadis no 3861; Müslim  2474, Ebû Nuaym Delâil   1/84, İbni Sa'd 4/224.

      İmam Zehebi, Tarihu’l-İslam, Cantaş Yayınları: 1/253-258