BİRİNCİ YIL HADİSELERİ 3

İslam'da İlk Sancak. 3

HİCRİ İKİNCİ YIL HADİSELERİ 4

El-Ebvâ Seferi 4

Hz. Hamza (R.A.) Komutasındaki Sîfü'l Bahr Seferi 4

Ubeyde B. El-Hâris'in Seferi 4

Bûvat Seferi 5

Uşeyra Seferi 5

Birinci Bedir Gazvesi 6

Sa'd B. Ebî Vakkas (R.A.)'ın Seriyyesi 6

Abdullah B. Cahş (R.A.)'In Seferi (1) 6

Kıblenin Değişmesi 7

BÜYÜK BEDİR SAVAŞI 7

Bedirde Şehit Düşen Sahabeler 13

Bedir Hezimetinin Mekke'deki Yankısı 13

Peygamberimizin Kızı Zeyneb'in Bedir Sonrası Hicreti 15

Ebû’l-Âs'ın İslâma Girişi 15

Esirlerden Bazıları 16

Bedir Savaşında Cereyan Eden Diğer Hadiseler 17

Âtike (R.A.)'nin Rüyası 18

Musa B. Ukbe'ye Göre Bedir Savaşı 29

Bedir'de Şehit Olan Ve Öldürülenler 37

Bedir Ganimetleri Ve Esirler 38

Bedir Harbine Katılanlar 42

Bedir Gazilerinin Fazileti 42

Bedir'e Katılan Seçkin Sahabeler 42

Makdîsî'ye Göre Bedr'e Katılan Müslümanlar 43

Künye Bölümü. 49

Bedirde Öldürülen Müşrikler 49

Necaşı'nın Kıssası 51

Umeyr B. Adiy El-Hatmî'nin Seriyyesi 54

Benî-Süleym Gazası 55

Salim B. Umeyr'in Ebû Afek'i Öldürmesi 55

Sevîk Gazvesi (Zilhicce Ayı) 55

Hz. Osman'ın, Ümmü Gülsüm (R.A.) İle Evlenmesi 56

Hz. Ali'nin Hz. Fatıma İle Evlenişi 56

- Bu Yıl Vefat Edenler- 57

Rasûlüllah'ın Hz. Âişe İle Evlenişi 57

ÜÇÜNCÜ YIL HADİSELERİ 57

Zî Emerr Ğazası: 57

Buhran Gazvesi 58

Benî Kaynuka Gazvesi 58

"Benî Nadîr Gazvesi". 60

Zeyd B. Hârise'nin El-Karade Seferi 63

Karkara'tü'l-Küdr Gazvesi 63

Ka'b B. El-Eşraf'ın Öldürülüşü. 64

Muhayyısa Ve Huveyyısa Kardeşler 67

Bu Yıl Dünyaya Gelenler 67

Peygamberimizin Hafsa Bin. Ömer İle Evlenişi 67

Efendimizin Zeyneb Bin Huzeyme İle Evlenişi 67

UHUD HARBİ 68

A- Uhud Harbinin Yapıldığı Tarih. 68

B- Efendimizin Uhut Hakkındaki Rüyası 68

C- Efendimizin Uhut'a Çıkışı 68

Hz. Hamza'nın Şehid Oluşu. 76

Uhut'tân Sahneler 77

Uhut Şehitlerinin Sayısı 84

Muhacirîn'den Şehit Düşenler 85

Ensar'dan Şehit Düşenler 85

Yeman (Huseyl) İle Sabit B. Vakş'ın Şehit Oluşları 86

Kuzman'ın Ölüşü. 87

Muhayrık'ın Ölümü. 87

Hind'in Ölüleri Parçalaması 87

Uhut'da Öldürülen Müşrikler 87

Harp Sonrası Uhut Meydanında. 88

Şehitlerin Defni 90

Abdullah B. Amr B. Haram (R.A.) 92

Amr B. Cumûh (R.A.) 92

Mus'ab (R.A.) 93

Uhut Şehitlerini Ziyaret 95

Uhut Günü Kaçanları Allah'ın Af Edişi 95

Uhut Sonrası Hamrâü'l Esed Ğazvesi 96

İbni Ubey'in Münafıklığa Devamı 97


BİRİNCİ YIL HADİSELERİ

 

İslam'da İlk Sancak

 

Bu yılın Ramazan ayı içinde, Nebi (s.a.v.) Kureyş kervanının yo­lunu kesmek için, amcası Hamza b. Abdi'İmuttalib'e bir sancak hazır­lattı. İşte islam tarihindeki ilk sancak bu oldu.[1]

Efendimiz (bu arada), Zeyd b. Harise ile Ebû Râfi'i, kızları ile ha­nımı Şevde bin. Zem'a (r.a.)'ları alıp gelmek üzere Mekke'ye gönderdi. (Onlar da varıp bu emrini yerine getirdi.

Mekke'de oldukları sıra, Hz. Ebû Bekr'in oğlu Abdullah'a rastlayan Abdullah b. Üraykit, Hz. Ebû Bekr'in yerini söyledi. Bunun üzerine O da Hz. Ebû Bekr'in Mekke'de kalan çoluk çocuğunu alıp yola çıktı. Beraberinde Talha b. Ubeyd ile Hz. Aişe'nin annesi Ümmü Român'da vardı.) Birlikte Medine'ye geldiler.[2]

Zilkade ayında, Kiname veya Cüheyne oğullarından bir kabileye, hücum için Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'da bir sancak hazırlattı. Bu haberi Vakıdî anlatıyor.[3]

Abdürrahman b. Ebîz-Zinâd, Muhammed b. İshak, Yezîd b. Roman isnadıyla, Urve'den şöyle nakleder: Allah Rasûlü Medine'ye teşrif etti, ilk edindiği sancak Ubeyde b. el-Haris (r.a.)'a hazırladığı sancak idi.[4]

Bu ilk aylarda Rasûlüllah (s.a.v.), Muhacirlerle Ensarhlar arasında, "Her halükârda birbirlerine mal yardımı yapmak ve birbirinde hakkı olmak" şartıyla kardeşlik te'sis etti.[5]

Ebû Dâvûd'u-Tayâlîsi, Süleyman b. Muâz-Simâk-îkrİme isnadıyla, îbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini anlatır:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik te'sis edip birini diğerine vâris kıldı. Nihayet: (Miras konusunda) "Akrabalar da Allah'ın kitabında birbirlerine, Mü'minlerden ve Muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza yaptığınız iyilik bunun dışındadır" (Ahzâb, 6) âyeti geldi.[6]

Böylece bu tür kardeşlik mirası bırakılıp sadece soy yönüyle miras olma hakkı baki kaldı.

Birinci hicri yılda ve onu takiben gelen yıllarda vefat edenlerin sa­yıca azlığının sebebi, o zamanki müslüman sayısının, kendilerinden sonraki dönemde yaşayan müslüman sayısına göre pek az olmasıdır. Zira ilk dönemde İslâm dini sadece Hicaz'ın bir kısmında vardı, veya Habeşistan'a göç edenler vardı. Ömer (r.a.)'in halifeliği döneminde ise bütün bilinen kıtalara yayılmıştı.

Böylece, İslâm'ın ilk döneminde ölenlerin sayılarının pek az, Tabiîn ile daha sonrakilerde ölenlerin sayısının pek fazla olmasının sebebini daha iyi kavramış olursun.

Şair Ebû Kays b. el-Eslet b. Ctişem b. Vâil el-Evsî de, bu vakte ya­kın bir sırada yaşamış, kahramanlıkta ve şiir bilgisinde Kays b. el-Hatîm'a[7] denk tutulan bir kimseydi.

Evs kabilesini İslâm'a girmeye teşvik ederdi. Hicretten önce kendi­ne has bir, İlaha ibâdet etme şekli bulmuş olup kendisinin Hanîf dinin­de olduğunu iddia ederdi. Kureyşlileri de İslâm'a teşvik ediyordu. Baştarafı aşağıda gelen kasidesi çok meşhurdur:

1- Ey yolcu, bir gün Peygamberlik ortaya çıkarsa Lûey b. Gâlib o-ğullarına benden şu mesajımı ulaştır:

Bize şirki olmayan bir din getirin! Siz bizler için komutansınız ki, yüksek olanlara uyulur.[8]

Vakıdî kendi senet ricallerinden şöyle dediklerini rivayet eder;

- İbnü'l Eslett Şam'a doğru yola çıktı. Gassan kırallarmdan, Cefne oğullarından yardım istedi, onlarda onu istediği yere ulaştırdılar. Rahibler onu kendi dinlerine girmeye çağırdılarsa da, o böyle birşey arzu etmedi. Rahiblerden birisi ona;

"Sen Hanîf dinini arıyorsun, galiba o dinin yeri senin arkanda çıkıp geldiğin yerdedir" dedi.

Daha sonra İbnü'l Eslet -cahiliyye adeti gereği- Ömre yapmak üzere Mekke'ye geldi. Orada Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'e[9] rastladı ve ona başın­dan geçen hikayesini anlattı. Bu hadiseden sonra Ebû Kays b. Eslet; "İbrahim (a.s.)'in dini üzere amel eden ben ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'den başka kimse kalmadı." derdi.

Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, Hazrec ve Evs kabileleri Müslüman olmuş, sadece bunlardan "Evsullah" adlı boydan bazıları İbnü'l Eslet ile birlikte aynı inançta karar kıldıkların­dan İslâm'a girmeyip, duraklamışlardı.

İbnü'l Eslet onların ileri gelen yiğidi ve hatibi idi. Buâs harbi diye tanınan harbe iştirak etmiş birisiydi. Kendisine: "Yâ Ebâ Kays! işte senin -geleceğini- söyleyip durduğun adamın, Muhammed geldi" diye haber verilince, "Evet, Hakk ile gönderilen kişi odur" diyerek, kalkıp Rasûl-ü Ekrem (a.s.)'in yanma geldi.

Efendimiz (s.a.v.)'de ona, İslâm dinini tanıttı. İbnü'l Eslet: "Bu an-lattığm din ne güzel! Ne kadar şirin, Ben durumuma bir bakayım" diye cevap verip, nerdeyse İslâm'a gireyazmıştı. Geri dönerken kendisine Abdullah b. Übey rastladı. İbnü'l Eslet durumunu ona haber verince; "Vallahi sen Hazreç kabilesiyle savaşmaya çekmiyorsun!" dedi bunu

duyan ibnü'l Eslet kızıp; "Vallahi bir yıl Müslüman olmayacağım" dedi ve bu bir yılı doldurmadan vefat etti.[10]

 

HİCRİ İKİNCİ YIL HADİSELERİ

 

El-Ebvâ Seferi[11]

 

Nebî (s.a.v.) Efendimiz bu sefere katılmak için bizzat kendisi de Medine'den ayrılarak yola çıktı. Sa'd b. Ubâde'yi(r.a.) Medine'ye vali olarak bırakıp, "Veddan" denen yere kadar vardı. Bu seferinde, Kureyşin müfreze güçleri ve (onlara yardım eden) Damra oğullarıyla karşılaşıp, hesaplaşmak istiyordu.

Oraya vardığında, Damra b. Abd-i Menât b. Kinâne oğulları (duru-mun vehametini anlayarak) derhal anlaşma yapmayı kabul ettiler.

Peygamber Efendimiz ile bu anlaşmayı, Damraoğullannm lideri bulunan Mahşî b. Amr yaptı. Peygamberimiz (s.a.v.)'de bu anlaşmayı takiben Medine'ye geri döndü.

Veddan denilen yer, Medine'den (Mekke istikametinedoğru) dört konaklık uzakta bulunan bir yerdi.[12]

 

Hz. Hamza (R.A.) Komutasındaki Sîfü'l Bahr Seferi

 

Ebvâ seferinden bir müddet sonra, Rabîû'I evvel veya Rabîü'I âhir ayında Nebî (s.a.v.) Efendimiz, amcası Hz. Hamza'yı (r.a.) otuz kişi­lik, Muhacirlerden müteşekkil bir müfrezenin başında, "El-ıys" ta­raflarında bulunan "Sîfgl Bahr" (Deniz sahili) adındaki yere sefere gönderdi. Hz. Hamza oraya vardığında, üç yüz kişilik bir müfrezeyi sevketmekte bulunan Ebû Cehü ile karşılaştı. Zührî, bu müfreze sa­yısının üç yüz değil yüz otuz kişilik bir süvari gurubu olduğunu söy­ler.

Sîfiâ'l Bahr'da yaşayan Cüheyne kabilesi ile onların ileri gelenle­rinden biri olan Mecdî b. Amr el-Cühenî'nin hem Müslümanlarla hemde Kureyşlilerle daha önce akdettikleri bir anlaşması vardı. Bu vesile ile bu Mecdî, her iki tarafın arasına girerek vuruşmalarını ön­lemiş oldu.[13]

nakleder:

"Rasûlüllah (s.a.v.) bizi üçyüz kişilik bir süvari olarak sefere çıkardı; emirimiz Ebû Ubeyde b. Cerrah idi. Kureyş kervanını gözlenecektik. 15 gün sahilde kalıp Öyle bir aç kıldık ki ağaç yaprağı çırpıp yedikte bu yüzden bu askere "Yaprak askeri" dendi. Terken deniz Anber denen bir ölü balığı kıyıya atmış. Biz ondan onbeş gün yiyip yağı ile yağlandık ve zayıflayan bedenimiz geri geldi. Ebû Ubeyde onun bir kıl-

 

Ubeyde B. El-Hâris'in Seferi

 

Yine bu zaman içerisinde Efendimiz (s.a.v.), Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdimenâf-ı, muhacirlerden müteşekkil altmış kadar bir müfrezenin başında sefere çıkardı. Ubeyde (r.a.) yola düşüp Hicaz mıntıkasmdaki, "Mirra" tepesinin aşağısında bulunan "Ahyâ" adlı su­ya varıncaya kadar dinlenmeden yoluna devam etti. Ahya suyuna var­dığı zaman orada Kureyşlüerden bir guruba rastgeldi. Başlarında Ebû Cehil'in oğlu İkrime vardı.

Bir başka görüşe göre bu komutan, İkrime değil Mikraz b. Hafs idi. Aralarında her hangi bir çatışma olmadı. Ne varki, Sa'd b. Ebî Vakkâs (r.a.)'da bu sefere katılmış idi.

İlk karşılaştıklarında uzaktan birbirlerine ok attılar. Müslümanlar merkezlerini bırakıp düşmana doğru saldırdılar ki, arkada kendilerini koruyan bir gurupta vardı. İlerleyerek Mirra tepesine kadar geldiler. Sa'd b. Ebî Vakkas arkadaşları adına ok atıyordu. Sonra iki gurup bir­birinden uzaklaştı. O gün Allah yolunda atılan ilk ok Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ın atmış olduğu bu oklar olmuştur. Müslümanlarla, kâfir­ler harb için ilk defa bu seferde yüzyüze geldi.

O gün Utbe b. Gazvân ile Mikdad b. el Esved adlı iki kişi, düşman tarafından kaçarak Müslümanlara iltica etti. Bunlar daha önce Müslü­man oldukları için Kureyşlilerin işkencesine uğrayıp hapsedilmişlerdi.

Bu seferde Müşriklere katılarak Ubeyde ile beraberindeki Müslüman­ların yanına gelmeyi başardılar.

Bu Utebe, Abdimenaf ile Mikdad da, Benî Zülıre ile anlaşma yap­mış biriydi.[14]

 

Bûvat Seferi

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Rabî'ül evvel ayında gaza kasdıyla sefere çıktı. Medine'ye Sâid b. Osman b. Maz'ûn (r.a.)'ı vali olarak bıraktı. Yoluna devam ederek "Radva" dağı taraflarındaki (Cüheyne dağlarından biri olan) "Büvât" dağına kadar geldi.

[Bununla Kureyşlilere ait bir kervana engel olmak istiyordu. Ker­vanda başlarında Ümeyye b. Halef ve yüz Kureyşli ile ikibin beşyüz deve vardı.] Herhangi bir çarpışma olmadan geri döndü.[15]

 

Uşeyra Seferi

 

Rasûlü Ekrem (s.a.v.) [Medine'de Rabîü'l ahir ayının sonu ile Cemâdiyel Ulâ'nın bir kısmım geçirip, yine Kureyş kervanım engelle­mek için] Cemâdiyel Ula ayında yola çıktı. Ebû Seleme b. Abdü'lesed'i (r.a.), Medine'ye vali bırakıp (Müdlic oğullan diyarındaki) Uşeyrâ denen yere kadar geldi. Günlerce orada kalıp "Müdlic" oğullarıyla anlaşma yapıp ardından geri döndü ve günlerce Medine'de kaldı.

"Uşeyra" Yanbu ovasında bulunan bir yerdir.[16] Yûnus b. Ebî İshâk anlatıyor: Bana Yezîd b. Muhammed b. Huseym, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini anlattı: Bana baban Muhammed b. Huseym el-Muharibî, Ammâr b. Yâsir (r.a.)'den şöyle dediğini anlattı: "Yanbu' vadisindeki el-Uşeyra seferinde ben ve Ali b. Ebî Talib iki arkadaş idik. Rasûlüllah (s.a.v.) Uşeyrada konakladığında orada tam bir ay ikamet etti, orada yaşayan Benî Müdlic'lilerle sulh yaptı. Ali  (r.a.) bana: "Bana bak uyanık! Şu görünen heriflerin yanma gitmeye cesaretin var mı? Orada kendilerine ait bir kuyudan su çekmekte olan şu Müdlic oğullarından kasdediyorum. Ne yapıyorlar bir bakalım mı?" dedi. Bende "Evet" dedim ve yanlarına gelip bir saat su çekişlerini seyrettik. Sonra bize uyku bastırdı da uyuya kaldık. Vallahi bizi Rasûîüllah (s.a.v.) ayağıyla dürtüp uyandırana kadar kaldıran olma­mış. Hemen oturumumuza geldik. İşte o gün Allah Rasûlü (s.a.v.)

Ali'ye üzerinde bulunan toprak sebebiyle "Yâ Ebû Türâb" demişti.

[Bizde başımızdan geçeni kendisine anlattık. Rasûlüllah (s.a.v.) bize:

"Size insanların en amansız iki eşkıyasını bildireyim mi?" buyurunca; "Tabîi yâ Rasûleîlah!" dedik.

Efendimiz'de: Allah'ın gönderdiği Mu'cize deveyi kesen Semud kavminin Uhaymiri ile, Ya Ali senin şurana kılıcı vurarak (Rasûlüllah elini Ali'nin başına koyup) buradan akan kan ile (eliyle sakalına dokunarak) burayı

kana boyayan kimsedir" buyurdu.[17]

 

Birinci Bedir Gazvesi

 

Rasûlüllah (s.a.v.) Cemâdiyel âhir ayınınm içinde, Kürz b. Câbir el-Fihrî'yi yakalamak üzere yola çıktı. Kürz Medine otlağmdaki deve ve koyunlara baskın düzenlemişti. Efendimiz ve arkadaşları Bedir tarafında bulunan sefevân vadisine kadar vardı. Kürz kaçtığı için her­hangi bir çatışma olmadı. İşte bu sefere "Birinci Bedir gazvesi" denil­di.[18]

 

Sa'd B. Ebî Vakkas (R.A.)'ın Seriyyesi

 

Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ı sekiz kişilik bir müfrezenin başında (Zilkade ayında "Cuhfe" taraflarındaki "Harrâr" denen yere) sefere yolladı. Sa'd (r.a.), Harrar denen yere ka­dar geldi. [Kureyş'e ait bir kervanın Önünü kesmek istiyordu. Harrar'a geldiğinde kervanın bir gün önce gitmiş olduğunu gördü. Sonra (her­hangi bir olay olmadan) Medine'ye döndü.[19]

 

Abdullah B. Cahş (R.A.)'In Seferi (1)

 

Urve anlatıyor:

Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.), Receb ayında Abdullah b. Cahş el-Esedî ve beraberindeki sekiz kişiyi sefere gönderdi. Yola çıkmadan önce, Allah Rasûlü bir mektup yazıp Abdullah'a verdi ve; "İki gün yol almadıkça mektubu okumamasını" emretti.

İki gün sonra Abdullah b. Cahş mektubu açınca şunları okudu:

"Bu mektubumu okuduğun zaman Nahle ile Taif arasındaki yerde konaklayıncaya kadar yoluna devam et. Orada bizim için Kureyşlileri gözetle ve ne yaptıklarını bize bildir."

Abdullah b. Cahş mektubu okuyunca, arkadaşlarına: "Rasûlüllah (s.a.v.) bana Nahleye kadar varmamı, sizden hiç birinizi zorla yola götürmeye kalkmamamı" emrediyor. Şehîd olmayı isteyen yoluna devam etsin. Ölümden korkan da geri dönsün. Bana gelince ben yo­luma devam ediyorum" dedi.

Böylece Abdullah b. Cahş da sekiz arkadaşı da yoluna devam etti­ler. Bunlar 1- Ebu Huzeyfe b. Utbe, 2- Ukkâşe b. Nu'mân, 3- Utbe b. Ğazvân, 4- Sa'd b. Ebî Vakkas, 5- Âmir b. Rabî'a, 6- Vâkıd b. Abdillah et-Temîmî, 7- Süheyl b. Beydâ el-Fihrî, 8- Hâlid b. el-Bükeyr.

Abdullah arkadaşlarıyla Hicaz üzerinden giden yolu tuttu. Fûrü' mıntıkasından ilerde Bührân denilen Ma'dene (yataklarının olduğu yere) gelince Sa'd b. Ebî Vakkas ile Utbe b. Gazvan develerini kay­bettiler. Develerini aramak için yoldan geri kaldılar. Abdullah ile be­raberindekiler ise yola devam edip, Nahleye kadar gelip konakladılar.

Amr b. eî-Hadrami ve bir gurup insanın içinde bulunduğu Kureyşe ait, üzüm ve deri taşıyan bir kervan oraya uğradı. Kureyşliler bunları görünce korktular. Ukkâşe (r.a.) onlara doğru geldi. Başım kazımış idi. Kureyşliler onu görünce:

"Bunİar ömreciymiş, bunlardan size bir zarar gelmez" dediler. Ab­dullah ve arkadaşları bunlara nasıl davranacakları hususunda müşave­re ettiler. Vakit Receb ayının sonu idi: "Biz bu gece bunları bırakacak olursak kesinlikle sabaha Harame girecekler ve böylece harame gir­mekle bizden kendilerini korumuş olacaklar. Eğer bunlarla çarpışırsak Haram aylarda çarpışmış olacağız" diyerek ne yapacakları hususunda tereddüde düştüler.

Daha sonra hepsi birden onlarla savaşıp ticaret mallarına el koyma­ya karar verdiler. Vakıd b. Abdillah bir ok atarak Amr b. el-Hadramî'yi öldürdü: Osman b. Abdillah ile Hakem b. Keysân'ı esir aldılar. Nevfel b. Abdillah ise kaçıp kurtuldu.

Abdullah b. Cahş ile arkadaşları kervan ve iki esiri alıp geriye dö­nüp Medine'ye geldiler. Elde ettikleri ganimetin beşte birini ayırıp bunu Nebî (s.a.v.) Efendimize verdiler. Kur'ân'da buna mutabık olarak ayet indi.[20] Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Amr b. el-Hadramî'nin öl­dürülmesini iyi karşılamadı. Bunun üzerine de (Bakara Sûresi'nin 217'ci âyeti olan)

"Sana Haram aylar hakkında, bu aylardaki savaşmanın hük­münü soruyorlar. "Bu aylarda savaşmak büyük günahtır" de"

âyeti nazil oldu.

Peygamberimiz (s.a.v.) bu iki esîre karşı fidye almayı kabul edip onları serbest bıraktı. Bunlardan Osman Mekke'de kâfir olarak öldü. Hakem ise Müslüman olup "Bi'ri-Mâûne" faciasında şehit düştü.[21]

 

Kıblenin Değişmesi

 

Kıble Receb ayında veya ona yakın bir zamanda tekrar Mekke'ye döndürülmüş oldu.[22]

 

BÜYÜK BEDİR SAVAŞI

 

Bu bölümdeki bilgiler İbni İshak'ın Meğazî adlı eserinin "el-Bekkâî" tarafından yapılan rivayetinden nakledilmektedir.[23] İbni İshak anlatıyor:

Nebî (s.a.v.) Efendimiz, Ebû Süfyan b. Harb'in büyük bir ticaret kervanı ile Şam'dan Mekke'ye doğru hareket ettiği haberini almıştı. Aralarında Mahrama b. Nevfel ve Amr b, el-As'in da bulunduğu otuz ya da kırk kişilik bir kafileydi. Nebi (s.a.v.): "İşte bu Kureyşlilerin ticaret mallarını taşıyan kervanı olsa gerek. Haydi bu kervanı yakalamak için yola çıkın; belki Allah onu size nasib kıldı." bu­yurdu.

İnsanlar hazırlığa başladı: Kimisi elini çabuk tutarken, kimileri de, Peygamber (s.a.v.) nasıl olsa harb yapmak istemez, diyerek işi ağırdan aldılar. Müslümanların durumunu farkeden Ebû Süfyân, Münzir adlı kişiyi teçhiz edip, "Mallarına sahip çıksınlar" demesi için, kureyş'lüere yolladı. Haberi alan kureyş'liler derhal yola düştüler. Kureyş etrafın­dan geri kalan hiç kimse olmadı. Ancak Ebû Leheb, kendi yerine Ebû Cehil'in kardeşi olan el-As'i yollamıştı. Adiy b. Ka'b oğulları kabile­sinden hiç kimse bu yolculuğa katılmadı.

Ümeyye b. Halef adlı kişi de yaşlı ve çok şişman bir adam oldu­ğundan, harbe gitmemeye karar verip oturmayı tercih etmiş idi. Mescid'de (Ka'be de) olduğu bir sırada Ukbe b. Ebî Muayt, yanına "Buhur ve Micmer" getirerek önüne koydu ve:

- Yâ Ebâ Alî! Sen devam et! Zira sen kadın sayılırsın, dedi. Ona ka­zan Umeyye'de; "Allah suratını çirkinleştirsin" diyerek kalkıp harp ha­zırlığı yaptı ve Kureyşlilerle birlikte yola çıktı.

Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan ayının sekizinci gününde, Medi­ne'ye namazı kıldırması için Amr b. Ümmi Mektûm'u vekil bırakıp, yola çıktı. "Ravha"2 denen yere geldiklerinde Ebû Lübabe'yi Medine'­ye -kendileri dönünceye kadar- vali olmak üzere geri yolladı. Efen­dimiz sancağı Mus'ab b. Umeyr'e (r.a.) teslim etti. Peygamberimiz'in önünde iki tane siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi Ali b. Ebî Tâlib'te (r.a.) bulunuyordu. Diğeri de Ensarı temsîlen, ensarlı Sa'd b. Muâz (r.a.)'da idi.

Müslümanların beraberinde nöbetleşe bindikleri yetmiş tane de­veleri vardı. Bedir Harbi günü Müslümanlar'ın sayısı üçyüz ondokuz kişi idi.

Rasûlüllah (s.a.v.), Ali (r.a.) ve Mersed b. Ebî Mersed nöbetleşerek bir tek deveye biniyorlardı. Ebû Bekir, Ömer ve Abdürrahmân b. Avf da bir deveye nöbetleşerek biniyorlardı. Nebî (s.a.v.) (Hicaz yolu üze­rinde bulunan) "Safra" denen yere gelince, Ebû Süfyân'ın hareket tar­zım araştırmak üzere iki kişiyi önden yolladı. Bunlar Kureyş müfreze­sinin yola çıktığı haberini getirdiler.

Rasûlüllah (s.a.v.) durumu arkadaşlarıyla istişare etti. Arkadaşları ona hayırlı şeyler söylediler. Mikdad b. el-Esved de: "Yâ Rasülellah!

Allah'ın sana gösterdiği yola yürü, biz seninle beraberiz. Vallahi biz İsrail oğullarının Musa'ya (a.s.) karşı söyledikleri "

"Sen, Rabbinle beraber harbe git; biz burada oturuyoruz" sözünü söylemiyeceğim. Ama; "Sen, Rabbinle beraber gidip çarpışın, biz de kesinlikle sizinle beraber çar­pışacağız" diyoruz. Seni Hakk ile gönderen Allah'a yemin ederim ki sen bizi (Mekke'den beş gün uzakta bulunan "Berk-i Gimâd" mevkiine kadar götürecek olsan bile sen oraya ulaşıncaya kadar seninle birlikte yiğitlik gösteririz" dedi. Efendimiz (s.a.v.)'de bunun üzerine ona hayırlı sözler söyledi ve ona dûâ etti.

Sa'd b. Muaz (r.a.) ise:

- Yâ Rasülellah! Vallahi, sen bize şu denizi göstersen seninle birlikte oraya dolarız, dedi. Onun bu sözü Rasûlüllah (s.a.v.)'ı son derece sevindirdi de:

"Haydi yo­la gidin ve birbirinize -müjde verin. Rabbim bana iki taifeden birini; ya kervanı ele geçirmeyi yada Kureyş müfrezesini yenece­ğimi va'd etti" buyurdu.

Yola devam ederek Bedir yakınlarına gelip konakladı. Gece kara­rınca Ali, Zübeyr ve Sa'dı ufak bir müfreze içinde haber alıp getirmek için Bedir'e yolladı. Onlar orada Kureyş ordusuna su taşıyan develerle, Eşlem ve Ebû Yesâr adlı kölelerini yakalayıp onları Nebî (s.a.v.)'e getirdiler. Onları sorguladıklarında bu ikisi, "Biz Kureyş ordusunun sucularıyız" dediler. Ashab bu haberden hoşlanmadılar. Zira onlar, bu heriflerin Mekke'ye giden kervanın sucuları olduğunu umuyorlardı. Bunun üzerine -inanmayıp- bunları dövmeye başladılar. Dayak canla­rını yakınca laflarını doğrultup, "Evet, biz Ebû Süfya'nın kervanında-nız" demek mecburiyetinde kaldılar.

Bu sırada Nebi (s.a.v.) namaz kılıyordu. Selam verince: "Bu ikisi doğru söylediğinde dövdünüz, Yalan söylediklerinde ise bırakıver-diniz" buyurdu; sonrada bu iki köleye dönüp; "Kureyşlilerin nerde olduğunu bana haber verin" buyurdu. Onlarda ilerdeki kum tepelerine işaret ederek; "Onlar şu tepenin arkasındalar" dediler. Efendimiz, "Her gün kaç deve kesiyorlar" diye sorunca onlar: "Dokuz yahut on deve" dediler. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.): "Öyleyse Kureyşten gelenler dokuzyüz ilâ bin kişi arasındadır" buyurdu.[24]

Peygamber (s.a.v.)'in haber almak üzere gönderdiği iki kişiye gelince; bunlar, develerini Bedir suyu yakınında çöktürüp (ıhtırıp) su mataralarını doldurmaya başladılar. Mecdî b. Amr onlara çok yakın biryerde bulunuyorsada onlar Mecdî'yi farkedemediler.

Bu arada oraya yakın bir yerleşim yerinden gelen iki cariyeden biri­nin diğerine: "kervan buraya yarın veya öbür gün ulaşabilir, ben onlara çalışacağım sonra sana öderim." dediklerini duydular. Mecdî onlan geri çevirdi. O, Ebû Süfyan'm casusu idi. O iki kişi geri dönüp Nebî (s.a.v.)',e durumu haber verdiler.

Ebû Süfyan, Bedir kuyusuna kervanla yaklaştığında, tek başına ile­ri geçip Bedir suyuna kadar geldi. Oradaki casusu Mecdî'ye: "Bu ci­varda birileri olabileceğini hissettin mi?" deyince; oradaki gördüğü iki binekliden bahsetti. Ebû Süfyan bunu duyar duymaz onların hay­vanlarını çöktürdüğü yere gelip develerin dışkılarından alıp onu ufa­ladı. Birde baktı ki, içinde hurma çekirdeği var! "Vallahi işte bu Me­dine halkının hayvanlarına verdiği yem" diye bağırıp sür'atle geri dön­dü ve kervanın yolunu değiştirdi ve sahil yolunu tuttu. Birisini de, "biz kurtulduk, sizde geriye dönün desinler" diye Kureyş'e yolladı. Bunu duyan Ebû Cehil:

"Vallahi, Bedir suyuna uğrayıp, orada su başında üçgün kalma­dıkça asla geri dönmeyeceğiz. Böyle yaparsak, ebediyyen Araplar bizden çekinecektir" dedi.

Benî Zühre boylarının hepsi ile anlaşmalı bulunan Ahnes b. Şeriq geri döndü. Ahnes onlar arasında sözü dinlenen ve sayılan biriydi. Sonra Kureyş Bedir vadisinin öbür ucuna konakladı.

Peygamber (s.a.v.) Bedir suyuna onlardan önce varmış oldu. Kureyşlileri suya daha çabuk ulaşmaktan alıkoyan şey, yağan mu­azzam bir yağmurdu. Bu yağmurdan Müslümanlara sadece toprağın yüzünü ıslatacak kadar bir şey isabet etti. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ar­kadaşları, Bedir kuyularından Medine'ye en yakın olanının yanında konakladı.

Hubâb b. Münzir b. Amr b. Cumuh: "Yâ Rasûlallah! Bu konakladı­ğımız yer hakkında ne dersin? Burası Allah'ın seni konaklatıp bir adım ileri ve geri gitmeye hakkımız olmayan bir yermi?, yoksa bir görüş olup harb ve tuzak yeri mi?" diye sordu. Efendimiz: "Bu bir Allah emri değil, aksine bu bir görüş olup harb ve tuzak kurmaya müsait bir yer" deyince Hubâb:

- O zaman, burası senin konaklayacağın yer değil. Bizi derhal yola çıkar, ta Kureyş'in konakladığı yere en yakın suya kadar götür ve ora­da konaklayalım da, geride kalan bütün kuyuları toprakla dolduralım. Kalan tek kuyunun etrafına -genişçe- bir havuz yapıp suyunu çekerek oraya dolduralım. Böylece biz suyumuzu içerken onlar su içemesinler, diye teklifte bulundu.

Nebî (s.a.v.) bu teklifi uygun buldu ve Hubâb'ın görüşünü icra et­meye başlayıp, kuyuların kapatılma emrini vererek kapattırdı. Son ku­yunun etrafına bir havuz yaptırıp su ile doldurdu. Orada Nebî (s.a.v.)'nin kalabileceği bir çadır çardağı kuruldu. Peygamber (s.a.v.) Harbin olacağı meydana kadar yürüyüp, ashabına Kureyşlilerin çarpı­şıp öldürüleceği yerleri göstererek, "şurası falanın", "şurası falancanın serileceği yer" buyurdu. Kureyşlilerden -Efendimizin gösterdiği yerin dışında- ölen hiç kimse olmadı.

Sonra kureyşliler adamlarını gönderdiler ve Müslümanların sayı­sının ne kadar olduğunu tahmin ettiler. Aralarında iki de süvarî'de vardı. Bunlar Mikdad ile Zübeyr idi. Utbe b. Rabî'a ile Hakim b. Hi­zam Kureyşin geri dönmesini arzu ettilerse de diğerleri reddettiler. Onları asıl harbe teşvik edense Ebû Cehil idi. Sabahleyin suya doğru yola çıktılar. Rasûlüllah (s.a.v.) onların kendilerine doğru geldiğini görünce:

"Allah'ım! İşte Kureyş. Öğünerek kibirlenerek, sana düşmanlık ya­parak, Peygamberlerini yalanlayarak geliyor. Allah'ım! Bana va'-dettiğin zaferi nasib et, Allah'ım onları kuşluk vakti kahret" buyurdu.

Nebî (s.a.v.) Efendimiz kızıl bir deve üzerinde Utbe b. Rabîa'yı topluluk içinde görünce: "Eğer bu topluluğun içinde bulunanlardan birinde hayır varsa, bu, kızıl devenin sahibindedir. Onu dinlerlerse doğru yolu bulurlar" buyurdu.

Hufaf b. îmâ b. Rahsa el-Gıfarî, geçerken kendisine uğrayan Kureyşlilere arkalarından hediye olarak birkaç deveyi oğluyla birlikte hediye olarak yollamışlardı. Kureyşliler'e "Eğer arzu ederseniz size silah ve savaşacak adamlarda verebiliriz" teklifinde bulunmuştu. Kureyşliler de ona; "Sen akrabalık bağlarını yerine getirdin, sana ya­kışanı yaptın, Yemin olsun ki, biz -bu karşımızdaki- insanlarla savaşı-

yor isek, kendimizde herhangi bir zaaf olmadığından savaşıyoruz. Biz, Muhammed'inde iddia ettiği gibi Allaha karşı savaşıyor isek, kimsenin gücü Allah'a yetecek değildir" dediler.

Kureyş ordusu, hayvanlarından inip konaklayınca, kureyş'ten bir gurup insan kalkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'m yaptırdığı havuza kadar geidi-ler. Rasûlülah onlara engel olmak isteyen arkadaşlarına "Onlara do­kunmayın! Zira, Hakim b. Hizam dışında, bunlardan bu sudan içen her kişi bu gün öldürülecektir" buyurdu. Hakim b. Hizam ger­çekten daha sonra İslam'a girdi. Hakim, ciddi bir meselede yemin ede­cek olsa; "Hayır! Bedir günü beni öldürülmekten kurtaran zata yemin olsun ki...." diyerek yemin ederdi.

Bir müddet sonra Kureyşliler, Müslüman askerinin sayısının ne ka­dar olduğunu, göz kararı tahminlemek üzere, Umeyr b. Vehb el-Cümehî'yi vazifelendirdiler. Umeyr gidip geri geldikten sonra "Müs­lümanlar sanıyorum üç yüz civarında, ya biraz fazla, veya biraz eksik olabilir" dedikten sonra, "Ama bana biraz daha müsade edin, ben bun­ların saklanan adamları veya arkadan gelen yardım kuvvetleri varmı?, bir bakıp geleyim" diyerek Bedir vadisini baştan sona kadar geçti, ama hiçbir şey göremedi. Kureyş'in yanma geri dönüp geldiğinde onlara:

- Hiç birşey görmedim ama, -Ey Kureyş topluluğu- esasta ölüm ta­şıyıp gelen bir belâ gördüm. Medine'nin su develeri su değil kahredici bir ölüm taşıyor gibi geldi bana. Öyle bir toplum gördümki kılıçlan dışında ne sığmakları ne de engelleri var. Vallahi öyle anlıyorumki onlardan hiç birisi sizden birini Öldürmeden ölmeyecektir. Sizden kendi sayıları kadar adam öldürdükten sonra, hayatın ne tadı vardır? Haydi kanaatlerinizi ortaya koyun, dedi.

Hakîm b. Hizam bunları duyunca insanlarla birlikte yürüyüp Utbe b. Rabî'a'nın yanma geldi ve ona;

-  Yâ Ebâ'l-Velîd! Kureyş kabilesinin en yaşlısı, lideri ve sözü en geçeni sensin. Dünyanın sonuna kadar adıyın hayırla anılmasını is-termisin? dedi. Utbe: "O nasıl olacak?" deyince:

"İnsanları geri dönder. Anlaşmalı bulunduğun Âmir b. el-Hadramî'nin işini de sen üstüne al" dedi. Bunun üzerine Utbe ona:

"Tamam dediğini yapıyorum. Sen bu hususta bana yardımcı ol. Zîraa o dediğin Amîr benimle anlaşması olan birisi olup, onun aklı ile malından elimde bulunan şeylerin sorumluluğu bana ait. Ama sen Hanzaliyye'nin oğluna git. (Ebu Cehlin anasının adı Hanzaliyye idi) Zîra ben, insanların hepsini alakadar eden bu konuda, ondan başka­sının fesat yaymasından bir korkum yok (bu işi yapsa sadece o yapar), dedi.

Sonra Utbe kalkıp oradakilere hitaben:

-  "Ey Kureyşliler! Vallahi siz Muhammed ve ashabı ile karşılaşıp savaşmakla, gerçekte hiç birşey yapmış olmayacaksınız. Ama, siz onu alt edecek olsanız bile artık bir daha kimse kimsenin yüzüne gülerek bakamayacaktır. Ya amcasının oğlunu ya dayısının oğlunu veya en azından kendi kabilesinden tanıdığı birini öldürmüş bîr insan olacak­sınız. Haydi geri dönün ve Muhammed ile diğer Arap topluluklarının arasına girmeyin. Onlar işlerini kendileri halletsin. Eğer Kureyş dışın­daki diğer Araplar Muhammedi yenecek olurlarsa ne âlâ. Yok durum bunun aksine olacak olursa, ben sizi müdafaya yeterim ve arzu ettiği­niz şeye onun sebebiyle bulaşmamış olursunuz."

Hakîm devamla şöyle anlattı:

Ben Utbeyi temsilen kalkıp Ebû Cehlin yanına geldim. Baktımki, zırhının cirabını bağlamış, zırhım harbe hazırlamakla meşgul. Ona dedim kî*

"Ya Ebe'l-Hakem.! beni sana Utbe, şu,şu meseleleri anlatmam için gönderdi" dedim. Bunu duyan ebu cehil;

-  "Vallahi Muhammed ve arkadaşlarını görünce, onun dalağı kor­kudan şişmiş. Asla olamaz. Vallahi Allah, Muhammed ile bizim aramızda tam bir hüküm verinceye kadar geriye dönmeyeceğiz. Utbe dediğinin ne olduğunun farkında değil. O, Muhammed ve ashabım deve yerken görmüş, hemde onların arasında Utbenin oğlu da var. O da sizi Muhammed'den korkutmuş" deyip ardından da Amir b. el-Hadramiye bir adamını yollayıp şunları söyledi:

-  "Şu senin anlaşmalın Utbe varya, insanları harpten geri çevirmek istiyor. Ben ise kesinlikle senin gözlerinde intikam pırıltıları görüyo­rum. Kalk da kendini, himayesine alabilecek başka bir isim bul ve kardeşinin ölümünü insanlar arasında ilan et" dedi. Bunu duyan Amir'de kalkıp, başını açtı ve olanca sesiyle:

- Vâ Amrâh, vâ Amrâh! diye bağırdı. Böylece harb ateşi iyice alev­lendi, insanların akılları karıştı ve içine düştükleri bu belalı duruma katılmak için sıraya girdiler. Böylece Ebû Cehil, Utbe'nin insanları çağırdığı iyi yola karşı, onların akıllarını karıştırıp işleri berbat etti.

Ebû Cehil'in kendisi hakkında kullandığı "Onun vallahi korkudan dalağı (ciğeri) şişmiş" lafı Utbe'nin kulağına ulaşınca; "Kıçını kimin sıfırlattığını, dalağı şişenin kim olduğunu çok yakında o da görecek" diyerek tepki gösterdi. Sonra Utbe başına giymek üzere bir miğfer istedi. Ama, başının iriliği sebebiyle ordu içinde kendi başına uyacak bir miğfer bulunamadı. Böylece oda yanında bulunan bir bürde'yi sa­rık gibi başına doladı.

Ahlaksız, serkeş huylu birisi olan El-Esved b. Abdi'1-Esed el-Mahzûmî ortaya çıkıp:

Megâzî

"Allah'a söz veriyorum ki, Ben Muhammed ve arkadaşlarının ha­vuzundan su içeceğim, içemezsem havuzu yıkacağım yahut onun çev­resinde çarpışırken öleceğim" dedi ve havuzun yanma geldi.

Ona karşı Hamza b. Abdi'l-Muttalib (r.a.) mübarezeye çıktı. Karşı­laşır karşılaşmaz Hz. Hamza onun ayağım bir darbe ile ikiye biçti. O anda havuzun etrafmdalardı. Esved ayağı kan fışkırarak sırtüstü yere düştü. Sonra fırlayıp havuza kadar gelib ve yeminini yerine getirmek için havuza doğru eğildi. Ama Hamza peşini bırakmayıp onu havuzun içinde iken öldürdü.

Sonra Kureyşten Utbe b. Rabiâ, kardeşi olan Şeybe b. Rabî'a ve öz oğlu Velîd b. Utbe ile birlikte çarpışmak için meydana çıkıp müs-lümanları meydana da'vet etti. Onlara karşı çarpışmak için Afra'nın iki oğlu, Avf ile Muavvez ve birde Ensarlı biri ortaya çıktı. Bunlara; "Siz de kim oluyorsunuz?" dediler. Onlarda: "Biz Ensar'danız" deyince, "Bizim sizinle bir hesabımız yok. Bize bizim kendi kavmimiz olan Kureyşten bizim dengimiz olanlar çıkmalı" dediler. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.):

- Kalkın ey Ubeyd b. el-Hâris, ey Hamza, ey Ali, buyurdu. Müşrik­lere yaklaştıklarında, "Siz kimsiniz?" diye sordular. Onlarda adlarını söyleyince Utbe; "Tam bizim dengimiz," dedi. İçlerinde en yaşlısı Ubeyd b. Haris, Utbe ile, Hamza, Şeybe ile, Ali de Velîd b. Utbe ile düelloya başladı.

Hz. Hamza, Şeybeye hiç fırsat vermeden derhal öldürdü. Ali (r.a.)'de Velîd'e hiç aman tanımadan öldürdü. Ubey'de (r.a.) ile utbe arasındaki çarpışmada iki darbe oldu, her ikiside birer kılıç isabet et­tirdiler. Ali ve Hamza (r.a.) Utbe'ye saldırıp yaralı olan Ubeyde (r.a.)'yı alıp arkadaşlarının yanına götürdüler.

Bu ön düellolardan sonra iki ordu birbirine saldırdı. Peygamberi­miz (s.a.v.), ashabına kendi bizzat emir vermedikçe saldırıya geçme­melerini emretmiş ve "Onları kendinizden ok atarak uzak tutun" bu­yurmuştu. Kendileri harb için kurulan çardağında olup Ebû Bekir (r.a.)'de beraberinde idi. Vakit Ramazan ayının onyedinci günü bir Cum'a sabahı idi. Sonra Allah Rasûlü harp saflarını bizzat kendi tan­zim etti. Çadırına tekrar geri döndüğünde yanında sadece Ebû Bekir (r.a.) vardı. Rabbine niyazda ve yalvarışlarda bulunarak:

"yâ Rabbi! Eğer bugün şu topluluğun helak olmasına müsade edersen, artık yer yüzünde sana tapınılmayacaktır" diyordu. Ebû Bekir (r.a.) ise "Bu senin Rabbinle olan bir münâşedenmi.. Zira Allah kesinlikle sana verdiği va'dini yerine getirecektir," diyordu. Ardından Allah Rasûlüne bir uyuklama gelir gibi oldu ve birden uyandı, ardında da:

Müjde yâ Ebâ Bekr! Sana zafer geldi. İşte Cebrail, atının yula­rını tutmuş onu çekip götürüyor.

Ömer (r.a.)'in kölesi Mihcâ (r.a.)'a bir ok isabet etti.[25] İşte Allah yo­lunda öldürülen ilk şehid bu, "MİHCÂ" oldu. Ardından havuzdan su içmeye uğraşan Harise b. Sürâka en-Necarî'ye atılan oklardan biri isa­bet ederek öldürdü.

Sonra Allah Rasûlü Çardağından çıkıp, insanların yanma, onları çarpışmaya teşvik etmek üzere geldi. Umeyr b. el-Hümâm öldürü-lünceye kadar çarpıştı. Sonra -onun annesi olan- Avf b. Afrâ'da çar­pışa çarpışa öldürüldü.

Sonra Allah Rasûlü bir avuç çakıl alıp müşriklere doğru atarak "şu yüzler çirkinleşsin" buyurup, ashabına da: "Haydi onlara çok şiddetli saldırın" buyurdu. Artık hezimetleri başlamış, Al­lah küfür liderlerinden çoğunu öldürmüştü. O gün yetmiş kişi öldürül- ' müş, bir o kadarı da esir edilmişti.

Allah Rasûlü yeniden Çardağına dönmüştü. Ensardan bir gurup genç ile Sa'd b. Muâz (r.a.), düşmanlar geri gelirde Rasûlüllah (s.a.v.)'a saldırır korkusuyla, Çardağın kapısında nöbet tutuyorlardı.

Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına:

"Kesinlikle biliyorumki, hem Haşimoğullarından hem de diğer A-rap boylarından bir takım insanlar bizimle asla çarpışma ihtiyaçları olmadığı halde zorla harbe getirildiler. Artık kim Haşimoğullarından birine rastlarsa, herkim Ebû'l Buhterî b. Haşim b. el-Hârisre rastlarsa sakın öldürmesin. Kim Amcam Abbas'a rastlarsa onu öldürmesin, zira o sadece zorlanarak buraya getirilmiştir" buyurdu. Orada bulunan Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabî'a da:

"Biz kendi babalarımızı, öz kardeşlerimizi öldürüpte Abbas'ı bı­rakacağız ha? Vallahi eğer Abbas'a rastlayacak olursam kılıçla onun etini doğrayacağım" diye arkadaşlarına söyledi. Bu söz Rasûlüllah (s.a.v.)'a ulaşınca yanında bulunan Ömer'e (r.a.):

"Yâ Ömer! Allah Rasûlünün amcasının yüzüne kılıç çalınacak ha?" buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a,):

"Bana müsâde et de şu münafığın kafasını uçurayım" dedi. Daha sonraları -bu mesele anlatılınca- Ebû Huzeyfe (r.a.):

"Ben o gün, ağzımdan kaçırdığım bu sözden kurtulacağıma emin olmadım, halâ da (münafıkmıyım) korkusunu çekiyorum. Buna keffâ-ret olarak şehid oluncaya kadarda bu korkuyu çekmeye devam edece­ğim" diyordu. Gerçekten de, Yemâme harbinde şehit düştü.

Efendimizin "öldürmeyin" dediği Ebû'l Buhterî, Kureyş içinde Rasûlüllah'ı en fazla müdafa eden biriydi. Meşhur anlaşma sayfasını nakletmek üzere kalktığında, Ensarlilarla anlaşması bulunan el-Mücezzir b. Ziyad el-Belevî, ona rastlamış ve; "Allah Rasûlü seni öl­dürmeyi bize yasakladı" demişti. Bunu duyan Ebû'î Buhterî, "Arkada­şım Cünâde el-Leysî de öldürülmesin" dedi. El-Mücezzir ise:

"Hayır, bu olamaz. Vallahi Rasûlüllah (s.a.v.) bize sadece senin öl-dürülmemeni emretti" deyince Ebu'l Buhterî de:

"Öyleyse ben ve o beraber öleceğiz. Mekke kadınları arkam sıra; "Dünya hayatı hırsına kapılıp da arkadaşını terketti," diyemeyecekler dedi. Böylece çarpışmaya tutuştular. Mücezzir baskın gelip Ebû'l Buhterî'yi öldürdü. Sonra Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:

"Seni hak ile gönderen zat'a yemin olsunki, onu esir olarak sana getireyim diye çok uğraştımsa da olmadı, benimle zorla savaştı" diye anlattı.

Abdurrahman b. Avf (r.a.)'da o günlerini şöyle anlatıyor:

- Mekke'de iken Ümeyye b. Halef benim arkadaşımdı. Bedir günü kâfirlerden ele geçirdiğim zırhlarla giderken Ümeyye b. Halef rast geldi. Bana hitaben, "Senin bana ihtiyacın var mı? Ben sana şu zırh­lardan daha hayırlıyım sanıyorum?" dedi. Bende; "Evet, haydi gel öyleyse deyip zırhları atıverdim. Onunla oğlunun ellerinden tuttum."

"Böyle bir gün görmedim. Sizin sâde ihtiyacınız var mı?" diyordu. Yani kim beni bu gün esir alıpta öldürmekten kurtarırsa ben ona sütü çok olan bir deve bağışlayacağım, diyordu. Ben onları alıp yürümeye başladım. Ümeyye bana, "Göksünde deve kuşu yeleği (tüyü) alameti bulunan şu adam kim?" dedi. "Hamza"dır, deyince, "bize yapacakları­nı yapan odur" dedi. Abdurrahman b. Avf devamla derki:

.- Vallahi ben baba oğulu götürüp gidiyordum ki birde onu Bilal (r.a.) şörmezmi. Mekke'de iken Bilal'e en çok işkence yapan o idi. Bilâl (fa) onu görünce:

-"Küfrün başı Ümeyye b. Halef değil mi bu? Eğer bu herif ölümden kurtulursa ben kurtulmayayım" dedi. Übey bana; "Yâ Abdürrahmân, duyuyyrmusun kara karının oğlu ne diyor!?" dedi. Sonra Bilal olanca sesi ile bağırarak:

"Ey Allah'ın Ensarı! İşte küfrün başı Ümeyye b. Halef burada. E-ğer o kurtulacaksa ben kurtulmayacağım" dedi. Böylece Ensar bizi çevirdi. Ben var gücümle Ümeyye'yi korumaya çalışıyordum. Adamın biri arkadan kılıcı sallayınca oğlunun ayağını kesip yere düşürdü. Bu­nu gören Ümeyye müthiş şekilde bağırdı. Ben Ona; "Kurtuluş yok, vallahi benim seni koruyacak halim kalmadı, kurtarabilirsen canını kurtarmaya bak" dedim. Ensarlılar onu ve oğlunu kılıçtan geçirdi. Al­lah Bilâl'e rahmet etsin. Onun yüzünden ele geçirdiğim zırhlar gitti, üstelik benim esirime bu faciayı yaptı...

İbni Abbas (r.a.)'da Gifar kabilesinden bir adamın şöyle anlattığım rivayet eder:

- Bedir günü ben ve Amca oğullarımdan biri kalkıp Bedir'i tam kontrol edebileceğimiz bir dağın üzerine çıktık. Biz ikimizde o zaman henüz müşrik olup harbi hangi tarafın kazanacağını gözetliyorduk. Harbden sonra yenen tarafla birlikte -bizde varmışız gibi- harb ga­nimetini-yağma edecektik. Biz dağda iken birden bire bize yakın bir bulut geçti. Ben bulutun içinde at kişnemelerini işittiğim gibi, "Hücum et Hayzûm" diyen birinin sesini de duydum. Amcam oğlunun ödü patlayıp orada canverdi. Ben de nerdeyse gebereyazdım. Sonra ken­dime gelebildim.

Bu olayı Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm, kendisine nakleden - adı belli olmayan- biri aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet ediyor.

Yine bu İbni Hazm, Benî Sâide kabilesinden birisi aracılığıyla Ebû Ûseyd Mâlik b. Rabî'a'mn şöyle dediğini anlatır:

-Eğer gözlerim eskisi gibi görür olsaydı, bende Bedir'de olsaydım, Meleklerin çıkıp geldikleri kayağı size kesinlikle gösterebilirdim....

İbni İshak derki:   

Bana babam, bir adam vasıtasıyla Ebû Dâvûd el-Mâzinî'nin şöyle söylediğini rivayet etti:

"Bedir günü müşrikler'den birini kılıçla işini bitireyim diye takib ediyordum. Bir de ne göreyim!, daha benim kılıç onun kafasına bile ulaşmadan, herifin kellesi yere düştü. Anladım ki onu benden başka birisi öldürdü."

ibni Abbas (r.a.), "Melaikeler sadece Bedir harbinde savaşmış, di­ğer harplerde çarpışmamışlardır" diyor.

Bu sırada Ebû Cehil - sık ağaçlarla çevrili- Koruluk gibi bir yere sı­ğınmıştı. Geride kalan arkadaşları; "Ebu'l-Hakem'e (Ebû Cehil) ulaşı­lamaz" diye konuşuyorlardı. Muâz b. Amr b. Cumuh derki; "Ben bu lafları duyunca, "Ebu Cehil'i haklama işi benim isimdir" kararını ver­dim ve onu yakalamak kasdıyla bulunduğu yere doğru yürüdüm. Onu bulup, fırsatı yakalayınca ona öyle bir kılıç darbesi indirdimki, ayağı inciğinin ortasından kesilip koptu. Vallahi ayağı parçalandığında tıpkı dibek taşının altında kırılıp parçalanan hurma çekirdeği gibi parça­lanmıştı.

Ebû Cehl'in oğlu ilerime, bu esnada yetişip omuzuma bir kılıç dar­besi indirdi ve.elimi kesti. Yanımda bulunan bir deriyle bağladım. Zira harbin acelesi kesilen kolumla uğraşmaya vakit bırakmıyordu. O gün akşama kadar çarpışmaya devam ettim. Kolumu arkam sıra sürüdüm durdum. Artık elim iyice ağrımaya başlayınca elimin üzerine ayağımla bastım ve kopanncaya kadar üzerinden çiğnedim."

İbni Abbas derki:[26] Bu Muâz (r.a.)'da Hz. Osman'ın halifelik yıl­larına kadar yaşadı.

Sonra, yaralı halde bulunan Ebû Cehl'e Muavvez b. Afra rastladı ve kılıcını sallayıp tam isabet ettirdi. Onu Ölüme terkederek yanından ay­rıldı.

Muavvez b. Afra (r.a.) o gün şehit olana kadar savaştı. Kardeşi Avf ise, Muavvez'den önce şehid olmuştu. Babalarının adı, El-Hâris b. Rifâ'a b. el-Hâris ez-Zûrakî idi.

Daha sonra Peygamberimizin emri ile Ebû Cehli aramak üzere yo­la çıkan Abdullah b. Mes'ûd (r.a.), Ebû Cehl'in yanına geldi.

Bana ulaştığına göre Nebî (s.a.v.) (İbni Mes'ûd'a) şöyle demişti: "Eğer ölülerin içinde Ebû Cehl'in hangisi olduğunu seçemiyecek olur­sanız o zaman, dizinde yara eseri bulunan ölüyü arayın. Çünkü biz henüz sabi iken, Abdullah b. Cûd'ân'ın düğün yemeğinde kalabalıktan ikimiz sıkışmıştık. Ben ondan vücutça az farklıydım. Onu itekledim de diz üstü düşüp diz derisi derince yırtılmıştı."

İbni Mes'ût (r.a.) devamla derki:

- Ben Ebû Cehl'i son dakikalarını yaşarken buldum. Ayağımı boy­nuna bastım - bu mel'un beni Mekke'de iken yakalayıp çeneme yum­ruk atarak işkence etmişti.- ve ona; "Söyle lan, Allah düşmanı! Şimdi Allah seni rüsvay etmedimi?" dedim. O da: "Beni ne ile rüsvay edi­yorsun, öldürdüğünüz adamın üstüne çıkarak mı?" dedi. Bana söylermisin bu gün zafer sırası kimde?" dedi. Ben de: "Zafer, Allah ve

Rasûlüne aittir." deyince Ebû Cehl: -Benim, üzerine çıktığımı kasdederek- "Bire koyun çobancığı sen pek çetin bir yere tırmanıp çıktın" diye - hâlâ böbürlenererk- söylendi. Bende başım kılıçla ke­serek Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirdim ve, "Yâ Rasûlelİahİ İşte şu elimde­ki Allah düşmanı Ebû Cehl'in başıdır" dedim. Efendimiz (s.a.v.)'de: "Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için O mu?" buyurdu. "Evet" diyerek Ebû Cehl'in başım Nebî (s.a.v.) önüne attım.[27]

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) öldürülen Müşrik cesetlerinin oradaki kör kuyulardan birine atılmasını emretti. Ümeyye b. Halef dışındaki ceset­ler o çukura taşındılar. Ürneyye'nin cesedi zırhın içinde şişerek sıkış­mıştı. Gidip çıkarmaya uğraştıklarında ceset parçalanıveriyor bir halde olduğu için onu olduğu yerde bırakıp üzerine toprak atarak defnettiler.

Cesetlerin hepsi, aynı kör kuyu çukuruna doldurma işi bitince, Nebî (s.a.v.) onların başucunda dikildi ve:

yudakiler! Sizin ilahınızın size va'dettiğini şimdi gerçek olarak bulabildinizmi. Ben Rabbîmin bana va'dettiği şeyin hakikat oldu­ğunu bulmuş durumdayım" buyurdu.

Bunu ashab; "Yâ Rasûlellah! Sen ölüpte cîfe haline gelen bir toplu­luğa -dirilere konuştuğun gibi- hitab mı ediyorsun!..? diye sorduk­larında onlara: "Benim onlara söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Lâkin bunlar cevap vermeye muktedir değil­lerdir" buyurdu.[28]

Bu hadiseyi anlatan bir başka rivayette:

- Nebî (s.a.v.) gece yarısı "Yâ Utbe b. Rabîa, Yâ Şeybe b. Rabî'a, Yâ Ümeyye b. Halef, Yâ Ebû Cehl b. Hişâm, diyerek kuyuda bulunan­ların adlarım birer birer söyleyerek, yukardaki sözlerini tekrarladığı, geçmektedir.[29]

İbni îshak burada şu ilaveyi nakleder; Bana ilim ehli birisi Nebî (s.a.v.)'nin: "Siz kendi Peygamberinize karşı ne kötü bir kavm; ol­dunuz. Siz beni yalanlarken diğer insanlar beni tasdik ediyordu. Siz beni, benim yurdumdan çıkartırken onlar beni barındırdı, siz benimle çarpışırken onlar bana destek oldu" buyurduğunu, anlattı.[30]

Enes (r.a.) anlatıyor:

- Rabî'a oğlu Utbe'nin cesedi kuyuya atılmak üzere sürüklenip geti­rildiğinde, Rasûl'ü-Ekrem (s.a.v.) yanı başında Müslüman olarak bulu­nan Utbe'nin oğlu Ebû Huzeyfe b. Utbe'nin yüzüne bakınca, onun yü­zünün rengi solmuş değişmiş bir halde gördü de ona; "Sanıyorum babayın durumundan sana bir şeyler oldu" buyurdu. Ebû Huzeyfe de: "Hayır Yâ Rasûlellah! içime bir şek girmedi. Vallahi babamın durumu hakkında da, şu atılacağı yeri hak edişi hakkında da hiç bir tereddü­düm yok. Ancak, ben bu babamı akıllı, halîm ve bir takım faziletleri olan bir adam olarak bilir ve bir gün bu hasletlerin onu İslam'a ulaştıracağını ümit ederdim. Bugün onun başına geleni görüpte kâfir olarak öldüğünü hatırlayınca, bu durum beni üzdü" deyince, Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Huzeyfe'ye duâ edip, onun hakkında hayırlı sözler söyle­di.[31]

Hicret öncesi, Kureyş'ten Haris b. Rabî'a b. el-Esved, Ebû Kays b. el-Fâkihe b. el-Muğîre, Ebû Kays b. el-Velîd b. el-Muğîre, Ali b. ümeyye b. Halef ve Âs b. Münebbih b. el-Haccâc Müslüman olmuş­lardı. Nebî (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, Öz babalan ve yakınları bunları Mekke'de hapsetmişlerdi. Dinlerinden döndürmek için ala­bildiğine akıl karıştıracak fitneler yaptılar, sonunda bunlar dinlerinden döndüler.- Dinde fitneye kapılmaktan Allah'a sığınırız.- Sonra bunlar Kureyşlilerle birlikte gelip Bedir harbine de katıldılarsa da hepside onlarla birlikte öldürüldü. İşte Nisa Sûresi'nin 97'nci âyeti celilesi olan:

"(Peygamberle birlikte hicret etmeyip de kâfirlerle kalarak, birde onlarla Bedir'e gelmekle) Kendilerine zulmedenler olarak, Meleklerin-Allah'ın izniyle- canlarını aldığı şu kimseler varya; -Melekler on­lara- "Siz -dininizdeki bu durumda- nerede bulunuyordunuz?" dediler. (Onlarda):

- Bizler yeryüzünde -güçlüler tarafından- ezilmiş kimselerdik" derler. (Meleklerde onlara:) Allah'ın toprakları gayet geniş değil-

miydi, oraya göçseniz olmazmıydı" derler. İşte onlar durakları Cehennem olan kimselerdir. Cehennem ne kötü bir uğraktır."[32]

Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.) anlatıyor: Enfal Sûresi âyeti indi. Bedir harbine katılan biz Müslümanlar hakkında nazil oldu. Biz orada elde edilen ganimetler hakkında ihtüafa düşmüştük, bu yüzdende ahlakımız bozulmuştu. Allah (c.c.) o ganimetleri bizim elimizden alıp, Peygam­berine teslim etti. Nebî (s.a.v.) Efendimiz de bunu müslümanlar ara­sında eşit olarak bölüştürdü.[33]

Rasûlüllah (s.a.v.) daha sonra, Abdullah b. Ravâha ile Zeyd b. Harise'yi zafer müjdesini vermek üzere Medine'ye yolladı. Üsâme (r.a.) derki: Biz Bedr'in zafer haberini, tam Allah Rasûlünün kızı, Rukıyye (r.a.) annemizin kabrinin toprağını kazıp düzelttiğimizde almıştık. Peygamberimiz Rukiyye validemizin hastalığı dolayısıyla, Hz. Osman'la birlikte beni de harpten alıkoymuştu.[34]

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), İçlerinde Ukbe b. Ebî Muayt ile Nade b. el-Hâris'inde bulunduğu esirleri yanma alarak kafileyi Medineye doğ­ru yola çıkardı. Safra köyüne yakın geçidi çıkınca, ganimetleri dağıttı. Ravha yakınlarına geldiğinde, zaferi kutlamak için Bedr'e doğru gelen Müslümanlarla karşılaştı. Seleme b. Selâme bu kutlamaya gelen toplu­luğu hitaben: Bizi ne ile kutluyorsunuz ki? Vallahi biz Bedirde bir sürü ihtiyar, dazlak kafalı, bağlı deve gibi adamlara rastlayıp onları boğazladık (sanki bir şeymi yaptık) dedi. Bunu duyan Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz tebessüm ederek:

"Yâ kardeşim oğlu! Onlar o toplumun eşrafı ve lid ların sosyeteleri idi," buyurdu.[35]

Sonra Safra denen mevkide, Nadr b. el-Haris el-Abderî öldürüldü. Irkı'z-Zubye'ye geldiklerinde de Ukbe b. Ebî Muayf öldürüldü. Pey­gamberimiz öldürülme emrini verince Ukbe: "Ya bebeklere kim baka­cak, Yâ Muhammedi" deyince "Ateş" buyurdu.[36]

Hammâd b. Seleme'de Atâ b. es-Sâib vasıtasıyla Şa'bî'den bu ko­nuda şu sözlerini rivayet eder:

- Nebî (s.a.v.), Ukbe'nin katledilmesini emrettiğinde Ukbe: "Yâ Muhammedi Kureyş arasında sadece beni mi öldüreceksin?" diye sor­du "Evet" buyurup yanındakilere; "Bu herifin bana ne yaptığını biliyormuydunuz? Ben Ka'be'de Makâm-ı ibrahim'in arkasında secde­deyken gelip ayağıyla boynuma basarak tekmeledi. Üzerimden uzun zaman kalkmadı, nerdeyse gözlerim çıkacak zannettim. Bir defasında da yine ben secdede iken bir koyunun karnındaki kuzuluğu getirip başıma geçirdi. Fatımâ gelip o pislikleri yıkayarak başımı temizlemiş­ti" buyurdu.[37]

 

Bedirde Şehit Düşen Sahabeler

 

1- Mihca1,

2- Zû'ş-Şimâleyn,

3- Umeyr b. Abd-i Abdirrahmân el-Huzâî,

4- Âkil b. Bûkeyr,

5- Safvân b. Beydâ,

6- Umeyr b. Ebî Vakkâs (Sa'd (r.a.)'m kardeşi),

7- Utbe'nin ayağını ilk düelloda kestiği Ubeyde b. el-Hâris b. el-Muttalib b. Abdi-Menâf el-Muttalibî, Bu zat yaralanışının iki gün sonrası Safra mevkiinde vefat etmişti.

İşte bu şehidler Muhacirîn'i-kiram'dan olanlardır.

8- Umeyr b. el-Hümâm,

9- Muavvez b. Afra,

10- Avf b. Afra,

11- Harise b. Sürâka,

12- Yezîd b. el-Haris Füshum,

13- Râfî b. el-Muallû ez-Zürakî,

14- Sa'd b. Hayseme el-Evsî,

15- Mübeşşir b. Abdi'l-Münzir (Ebû Lübâbe'nin kardeşi). Bunların yekünü, on dört şehid idi.[38]

Bedirde Rabî'a'nın iki oğlu Utbe ile Şeybe katledildiler. İkisinin toplam yaşı yüz kırk sene olup, Şeybe Utbeden üç yaş daha büyük idi.[39]

 

Bedir Hezimetinin Mekke'deki Yankısı

 

İbni İshak anlatıyor:

Kureyşlilerin uğradığı hezimet haberini Mekke'ye ilk getiren, El-Haysumân b. Abdillah el-Huzâî olmuştu. Mekke'liler onu görünce, "Arkanda ne haber var?" dediler. O da:

- Ukbe, Şeybe, Ebû Cehil, Ümeyye, Zem'a b. el-Esved, Nübeyh, Münebbih, Ebu'l-Buhterî b. Hişâm öldürüldü, dedi.

Haysumân bu şekilde Kureyş ulularının adlarını sayarken, o sırada Kabe'deki Hıcr-ı İsmail'de oturmakta olan Safvan b. Ümeyye: "Ulan bu ne diyor, şu herifin aklı başındaysa ona "Safvân b. Ümeyye "ne yaptı ya!" diye benide sorun" dedi. Onlar da, "Peki safvan ne yaptı?" deyince o, "O işte şurada oturuyor, ama vallahi ben onun babasının ve kardeşinin öldürülüşüne şahit oldum" dedi.[40]

Rasûlüllah (s.a.v.)'ın azatlısı Ebû Rafı' anlatıyor:

-  Ben Abbas b. Abdü'l-Muttalib'in kölesi idim. O sırada İslâm, Rasûlüllah'ın Ehl-i Beyt i arasına girmiş idi. Abbas (r.a.) İslâm'a gi­rince ben de Müslüman oldum. Abbas (r.a.) kavminden çekindiğinden onların hilafına bir şey yapmayı uygun bulmayarak, Müslüman oldu­ğunu gizliyordu. Hem Abbas gayet zengin olup, malları da kendi top­lumu arasında çalıştırılmak üzere dağılmış durumdaydı.

Ebû Leheb, Bedir harbine katılamamıştı. Kureyş'in hezimet haberi kendisine gelince, Allah onu diz üstü düşürüp perişan etti. Biz ise ken­dimizde bir güçlenme ve moral geldiğine kanî olduk. Ben zayıf birisi idim. Zemzemin çadırdan kurulu hücresinde zemzem kadehleri oymacılığı yapardım. Bir gün yanımda Ümm-ü Fazl ile oturmuş bir yandanda taştan kadeh oymakla meşgul iken Müslümanların zafer haberiyle sevindik.

Ebû Leheb kötü bir vaziyette ayaklarım sürüyerek geldi ve benim çalıştığım hücreyi kazığa bağlayan ipin üzerine oturdu. Sırtı benim sırtıma dayanmış idi. O henüz aynı şekilde otururken, birden adamlar­dan birisi: "İşte Ebû Süfyan b. el-Haris b. Abdi'l Muttalib geldi" dedi. Ebû Leheb ona: "Yanıma gel hele, senin Bedir hakkında bilgin vardır" dedi. Ebû Süfyan'da gelip yanına çöktü, İnsanlar etrafım sardılar. Ebû Leheb:

- Bre kardeşim oğlu! Anlat hele insanların durumu ne? dedi. O da, "Vallahi,   biz   Müslümanlarla   karşılaşınca,   onlara   kendimizi   ba­ğışlayarak bizi diledikleri gibi öldürüp, esir almalarına seyirci kal-

makdan başka birşey yapmadık. Allah'a yemin ederimki ben bu sö­zümle adamlarımızı kınamak istemiyorum. Zira biz yer ile gök ara­sında doru renkli atlara binmiş bembeyaz adamlara rastladık. Vallahi hiç bir şey onlara yaklaşamıyor, hiç bir kuvvet onlara mukavemet e-demiyordu" dedi.

Ebû Rafı devamla şöyle anlattı:

- Ben hücrenin ipini elimle kaldırdım ve: "Vallahi işte onlar Melek­ler idi" dedim. Ebû Leheb de elini kaldırıp suratıma müthiş bir tokat attı. Bende üzerine saldırdım. Beni kaldırıp yere çarptı, üzerime çulla­narak vurmaya başladı. Ben zaten zayıf birisiydim. Yanımda bulunan Ümmü-FazI fırlayıp hücreyi dayayan payandalardan birini kaptığı gibi Ebû Leheb'e indirdi ve kafasını derin şekilde yardı.

Ümmü Fazl. Ebû Leheb'e: "Sen onu, efendisi yok diye zayıf mı bu­luyorsun!" diye bağırdı. Ebû Leheb'de perişan, hakir bir halde kalkıp gitti. Vallahi bu olaydan sonra Ebû Leheb sadece yedi gün yaşayabil­di. Allah ona bir cild hastalığı olan "adese" hastalığı belası verip öl­dürdü.[41]

Kureyşliler bu "adese" hastalığından, Veba'dan korktukları gibi korkarlardı. Hatta şöyle bir olay bile olmuştu: "Kureyşli bir adam o-ğullarına "ikinize de yazıklar olsun" Babanız evinde koktu da siz onu defnetmemekle utanmıyormusunuz!" dedim. Onlarda "biz bu çıbanın bulaşıcı olabileceğinden korkuyoruz" dediler. Adam onlara "haydi gidin! Ben sizi gözetleyeceğim" diye yolladı.. Vallahi Onu normal yıkamayıp uzaktan üzerine su serptiler, sonra cenazeyi Mekke'nin tâ yukarı taraflarına götürüp orada bir duvara yasladılar. Sonra da ada­mın üzerine taş örerek gömmüş oldular.[42]

Bu hadiseyi Muhammed b. İshak'tan, Yunus b. Bükeyr bana Hüse­yin b. Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas, -İkrime-îbni Abbas isnadıyla, "Bana Nebî (s.a.v.)'nin azatlısı Ebû Rafı anlattıki" diyerek aynı mana­da rivayet eder.[43]

Abdullah b. Zübeyr'in oğlu Abbâd babası İbni Zübeyr (r.a.)'den şöyle nakleder:

Kureyşliîer, öldürülen adamları için ağıt yakmaya başlamışlardı. Daha sonra kendi kendilerine, "biz bu ağıt işini yapmayalım. Zira Muhammed ve arkadaşları bunu duyarsa pek sevinir" dediler.[44]

El-Esved b. Muttalib'de bu harbde kayba uğrayanlardan biri idi. Bedir'de üç oğlunu; Zem'a, Akıl ve Haris'i kaybetmişti. Evlatlarına ağıt yapmayı pek severdi.

"Yine ağladığı bir sırada, geceleyin ağlayan birisinin ağıt seslerini duydu. Kendi gözleri o zaman kör olmuş bulunuyordu. Kölesine, "git de bir bak; artık ağıt serbes mi edildi, Kureyşliler ölülerine ağıdamı başlamışlar? Öyleyse bende (Zem'a'nm lakabını söyleyerek) Hakîme'me ağıt yakacağım. Çünkü içim ateş kaynıyor" dedi. Köle gidip geri geldiğinde, "O, kaybettiği devesine ağlayan bir kadınmış deyince" Esved:

- Demek yiten devesine mi ağlıyor? Uykusuzluk onun uyumasına engelmi.

Sen genç devene (Bekre) değil Bedire ağla zira ululuk pek küçüldü.

- Bedre ağla, Husays oğullarının, Mahzûnı oğullarının, Ebû'l Velîd ordusunun yiğitlerine ağla.

- Ağlayacaksan Akîl'e ağla, aslanlar aslanı Hâris'e ağla.

- Ağla onlara, bıkma onlara ağlamaktan, Acaba Ebû Hakîme'nin bir eşi var mı!

- Baksana onlardan sonra bir takım adamlar lider oldular. Bedir harbi olmasaydı onlar hiçbir zaman lider kesilemezdi." dedi.[45]

İbni İshak derki:

-  Sonra Kureyş, esirlerini kurtarmak için fidyelerini yolladı. Mikraz b. Hafs, Süheyl b. Amr'ı kurtarmak için fidye ile birlikte geldi. Orada bulunan Ömer (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Müsade et de şu Süheyl'in dişle­rini sökeyim (dili sarksmda), hiç bir yerde bir daha senin aleyhine laf edemesin" dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.):

"Ben ona "müsle" işkence yapamam. Zira Allah'ta bana kar­şılığını yapar. Kimbilir (Yâ Ömer), Süheyl bir gün senin kınama­yacağın bir dereceye gelir" buyurdu.[46]

Bu zat Peygamberimizin vefatından sonra Mekke'de bulunan insan­lara Hz. Ebû Bekr'in hutbesine benzer bir konuşma yapmıştı. Müslü­man olduktan sonra çok iyi bir Müslüman olmuştu.

Muttaîib b. Ebî Vedâ'a, Mekke'den gizlice yola çıkıp Medine'ye gelmiş ve esir olan babası Ebû Vedâ'a'yı dörtbin dirhem fidye vererek kurtarıp, birlikte Mekke'ye döndüler.[47]

 

Peygamberimizin Kızı Zeyneb'in Bedir Sonrası Hicreti

 

Peygamber (s.a.v.)'in kızı Zeynep (r.a.), kocası Ebû'I-Âs b. er-Rabî' b. Abdi-Şems'i kurtarmak üzere fidye masrafını yolladı. Bu Masraf annesi Hatice (r.a.)'nin onu Ebû'1-Âs'a gelin ederken verdiği gerdanlık idi. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) gerdanlığı görünce (hatırlayarak) acıdı ar­kadaşlarına; "uygun görürseniz Zeyneb'in hatırına esirini serbest bıra­kın, gerdanlığı da geri verin" buyurunca "tabî Yâ Rasûlellah" dediler ve Ebû'1-Âs'ı serbest bıraktılar. Fakat Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Ebû'l-As'tan Zeyneb'i boşanma konusunda serbest bırakma şartını aldı.

Zeynep (r.a.)'da Mekke'de yarı esir gibi Medine'ye bırakılmayan "Müstezâfîn" arasında idi. Peygamber (s.a.v.) bunu gizlemiş, Zeyd b. Harise ile Ensâr'dan birisini onu kurtarmaya göndererek "Zeynep yanınıza gelinceye kadar Ye'cec mevkiinde bekleyin. Sonra onunla bir­likte bana gelin" buyurmuş idi. ( )[48]

Bu hadise Bedir'den bir ay sonra vuku bulmuştu.

Ebû'l-Âs Mekke'ye geldiğinde, Hz. Zeyneb'e Babasının yanına gitmesini söyledi. Hz. Zeynep hazırlığını tamamladı.[49] Kocasının kar­deşi Kinâne b. Er-Rabî' bir deve getirdi. Zeynep ona bindi. Kinâne'de oklarını ve yayım alarak gündüz ortası deveyi çekerek, Hz. Zeynep'le birlikte yola koyuldu. Zeynep (ra) devenin hevdecinde idi, bu durumu farkeden kureyşlilerden bir gurup bu konuyu tartışıp, sonra Hz. Zeyneb'i aramaya çıktılar.

Zî Tuva denen yerde onlara yetiştiler. Onlara ilk yetişen Hebbân b. el-Esved, Nâfı' b. Abd-i Kays ve Fihrî olmuştu. Hebban Mızrağını sallayarak hevdecteki Zeyneb'i korkuttu. Söylendiğine göre Zeynep hamile olup bu korku ile karnındaki cenini düşürmüştür. Kocasının kardeşi Kinâne çöküp okları önüne yaydı ve "Vallahi! Bana yaklaşan herkese bir ok saplayacağım" diye bağırınca insanlar ondan uzaklaştı­lar.

Bir gurup Kureyşliyi yanına alan Ebû Süfyan yanma doğru yakla­şarak; "Bire delikanlı! Şu oklarını çekte seninle adam gibi konuşalım" dedi. O okunu yere indirince Ebû Süfyan yanma gelerek, "Sen doğru yapmıyorsun, sen bu kadınla güpegündüz, insanların gözü ortasında yola çıktın. Sen Muhammed yüzünden başımıza gelen hezimeti fela­ket ve belaları biliyorsun. Sen Onun kızını alıpta aleniyeten yola çı­kınca, Kureyşliîer bunun bizim başımıza, aşağılandığımızda gelen bir felâket olacağı zarmına kapıldılar. Bizim böyle bir şeye razı olmamız bizim gevşeyip zayıfladığımızı gösterir. Ömrüme yemin olsunki, bi­zim Zeyneb'i babasına gitmekten alıkoymaya hiç bir ihtiyacımız yok. Ama sen bu kadını geri götürüp bekle. İnsanlar onu geri çevirdiğimizi konuşup ta sesleri yatışınca, gizlice onu yola koyup babasına ulaştırır­sın" dedi.

Kinâne bunu uygun görüp geri döndü. Böylece birkaç gece geçti. İnsanların bu husustaki dedi kodusu kesilince Zeyneb'i bir gece yola koydu ve onu Zeyd ile arkadaşına teslim etti. Onlarda Zeyneb'i Nebî (s.a.v.)'nin yanına getirdiler. Zeynep (r.a.) Peygamberimizin yanında kaldı.[50]

 

Ebû’l-Âs'ın İslâma Girişi

 

Böylece îslam dini sebebiyle ayrıldıktan sonra Ebû'l-Âs Mekke'de, Zeynep (r.a.)'de Medine'de kalmış idi. Mekke fethinden az önce, Ebû'l-Âs ticaret yapmak üzere birazı kendine, birazı Kureyş'e ait bü­yük bir mal ile Şam'a gitti. Şam dönüşünde kendisine bir İslâm müfre­zesi rast gelip yanındaki malların hepsim ele geçirdi ve onları kaçma­ya mecbur ettiler. Onlarda elde ettikleri mallan Medine'ye getirdiler. Ebû'l-Âs geceleyin gelip Hz. Zeynep (r.a.)'in yanma girdi ve kendisini korumaya almasını istedi. Zeynep de onu korumaya aldığını ilan etti. Ebû*l-Âs Malını geri istemek için gelmişti.

Peygamber (s.a.v.) sabah namazına gelmiş ve sabah namazı için as-habıyla birlikte tekbir almıştı. İşte bu sırada Zeynep (r.a.) kadınlar saffesinden seslenerek; "Ey insanlar! Ben Ebû'I-Âs'ı himayem altına aldım" diye seslendi "Rasûlüllah (s.a.v.) namazı bitirip selam verince insanlara yüzünü dönüp "Ey insanlar! Benim duyduğum sesi sizde duydumızmu?" diye sordu. "Evet, duyduk" dediler. Efendimizde: "Nefsim elinde olan zata yemin olsunki, bu konuda bu sözleri duyana kadar bende birşey bilmiyordum. Müslümanların en ufağı bile sığınma veriyor." diyerek geri kızma gelip, "Ona ikram et. Ama yanına gire­mez. Zira sen ona helâl değilsin" buyurdu."[51]

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Ebû'l-Âs'ın malına el koyan müfre­zeye haber göndererek; "Sizinde bildiğiniz gibi bu zat bizden birisidir. Siz onun malına el koymuş durumdasınız. Eğer bir ihsanda bulunur da adama malını geri verirseniz, biz bu duruma seviriniz. Geri vermeyi reddedecek olursanız, bilinizki o mal, Allah'ın size tanımış olduğu bir hak olan ganimet olup, siz ona daha fazla hak sahibi bulunuyorsunuz," buyurdu. Müfrezedekiler bunu işitince, "vermemek ne, tabi geri veri-riz" diyerek Ebû'J-As'a malının hepsini geri verdiler. O da malmıp alıp Mekke'ye götürdü ve mal sahihlerine mallarını geri verdi, sonra onla­ra: "Ey Kureyş topluluğu! Bende malı olan hiç kimse kaldımı?" diye sordu. Kureyş'de, "Hayır! Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, biz malımızın tam ve cömertçe geri ödendiğini görüyoruz" dediler. Bunun üzerine O:

"Öyleyse bende, -Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Rasûlü olduğuna kesinlikle şehadet edi­yorum.- Vallahi Muhammed'in yanındayken beni İslâm'a girmekten

alıkoyan şey sadece sizin benim hakkımda "malınızı yemek ar­zulamamdan dolayı Medine'de İslâm'a giriverdi" diye tahmin ede­ceğiniz idi. Allah bana malınızı size ödemeyi nasib ettiğine göre artık Müslüman oldum." deyip ardından beklemeden yola çıkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanma geldi.[52]

İbni Abbas (r.a.) bu konuda derki: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Zeyneb'i eski nikah (akdindeki şartlar aynen geçerli olmak) üzere Ebû'1-Âs'a geri verdi. Aradan altı yıl geçmesine rağmen nikah akdine herhangi yeni birşey eklemedi".[53]

 

Esirlerden Bazıları

 

Velîd b. el-Velîd b. el-Muğtre: Bunu Abdullah b. Cahş (r.a.) bir ri­vayette de Selît el-Mazinî (r.a.) esîr almıştı.

Bu adamı kurtarmak için kardeşleri Halid b. Velîd ile Hişâm b. Velîd gelmişler ve onu dört bin dirhem vererek kurtarıp Mekke'ye götürmüşlerdi.

Bu Velîd fidyesi verilip de serbest bırakılınca, Müslüman oldu. Ni­ye böyle yaptığı sorulunca; "Esir olmak korkusuyla Müslüman olduğumu sanmanızdan korktum" dedi. Mekke'ye varınca onu hapset­tiler. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Kunut dûâsı ederken, onun kurtarılma-sına'da dûa ediyordu. Hudeybiye sulhundan sonra Mekke'den kaçıp Rasûlüllah (s.a.v.)'a katılmıştı. Fakat eceli çok erken geldi. Belkide Peygamberimiz hayatta iken ölmüştür. Amcasının kızı Ümmü Seleme onun ölümüne ağlayıp şu beyitleri söyledi:

-Eygöz! Velidb. el-Veîîdb. el-Muğîre'ye ağla...

- Kıtlık yıllarının yağmuru ve rahmeti aramızda o idi. O bir ek­mekti.

- İhsanı bol, cömert, intikamım bırakmayan biriydi.

-  Velidb. Velîdgibi, Velid'in babası da kabilesine yeten biriydi.[54] Esirlerden birisi de, Ebû Azze Âmr b. Abdillah el-Cumehî idi. Bu adam bir çok kızı olan muhtaç biriydi. Peygamber (s.a.v.)'e: "Sende pek iyi bilirsinki ben malı mülkü olmayan birisiyim. Üstelik ihtiyaçlar içinde kıvranan çoluk çocuk sahibi bir insanım. Bana birşeyler bağış-lasan olmaz mı?" deyince Efendimiz (s.a.v.), bir daha savaşa gel­memek şartıyla ona bağışlarda bulundu.[55]

Urve b. Zübeyr anlatıyor:

-Bedir hezimetinden sonra müşriklerden Umeyr b. Vehb el-Cümehî, Safvân b. Ümeyye ile Ka'be'deki Hicr-ı İsmail'de oturdular.

Bu Umeyr, Kureyş'in şeytani arından biri olup Müslümanlar'a işkence ederdi. Oğlu Vüheyl de esirler arasında bulunuyordu. Safvân'a Bedir kuyusuna atılan ölülerini ve başlarına gelen bu belayı hatırlattı. SafVân: "Vallahi onlardan sonra yaşamakta bir hayır yok" dedi. Umeyr de, "Doğru söylüyorsun, Vallahi hâlâ yanımda bile bulunma­yan, Müslümanlara fidye için ödeyeceğim borcum ile, benden sonra perişan olacaklarından korktuğum çoluk-çocuk olmasa Muhammed'i öldürmeye giderdim. Zira benim onun yanına gitmeye bir gerekçemde var. Oğlum onların elinde esîr" dedi. Safvân bu sözleri ganimet saydı ve "Senin borçlarınla çoluk ve çocuğun bana ait" dedi. Umeyr'de "Bu aramızda kalsın" diyerek kılıcım biledi ve zehir sürdü, sonra Medine'­ye doğru yola çıktı.

Ömer (r.a.) ile Müslümanlar'dan bir gurup oturmuş, Bedir gününü konuştukları bir sırada, Ömer (r.a.)'in gözü o esnada kılıcını kuşanmış olarak, Mescid'in kapısında devesini çökertmekte olan Umeyr'e takıl­dı. "İşte şu köpek, Allah düşmanı Umeyr'dir. Bedir günü sayımızı tahmin eden oydu" diyerek Nebî (s.a.v.)(nin yanma girip: "Umeyr gel­di" dedi. Peygamber (s.a.v.) "Yanıma getirin" buyurdu.

Ömer (r.a.) Umeyr'in yanına varıp, onun kılıcını boynuna asan ka­yışını aldı, elbiselerini boynuna doladı, Ensardan yanında bulunanlara da; "Haydi Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına girip oturun, şu alçağın bir tuzağına karşı Rasûlüllah'ı koruyun" diyerek Umeyr'i, Efendimizin huzuruna soktu. Nebî (s.a.v.) "Ömer, onu salıver, sende yaklaş yâ Umeyr" buyurdu.

Umeyr "İyi sabahlar" dedi. Efendimiz (s.a.v.): "Seni buraya ne ge­tirdi?" buyurdu. "Şu elinizde bulunan esir için geldim" dedi. Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), "Peki şu boynunda asılı duran kılıcın derdi ne?" deyin­ce O, "Allah kılıçların yüzünü karartsın, sanki bir işemi yarıyorlar"

dedi. Nebî (s.a.v.): "Bana doğruyu söyle sen ne gayeyle geldin?" de­yince Umeyr; "Ben sadece söylediğim esir için geldim" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

- "Tabî, sen ve Safvân b. Ümeyye Hıcr-ı İsmail'de oturdunuz" bu­yurarak oradaki aldıkları kararı kendisine anlattı. Bunu duyan Ümeyye, "Eşhedû ellâ ilahe illallah ve enneke Rasûiühû. Yâ Rasûlellah! Biz senin gökten getirdiğin haberi yalanlıyorduk. Şu du­rum öyle bir meseleki, orada ben ve Safvân'dan başka kimse yoktu. Vallahi ben kesinlikle inanıyorum ki, bu konuştuklarımızı sana Allah'­tan başka kimse haber veremez. Beni İslâm'a ulaştıran Allah'a hamdolsun" dedi. Bunu gören Peygamberimiz (s.a.v.) arkadaşlarına:

"Yeni dinini kardeşinize öğretin, Ona Kur'an okuma ta'Iimi yaptırın ve esirini de ona bağışlayıp serbest bırakın" buyurdu. (Onlar)da bunu derhal yerine getirdiler.

Sonra Umeyri "Yâ Rasûlellah! Ben önceleri Allah'ın nurunu sön­dürmek için çırpman. Allah'ın dinine girenlere çok ağır işkenceler yapan, birisiydim. Şimdi istiyorumki, bana izin veresin de, Mekke'ye varıp oradakileri Allah'a ve Rasûlüne çağırayım. Belki Allah onlara da hidayet nasîb eder. Yok olmazsa onlara dinleri sebebiyle eziyet ede­yim" dedi. Rasûîüllah (s.a.v.) izin verince Umeyr Mekke'ye gitti.

Umeyr'in gidişi ile bir şeyler uman Safvân, Kureyşlilere; "Size Bedir hezimetini unutturacak bir olayın (s.a.v.'in öldürüleceğinin) müjdesi gelmek üzere" diye va'dlerde bulunuyordu. Safvân Medine tarafından gelen kervanlara Umeyr'i soruyordu. Nihayet Umeyr hay­vanına binmiş olarak geldi. Durumu öğrenen Safvân da, "Bir daha

Ümeyye ile konuşmayıp ona va'dettiği yardımı yapmayacağına" ye­min etti.

Umeyr sonra Mekke'de ikâmet edip, insanları İslâm'a çağırmaya ve imansızlarla alay etmeye başladı. Onun vasıtasıyla pek çok insan Müs­lüman oldu.[56]

 

Bedir Savaşında Cereyan Eden Diğer Hadiseler

 

Bu bölüm, daha önce (özet olarak) sunduğumuz kısımlara bir nevi şerh ve izah mahiyetinde bir ektir.

İsrail, Ebû Ishak -Amr b. Meymun isnadıyla Abdullah b. Mes'ût (r.a.)'un şunları anlattığını rivayet eder:

- Sa'd b. Muâz, Ömre yapmak üzere yola çıkıp Mekke'ye varınca Ümeyye b. Halefe misafir oldu. Ümeyye'de Şam'a giderken Medine'­ye vardığında Sa'd b. Muâz'da konaklardı.

Bu sefer Ümeyye Sa'd'a: "Şimdi acele etme de geceyansma kadar bekleyip insanlar el etek çekince gidip tavafını yap" diye tenbih etti. O da bu sözü ma'kul buldu. Gece yarısı tavafını yapıyorken Ebû Cehil yanma gelip, "bu vakit Ka'bede tavaf eden de kim ola?" deyince, Sa'd (r.a.); "Ben Sa'd'ım" dedi. Ebû Cehil'de, "Muhammed ve arkadaşlarını aranızda barındırırsınız, birde güvenle Ka'be'de tavaf yaparsın ha!" dedi. Bunun üzerine birbirlerine bağırdılar.

Ümeyye arkadaşı Sa'd'a: "Sesini Ebû'l-Hakem'in sesinden fazla yükseltme! Zîra O bu vadinin lideridir" dedi. Duruma kızan Sa'd da;

"Allah'a yemin ederimki, sen beni tavaftan menedecek olursan bende senin Şam'a giden ticaret yolunu keseceğim" dedi. Bu ara Ümeyye b. Halef, Sa'd'ın daha ileri gitmemesi için onu tutuyor ve bir yandanda "sesini yükseltme!" diyordu. Ona kızan Sa'd, "Sen beni bırakta yanırn-dan uzaklaş. Zîra ben Muhammed (s.a.v.)'den "Seni öldüreceğini iddia ettiğini" duydum, dedi. Telaşla "benimi öldürecek?" dedi. Sa'd "Evet seni" deyince Ümeyye, Vallahi Muhammed bir söz söyledimi asla yalan söylemez" deyip derhal hanımının yanına varıp; "Haberin varmı Medineli kardeşim ne diyor?" dedi. Hanımı, "Ne diyor?" deyince, "O, Muhammed'in beni öldüreceğini söylediğini, duyduğunu iddia edi­yor," dedi. Kadın da; "Vallahi Muhammed yalan söylemez" dedi.

Bedir harbine çıkarlarken yardıma çağıran dellal gelince, karısı ona; Medineli kardeşin sana ne dediğini hatırlamıyor musun?" deyince harbe gitmek istemedi isede Ebû Cehil, "Sen bu vadinin eşrafısın, bir iki gün olsun gel dedi. Oda iki gün yol alınca, Allah canını aldı.[57] Bu haberi, Buharı rivayet etmiştir.

Yine Buharî aynı hadiseyi İbrahim b. Yûsuf (b. İshal) b. Ebî İshâk es-Sübey'î - babası aracılığıyla dedesi Ebû İshak'tan o da Amr b. Meymûn vasıtasıyla İbni Mes'ût (r.a.)'tan nakleder. İşte Buhari'nin bu rivayetinde şu fazla bilgiler mevcuttur:

Bedir günü olunca, Ebû Cehil insanları harbe da'vet etti ve "Haydi kervanınıza katılıp, onu yalnız bırakmayın" dedi. Ümeyye yola çık­mak istemedi. Ebû Cehil ona gelerek: "Yâ Ebâ Safvân! Sen bu vadinin seyyidi olarak çıkmazsan, insanlar senin harbe gitmediğini görünce sana uyar, onlarda gitmezler."dedi

Ebû Cehil, Ümeyye'nin yakasını bir türlü bırakmayıp sonunda onu ikna için, "Sen bana galip gelecek olursan vallahi ben sana Mekke'nin en kıymetli devesini alacağım" dedi. Daha fazla dayanamayan Ümeyye, hanımına, "Yâ Ümm-ü Safvân! Benim yol hazırlığımı teda­rik et" dedi. Hanımı da, "Yâ Ebâ Safvân! Sen Medine'li kardeşiyin sana söylediklerini unuttunmu?" deyince Ümeyye; "Hayır unutmadım. Ben bunlarla fazla uzağa gitmek istemiyorum." dedi. Ümeyye her ko­nakladığı yerde ileri gitmemek için - devesini bağladı. Ama o böyle, böyle giderken Allah onun canını Bedir'de alıverdi.[58]

Zührî derki:

Peygamber (s.a.v.) ile arkadaşlarından Bedr'e gelenler, Ebû Süfyan'ın Şam'dan getirmekte olduğu kervanın yolunu kesmek için yola çıkmışlardı. Ama Allah c.c, her iki tarafı, harb için bir kararları ve anlaşma tarihleri olmadan biraraya getirdi. Nitekim Allah c.c. Enfal 42'nci âyetinde:

"Hani (O Bedir günü) siz vadinin (Medine'ye) yakın tarafında, on­larda uzak tarafında idiler. Kervan da sizin daha aşağınızda bulunu­yordu. Eğer -buluşmak ve karşılaşmak için önceden- karşılıklı anlaş­ma yapmış olsaydınız -bile- kesinlikle buluşma yerinde -şurası yada burası diye- ihtilaf edecektiniz.

Lâkin Allah(cc) (daha önce size "Mü'minlere yardım etmek bizim üzerimize bir hak olmuştur." Aye-tiyle söz verdiği) kesinleşmiş işini yerine getirmek için sizi ansızın karşılaştırdı. Taki helak olan kimse açık bir delille helak olsun. Yaşa­yanda açık bir delil ile yaşasın Allah c.c. kesinlikle işitici ve bilicidir" buyuruyor.[59]

 

Âtike (R.A.)'nin Rüyası

 

Yunus b. Bükeyr İbni îshak'tan naklediyor: "Bana Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydillah b. Abbâs, İkrime aracılığıyla İbni Abbas'tan nakletti:

Yine îbni İshâk, Yezîd b. Roman yoluyla Urve'den şöyle nakletti:

- Damdam b. Amr'ın Mekke'de Kureyşlilerin yanına gelişinden üç gün önce, Abdü'Imuttalib'in kızı (Efendimiz (a.s.)'in halası) Atike, -herkesin uykuda gördüğü gibi- bir rüya görmüştü. Atike bu rüyadan çok etkilenerek onu büyütmüş ve kardeşi Abbas'a, "Kardeşciğim! Ben dün gece bir rüya gördüm ki, bu rüyadan senin kavmin Kureyş'e bir şer ve bela isabet edecek" diye haber salmıştı. Abbas gelip "Bu gördü­ğün nasıl bir rüya idi" diye sorunca şöylece anlattı:

"Uyuyan insanların gördüğü gibi bende rüyamda, devesi üzerinde bir adamın gelip (Mekke'deki) Ebtah (Mekke Mina arasındaki bu gün­kü Muhassab) denen yerde durduğunu ve insanlara şöyle dediğini gördüm. "Ey hain çocukları! Topluca öldürüleceğiniz yere üç gün i-çinde çıkın." İnsanlar bu adamın etrafına toplandı. Sonra devesine gösterildi de onu Ka'beye soktu. İnsanlarda peşindeydi. İnsanlar onun etrafından dağılmadan devesi yine onu götürdü, birden bu zat Ka'benin üstünde göründü. Yine "Ey hainler gurûlıu öldürülüp yere serileceğiniz meydana üç gün içinde gidin!" diyordu. Sonra devesi onu (Ka'be'nin hemen yanıbaşında, doğu tarafındaki) Ebû Kubey da­ğının başına götürdü. Yine O zat: "Ey hainler gurûhu! Üç gün içinde serileceğiniz yere..." diyordu. Sonra bir kaya parçası alıp onu dağın başından attı. Taş uçarak yere doğru inmeye başladı, dağın dibine doğ­ru indiğinde taş parçalandı ve bu taşın Mekke'de girmediği ne ev ne

hane kaldı."

Bunu duyan Abbas, "bu gerçekten müthiş bir rüya, bunu kimseye söyleme!" dedi. Atike de Ona, "Sende gizle, Eğer bu haber Kureyşin kulağına geçerse bize kesinlikle işkence ederler" dedi.

Abbas bacısının yanından çıkarak yürüdü. Yolda arkadaşı Velîd b. Utbe'ye rastlayıp bu rüya meselesini ona açıp gizlemesini tenbih etti. Velîd'de bunu Babası Utbe'ye anlattı. O da bunu başka bir yerde nak­letti. Böylece bu sır yayıldı gitti. Abbâs (r.a.) derki: Vallahi ben Mek­ke'ye tavaf için gelmiştim. Birde baktım Ebû Cehl, meğer Âtike'nin rüyasından bahsediyormuş. Beni görünce, "Yâ Ebe'l Fazl yanıma gel," dedi. Varıp yanına oturdum. Bana: "Şu sizdeki kadın peygamber, ne zaman bu rüya olayından bahsetti.? Bana bakın Abdü'l Muttalib oğul­ları!!!  Erkeklerinizin peygamberlik iddiası neyse de kadınlarınızın peygamberlik iddia etmesine de mi rıza gösteriyorsunuz!.? Şimdi biz Âtike'nin ortaya attığı o üç günü bekleyeceğiz. Söylediği gerçek ise zaten o olacaktır. Yok dediği olmazsa işte o zaman sizlerin Arablar arasında Beytullah halkının en yalancısı olduğunuzu ilan eden aleyhi­nize bir yazı yazacağız." dedi.

Abbas (r.a.) derki: Vallahi ben Ebû Cehil'i büyük kabul eden birisi değildim. Buna rağmen ben Âtike'nin söylediği sözleri inkâr ederek, "Âtike ne böyle bir rüya gördü, ne de bu lafları duydu" dedim. Akşam olunca Abdü'l Muttalib oğulları hanımlarından yanıma gelmeyen kal­mamıştı. Hepside, "Şu alçak herifin bizim adamlara sövüp saymasına sabredip ses çıkarmadınız, o da sen duya duya kadınlarımıza da mı dil uzattı.? Senin bundan dolayı rengin de mi kızarmadı" dediler. Bende:

-  Vallahi siz doğru söylüyorsunuz. Bu hususta bende bir değişme olmadı. Ancak ben bu rüya meselesini inkâr ettim. Eğer bir daha tek­rarlanacak olursa ona taarruz edeceğim" dedim.

Üçüncü gün olunca Ebû Cehil'e bir şeyler söyleyip çatmak için git­tim. Vallahi ona doğru yönelmiştim ki birden bire geri dönüp Mescid'in kapısına doğru hızla yürümeye başladı. Halbuki Ebû Cehil, sert suratlı, keskin bakışlı, sert sözlü bir adamdı. Onun bu kaçar gibi gidişini görünce, "Allah'ım ona la'net et! Bu gidişi kendine sataşaca­ğım korkusundan olsa gerek" diye düşündüm.

Sonra anladımki, meğer Ebû Cehil benim duymadığım bir -ilan-sesi duymuş. Damdanı b. Amr el-Ğıfârî El-Ebtah'ta devesinin üzerine binip, devenin palanını ters çevirmiş, gömleğini yırtmış, bineğinin burnunu kesmiş şöyle bağırıyordu:

-   "Ey Kureyş topluluğu!!!  Kervan'a,  kervan'a,  Mallarınız Ebû Süfyan ile beraber Muhammed'in taarruzuna uğramıştır. Haydi yar­dıma gelin yardıma..!"

Abbas devamla derki: İşte bu herifin böyle bağırması beni ondan, onu benden ayırmış oldu. Öyle olduki, sadece hazırlanıp alelacele yola çıkmaktan başka meşgul olabileceğimiz bir şey yoktu. İşte Kureyş'e Bedir günü olan oldu.

Âtike bu konuda -durum böyle olunca- şu şiiri okudu:

"Rüyam gerçek değilmiymiş, Onun doğruluğunu isbaî için işte o kavimden bir hezimet ve kaçış olarak önümüze geldi.

Yalan söylemediğim halde "yalan söyledin" dediniz. Bizim doğru sözümüzü ancak yalancı olanlar yalanlar."[60]

Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Berâe (r.a.)'yi şöyle derken duyduğunu anlatır:

Abdullah b. Ömer ile ikimiz Bedir harbine küçük sayıldığımız için katılmadık. Biz, Muhammed (a.s.)'in ashabı olarak, "Bedir harbine ka­tılanların sayısının üçyüz on kadar olduğunu konuşur idik. Tıpkı (Kur'an'da geçen) Calut ordusunun, Nehri Calutla beraber içenlerin sa­yısı kadardı. O nehri ancak Mü'min olanlar geçmişti.

Bu hadisi Buharı naklediyor.[61] Yine Ebu İshak, "Berâe'yi Bedir gü­nü Muhacirler seksen küsur kişiydi," derken duydu diyor. Haberi yine Buharî anlatıyor.[62]

-  Bana Yezîd b. Ebî Habîb, haber verdiki, Eşlem Ebû Imrân ken­disinin Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)'yi şöyle derken işittiğini haber ver­di: Biz Medine'de iken Rasûlüllah (s.a.v.) bize şöyle söylemişti:

-  "Nedersiniz, Yola çıkıp şu (Şam'dan gelen) Kervanla karşılaşalım istermisiniz. Belki Allah (c.c.) Onu bize ganimet olarak verir?" Biz de, "evet" deyince yola çıktık. Bir iki gün gidince sayılmamız emroldu. Sayıldık ki tam üçyüz on üç kişiyiz. Sayımız haber verince (s.a.v.) buna sevinip Allah'a hamdedip "Tâlût'un ashabının sayısı," buyurdu.[63]

İbni Vehb naklediyor: Bana Huyey b. Abdillah, Ebû Abdirrahman el-Hubulî, Abdullah b. Ömer (r.a.)'tan şunları haber verdi:

-  Rasûlüllah (s.a.v.) Bedir günü üçyüz oııbeş kişilik Talût ordusu kadar bir mücahit gurub ile yola çıktı. Rasûîüllah (s.a.v.) onlara yola çıkarken şöyle dûa etti:

"Allah'ım! Onlar yaya harbe gidiyor onları bindir, Allah'ım onlar çıplaktır giydir. Allah'ım! Onlar açtır onları doyur".

Allah onlara zafer nasîb etti. Geri döndüklerinde onlardan bir yada iki devesi olmayan hiç kimse yoktu. Hepsi giyinmiş ve -mala- doy­muştu.[64]

Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâz (r.a.)'ın: "Bedir günü Mikdâd (r.a.)'m dı­şında (bineği bulunan) süvari yoktu" dediğini nakleder.[65]

Yine Ebû İshak eş-Şîrazî, Harise b. Mudarrib'in şöyle dediğini an­latır:

-AH (r.a.) şöyle demişti: "Bedir gecesi baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.)'ın dışında herkes uyumuş idi. Rasûlüilah (s.a.v.) bir ağaca doğ­ru durmuş namaz kılıp dûa ederek sabahladı. Yine o gün gördüm ki bizde Mikdad dışında süvari olan kimse yoktu. Bu haberi Ebû İshaktan nakleden Şu'be'dir.[66]

Hz. Ali'den yapılan bir başka rivayette de: "Bizim o gün sadece biri Zübeyr'in diğeri Mikdad b. el-Esved'i:ı olmak üzere iki atımız vardı" dediği nakledilir.[67]

İsmail b. Ebî Halid de el-Behîy'der. ;ıBedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) ile iki süvari vardı; sağ cenahın başında Zübcyr, sol cenahın başında da Mikdâd vardı," dediğini nakleder.[68]

Urve derki: Bedir harbi günü Zübeyr b. el-Avvâm'ın başında sarı bir sarık vardı. Cebrail'de o gün Zübeyr'in şekline bürünerek gel­mişti.69

Hammâd b. Seleme, Asım b. Behdele Zirr isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un şöyle dediğini nakleder:

-Bedir harbine giderken bir deveye üç kişi nevbetleşerek binerdik. Ali b. Ebî Talib ile Ebû Lübâbe Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yoldaşı idiler. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın nevbeti bitmeye yaklaşınca onlar: "Yâ Rasûlellah! Sen bin de biz yürüyelim" diyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) de:

"Benim   sevaba sizden daha az ihtiyacım yok. Üstelik yürüyüş hususunda benden daha güçlü değilsiniz" buyurdu.[69]

Fakat bu hususta Meğazî yazarlarına göre meşhur olan isim Ebû Lübâbe değil, Mersed b. Mersed el-Ğanevî'dir. Zîra Ebû Lübâbe'yi Peygamberimiz yoldan geri çevinniş ve Onu Medine'nin başına vali tayin etmiş idi.[70]

Ma'mer de, ben Zühri'yi "Bedir'e katılanlar sadece Kureyşli, Ensarlı ya da bunlarla anlaşmalı olanlardı" derken duydum demektedir.[71]

Hasen-i Basrî de, "Bedir'e üçyüz on küsur mücahit katıldı. İki yüz yetmiş kadarı Ensar, diğerleri Muhacir idi. Bunlardan on ikisi de köle­lerdendi" der.[72]

Amrel-Ankızî anlatıyor:

- Bize İsrail, Ebû Ishâk eş-Şirazi -Harise b. Mudarib- isnadıyîa Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini haber verdi: "Bedir günü iki kişi yakalamıştık, biri Arab diğeri köle idi. Arab olanı kurtulup kaçtı, köle elimizde kal­dı. Bu herif Ukbe b. Ebî Muayt'ın kölesiydi. Biz ona "Müşrikler kaç kişi" diye sorduk, "sayıları çok, vuruşları pek" diye onları abartınca herifi dövmeye başladık. Adamı Rasûlüllah'ın huzuruna getirdik ama adam sayılarım söylememekte direniyordu. Bunun üzerine Rasûlüllah ona "Günde kaç deve kesiyorlar" diye sorunca "her gün on deve kesi­yorlar" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Öyleyse bunlar bin kişi, her yüze bir deve yeter" buyurdu.[73]

Yunus b. Bükeyr -İbni İshâk isnadıyîa- Abdullah b. Ebî Bekr'den nakleder: "Sa'd b. Muâz (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'e, "Yâ Rasûîellah senin (harbde kullanacağın) bir harb çadırcığı kuralım mı? Sen onun içinde olursun. Senin deve'ni de yanıbaşma ıhtıralım (çöktürelim). Biz düşmanla çarpışmaya gidelim. Allah düşmanlara karşı bize zafer nasib ederse ne a'lâ. Yok, aksi olacak olursa, devene biner ve bizim kardeş­lerimizden bu gün buraya katılamayanların yanma gidersin. Bu gün seninle burada bulunmak şerefinden geri kalan bir takım insanlar varki, gerçekte biz seni onlardan daha fazla sevdiğimizi söyleyemeyiz. Onlar senin bu harple karşılaşacağını bilselerdi asla geri kalmazlar, dostluklarını gösterip senin yardımında olurlardı" dedi.

Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onu övüp, hayırlı sözler söyleyerek, ona dûa etti. Böylece Efendimizin harp çadırı (bir nevi Otağı) kurulmuş oldu.

Efendimizle birlikte çadırda Ebû Bekir (r.a.) kaldı. İkisinin yanında bir başkası yoktu.[74]

Buharî derki: Bize Ebû Nûaym, İsrail -Muharig- İsnadıyîa İbni Mes'ûd'u (r.a.) şöyle derken işiten Tarık b. Şihab'dan şöyle haber ver­di: Ben Mikdâd (r.a.)'dan öyle bir meclis gördüm ki, ona sahib olmam; ona denk sayılan her şeyden bana daha sevimli gelir. Peygamberimiz Müşriklere beddûâ ediyorken Mikdad kendisini gelmiş ve: "Yâ Rasûîellah! Biz Mûsâ (a.s.)'nın kavminin Mûsâ (a.s.)'ya;

"Sen Rabbinle beraber gidip sava­şın, biz işte şurada oturacağız (Maide 24)" dediği gibi demiyeceğiz. Lâkin biz senin sağında solunda, önünde ve arkanda bulunup kafirlerle çarpışacağız," demişti. Ben bu sözler üzerine, Rasûlüllah (s.a.v.) yüzü­nün parlayıp, son derece mesrur olduğunu görmüştüm.[75]

Müslim ve Ebû Davud'un nakline göre Hammad, b. Seleme, Sabita aracılığıyla Eries (r.a.)'ten şöyle nakleder:

- Rasûlüllah (s.a.v.) ashabını teşvik edip Bedir'e doğru hareket etti. Orada bir de bakülarki, Kureyş'in sucuları su almaya gelmiş. İçlerinde Haccâc oğullarının kölesi olan bir siyahı vardı. Peygamberin ashabı onu yakalayıp; "Ebû Süfyan nerde?" diye soruya tuttular. Köle, "Val­lahi ona dair hiçbir bilgim yok. Ama işte Kureyşliler şuraya kadar geldiler. İçlerinde Ebû Cehil, Utb:- b. Rabîa, Şeybe b. Rabia vo Ümeyye b. Halefte var." dedi. Bunu söyleyince ashab ona iyice bir sopa attı. Dayağı gören köle, "bırakın da doğruyu söyleyeyim, bıra­kın!" dedi. Bıraktıklarında, "Vallahi Ebû Sütyan'a dair bir bilgim yok. Lakin işte kureyş kavmi, içlerinde Ebû Cehil, Utbe, Şeybe ve Ümeyye'de olduğu halde buraya geldi" dedi. Bu sırada Nebî (s.a.v.) namaz kılmakta olup bunların konuşmalarını duyuyordu. Namazın} bitirince,

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederini ki, adam size doğ­ruyu söyleyince dövüyor, şizj yalan söyleyince adamı bırakıyorsu­nuz, îşte gerçekten Kureyş buraya Ebû Süfyan (ve kervanı) ko­rumaya gelmişler" buyurdu. Enes (r.a.) devamla derki: Rasûlüllah (s.a.v.), elini bir yere koyup "falanca'nın yere serileceği yer burasıdır", bir yere koyup yine, "burada falanın yere serileceği yerdir", bir başka yere elini koya­rak; "burası da falancağızm öldürüleceği yerdir," buyurdu.

Nefsim elinde olan zat'a yemin olsun ki, onların hiç birisi Rasûlüllah'ın eliyle işaret ettiği yerden öte geçmemişti. Sonra Allah Rasûlü emir verdi, ayaklarından çekilerek Bedir'deki kör bir kuyuya atıldılar.

Bu sahih bir haberdir.[76]

Yine Hammad b. Seleme, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Süfyan'ın gelişini haber alınca arkadaşlarıyla istişare etti. Ebû Bekir (r.a.) görüşünü sesledi, ona yüzünü döndü, Ömer konuştu, yine yüzünü öte dönderdi. Sa'd b. Ubâde ayağa kalkıp, "Yâ Rasûlellah, bizim kararımızimi öğrenmek arzu ediyorsunuz?. Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki, sen bize bineklerimizle denize dalmamızı emretsen dalarız. Tâ Berk-i Ğımâd mevkiine kadar gitme­mizi söylesen hemen gideriz." dedi. (Tarihçiler katında bilinen Sa'd b. Muaz'dır)

Rasûlüllah'da insanları teşvik edip, yola çıktılar ve Bedre geldiler. Hammad gerisini ayrıca üst rivayetteki gibi anlattı. Bu Müslim'in ha­beridir.[77]

Yine Müslim bu hadiseyi Süleyman b. Muğîre'nin naklettiği bir ha­dis olarak daha kısa olmak üzere Sabit yoluyla Enes (r.a.)'ten şöyle nakleder:

"Biz Mekke ile Medine arasında bir yerde Ömer (r.a.) ile hilali gö­zetlemeye çıkmıştık. Ben gözleri keskin biriydim, benden başka hilali gördüğünü iddia eden de olmamıştı. Ben Ömer'e, "Yâ Emira'l Mü'minîn, hilali göremiyor musun?" diyerek olduğu yeri tarife baş­ladım. Ömer baktığı halde göremiyordu. Bakmaktan yorulunca, "Biraz sonra göreceğim" dedi. Ben yatağıma uzanmış idim.

Sonra Ömer (r.a.) bize Bedir gününü anlatmaya başladı, dediki: Al­lah Rasûlü: "İnşaallah yarın şurası falanın öldüğü yer, inşaallah şurası da falanın öldüğü yer olacaktır" buyurdu. Onu hak ile gönderen zata yemin olsun ki, o gösterdiği hududta hiç bir yanılma olmamış onlar tam işaret ettiği yerde serilip kalmışlardı. Sonra bir kuyuya üst üste dolduruldular.

Sonra Nebi (s.a.v.) gelip bu kuyunun başında durdu ve: "Ey falanca oğlu falan! Ey falanca oğlu falan! Rabbinizin size va'd ettiği şeyi ger­çek olarak bulabüdinizmi; ben Rabbimin bana va'd ettiği şeyi hakk olarak buldum," buyurdu. Ben de, "Yâ Rasûlellah! Ruhu olmayan şu cesetlere nasıl konuşuyorsun?" diye sordum da, "Nefsim elinde olan zata yemin olsunki onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duymu­yorsunuz. Lâkin onlar bana cevap vermeye güçleri yetmiyor" buyur­du.[78]

Şu'be, Ebû İshâk eş-Şîrâzî-Hârise isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini anlatır:

-Bedir günü bizde, Mikdâd'ın "dor" atı dışında hiç at yoktu. O gece bizde bulunan herkesin uyuduğunu gördüm. Uyumayarak, Semüra ağacı altında sabaha kadar namaz kılıp ağlayan sadece Rasûlüllah (s.a.v.) vardı.[79]

Ebû Ali Ubeydullah b. Abdilmecîd el-Hanefî, Ubeydullah b. Abdirrahman b. Mevhib -İsmail b. Avn b. Ali b. Ubeydillah b. Ebî Rafı- Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Talib -babası Muhammed b. Ömer,- dedesi Ömer b. Ali isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet eder:

- Bedir günü bir müddet savaşıp sonra "Rasûlüllah (s.a.v.) ne yaptı" diye bakmaya geldim. Yanına geldiğimde Efendimiz secdeye kapan­mış; "Yâ hayyû yâ kayyûm, yâ hayyû yâ kayyûm" diye sadece bunları tekrar edip başka birşey eklemiyordu. Dönüp çarpışmaya git­tim. Daha sonra tekrar geri yanına geldiğimde yine aynı şeyleri söylü­yordu. Bu hadis "ğarîb" bir haberdir.[80]

El-A'meş, Ebû İshâk -Ubû Ubeyde isnadıyla Abdullah (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır: Ben Bedir harbinde Muhammed (s.a.v.)'in yap­mış olduğu yakarıştan daha candan, daha derûni bir yakarma duyma­dım. Nebî (s.a.v.):

"Allah'ım! Ben bana verdiğin taahhüd ve va'dini yerine getirmeni niyaz ederim. Allah'ım! Eğer şu iman topluluğunu burada helak edersen artık sen ibadet olunmazsın" diyordu. Sonra hafifçe döndü, ne göreyim yanakları sanki ay gibi. "Ben sanki Bedir gecesi Kureyşlilerin öldürü­lüp serilecekleri yere bakar gibiydim" buyurdu.[81]

Halid el-Hazzâ- İkrime'den İbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini nak­leder: Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) çadırının altında durmuş

"Allah'ım, ahdini ve va'dini icra etmeni yakarırım. Allah'ım; sen dilersen bundan sonra ebediyyen ibadet olunmazsın" diyordu. Hz. Ebû Bekir de; "Yâ Rasûlellah bu kadar yalvarma yeter. Sen Rabbine yalvaracağın kadar yalvardın," dedi. Efendimiz zırhı içinde idi.

"Yakında bu topluluk yenilgiye uğrayacak, dönüp arkalarına koşacaklar. (Kaçsalar kurtuluş yokki) aksine Kıyamet onların randevu saatleridir. O kıyametin kopma saati pek müthiş bir fe­laket ve daha acıdır." (Kamer Sûresi 45-46) âyetini okuyarak çıktı. Hadisi Buharı naklediyor.[82]

İkrime b. Ammâr anlatıyor: Bana Ebû Zümeyl Simâk el-Hanefî an­lattı ki, îbni Abbas (r.a.), Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini haber vermiş:

-Bedir günü olunca, Rasûlüllah (s.a.v.) Müşriklere bakıpta bin kişi olduklarını, kendi ashabının ise üçyüz ondokuz kişi olduğunu görünce, kıbleye dönüp ellerini açtı ve Rabbine tâtilî bir şekilde niyaz etti. Elle­rini göğe doğru uzatıp, kıbleye doğru dönmüş vaziyette o kadar uzun niyazda bulunduki, üstündeki elbisesi bile düşmüştü: Ebû Bekir (r.a.) gelip elbisesini yerden alarak Efendimizin omuzları üzerine tekrar koydu elbiseyi arkasından bağladı ve: "Ey Allah'ın peygamberi! Rabbine yakardığm yeter. Zira O kesinlikle sana va'dettiğini yerine getirecektir," dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.)'de Enfal suresi yedinci âyeti olan,

"Hani o vakit siz Rabbinizden me'ded diliyordunuz da (bu is­teğinizi Allah) "ben ard arda gelen bin melekle size imdad edece­ğim" diyerek duanızı kabul etmişti." âyetini indirmişti. Böylece Allah Mü'minlere Meleklerle yardım etmiş idi.

Ebû Zümeyl derki: îbni Abbas devamını bana şöyle anlattı:

« O gün Müslümanlardan biri önüne kattığı bir müşriği kovalarken, birden bire yukarıdan gelen bir sopa sesi işitti. Süvari, "haydi Hayzûm ilerî!" diyordu. Önünde kaçan müşriğe bakınca onun sırt üstü yere düşmüş olduğunu gördü. Bakınca adamın burnunun kırılmış, yüzününde sopa darbesi gibi birşeyden yarılmış ve bunların hepsinin yemyeşil kesilmiş olduğunu gördü.

Bunun üzerine bu ensarlı gelip, gördüğü manzarayı Rasûlüllah (s.a,v.)'a anlattı da; Nebî (s.a.v.); "Doğru söyledin, bu gördüğün üçün­cü kat gökten gelen imdad'dandır." buyurdu.

O gün yetmiş kişiyi esîr alıp, yetmiş kişiyi de öldürdüler. "Ebû Zümeyl devamla İbni Abbas'tan şöyle nakletti: "Müslümanlar kâfirleri

esir aldıktan sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Bekir'le Ömer'e: "Bu esirler hakkında görüşünüz nedir?" diye sordu. Ebû Bekir:

-Yâ Nebiyullah! Bunlar amca zade ve -kendi- kabilemizdendir. Ben onlardan fidye alarak salıverelim derim. Böylece onlara karşı bir kuvvetimiz olmuş olur. Hem belki Allah onları İslâm'a da kavuşturur, dedi.

Allah Rasûlü Ömer'e -dönüp, "Sen ne dersin Yâ Îbnü'l-Hattâb" bu­yurdu. Ben:

-  "Hayır! Vallahi Yâ Rasûlellah! Ben Ebû Bekr'in görüşüne katıl­mıyorum. Benim görüşüme göre derim ki, bize bir fırsat tanışanda boyunlarını vursak, Aliye bir fırsat ver de -kardeşi- Akîl'in boynunu vursun. Bana bir imkân tam da -kendi akrabası olan- falanın boynunu vurayım. Zira bunlar küfrün önderleri ve esas temsilcileridir." dedim. Allah Rasûlü benim söylediğimi hoş görmeyip, Ebû Bekr'in görüşünü beğendi.

Ertesi gün ben tekrar geldim, baktım ki Allah Rasûlü ile Ebû Bekir oturmuş ağlaşıyorlar!

-  Yâ Rasûlellah! Zatınızın ve Ebû Bekr'in neden dolayı ağladığını bana söylemlisin, ağlayacak bir ağıt varsa bende ağlayayım. Ağlaya­cak birşey bulamazsam bari sizin ağıdımza uyarak ağlamış olayım, dedim. Allah Rasûlü'de:

-"Arkadaşlarıyın bana teklif ettikleri şu fidye alma meselesine ağla­rım. -Bu sebeble- onlara gelecek azab bana şu -yanıbaşında bulunan bir ağaç- ağaçtan daha yakın göründü" buyurdu.

İşte Allah (c.c.) bu hususta Enfal (67-69) âyetleri olan:

"Hiç bir Peygamberin yeryüzünde -düşmana- ağır basmadıkça esirleri olmamıştır. Siz dünyanın geçici malını istiyorsunuz. Allah ise âhireti istiyor. Allah azizdir hâkimdir. Eğer Allah'dan -ezelde-geçmiş bir hükmü bulunmasaydı aldığınız -fidye denen- şeyden dolayı kesinlikle büyük bir azab size dokunacaktı. İmdi ganimet olarak aldıklarınızdan helâl olarak gönül hoşluğuyla yiyin. Allah'dan korkun! Allah kesinlikle mağfiret eden ve çok acıyan­dır" hükümlerini indirdi.[83]

Selâme b. Ravh, Akîl'den naklediyor: Bana Zührî, Ebû Hâzim ara­cılığıyla Seni b. Sa'd (r.a.)'tan nakletti: Gözleri kör olduktan sonra, Ebû Üseyd es-Sâidî bana dedi ki: "Ey kardeşim oğlu! Ben ve sen Bedir'de olsak, sonra Allah (c.c.) bana gözlerimi geri verseydi, Valla­hi, Meleklerin yanımıza çıkıp geldiği koyağı sana şüphe ve tereddüt etmeden gösterirdim" dedi.[84]

Vakıdî derki: Bize İbni Ebî Habîbe -Dâvûd b. Husayn- İkrime İbni Abbas isnadıyla ve Musa b. Muhammed b. İbrahim de babası is-nadıyla Rasûlüllah (s.a.v.)'ın Bedir harbinde:

"Müjde yâ Ebâ Bekr! İşte sarı renkli bir sarık sarmış olan Cebrail. Atının yularını tutmuş yer ile gök arasında. Benden bir süre kayboldu sonra üzerinde -başında- toz izleriyle geldi, "Senin Rabbinden istediğin yardım gelmiştir" diyordu.[85]

îkrime, İbni Abbas (r.a.)'tan, Nebî (s.a.v.)'in Bedir günü: "İşte Ceb­rail! Atının başım tutmuş, üzerinde harb aletleri var" buyurduğunu an­latır. Bu haberi Buharı naklediyor:[86]

Musa b. Yakûb ez-Zemeli anlatıyor: Bana Ebû'l-Huveyris, Cübeyr b. Mut'ım (r.a.)'ın oğlu Muhammed haber verdiki Hz. Ali (r.a.)'yi hut­bede şöyle derken dinlemiş:

-Ben Bedir'deki kuyudan su çekerken birden bire benzerini gör­mediğim şiddetli bir rüzgâr çıktı. Sonra geçti. Biraz sonra yine önceki gibi bir daha çıktı. İşte bu birinci rüzgâr Cebrail olup bin Melekle be­raber gökten inip Rasûlüllah'm yanında durdu. İkinci rüzgârda bin melekle beraber inen Mikâil idi. Bunlarda Rasûlüllah'ın sağında dur­du. Üçüncü bir rüzgâr daha geldi ki, o da bin tane melekle gelen İsrafil olup Rasûlüllah'ın sol tarafına durdular.

Bende sol taraftaydım. Allah, düşmanlarını bozguna uğratınca, Al­lah Rasûlü beni atma bindirdi. At benimle birlikte ileri sıçradı da ben arkamın üzerine düştüm. Allah'a dûa edince at durdu. Ben ata bindi­ğimde kâfirlere şu elimle vurdum, -eliyle koltuk altını göstererek- hat­ta şurası kana boyandı.

Bu "ğarîb" bir haberdir. Ravî Musa, zayıf olan birisidir. Onun bu haberde geçen "Beni atına bindirdi" sözü de Uı rivayet dışında hiçbir rivayette bilinmeyen bir husustur.[87]

Yahya b. Bükeyr derki: Bana Muhammed b. Yahya b. Zekeriyya el-Hımyerî -Alâ b. Kesîr- Ebû Bekir b. Abdirrahman b. el-Misver b. Makrame isnadıyla Ebû Ümâme b. Sehl'den şöyle nakleder:

-Babam bana; "Oğulcuğum! Ben Bedir harbinde, birimizin kılıcı ile müşriklerden birinin başına vurmaya hazırlanır hazırlanmaz, daha bizim kılıcımız varmadan, onun başının vücudundan ayrıldığını gör-müşümdür" derdi.[88]

İbni İshâk derki: Kendisini yalanla itham edemeyeceğim bir zat ba­na, Miksem yoluyla İbni Abbas (;\a.)'i.ı şöyle di .ligini anlattı.

-Meleklerin Bedir harbindeki simaları, arkalarına ucunu sarkıttık­ları beyaz sarıkları idi. Huneyn gününde ise sarıkları kırmızıydı. Me­lekler, Bedir harbi haricinde hiç bir gün h:*rbe katılmamışlardır. Bedir dışındaki günlerde sayıca çokluğu ve ma'nevi imdadı sağlıyorlardı.[89]

Musa b, Ya'kub'dan alan Muhammed b. Halîd el-Hanefî hakkında da "çok yanılan bir sa­dak kişi" deniyor. Ebu'l Huveyrisİ'de İbni Haccr "hıfzı çok kötü" diye tanımlar. Üstelik Muhammed b. Cübeyr b. Mat'ınVm Hz. Ali'den hadis naklettiğine dair hiç bir rivayette yok.

Zehebî'nin işaret ettiği mesele daha da mühim. Bedir günü Müslümanların elinde sadece iki at olduğunu söyleyen yine Hz. Ali'dir. Allah Rasûlü'nün orada atı olmadığı da kesindir. Zaten hadisin ibaresi de kekre olup kıssaeı hikayelerini andırmaktadır. Sanırım Zehebî'nin bunu hem alıp hem de "ğarîb" demesi, bu'kıssayı Ebû Ya'la ve Beyhakî gibi ilk ve İkinci dönem hadis imamlarının alıp nakletmeleri olsa'jerek. Zaten Heysemî'de bunu Mecmau'z-Zevaid'in de (6/72) nakleder ve "Bunu Ebâ Ya'la rivayet etmiştir, Ricali sika­dır" deyiverir. Tabi bu onun yanlışıdır \z minallahittevflk.

O vakit Rabbin Meleklere; "Kesinlikle ben sizinleyim, Mü'minlere dayanma gücü verin. Kâfirlerin kalblerine yakında korku salacağım. Onların boyunlarına vurun, el ve ayaklarına vu­run" diye vahyetmişti. (Enfal; 12) âyetinin gelişi hakkında...

Vakıdî, İbrahim b. İsmail b, Ebî Habîbe -Davûd b. Husayn- îkrime isnadıyla ibni Abbas (r.a.)'tan naklediyor; îbni Abbas dediki:

-Melekler, insanlara görünürken tanıdıkları birinin kılığına bürü­nürler ve onlara; "Ben şimdi düşmanların yanındayım. Onlar "Eğer bize saldıracak olurlarsa yerimizde duramayız" gibi sözler söylüyor­lardı" diyerek insanların sabretmelerim sağlarlardı.[90]

İsrail'de Ebû İshâk eş-Sirazî'nin Harise aracılığıyla Hz. Ali (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet eder:

-Medine'ye göç edip geldiğimiz zaman, bizde oranın meyvelerin­den alıp yemeye başlayınca -alışkın olmadığımız için- içimizi bu­landırdı ve hep sıtma olduk.

O sırada Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir hakkında haber topluyordu. Müşriklerin yola çıktığı haberi bize ulaşınca Rasûlüllah (s.a.v.) -Kuyularından birinin adı olan- Bedir'e doğru hareket etti. Biz oraya müşriklerden önce vardık.

Orada birisi Kureyşli, diğeri Ukbe b. Ebî Muayt'ın kölesi olan iki kişi bulduk. Kureyşli olan kaçıp kurtuldu. Ukbe'nin kölesini yakalayıp ona "gelen ordunun ne kadar?" diye sorguladık. O "vallahi onların sayıları çok, göçleri pek çetin" dedi. O böyle söyleyince Müslümanlar onu dövmeye başladı. Böylece onu Nebî (s.a.v.)'nin yanına getirdik.

Ona, "topluluk ne kadar?" buyurdu. O da, "Vallahi onların sayıları çok güçleri pek fazla" dedi. Nebî (s.a.v.) onların sayısını alabilmek için uğraştıysa da bu herif söylememekte direndi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ona: "Onlar günde kaç deve kesiyorlar?" diye sordu. "On deve" de­yince Nebî (s.a.v.): "Öyleyse onlar bin kişi, zîra her deve yüz kişiye yeter" buyurdu.

Sonra gece olunca, bize hafif bir yağmur çisentisi geldi. Biz ağaç­ların altına ve kalkanların altına girip korunduk. O gece Rasûlüllah (s.a.v.) Rabbine dûa ederek,

"Yâ Rabbî, eğer şu inanan top­luluğu bu gün burada helak edersen - sana ibadet eden kalmaya­cağı için- artık tapınılmayacaksın" diyordu. Sabah olunca Rasûlüllah (s.a.v.) haydin namaza diye nida etti. İnsanlar ağaçların ve kalkanların altından geldiler. Rasûlüllah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırıp, harbe teşvik etti. Sonrada: "Kureyş ordusu işte şu dağın ya­nındaki kızıl tepeciklerin yanında" buyurdu. Kureyş ordusu bize yak­laşınca bizde onların karşısında saf bağladık. Birde baktık ki, onlardan birisi aralarında bir kızıl deve üzerinde geliyor. Rasûlüllah (s.a.v.) bana; "Yâ Ali! Hamza'ya seslen bu kırmızı devenin sahibi kimmiş bir baksın, onlar ne diyor bir anlasın" buyurdu. Hamza müşriklere en ya­kın olanımızdı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.):

"Eğer şu karşımızdaki toplulukta hayrı söyleyecek tek kişi var­sa o da bu kızıl devenin sahibi olsa gerektir" buyurdu.

Hamza bakıp geldi ve: "Yâ Rasûlellah! O Utbe b. Rabîa imiş. Yanındakileri harbden menediyor ve: "Ey kavmim! Ben karşımızda-kileri öyle bir toploluk olarak görüyorum ki, onlar ölümü isteyerek gelmiş bir topluluk olarak, siz sizde hayır olduğu sürece onlara ula-şamıyacaksımz. Ey kavmim! Bu gün bu işi benim başıma bağlayın, benim üzerime yıkın ve "Utbe korktu" deyin. Gerçi siz benim korkak olmadığımı pekâla bilirsiniz," dedi. Ebû Cehil bunu işitince; "Bunu sen mi söylüyorsun? Vallahi bu sözü senden başka biri söyleseydi ona "babaymkini dişle" derdim. Senin ciğerine ve içine korku dolmuş" dedi. Bunun üzerine Utbe'de ona:

. - Sen bunları banamı söylüyorsun bire kıçını sarartan herif! Bu gün kimin daha korkak olduğunu az sonra göreceğiz, dedi.

Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd cahiliyye taassubu ile meydana atılıp "bizimle düello yapmaya kim çıkacak?" dedi. Ensar'dan gençler karşılarına dikiliverdiler. Bunları gören Utbe: "Biz bunları istemedik ki. Biz ancak bizimle amca oğullarımız sayılan Abdü'l Müttalib ço­cuklarıyla çarpışmak isteriz" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) "Kalk yâ Ali, kalk yâ Hamza, kalk ya Ubeyd b. el-Harîs" buyurdu. Allah Rabia'nın bu iki çocuğu, Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu Velîd'in canını orada alıverdi. Ubeyde b. Harîs (r.a.)'de yaralandı. O gün onların yetmişini öldörüp yetmişini de esir aldık.

Ensardan küçücük boylu bir adam, Haşimoğullarından birini esir alıp getirmişti. Bu adam, "vallahi beni şu ufak herif esir almadı. Beni esir alan saçları dökük güzel yüzlü bir insan idi. Alaca bir at üzerine binmişti. Ama şimdi onu göremiyorum" dedi. Ensarh ise; "Yâ Rasûlellah onu ben esir aldım" deyince Efendimiz ona; "Sus sesini çıkarma! Allah seni kerim bir melek ile desteklemiş" buyurdu. Biz Abdü'l Muttalİb oğullarından Abbas, Akîl ve Nevfel b. Hâris'i esir almıştık.[91]

İshâk b. Selûl el-Mansûrî derki: Bize İsrail -Ebû İshâk eş-Şîrazhi-Ebû Ubeyd isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan:

- Bedir günü düşman gözümüze pek az gösterilmişti. Hatta yanı-başımda bulunan bir kardeşime, "yetmiş kadar varmı diyorsun?" de­dim. O da "Ben yüz kadar tahmin ediyorum" dedi. Müşriklerden birini esir edip ona kaç kişi olduklarını sorduk da, "bin kişi" dedi, şeklinde haber verdiğini söyledi.[92]

Süleyman b. el-Muğîra, sabit yolu ile Enes (r.a.)'ten Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Eni yer ve gök kadar olan Cenne­te doğru yürüyünüz" Bunu duyan Umeyr b. el-Humâm el-Ensârî: "Yâ Rasûlellah! Onun genişliği yerle gökler kadar mı?" dedi. Efendi­miz, "Evet" buyurunca "Bak, bak!!!" diye sevinç çığlığı attı. Peygam­ber (s.a.v.); "Senin bak, bak, diye sevinmeye ne sebeb oldu?" buyu­runca da, "Hiç bir şey! Vallahi, Yâ Rasûlellah! Ancak Cennet ehlin­den olma ümidi duydum da" deyince Allah Rasûlü: "Sen Cennet eh-lindensin," buyurdu. O da cebine koymuş olduğu birkaç kuru hurmayı aldı ve yemeye başladı. Sonra da, "Ben şu hurmaları yiyinceye kadar bile dünyada geçecek hayat -oraya biran önce kavuşmak için- çok uzun bir hayattır" deyip hurmanın kalanlarını fırlattı, attı. Sonra kalkıp çarpışmaya başlayarak şehid olana kadar savaştı.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[93]

Ömer b. Abdillah b. Urve, dedesi Urveden şöyle rivayet ediyor: - Bedir harbinde Rasûiüllah (s.a.v.) Muhacirlerin parolasını. "Ya benî Abdiirrahman" yaptı. Hazreclilerinkini de, "Yâ benî Abdillah"

yaptı. Evs'in parolasıda, "Yâ benî Ubeydillah" idi. Onların atlarını "Allah'ın atları" diye adlandırmıştı.[94]

Abdurrahman b. el-Gasîl, Hamza b. Ebî Ûseyd aracılığı ile baba­sından Rasûlüllah (s.a.v.)'m Bedir günü saf olduklarında: "Size iyice yaklaşıpta etrafınızı çevirince onlara ok yağdırın. Oklarınızı boşa bitirmeyin" buyurdu. Hadisi Buharî naklediyor.[95]

Bize Ebû Muhammed Abdü'l Halik b. Abdi's-Selâm ile amcasının kızı Sittü'lehl binti İbrahim el-Fakîh, -Şehde binti Ahmed- Hüseyin b. Talha- Ebû Ömer Abdi'l Vahit b. Mehdî -Hüseyin b. İsmail- Mahmud b. Hıdâş -Hüşeym- Ebû Haşim -Miclez- isnadıyla Kays b. Ubâd'ın şöyle dediğini haber vermiş: Ebû Zer (r.a.)'i yemin ederek şu iki (kâfir ve Müslüman) sınıf, Rab-leri(nin dini) hususunda birbiriyle husûmet eden iki düşman gu­ruptur" (Hac; 19) âyetinin Bedir günü birbiriyle düello yapmak üze­re meydana çıkan Hamza, Ali ve Ubeyde ile Utbe, Şeybe ve Velîd b. Utbe hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Bu hadisi Buharî Ya'kûb ed-Devrakî ve diğerlerinden rivayet eder­ken, Müslim de, Amr b. Zürara -Hüşeym- Ebû Hâşim Yahya b. Dînar er-Rummânî el-Vasitî -Ebû Miclez Lahık b. Humeyd es-Sedûsî el-Basrî isnadıyla rivayet etmiştir.

İşte Müslim'in bu hadisi bu şekilde rivayet etmesi, âli isnadı arama­sından ve bu rivayeti bir başkasının da nakletmesi (veya bir konuya başka konuyu ilave etmesi)ndendir.[96]

(Hz. Ali ve Hz. Hamza ile birlikte Mübarezeye çıkan) Ubeyde (r.a.), Abdimenâf b. Kusay boyuna mensub olan Haris b. el Muttalib'in oğlu olup Muttalîbî diye nisbet alır. Annesi Sakîf kabilesinden idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizden on yaş daha büyük idi. Ubeyde (r.a.), Ebû Seleme b. Abdi'1-Esed ve Osman b. Maz'ûn (r.a.)'lar ile aynı vakitte Müslüman olmuştu.

O ve iki kardeşi Tufeyl b. el-Hâris ile Huseyn b. el-Hâris Mekke'­den Medine'ye hicret etmişlerdi. Ubeyde b. el-Hâris (r.a.)'in Peygam­ber (s.a.v.)'in katında pek yüce bir değeri vardı. Orta boylu tatlı yüzlü biri idi. Yaralı olarak Bedir'den Medine'ye dönerken Safra mevkiine geldiklerinde, şehid olarak vefat etti.

Bedir günü Utbe b. Rabîa ile düelloya çıkan o idi. İkiside birbirine birer hamle yapmış, her ikiside birbirini yaralamışlardı. Nitekim bu bahis daha önce anlatılmıştı.

Bir sefere giderken Peygamberimiz, altmış kişilik bir Muhacir müf­rezesi hazırlayıp, Ubeyde'yi (r.a.) onlara komutan yapmıştı. Peygam­berimizin ilk edindiği sancak, Ebû Ubeyde'yi bu sefere yollarken ha-

zırlayıp verdiği sancak idi. Ebû Ubeyde ve arkadaşları yola çıkıp El-Merat denen (Hicazdaki) bir tepeceğin yanında Kureyşlilere rastlamış idi. Onların başında da Ebû Süfyan vardı. İşte İslâm tarihindeki ilk çatışma bu olmuş idi. Bu sözleri Muhammed b. İshâk söylemektedir.[97]

İbni İshâk ve diğerleri Zührî aracılığıyla Abdullah b. Salebe b. Suayr'dan şöyle nakleder:

- Bedir günü harbi başlatan Ebû Cehil oldu. İki ordu karşı karşıya gelince Ebû Cehil; "Allah'ım! Bu Muhammed bizim akrabalık bağla­rımızı kopardı. Bize bilinmeyen şeyler getirdi. Onu bu kuşluk vakti helak et!" diye dûa etti. [İşte bu sözler onun harbi başlatma isteği idi.] Ama kendisi öldürüldü. İşte bu konuda

"(Ey Kâfirler) Eğer fetih istiyorsanız, fetih size gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer tekrar (düşman­lığa) dönerseniz bizde (Ona yardıma) döneriz. Sayısı kabarık olsa bile, sizin topluluğunuz sizden hiçbir (belayı) savamaz. Ve Allah kesinlikle mü'minlerle beraberdir (Enfal; 19) âyet-i celîlesi nazil oldu.[98]

Muaz b. Muâz derki: Şu'be, Abdül Hamid [(b. Dinar- İbnü Kürdîd de denilir) ki kendisi Ziyâdı (diye anılan Irak Emîri Ziyâd'ın torunu) ile arkadaştır-]'in Enes b. Mâlik (r.a.)'i şöyle derken duyduğunu anla­tır: Ebû Cehil:

- Allah'ım! Eğer şu Muhammed senin katından hak olarak geldiyse bize gökten taş yağdır, veya yakıcı bir azab ver bize." diye dûa etti. Bunun üzerine:

"Sen onların içinde oldukça Allah onlara azab edecek değüdir. Ve istiğfar ederlerken de Allah onlara azab edecek değildir. Onlar Mescîd-i Haram'dan insanları menettikleri ve o mescidin müte­vellileri olmadıkları halde Allah onlara niye azab etmesin. O -mes­cidin- velileri ancak takvahlardır. Fakat onların çoğu bunu bil­mez." (Enfal; 34) âyeti indi.[99]

Abdullah b. Salih, Muâviye b. Salih -Ali b. Ebî Talha yolu ile yap­tığı rivayetle İbni Abbas (r.a.) "Allah onlara niye azab etmesin (Enfal; 34)" âyeti hakkında "Bu azab, Bedir günü kılıçla gelen azabdır" dedi­ğini anlatır.[100]

Yine yukarıdaki isnad ile:

"Hani Allah, size iki taifeden birinin sizin olacağını va'dedi-yordu. Siz ise Şevket (güç, kuvvet) sahibi olmayan (taife)'ın sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise hakkı, kelimeleriyle gerçekleştir­mek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu" (Enfal; 7) âyeti hak­kında İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini naklederler:

"Mekke kervanı, Şam'a gitmek üzere yola çıkmış idi. Bu haber Me­dine'deki ashab'a ulaşınca, kervana engel oimak için Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber yola düştüler. Peygamberimizin bu harekâtı Mekke'lilere ulaşınca, müthiş bir hızla kervanı sürdüler. Ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ı geçtiler.

Allah onlara iki taifeden birini, ya kervanı, ya şehid olmayı onlara vadetmişti. Müslümanlara kervanı ele geçirmek daha hoş geliyordu. Çünkü kervan kuvvet yönünden -ordudan- çok hafif, ganimet bakı­mından da daha hazır bir şeydir.

Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyşi engellemek için yola çıktı. Müslümanlar Kureyş'in yüzüne bakarak bu yürüyüşten hoşlanmıyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) ile Müslümanlar bir yerde konakladılar. Müslümanların olduğu yer ile suyun arasında ufak kum yığınları vardı.

İşte burada Müslümanlara müthiş bir moral bozukluğu geldi. Şeyj tan onların kalblerine, ümitsizlik tohumları atıyor ve, "Siz kendinizin Allah'ın dostları olup, aranızda Allah'ın Peygamberi var" diye iddia ediyorsunuz. Halbuki müşrikler suyun başını tutarak size galib gelmiş­tir. Siz ise bu haldesiniz" diye vesvese veriyordu.

İşte tam bu sırada Allah (c.c.) onların üzerine muazzam bir yağmur indirdi. Müslümanlar sularım içip yıkandılar. Allah onlardan şeytan'ın vesvesesini giderdi. Allah yağmuru bir çisentiye çevirdi. Yani topra­ğın yüzünü ıslatıverecek kadar yağdı. Allah (c.c.) onlara bin melek ile yardım etti.

Şeytan ordusu ile geldi. İblis Müdlic oğullarından bir adam sure­tinde beraberinde bayrak ile geldi; şeytanda Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum suretinde gelip, müşriklere: "Sizin koruyucunuz benim, bugün sizi insanlardan yenebilecek birisi yoktur" dedi. "Orda harp vaziyeti alıp savaş safını dizin" Ebû Cehil, "Allah'ım! Hakka layık olana yar­dım et!" diye dûa etti.

Rasûlüllah (s.a.v.) ellerini kaldırarak: "Yâ Rabbi! Eğer sen şu imanlı topluluğu helak edersen, yeryüzünde bir daha ibadet edil­meyeceksin" diyordu. Cebrail gelip Efendimize "bir avuç toprak al (ve onu yüzlerine at)" dedi. O da bir avuç toprağı alıp yüzlerine attı.

Bu toprak parçalarından orada bulunan Müşriklerden, gözüne, burun deliğine ve ağzına isabet etmeyen kimse kalmadı. Böylece yüz üstü geriye dönüp kaçmaya başladılar. Cebrail İblise doğru yöneldi. İblisin eli, Müşriklerden birinin elinde tutulu bir halde Cebrail'in geldiğini görünce elini çekip aveneleriyle beraber kaçmaya başladı. O adam "Yâ Sûrâka! Sen bizi koruyacağını söylemedinmiydi?" deyince "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben kesinlikle Allah'tan korka­rım" dedi.[101]

Yusuf b. el-Mâcişûn anlatıyor: Bize Salih b. İbrahim b. Abdirrahman b. Avf -Babası İbrahim aracılığıyla Dedesi Abdürrahmân b. Avf (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet ediyor: Ben Be­dir harbi günü harb safı içinde idim. Sağıma ve Soluma bakındım; ne göreyim ben ensardan yaşları gayet küçük iki toy çocuğun arasında değimliyim. O esnada "Bu ikisinden daha güçlü kimselerin arasında olaydım" temennisinde bulundum.

Bu gençlerden birisi bana dürterek, "Amcacığım, sen Ebû Cehil'i bilirmisin?" dediler. "Evet tanırım, ama senin onunla ne işin var?" de­dim. O gençte: "haber aldığıma göre o, Rasûlüllah'a sövüp sayarmış. Nefsim elinde olan zata yemin olsunki, eğer onu bir görecek olursam ikimizden daha acelesi olan ölmeden vücudumdan onun vücudu ayrıl­mayacak" dedi. Ben onun bu lafına hayret ettim. Derken ikinci genç de bana dürterek aynen ötekinin sözünü tekrarladı. Daha bu sorunun üzerinden hiç bir vakit geçmemiştiki gözüm insanlar arasında dolaşmakta olan Ebû Cehl'e takıldı. Ben gençlere: "Görüyormusunuz? İşte arayıp bana sorduğunuz adamınız," dedim. Onlarda kılıçlarını sıyırıp ona doğru fırlayıp Öldürünceye kadar Ebû Cehil'e kılıç vurdular. Sonra Efendimizin yanma gelip yaptıklarım haber verdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onlara "Onu hanginiz öldürdü?" diye sordu. Her ikiside; "Ben öldürdüm" dedi. Efendimiz, "peki, kılıçlarınızı sildinizmi?" buyuran­ca, "hayır!" dediler. Peygamber (s.a.v.)'de her iki kılıca baktı ve "Ona ikinizde vurup öldürmüşsünüz" buyurup, Ebû Ceh'lin harp ağırlıkları­nın Muaz b. Amr ve diğeri Muaz b. Afra'ya verilmesine hükmetti.

Bu müttefekun aleyh bir hadistir.[102]

Zübeyr b. Muâviye, Süleyman et-Teymî isnadıyla Enes (r.a.)'den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.)'in "Ebû CehiJ'in ne yaptığına, kim bakar gelir?" buyurdu. Ebû Cehl'e bakmak üzere Abdullah b. Mes'ûd kalkıp gitti ve Ebû Cehli Afran'm çocukları tarafından yaralanıp bayıl­mış bir halde buldu. "Sen Ebû Cehilsin değilmi? diyerek sakalından kavradı. Ebû Cehil'de: "Öldürdüğünüz (ya da kendi kavmi tarafından vurulan) bir adamın üzerinde öylemi.!!!" dedi. Bunu Buharî ve Müs­lim nakletti.[103]

İsmail b. Ebî Halil de, Kays yoluyla Abdullah b. Mesût'dan "Abdul b. Mes'ûd'un Ebû Cehl'e gelip, işte Allah seni perişan etmiştir" deyin­ce Ebû Cehil'in, "Sen öldürdüğünüz bir adamın üzerine mi çıkıyor­sun?" dediğini nakleder.

Bunu da Buharî nakleder.[104]

Assam b. Ali anlatıyor: A'meş, Ebû İshâk-Ebû Ubeyde isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle anlattığını nakleder:

"Ebû Cehil'in yanına vardım, yere serilmiş, üzerinde tolgası vardı. Beraberinde gayet kıymetli bir kılıç bulunuyordu. Bendeki ise eski bir kılıçtı. Kılıcımla beynine beynine vuruyor ve Mekke'de iken beynime vurarak yaptığı zulümleri hatırlıyordum. Vura vura kolumun canı ke­sildi. Kılıcım aldım. O zaman başını kaldırdı ve, "Bu kere mağlubiyet kimin; bizim mi, sizin mi? Sen Mekke'deki bizim çobanımız değilmisin?" dedi. Ben onu katledip sonra Nebî (s.a.v.)'ye geldim ve: "Yâ Rasûlellah, Ebû Cehil'i öldürdüm" dedim. Bunu duyan Nebî (s.a.v.) Efendimiz:

"Kendisinden baş ka il ah olmayan Allah adına doğrumu söylüyorsun?" diyerek bana üç kere yemin verdi.[105] Sonra kalkıp benimle birlikte ölülerin yanma gelip, onlara beddua etti.[106]

Buna yakın bir haber de, Süfyân-ı Sevrî tarafından Ebû İshâk es-Sûbeyî'den naklediliyor ki orada şu bilgilerde yer alıyor:

"Rasûlüllah (s.a.v.) bana yemin verdi ve sonrada;

"Allahü Ekber. Sözünü doğru çıkaran, kuluna yardım eden, tekbaşına orduları hezimete uğratan Allah'a hamd olsun. Haydi gidelim de onu bana. göster." buyurdu. Bende gidip Ebû Cehil'i Ona gösterdim. Bunun üzerine (s.a.v.):

işte, bu ümmetin Fir'avn'u, şu herif idi" buyurdu.[107]

Yine Ebû îshâk'dan yapılan bir rivayete göre, "Nebi (s.a.v.)'e Ebû Cehl'in öldürüldüğü haberi ulaşınca Allah'a şükür secdesine kapanmış idi."[108]

Vakîdî anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Afra'nm bu iki o-ğullanmn şehit düştükleri yere gelip: "Allah Afra'nm çocuklarına rahmet etsin. Bu ümmetin fîr'avunu ve küfür liderlerinin başı olan Ebû Cehl'in öldürülmesine iştirak etmişlerdi," buyurdu. Ora­dakilerden birisi de, "Peki Yâ Rasûlellah! Onlarla birlikte Ebû Cehl'i öldürmeye katılan başka biri de mi vardı?" diye sorunca; "Melekler ve İbni Mes'ûd'da katılmıştı" buyurdu.[109]

Ebû Nüaym anlatıyor: Bize Seleme b. Raca, Benî Esed'den Şa'sâ i-simli bir hanımın şöyle dediğini nakletti: Abdullah b. Ebî Evfâ'nın ya­nma girmiştim. Baktım kuşluk namazını iki rek'at olarak kıldı. Onu gören hanımı, "Sen kuşluğu iki rek'at mı kılıyorsun!" deyince tbni Ebî Evfa; "Allah Rasûlü de Mekke'nin fetih müjdesi geldiğinde bunu iki rek'at kıldığı gibi Ebû Cehl'in başı getirildiğinde de iki rek'at olarak kılmış idi" dedi.[110]

Mücâlid de Şa'bi'den naklediyor:

Adamın birisi Nebî (s.a.v.)'e, "Ben, Bedir'e geçerken uğramıştım. Orada bir adamın topraktan çıktığım, bir başka adamında onun beyni­ne bir sopa vurarak tekrar toprağa geri soktuğunu, sonra adamın geri çıktığını ve bunun defalarca aynı şekilde tekrarlandığını gördüm" de­di. Rasûlüllah (s.a.v.)'da: "O gördüğün kişi Ebû Cehil b. Hişâm idi. O -bu şekilde- Kıyamete kadar işkence görecektir" buyurdu.[111]

Buharî ve Müslim İbni Arube hadisinde Katâde'nin şöyle söyle­diğini rivayet ederler:

Bize Enes (r.a.) Ebû Talha (r.a.)'dan naklen haber verdi ki; Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyş ileri gelenlerinden, yirmi dört kişi hakkında emir verince oradaki pis, habis bir kuyuya atıldılar. O za­manki arab adetine göre harpte galib gelen ordu harp meydanında üç gün eğleşirdi. Bedirde üçüncü gün olunca Allah Rasûlü bineğinin ha­zırlanması talimatını verdi ve semer hayvana yüklenip bağlandı.

Sonra Allah Rasûîü yürümeye başladı; ashabı da onu takib edi­yordu. Ashab; "Rasûlüllah bir ihtiyacı için gidiyor olsa gerek" diyor­lardı. Nihayet bu kuyunun ağzına geldiğinde, oradakilere kendilerinin ve babalarının adları ile "Yâ falan oğlu falan, yâ falan oğlu falan! Siz Allah ve Rasûlüne itaat etseydiniz sizi ne kadar mutlu edecekdi. Zira biz Rabbimizin bize va'dettiği şeyin gerçekleştiğini görmüş bulunuyo­ruz. Siz de Rabbinizin size va'dettiği şeylerin gerçek olduğunu göre­bildiniz mi?" diye seslendi.

Orada bulunan Ömer (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Ruhu olmayan bu ce­setlerden konuşma olacak değil ya? diye merakla sordu. Rasûlüllah (s.a.v.)'da: "Nefsim elinde olan zat'a yemin olsun ki, benim onlara

söylediğim şeyleri, siz onlardan daha iyi duyabilecek değilsiniz" buyurdu.

Katâde derki: Allah onlara, bir azar, bir aşağılama, bir intikam, bir hasret, bir pişmanlık olmak üzere, bu müşrikleri diriltip Rasûlüllah'ın sözünü onlara duyurmuştur.

Bu sahih bir haberdir.[112]

Hişam'da babası Urve vasıtasıyla İbni Ömer (r.a.)'den; Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir kuyusunun başında durdu ve "Onlar benim söyledikle­rim kesinlikle duyacaklardır." buyurdu dediğini nakledince Hz. Âişe (r.a.), "Allah Rasûlü kesinlikle bu şekilde söylememiştir. Ancak O;

"Onlar, benim onlara söylemiş oldu­ğum şeylerin gerçek olduğunu anlayacaklardır" buyurmuştur. Çünkü onlar kendilerinin Cehennemdeki yerini hazırlamışlardır. Allah (c.c.) zaten kesinkes duyuramazsın" (Nemi âyet 80) ve

Sen Kabirlerde yatanlara du­yurabilecek değilsin, sen zaten ancak bir uyarıcısın" (Fatır; 22,23) buyurmaktadır" dedi.

Bu hadisi Buharî rivayet ediyor.[113]

Hz. Aişe'nin bu naklettiği şeyler, İbni Ömer ve diğer ashabın ri­vayetlerine aykırı değildir. Zira Müşriklerin bu "anlamları" aynı za­manda Efendimizin sözünü duymalarına engel teşkil etmez. Ama yukardaki âyette geçen "Sen duyuramazsın" cümlesinin anlamı tabiki hakikatin ta kendisidir. Bu hükme aykırı değildir. Zîra Allah(cc), Pey­gamber (s.a.v.) onlara hitab edince kuyudakileri, tıpkı Münker ve Nekir sualleri için diriltilenler kabilinden diriltmiş bulunmaktadır.

Amr b. Dinar'da Ata aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan (İbrahim Sû­resi âyet 28)

"Allah'ın ni'metini küfürle değiş­tiren ve kavimlerini de helak çukuruna indirenlere bakmıyormu-sun" âyeti hakkında "bunlar Kureyş kafirleridir" dediğini "Kavimle­rini de Bedir gününün ateşine indirdiklerini" söylediğini nakleder.

Bunu Buharî rivayet ediyor.[114]

İsrail, Simâk -İkrime İsnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un şöyle dediğini rivayet eder:

-Rasûlüllah (s.a.v.)'ın Bedir'de öldürülenlerin taşınması işiyle meş­guliyeti tamam olunca kendisine, "Şimdi Ebû Süfyan'ın kervanına saldıralım, artık onu koruyacak bir şey kalmadı" denildi. Abbas (r.a.) o zaman esirler arasında bağlı bulunuyordu. Peygamberimize, "Senin böyle yapman uygun olmaz" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)'da "ne için?" diye sorunca Abbas; "Çünkü Allah sana bu seferinde iki taifeden (her ikisini değil) sadece birini va'detmişti ve bu vadini de yerine getirmiş­tir" dedi.

Bu haberin isnadı sahihtir. Bu haberi Ca'fer b. Muhammed b. Şakir Ebû Nûaym yolu ile İsrail'den nakletmiştir.[115]

Yunus b. Büheyr, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Hubeyb b. Abdirrahman haber verdi ki: Hubeyb b. Adiy, Bedir harbinde yaralanmış ve yarası iyice açılmış idi. Rasûlüllah (s.a.v.) üzerine tükürüp yaranın ağzını kapadı ve yara eski hali gibi iyileşiverdi.[116]

Ahmet b. El-Ezher -Abdürrezzak- Ca'fer b. Süleyman Ebû Imrân el-Cüvenî yoluyla Enes ve diğerlerinden şöyle nakleder:

- Umeyr b. Vehb el-Cü'mehî Bedir harbine katılmış idi ve henüz kâfirdi. Orada öldürülenler arasında bulunuyordu. Adamın biri ya­nımdan geçerken kılıcını karnına saplayıp arkasından çıkmıştı. Gece hava serinleyince ayılıp Mekke'ye kaçmış ve iyileşmişti.

Birgün SafVân b. Ümeyye ile buluşup oturduklarında Umeyr, "Eğer çoluk çocukla, şu borç belası olmasaydı kesinkes Muhammed'i öldü­rürdüm" dedi. Safvan ona, "Onu nasıl öldürebileceksin?" diye sorunca Ümeyr: "Ben çok kuvvetli ve yakalanmayacak kadar çevik bir ada­mım. Muhammed'e saldırır vurup kaçarım ve dağlara tırmanırım, beni de yakalayamazlar" dedi.

Bunu duyan Safvân, "Senin çoluk çocuğun benimkilerin içinde bil, borcunun kefili de benim" dedi. Umeyr bunu duyunca, kılıcını iyice bileyip ucunu da zehir sürdü. Yola çıkıp Medine'ye geldi.

Ömer (r.a.) Onu uzaktan görünce: "Kendinizi kollayın zira ben Umeyr'den korkarım zira o çok çevik bir adamdır. Allah bilir ne se-beble geldi?" dedi. Böylece Müslümanlar Rasûlüllah (s.a.v.)'ın etrafını çevirdiler.

Umeyr kılıcını kuşanmış olarak Nebî (s.a.v.)'nin yanına geldi ve "sabahın sıhhatli olsun" dedi. Nebi (s.a.v.)'de ona "Yâ Umeyr! Seni buraya getiren sebeb ne?" buyurdu. O da "İhtiyaç" dedi. Efendimiz, "Peki bu kılıca ne oluyor öyleyse?" deyince, Bedir harbi günü onu kuşanmıştım ne faydası ne de başarısı oldu" dedi. Efendimizde; "Peki sen Hıcr-ı İsmail'de Safvân'la ne konuştun?" diyerek söyleştiklerini kendisine anlatınca Umeyr; "Sen bize gökten gelen haberden bahse­derdin, bizde seni yalanlardık. Şimdi görüyorumki sen yeryüzünün haberlerini de biliyorsun. Eşhedü enlâilâhe illallah, sen gerçekten Al­lah'ın Rasûlüsün. Anam babam sana feda olsun . Bana sendeki alem­lerden bir şeyler verki Mekke halkı da benim Müslüman olduğumu kesinlikle böylece bilmiş olsun" dedi. Allah Rasûlü'de ona birşeyler verdi.

Ömer (r.a.) daha sonra derdi ki:

-  Umeyr Medine'ye hınzırdan daha sapık olarak geldi ama, Mek­ke'ye dönerken bana, kendi öz evladımdan daha sevimli hale gelmiş­ti.[117]

Yunus b. Bükeyr İbni İshâk'dan naklediyor:

-   Bedir günü kılıcı elinde paramparça oluncaya kadar savaşan Ukâşe (r.a.) Peygamber Efendimize geldi. Efendimiz (s.a.v.) ona kuru bir sopa verdi ve "haydi sen bununla savaş!" buyurdu. Ukâşe bunu eline ahpta sallayınca sopa elinde, uzun ağızlı, sağlam yapılı beyaz çelikten bir kılıca dönüşüverdi. Ukâşe bu kılıçla savaşa devam etti. Nihayet Allah zaferi Peygamberine nasib etti. Bu kılıç uzun zaman Ukâşe'nin yanında kalıp Peygamberimizle birlikte nice savaşlara ka­tıldı. Nihayet Ebû Bekir zamanında dinden dönme hareketi esnasında­ki savaşta şehit olduğunda bu kılıç hâlâ Ukâşe'nin yanında bulunuyor­du. Bu kılıcın adı "EI-Avn" idi.

İbni İshâk bu haberi bu şekilde senetsiz olarak rivayet etmektedir.[118]

Vakidi ise bu hadiseyi Amr b. Osman el-Cahaşî'den babası aracılı­ğıyla halasından nakleder. Halası derki:

- Ukkâşe b. Muhsin dediki; Bedir harbinde kılıcım kırılmıştı. Rasûlüllah (s.a.v.) bana bir sopa verdi. Birde ne göreyim o upuzun bir kılıç oluvermezmi. Ben de onunla çarpıştım.

Bu konuda Vakidî şöyle nakleder: Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî-Dâvûd b. Husayn aracılığıyla bir gurup insanın: "Seleme b. Eslem'in Bedir harbinde kılıcı kırılmıştır. Silahsız kalakaldı. Rasûlüllah ona elinde taşıdığı hurma dalından yapılma bir sopa verdi ve "Bununla vur! Buyurdu. Birden ağaç çok iyi bir kılıç oluverdi. Ebû Ubeyd köp­rüsü harbinde şehit oluncaya kadar bu kılıcı yanında taşıdı. [119]

 

Musa B. Ukbe'ye Göre Bedir Savaşı

 

"Mûsâ b. Ukbe 'nin Meğazî'si Megazî eserleri arasında en sıh­hatli olanıdır."[120]

İbrahim b. el-Münzîr el-Hizamî derki: Bana hem Mutarnf hem Ma'n hemde diğerlerinin anlattığına göre İmam Malik b. Enes, "Megazî" kitabları (veya rivayetleri) hakkında soru sorulunca, "sana salih insan Musa b. Ukbe'nin "MeğazTsini tavsiye ederim. Zîra o kitab, Meğazîlerin en doğrusudur" demiş.[121]

Muhammed b. Fûleyh, Musa b. Ukbe'den İbni Şihab yolu ile.......

Yine İsmail b. Üveys'de İsmail b. İbrahim b. ukbe amcası Musa b. Ukbe'nin şöyle dediğini nakleder: (Buradaki metin İsmail'in amcası Musa b. Ukbe'den naklettiği metindir.)

- Allah Rasûlü, İbnü'l-Hadramî'nin öldürülüşünden sonra iki ay ka­dar eğleşti. Sonra Ebû Süfyan b. Harb Kureyş'e ait mal taşıyan bir kervan ile birlikte Şam'dan Mekke'ye doğru hareket etti. Beraberinde Kureyş kabilesinin her oymağından yetmiş tane süvarî de mevcuttu. İçlerinde, Mahrame b. Nevfel ile Amr b. el-Âs'da vardı.

Bunlar Şam'a ticaret için giden Mekke'nin tüccar sınıfıydı. Bu kere beraberlerinde Mekke halkının nerdeyse bütün hazineleri vardı. De­nildiğine göre kervanda tam bin tane de deve vardı. Kureyşliîer -ellerinde avuçlarında neleri varsa- bir okka değerinde bile parası varsa ticaret için bunu Ebû Süfyan'la Şam'a göndermişlerdi. Sadece Huveytib b. Abdi'luzza birşey göndermemiş ve bu yüzden Bedir yol­culuğundan geri kalarak savaşta bulunmamıştı.

Bu durumlar Peygamber (s.a.v.) ile ashabına anlatılmıştı. Bundan Önce, harb iki taraf arasında -bir onda bir bunda- kalırdı. Rasûl-ü Ek­rem (s.a.v.), Adiy b. Ebî'z-Za'bâ ile Besbes b. Amr'ı gözetleyici olarak kervana yolladı.

Onlar, yola çıkıp Cüheyne kabilesinden bir boy'un bulunduğu yere geldiler. Burası deniz kıyısına yakın bir yerdi. Onlara Kureyş kervanı hakkında bilgi sordular. Onlarda kervan hakkında ki bildiklerini anlat­tılar. Onlarda geri dönüp durumu Allah Rasûlüne bildirdiler. Böylece Müslümanlar Kureyş'in kervanım engellemek için harekete geçtiler. Bu olay Ramazan ayı içinde olmuştu.

Ebû Süfyan, Müslümanlar'in saldıracağı korkusu ile Cüheyne'lilerin yanına geldi ve Müslümanlar'in gelip gelmediğim sor­du. Onlarda, gidip geri dönen iki binekli olduğunu, kervanı sorduk­larını anlattılar. Bunu duyan Ebû Süfyan, "onların bineklerinin gübre­lerinden bir parça alıp bir bakın dedi. Adamları deve dışkısından ge­tirip onu ezdiler. İçinden hurma çekirdeği çıkınca Ebû Süfyan: "İşte bu Medine'lilerin hayvanlarına verdiği yemdir" diye bağırdı.

Sonra sür'atle Mekke'ye doğru yola çıktı. Ğıfar oğullarından Damdam b. Amr denen adamı da önden Kureyş'e göndererek "derhal bizi karşılamak için yola çıkın, kervanı Muhammed ve ashabından ko­ruyun" diye haber saldı.

Atike bin. Abdil'l Muttalib, Dam'dam'ın Mekke'ye gelişinden önce bir rüya görmüş [ve bu rüyasını anlatmış idi. Kendisi Peygamber (s.a.v.)'in halası olup Mekke'de oturuyordu. Gördüğü rüyadan kendisi de korkmuş ve kardeşi Abbas b. Abdi'I Muttalib'e aynı gece haber salmış idi. Abbas gelince, "Ben bu gece bir rüya gördüm ve korkuya kapıldım. Hatta bu rüyadan anladığım kadar senin kavmiyin helak olacağindanda korkuyorum" dedi. "Ne gördün?" deyince, "Bu rüyayı kimseye anlatmayacağına dair bana söz verde öyle... Zîra Kureyş bu rüyayı bir duyacak olursa bize eziyet ettikleri gibi hoşumuza gitmeye­cek sözleri de bize zorla duyururlar," dedi.

Abbas da söz verince dedi ki: "Rüyamda binekli bir adamın hay­vanının üzerinde Mekke'nin yukarısından olanca sesiyle "Ey Gudür oğulları! İki ya da üç gece içinde yola çıkın!" diye bağırarak geldiğini gördüm. Sonra bağırarak hayvanının üzerinde Ka'be'ye girdi. Orada da üç kere bağırdı. Kadın, erkek, çoluk çocuk ona doğru geldiler. Müthiş bir panik içindeydiler. Sonra birden bire adamı yine bineğinin üzerin­de Ka'be'nin damında üç kere bağırırken gördüm. "Yâ Âli ğudur, yâ Âli fucûr! iki üç gün içinde yola çıkın!" diyordu. Sonra birden bire adamı Ebû Kubeys dağı üzerinde görüyorum. Orada da "Yâ Âli ğudur. Yâ Âli fucûr" diye bağırıyordu. Öyle ki iki Ahşeb dağı arasında kalan herkes onu duydu.

Sonra adam, oradaki koskoca bir kayaya doğru yürüdü. Kayayı ye­rinden söküp Mekke halkı üzerine fırlattı. Kaya büyük bir gürültüyle aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Dağın dibine inince kaya parça­landı. Ben bu kaya parçalarından her birinin, bir Mekke'linin evine girdiğini girmedik yer bırakmadığını gördüm. Bu yüzden senin kavmiyin basma birşey gelecek diye korktum.

Abbas'ta rüyayı duyunca ürperdi. Sonra Atike'nin yanından çıkarak gitti. Gecenin sonuna doğru Velîd b. Utbe b. Rabî'a'ya rastlayıp -eskiden beri çok samimi oldukları için- Atike'nin rüyasınla ona anlatıp "ama bu rüyayı sakın kimseye anlatma" diye tenbihte bulundu. Velîd'de bu rüyayı babası Utbe'ye anlattı. Utbe hemen kardeşi Şeybe'ye anlattı, derken bu rüya dilden dile dolaşıp hemen Ebû Cehl'in kulağına ulaştı. Mekke'de rüyayı duymayan kalmadı.

Sabahleyin Abbas tavaf yapmak üzere Ka'be'ye gitti. Mescid-i Haram'a girince orada bir gurub adamın arasında Ebû Cehil, Rabi'a'mn oğulları Utbe ve Şeybe, Ümeyye, Übey b. Halef, Zem'a b. el-Esved ve Ebû'l Buhterî ile karşılaştı, onlar birbirleriyle konuşuyorlardı. Abbas'ı görünce Ebû Cehil, "Yâ Ebe'l Fazl! Tavafını tamamlayınca biraz yanı­mıza gelsen" diye seslendi.

Abbas tavafını bitirince gelip yanlarına oturdu. Ebû Cehil atılıp; "Atike'nin gördüğü rüya da neyin nesi?" dedi. Abbas'ta, "Atike bir şey görmüş değil" dedi. Ebû Cehil, "Bire Haşimoğulları erkeklerin söyle­diği yalana kani oldunuz, şimdi de bize Haşimoğulları kadınlarının yalanlarını mı getiriyorsunuz.? Sizinle biz yarış atlarına benziyoruz. Oldum olası şeref yarışını biz kazandık. Şimdi kervan başbaşa berabe­re kalınca siz, "bizde peygamber var" deyip çıktınız. Artık geriye söy­leyecek sözünüz kalmayınca "bizde kadın peygamber de var" deyip çıktınız." diye sataşıp, Abbas'a şiddetle hakaret etti. Ebû Cehil devam­la:

Atike'nin iddiasına göre bu binekli adam "iki yada üçgün içinde yola çıkın" diyormuş. Bu üçgün geçince Kureyş sizin yalanınızı an­lamış olacak. İşte o zaman biz defterimize; "Siz, Arab toplumu içinde kadın ve erkeği en yalancı olanlarsınız" diye, sicilinizi işleyeceğiz.

Ey Kusay'ın torunları (Haşimîler), Ka'be hizmetinden olan Ka'be örtüsü örtmenin, hacıları sulamanın, Nedve meclisinde bulunmanın, topluca hac yemeği vermenin, bayrak tutmanın faziletlerini elden çı~ karıpta şimdi bize karşı övünebilecek, kendinizden bir peygamber mi getiriyorsunuz, dedi.

Buna karşılık Abbas'ta; "Sen susacakmısm! Yalancılık sana ve se­nin ailene ait bir özellik." dedi. Orada bulunanlar durumu yatıştırmak için, "Yâ Ebû'l Fazl! Sen cahil biri değilsin, yalancı da değilsin," de­diler.

Abbas, Atike'nin rüyasını yaydığı için çok bela ve işkenceye maruz kaldı. Atike'nin rüyasından üç gece sonra, Ebû Süfyan'ın imdat için önden gönderdiği adamları geldiler. Bu Damdam b. Amr el-Ğıfârî idi. Bu adam bağırarak:

Ey Galib b. Fihr oğullan! Harbe koşun! Muhammed ile Medine halkı Ebû Süfyan'ın önünü kesmek için yola çıkmışlar. Kervanınızı koruyunuz, dedi. Bunu duyan Kureyşliler müthiş bir sarsıntı geçirerek Atike'nin rüyasının gerçekleşeceği korkusuna düştüler.

Abbas'ta: Siz şöyle şöyle iddia edip, Atike'yi yalanlamıştınız, dedi. Kureyş böylece her şeye (güçlüye ve zayıfa) söz dinletmeye kalkıştı.][122]

Ebû Cehil, "Muhammed şimdi de Nahle'de elde ettiği gibi kervanı yine alacağmımı soruyor? Yakında, Kervanımızı koruyabiliyormuyuz koruyamıyormuyuz anlayacak" dedi.

Kureyş, dokuz yüz elli kişilik savaşçı ile yola çıktı. Yüz tane at getirdiler. Gitmek istemeyenlerin de yakasını bırakmadılar. Abbas b. Abdi'l Muttalib, Nevfel b. el-Hâris, Talib b. Ebî Taîib ve kardeşi Akîl b. Ebî Talib'i zorla getirip Cuhfe'ye kadar geldiler. Orada bir yatsı vakti, sularını içip su ihtiyaçlarını gidermek için konakladılar.

Aralarında Muttalib b. Abdi-menâf oğullarından Cüheym b. es-Salt b. Mahrame el-Muttalîbî denen birisi vardı. Bu Cüheym, yatmak için başını yere koyar koymaz uyumuş, sonra birden bire irkilerek uyanmış ve yanındakilere: "Şu başucuma az önce dikilen süvariyi gördünüz mü?" diye sormuş yanındakilerde; "hayır! Sen delisin galiba" demiş­lerdi. O zaman o da, "bu süvari başucuma dikilip, "Ebû Cehil öldü, Utbe öldü, Şeybe öldü, Zem'a, Ebû'l Bahterî ve Umeyye b. Halef öl­dü,11 diyerek bir sürü adamın adını saydı," dedi. Arkadaşları da, "şey­tan seninle oynamış" dediler.

Bu herifin sözü Ebû Cehil'e ulaştırılınca kızıp; "Haşim oğullarının yalanına şimdi birde Muttalib oğullarının yalanımmı eklediniz, yarın kimin öldürüleceğini göreceksiniz" dedi.

Allah Rasûlü Şam'dan, Ebû Süfyan idaresinde Mekke'ye doğru gel­mekte olan kervanı yakalamak üzere harekete geçti. Bedre doğru gi­derken, Dinar oğulları Cılga'smdan[123] yol aldı. Geri dönerken ise "Seniyyetü'l Veda" üzerinden dönmüştü. Üçyüz on üç kişi ile yola çık­mıştı. Ashabından çoğu -harp gayesi olmadığı için- bu seferden geri kalıp durumun ne göstereceğini beklemekteydiler. Allah'ın İslâm dini­ne ilk izzet verdiği vak'a bu Bedir seferi olmuştu.

Medine'ye gelişinin on sekizinci ayı başlarında bir Ramazan içinde yola çıkmıştı. Beraberinde Müslümanlar vardı ve sadece kervanı ele geçirmek istiyorlardı. Müslümanlar binek yönünden hiçde güçlü de­ğildi.  Onlar  sadece  su  çeken develere  nöbetleşerek  biniyorlardı.

Rasûlüllah'ın nevbet arkadaşı, Ali b. Ebî Talib ile Hamza'nın anlaşma­lısı Mersed b. Ebî Mersed el-Ğanevî idi. Üç kişiye ancak tek deve düşüyordu.

Yola devam edip Ravha yakınlarında "Irkı Zubye" denen yere ka­dar geldiklerinde Tihame tarafından gelen bir adam rastladı. Ona Ebû Süfyan'ı sorduklarında, "Ona dair bir bilgim yok" dedi. Ona; "Allah Rasûlüne varda selam ver" dediler. O, "İçinizde Rasûlüllah'damı var?" dedi. Ashab, "evet" diyerek Efendimizi gösterdiler. Adam Efendimize, "Sen Allah'ın Peygamberimisin?" dedi. "Evet" buyurunca adam da, "Eğer sen Peygambersen, şu devemin karnındaki yavrunun ne olduğu­nu söyle" dedi. Bunu duyan Seleme b. Selâme b. Vakş el-Ensarî müt­hiş öfkelendi ve, "ne olacak sen deven ile zina ettin de senden gebe kaldı" dedi. Fakat Rasûlüllah Seleme'nin bu kaba lafını hiç hoşlanmayıp yüzünü ondan çevirdi.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) yoluna devam edip gitti. Ne haber ula­şıyor ve nede Kureyşten bir kimseye rastlıyordu. Rasûlü Ekrem, "Ne­reye doğru gittiğimizi, nerde olduğumuzu bana bir bilen bulun" buyu­runca Ebû Bekir, "Yâ Rasûlellah, bu arazinin coğrafyasını en iyi bilen benim, bize Adiy b. Ebî-z Zağbâ! Kervanın falanca vadide olduğunu bildirmişti" dedi. Allah "bana fikrinizi söyleyin" deyince," Ömer (r.a.)'de: "Yâ Rasûlellah! İşte onlar Kureyşliler olsa gerek, vallahi on­lar öyle bir toplumki, Allah kendilerine İzzet verdiği günden bu yana hiçbir zaman zelil olmamış, kâfir olalıdan beride Müslüman olmadılar. Vallahi kesinlikle seninle harbedecekler, buna hazır ol!" dedi.

Bunun üzerine Allah Rasûlü tekrar, "bana görüşlerinizi bildirir" bu­yurdu.

Mikdâd b. Amr Biz Mûsâ (a.s.)'ın kavmi gibi sana "Sen ve Rabbin gidip çarpışın, biz şurada oturacağız" demeyeceğiz. Lakin biz, "sen ve Rabbin gidip çarpışın bizde sizi takib edeceğiz" diyoruz" dedi. Al­lah Rasûlü yine, "bana görüşlerinizi söyleyin" buyurdu.

Sa'd b. Muâz (r.a.) Peygamber (s.a.v.)'in herkesle istişare etmek is­tediğini görünce Rasûlü Ekrem'in, belkide kendisi ile yola çıkma­yacakları ve kendi arzu ettiği hedefe birlikte yönelmek istemeyecek­leri korkusu ile Medine ensarını bu şekilde konuşturup fikirlerini al­dığını zannederek; "Yâ Rasûlellah! Herhalde sen Ensarın seninle bir­likte bu işi paylaşmayacakları, böyle bir şeyin kendilerine ait bir vazi­fe olmadığı kanaatini taşıdıklarından çekmiyorsun. Ve Ensarın Mek-kelileri sadece evlerinde, evlatları ve hanımları ile oturup uzaktan düşman saydıkları kanaatindesin. Ben Ensar adına konuşup onlar na­mına bu duruma cevap vereceğim:

- Sen nereye dilersen hayvanını oraya sor, dilediğin iplerini ula (ak­rabalık bağl kur), dilediğin kadar malımızdan al, bizede dilediğin ka­darını ver. Senin bizden aldığın mal, bize bıraktığından daha se­vimlidir. Vallahi sen Yemendeki "Berk-i Ğımâd"a kadar gitsen ke­sinlikle bizde seninle geliyoruz, dedi. Sa'd bu sözü söyleyince Allah Rasûlü (s.a.v.):

-  Haydi Allah c.c 'nün adıyla yürüyün! Zira bana Kureyş'in katle­dileceği yer gösterildi, buyurarak Bedre doğru yürüdü.

Ebû Süfyan biraz dinlenip develerni topladı ve Sahil yolunu tuttu. Böylece Bedir'de kıstırılmaktan kurtulduğunu anlayınca Kureyşlilere "geriye dönün, kervan kurtuldu, siz savaşa değil kervanı korumaya gelmiştiniz" diye haber saldı. Haber Kureyş'e Cuhfe'de ulaşmıştı. Ebû Cehil, "Vallahi Bedre gidip orada eğleşmeden geriye dönmeyeceğiz. Orada bizimle gelen Arablarla yemek yiyeceğiz. Böylece hiçbir Arab bizimle savaşa cesaret edemeyecek" dedi. Bu durum el-Ahnes b. Şarîk'ın hoşuna gitmedi ve geriye dönmeyi tavsiye etti. Lakin Kureyş

onu dinlemeyip diretti. Kendilerini cahiliyye böbürlenmesi aldatmıştı. Ahnes durumu Zühre oğullarına anlatınca onlar dinleyip geri döndü. Bu yüzden Benî Zühre'den Bedir harbine katılan hiç kimse olmadı. Haşim oğullarıda bunlarla geri dönmek istediysede Ebû Cehil onlara engel oldu ve "Vallahi bu gurup biz dönmeden geri dönemez" dedi.

Yatsı vakti Allah Rasûlü Bedr'in bir ucunda konakladı. Sonra Ali b. Ebî Talib, Zübeyr b. el-Avvâm ve Benî Saideli Besbes ile bir gurubu haber almak için yolladı, ve: "Şu Bedir'in yanındaki çalılığa kadar gidin. Zira ben bu çalılığın arkasındaki kuyuda hayrı bulacağınızı ümit ediyorum" buyurdu. Onlarda kılıçların kuşanıp gittiler. Oraya varınca Kureyşe su taşıyan sucularla kuyu başında karşılaştılar. Orada iki deli­kanlıyı yakalayarak Kervan hakkında sorguladılar. Diğerleri kaçıp kurtuldu. Ama bunlar Kureyş'ten bahsettiler. Bunun üzerine onları döğdüler. Onları Peygambere getirdiler. Nebi (s.a.v.) çadırında idi. Ashab bu iki kaleyi Ebû Süfyan'm adamları sanıp habire kervanı soru­yor, onlarda Kureyş'i anlatıp kimlerin harbe geldiğini kimlerin yönetti­ğini söylüyorlardı. Ashab ise kervan haberi almak istediği için Kureyş haberi hoşlarına gitmiyordu.

O esnada Rasûl-ü Ekrem ayakta namazda olup, konuşulanları işiti­yor ve iki köleye yapılan muameleyi görüyordu. Köleler sopayı yeyince, tıpkı Kur'an'daki Enfal suresi 42'ci âyetinde haber verildiği gibi haber verip, "Evet, İşte Ebû Süfyan ve kervan şurada" diyorlardı. Böyle deyince dövülmüyorlar, ama Kureyş geldi deyince "yalan" di­yerek sopa yiyorlardı.

[Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) arkadaşlarının bu iki köleye yaptıklarını görünce selam verip namazım bitirdi ve: "Bunlar size ne haber veri­yorlar?" diye sordu. "Kureyşlilerin geldiğini söylüyorlar" dediler. Ne­bi (s.a.v.): "bunlar doğru söylüyorlar, vallahi siz onlar doğruyu söyleyince dövüyor, yalan söylediklerinde serbest bırakıyorsunuz. Kureyş, kervanlarını korumak ve sizede korku verebilmek için yola çıktı." bu­yurdu, sonrada bu iki köleyi çağırıp onları sorguladı. Onlar Kureyş'ten haber verip, "ama bizim Ebû Süfyan ve kervan hakkında bir bilgimiz yok" dediler. Nebî (s.a.v.) onlara:

"Onlar kaç kişiler?" diye sordu. "Bilmiyoruz ama vallahi pek çoklar" diye cevap verdiler.

Ravilerin iddialarına göre Allah Rasûlü onlara;

"Onlara dün kim yemek verdi?" diye sorunca, "Kureyşten falanca" diye adını verdiler. Efendimiz

"Onlara kaç deve kesti?" buyurdu. Onlar'da, "on tane deve kesti" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.): Peki onlara evelki gün kim ye­mek yaptı?" buyuranca, Kureyşten bir başka adamın ismini verdiler. "Peki o kaç deve kesmişti?" diye sorunca onlar; "dokuz" dediler. De­nildiğine göre bunu duyan Allah Rasûlü; "öyleyse topluluk dokuzyüz ile bin kişi arasında olsalar gerek" buyurdu. Bir gün on, bir gün dokuz kesmelerini göz önüne alarak, bu sayıya ulaşmıştı.

Denildiğine göre ilk yüz Kureyş'liye, Mekke'den çıktıklarında Ebû Cehil yemek vermiş. "Mer" denen yerde on deve kesmişti. Sonra Umeyye b. Halef, Usfan'da dokuz deve kesti. Kudeyd'e geldiklerinde Süheyl b. Amr on deve kesti.

Oradan Deniz tarafında bulunan kuyulara doğru gittiler ve orada bir gün eğleştiler. Şeybe onlara dokuz deve kesti. Cuhfe'ye geldiklerinde Utbe b. Rabî'a on deve kesti. Sonra Ebvâ'ya geldiler. Orada Haccac'm oğullan Nübeyh ve Münebbih -bir görüşe göre Abbas- on deve kesti.

Sonra Âmir b. Nevfel dokuz tane kesti. Bedir kuyularına geldiklerindede Ebû'l Bahterî on deve kesti. Yine orada Mikyes el-Cümahî dokuz tane kesti. Sonra Harb meşguliyeti olunca hazır azıklardan yediler.

Rasûlüllah (s.a.v.) orada konaklayınca; "Harb için nerede konaklamamız gerektiği hu­susunda bana görüşlerinizi bildirin!" buyurdu.]

Ensar'dan Hubâb b. el-Münzir es-Selemî ayağa kalkıp, "Yâ Rasûlellah, ben Bedir mıntıkasını da, su kuyularını da en iyi bilen bi­riyim. Eğer uygun görürseniz bu kuyuların içerisinde benim iyi bil­diğim suyu hem tatlı hem bol olan bir kuyu var, onun yanına gidip konaklayalım. Oraya Kureyşten önce varalım ve diğer kuyuların içini taş ve kumla dolduralım" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) da:

Haydi harekete geçin. Zîra Allah (c.c.) kesinlikle size iki taifeden biri(nin sizin olacağı)m va'detmiştir" buyurdu.

İşte bu sırada şeytanın vesvesesiyle insanların kalbine bir korku düştü.

Müslümanlar Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir an önce suya ulaş­mak için harekete geçerken, Müşriklerde suya daha önce ulaşmak için acele ettiler.

O gece Allah (c.c.) o mıntıkaya bir yağmur yağdırdı ki, bu yağmur, müşrikler üzerine adeta bir tufan gibi bela olup, yol almalarına engel olurken, Müslümanlara ise toprağın ve kumun üzerini ıslatıvererek, kardan ince bir çisenti halinde rahmete dönüşmüş ve Müslümanlar gece yarısı suyun başına müşriklerden önce ulaşmışlardı. Müslüman­lar hemen kuyuya inip onu genişletip etrafına büyük bir havuz yaparak su ile doldurdular. Böylece çok su elde ettiler. Sonra civardaki diğer kuyuları kapattılar.

 [Rasûlüllah (s.a.v.): "İnşaallah yarın onların yere serileceği meydan burası olacaktır." buyurdu. İşte Allah (c.c.) bu konuda; Enfal su­resi 11 rci âyeti olan

"Allah kendi katından, bir emniyet olmak üzere sizi hafif bir uyku ile bürüyüp, sizi temizle­mek, şeytanın verdiği vesveseyi kaldırmak, kalblerinizi bağlamak ve zafer için ayaklarınıza sebat vermek için, sizin üzerinize gökten yağmur indiriyordu." âyeti nazil olmuştu.]

Denilirki; Rasûlüllah (s.a.v.)'ın beraberinde sadece iki at vardı. Bi­rine Mus'ab b. Umeyr, diğerine Sa'd b. Hayseme biniyor, sonra nöbet değişip sıra birine Zübeyr b. Avvam'a diğerine Mikdâd'a geliyordu.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), ashabını havuzun etrafında harb için saf bağlattı. Denildiğine göre, Müşrikler uzaktan görününce Rasûlüllah

"Allah'ım! İşte Kureyş! Böbürlenerek, kibirlenerek, sana düşmanlık ederek, Pey­gamberini yalanlayarak geliyor" buyurdu. Ebû Bekr'in koluna yapı­şarak

"Allah'ım! Ben, söz verdiğin zaferi istiyo­rum" diyordu. Ebû Bekir'de; "Müjdele Yâ Rasûlellah! Nefsim elinde olan Zata yemin olsun ki, Allah va'dini gerçekleştirecek, sana verdiği sözü tutacaktır" dedi.

İşte o anda Müslümanlar'da Allah'tan zafer ve yardım istediler. Al­lah (c.c.) de Peygamber'inin ve inananların duasını kabul etti.

Müşrikler'de gelip harbe hazırlandılar. Beraberlerinde, Suraka b. Cu'şum el-Müdlicî suretine bürünen şeytan da vardı. Müşriklere, "Benim arkam sıra Kinâne oğulları da size yardıma geliyor, artık sizi bu gün yenebilecek kimse yoktur" diyordu. [Allah (c.c.) burada:

"(Ey iman edenler) sakın, yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah'ın yolundan sapıttırmak için uğ­raşanlar gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır." (Enfal; 47) âyeti ile bundan sonraki âyetler gelir. Müşriklerin içeri­sinde olup îslâm olduklarını söyleyip Müşrikler tarafından zorla harbe getirilen bir gurup insan orada Muhammed (s.a.v.) ile arkadaşlarının sayısının azlığını görünce "yahu meğer bunları dinleri aldatmış" deyi­verip imandan döndüler. İşte Allah bunlar hakkında: (Enfal; 49)

Hani Münafıklarla, kalblerinde -iman- hastalığı bulunanlar; "bunları dinleri aldattı" diyorlardı. Kim Allah'a tevekkül ederse, -bilsinki- Allah kesinlikle izzet sahibi ve hakimdir" âyetini indirdi.

Hâkim b. Hizam kalkıp Utbe b. Rabî'a'mn yanma geldi ve ona: "Yaşadığın müddetçe Kureyşin lideri olmak ister misin?" dedi. Utbe "evet yapacağım, ne imiş bu?" dedi. Hakîm'de, "öyleyse insanlar ara­sında korumaya alacağım, İbnü'l Hadramî'nin kan bedelini karşı­layacağını ve Muhammed'in bu kervandan ele geçirebileceği şeyleri de ödeyeceğini ilan et. Çünkü bunlar Muhammed'den, bu kervan ve İbnü'l Hadramî'nin fidyesi dışında istedikleri birşey yok." dedi.

Bunu duyan Utbe, "Evet, evet, bunları yaptım gitti. Ne güzel söyle­din! Haydi sen kendi aşiretine git ve benim bunları ödeyeceğimi, söy­le" dedi. Hâkim'de kalkıp Kureyş eşrafı arasında bu sözleri yaymaya başladı.

Utbe, kendisine ait bir deveye bindi ve Müşrik safları arasında do­laşıp onlara: "Yâ Kavm, benim sözümü dinleyin de şu Muhammed'i bırakın. Eğer O yalancı ise, bırakın onu başka Araplar öldürüp, bu cürmü onlar üstlensin. Çünkü onlar arasında sizinle çok yakın akraba olan kimseler var. Hem Onu siz öldürecek olursanız, daima biriniz kardeşinin, oğlunun, yeğeninin yada amca oğlunun katili ile yüz yüze geleceksiniz. İşte bu durum kin ve öfke meydana getirecektir. Eğer bu adam Kıral ise, siz kardeşinizin mülkünde olmuş olursunuz. Eğer o, Peygamber ise, Peygamberi öldüremeyeceksiniz ve birde bu yüzden sövülüp sayılacaksınız. Hem kendinizden kaç kişi öldürülmüşse o kadarda onlardan adam öldürmeden onları yenemeyeceksiniz. Hem yenilginin onların olup, sizin yeneceğinize güvenim de yok. Siz beni dinleyin! Sizin Müslümanlardan, îbnü'l Hadramînin kan bedeli ile önce ele geçirdikleri kervanınızın geri verilmesi dışında bir isteğiniz yok. Bunları da ben ödemeye söz veriyorum," dedi.

Onun bu konuşması Ebû Cehl'i kıskandırdı ve Allah'a yemin ede­rek onun dediğini reddedip burada çarpışacağını söyledi. O zaman Müşriklerin lideri Utbe b. Rabî'a idi.

Ebû Cehil öldürülenin kardeşi olan İbnü'l Hadramiye geldi ve: "Şu Utbe'ye bak! İnsanları gevşetmeye uğraşıyor. Kardeşiyin kan bedelini ödeyeceğini söylüyor. Sen bunu kabul etmekten utanmıyacak-mısmız?" dedi.

Ardından Kureyş'lilere: "Utbe, kesinlikle sizin bu adama ve berabe-rindekilere yardım edeceğinizi anlamış durumda. Hem onlar arasında Utbe'nin oğlu ve amca çocukları var. Bu herif sizin salahınızı istemi­yor." diyerek Utbeye döndü ve: "Senin korkudan ciğerin şişmiş" deyip kadınlara   da  daha  önce   Müslümanların   öldürdüğü  Amr  b.   el-Hadrami'ye ağıt tutmalarını emretti. Kadınlar hep birden, "Vâh Amr, vâh Amr; diye bağırıp çağırarak insanları harbe kızıştırdılar.

Bir takım adamlar kalkıp, Kureyşe böyle bir şeyin ar ve utanç ola­cağını, rezillik ve rüsvaylık olduğunu öne sürdüler. Böylece Kureyş harbe katılma kararı alarak harp safı bağladı.

(Söylendiğine göre Nebî (s.a.v.) Utbe'ye bakarak, "Eğer şu kavmin içinde hayır varsa, o da şu kızıl devenin sahibindedir, eğer onu dinler­lerse kurtulurlar" buyurmuştu.)

Utbe, Ebû Cehl'in sözüne kızıp, "bu gün kimin ciğeri şişeceğini sende görecek ve hangi teklif doğruymuş o zaman anlayacaksın" dedi.

Kureyş, harp düzenini tamamlayınca Umeyr b. Vehb'e "Git de Muhammed ile ashabının kaç kişi olduğunu bir tahmin et de gel" dedi­ler. Umeyr atına binip Rasûlüllah ve ashabın etrafını dolaşıp geldi ve, "onların üç yüzden biraz fazla veya biraz az olduğunu sanıyorum. Sa­nırım yetmiş kadarda develeri var. Lakin beni biraz bekleyin de, onla­ra imdad geliyormu, yada gizli bir takviye güçleri varını? bakıp gele­yim," deyip onların etrafında dolaştı. Kureyşte onunla birlikte süvarilerini yolladılar. Bunlar Müslümanların etrafında dolaşıp geri geldiler ve "ne imdad geliyor nede gizli takviye gücü var. Onlar ke­silmiş deve yiyeceği, yenmiş sayılan yemekten ibaret bir gurup" dedi­ler.

Umeyr'e, "haydi Kureyş'in arasına dalda onları harbe kızıştır" dedi­ler. Umeyr saflara dalıp yüz tane atlı süvari getirdi.

Rasûlüllah (s.a.v.) yaslanmış ve ashabına; "Ben izin vermedikçe çarpışmayın" buyurdu. Sonra kendisini hafif bir uyku bürüdü. Ashab birbirine bakmaya başladı. Ebû Bekir (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Kureyş iyice yaklaştı, nerdeyse bizi ele geçirecek" deyince Allah Rasûlü uyandı, Allah(cc) Ona Müşrikleri az göstermişti. Müslümanları da kâ­firlere az göstermişti. Hatta onlar Müslümanları yakalayıvereceği ka­naatine kapıldılar.

Eğer Ona onların sayısını çok gösterseydi, dağılıp harp konusunda ihtilafa düşeceklerdi. Nitekim Allah Kur'an'da bunu böyle açıklamıştı. Rasûlüllah ve ashabında sadece iki at vardı. Birisi Ebû Mersed eî-Ganevîye diğeri de Mikdâd b. Amr'a aitti.

Rasûlü Ekrem ashabının arasında durup: "bu gün şehid olana Al­lah'ın Cenneti vacib kıldığını" haber verip nasihat etti.

O sırada hamur yoğurmakta olan Umeyr b. Hümâm (r.a.) Rasûlüllah'ın sözünü duyunca ayağa kalktı ve: "Yâ Rasûlellah! Eğer şehid olursam bana Cennet var mı?" dedi. Nebî (s.a.v.); "evet" buyu-runca orada Allah düşmanlarına saldırıp şehid oldu. Harpte öldürülen ilk şehid o olmuştu.

Sonra Müşriklerden El-Esved b. Abdi'l Esed el~Mahzûmî, ilahla­rına yemin ederek mutlaka Muhammed'in yaptığı havuzdan su içip sonrada onu yıkacağını söyleyerek havuza doğru saldırdı. Havuza yaklaşınca Hz. Hamza (r.a.) onun önüne geçip kılıcı ile ayağına vurup kesti. Buna rağmen sürünerek kendini havuzun içine attı. Havuzun bir kenarı yıkıldı. Hamza (r.a.) atılıp onu orada öldürdü.

El-Esved öldürülünce, Utbe b. Rabî'a Ebû Cehil'in söylediği şeyleri hatırlayıp, cahiliyye hamiyeti ile devesinden inerek; "benimle ikili düello yapabilecek biri varmı?" diye bağırdı ve "vallahi Ebû Cehil şimdi hangimizin daha korkak ve daha alçak olduğunu anlayacak" dedi. Kardeşi Şeybe ile oğlu Velîd'de gelip ona katıldı. Onlarda, düel­lo etmek için adam istediler.

Onların isteğine Ensar'dan üç kişi ileri atıldı. Nebî (s.a.v.) Ensarlıların ortaya çıkmasından dolayı biraz utanır gibi oldu. Çünkü bu savaş Müslümanların kafirlerle ilk çarpişmasıydı. Allah Rasûlü de onlarla beraberdi. Peygamberimiz bu cesareti gösterenlerin kendi amcaoğullan (yani Muhacirler) olmasını arzu ediyordu. Bunun için onlara; "Siz safınıza dönün. Onlara karşı amcaoğulları kalksın" dedi. Bunun üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ubeyde b. Haris b. el-Muttalib meydana çıktılar. Hamza Utbe ile, Ubeyde Şeybe ile, Ali'de Velîd ile düelloya girişti. Hamza hemen Utbe'yi kılıçtan geçirdi. Ubeyde Şeybeyi öldürdü, Ali de Velîd'i öldürdü. Şeybe bir kılıç dar­besiyle Ubeyde'nin ayağını kesmişti. Onu tehlikeli durumdan Hamza ile Ali kurtardı. Ubeyde Bedir'den dönüşte Safrâ'da öldü.

Bu hususta Utbe'nin kızı Hind şu şiirleri söyledi:

1- Ey gözlerim!, gözyaşlarımı pınar gibi cömertçe akıt, akıt hiç dö­nüp gelmeyecek olan, Hmdif lakablı "Leylâ binti Hulvan" in en ha­yırlılarına ağla.

2- Onu bir kuşluk zamanı, kendi kavmi olan Haşimoğulları ile Muttaliboğullari yardımlaşmaya çağırmıştı.

3- Ona önce kılıçlarının acısını tattırdılar, vurulduktan sonra da, ona tekrar tekrar yediriyorlar.

İşte Hind b. Âtike; "Eğer bir gün gücüm yeterse kesinlikle Hamza'nın ciğerim yiyeceğim" diye yemin etmişti. Bu üç kişi iki or­dunun çarpışmaya başlamasından önce öldürülmüşlerdi. Müslümanlar o gün harbin gelip çattığını görünce Allah'a yüksek sesle yalvararak  zafer dilediler. Allah Rasûlü ellerini Allah'a açarak Onun söz verdiği şeyin gerçekleşmesini ve zafer vermesini isteyerek:

"Allah'ım! Bu imanlı top­luluğa bunlar galib gelirse, şirk yayılıp, senin dinin ayakta kal­mayacaktır" diyordu. Ebû Bekir'de, "Yâ Rasûlellah! Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Allah sana kesinlikle zafer verecek ve yü­zünü ak çıkartacaktır" diyordu. Allah (c.c.) meleklerden bir orduyu düşmana karşı destek olarak yolladı. Allah Rasûlü de;

"Müjde ya Ebû Bekir! Allah zaferini indirdi. Zîra ben Cibril (a.s.)'i başını sarmış, sema ile yer yüzü arasında bir atı sü­rüp gelirken gördüm. Yere inince üzerine bindi. Sonra bana bir saat görünmedi. Sonra geri geldiğinde yan taraflarını tozlanmış olarak gördüm" buyurdu.

Ebû Cehilde, "Allah'ım! Şu iki dinden hangisi hayırlıysa ona yar­dım et. Allah'ım! Bizim dinimiz daha eski, Muhammed'in diniyse da­ha yeni" diyordu. Şeytan Melekleri görünce ökçesi üzerine geri dönüp kaçtı ve avanesine yardım sözünden de vazgeçti.

Allah (c.c.) Meleklerine vahyederek, kendi emrini bildirdi, kendi zatının onlarla olduğunu söyleyip, Allah Rasûlüne ve Mü'minlere yar­dım etmelerini emretti.

Allah Rasûlü (s.a.v.) bir avuç çakıl alıp onu müşriklerin yüzlerine fırlattı. Allah (c.c.) bu taşlara muazzam bir güç verdi ve Müşriklerden gözüne çakıl kaçmayan kimse kalmadı. Müslümanlar, onları Allah(cc) ve meleklerin yardımıyla öldürmeye başladı. Melekler onları öldürüp esir alıyordu. Müşrik gurublannın hepside yüzlerini ovuşturmakla meşgullerdi, gözlerindeki tozu nerede   çıkarıp onu iyileştireceklerini bilemiyorlardı.

Harb başlamadan önce Allah Rasûlü Müslümanlara, "Eğer galib gelecek olursanız, Abbas'ı, Akîl'i, Nevfel b. el-Haris'i ve Ebû'l Buhteri'yi diğerlerinin arasında bulunca öldürmeyeceksiniz" buyur­muştu.

Harb esnasında Rasülüllah (s.a.v.)'ın Öldürülmesini yasakladığı kimselerde diğer Müşriklerle beraber esir alınmış idi. Sadece Ebû'l-Bahteri hariç kaldı. Zîra o esir olmayı reddetmiş idi. Kendisine "eğer esir olmayı kabul ederse, Rasûlüllah'm kendisinin öldürülmesini ya­sakladığı" haber verildiysede o bunu reddetmişti.

Bir kısım alimler Ebû'l Buhteri'yi öldürenin Ebû'l-Yûsr olduğunu söylerken ekseri alimlerde bunu reddedip "Onu öldürenin el-Mücezzir olduğunu söylerler. Kimine görede Ebu Dâvûd el-Mazînî öldürmüş ve kılıcını soyup almıştı. Bu kılıcı, onun çocukları dinde iken, Ebûl-Bahteri'nin çocuklarından biri onlardan satın almıştır. Mücedler bu ko­nuda şu beyitleri söylüyor:

Buhteri'ye rastlarsan, ona yetim kalacakların haberini ver. Bir o kadarım da benim oğ­lumu müjdele.  ülmın bela olduğunu sanıyorum. Kargımı vurur ve ikiye biçerim. Sen Mücedlerin korktuğunu asla göremezsin.

Rivayete göre, Mücedlere beni esir alma diye yemin vermiş. O da "eğer esir olmayı kabul edersen Allah Rasûlü öldürülmeni yasakladı" demiş isede, Ebû'l Buhterî bunu reddedip kılıca sarılmış. Ensarh da ona saldırıp kılıcını iki gö'ksti arasına saplamış ve üzerine çullanıp öldürmüş.

Rasûlüllah (s.a.v.) harb sonrası ölülerin yanlarına gelip durmuş ve içlerinde Ebû Cehil olup olmadığını aramışsada onu bulamamıştı. Bu hal Peygamberin yüzünde bile belli oluyordu. Efendimiz;

"Allah'ım! Şu ümmetin fir'avununa karşı beni aciz bırakma" diye yalvardı. Bunun üzerine insanlar onu aramaya koyuldu.

İbni Mes'ûd Ebû Cehl'i yere serilmiş bir halde buldu. Onun olduğu yer ile harp meydanı arasında fazla bir mesafe yoktu. Ebû Cehil demir zırhlara bürünmüş, kılıcını bacağının altına koymuş, vücudunda yara bere görünmezsede, hiç bir organının da kıpırdamaya takati kalmamış, gözlerini yere dikmiş duruyordu.

Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) onu bu halde görünce, öldürmek için etra­fında dolandı. Ama onun kendine ansızın saldıracağından korkuyordu. Zîra Ebû Cehil demir zırh içinde idi. Ebû Cehli hareketsiz görünce, onun yaralandığım sanıp kılıcı ile vurmak istediysede, kılıcın demiri kesemeyeceği için bir faydası olmayacağı endişesine kapılıp, onun arka tarafından geldi. Onun kılıcının kabzesinden yakalayıp çekti.

O hâlâ musibete duçar olmuş bir vaziyetteydi. Abdullah, Ebû Cehl'in tolgasını arkaya bağlayan peçeyi kafasından çıkardı ve kılıçla boynuna vurdu. Başı Önüne düştü. O da Ebû Cehl'in üzerindeki harp malzemelerini aldı. Ebu Cehil'e bakınca, onda herhangi bir yaranın olmadığım, sadece boğazında, ellerinde ve omuzlarında değnek izi gibi bir morartı gördü. Nebî (s.a.v.)'ye gelip olayı anlattı. Nebî (s.a.v.) de:

"Bu Meleklerin sopa izi idi" buyurduktan sonra "Allah'ım! Bana verdiğin sözü gerçekleştirdin" dedi.

Kureyş mağlup ve bozguna uğramış halde Mekke'ye döndü. Onla­rın hezimet haberini Mekke'ye ilk ulaştıran, Hasan b. Gayiân'ın dedesi el-Haysûmân el-Ka'bî olmuştu. İnsanlar Ka'be'nin yanma toplanıp ona durumu ve gidenleri soruyorlardı. Ama Kureyş eşrafından kim soru­lursa, onun öldüğü haberini veriyordu.

O sırada bir gurub insanla Hıcr-i İsmail'de oturmakta olan Safvân b. Ümeyye: "Vallahi bu adamın hiçbir şeye aklı erdiği yok. Bunun kalbî korkudan uçmuş gitmiş. Bu herife birde beni sorun bakayım, sanıyorum benimde Öldüğümü söyleyecek" dedi. Onlarda Haysuman'a, "peki Safvân b. Ümeyye hakkında bir bilgin varını?" dediler. O da: "tabî, işte o şurada Hıcır'da oturuyor, ama ben onun babası Ümeyye b. Halefin öldürüldüğünü gördüm" dedi.

Sonra Kureyş'in hezimeti peşpeşe geldi. Allah (c.c.) Peygamberine ve Müslümanlara zafer nasib etmiş, Bedir hadisesiyle müşriklerin ve münafıkların kibirli boyunlarını zelil etmişti. Artık Medine'de Bedir vak'ası karşısında boynunu bükmeyen ne bir tek yahudî ve ne de mü­nafık kalmıştı.

İşte Bedir günü (Fürkan günü) ayırım günü olmuş, Allah şirk ile îmanın arasını o gün ayırmıştı.

Bu olaydan sonra Yahudiler: "Kesinlikle anladık ki, sıfatını Tevratta bulduğumuz Peygamber budur. Vallahi bu günden sonra harb için bir bayrak kaldırmaya görsün, kesinlikle galib gelecektir" dediler.

Mekke halkı ölüleri için her evde bir ay "yas" ilan ettiler. Kadınlar başlarındaki örtüleri parçalarlar, ölen bir adamın devesi veya atı getirilip kadınların arasında durdurulur, kadınlar da onun etrafında ağıt ya­karlar, sonra bunu bir örtüyle örterek, sokaklara çıkıp ağıt yakarlardı.

Müslümanlar1 in aldığı esirler arasında Ukbe b. Ebî Muayt dışında asılarak öldürülen olmamıştı. Onu'da Amr b. Avf oğullarının kardeşi olan Asım b. Ebî Sabit b. Ebî'l Eklah öldürmüştür. Ukbe onun kendine doğru geldiğini görünce Kureyşlilerden yardım dileyerek: "Ey Kureyşliler! Bunların arasında neden sadece ben öldürülüyorum?" dedi. Allah Rasûlü'de:

"Sen Allah'a ve Peygamberine olan düşmanlığın sebebiyle öldü­rüleceksin" buyurup, öldürüldü.

Sonra Allah Rasûlü Kureyş Müşriklerinin ölülerinin temizlenme emrini verdi. Onlarda oradaki bir kör kuyuya dolduruldular. Peygam­ber onlara la'net okuyup, ayakta durarak tek tek isimlerini söyleyerek onlara hitab etti. İçlerinde sadece Ümeyye b. Halef yoktu. Çünkü o çok şişman bir adam olup ölüsüde iyice şişmişti. Onu getirip aynı yere atmak istedilersede cesedi parçalaniverdi. Rasûlüllah (s.a.v.); "Onu olduğu yerde bırakın" buyurdu. Olduğu yere gömüldü. Peygamber (s.a.v.) onlara lanet ederek, "Rabbinizin size va'dettiği şeyi hak olarak bulabildiniz mi?" diye soruyordu.

Musa b. Ukbe, Nafı yolu ile Abdullah b. Ömer (r.a.)'in şöyle de­diğini anlatır:

- Ashab'dan bir kısmı, "Yâ Rasûlellah! Sen ölmüş olan insanlara da hitabmı ediyorsun?" deyince Nebî (s.a.v.): "Benim onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız" buyurdu.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) "Seniyyetü'l Veda' " üzerinden Medine'ye döndü.

Bu konuda, daha sonra Kur'andaki Enfal Sûresi indi. Allah orada, Rasûlüllah'ın Bedre hareket etmesinden hoşnud olmadıkları halde, bu çıkışta Allah'ın kendilerine nasıl bir ni'met bahşettiğini hatırlatarak, şöyle buyuruyordu:

5- Nitekim, Mü'minlerden bir kısmı hoşlanmadıkları halde, Rabbin seni bir hak uğruna evinden çıkarmıştı.

6- Seninle hak hususunda -açıklanmış olduğu halde- sanki göre göre ölüme sevk ediliyorlarmış gibi mücadele ediyorlar.

7- Hani Allah, iki guruptan birini, sizin olacak diye va'dedi-yordu. Siz ise -harp bakımından- gücü olmayan (kervan) in sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise kelimeleriyle Hakkı gerçekleştir­mek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyor.

8- Günahkârlar  istemesede  -Allah-  Hakkı  gerçekleştireceği Bâtıl'ida ibtal edeceği için -böyle irade etmiş- idi. (Enfal; 5, 6, 7, 8)

Sonra Musa b. Ukbe, bu sûreden Bedir harbi esnasında ve sonra i-nenleri -şöyle- anlatıyor:

Allah Peygamberinin ve Mü'minlerin duasını kabul ettiğini be­yanla:

9- Zaman Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz o da "ben peşpeşe bin melekle yardım ediyorum" diyerek duanızı kabul etmişti.   

10- Allah bunu sadece size bir müjde ve kalbleriniz tatmin olsun

diye böyle yaptı. Zafer yalnız Allah katından olur. Allah izzet ve hüküm sahibidir.

Allah bu gelecek iki âyeti, Kureyş'in yaklaşmakta olduğu haberi geldiği anda meydana gelebilecek moral bozukluğunu gidermek üzere, kendi katından bir rahmet olarak indirdiği uykuyu anlatarak şöyle bu­yurur:

 Hani size kendi katından bir emniyet olarak, size hafif bir uyku veriyor, gökten, kendisi ile te-mizlenebilmeniz ve şeytanın vesvesesini sizden kaldırması ve kalblerinizi sebata bağlaması ve ayaklarınızın -kumda- sağlam basması için üzerinize -hafif bir- yağmur yağdırıyordu.

Rabbin Meleklere, "kesinlikle ben sizinleyim, derhal Mü'minlere sebat verin. Yakında küfredenlerin kalbine korku atacağım, haydi vurun onların boyunlarına, vurun onların el ve ayak uçlarına" diye vahyetmişti.

Şu gelecek âyetle, ondan sonraki âyet, Allah bilir ya kâfirlerin kat­ledilmesi ve Rasûlüllah'ın yüzlerine attığı çakıl hususunda indi:

Onları siz Öldürmediniz, lâkin onları -esasen- Al­lah Öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, lâkin Allah attı. Mü'minlere kendi katından güzel bir imtihanla onları mübtelâ et­mek için -böyle yaptı.- Allah işiten ve görendir.

18- İşte bu böyledir. Allah kesinlikle kâfîrlerin hilelerini gevşetendir.

Onların fetih istemeleri ve Mü'minlerin duası hakkında da şu âyet indi:

 Ey kâfir]er) Eğer zafer istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Eğer (küfrün galip gelme isteğinden) vazgeçer­seniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yine (eski küfrünüzde inatla Allah ordusu ile harbe) dönerseniz, bizde döneriz. Kalabalık olsa bile sizin gurubunuz size hiçbir şekilde fayda veremez. Ve Allah kesinlikle Mü'minlerle beraberdir." (Enfal; 19)

Sonra Allah (c.c.) Enfal Süresindeki şu yedi âyetini indirdi:

20- Ey iman edenler, Allah" ve Peygamber'ine itaat edin, durup duruyorken sakın ondan yüz çevirmeyin

21- Duymadıkları halde "duyduk" diyenler gibi de olmayın.

22- Hayvanatın Allah katında e. şerlisi, kesinlikle aklını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.

23- Eğer Allah onlarda bi hayır olacağını bilseydi elbette onlara (da) duyururdu. (Hakkı Onlara duyursa bile, onlar (daima haktan) yüz çevirenler olara! yine döner giderlerdi.

24- Ey îman edenler! Sîzi Hayata ereceğiniz bir şeye davet e-dince, Allah ve Rasûlüne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kesinlikle kişi ile kalbi arasına girer. Ve sizler mutlaka Ona haşrolunacaksınız.

25- Sizden sadece zulmedenlere isabet etme(yip herkese isabet eyle)yen bir fitneden korkun! Bilinki Allah azabı şiddetli olandır.

26- Hatırlayınki, o vakit siz pek az olarak yeryüzünde zayıflar idiniz, İnsanların sizi kapmasından korkuyordunuz da, Allah sizi barındırdı, yardımıyla güçlendirdi ve size en temiz şeylerden rızıklar verdi, Tâki şükredesiniz.

Allah Bedir'de bulundukları yer hakkında da şu âyeti indirdi:

42- 0 zaman giz vadinin (Medine'ye) yakın bir tarafında, onlarda uzak tarafında, kervan da da­ha aşağınızda idi. Sözleşmiş olsaydınız (böyle bir araya gelemez) kesinlikle buluşma yeri hakkında ihtilaf ederdiniz. Lâkin işlemesi gerçekleşmiş bir emri icra etmek için. (böyle yaptı), Böylece helak olan kimse bir delille helak olsun, diri kalanda bir delil ile sağ kal­sın. Allah şüphesiz işiten ve bilendir.

Hani Allah onları sana rüyanda az gösteriyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi. Elbette darmadağın olacaktınız ve iş hakkında ihtilaf edecektiniz. Lakin Allah size selâmet verdi(de kurtuldunuz.) Çün­kü Allah göğüslerde bulunanı bilendir.

Onların muzzam saydıkları konuda da, Allah şunu indirdi;

45- Ey îman edenier! Bir müfrezeye denk gelince sebat edin. Allah'ı açıkça zikredin ki, fe­lah ümidiniz olsun.

46- Allah'a ve Rasûlüne itaat edin, sakın çekişmeyin, sonra darmadağın olup rüzgârınız (heybetiniz) gider. Sabredin! Şüphesiz Allah sabreden­lerledir.

47- Sakın!, çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak ve Allah'ın yolundan insanları menederek yurtlarından çıkanlar gibi olmayın. Allah onların yap­tıklarını kuşatmıştır.

48- O vakit şeytan, onların amellerini süsleyip (kendilerine güzel göstermiş) ve; "bugün insanlardan sizi yenebilecek kimse yoktur. Bende sizin destekçinizim" demişti. İki ordu, karşı karşıya gelip birbirine görününce, gerisin geriye ka­çıp, "ben sizlerden uzağım. Zîra ben sizin görmediklerinizi görü­yorum. Ben Allah'tan korkarım" deyiverdi. Allah'ın cezası çok çetindir. Allah Yarım imanlıların, -kâfirlerin çokluğunu görünce-dönekliğini de haber verdi.

 49- O zaman müna­fıklarla, kalblerinde maraz bulunanlar "şu Müslümanları dinleri yanılttı" dediler. Kim Allah'a tevekkül ederse Allah kesinlikle aziz ve hakîm'dir.

Allah Müşriklerin öldürülmesi hususunda şu dokuz âyeti indirdi.

50-  Melekleri,  gözle­rine ve yanlarına vura vura, kâfirleri öldürürken bir göreydin!

51- Bu (ceza) sizin kendi ellerinizle ön­ceden gönderdiğiniz azabdır. Ve Allah kesinlikle kullarına zul-medici değildir.

52- Tıpkı Fir'avn ailesi ve ondan öncekilerin halleri gibi. Allah'ın âyetleri sebebiyle kâfir oldular da, Allah onları günahları sebebiyle kıskıvrak yaka­lamıştır. Zîra Allah en büyük kuvvet sahibi ve cezası pek yaman olandır.

53- işte bu şudur: Allah kesinlikle bir kavme ihsan ettiği ni'nıeti değiştirecek değildir. Şüphesiz Allah gerçekten işiten ve bilendir.

54- Tıpkı Fir'avn hanedanı ve onlardan evvelkiler gibi. Hani onlar Rablerinin âyetlerini yalanladılar, bizde onları günahları yüzünden helak ettik, Fir'avn hanedanını da suda boğduk. Hepsi zalimlerdi.

55- Ajiah katında hayvanların en şerlisi, şüphesiz kâfir olanlardır. Onlar îman etmezler.

56- Onlar kendilerinden ahit al­dığın kimselerdir. Sonra onlar her defasında âhiretlerini bozarlar; onlar sakınmayanlardır.

57- Ama bunları harbde yakala­yacak olursan, bunlarla, onların arkasında olan kimseleri ürküt. Olaki ibret alırlar.

58- Ama bir kavmin hainlik yapacağından korkarsan (anlaş­manı iki taraf arasında) eşit olarak onlara (geri) at. Allah hainleri sevmez.

Allah bu âyetlerde de Mü'minlerden bazılarının esir alma olayından pişmanlık duymalarını ayıplayarak şöyle buyurur:

67- Hiç bir Peygamberin, yeryüzünde (küfre) ağır basmadıkça esirler edinmesi (diye birşey) olmamıştır. Siz dünyanın geçici malını isti­yordunuz. Allah ise âhireti istiyor. Allah aziz ve hakîm'dir.

Sonra Allah (c.c), daha önceleri diğer ümmetlere haram olan harp ganimetini, peygamberin nefsine ve Mü'minlere helâl kıldı. Allah bilir bu mevzuda Peygamber (s.a.v.)'in,

"Ganimet bizden önce kimseye helal değildi. Allah onu bize helâl kıldı" buyurduğu nakledilir.[124] Ga­nimetin helâl edilmesi hususunda Allah (c.c.) şu âyetleri indirdi:

68- Eğer Allah'tan, (af konu­sunda ezelde) bir kitab geçmemiş olsaydı, aldığınız (fidye) sebe­biyle büyük bir azab size dokunacaktı.

69- İmdi ganimet olarak aldıkla­rınızdan helâl ve temiz olarak yiyin ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah ğafûr ve rahîm'dir.

Esirlerden bir kısmı, "Yâ Rasûlellah! Bizler daha önceden îman etmiş kimselerdik. Ancak biz buraya zorla getirildik. Bizden serbest kalmamız için şimdi niye fidye isteniyor?" dedi de Allah(cc) o zaman;

70- Ey Nebî! Elinizde bulunan esirlere: "Eğer Allah kalbinizde bir hayır olduğunu bilirse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah Ğafûr ve Rahîm'dir.

Ben (Zehebi), Musa b. Ukbe'nin bu rivayetinden daha önceki bahis­lerde parça parça sahih hadislerde geçen şeyleri burada tekrar etme­yip kısalttım ve önde geçenlerle yetindim.[125]

Bu hadiseyi Musa b, Ukbe'nin naklettiğine yakın bir ifade ile İbni Lehî'a'da Esved kanalıyla Urve'den nakleder: Orada buradakine nisbetle az bir ilave vardır.[126] Ebû Dâvûd el-Mazinî, Ebû'l Bahterî'nin öl­dürülmesi konusuna hiç temas etmemektedir.[127]

 

Bedir'de Şehit Olan Ve Öldürülenler

 

Yine İbni Lehî'a ile Mûsâ b. Ukbe derlerki:

Bedir'de Öldürülen Müslüman sayısı; altı kişi Kureyş'ten, sekiz kişi Ensar'dandır. Müşriklerden ise kırk dokuz kişi öldürülmüş, otuzdokuz kişi de esir alınmıştır.[128]

İbni îshak derki:

Kureyş'ten dört muhacir, Ensar'dan da yedi kişi şehid edildi. Müş­riklerden ise kırk küsur kişi katledildi, kırkdördü esir alındı.[129]

Zûhrî de, Urve'nin; "Müşrikler müthiş bir bozguna uğrayıp, yet­mişten fazla kâfir katledildiği gibi bir o kadarı da esir alındı" dediğini

rivayet eder.[130]

Urve'nin bu rivayetinin en doğru rivayet olduğuna Sanıh-ı Buhârî'deki Berâe b. Azib (r.a.)'in hadisi şahittir. Berâe; "Unut günü Allah Rasûlü okçuların başına Abdullah b. Cübeyr (r.a.)'i ta'yin et­mişti. Bu okçular elli kişiydi. Uhut harbinde onlar birden yetmiş kişiyi vurdular. Bedir günü ise, Peygamberimiz ve arkadaşları Müşriklerden yüz kırk kişiyi avladı, yetmişini öldürüp yetmişini esir aldılar" diyor.[131]

Hammad b. Seleme de, Hişam b. Urve -babası Urve- isnadıyla Üsâme b. Zeyd (r.a.)'ten şöyle nakleder:

- Bedir harbine gidilirken Peygamber (s.a.v.) hasta olan kızı Rukiyye'ye bakmak üzere Üsâme b. Zeyd ile Osman (r.a.)'ı Medine'de bırakmış idi. Harb bitince Zeyd b. Haris'e Peygamberimizin el-Adbâ namlı devesi üzerinde zafer müjdesi vermek üzere Medine'ye gelmişti. Üsâme bu olayı anlatarak derki: "Bir haykırma işittim ve dışarı fırla­dım, baktım ki, babam müjde getirmiş. Vallahi ben bu söze esirleri görünceye kadar inanamadım. Rasûlüllah (s.a.v.) harbe katılmayan Osman'a kendi hissesinden pay vermişti."[132]

Abdûn b. Osman derki: Bize Abdullah b. Mübarek, Abdürrahman b. Yezîd b. Câbir'den, o da San'a halkından, Abdürrahman adlı birinin şöyle dediğini anlattı:

Necâşî yanına gelmeleri için Ca'fer b. Ebî Talib ile arkadaşlarını yanına çağırdı. Necâşî'nin yanma girdiler. Üzerinde iki hülle (elbise) olup toprağın üzerinde oturuyordu. Ca'fer derki, "biz onu bu halde görünce doğrusu biraz çekinmiştik. Necâşî bize, "size sevineceğiniz bir müjde vereyim. Sizin orada bulunan bir istihbaratçım geldi ve bana "Allah'ın Peygamberine zafer verip düşmanlarını da helak ettiğini, falan ve falanın öldürülüp falan ve falanın da esir edildiğini, iki ordu­nun (misvak yapılan) Erak ağaçlarıyla kaplı Bedir denen bir vadide karşılaştıklarını" haber vererek "ben orada Damra kabilesinden bir ağanın hayvanlarını otlatıyordum, hâlâ harb manzarası gözümün ö-nünden gitmiyor dediğim" söyledi. Ca'fer:

"Siz ne için kuru toprağa oturdunuz, altınızda hiç bir sergi yok. Hem üzerinizde bu eski elbise?" dedi. Bunun üzerine Necâşî:

Biz Allah'ın Meryem oğlu isa'ya indirdiği âyetler arasında "Allah kullarına bir nimet bağışlayınca kulların tah'dîs'i-ni'met olarak bunu bahsederken mütevazı olmaları kullar üzerine bir Allah hakkıdır" âyeti

de vardı. Allah Peygamberine zafer vermekle, bana bir nimet ihsan ettiğinden dolayı, bende bu şekilde mütevazı olmaya çalıştım, dedi.[133]

Buna benzer bir hikayeyi, Vakîdî'de Meğazî adlı eserinde senetsiz olarak nakleder.[134]

 

Bedir Ganimetleri Ve Esirler

 

Halid et-Tahhân, Dâvûd-İkrime- İbni Abbas (r.a.) isnadıyla Nebî (s.a.v.) Efendimizin Bedir günü:

"Kim şöyle şöyle yaparsa elde edi­len ganimetlerden şunu ve şunu elde edecektir." buyurunca gençler fırlayıp düşman içine daldılar. İhtiyarlarda sancağın bulunduğu yerden hiç ayrılmadan harbi sürdürdüler.

Sonunda Allah Müslümanlara zafer verince ihtiyarlar, "biz sizin destekçiniz olmuşuz. Bozguna uğrasaydınız bizim yanımıza kaçıp sığınacaktınız. Öyleyse elde ettiğiniz ganimetleri toplayıp giderek, bizi burada eli boş bırakamazsınız" dediler. Gençler ise bu teklifi ka­bul etmeyip, "Rasûlüllah (s.a.v.) bu ganimetleri bize tahsis etmişti" dediler. İşte bunun üzerine Allah (c.c):

l- Sana savaşta (elde edilen) ganimetler hakkında so­rarlar. "Ganimetler Allah ve Rasûlüne aittir" de. Öyleyse Allah'­tan   korkun   da   aranızı   düzeltin.   Mü'nıinler  iseniz  Allah  ve Rasûlüne itaat edin.

2- Gerçek Mü'minler ancak, "Allah anıldığında yürekleri ürperen, kendilerine Onun  âyetleri okunduğunda da îmanları artıp Rablerine tevekkül eden" kimselerdir.

3- Onlar, namazlarını kılar ve bi­zim kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.

4- İşte hakikaten Mü'min olanlar bunlardır. Rableri katında onlara -verilmiş- dere­celer, mağfiret ve bitmez bir rızık vardır.

5- Hani Rabbiyin seni Hak ile evinden çıkardığı zamanda olduğu gibi. Mü'minlerden bir kısmı (savaşmaktan) bundan hoşlanmıyordu.»

âyetlerini indirdi.

İşte İbni Abbas bunun tefsirinde; bu çıkışın kendilerine hayırlı ola­cağını söylüyor ve onlara "Siz benim sözümü dinleyin. Zîra ben bunun sonucunun ne olacağını sizden iyi bilirim" anlamındadır diyordu. Bu­nu Ebû Dâvûd rivayet ediyor.[135]

Yine Ebû Dâvûd bu hadisten sonra aynı isnadla (daha kısa şekilde) bir hadis sevkederki onun sonunda "Rasûlüllah o ganimeti eşit su­rette taksim etti" ilavesi vardır.[136]

Abdürrahman b. Ebî'z-Zinâd da Babası -Ubeydillah b. Abdillah is­nadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan, "Nebî (s.a.v.), "Zülfıkâr" adlı kılıcını Bedir harbi ganimetlerinden aldı" diye nakleder.[137]

Amr b. Yunus, İkrime b. Ammar -Ebû Zümeyl Simâk el Hanefî -İbni Abbas îsnadıyla Ömer (r.a.)'den "Bedir günü olunca" diyerek anlattığı uzun Bedir hadisini nakleder. Sonra îbni Abbas (r.a.) Ömer'­den naklen derki:

Müşrikler esir edilince Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Bekir, Ömer ve Ali'ye:

"Şu esirler hakkında görüşünüz nedir?"[138] diye sordu. Ebû Bekir:

"Yâ Nebiyyallah! Bunlar amca çocukları ve aynı aşiretin insanları. Bence sen onlardan fidye al. Böylece bu fidye bizim kâfirlere karşı iktisaden güçlenmemizi de sağlar. Hem belki Allah onlara İslâm'a gir­meye hidayet de eder" dedi.

Rasûlü Ekrem Ömer'e, "Hattab oğlu, sen ne dersin?" deyince Ben: "Yâ Rasûlellah! Ben Ebû Bekr'in kanaatinde değilim. Bana kalırsa, sen bize bir fırsat verde bunların boyunlarını vuralım. Ali'ye imkân ver kardeşi Akîl'in boynunu vursun. Bana imkân ver akrabam falanın boynunu vurayım. Zîra bunlar küfrün imam ve liderleridir" dedim.

Allah Rasûlü Ebû Bekr'in dediğini tutmaya arzu edip benim görü­şümü tutmadı. Ertesi gün olunca Rasûlüllah'ın yanına geldiğimde bak­tım ki, hem Rasûlüllah (s.a.v.) hemde Ebû Bekir ağlıyorlar.

"Yâ Rasûlellah neye ağladığınızı bana da anlatsanız, ağlayacak bir şeyse bende ağlayayım, ağlayacak bir şey bulmasam da sizin ağladığı­nıza ağlayayım" dedim. Efendimiz'de; "arkadaşlarının şu fidye almayı arzu etmelerine ağlıyorum. -Yakınındaki bir ağaca işaretle- onlara ya­pılacak azab bana şu ağaçtan daha yakın olarak gösterildi" buyurdu.

İşte Allah (c.c.) bu konuda Enfal; 67, 69'ncu âyetlerini indirip;

"Hiç bir Peygamberin yeryüzünde (küfre) ağır basmadıkça, e-sirler edinmesi (diye birşey) olmamıştır. Siz dünyanın geçici ma­lını istiyorsunuz, Allah ise âhireti istiyor. Allah azîz ve hakimdir. Eğer Allah'tan -af hususunda ezelde- bir kitab (yazılmış, hükmü belirlenmiş) olmasaydı aldığınız (bu fidye) sebebiyle size büyük bir azab dokunacaktı. İmdi ganimet olarak aldıklarınızdan helâl ve temiz olarak yiyin ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah ğafûr ve rahîm'dir" buyurarak onlara harp ganimetini helal etti.

Bu haberi Müslim nakletmiştir.[139]

Yine Cerîr de bu hadisi A'meş -Amr b. Mürra- Ebû Ubey'de b. Abdillah isnadıyla Ebû Ubeyde'nin babası Abdullah b. Mes'ût (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder:

Bedir günü olunca, Rasûlüllah (s.a.v.) onlara; "Şu esirler hakkında ne dersiniz?" diye sorunca Abdullah b. Ravâha (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Sen şu anda odunu çok olan bir vadidesin. Bir ateş yaktır'da bunları içine attır" dedi. Bunu duyan Abbas (o anda esirlerin arasında bulunu­yordu) "Allah senin akrabalık bağlarım kessin" dedi. Ömer (r.a.)'de, "Yâ Rasûlellah! Onların liderleri ve başları seninle çarpışıp seni yalan­ladılar. Sen onların boynunu vurdur" dedi. Ebû Bekir ise: "Onlar senin milletin senin kavmin" öldürmeyelim" görüşünü öne sürdü.

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bir ihtiyacı için çadırına girdi. O zaman dışarda bulunanlardan bir kısmı; "En doğru görüş Ömer'in görüşüdür" diyorlardı.

Rasûlüllah (s.a.v.) çadırından çıkıp "Şunlar hakkında ne diyorsu­nuz? Bunların hali, tıpkı kendinden önce geçen şu kardeşlerin haline benziyor. Hani Nuh (a.s.) o zaman kendi kavmi hakkında;

bu Yâ Rabbî Yer yüzünde kâfirler­den tek kimse bırakma (Nuh; 26) demişti. Mûsâ da;

"Ey Rabbimiz! Sen Fir'avn ve adamlarına dünya hayatında süs ve mallar verdin, Rabbimiz -niye- senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz! onların mal­larını yok et, kalblerine baskı yap. Onlar acı azabı görünceye ka­dar îman etmezler" (Yunus; 88)

İbrahim (a.s.)'de; (İbrahim Sûresi âyet 36'da) şöyle diyordu:

"Rabbim, onlar kesinlikle insanların çoğunu sapıttılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kimde bana âsî olursa (benim ona ya­pacak şeyim yok) sen bağışlayan ve esirgeyensin."

İsâ (a.s.)'da; (Maide 118'ci âyetinde)

"£ğer   sen    onlara azâb edersen, onlar senin kullarındır. Yok eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen dâima üstünsün ve hakimsin." diyordu.

Rasûlüllah devamla; "Sizler fakir ve ihtiyacı çok olan bir toplumsu­nuz. Onlardan hiçbiri fidye karşılığı olmadan kurtulup gidemeye­cektir, ya da boynu vurulacaktır," buyurdu. İbni Mes'ut derki: ben bu­rada "sadece Sehl'in, "İslâm olduğunu" söylerken işitmiştim. Fakat Rasûlüllah, susup birşey demedi. Benim -suçlarım sebebiyle- Allah'ın gökten başıma taş yağdıracak korkusu çektiğim, bu günden daha kor­kunç başka bir günüm olmamıştır. Nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) "Sehl b. Beyzâ hariç" buyurduda kurtuldum.[140]

Ebû îshâk'ta, Berâe (r.a.) veya bir diğerinden; "Ensardan birisi Abbas'ı esir alıp Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına getirmişti. Abbas "beni esir alan bu değildir." Beni esir alan, şöyle şöyle bir adamdı, diye id­dia edince, Nebî (s.a.v.):

"Aııah Seni kerim bir melekle desteklemiştir" buyurdu" dediklerini nakleder.[141]

İbni İshâk derki: Bana, İkrime'den dinleyen birisi onun, ibni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini naklettiğini anlattı:

Abbas (r.a.)'ı esir alan kişi, Ebû'l Yüsr Ka'b b. Amr es-Selemî idi. Nebî (a.s.) ona "Abbas'ı nasıl esir aldın" diye sorunca, "Şimdiye kadar benzerini görmediğim şöyle şöyle yapılı bir adam onu pençesiyle kav­ramıştı" deyince Nebî (s.a.v.) "Ona karşı, sana kerîm bir Melek yardım etmiş" buyurdu.[142]

Nebî (s.a.v.) Efendimiz, Abbas'a

"Haydi bakalım, hem kendini, hem kardeşiyin oğlu Akîl'i, hem de yeğenin Nevfel b. Harisi fidye vererek kurtar" buyurunca, Abbas razı olmayıp; "ben daha önceden Müslüman idim. Lakin bu herifler beni Bedre zorla çıkardılar" dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) ona:

"Senin iç durumunu Allah bilir. Eğer iddian doğru ise Allah buna karşılık sana sevabını verecektir. Ama senin işiyin dış görüntüsü bizim aleyhimizedir. Sen şimdi kendini fidye ile kurtar" buyurdu.

Abbas'ın beraberinde getirdiği "yirmi akıyye altın" ele geçirilmiş idi. Efendimize: "Yâ Rasûlellah! Bu el konulan altınımdan birazını be­nim fidyemin yerine hesab etsen" deyince Nebî (s.a.v.):

Hayır, o harp ganîmeti olarak Allah'ın senden alıp bize verdiği bir haktır, buyurdu.[143]

Zayıf bir ravi olan Abdülazîz b. Imrân ez-Zührî derki: Bana Muhammed b. Musa, Ebû'l Yusr lakablı Umara b. Ammar babasından, o da dedesinden şöyle dediğini nakleder:

Bedir günü Abbas'ın yüzüne baktım. Put gibi ayakta kımıldamadan duruyor ve gözlerinden yaşlar akıyordu. Ben ona; "Allah bu akrabalık sebebiyle sana şer karşılığı versin. Sen kardeşiyin çocuğuna karşı, düşmanla birlikte mi savaşıyorsun?" dedim. Abbas bana: "Muhammed ne halde, yoksa öldürüldümü?" dedi. Bende: "Allah ona destek veriyor ve zafer nasib ediyor" dedim. "Peki bana neye geldin?" dedi. Ben de; "teslim ol! Zîra Rasûlüllah senin bu harpte öldürülmeni yasakladı" deyince o, "bu, onun ilk akraba koruyup, sıla yapışı değilki" dedi. Bende onu esir alıp geldim.[144]

İbni İshâk, bir adam -İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'m şöyle de­diğini rivayet ediyor: Kureyş esirlerini kurtarmak üzere fidyelerini gönderdi. Abbas "ben daha önceden Müslüman idim" diye itiraz etti. Bu konuda,

Eğer Allah kalbi­nizde bir hayır olduğunu bilirse sizden alınan şeylerin daha hayir-

hsım verir ve sizi bağışlar (Enfal; 70)" âyeti geldi. Abbas derki: "Allah benden alınan yirmi akıyye mala karşılık bana yirmi köle verdiki herbirinin elinde ticaret yapabildikleri birde mallan var. Üste­lik mağfiret olunmamızda cabası."[145]

Ezher es-Semmân, İbni Avn -Muhammed- Ubeyde isnadıyla Ali (r.a.)'den, (Bazıları da doğrudan Ubeyde b. Abdillah'tan mürsel ola­rak) şöyle dediğini nakleder: Bedir esirleri hakkında Nebî (s.a.v.) E-

fendimiz şöyle buyurdu:

"Diler­seniz onları öldürebilir, dilerseniz fidye karşılığı serbest bı­rakırsınız ve fidyeden faydalanırsınız. Onların sayısı kadar sizden insan şehid olacaktır," buyurdu. Bu yetmiş kişinin sonuncusu Sabit b. Kays b. Şemmas (r.a.) idi. O da Yemâme harbinde şehit düş­müştü.[146]

Bu hadis de, Peygamber (s.a.v.)'in Mu'cizelerine dahil olup, Efen­dimizin şehid olacaklara ait Allah'ın hükmünü, vukuundan önce bildir­miştir. Ve bu haberi daha sonra aynen cerayan etmiştir.

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Nübeyh b. Vehb çl-Abderî şöyle haber verdi: Nebî (s.a.v.) Esirlerle birlikte Bedir'den hareket edince, onları Müslümanlara bölüştürmüş ve "Bunlara hayır­lı tavsiyeler yapın" buyurmuştu.

Nübeyh derki; ben birisinin Ebû Azîz'den şöyle dediğini nakle­derken  duydum;  "Bedir  günü bende  esirler arasındaydım.  Allah Rasûlünü; "Esirlere hayırlar tavsiye edin" buyurduğunu işittim. Bun­dan sonra öyle olduki, onlara bir yemek sunulduğunda daha ellerine sofradaki ekmek değer değmez onu alıp hemen esirinin önüne atarlar, kendileri kuru kuru hurma yerlerdi. Ben bundan utanır ve ekmeği alıp bana atanın önüne geri atardım, ama o tekrar bana atardı."[147]

Yukarda adı geçen "Ebû Azız", Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'in kardeşi olup, Müslüman olduğu söylenir. İbnü'l Kelebi ve diğerleri ise onun Uhut harbinde kâfir olarak Öldürüldüğünü öne sürerler.[148]

Ebû'ş-Şa'sa'nm nakline göre Abdullah b. Abbas (r.a.); "Peygamber (s.a.v.)'in Cahiliye mensubu bu insanların, Bedir günü kurtuluş fidye­lerini dörtyüz olarak belirlediğini" söylüyor.[149] Bu hadisi Ebû Dâvûd, Şu'be -Ebû'l-Anbese-, Ebû'ş-Şa'sâ isnadiyla İbni Abbas'tan verir.

Esbât, İsmail es-Süddi'den naklediyor: Bedir'e katılanlardan Abbas, kardeşinin oğlu Akîl ve Nevfel'in fidyesi olarak herbirinin yerine dörtyüz dinar verilmişti.[150]

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana, el-Abbas b. Abdillah b. Ma'bed, akrabalarından biri vasıtasıyla İbni Abbas'tan, Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu anlattı:

"Ben kesinlikle biliyorumki, gerek Haşimoğullan gerek diğer­lerinden, hiçte bizimle savaşmaya ihtiyaçları olmayan birtakım in­sanlarda, zorla Bedr'e getirildiler. Sizden biriniz, onlardan birine rastlarsa sakın öldürmesin. Çünkü onlar sadece zorlanarak harbe çıkarıldılar." Bunu duyan Ebû Huzeyfe b. Utbe: "Biz kendi öz baba­larımızı ve kardeşlerimizi öldürecekte, Abbas'ı bırakacağız ha? Valla­hi ona rast gelecek olursam onu kılıcımla lime lime doğrayacağım" dedi. Bu haber Peygamber Efendimize ulaşınca Ömer b. el-Hattâb'a hitaben, "Yâ Ebâ Hafs, Allah Rasûlünün amcasının suratına kılıçmı çalınacak?" buyurdu. Ömer'de: "Yâ Rasûlellah! Vallahi bu herif kesin­likle münafıklık yapmıştır, izin versende boynunu vursam" dedi.

Daha sonraları Ebû Huzeyfe bu anı hatırlayınca şöyle derdi:

- "Vallahi, ben Peygamberin sözüne karşı ağzımdan kaçırdığım bu sözümden dolayı (münafık olup olmadığımdan) emin olamadım. Allah beni şehit olarak öldürene kadarda korkmaya devam edeceğim.11 Ger­çekten de Yemâme harbinde şehit oldu.[151]

İbni İshak derki: Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû'l-Bahterî'nin öldürülmesini yasaklamıştı. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'deyken, Kureyş içinde kendisini savunan yegane kişi Ebû'l Bahterî'ydi.[152]

Esirler arasında, çok zengin olması sebebiyle en fazla fidye veren, Efendimiz (s.a.v.)'in amcası Abbas idi. Kendini kurtarmak için yüz akıyye altın vermiş idi.[153]

İbni Şihâb-ı Zührî anlatıyor: Bana Enes (r.a.)'in anlattığına göre; Ensar'dan bir gurup adam Peygamber (s.a.v.)'den izin talebinde bulunarak, "Yâ Rasûlellah! Bize müsade etseniz de kardeşimizin oğlu­nun fidyesini almaktan vazgeçsek," dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de;:

"Hayır! Vallahi tek bir dirhemden bile vazge­çemezsiniz" buyurdu.[154]

İsrâîl, Simak -İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle nakleder: - Bedir harbi bitince Ashab: "Yâ Rasûlellah! Kervanı ele geçirse­niz. Çünkü onu koruyacak kimse kalmadı." dedi. Abbas esir olarak, orada henüz bağlı duruyordu. Bunu duyunca; "Bu doğru olmaz" dedi. Efendimiz "Niçin?" diye sorunca, "Zîra Allah sana bu ikisinden sa­dece bîrini va'detti ve va'dettiğini sana bağışladı" dedi.[155]

Hz, Zeynep (r.a.)'in kocası Ebû'1-As'ı kurtarmak için annesi Hatice (r.a.)'nin hediye ettiği gerdanlığı fidye olarak gönderme hadisesi daha önce anlatılmış idi.

Saîd b. Ebî Meryem, Yahya b. Eyyûb -İbnü'1-Hûd- Amr b. Abdillah b. Urve b. Ziibeyr -Urve isnadıyla Hz. Aişe'den şöyle rivayet ediyor:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye geldiği zaman kızı Zeynep de Kinane -veya îbnü Kinâne- ile yola çıkmıştı. Lakin Müşrikler peşle­rine düşüp takibe başladı. Hebbâr b. el-Esved Zeyneb'e yetişip mız-rağıyla devesine dürte dürte onu yere düşürdü. Zeyneb (r.a.) hamile olduğu için karnındaki cenîn'i düşürdü ve kan kaybetmeye başladı. Bunun üzerine Zeyneb konusunda Haşimoğullanyla Ümeyye oğulları münakaşaya başladılar. Ümeyye oğulları. "Zeyneb bizim yanımızda kalacak. Biz bu hakka sahibiz diyordu. Çünkü Ebû'I-As'ın karısı idi. Zeynep Hind bin Utbe b. Rabî'a'nın yanında kaldı. Hind Zeyneb'e:

- "Şu başına gelenler hep babayın yüzünden oldu" der imiş.

Bir gün Allah Rasûlü, Zeyd b. Harise'ye: "Gidip Zeyneb'i alıp gel­sen olmazmı?" deyince Zeyd, "Tabî Yâ Rasûlellah!" dedi. Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) de:

"Yüzüğümü al ve Zeyneb'e ver" buyurdu. Zeyd -yüzüğü alıp- yola çıktı. Kimseye belli etmeden yoluna devam ederek bir çobana rastladı ve ona, "kimin adına güdüyorsun?" deyince, "Ebû'l Âs adına" dedi. "Ya bu koyunlar kimin?" diye sorunca çoban, "Muhammed'in kızı Zeyneb'in" dedi. Çobanla bir müddet birlikte yü­rüyüp sonra ona, "sana bir emanet versem bunu Zeyneb'e verirmisin? Ama kimseye bir şey söylemeyeceksin!" dedi. Çoban, "evet" deyince yüzüğü ona verdi.

Çoban gidip Mekke'ye vardı ve koyunları ağıla katıp yüzüğü Zeyneb'e verdi. Zeyneb yüzüğü görünce hemen tanıdı ve "bunu sana kim verdi?" diye sordu. Çoban "birisi verdi" deyince, "onu nerede bıraktın?" dedi. "Şöyle şöyle bir yerde" deyince Zeynep sustu. Gece kararınca çıkıp Zeyd'in yanma geldi. Zeyd ona, "Sen devemin önüne bin (de ben seni daha iyi koruyabileyim)" deyince Zeyneb (r.a.) "ha­yır, sen Öne bin ben arkana binerim" dedi. Devenin terekesine binip Medine'ye geldi. Rasûlüllah (s.a.v.) onun hakkında:

"O, benim uğrumda belalara uğrayan, be­nim en faziletli kızimdır" buyurdu.

Ravî Ömer b. Abdillah b. Urve derki: Babam Urve'nin bu hadisi Alî b. Hüseyin'e ulaşmış, derhal kalkıp Urve'nin yanına geldi ve ona: "Şu senin naklettiğin ve içeriğinde Fatıma (r.a.)'nın fatiletini eksilt­tiğin bir hadis bana ulaştı, bu nasıl bir hadis?" dedi. Bunun üzerine Urve'de:

Vallahi ben Fatıma (r.a.)'nin hakkı olan bir fazileti eksilterek doğu ile batı arasındaki bütün mülklerin benim olmasını asla istemem. Ama istersen bundan sonra senin hatırına bu hadisi bir daha söylemem, dedi.[156]

 

Bedir Harbine Katılanlar

 

Hafız Zıyâüddîn Muhammed b. Abdülvahîd el-Makdisî, Bedir har­bine katılanların isimlerini büyük bir cüzde toplamış ve alimlerin, Bedir'e katıldığına dair. ittifak ettikleri zevat ile, ihtilaf ettikleri kim­selerin hepsini bir bir saymıştır. Bu isimleri de alfabetik bir sıraya koymuştu. Oradaki sayımına göre Bedir'e katılanların sayısı üçyüz otuz küsur kişi tutmaktadır.

Kanaatimce bu sayı fazlalığı, bir kısmının katılıp katılmadığı ihtilaf edilenlerinde yazılmasından kaynaklanmıştır.[157]

 

Bedir Gazilerinin Fazileti

 

Bunların   faziletini   bildiren  bir  hadisi   Sa'd   b.   Ubeyde,   Ebû lirrahman es-Sülemî aracılığıyla Ali (r.a.)'den şöyle nakleder: Rasûlüllah (s.a.v.) beni,  Ebû Mersel el Ganvî'yi, Zübeyr'i ve Mikdad'i bir sefere gönderdi. Hepimiz atlıydık. Bize "Hak bahçelerine gelinceye kadar yola devam edin (Ravdatü hâk, Mekke ile Medine arasında bir mevkidir) Orada müşriklerden bir kadın var. İşte onda Hatıb'in Mekke müşriklerine yazdığı bir mektup var." dedi. [Biz Rasûlüllah'ın dediği yerde kadına yetiştik, devesinin üzerinde yola devam ediyordu. "Mektubu ver!" dedik. "Bende mektup yok" dedi. Bizde devesini yere ıhtırıp bineğinde mek­tubu aradıksada bulamadık. Ama, "Rasûlüllah yalan söyleyecek değil ya" diye düşünüp kadına, "ya bize mektubu çıkaracaksın, yada seni çı­rılçıplak soyacağız" diye tehdit ettik. Kadın benim elimi donunun uç­kuruna doğru uzattığımı görünce derhal mektubu çıkartıverdi. Bizde Mektubu Rasûlüllah'a getirdik.

Orada bulunan Ömer; "Yâ Rasûlellah! bu herif Allah ve Rasûlüne ihanet etti Müsade etde boynunu vurayım" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)

Hâtıb'a:

"Bunu sana yaptıran ne?" diye sordu. Hatıb'da, "Yâ Rasûlallah! Vallahi ben Allah ve Rasûlüne inanmıyor değilim. Lakin ben onlara bunu yazarak onların katında bir görev elde edeyim, dedim. Böylece bununla Allah benim orada kalan ailem ve malımı korumaya bir sebeb yaratsın. Senin arkadaşlarıyin her birinin, orada kalan aile ve malını Allah için müdafa yapacak akrabaları var. Benim kimsem yok" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu dinleyince:

Hatib doğru söylüyor. Artık ona -darılma­yın- sadece iyi söz söyleyin" buyurdu. Ömer ise, "O, Allah'a ve Pey­gamberine ihanet etti, mü'minlere ihanet etti, boynunu vur" diye di­rendi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s,a.v.)

"O Bedir harbine katılan biri değilmi, ne biliyorsun, belki Al­lah  Bedir  Mücâhitlerinin  haline  bakarak  "dilediğinizi yapın! Cennet size vacib olmuştur -yahut ben işlediğiniz her suçu şimdi­den af ettim" buyurmuştu" dedi. Bunu duyan Ömer'in gözleri yaş­larla doldu ve "Allah ve Rasûlü elbette daha iyi bilir" dedi. Bu Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir hadistir.[158] El-Leys'de, Ebû'z-Zübeyr aracılığıyla Câbir (r.a.)'den nakleder: - Hatib b. Ebî Beltea'ya (r.a.) ait bir köle şikayet etmek üzere Rasûlüllah   (s.a.v.)'a  geldi   ve:   "Yâ  Rasûlellah!   Hatib   kesinlikle Cehennem'e girecektir" dedi. Nebî (s.a.v.) de ona:

"Yalan söyledin. O hem Bedir'e hemde Hudeybiye'ye katıldı" buyurdu.[159]

Yahya b. Saîd el-Ensârî, Muaz b. Rifâa b. Râfî'den naklediyor -Muâz'ın babası Rifâ'a' bedre katılanlardandı- Babası oğluna; "Bedre katılıpta, Akabe bîatında bulunmamış olmayı istemem" dermiş. İşte bu Rifâa (r.a.) derki: Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'e: "Aranızda Bedr'e katı­lanların derecesi nasıl?" diye sordu. Nebî (s.a.v.) de: "en hayırlıları­mızda'" deyince "Bedre katılan meleklerde öyle, onlarda Melâike'nin hayırlılarıdır" dedi. Bu hadisi Buharı rivayet ediyor.[160]

 

Bedir'e Katılan Seçkin Sahabeler

 

Ebû Bekir Ömer ve Ali, Osman (r.a.) hanımı Efendimizin kızı Rukiyye'nin hastalığı sebe­biyle Bedr'e katılamamıştı. Rukıyye (r.a.) Ramazan ayının son on -günü içinde, Müslümanların Bedir'den Medine'ye geldikleri gün vefat etti. Peygamber (s.a.v.) Osmana kendi ecir ve hissesinden bir pay ayırdı.[161]

Sa'd b. Ebî Vakkas Bedirde bulunurken o sırada Şam'da bulunan Saîd b. Zeyd ile Talha b. Ubeydillah katılamamışlardı. Bedir harbi bittikten sonra geldiler, Peygamber onlara da ganimetten hisse verdi.

Zübeyr b. el-Avvâm, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Abdürrahman b. Avf, Hamza b. Abdi'lmuttalib, Zeyd b. Harise, Ubeyde b. el-Hâris el-Muttalib, Kardeşleri Tufeyl ve Husayn, Amcası oğlu Mistah b. Üsâse b. Abdi'l-Muttalib. Bu dördünün nesilleri devam etmedi. Mus'ab b. Umeyr el-Abderî, Mikdâd b. el-Esved, Abdullah b. Mes'ûd, Suhayb b. Sinan, Ebû Seleme b. Abdi'l Esed, Ammâr b. Yâsir, Ömer'in kardeşi Zeyd b. el-Hattab. Bunlar muhacirlerdendir.

Ensar'm, Evs kolu ileri geleni Sa'd b. Muâz.

Abdü'l Eşhel oğullarından Abbâd b. Bişr, Muhammed b. Seleme, Ebû'l Heysem b. et-Teyhân.

Zafer oğullarından: Katâde b. Nu'mân.

Amr b. Avf oğullarından: Mübeşşir b. Abdi'lmünzir, kardeşi Rifâ'a. Diğer kardeşleri Ebû Lübabe'de gelemedi. Zîra Rasûlüllah onu yoldan geri çevirip Medine'ye vali yapmıştı. Ama ona da katılanlar gibi ecir ve hisse ayırdı.

Neccâr oğullarından:

Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd, Avf, Muavvez, Muâz. Bunların üçü Ha­ris b. Rifâ'a'nın oğulları olup Afra oğulları diye anılırlardı. Übey b. Ka'b, Ebû Talha Zeyd b. Sehl, Bilâl, Ubâde b. Es-Sâmit, Muâz b. Ce­bel el-Hazrecî, Asım b. Sabît b. Ebî'l Aklan, Itbân b. Mâlik, Ukkâşe b. Muhsan, Ka'b b. Amr Ebû'l Yüsr es-Selemî, Muaz b. Amr el-Hazrecî, İbnü'l Lemûh.Ş Allah bizide Kıyamet günü onlarla beraber diriltsin. Daha önce Bedir'de şehit olanları anlatmış idik.[162]

 

Makdîsî'ye Göre Bedr'e Katılan Müslümanlar

 

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)

 

Elif Harfi

1- Übey b. Ka'b.

2- Erkam b. Ebîl Erkam.

3- Es'ad b. Yezîd b. Fakihe.

4- Esved b. Zeyd b. Sa'lebe.

5- Esîr b. Amr el-Ensârî.

6- Enes b. Katâde.

7- Enes b. Mâlik.

8- Enes b. Muâz b. Enes.

9- Rasûlüllah'ın azatlısı Enese.

10- Evs b. Sabit b. Münzir b. Hıram en-Neccârî (Has­san b. Sabit'in kardeşi).

11- Evs b. Havlı b. Abdillah el-Hazrecî.

12- Evs b. Sâmit el-Hazrecî.

13- İyûs b. Bükeyr b. Abdiyalîl.

Be Harfi

14- Büceyr b. Ebî Büzeyr.

15- Bahhas b. Sa'lebe (Nuhâb'da denir).

16- Besbes b. Amr b. Sa'lebe.

17- Bişr b. Bara b. Ma'rûr el-Hazrecî.

18- Beşir b. Sa'd b. Sa'lebe el-Hazrecî (Nu'mân b. Beşîr'in babası).

19- Beşir b. Abdi'lmünzir Ebû Lübâbe el-Evsî (Yoldan Medine'ye vali olarak geri çevrildi).

Te Harfi

20- Temîm b. Yeâr b. Kays b. Adîy (Uhud'a katıldığı kesin. Ama Bedir'de de olduğunu Ebû Hatem nakleder). 21- Temîm adlı bir köle (Hıraş b. Summe'nin kölesi).

22- Ganan b. Es-Selem oğullarının kölesi Temîm.

Se (The) Harfi

23- Sabit b. Akranı b. Sa'lebe.

24- Sabit b. Sa'lebe.

25- Sabit b. Halid b. Nu'man en-Neccârî.

26- Sabit b. Amr b. Zeyd b. Adî en Neccârî.

27- Sabit b. Hezzâl el-Hazrecî.

28- Sa'lebe b. Hatıb b. Amr.

29- Sa'lebe b. Amr b. Ubeyd b. Mâlik en-Neccârî.

30- Sa'lebe b. Amr b. Muhsin el-Hazrecî.

31- Sa'lebe b. Anme b. Adiy el-Hazrecî. 32-Sakit b. Amr.

Cim Harfi

33- Cabir b. Halid b. Mes'ûd en-Neccârî.

34- Cabir b. Abdillah.

35- Câbir b. Sahr Es-Selemî.

36- Cübr b. Atîk es-Selemî.

37- Cübeyr b. İyas el-Hazrecî.

Ha Harfi

38- Haris b. Enes el-Hazrecî.

39- Haris b. Evs b. Muâz el-Evsî.

40- Hâris b. Hatıb b. Amr (Efendimiz bunuda geri göndermişti).

41- Haris b. Hazme b. Adiy.

42- Haris b. Summe el-Hazrecî (Yaralanıp yoldan geri döndü).

43- Haris b. Arfece.

44- Haris b. Kays.

45- Haris b. Nu'mân el-Ensârî.

46- Harise b. Sürâka en-Neccârî (Gözcü idi).

47- Hârise b. Nu'mân el-Ensârî.

48- Hâtıb b. Ebî Beka'.

49- Hatıb b. Amr b. Ubeyd.

50- Hubâb b. Münzîr el-Hazrecî.

51- Habîb b. Esved.

52- Hureys b. Zeyd b. Sa'lebe el-Ensârî.

53- Husayn b. el-Hâris.

54- Hamza b. Abdi'lmuttalib. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın amcası.

Hı Harfi

55- Halid b. Bükeyr.

56- Ebû Eyyûb el-Ensâri Halid b. Zeyd.

57- Halid b. Kays b. Mâlik el-Ensârî.

58- Harice b. el-Hamîr el-Eşcaî.

59- Harice b.  Zeyd el-Hazrecî. 

60- Habbâb b. el-Eratt. 

61- Habbâb. Utbe b. Gazva'nın kölesi

62- Halife b. Adiy el-Hazrecî.

66- Halîd b. Kays b. Nu'man.

67- Huneys b. Huzâfe es-Sehmî.

68- Havat b. Cübeyr (hisse verildi ama ma'zereti sesebiyle katılmadı).

69- Havlı b. Ebî Havlî.

70- Hallâd b. Rafı'.

71- Hallâd b. Süveyd.

72- Hallad b. Amr b. Cumuh.

Zel Harfi

73- Zekvaıı b. Abdikays el-Hazrecî.

74- Zû'ş-Şimâîeyn (asıl adı Umeyr'dir).

Râ Harfi

75- Rafı1 b. Haris el-Evsî.

76- Rafı1 b. Ancede.

77- Rafı1 b. Muallâ.

78- Rabeî b. Rafı'.

79- Rabî' b. İyâs.

80- Rabîa b. Eksem.

81- Rahîle b. Sa'lebe.

82- Rifâ'a b. Rafı1 ez-Zürakî.

83- Rifâ'a b. Abdi'lmünzin.

84-Rifâ'a b. Amr b. Zeyd eî-Hazrecî.

Ze Harfi

85- Zübeyr b. el-Avrâm (Rasûlüllah'ın hala oğlu ve havarisi).

86- Ziyâd b. Amr.

87- Ziyâd b. Lebîd.

88- Ziyâd b. el-Müzîn.

89- Zeyd b. Eşlem b. Sa'lebe.

90- Zeyd b. Harise (Efendimizin azatlısı).

91- Zeyd b. Hattab (Hz. Ömer'in kardeşi).

92- Zeyd b. Sehl b. Esved Ebû Talhâ el-Ensarî.

Sın Harfi

93- Salim b. Umeyr.

94- Salim b. Ğanem.

95- Salim b. Ma'kil.

96- Saib b. Osman b. Maz'ûn.

97- Süby1 b. Kays.

98- Sebra b. Fâtih.

99- Süraka b. Amr.

100- Süraka b. Ka'b.

101- Sa'd b. Hamle.

102- Sa'd b. Hayseme (Bedir şehitlerinden).

103- Sa'd b. Rabî (Bedir şehidi).

104- Sa'd b. Zeyd b. Malik.

105- Sa'd b. Zeyd b. Fâkihe.

106- Sa'd b. Sü­heyl en-Neccârî.

107- Sa'd b. Ubeyd el-Ensarî.

108- Sa'd b. Osman Ebû Ubâde.

109- Sa'd b. Muâz el-Evsî.

110- Sa'd b. Ubâde el-Hazrecî.

111- Sa'd b. Ebî Vakkas.

112- Sa'd b. Mâlik (Hastalanıp yola çıkaca­ğında vefat etti).

113- Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (Ömer'in amca oğlu Şam'da olduğu için katilamayıp hisse aldı).

114- Sülyan b. Bişr.

115- Seleme b. Eşlem.

116- Seleme b. Sabit.

117- Seleme b. Selâme.

118- Süleym b. Haris.

119- Süleym b. Amr.

120- Süleym b. Kays.

121- Süleym b. Mihran.

122- Simâk b. Evs b. Hırsa.

123- Simak b. Sa'd.

124- Sehl b. Hanîf.

125- Sehl b. Atîk.

126- Sehl b. Kays.

127- Süheyl b. Rafı'.

128- Süheyl b. Vehb el-Fihrî.

129- Sinan b. Ebî Sinan.

130- Sinan b. Sayfi es-Selemî.

131- Sevâd b. Zürayk b. Zeyd.

132- Sevâd b. öaziyye.

133- Süveybıt b. Sa'd.

134- Süveyd b. Mahşû.

Şın Harfi

135- Şûcâ1 b. Vehb b. Rabîa.

136- Şemmâs b. Osman el-Mahzûmî.

137- Rasûlüilah (s.a.v.)'ın kölesi Şukrân.

Sad Harfi

138- Suheyb b. Sinan - er-Rûmî.

139- Safvân b. Vehb b. Rabîa-

140- Sahrb. Ümeyye.

Dad Harfi

141- Dahhâk b. Harise.

142- Dahhak b. Abdiamr.

143- Damra b. Amr.

144- Dumra b. Ka'b b. Amr.

Tı Harfi

145- Talha b. Ubeydillah.

146- Tufeyl b. Haris.

147- Tufeyl b. Mâ­lik.

148- Tufeyl b. Nu'mân.

149- Tufeyl b. Umeyr.

Zı Harfi

150-Zahîrb. Rafı1 el-Evsî.

Ayn Harfi

151- Âsim b. Sabit el-Ensârî.

152- Âsim b. Adiy (Efendimiz onu Ravha'dan geri yolladı).

153- Âsim b. Kays b. Sabit.

154- Âkil b. Bükeyr.

155- Amir b. Ümeyye b. Zeyd.

156- Âmir b. El-Hâris el-Fihrî.

157- Âmir b. Rabîa.

158- Âmir b. Seleme b. Âmir.

159- Âmir b. Abdillah b. Cerrah Ebû Ubeyde b. Cerrah.

160- Âmir b. Füheyre

161- Âmir b. Mahled en-Neccârî.

162- Âiz b. Maîd el-Hazrecî.

163- Abbâd b. Bişr.

164- Abbâd b. Kays.

165- Abbâd b. Kays b. Abese.

166- Abbâd b. el-Haşhaş.

167- Ubâde b. Essâmit.

168- Ubâde b. Kays b. Ka'b.

169- Abdullah b. Ümeyye.

170- Abdullah b. Sa'lebe.

171- Ab­dullah b. Cahş el-Esedî.

172- Abdullah b. Cübeyr b. Nu'man.

173- Abdullah b. el-Ced.

174- Abdullah b. Hak es-Saidî.

175- Abdullah b. el-Hamîr.

176- Abdullah b. Rabî' b. Kays

177- Abdullah b. Ravâha.

178- Abdullah b. Zeyd b. Abdirrabbih.

179- Abdullah b. Sürâka.

180- Abdullah b. Seleme.

181- Abdullah b. Sehl.

182- Abdullah b. Süheyl b. Amr (Mekke'den zorla Bedre getirilirken kaçıp Müslümanların sa­fına katıldı).

183- Abdullah b. Târik.

184- Abdullah b. Âmir.

185- Abdullah b. Abdillah b. Übey b. Selûl.

186- Abdullah b. Abdilesed Ebû Seleme (Bedir şehidi).

187- Abdullah b. Abdimenâf.

188- Abdul­lah b. Abs.

189- Abdullah b. Osman b. Âmir Ebû Bekr es-Sıddîk.

190- Abdullah b. Urfuta.

191- Câbir'in babası Abdullah b. Amr.

192- Ab­dullah b. Mahrame.

197- Abdullah b. Mes'ûd.

198- Abdullah b. Maz-'ûn.

199- Abdullah b. Nu'mân.

200- Abdullah b. Enîse.

201- Abdurrahman b. Cûbr.

202- Abdurrahman b. Abdullah Ebû Akîl.

203- Abdürrahman b. Avf.

204- Abs b. Âmir.

205- Ubeyd b. eî-Teyhân.

206- Ubeyd b. Sa'lebe.

207- Ubeyd b. Âmir.

208- Ubeyd b. Ebî Ubeyd (Bedir'de düello için ortaya ilk atılan üçlüden biri yaralanıp harp son­rası şehid oldu). 209- Utbân b. Mâlik.

210- Utbe b. Rabîa.

211- Utbe b. Abdillah b. Sahr.

212- Utbe b. Ğazvân.

213- Osman b. Affan (Efen­dimizin damadı. Hanımının hastalığı sebebiyle Bedre katılmadıysa da hisse aldı). 214- Osman b. Mazûn.

215- Adiy b. Ebî'z-Zağbâ (Efendimizin Casus olarak gönderdiği zat).

216- İsme b. el-Husayn.

217- Useyme.

218- Atıyye b. Nüveyre.

219- Ukbe b. Âmir.

220- Ukbe b. Osman.

221- Ukbe b. Amr Ebû Mes'ûd el-Bedrî.

222- Ukbe b. Vehb b. Rabîa.

223- Ukbe b. Vehb b. Kelde.

224- Ukkâşe b. Muhsin.

225- Ali b. Ebî Talib El-Haşimî.

226- Ammar b. Yâsir.

227- Ammâr b. Hazm.

228- Ömer b. el-Hattab.

229- Ömer b. Amr b. İyâs.

230- Amr b. Sa'lebe.

231- Amr b. el-Hâris.

232- Amr b. Sürâka.

233- Amr b. Ebî Şerh.

234- Amr b. Talk.

235- Amr b. Cumûh.

236- Amr b. Kays b. Zeyd.

237- Amr b. Kays b. Mâlik.

238- Amr b. Âmir b. el-Hâris.

239- Amr b. Ma'bed.

240- Amr b. Muâz el-Evsî

241- Umeyr b. el-Hâris.

242- Umeyr b. Hıram.

243- Umeyr b. el-Hammâm (Bedir'de şehit oldu).

244- Umeyr b. Âmir b. Mâlik.

245- Umeyr b. Avf.

246- Umeyr b. Mâlik (Bedir şehidi).

247- Antere.

248- Avf b. El-Hâris b. Rifâa (Bedir şehidi).

249- Uveym b. Sâide.

250- Iyaz b. Ganem.

Ğayın Harfi

251- Ğannâm b. Evs el-Hazrecî (Bunu Sadece Vakidî söylüyor. Di­ğer eserlerde bu isim geçmiyor).

Fe Harfi

252- Fakihe b. Bişr.

253- Ferve b. Amr b. Vedfe.

Kaf Harfi

254- Katâde b. Nu'mân.

255- Kudâme b. Maz'ûn.

256- Kutbe b. Âmir.

257- Kays b. es-Seken.

258- Kays b. Ebî Sa'sa'a.

259- Kays b. Muhsin.

260- Kays b. Mahled b. Sa'lebe en-Neccârî.

Kâf Harfi

261- Ka'b b. Cümûn (Hümân'da deniliyor).

262- Ka'b b. Zeyd. 263-Ka'b b. Amr.

263- Kelfe b. Sa'lebe.

264- Kûnâz b. Husayn.

Mîm Harfi

265- Malik b. Dahşem.

266- Malik b. Ebî Havlî.

267- Malik b. Rabîa.

268- Malik b. Kudâme.

269- Malik b. Artır.

270- Malik b. Mes'ûd.

271- Malik b. Sabit.

272- Mübeşşir b. Abdi'lmünzir. (Bedir şehidi).

273- Mücezzir b. Ziyâd.

274- Muharriz b. Amir.

275- Muharriz b. Nadle.

276- Muhammed b. Mesleme.

277- Müdlic b. Amr.

278- Mersed b. Ebî Mersed.

279- Mistak b. Esâse.

280- Mes'ûd b. Evs.

281- Mes'ûd b. Halde.

282- Mes'ût b. Rabîa.

283- Mes'ût b. Sa'd.

284- Mes'ût b. Sa'd b. Kays el-Hazrecî.

285- Mus'ab b. Umeyr el-Abderî.

286- Muâz b. Mâed.

287- Muâz b. el-Haris.

288- Muâz b. Amr b. Cumuh.

289- Muâz b. Mâed.

290- Ma'bed b. Abbûd b. Kuşeyr.

291- Ma'bed b. Kays.

292- Mut'ab b. Ubeyd.

293- Mut'ab b. Avf.

294- Mut'ab b. Kuşeyr el-Kavsî.

295- Ma'kıl b. Münzir.

296- Ma'mer b. el-Hâris.

297- Ma'n b. Adiy.

298- Muavviz b. el-Hâris.

299- Muavviz b. Amr.

300- Mikdad b. Amr.

301- Melîl b. Vebra.

302- Münzir b. Kudâme.

303- Münzir b. Amr.

304- Münzir b. Muhammed b. Ukbe.

305- Ömer'in kölesi Mehca'.

Nun Harfi

306- Nasr b. el-Hâris.

307- Nu'man b. Abdiamr.

308- Nu'man b. Amr b. Rifâa.

309- Nu'man b. el-Asr.

310- Nu'man b. Mâlik.

311- Nu'man b. Yesâr.

312- Nevfel b. Ubeydillah b. Nadle.

Hâ Harfi

313- Hânî b. Niyâr.

314- Hilâl b. Ümeyye.

315- Hilâl b. Mııallâ.

Vav Harfi

316- Vâkıd b. Abdillah.

317- Vedî'a b. Amr.

318- Varaka b. İyâs b. Amr.

319- Vehb b. Sa'd b. Ebî Şerh.

Ya Harfi

320- Yezîd b. el-Ahnes (Bu zat babası ve oğlu ile Bedir'de şehit ol­du).

321- Yezîd b. Haris b. Kays (Bedir'de şehit oldu).

322- Yezîd b. Âmir b. Hadîde.

323- Yezîd b. Münzir b. Sarh.[163]

 

Künye Bölümü[164]

 

1- Ebû Esîd Malik b. Rabîa.

2- Ebû'l AVer b. Haris b. Zâlim.

3- Ebû Bekr es-Sıddîk Abdullah b. Osman.

4- Ebû Habbe b. Amr b. Sa­bit.

5- Ebû Huzeyfe b. Utbe. Adının Mehşem olduğuda söylenir.

6- Ebû'l Hamza.

7- Ebû Hüzeyme b. Evs.

8- Ebû Sebra.

9- Ebû Sinan b. Muhsin. Ukaşe'nin kardeşi.

10- Ebû's-Sayyah.

11- Ebû Afece.

12- Ebû Kebşe, Efendimizin kölesi.

13- Ebû Lübâbe.

14- Ebû Mersed el-Ğanevî Künâz b. Husayn.

15- Ebû Mes'ûd el-Bedrî Ukbe b. Amr.

16- Ebû Melîl b. Ez'ar.[165]

 

Bedirde Öldürülen Müşrikler

 

1- Hanzala b. Ebî Süfyan b. Harb.

2- Ubeyd b. Saîd b. el-Âs.

3-Kardeşi Âs b. Saîd.

4- Utbe b. Rabîa.

5- Şeybe b. Rabîa.

6- Velîd b. Utbe.

7- Ukbe b. Ebî Muayt (Bu idam edildi).

8- Haris b. Âmir en-Nevfelî.

9- Haris'in amcaoğlu Tuayme b. Adiy.

10- Zem'a b. el-Esved.

11- Zem'an'ın oğlu Haris ve

12- Kardeşi Akîl b. Esved.

13- Ebû'l Bahterî b. Hişâm. Asıl adı "el-Âs"tır.

14- Hz. Hatice validemizin kar­deşi Nevfel b. Huveylid.

15- Nadr b. el-Hâris (Bedirden iki gün sonra asılarak öldürüldü).

16- Umeyr b. Osman et-Teymî. Bu zat Talha b. Ubeydillah'ın amcasıdır.

17- Ebû Cehi ve

18- Kardeşi Âs b. Hişâm.

19- Ümmü Seleme annemizin kardeşi Mes'ûd b. Ebî Ümeyye el-Mahzumî.

20- Halid b. Velîd'in kardeşi olan Ebû Kays b. Velîd.

21-Sâib b. Ebî's-Sâib el-Mahzumî. Bu zatın ölümü ihtilaflıdır. Bazı yazar­lar ölmeyip daha sonra Müslüman olduğunu da söylerler.

22- Kays b, Fâkihe b. Muğîre.

23- Munebbih b. el Haccâc b. Amir es-Sehmî.

24-Nübeyh b. el-Haccac b. Âmir es-Sehmî.

25- Bu Münebbih'in iki oğlu

26- Haris b. Munebbih.

27- El-Âs b. Munebbih.

28- Ümeyye b. Halef el-Cümehî.

29- Bunun oğlu olan Ali b. Ümeyye.

İbni İshâk ve diğer Meğazî yazarlarının çoğu Bedir'de öldürülen diğer insanlarında adlarını verdikleri gibi esir olanların adlarımda kay­detmişlerdir. Lakin ben çok uzun kaçacak korkusuyla bunları yazmıyorum.[166]

 

Bedir Yılı Cereyan Eden Bazı Hadiseler

 

Bu yılın Ramazan ayı içerisinde Allah (c.c.) Ramazan orucunu farz kılıp, o güne kadar tutulan Aşura orucunun farz hükmünü neshetmiştir.[167]

Ramazanın sonlarına doğru da sadakai fıtır farz (vacib) kılındı.[168]

îkinci hicri senenin şevval ayında Nebî (s.a.v.) Efendimiz Hz. Âişe ile zifafa girdi. Hz. Âişe o zaman dokuz yaşlarında bir kızdı.[169]

Bu yılın Safer ayında Cübeyr b. Mut'in babası Mut'ım b. Adiy b. Nevfel çok yaşlı bir halde îman edemeden öldü. Dedesi Nevfel de Haşim b. Abdimenâf b. Kusay'ın kardeşidir. Kureyş eşrafından ve onların akıldanelerinden idi. İşte Peygamber (s.a.v.)'in, hakkında:

"Eğer Mut'ım b. Adiy sağ olupta benimle şu kokmuşlar hususunda konuşmuş olsaydı onun isteklerini kabul ederdim" dediği zat bu idi. Onun Peygamber (a.s.)'in katında saygın bir yeri vardı. Çünkü Kureyş'in yazdığı o meş­hur boykot sahifesini yırtıp atmak için harekete geçen o idi.[170]

Yine aynı yıl içinde Ebû's-Sâib lakablı Osman b. Maz'ûn b. Babîb b. Vehb b. Huzâfe b. Cemah el-Cemehî Bedir harbinden az sonra vefat etti. Bedir harbine hem kendisi hemde iki kardeşi olan Kudâme ve Abdullah katılmışlardı.

Osman b. Maz'un (r.a.), ilk Müslümanlardan birisiydi. Henüz ilk iman eden o üç kişinin ardından İslâmla şereflenmiş ve ilk yapılan Ha­beşistan hicretine katılmış idi. Habeşistan'da (yalan bir haber yayılma­sıyla) geri geldiğinde Velîd b. Muğîre günlerce onu sığınmaya almıştı. Daha sonra tazyikler devam edince Velîd korumacılığını bıraktığını ilan etti. O gündüz oruçlu, gece namazlı tam îman dolu bir insandı.

Tirmizi ve Beyhakî'nin de naklettiği gibi, aynı yıl Abdullah b. Abdi'lesed b. Hilâl b. Abdillah b. Ömer b. Mahzûm da Bedir harbin­den dönerken yoida vefat etti. Abdullah b. Abdi'l Esed Peygamber (s.a.v.)'in halasının oğlu olup, annesi Abdü'l Muttalib kızı Berra idi.

Ebû Seleme (r.a.), ilk Müslümanlardan olup Bedir harbine katılmış idi. Onun vefatından sonra dul kalan eşi Ümmü Seleme (r.a.)'yi Pey­gamber Efendimiz nikahladı. İnsanın başına bir belâ geldiğinde söylenen "îstircâ' " duasını Ümmü Seleme (r.a.) Ebû Seleme (r.a.)'den riveyet eder.[171]

Bazılarının rivayetine göre Ebû Seleme (r.a.) hicretin üçüncü yı­lında Uhut harbinden sonra veya az Önce öldüğüde söylenir.[172]

Yine bu yıl Medine de Zübeyr (r.a.)'in oğlu Abdullah dünyaya gel­di. Aynı yıl Misver b. Mahrame ile Mervan b. Hakkem'de Mekke'de dünyaya geldiler.[173]

(Zehebî burada aynen yukardaki üsteyi verir).[174]

Talha b. Ubeydillah'ın kardeşi olan Malik b. Ubeydillah esirler ara­sında iken öldü.

Hişam b. Ebî Huzeyfe Bedir'de öldürülürken, kardeşi Huzeyfe esir alınıp sonra öldürüldü.

Bedir'de Abbas b. Abdilmuttalib ile yeğenleri Akîl b. Ebî Talib ile Nevfel b. Hâris'de esir alınmışlardı.

Hafız Ziyâüddîn Makdisî, Bedir harbine katılan Müslümanların ad­larını nesebleriyle birlikte büyük bir cüz halinde toplayıp yazmış ve alimlerin o konudaki ihtilaflarına da orada yer vermiştir.[175]

 

Necaşı'nın Kıssası

 

"Sîre'den naklen"

Sonra Kureyşliler, Müslümanlardan nasıl intikam alacaklarını ko­nuştular ve, "İntikamımız Habeş topraklarında (ki muhacir Müslüman­larda)" dediler ve oraya Amr b. el Âs ile Abdullah b. Rabî'ayı gön­derme kararı aldılar.

Zührî derki: Bana ulaştığına göre onların yola çıkışları Bedir har­binden sonra olmuştur.

Kureyş'in Habeşistan'a adam saldığı haberi Peygamber (s.a.v.)'e ge­lince, Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi bir mektupla Necâşî'ye yolladı.

Saîd b. Müseyyeb ve diğerleri derlerki: Kâfirler Amr b. el-Âs ve Abdullah b. Ebî Rabîa ile Necâşî ve Habeş ulularına bir sürü hediye yolladılar. Kureyş elçileri Necâşî'nin yanma geldiklerinde hediyeleri kabul edildi ve Amr b. el-Âs'ı kıral kendi yanma tahtına oturttu. Amr b. Âs, Mekke'de cereyan eden şeyleri Necâşî'ye anlatarak: "Şimdi se­nin toprakların üzerinde yaşayan ama, ne senin dinine, ne de bizim dinimize inanan bir sürü adam var. Sen onları bize geri ver" dediler. Bunu dinleyen Habeş devlet idarecileri, "doğru söylüyorlar, onları bunlara geri verelim" dedilerse de Necâşî; "Onlarla konuşmadan ol­maz" dedi.

Zührî bu konuda Ebû Bekir b. Abdirrahman aracılığıyla Ümmü Se­leme (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet eder:

- Habeşistan topraklarına indiğimiz zaman, Necâşî bizi fevkalade iyi bir yere yerleştirdi. Böylece dinimizce güvence içinde olarak Allah'a kulluk ettik. Hoşlanmayacağımız ne laf duyduk, ne de eziyet gördük.

Bu durum Kureyşlilerce duyulunca, kendi aralarında hemen bir toplantı yaparak, Mekke'den toplayabilecekleri kadar hediyelerle, iki kişiyi Necâşî'ye gönderme kararı aldılar. Ona en iyi getirilebilecek hediye ekmeğe katık olacak şeylerdi. Böylece Ona verilmek üzere çok katık malzemesi topladılar.

Oraya gelince hediye vermedik hiçbir Patrik bırakmadılar. Abdul­lah b. Ebî Rabî'a ile Amr b. el-Âs'i yola çıkarırken onlara da; "Necâşî'yle konuşmadan önce Patriklerin hediyesini mutlaka vermiş olacaksınız" diye tenbihte etmişler. Onlar Habeşe geldiklerinde ko­nuştukları her patriğe: "Bizim akılsız bir takım köleler Melik Necâşî'nin topraklarına sığınmışlar. Bu adamlar kendi milletlerinin dinlerine muhalefet edip ayrıldılar ama sizin dininize de girmediler. Bizi Mekke ileri gelenleri Necâşi'ye bu adamları geri vermesi için yolladılar. Biz kıralla konuşunca, bu adamları bize geri vermesini ona tavsiye edin" ricasında bulundular ve her bir Patrikten "olur" cevabını aldılar.

Daha sonra bu ikisi Necâşî'ye hediyelerini takdim ettiler. Kıral he­diyeleri kabul edince de durumu Ona anlattılar: Patrikler hemen atılıp: "Ey Kıral! bu ikisi doğru söylüyor. Bu adamların ne mal olduğunu en iyi onların kavmi bilir, zîra gözleri önündelerdi. Hem bunların onları utandıracak derecede yaptıkları ayıplarını ve ettikleri tenkitlerin ne ol­duğunu en iyi onlar bilirler. Bu adamları onlara teslim edelim" dediler.

Ümmti Seleme derki: Abdullah b. Ebî Rabîa ile Amr b. el-Âs için en kötü şey, Necâşî'nin Müslümanları da dinlemek istemesi idi. Ama Necâşi onların bu sözlerinden öfkelendi ve:

- "Allah için, böyle bir durumda ben bu insanları şu iki herife asla teslim edemem. Benim ülkeme gelip bana sığınarak, başka kırallara beni tercih eden bir kavmi, buraya çağırıp kendilerini dinlemeden, şu ikisine geri vermem asla söz konusu olamaz." diyerek Müslümanlara "yanıma gelin" diye haber saldı! Necâşî'nin adamı oraya varınca, "Kıralla ne konuşulacağı" konusunda müşavere etmek üzere toplandı­lar ve "vaziyet ne olacaksa olsun biz, bize Allah'ın öğrettiği ve Pey­gamberinin bize emrettiği hakikati apaçık anlatalım" kararına vardılar.

Necâşî Papazlarını da da'vet etmişti. Müslümanlar oraya geldi­ğinde, papazlar onun etrafında yerlerini almış ve kitablarmı açmış bulunuyorlardı. Necâşî onlara: "Sizi kendi milletinizin dininden ayı­ran, benim dinime ve diğer hiç bir milletin dinine sokmayan şu din nedir?" dedi. Ümmü Seleme devamla derki:

Müslümanlar adına sözcü Efendimizin amca oğlu Ca'fer b. Ebî Talib idi. Ca'fer Kirala hitaben:

"Ey Melik! Biz Cahiliyet dönemi yaşayan, putlara tapan, leş eti yi­yen, her türlü fuhşiyatı yapan, akrabalık gözetmeyen, komşuluk hak­kını unutup komşulara aman vermeyen, kuvvetlinin zayıfı yediği bir toplum idik. İşte biz böyle idik. Nihayet Allah (c.c), bizden bir Pey­gamber gönderdi. Biz onun soyunu, sopunu, doğruluğunu, güvence durumunu ve ne kadar iffetli olduğunu gayet iyi biliriz. İşte bu Pey­gamber bizi, Allah'ı tek kabul ederek, ona ibadet etmemize davet etti. Bizi daha önce taptığımız, dedelerimizin de taptığı taş ve putlardan vaz geçmeye çağırdı. Bize, doğru sözlü olmamızı, emanete hıyanet etmeden sahibine iade etmemizi, akrabalık bağlarını pekiştirmemizi, komşulara iyi davranmamızı, haramlardan ve kan davasından el çek­memizi emredip fuhşiyatı, yalan ve aldatmaca sözü, yetim malı yemiyi, namuslu kadınlara iftira atmayı da kesinlikle yasakladı. Hem bize Allah'a tek olarak kulluk edip, ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılıp, zekât vermeyi ve oruç tutmayı emretti (Ümmü Seleme burada derki "Ca'fer böyle diyerek Kıral'a İslâm'ın emirlerinden bir çok şey saydı.") Bizde bunları duyunca o Peygamberi tasdik edip ona iman ettik ve onun Allah katından getirmiş olduğu şeye uyduk. Artık Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmuyor, bize haram ettiğini haram, helâl ettiğini helâl kabul ettik. Lakin bu bizim kavmimiz bize düşman olup işkenceye başladılar ve bizi dinimizden dolayı fitneye sürükleyip di­nimizden uzaklaştırıp, Allah'a kulluktan çıkarıp putlara kulluk etmeye geri çevirmeye kalktılar. Murdar şeyleri helâl saydırmaya uğraşıyor­lar. Bize saldırıp zulme başladılar. Dinimiz ile aramıza girdiler. Bizde çare kalmayınca senin ülkene çıkıp geldik. Seni diğer kırallara tercih ettik. Senin komşuluğuna rağbet ettik ve ey Kıral senin yanında zulüm görmeyeceğimizi umduk" dedi. Bunun üzerine Necâşî:

Peki O Peygamberin, Allah'tan getirdiği âyetlerden senin bildiğin bir şey varmı? dedi. Ca'fer "evet" deyince, "Onu bana oku" dedi. Ca'fer'de Meryem Sûresi'nin başından bir bölümünü okudu.

1- Kâf, hâ, yâ, ayîn, sâd.

2- (Bu) Rabbi'yin rahmetinin, kulu Zekeriyyâ'ya ulaşmasıdır.[176]

3- Hani Rabbine gizli bir nida yapmıştı.

4- "Rabbim! Benim gerçekten kemiklerim zayıfladı, baş aklık ateşiyle tutuştu. Ve ben senin duan ile, hiç bir zaman mutsuz ol­madım Rabbim.

5- Ve ben, benden sonra (yerimi alacak) amca oğullarım (in du­rumun) dan korktum. Karımda kısır kaldı. Artık bana kendi ka-tından bir velî hibe et. de.

6- Bana ve Ya'kub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim onu hoşnud olunan biri yap.

7- Yâ Zekeriyya! Biz sana adı Yahya olan bir oğlan ile müjdeli­yoruz. Bundan önce hiç kimseyi ona (aynı adda) ortak yapmadık.

8- Dediki: Rabbim! Benim nerden çocuğum olabilir ki, benim karım kısır, bende yaşlılığın sonuna ulaştım.

9- Dedi kî: Böyledir. Rabbin, "O (nu yaratmak) bana pek ko^ laydir. Ve daha önce de seni yaratmıştım. Halbuki sen hiç birşe değildin." buyurdu.

10- "Rabbim! Bana bir işaret ver" dedi. "Senin işaretin üçgün sağlıklı olduğun halde (veya hiç ara vermeden üç gün üç gece) insanlarla konuşmamandır" buyurdu.

11- Mihrab'dan kavminin yanına çıkıp, onlara; "sabah akşam teşbih etmelerini" işaretle bildirdi.

Vallahi, Kur'ân okunuşunu duyduklarında, Necâşî ve papazları, Öy­le ağladılar öyle ağladılarki, göz yaşından sakalları sırılsıklam oldu.

Sonra Necâşî; "Kesinlikle bu okunan ile, Musa (a.s.)'ya gelen ke­sinlikle aynı kaynaktandır." deyip Amr ile Abdullah'a "haydi dönûft gidin. Vallahi ben bu Müslümanları kesinlikle size teslim edemem" dedi.

Biz Necâşî'nin yanından çıktıktan sonra, Amr b. el-As arkadaşına; "vallahi yarın kirala bunlar hakkında öyle birşey anlatacağım ki, bur­nunla heriflerin yeşillikleri kökünden sökülecek" dedi. Bu ikisinden bizim hakkımızda daha merhametlisi olan Abdullah b. Ebî Rabîa da, "sakın öyle birşey yapma, bize muhalefet etselerde onlarla akrabalık var" dedi. Amr b. Âs'da: "Vallahi onların "Meryem oğlu îsa kuldur" dediklerini kirala söyleyeceğim, dedi.

Ertesi gün kalkıp Kirala çıktı ve: "Ey Kıral! Bunlar Meryem oğlu îsa hakkında çok ağır bir ithamda bulunuyorlar" dedi. Kıral da bu du­rumu anlamak için birini gönderdi.

ÜmmÜ Seleme derki: Vallahi Habeş'e varalı beri, bizim başımıza böyle bir bela gelmemişti. Hemen muhacirler orada toplanıp; "Kral, İsa b. Meryem hakkında sorarsa ne diyeceğiz?" diye istişare edip son­ra da; "Biz, Allah'ın dediğini, Peygamber'in (s.a.v.) tebliğ ettiği şekil­de söyleyelim de, ondan sonra ne olacaksa olsun" kararına vardılar.

Kıral'ın yanma girince onlara: "Meryemoğlu Isa hakkında ne dersi­niz?" diye sorunca Ca'fer b. Ebî Talib; "Biz onun hakkında bizim Pey­gamberimizin bize tebliğ ettiği şekilde; "İsa (a.s.) Allah'ın kulu, Onun Peygamberi, Ruhu ve hiç evlenmemiş ismet sahibesi Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi'dir" diyoruz, dedi. Necâşî bunu duyunca elini toprağı uzanıp oradan bir çöp aldı ve: "Vallahi İsa'nın gerçekte durumu, senin şu söylediklerini şu elimdeki çöp farkı kadar ileriye geçmez" dedi.

Necâşî bu sözünü söyler söylemez etrafındaki Patrikleri homurdan­maya başladılar. Necâşî'de onlara, "Vallahi homurdansamzda bu böy­le" dedi. Sonra Ca'fer ve beraberindekilere dönüp: "Haydi sizde güven içerisinde evinize gidin. Size söğen cezalandırılır, size söğen cezalan­dırılır, size söğen cezalandırılır. Asla sizden birine eziyet ederek, al­tından bir dağım olsun istemem" deyip, adamlarına'da "şu iki adama verdikleri hediyeleri geri verin, bizim ona ihtiyacımız yok. Vallahi Allah (amcamın zorla aldığı) kırallığımı bana geri verirken benden rüşvet almadı ki, ben şimdi bu hususta rüşvet alayım. Hem Allah (o vakit) insanların sözünü benim hakkımda dinlemedi ki, şimdi onları ben dinleyeyim" dedi.

Bu ikisi de rüsvay olarak, hediyeleri de geri çevrilmiş olarak kiralın huzurundan çıktılar.

Biz bu halde yaşayıp giderken, birde Habeşli bir adam kırattık iddi­asıyla Necâşî'yi devirmek için meydana atıldı. Vallahi biz bugüne kadar böyle bir üzüntüyü hiç tanımamıştık. Zîra bizim hukukumuzu hiç tanımayan birisi Necâşî'ye galib gelirse ne olurdu.

Necâşî de ordusunu alıp onunla savaşmaya gitti. İki ordu arasında sadece Nil nehri vardı.

Rasûlüllah'ın ashabı toplanıp, "bize haber getirmek üzere harp meydanına kim gidecek?" dediler. Zübeyr b. Avvam:

Ben giderim, dedi. O topluluğun en genci idi. "Peki sen git" dedi­ler. Onlar bir su tuluğu bulup hava ile onu şişirdiler. Zübeyr'de onu göğsünün altına alarak üzerinde yüze yüze Nil'in harp yapılan tarafına geçti. Sonra harp sahasına girdi. Biz Necâşî'nin kazanması için dûa ediyorduk. Vallahi biz henüz dûa edip duruyorduk ki, Zübeyr uzaktan koşarak göründü. Elbisesini sallayarak, müjde, müjde Necâşî kazandı, Allah, düşmanını helak etti, onu kendi toprağında tekrar kıral olarak bıraktı" diye bağırıyordu. Vallahi o anki sevincimiz gibi sevindiğimizi hiç bilmiyoruz.

Böylece Necâşî sağ salim yerine döndü, Allah onun düşmanını yok etmiş, Habeş kırallığını Necâşî'ye sağlamlaştırmıştı. Biz onun yanında ta Mekke'de Rasûlüllah'ın yanına gelene kadar güvenle yaşadık.[177]

Bu hadisi Ebû Dâvûd, İbni İshâk yoluyla Zührî'den nakleder.[178]

İşte bu sahabelerin bir kısmı Mekke'ye gelmiş sonra Medine'ye hic­ret etmişlerdir. Ca'fer ile gurubu ise Hayber'in fethedildiği yıla kadar Habeşistan'da kalmışlardı.

Bir rivayette de denilirki; Kureyş Müslümanları kovdurmak için Habeşistan'a iki defa adam yolladılar.[179] İkinci seferinde Amr b. As ile Umara b. Velîd (ki bu Halid b. Velîd'in kardeşidir) el-Mahzûmî vardı.

İşte bu Umara ile olan kıssayı İbni İshâk rivayet eder. Orada Umara b. Velîd'in Amr'ı denize attığını, Amr'ın yalvara yalvara tekrar gemiye alındığını- sonra Amr'ın, Umara'yı Necâşî'ye; "bu herif senin aileyin ırzına göz dikti" diye şikayet ettiğini, buna şahit olarak sadece kiralın kullandığı bir kokunun üzerinde bulunmasıyla yakalanıp, kiralın bir sihirbaz çağırıp onu büyületerek sidik yollarının şişirildiğini, onunda vahşî ve azgın bir hale gelip çöllere düşerek yaşamaya başladığını iyice susayınca, ehlinin ayrıldığı yere gelir ve hayvanlar gibi ağzıyla su içtiğini, kardeşi ve akrabaları aramaya gelip onu bağlayıp gemiye bindirecekleri sırada öldüğü" nakledilir.[180]

İbni İshâk, anlatıyor: Zührî dediki: Ben Ebû Bekir b. Abdirrahmân'ın Ümmü Seleme (r.a.) validemizden naklettiği (yukarda geçen) hadisi Urve b. Zübeyr ile konuştum. Bana, "sen Necâşî'nin "Allah kırallığımı bana geri verirken benden rüşvet almadı ki, ben bu konuda rüşvet alayım, hem Allah insanların sözünü dinlemedi ki ben sözlerini dinleyeyim" demesinin ne anlama geldiğini biliyormusun" dedi. Bende "hayır" dedim. O zaman Urve bana şunları anlattı:

- Bana Hz. Âişe (r.a.) anlattı ki; bu Necâşî-Ashame-nin babası Ha­beş halkının kıralıymış. Ashame'den başka oğlu da yokmuş. Kiralın bir kardeşi varmış ki, onun on iki çocuğu varmış. Bir gün habeş halkı kendi aralarında toplanıp, "Kiralımızı öldürüpte yerine kardeşini geçirsek her halde hakkımızda daha iyi olur. Zîra bunun Ashame'den başka çocuğu yok. Kardeşinde ise on iki tane evlad var. Kıraldan birisi ölse bile öteki yerine geçer, böylece Habeş devleti uzun bir ömür sü­rer" diye konuşup, Ashame'nin babasına saldırdılar. Kiralı öldürüp yerine kardeşini tahta oturttular.

Ashame'de amcasının yanında büyüdü. Çok akıllı ve dirayetliydi. Bir müddet sonra amcasının bütün işlerine el koymuştu. İhtilalci Ha-beşliler bu durumu görünce "korkarız ki amcası kendi ölünce bunu başımıza kıral yapar, o da kiral olunca babasının intikamı için bizi öldürür" diye konuşup amcasına gittiler ve: "Sen bu çocuğu ya öldür, yahut da aramızdan uzaklaştır" dediler. O da; "Sizlere yazıklar olsun. Daha dün babasını öldürdüm, bu günde bunumu öldüreyim? Bu ol­maz, ama onu buradan sürgün edeyim" dedi. Onlar böylece Ashame'yi alıp bir tüccara köle gibi, altıyüz dirheme sattılar. Gemici de onu ge­misine götürdü. Henüz aynı günün akşamı yeni olmuştu ki, güz bulut­larından bir bulut gelip yağmur çiselemeye başladı. Kıral yağmurdan serinlemek için dışarıya yağmurun altına çıkmıştı ki birden bir şimşek çakarak onu öldürdü. Habeşliler derhal oğlunun yanına geİip onlardan birini kıral yapmak istediler. Ne görsünler hepside ahmak ve aptal değilmi. Hiç birinde hayır yok. Bu yüzden vaziyet çok karıştı ve iyice sıkıştılar. Toplanıp konuşarak, "vallahi, şunu iyi bilinki, sizin devlet düzeninizi sağlayabilecek yegane insan bu gün köle diye sattığınız o gençtir, Kiralınız odur" kararına vardılar.

Derhal çıkarak Ashame ile onu satın alan Tüccarı aramaya ko­yuldular. Ona yetişip Ashame'yi geri aldılar. Getirip başına tac giy­direrek kırallık tahtına oturttular. Tüccar o sırada bu adamlara gelip; "ya benim paramı verin, yahut kıralla konuşmaya gideceğim" dedi. Onlar, "sana bir kuruş veremeyiz" dedi. "Buyur" dediler. Tüccar gelip kiralın önüne çöktü ve: "Ey Kıral! Ben çarşıda dün bir takım in­sanlardan altı yüz dirheme bir köle satın almıştım. Onu alıp gidiyorlar tekrar arkamdan gelerek köleyi geri aldılar, paramıda vermediler" de­di, Necâşî de adamları çağırtıp, "ya kölesini, ya da parasını geri ver­mek mecburiyetindesiniz" deyince "Peki parasını verelim" dediler.

Hz. Âişe bunları nakledip dediki: îşte Necâşî'nin söylediği, "Allah benden kırallığımı geri verirken rüşvet almadıki ben rüşvet alayım" demesi buna binaendi.

İşte bu, Necâşî'nin din ve adaletindeki ilk denenmesi idi.[181]

İbni İshâk derki: Bana Yezîd b. Rûmân'ın, Urve'den nakline göre Hz. Âişe (r.a.): "Necâşî öldüğü zaman insanlar onun kabrinde devamlı bir nurun parladığını konuştuklarını" söylemiş.[182]

Yine İbni İshâk anlatıyor:

Bana Ca'fer b. Muhammed babasının şöyle dediğini anlattı: "Necâşî'nin tutumunu gören Habeş ileri gelenleri toplanıp, müşavere ettiler ve Necâşî'ye, "Sen bizim dinimizden ayrıldın" diyerek isyan ettiler. Necâşî'de Ca'fer ve arkadaşlarını çağırıp durumu bildirdi ve onlara bir gemi hazırlattı. Ca'fer ve arkadaşlarına "gemiye binip ha­reket etmeden bekleyin. Eğer ben yenilecek olursam siz yolunuza gi­din ve dilediğiniz yerde kalın. Ama ben galip gelecek olursam ye­rinizde kalırsınız" dedi. Sonra mektup yazmak için kâğıt aldı ve "Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlühû. Şüphesiz îsâ'da Allah'ın kulu ve Rasûlü Onun Ruhu ve kelimesidir" diye yazdı. Sonra bu mektubu bir kumaş içine koyup üzeri­ne alarak kendine isyan eden Habeşlilerin yanına vardı.

- Habeşliier sıra sıra dizilmişlerdi. Necâşî onlara: "Ey Habeş toplu­luğu! Ben içinizde bu kırallığa en layık olanınız değilmiyim?" diye sordu. "Evet en layıkımız, sensin" dediler. O da; "Peki benim size kar­şı tavrımı nasıl buluyordunuz?" dedi. "Tavrın çok iyiydi" dediler. Necâşî; "peki, öyleyse size şimdi ne oldu da bana, "sen bizim dinimiz­den ayrıldın, îsâ'nın kul olduğunu iddia ettin" diyorsunuz. Siz îsâ hak­kında ne diyorsunuz?" diye sordu. Onlar da; "Biz, İsâ Allah'ın oğlu­dur, görüşündeyiz" dediler. Bunun üzerine Necâşî elini mektubu giz­lediği yer olan göğsünün üzerine koyarak: "İşte bu da (kendi kalbi) Meryemoğlu îsâ hakkında buna birşey ilave etmez" deyip bununla o mektupta yazılı olan görüşü kasdetti. Bunun üzerine Habeşliier ondan razı olarak dağılıp gittiler.

Bu durum Nebî (s.a.v.)'ye ulaşmıştı. Necâşî öldüğünde Peygamber (s.a.v.) ona gaiben cenaze namazı kıldırıp istiğfar etti. Allah ondan razı olsun.[183]

Bu Necâşî konusu daha önce (cilt 1. sayfa 277, 289) Habeşistan'a hicret olarak anlatılmıştı.

Burada ise, Bedir sonrası olan alâka sebebiyle bir daha değindik.[184]

 

Umeyr B. Adiy El-Hatmî'nin Seriyyesi

 

Vakıdî'nin anlattığına göre, Rasûlüllah (s.a.v.), Umeyr b. Adıy'yi, Ramazan ayının bitimine beş gece kala Ümeyye b. Zeyd oğullarından, Mervun kızı Asma'ya gönderdi. Bu kadın İslâmı hakir sayar, Peygamer (s.a.v.) aleyhine şiirler söyleyerek onu incitirdi. Umeyr (r.a.) geceleyin yanına girip aldatarak öldürdü.[185]

Benî-Süleym Gazası

 

Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), Bedir'den Medine'ye döndükten sonra -kî Ramazan'ın sonlarında harbden çıkmış idi.- Orada Şevval ayından sa­dece yedi gününü -cihada çıkmadan evinde- geçirdi. Sonra bizzat Kendisi Süleym oğullarına varmak üzere yola çıkıp Medine'ye Sibâ' b. Arfete el-Gıfârî'yi -veya bir denilişe göre İbnü Ümmi Mektum'u- vali olarak bıraktı.

Yoluna devam ederek onlara ait kuyulardan birisi olan ve "el-Küdr" denilen suya kadar ulaştı. (Vakidî'ye göre burası Medine'ye sekiz konak mesafede, Ma'den taraflarında, el-Erhadiyye'ye yakın bir yerdir).

Suyun başında üç gün eğleşti. Sonra, herhangi bir harple karşı­laşmadan, Medine'ye döndü.

Medine'de Şevval'in geri kalan kısmı ile, Zilka'de ayını geçirip, bu süre içerisinde, Kureyş esirlerinin çok büyük bir bölümünün fidye karşılığı serbest bırakılma işlemini tamamladı.[186]

 

Salim B. Umeyr'in Ebû Afek'i Öldürmesi

 

Vakıdî anlatıyor:

Bize Saîd b. Muhammed, Umara b. Ğaziyye -Ebû Mus'ab b. İsmail b. Mus'ab b. İsmail b. Zeyd b. Sabit- Şeyleri isnadıyla şöyle dediklerini anlatır. "Amr b, Avf oğullarından Ebû Afek denen çok yaşlı bir adam vardı; Yaşı yüzyirmiye varmıştı. Nebî (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde, insanları Onun aleyhine düşmanlık etmeye teşvik ederdi.

Müslümanlığı kabul etmedi. Rasûlüllah Bedre gidipte, galib olarak geriye dönünce kıskançlık ve aşırılığı iyice arttı ve şu şiiri söyledi: "Bir ömür yaşadım insanlardan ne ev ne de bir cemiyet bulabildim. Ben aklı çok davet edilince da'vet edene çok çabuk yardıma gelen biriyim, onlara gelen bu adam, onların işini bir helâlâ bir harama zorla sürükledi. Kırallıkla olsa onu tasdik ederdiniz, Zaferle siz Yemen

kiralı Tübba'a tabî olurdunuz."

Bunu duyan Neccar oğullarının Bekkâî kolundan bir zat olan Salim b. Umeyr, "Ebû Afeki öldürmek yada orada ölmek benim boynumun borcu olsun (nezr olsun)" diyerek bir fırsat gözledi. Bir yaz gecesi Ebû Afek, Amr b. Avf oğulları yurdunda evin havlusunda uyuyordu. Salim b. Umeyr gelip kılıcını ciğerine öyle bir sapladıki kılıcın ucu yatağa

kadar geldi. Allah düşmanı can acısıyla bağırdı. Bağırışını duyanlar fırlayıp geldiler ve Ebû Afek'in cesedini eve taşıyıp kabrini kazdılar. Birbirlerine "yahu bu adamı kim öldürdü?" diye sordular. Diğerleri de. "kim öldürdüğünü bir bilsek, Vallahi bizde onu öldüreceğiz" dediler.

Onun öldürülmesi üzerine, Müslüman bir kadın olan En-Nehdiyye şu şiiri söyledi:

"Allah'ın dinini ve yiğit Muhammed'i yalanlarsın. Sana Unutturan zat'a yemin olsun, ne kötü unutturma idi. Ama başka bir Müslüman sana yaklaşıp darbeyi indirdi, Ey Ebû Afek! yaşrym büyüklüğüne rağ­men al bu darbeyi. Gece yarısı sana gelen katiliyin, insanmı cinmi olduğunu bilmesemde o bir hanîf idi."

Bana Ma'n b. Amr'ın, İbnü Rukayş'tan nakline göre, Ebû Afek hic­retin yirminci ayının başlarında bir şevvalde öldürüldü.[187]

 

Sevîk Gazvesi (Zilhicce Ayı)

 

Musa b. Ukbe, Ibnü Şihâb-ı Zührî'den naklediyor:

Allah(cc), Bedir'de müşrik liderlerinden ve ileri gelenlerinden bir takımını öldürdüğünde, Ebû Süfyan b. Harb, "Muhammed'e savaş açıp Medine'nin etrafını yakıp yıkmadan başına krem değdirmeyeceğine başını yıkamayacağına, hanımı ile yatağa girmeyeceğine" nezretti.

Yanma aldığı otuz kadar atlı ile (kimine göre daha fazla) gizlice Mekke'den çıktı. Böylece yeminini yerine getirecekti. Medine civarın­daki dağlardan, Seyb adlı dağa gelip konakladı ve adamlarından bir veya iki tanesini gönderip onlara "Medine'ye yakın hurma bahçe­lerinden hangisine varabilirseniz onu yakın" diye emir verdi. Bunlar, Medine'ye yakın bir yerde El-Urayd vadisindeki hurma fidanlıklarına gelip, oraları ateşe vererek geri döndüler. Ebû Süfyan'ın yanına ge­lince, hepsi birden kaçarak Mekkeye doğru yola çıktı.

Haber Medine'ye gelir gelmez Peygamber (s.a.v.) efendimiz Müs­lümanlarla birlikte peşlerine düşüp (Ma'den taraflarındaki Medine'ye sekiz konaklık mesafede bulunan "Kar karatü'l-Küdr'e" kadar geldi. Ebû Süfyan ve arkadaşları daha Önce gittiği için onlardan hiç birine ulaşmak mümkün olmadı. Böylece Efendimiz ve arkadaşları herhangi bir şeyle karşılaşmadan geri döndü.[188]

Yukardaki geçen rivayetin aynısını İbnü Lehî'a'da, El-Esved aracı­lığıyla Urve'den nakleder: İşte bu rivayette şu ilave vardır:

Rasûlüüah (s.a.v.) ile ashabdan, onlara karşı imdat istenmesi üze­rine, derhal bineklerine atlayıp müşriklerin peşine düştüler. Ve onları aciz bıraktılar. Müşrikler kurtulabilmek için yanlarındaki yol azıkları­nı atarak, yüklerini hafiflettiler. İşte Ebû Süfyan'i ele geçirmek için yapılan bu seferin adına, "azık" anlamına gelen "sevik seferi" denil­miştir.[189]

Muhammed b. İshak anlatıyor: "Bana Muhammed b. Ca'fer b. Ez-Zübeyr, Yezîd b. Roman'dan nakletti: Bana kendisini herhangi bir şeyle itham edemeyeceğim birisi, Ubeydullah b. Ka'b b. Mâlik'ten bana (bu sefer hakkında) anlattığına göre, şöyle diyor:

Ebû Süfyan Mekke'ye gelipte, Kureyş'in hezimete uğrayan ka­lıntısı Bedir'den gelince, Ebû Süfyan, "başını cünüp olsada Muhammed ile savaşmadan yıkamayacağı" nezrini yaparak, iki yüz süvari ile yola çıkıp, Medine'ye bir konak mesafedeki, Seyib dağına kadar gelip konakladı. Geceleyin çıkıp Nadîr oğullan yurduna vardı ve Huyey b. Ahtab'ın evine giderek kapısını çaldı. Huyey korkup ka­pısını ona açmadı. Ebû Süfyan oradan ayrılıp Selâm b. Mişkem'in evi­ne geldi. Selam, o dönemde Nadir oğullarının lideri ve onların para hazinesi idi.

Ebû Süfyan kapıya varıp izin istedi. Ona izin verildi, kendisini a-ğırladı su ve yemek ikram edildi, aynı zamanda* insanların birtakım haberleri gizlice ona bildirildi. Sonra Ebû Süfyan oradan ayrılıp ar­kadaşlarının yanına geldi. Koraştan birkaç adamı Medine'ye yolladı. Bunlar Medine'ye yakın El-Urayz vadisine geldiler ve orada bulunan hurma fidanlıklarını yaktılar.

Orada birisi Ensarlı, diğeride ensar ile anlaşması olan iki kişiyi, a-razilerinde yakalayıp öldürdüler. Oradan arkadaşlarının yanlarına ge­lip yaptıklarını anlattılar. Böylece nezirlerini yerine getirmiş oldular.

Allah Rasûlü onları yakalayabilmek için peşlerine düştü ve "Karkâratü'1-Küdr" denen yere kadar geldi. Medine'ye Beşîr b. Abdü'lmünzir (Ebû Lübâbe)'i vali olarak bıraktı. Sonra geriye döndü. Ebû Süfyan ve arkadaşları çoktan kaçmışlardı. Orada, Kureyşlilerin daha hızlı kaçmaları için yüklerini hafifletmek üzere atmış oldukları, azıklarım buldular.

Rasûlüllah, kendilerini geri getirdiği zaman Müslümanlar: "Yâ Rasûlellah! Bu -eli boş olarak- yaptığımız seferin bizim için yine de Gazâ'dan sayılmasını ümit edermisiniz?" diye sorduklarında, Nebî (s.a.v.): "Evet" buyurdu.[190]

Derkî: Bu olay Bedir'den iki ay sonra vuku bulmuştur.[191]

 

Hz. Osman'ın, Ümmü Gülsüm (R.A.) İle Evlenmesi

 

Yine bu ikinci yıl içinde, Osman b. Affan (r.a.) ile Peygamberimi­zin kızı Ümmü Gülsüm (r.a.) evlendi.

 [Rıb'î b. Hırâş, Osman b. Affan (r.a.)'dan naklediyor: Hz. Osman (r.a.) Hz. Ömer (r.a.)'den kızı Hafsa'ya düğür olmuştu. Ömer (r.a.) bunu kabul etmedi. Bu durum Nebî (s.a.v.)'ye ulaşmıştı. Ömer (r.a.) yanma geldiğinde Efendimiz ona: "Yâ Ömer! Sana Osman'dan daha hayırlı bir damat, Osman'ada senden daha hayırlı bir kayınpeder bula­yım mı? buyurdu. Osman, "Evet Yâ Rasûlellah!" deyince Efendimiz (s.a.v.): Sen kızım benimle evlendir, bende kızımı Osman'la evlendi­reyim" buyurdu.].[192]

Hz. Ali'nin Hz. Fatıma İle Evlenişi

 

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Abdullah b. Ebî Necîh, Mücahit aracılığıyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini anlattı:

Ben Fatıma'yı Rasûlüllah'tan şöyle istedim: Benim bir cariyem vardı. Bir gün bana, "Fatıma'ya düğür için Peygambere geldiklerinden haberin var mı?" dedi. "Hayır" dedim. O da, "evet Fatıma'ya düğür gelmiş, Ama sana mani olan nedirde, gidip Peygamberden seni kızı ile evlendirmesini istemiyorsun?" dedi. Ben, "sanki bende evlenecek ka­dar dünya malımı var?" dedim. "Sen Peygambere gidersen seni evlen­dirir" dedi.

Vallahi bana o kadar ümit vererek, ısrar ettiki sonunda Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanma girdim. Rasûl'ü Ekrem (s.a.v.) çok celâdetli ve hey­betli biriydi. Vallahi içime ağlamak gibi bir şey girip sesim kısıldı ve hiç konuşamadım. Rasûlüllah (s.a.v.) "Neye geldin! Bir ihtiyacın mı var?" deyince ben yine sustum. O, "niye geldin, bir ihtiyacın mı var?" dedi, ben yine cevap vermedim. Bunun üzerine "sen herhalde Fatıma'ya düğür olmaya geldin" buyurdu. "Evet" dedim. "Onu kendi­ne helal yapacak mikdarda mihir olabilecek bir şeyin var mı?" diye sordu. Ben: "Hayır! Vallahi hiç bir şeyim yok Yâ Rasûlellah!" dedim. Efendimiz bana, "Peki benim seni teçhiz etmek üzere verdiğim zırhını ne yaptın?" diye sordu. Ali (r.a.) derki -Vallahi o değeri ancak dört dirhem edebilen Hutamî cinsi bir zırh idi.- Ben, "zırh yanımda" dedim. Efendimiz; "haydi öyleyse seni Fatıma'yla evlendiriyorum, zırhı mihir olarak Fatma'ya yolla ve onunla Fatma'yı kendine helâl kılmış ol" buyurdu.

İşte Fatma'nın Mihri bu zırh idi.[193]

Eyyûb es-Sahtiyânî, İkrime vasıtasıyla İbni Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.) Fatıma ile evlendiği zaman Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Ali'ye; "Haydi Fatıma'ya mihir olarak birşeyler ver." buyurunca Ali, "Bende verecek hiç bir şey yok ki" dedi. Efen­dimiz de: "Senin el-Hutmiyye zırhın nerede?" buyurdu.

Bu hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.[194]

Ata b. Es-Sâib de, babası Sâib'den Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini anlatır:

Nebî (s.a.v.) Efendimiz, Fatıma (r.a.)'yı bir kadife elbise, bir su kırbası, içi ızhir otu ile dolmuş deri bir yastık ile düğün çeyizini hazır­ladı.[195]

 

- Bu Yıl Vefat Edenler-

 

Hicri ikinci yılda meşhur sahabî Sehl b. Sa'd (r.a.)'ın babası olan Sa'd b. Mâlik b. Halid b. Sa'lebe el-Hazracî es-Sâıdî (r.a.) vefat etti. Bedre gitmeye hazırlandığı bir sırada Ramazan ayı içerisinde yola çıkmadan evvel vefat etti.

Denildiğine göre; Nebî (s.a.v.) onu harbe katılmış gibi kabul edip harp ganimetinden hissesini ayırıp varislerine verdi.[196]

Yine aynı yıl, Bedir harbinden sonra, Muhacirîn-i Kirâm'dan, Bedir harbine katılmış bulunan Huneys b. Hazâfe es-Sehmî (r.a.) vefat et-mistir. Vefatı ile eşi Hz. Ömer'in kızı Hafsa (r.a.) dul kalmıştı.[197]

 

Rasûlüllah'ın Hz. Âişe İle Evlenişi

 

Bu yılın Şevval ayı içerisinde, Peygamber (s.a.v.) daha önce ni­kahını yaptığı Hz. Âişe (r.a.) ile gerdeğe girdi. Bu sırada Hz. Âişe'nin yaşı dokuz civarında idi.[198]

 

ÜÇÜNCÜ YIL HADİSELERİ

 

Zî Emerr Ğazası:

 

İbni İshâk'ın anlatmasına göre, Nebî (s.a.v.) Sevîq seferinden dön­dükten sonra, Ziîhicce'nin son yarısı ve Muharrem ayını Medine'de geçirip, sonra Ğatafan kabilesine doğru gaza' etmek üzre Necid'e gitti.

İşte "ZÎ Emerr" denen gaza bu idi. Medine'ye Hz. Osman b. Affan (r.a.)'ı vali olarak bıraktı. Safer ayının büyük bir bölümünü belki tama­mını Necd'de geçirdi. Sonra herhangi bir harbe uğramadan Medine'ye geri döndü. Orada Rabiü'l evvel ayının sonuna kadar kaldı.[199]

Vakıdî ise bu konuda, "bu gaza Rabi'ü'l Evvel ayında vaka bul­muştu. Efendimizin Medine'den ayrı kalışı sadece on üç gün idi" der.[200]

Sonra Vakıdî, Şeyhleri vasıtasıyla Tabiin'den olan Abdullah b. Ebî Bekr ve diğerlerinden şöyle, dediklerini nakleder:

Peygamber(s.a.v.)'e, Gatafan'daki Sa'lebe oğullarından bir gurup ile Zî Emerr'deki Muharib denen adam, toplanıp Rasûlüllah'ın civa­rındaki kabilelere saldıracakları haberi ulaşmıştı.[201] Onları Dü'sûr b. Haris b. Muharib denen birisi biraraya getirmişti.

Nebî (s.a.v.) de Müslümanları teşvik etti. Dörtyüz elli kişilik bir gurupla yola çıktı. Beraberinde atlar vardı. Uhut ile Medine arasındaki münakkâ arazîsinden yola çıkıp Hubeyt boğazı yolunu seçti. Sonra Zü'l Kıssa'ya vardı. Burada onlardan Cebbar denen bir adamı yakala­yıp, "nereye gitmek istiyordun?" diye sordular. "Medîne'ye" dedi. "Medine'de işin ne?" dediler. "Kendim için orada bazı işlere bakacak­tım" dedi. "Sen o topluluğa uğradmmı veya senin kavmiyin haberi sana geldimi?" dediler. "Hayır! Ancak Dü'sur b. el-Hâris'in kendile­rinden bir gurup insanla oradan ayrıldığım duydum" dedi. Adamı Pey­gamber (s.a.v.)'in yanına soktular. Rasûlüllah onu İslâm'a daevet etti, O da İslâm'a girdi ve, "Yâ Muhammed! Onlar seninle karşılaşma­yacaklar. Senin geldiğini haber alırlarsa dağlara kaçacaklardır. Ben seninle gelip onların dağ arasında saklandıkları yerleri göstereyim" dedi.

Rasûlüllah onu beraberinde götürdü ve Bilal'in gurubuna kattı. O da Efendimizi bildiği bir yoldan götürüp Kum tepelerinden onların üzerine getirdi. Bedeviler dağ başına kaçıştılar. Zaten daha öncede kaldıkları yerin damlarını ağaç vb. şeylerle gizlemişlerdi. Rasûlüllah hiç kimse ile karşılaşmadı. Ancak uzaktan onlara bakıp dağ başındaki karaltılarını görüyordu. Rasûlüllah Zû Emer denen yere konaklayıp kampım kurdu. Orada muazzam bir yağmur başladı. O sırada bir ihti­yacı için ileri bir yere giden Rasûlüllah yağmura yakalanıp sırılsıklam oldu. Rasûlüllah ashabını vadinin bir yanında bırakıp kendisi öte tara­fına geçti ve elbisesini kurutmak için çıkarıp bir ağaca serdi ve kendisi de altına yaslandı. Bedeviler dağdan onun yaptıklarına bakıyorlardı. Bedeviler komutan Dü'sur'a:

İşte Muhammed sana bir fırsat tanıdı. Etrafında ashabı olsaydı ona saldırıp öldüremezdin,  dediler.  Oda hemen keskin bir kılıç  alıp

Rasûlüllah'ın başucuna geldi, kılıcını kaldırıp; "Yâ Muhammedi Bu gün benim elimden seni kim kurtarır?" diye bağırdı. Efendimiz "Al­lah" dedi. O anda Cebrail gelip Dü'sûr'un göksüne vurup kılıcım dü­şürdü. Rasûlüllah kılıcı kapıp kalktı ve başucuna dikilerek, "Ya seni bugün benim elimden kim alacak?" deyince, o "hiç kimse" dedi. Son­rada şehadet kelimelerini söyleyerek Müslüman oldu ve, "vallahi bir daha senin aleyhine adam toplamayacağım" dedi. Rasûsüllah kılıcı ona geri verdi. O da gitmek üzere geri döndü. Sonra yüzünü Rasûlüllah'a çevirip "Vallahi sen benden çok daha hayırlısın" dedi. Efendimiz (s.a.v.) de:

"Zaten öyle olmak benim tabiî hakkımdır." buyurdu Dü'sûr arka­daşlarının yanma gelince ona, "Sen ne yaptın, o sana bu fırsatı vermiş­ken kılıçta dindeyken ne yaptın" dediler. O da: "Evet önce öyle idi. Ama birde baktımki beyaz uzun bir adam, göksüme vurup sırtüstü düşürdü. Onun Melek olduğunu anladım ve Eşhedü el-lâilâhe illallah Ve eşhedû enne Muhamnıeden abdühû ve Rasûlühû, deyip Müslüman oldum. Artık onun aleyhine bulunamam" dedi ve onları da İslâm'a çağırdı. İşte Maide suresinin 1 l'ci âyeti olan

"Ey îman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın ki, ha ni o zaman bir kavim ellerini size uzatarak sizi yakalamayı um muş idi. Allah'da onları ellerini sizden menetmişti" âyeti indi.[202]

 

Buhran Gazvesi

 

İbni İshâk derki:

Rasûlüllah (s.a.v.) Rabîü'levvel ayını Medine'de geçirip sonra Kureyşle karşılaşma ümidiyle gazaya çıktı. Medine'nin basma İbnü Ümmi Mektûm'u tayin etti.

Abdü'l Melik b. Hişâm derki;[203] Rasûlüllah "Buhran" denen yere ya­ni Hicaz'daki Ma'den'e geldi. Burası El-Fur'u' denen yerin bir nahiye-sidir. Orada Rabîü'lâhir ayının tamamını ve Cümâdiye'l-Ulâyı geçirin-ceye kadar eğleşti. Sonra herhangi bir karşılaşma görmeden Medine'ye avdet etti.[204]

Vakıdî bu konuda şunları söyler:

- Nebî (s.a.v.) Buhrân'daki Süleym oğullarına gazaya çıktı. Vakit Cemadiyel evvel ayının altısı idi. Buhran, Für'a bağlı bir yer olup Me­dine ile arasında sekiz konak mesafe vardır. Medine'den on gün ayrı kaldı. Kendisine ulaşan haberlere göre, orada Süleym oğullarından bir gurup toplanmış idi. Üç yüz kişilik bir kuvvetle yola çıkıp Medine'nin başına İbnü Ümmî Mektûm'u bıraktı.[205]

 

Benî Kaynuka Gazvesi

 

İbni İshâk bu kıssayı aynen buradaki tertib üzere Fur'a gazvesinden sonra anlatıyor.

Vakıdî ise, "Şevval'in ortasında Cumartesi günü hicretin yirminci ayı başlarında oldu. Onları Zilka'de ayı hilâli görünene kadar muha­sara etti" demektedir.

İbni İshâk'tan naklen Bekkâî şöyle anlatır:

Benî Kaynuka hakkında anlatılanlar şunlardı: Rasûlüllah (s.a.v.) onları Benî Kaynuka panayırında toplamış ve:

"Ey Yahudi topluluğu! Allah'ın sizin başınıza da aynen Kureyşe indirdiği intikam azabını indireceğinden sakının! Siz ke­sinlikle biliyorsunuz ki, ben de Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberim. Bu hususu siz kendi kitabınızda buluyor ve bunun size, bir Allah tavsiyesi olduğunu anlıyorsunuz" buyurdu.

Yahudiler de; "Yâ Muhammedi Ne o sen bizi de kendi kavmin Kureyş gibi görüyorsun her halde? Harb etme bilgisi olmayan bir ka­vim ile karşılaşıp ta fırsatı yakalayıp, onları yenmiş olman seni sakın aldatmasın. Vallahi sen bizimle harbedecek olursan işte o zaman bi^ zim ne yiğit bir millet olduğumuzu anlayacaksın" dediler.

İbni İshak devamla derki: Bana Zeyd b. Sabit (r.a.) oğullarının bir kölesi, Saîd b. Cübeyr -İkrime İsnadıyla İbni Abbas'tan şöyle dediğini anlattı: Şu aşağıdaki âyetler, sadece bunlar hakkında indirildi:

11-  Kâfirlere; "Yenileceksiniz ve Cehenneme sürükleneceksi­niz" de. Ne kötü bir çukurluktur.

12- (Bedir'de) karşılaşan iki toplulukta, sizin için kesinlikle alı­nacak bir ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyor, di­ğeri ise (karşısındaki Müslümanları) göz kararıyla kendilerinin iki katı -fazla- gören inkarcılar. Allah dilediğine zaferiyle destek verir. İşte bunda basiret sahihleri için bir ibret vardır." (Âl-i İmram Sûresi)

İbni İshâk derki: Bana Asım b. Ömer b. Katâde anlattı ki, "Benî Kaynuka kendileriyle Allah Rasûlü arasındaki anlaşmayı bozan ilk yahudî gurubu olup, Bedir ile Uhut arasında Müslümanlarla harbetti-ler.

Avn Ebî Avn derki: Benî Kaynuka meselesi şöyle meydana geldi: Arap Kadının birisi, Yahudi çarşısına pazar bohçasını getirip, eşyasını orada sattı. Sonra oradaki bir kuyumcuya gidip, birşey yaptırmak için oturdu. Yahudiler kadına, "yüzünü aç" diye ısrar ettilersede kadın red­detti. Kuyumcu gizlice elbisesinin arka ucunu alıp kadının sırtındaki bir yere bağladı. Kadın gitmek için kalkınca avret mahalli açılıverdi. Yahudiler de kahkahayı bastılar. Kadın ise bir feryat kopardı. Oradaki Müslümanlardan biri durumu görüp atıldı ve kuyumcuyu öldürdü. Kuyumcu Yahudi idi. Bunun üzerine yahûdiler saldırıp o Müslümanı öldürdüler.

Bunun üzerine öldürülen Müslümanın ailesi Müslümanlardan yar­dım istedi. Müslümanlar hadiseye öfkelendi ve Beni Kaynuka ile ara­larına şer böylece girmiş oldu.

İbni İshâk devamla derki. Bana Asım devamını şöyle anlattı: Rasûlüllah onları muhasara edip, kendi hükmüne razı etti. İşte Allah'ın Müslümanlara bu imkânı verdiği sırada Abdullah b. Übey b. Selûl kal­kıp, Nebî (s.a.v.)'e geldi ve, "Yâ Muhammedi Benim dostlarıma iyi davran," dedi. Allah Rasûlü ona aldırış etmedi. O yine, "Yâ Muhammed! Dostlarıma iyi davransan" dedi. -Abdullah b. Übey'in Hazreçlilerle dostluk anlaşması vardı.- Efendimiz yüzünü öteye çevir­di. Abdullah'ta elini Rasûlüllah'ın zırhının cebine sokup ısrar etti.

Allah Rasûlü, bırak beni diyerek öfkelendi. Öyle öfkelendiki, yüzü­nün çatıldığı görüldü ve "Yazıklar olsun sana beni bıraksana!" dedi. İbni Übey ise, "Vallahi bu dostlarıma ihsanda bulunmadan seni bı­rakmayacağım: Dört yüz tane zırhsız, üç yüz tane zırhlı, beni kırmızı ve siyah (düşmanlardan Buâs harbi günü) korudular. Sen onları sadece bir sabahta elde edeceksin. Vallahi ben bu işin bir bela olacağından korkuyorum" dedi. Nebî (s.a.v.)'de "Peki onlar sana bağışlandı" bu­yurdu.

İbni İshak derkî; Bunu Ebû îshak b. Yesâr, Ubâde b. Velîd b. Ubâde b. es-Sâmit'in şöyle dediğini anlattı: Benî Kaynuka Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı harbetmeye kalktığında onların bu hareketi ile Abdullah b. Übey b. Selül ilgilenip onları müdafaya kalktı. Übâde b. Es-Samit (r.a.) kalkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanına geldi. Ubâde (r.a.) Avf oğul­larından biri idi. Onunda aynen İbni Selûl gibi Benî Kaynuka yahudileriyle anlaşması vardı. Ubade Allah Rasûlünün huzurunda onlarla anlaşmayı bozup, onlarla dost olmaktan Allah ve Rasûlüne

sığınarak "Allah'ı, Rasûlünü ve Mü'minleri dost ediniyorum. Şu kafir­lerin dostluk ve anlaşmasından uzaklaşıyorum" dedi.

İşte bu Maide süresindeki şu âyetlerdeki kıssa Ubâde (r.a.) ile Ab­dullah b. Übey hakkında nazil oldu. Abdullah b. Übey b. Selûl ve O-nun "bu iş başımıza bela olacak diye korkarım" demesi hakkında Maide 51 ve 52 nolu

51- Ey îman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onların bir kısmı diğer kısmının dostudur. Sizden kim onları dost edinirse -bilsinki- O onlardandır. Allah kesinlikle zalim bir kavmi doğru yola ulaştırmaz.

52- KaIbIerinde hastalık bulunanları, "başımıza bir felâket gele­ceğinden korkuyoruz" diyerek onların meselesine çok ciddi sarıl­dıklarını görürsün. Belki Allah bir fetih, kendi katından bir emir getirir de içlerinde gizlemiş oldukları şeye pişman olurlar.

53- İşte o zaman iman edenler, "var güçleriyle, sizinle beraber olduklarına yemin edenler bunlarını!" derler. Amelleri boşa git­miş ve müthiş zarara uğramışlardır.

Ubade (r.a.)'nin Allah ve Rasûlü ile Mü'minleri dost t kında da:

55-  Sizin dostunuz, sadece Allah, Rasûlü ve namazı dosdoğru kılıp, zekâtı veren ve rükû eden Mü'minlerdir.

56- Kim Allah'ı, Onun Rasûlünü ve îman edenleri dost edinirse -bilsinki- Allah'ın tarafları kesinlikle galib gelenlerdir"   âyetleri indi.[206]

Vakıdî bu hususta şu malumatı verir.

Nebî(s.a.v.), Yahudilerin kalelerini on beş gün muhasara altında tuttu. Ta Zilka'de ayının hilali görünene kadar sürdü, ilk söz bozanlık yapan Yahudiler oldu. Onlar Nebî (s.a.v.)'ye karşı harbe kalkıştılar.

Sonunda Allah kalplerine müthiş bir korku saldı. Efendimiz (s.a.v.)'e "Bırakta kalemizden inip gidelim" dediler. Nebî (s.a.v.) de, "Hayır. Siz ancak benim vereceğim hükme razı olarak gidebilirsiniz" buyurunca, razı oldular. Rasûlüllah bağlanmalarını emretti. Yahudileri bağladılar. Elleri omuzlarına bağlandı. Bu iş için Münzir b. Kudâme'yi görevlendirdi.

O sırada Abdullah b. Übey gelip "bunları çözün!" dedi. Münzir'de, "Rasûlüllah'ın bağladığı insanlarımı salıvereceksiniz!? Vallahi onları çözen  kim  olursa  olsun  boynunu  vururum"  dedi.  İbni  Übey'de

Rasûlüllah'a gelip, zırhının arkasından elini sokup, "Yâ Muhammedi Benim dostlarıma iyilik et!" diye yalvardı. Rasûlüllah öfkeli bir yüzle ona döndü ve "yazık sana, bırak beni" dedi. O, "hayır onlara iyilik etmedikçe bırakmam. Onlar üç yüz zırhsız, dört yüz zırhlı, beni el-Hadâik kavgası ile Buâs harbinde kara ve kırmızı herşeyden koru­muşlardı. Sen şimdi onları bir sabahta biçeceğinimi sanıyorsun? Ben daha büyük bela geleceğinden korkuyorum" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Allah onlara la'net etsin bırakın" dedi. İbni Übey'in bu konuş­masıyla Rasûlüllah onları öldürmekten vaz geçti ve Medine'den sü­rülmelerini emretti.

İbni Übey, anlaşması olanları Allah Rasûlü'nün yanına getirdi. Ya­hudiler Medine'yi terke hazırlanmışlardı. İbni Übey ise onları yurtla­rında bırakması için Rasûlüllah ile konuşmak istiyordu. Nebî (s.a.v.)'in kapısında Uveym b. Sâide vardı. İbni Übey girmeye kal­kınca Uveym "Rasûlüllah izin vermeden giremezsin" diye engel olun­ca, İbni Übey onu itekledi. Uveym'de ona ağır söyledi ve İbni Übey'in yüzünü duvara sürtüp kanattı.

Yahudî dostları durumu görünce bağırışıp: "Ey Ebâ Hubâb! Senin yüzüyün kanatıldığı bir diyarda asla kalamayız, onu değiştirmeye gü­cümüz yetmez" dediler. İbni Übey'de onlara "Vay size, yerinizde ka­lın" diyor, bir yandanda kanını siliyordu. Onlarda aynı sözleri tekrarla, "kalamayız" diyorlardı. Bunlar Yahudilerin en cesur olanları idi. İbni Übey onlara "siz kalelerinize girin, bende sizinle beraber gireceğim" diye ısrar etsede onları katıp kendi girmedi.

Onlar bir ok atmadan savaş yapmadan kalelerine sığınıp, ancak Rasûlüllahm sulh ve hükmüne evet, diyerek kaleden çıktılar. Malları Rasûlüllah'a kalmış oluyordu. Onları oradan çıkarıp, sürgün eden ve mallarım alan Muhammed b. Mesleme idi. Rasûlüllah onların mallarımdan üç yay aldı. Birisi Uhut'ta kırılan "el-Ketûm", birisi "Ravha", diğeri de, "Beyda" denen yaylardı. İki tanede zırh aldı ki birinin adı "sağdiyye", diğeri "Fidda" idi. Üç kılıç aldı. Birisi "Kalaî" biri "Bettâr", diğeri adı olmayan bir kılıç. Onların silahlarından üç tanede mızrak aldı. Yahudilerin kalesinde pek çok silah ve kuyumculuk âlet­leri buldular. Onların çoğu kuyumcu idi.

Rasûiüllah (s.a.v.), Ubâde (r.a.)'ye onları sürmesini emretti. Kaynuka'hlar ona; "Yâ Ebâ Velîd! Evs ve Hazrec arasında sadece se­ninle anlaşmahk olan, bizlerimi sürüyorsun?" dediler. O da, "Siz harbe kalkınca ben Rasûlüllaha gelip sizinle olan anlaşmamı bozduğumu söyledim" dedi. îbni Übey ona, "demek sen dostlarını himayeden vaz geçtin? diyerek onlarla olan eski geçmişleri hatırlattı." Ubâde ona; "Ebâ Hubâb! Kalbler değişti, İslam dini eski ahdi bozdu. Sana gelince sen öyle bir şeye sarıldın ki, yarın sonucunu göreceksin" dedi.

Yahudiler, "bizim insanlarda alacağımız var, Yâ Muhammed" de­yince, "acele edin" emrini verdi. Ubâde onlara hareket emri verince, "bize bir nefes alacak zaman verin" dediler. O da, "size üç gün müsade, bu Rasûlüllah'ın iznidir, bana kalsa size bir saat bile zaman tanımazdım. Ama bu üç gün'e hiçbir şey ilave edemem" dedi. Üçgün geçince onların ardı sıra ta Şam diyarına kadar gitti, onlarda (Amman civarında ki) Ezviata gittiler.[207]

 

"Benî Nadîr Gazvesi"[208]

 

Ma'mur, Zührî aracılığıyla Urve'den naklediyor: Yahudilerden bir gurup olan, Benî Nadir ile olan gazve, Bedir harbinden sonraki altıncı ayın başlarında olmuştu. Nadîr oğullarının evleri ve hurma bahçeleri Medine civarındaydı.

Rasûiüllah (s.a.v.) onların evlerim kuşatınca, sürgüne gitmeye razı oldular. Buna göre silah dışında deve, mal ve eşyadan taşıyabile­ceklerini alabileceklerdi. Onlar da şam tarafına sürüldüler. Allah onlar hakkında:

1- Göklerde ve yerde bulunan -herşey- Allah'ı teşbih etti. O a-zîz ve hakîm'dir.

2- Kitab ehlinin inkâr edenlerini, ilk haşirde yurtlarından çıka­ran odur. Siz onların çıkacağını san mam ıştınız. Onlarda Allah'tan kendilerini kalelerinin koruyacağını sanmışlardı. Hiçte hesablaya-madikları bir taraftan Allah onlara geldi ve onların kalblerine öyle bir korku saldı ki, kendi elleriyle, Mü'm inlerin elleriyle evle­rini harab ediyorlar. Ey görüş sahibleri ibret alın.

3- Allah onlara sürgünü yüzmamış olsaydı, onlara kesinlikle dünyada azab edecekti. Ahirette de onlara ateş azabı vardır.

4- İşte bu, onların Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmiş oldukların­dan idi. Kim Allah'a karşı gelirse, Allah'ın azabı pek şiddetlidir.

5- Hurma ağaçlarından kesmiş olduklarınız veya kökleri üs­tünde dimdik bıraktıklarınız -bu işler hep- Allah'ın izniyle ve fa-sıkları cezalandırmak için olmaktadır. Ayetteki "Onların evlerini kendi elleriyle yıkmaları" demek, giderken evlerinde hoşlarına giden şeyleri söküp almalarıdır, "ilk sürgün de", dünyadaki ilk sürülüşleridir. İkinci sürülüş ahirettedir.

"Onlara Allah'ın sürgünü yazması", Tevrat'ta geçen bir âyetin hük­mü olup, bu gurup daha önce sürgün olmamışlardı. Allah'ın anlattığı Azab, bu sürgün olmasa diğer yahudilerin uğradığı, imha azabı idi.[209] Bu hadiseyi Zuhri'den, Akil de rivayet etmiştir.

Bu haberin isnadını, Zeyd b. el-Mübârek es-San'ânî, Muhammed b. Sevr -Ma'mer- Zührî- Urve diyerek Hz. Aişe'ye dayandırarak rivayet ediyor. Ne varki bu konuda Hz. Âişe adının geçmesi bilginlerce mah­fuz değildir.[210]

Mûsâ b. Ukbe-Nâfı- İbni Ömer (r.a.) isnadıyla İbni Cüreyc şöyle naklediyor: Benî Nâdr ve Kureyza Yahudileri, Nebî (s.a.v.)'ye savaş ilan ettiler. Benî Nadr sürülüp, Kureyza yerlerinde bırakılarak onlara bir ihsan yapılmıştı. Daha sonra onlarda harbe kalktılar.

Bunu Buharî rivayet ediyor.[211]

Ma'mer, Zührî, -Abdürrahman b. Ka'b b. Malik isnadıyla Nebî (s.a.v.)'nin ashabından birinden şöyle rivayet ediyor:

Kureyş kafirleri Bedir harbinden önce, Abdullah b. Ubey ile Evs ve Hazreç kabilelerinden İbni Übey ile birlikte puta tapanlara; "Siz bi­zim adamımızı yurdunuza yerleştirdiniz. Biz Allah'a yemin ederek diyoruz ki, "siz ya Muhammed'le çarpışacak, ya onu çıkaracaksınız, ya da biz hepimiz sizin üzerinize yürüyecek, hatta sizin savaşçılarınızı öldürüp, karılarınızı alacağız" diye mektup yazdılar. Bu mektup Ab­dullah b. Übey ile arkadaşlarına ulaşınca, Rasûrüllah (s.a.v.) ile sa­vaşmak üzere toplandılar.

Bu haber, Nebi (s.a.v.)'ye ulaşmıştı. Onlara rastladığında: "Size Kureyş'in tehdidi tam yerine ulaşmış ve etkisini göstermiş. Bununla sizin kendinizi aldatabilmeyi murad ettiğiniz şeyden, daha fazla al­datıcı bir tuzak kurmuş değillerdir. Siz şimdi kendi evlat ve kardeş-lerinizlemi savaş edeceksiniz?" dedi. Bunu duyunca dağı1ıverdiler.

hal Kureyş kâfirlerine ulaşınca, Bedir harbinden sonra yahudîlere şun­ları yazdılar:

"Siz silah ve kaleleri olan bir toplumsunuz. Ve siz ya bizim ordaki adamımızla savaşırsınız, yahutta biz şöyle şöyle yaparız. İşte o zaman sizin hanımlarınızın bacaklarını ele geçirmemize hiçbir şey engel ola­maz."

Onların bu Mektub haberi Nebî (s.a.v.)'ye ulaştığında, Benî Nadr toplanıp Nebî (s.a.v.)'ye haber salmış ve, "Ashabından otuz adam al ve bize gel, bizden de otuz keşiş çıksın ve yarı yolda birleşelim. Onlar senin ne dediğini bir dinlesinler. Eğer keşişlerimiz seni doğrular ve sana îman ederse, biz de iman ederiz." diyerek vaziyetlerini anlattılar.

Ertesi gün sabahleyin Rasûlüllah (s.a.v.), bir müfreze alarak onların üzerine yürüyüp, muhasara altına aldı ve onlara: "Vallahi siz bana üzerinde imzalarınız bulunan bir anlaşma vermedikçe güvencede de­ğilsiniz" buyurdu. Yahudiler anlaşmaya yanaşmayınca o gün onlarla çarpışıldı.

Ertesi gün, Rasûlüllah (s.a.v.) Benî Nadîr'ı bırakıp, Benî Kureyza üzerine müfreze ile yürüyüp onlardan da anlaşma yapmalarını istedi. Onlar bu anlaşmayı yapınca Nebî (s.a.v.) onları dokunmayıp geri dön­dü.

Daha sonra Nebî (s.a.v.) bu müfreze ile tekrar Benî Nadr Üzerine yürüyüp, sürgün olmaya razı oluncaya kadar onlarla savaşa devam etti. Böylece Beni Nadîr sürgün oldu. Taşıyabilecekleri deve ev eş­yası, ev kapıları ve kütük gibi şeyleri beraberlerinde götürdüler. Benî Nadr Hurmalıkları Rasûlüllah (s.a.v.)'a tahsis edildi. Bunu ona Allah vermiş idi. Bu hususta Allah (c.c):

"Allah'ın onlardan alıp Peygamberine verdiği ganimete, siz -elde etmek için- üzerine ne at, ne deve sürdünüz. Lakin Allah, Peygamberlerini dilediği üzerine musallat eder. Allah her şeye ka­dirdir."

"Allah'ın, köy halkından Rasûlüne verdiği o ganimet, Allah'a, Rasûl'e yakın akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış garib yolcuya ait olup, böylece içinizden sadece zenginlerin istifa­desi için) arasında dolaşan birşey olmamış olsun. Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan sakının ve Allah'­tan korkun. Allah azabı şiddetli olandır." (Haşr Sûresi âyet 6-7) âyetlerini indirdi.

Burada AUah(cc), bu ganimetin harpsiz olarak elde edildiğini söy­lüyor. Nebî (s.a.v.) bu ganimetin çoğunu Muhacirlere vererek arala­rında bölüştürdü. Ensardan sadece ihtiyacı olan iki kişiye de hisse verip, geri kalanı Rasûlüllah'ın sadakası olarak, Fatima'nın (r.a.) evlat­larına intikal etmişti.[212]

Mûsâ b. Ukbe ile İbni İshâk ise, Benî Nadîr gazvesinin Uhut har­binden sonra vuku bulduğuna kail olmuşlardır. Bu konuda onlardan başka tarihçilerden de, bu görüşü savunanlar vardır. Bu görüşü İbnü Lehî'a, Ebû'l-Esved aracılığıyla Urve'den nakleder.

İşte Musa b. Ukbe ile Urve b. Zübeyr'in bu konudaki haberleri şu­dur:

Rasûlüllah (s.a.v.) iki Kilâb'lının diyetini alma hususunda, yar­dımlarını te'min etmek üzere Nadîr oğullarına gitmişti. İddiaya göre; bunlar, Peygamberle savaşa gelen Kureyşlilere -Uhut'ta konakladık­larında- gizlice katılmışlar, onları harbe teşvik, edip gizlice yolları da göstermişlerdi.

Rasûlüllah onlarla Kilâblıların diyetini konuşunca; "Otur Yâ Ebe'l Kasım! Bir yemeğimizi yersin. Biz kalkıp aramızda durumu bir görü­şürüz, sende ihtiyacını görmüş olarak dönersin" dediler. Rasûlüllah as-habıyla birlikte oturdu.

Onlar görüşmek üzere kendi aralarında toplandıklarında şeytanda beraberlerinde idi. Birden bire Peygamber (s.a.v.)'i nasıl Öldü­rebileceklerini görüşmeye başladılar ve "İşte şu andakinden daha ya­kın, onu bir daha ele geçiremezsiniz. Ondan kurtulun ve güven içinde olun" dediler. İçlerinden birisi, "İsterseniz onun altında oturduğu evin damına çıkıp üstüne kaya atıp öldüreyim" dedi.

Onlar böyle söyleşirlerken, Allah(cc) vahyederek yahudilerin tuza­ğım haber verip, Nebî (s.a.v.)'yi kurtardı. Efendimiz yerinden -sanki tuvalet ihtiyacı varmış gibi- kalkıp dışarı çıktı. Allah Rasûlü ashabım onların yanında bıraktı. Allah düşmanları Onun geri gelmesini bekli­yorlarsa da Nebî (s.a.v.) onları uzun bekletti.

O sırada Medine'den gelen birine Nebî (s.a.v.)'yi sorduklarında a-dam, "ben onu Medine'de bir sokağa girerken gördüm" dedi. Yahudi­ler Efendimizin ashabına, "Ebul Kasım bizden istediği haceti daha

yerine getirmemizi bile beklemeden acele edip gitmiş dediler. Sonra Rasûlüllah'ın ashabı da kalkıp Medine'ye döndüler. Bu mevzuda Allah (c.c.) şu âyeti indirdi.

Ey îmân edenler! Allah'ın size olan ni'metini hatırlayın ki, bir topluluk size el atmağa kalkmıştı da, onların ellerini sizden menet-mişti.   Allah'tan   korkun.   Artık   inananlar   Allah'a   dayansın.

(Maide; 11)

Allah (c.c.) Peygamberini, onların yapmak istedikleri şeylerle bilgi­lendirince, Allah Rasûlü onların sürülüp, yurtlarından ve mallarından çıkarılarak diledikleri yere gitmelerini emretti. Medine'de nifak ço­ğaldı. Yahudiler "bizi nereye göndereceksin?" diye sordular. Nebî (s.a.v.), "sizi sürgüne göndereceğim" buyurdu.

Münafıklar, yahudi dostlarına yapılacak bu muameleyi duyunca on­lara; "Biz hayatımızda da ölümümüzde de sizlerle beraberiz. Eğer sa­vaşırsanız biz kesinlikle size yardım ederiz. Eğer yurdunuzdan çıkartı-hrsanız sizinle beraber biz de çıkarız," dediler.

O zaman Yahudilerin lideri Ebû Safıyye Huyey b. Ahtab idi. Mü­nafıkların bu hayalciliğine kapıhverince müthiş bir şekilde mağ-rurlaştılar, şeytan da onlara galib geleceksiniz diye telkinde bulundu. Böylece yahudiler Peygamber (s.a.v.) ve arkadaşlarına; "Vallahi, biz buradan çıkmayacağız, bizimle çarpışmaya kalkarsan seninle savaşa­cağız" dediler.

Nebî (s.a.v.) Allah'ın onlar hakkındaki, hükm-ü ezelîsini icra etmek üzere, hareket geçip ashabına savaş emrini verdi, onlarda silahlarını

kuşandılar ve yahudilerin üzerine yürüdüler. Yahudiler evlerine ve kalelerine sığındılar. Peygamber (s.a.v.) onların kalelerine ve sokakla­rına vardığı zaman onların kaleleri ve evleri arasında savaşı kazanma imkânının pek müsait olmadığını gördü.

Allah (c.c.) neticeye ulaşabilmesi için peygamberine azim verip emrini hiç aklından çıkarmadı da, Nebî (a.s.) "yahudi evlerinin kendi­leri tarafındakilerden başlanarak, tek tek yıkılmasını, hurma ağaçları­nın kesilip yakılmasını emretti." Allah münafıkların -kalbine korku salarak- yahudilere yardım etmesini engelledi. Yahudiler de korkuya kapılınca, her iki -fesat- gurup müthiş bir korkuya düştüler.

Rasûl-ü Ekrem onların şehrinin Medine tarafındakileri yıkıp biti­rince, yahudîlerin içinde oturdukları evleri arka tarafından yıkmaya başladı. Allah yahudilerin kalblerine iyice korku salmış olduğundan, çıkıp saldırmaya cesaret edemediler. Ashab evlerini parça parça yık­maya devam ediyordu. Yahudiler yıkılan yerlerden kaçarak neredeyse en son evlere sığınma sırası geldiğinde, hâlâ münafıkların va'dettikleri yardımı yapmaya geleceğini bekliyorlardı.

Sonunda münafıklardan destek ümidi kesilince, Peygamber (s.a.v.)'in daha önce onlara yaptığı teklifi kabul ettiklerini bildirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) de; "Onların bu diyardan sürülüp, silah dışında, develerin götürebileceği kadar mal almaları" şartıyla onlarla anlaştı. Böylece onlar her tarafa dağıldılar, gidebilecek heryere gittiler. Ebû'l Hukayk oğulları Hayber'e sığındı. Beraberlerinde pek çok gümüş kap getirmişlerdi. Ebu'l Hukayk bunları çıkarıp götürürken, Nebî (s.a.v.) ve arkadaşları onları görmüşlerdi.

Yahudilerden Huyey b. Ahtab, kalkıp Mekke'de Kureyş'lilere geldi ve Onları Rasûlülİah aleyhine kışkırttı. Allah bu nifak ehlinin sözlerini

ye onlarla yahudilerin arasında geçen konuşmalarını peygamberine haber verdi.

Müslümanlar, evleri yıkıp hurmaları yaktığı zaman, yahudiler Müs­lümanları kınamış ve, "birde kendinizin barışçı olduğunu iddia ediyor­sunuz. Şu ağaçların günahı ne idi" dediler.

İşte Allah (c.c.) "Sebbeha liîlâhî" diye başlayan Haşir Sûresi'ni in­dirdi. Sonra onu Peygamberine hediye olarak verdi. O da bu ganimeti Allah'ın kendisine göstermiş olduğu muhacirler arasında bölüştürdü. Ondan bir hisseyi de Ensarlı olmasına rağmen Ebû Dücâre Simâh b. Haraşe ile Sehl b. Humeyl'e verdi. Hatta İbnü Ebi'l Hukayk'ın kılıcını Sa'd b. Muâz (r.a.)'a verdiği bile iddia edilir.

Benî Nadîr'ın bu sürgün hadisesi hicretin üçüncü yılı Muharrem a-yında meydana geldi.

Benî Kureyza'ya gelince; onlar Medine'de kendi köylerinde kaldı­lar. Peygamber (s.a.v.) onların ne öldürülmesini emretti, nede sü­rülmesini. Taki Allah onları, Huyey b. Ahtab ve Ahzâb'ın toplanması ile perişan edene kadar güven içinde kaldılar.

İşte Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetinin metni budur. İbnü Lehî'a'nın Urve'den rivayeti de "Efendimizin Ebû'l Hukayk'ın kılıcını Sa'd b. Muaza verdi" diyen yere kadar aynı manada rivayet edilmektedir.[213]

Mûsâ b. Ukbe ve diğer Meğazî yazarlarının Nâfİ' aracılığıyla Ab­dullah b. Ömer'den nakline göre; Rasûlüllah (s.a.v.) Benî Nadîr'in hurmalarını kesip yakmıştı. îşte bu konuda Hassan b. Sabit (r.a.) şu şiiri söyledi:

Ltiey oğulları üzerine Büveyre (bahçelerinde) ufukları saran bir yangın çok basit önemsiz geliverdi.

İşte bu konuda: "Hurmalardan kesmiş olduklarınız veya kökleri üzere dimdik bıraktıklarınız, Allah'ın -size verdiği- izni ile ve fasıldan cezalandırmak için olmuştur... (Haşr; 5)" âyeti nazil olmuştur.[214]

Bu haber, muttefekun aleyh bir hadistir.

Amr b. Dinar da Zührî -Mâlik b. Evs isnadıyla Ömer (r.a.)'den bu mevzuda, "Benî Nadîr malları Allah'ın Hz. Muhammed'e, Müslüman­ların bu mallan ele geçirmek için üzerine ne at, ne deve ile saldırma gibi, bir durum olmadan, ganimet olarak verdiği şeylerdendir. Bu mal, Allah Rasûlünün ailesine yıllık geçim (maişet), ihtiyaçlarım tedarik etmek üzere, infakta bulunması için tahsis edilmiş bir maldı. Bu maî-şet miktarından geriye birşeyler artarsa, Nebî (s.a.v.) onu Allah yolun­da kullanmak üzere silah ve deveye sarfederdi.

Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmişlerdir.[215]

 

Zeyd B. Hârise'nin El-Karade Seferi[216]

 

İbni İshâk derki:

Rasûlüllah (s.a.v.)'in Zeyd b. Hariseyi, içlerinde Ebû Sofya'nın da bulunduğu Kureyş kervanını yakalamak için, Necid çölündeki va­halardan biri olan "Karade" adlı suyun olduğu yere gönderdiği sefere, Karade seferi denir. Hadise şudur:

"Bedir harbi olup bittikten sonra, Kureyşliler Şam'a ticaret için gi­derken kullandıkları -eski hicaz- yolun emniyetinden korkarak, bu kere Irak üzerinden giden yola saptılar. Kureyş'in bir kısmı Ebû Süfyan'la birlikte ticaret için yola çıkmış ve Bekr b. Vâil oğullarından Fürat b. Hayyan denilen bir adamı yol kılavuzu olarak kiralamışlardı. Beraberlerinde en çok ticaret yaptıkları gümüş vardı.

Rasûlüllah onların üzerine Zeyd b. Hârise'yi yolladı. Zeyd kervana adı geçen su başında ulaşıp, kervanı ve malları ele geçirdi. Adamları yakalamaya muvaffak olamadı. O da malları ve kervanı alıp Rasûlüllah (s.a.v.)'a getirdi.[217]

 

Karkara'tü'l-Küdr Gazvesi

 

Vakidî derki:

Bu gazve üçüncü hicrî yılın Muharrem ayında vuku bulmuştur. Karkaratü'l Küdr, Süleym oğulları Ma'deninin nahiyelerinden biridir. Efendimiz bu gazvede Ümmü Mektûm'u Medine'ye vali bırakmıştır.

Nebî (s.a.v.)'ye Karkaratü'l Küdr mevkinde, Ğatafan ve Süleym oğullarından bir topluluğun bulunduğu haberi ulaşınca, Medine'den hareket edip oraya ulaştı. Gittiği yolda kimseyi görmedi ise de, deve sürüsü izleri gördü. Bunun üzerine vadinin tâ yukarısına bir gurup gönderdi. Orada içlerinde Yesâr adlı bir köle de bulunan çobanlara rastladı. Onlara topluluğun nerde olduğunu sordu. Yesar'da, "Onlara ait bir bilgim yok. Ama ben beş günlüğüne hayvanlarını otlatıyordum, bu dördüncü günüm, diğer insanlar su kenarına hayvanlarını otlatmaya dağıldı, burada sadece bizim gibileri develeriyle garip kaldı" dedi.

Efendimiz develere el koyarak Medine'ye doğru hareket etti. Yolda sabah namazını kılınca baktı ki, o köle Yesar'da gelmiş onlarla birlikte namaz kılıyor. Orada ashabına "ganimeti taksim edin" buyurdu. Ashab'dan birisi, "Yâ Rasûlellah! En iyisi develeri toptan sürüp Medi­ne'ye kadar varalım. Zîra içimizde kendine düşen hisseyi oraya götüre-meyecek kadar zayıf olanlar var" dedi. Efendimiz "taksim edin" diye tekrarlayınca, "Yâ Rasûlelîah! Dilersen o köleyi sen hissene al" dedi­ler. Efendimiz, "buna gönülden razımısınız?" deyince, "evet dediler. Böylece Medine'ye gelince taksim ettiler, her birine yedi deve düştü. Onlar ikiyüz kişiydiler.

Vakidî derki bana Ebû Erva'dan nakledildiğine göre, Ebû Erva der­ki: Ben develeri sürenlerden biriydim Medine'ye üç mil kala Sırâr'a gelince bölüşüldü. Beş yüz deve vardı. 100'ü Fey'e ayrılıp herkese ikişer düştü. Karkara, Melsa toprağındadır. El-Küdr'de, rengi bulanık olduğu için bağırtlak kuşuna denir. Bazıları "Karkara" yerine "Karâratü" derler ki, "bu kuşun yeri" anlamına gelir.[218]

 

Ka'b B. El-Eşraf'ın Öldürülüşü[219]

 

Yunus b. Bükeyr'in nakline göre İbni İshâk derki: Bana'Abdullah b. Ebî Bekr ve Salih b. Ebî Umâme b. Sehl haber vererek dedilerki:[220]

Rasûîüllah (s.a.v.) Bedir harbini ikmal edince, Medine halkına müjde vermek üzere iki müjdeci gönderdi. Bunlardan Zeyd b. Hârise'yi Sâfîle mahallesine, Abdullah b. Ravâha'yı da Âliye mahal­lesine göndermişti. Bunlar zafer müjdesini verip Ebû Cehil, Utbe ve diğer Kureyş ileri gelenlerinin öldürüldüğünü ilan ettiler. Zeyd, oğlu Üsanae ile Efendimizin kızı Rukiyye'nin kabri düzeltilirken karşı­laşmıştı. Üsame babasına; "babacığım bütün bu dediklerin doğrumu?11 diye sormuş, o da Tlevet ey oğulcuğum vallahi böyle oldu" demişti.

Bu haber Allah düşmanı Ka'b b. Eşrafa ulaşınca, "vay anasını! fioğrumu bu? "Bu adları geçen insanlar arabların kıralları, insanlarında liderleri sayılırlar. Vallahi eğer Muhammed bu adamları öldürtmüş ise, yerin altı o zaman üstünden daha hayırlıdır" demişti.

Ka'b b. Eşraf, Tay kabilesinden olup, Nebhan oğullarına mensub idi. Annesi de Benî Nadîr'dendi. Sonra Ka'b, yola çıkıp Mekke'ye gel­di.   Orada  Muttalîb   b.   Ebî  Vedâ'a  b.   Dubeyra'ya  konuk   oldu.

Muttalib'in eşi Âtike binti Üseyd b. Ebî'l Iys idi. Âtike onu konuk edip ikramda bulundu. Ka'b orada Kureyş ölülerine ağıtlar yakarak, Rasûlüllah (s.a.v.) aleyhine insanları kızıştırmaya başlayıp şiirler söy­lemeye başladı. Şu onun şiirlerindendir:

1- Bedir değirmeni oradakileri yoketmek için öğüttü. Bedir gi­bisine gözyaşları döküp akıtılır.

2- İnsanların liderleri onların havuzlarının çevresinde öldü­rüldü. Uzak görmeyin kıratlarda yere serilir.

3- Orada nice ak tenli vuruldu, fakirlerin  sığındığı şerefli insanlar öldürüldü.

4- Yıldızlar yağmursuz kaldığında onlar açık elli, ağırlıkların hummalı, lider ve harpte ganimetin dörtte birini alan liderlerdi.

5- Bazı kavimler öfkeleriyle hükmederek benim gizlediğimi, Eşref oğlu Ka'bm çok üzüldüğünü söylemekteler.

6- Doğru derler. Keşke onlar Öldürüldüğü saatte yer yüzü yan-Iıpta onları içine alsaydı.

7- Sözü nakleden artık bir darbe ile kör, yada kör, titrek ve sa­ğır bir hayat sürdü.

8- Haber aldım ki, Muğîre oğullarının hepsi Ebû'I Hakîm'in öl­dürülmesinden korkup burunları kesilmiş (zelil olmuş).

9- Rabî'a'nın iki oğlu ile Münebbih'te yanında, Helak olanlar ve Yemen kiralı Tübba'ın ulaştığı mertebeye ulaşmadı.

10- Haber aldığıma göre onların Hişam oğlu Harîs'i insanlar arasında iyi işler yapıp insanları biraraya getiriyormuş.

11- Elbette Yesrib-i ordu ile ziyaret edecek (karşılık verecek) Ancak kavmin şerefini kerem sahibi kahramanlar korur.[221]

İbni îshak devamla derki: Sonra Ka'b Medine'ye dönerek, Haris kı­zı Ümmü-Fazl'ın adını şiirle anmaya başladı ve şöyle dedi:

Sen hiç bir vadide konaklamadan, göçüp gidiyor ve Ümm-ü Fazl'ı Harem'de kendi başına terkediyorsun ha.

Sonra Müslüman hanımların adlarını anarak şiirle hicve başlayıp Müslümanlara eziyet vermeye başladı.[222]

Mûsâ b. Ukbe ise bu hususta şunları nakleder:

Ka'b b. Eşraf, hicivli şiirleri ile Nebî (s.a.v.)'yi incitiyordu. Kureyşlilere gitmiş onları Rasûlüllah aleyhine çalışmaya teşvik edip, işi kızıştırmış idi. Ebû Süfyan ona: "Allah aşkına söylesene! Allah katında bizim dinimiz mi daha sevimli, yoksa Muhammed ile ashabımn dinimi daha sevimli?" dedi. Ibnü'l Eşraf da: "Sizin yolunuz on-larmkinden daha doğru" dedi. Böylece müşriklerin Rasûlüllah'la sa­vaşma konusundaki fikir birliğini sağlayıp, sonrada Medine'ye döne­rek Rasûl-ü Ekreme aleni düşmanlığa ve hicve başladı.[223]

İbnü Adiy'nin "bana göre o duymadığı hadisleri başkasından çalan bir hadis hırsızıdır" dediği,[224] Muhammed b. Yûnus el-Cemmâl el-Muharramî bu zat İbni Adiy öyle desede Müslim'in kendisinden hadis naklettiği biridir-, Süfyan b. Uyeyne- Amr b. Dinar- İlerime isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini rivayet eder:

Hubey b. Ahtab ile Ka'b b. Eşraf, Mekke'de Kureyşlilere gelerek onları Rasûlüllah (s.a.v.) ile harb etmek için birbiriyle anlaştırdı. Kureyşliler onlara: "Siz Kitab ehli ve eski ilimlerin sahibi kimseler­siniz. Siz bizim ve Muhammed'in hakkında hükmünüzü bize bildirseniz" dediler. Onlarda, "sizin nasıl,? Muhammed'in nasıl bir dini var?" dediler. Kureyşiler:

Biz en iri deveyi Kurban eder, suyun üzerine süt katar, esirleri ser­best bırakır, hacıları sular ve akrabalık bağlarım sürdürürüz, dediler, "Onlar Ya Muhammed ne yapar?" deyincede:

- O zurriyetsiz biridir. Abrabahk bağlarımızı kesip attı. Ona ğıfar oğullarından, hacıları soyan hırsızlar uydu, dediler. Bunun üzerine on­lar:

"Hayır, o hayırlı değil, aksine siz ondan daha hayırlısınız ve daha doğru yoldasınız" dediler. İşte bunun üzerine Allah (c.c); "Kendilerine Kitab'dan bir nasib verilenleri görmedin mi? Pu­ta ve Tağut'a inanıyor ve kafirlere; "bunlar iman edenlerden, yol­ca daha doğrudadırlar" diyorlar." (Nisa; 51) âyetini indirdi.

Süfyan-ı Sevrî buradaki hırsızlık hususunda, "Gıfar oğullarının hır­sızlığı, onların cahiliye döneminde idi" der.[225]

İbrahim b. Ca'fer b. Mahmûd b. Mesleme, babası Ca'fer aracılığıyla Câbir b. Abdillah (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet ediyor:

Nebî (s.a.v.) Medine'de bu işleri başarınca, Ka'b b. Eşref ayrılıp Mekke'ye geldi. Orada önce; "ben ne Muhammed'e yardım ederim, ne de harb ederim" diyordu. Orada Müşriklerin sorusu üzerine "sizin di­niniz hayırlı, çünkü o eski, Muhammed'in dini daha yeni" demişti, o zaman Nisa suresi 51fisi âyeti inmişti. Sonra Ka'b Medine'ye, Nebî (s.a.v.)'ye düşmanlık ve hicvini aleni yaparak geri döndü. Ondan ilk duyulan hiciv şu şiirleri oldu:

1- Sen demek vadilerde konaklamadan gidiyorsun. Halbuki Ümmü Fazl-ı Harem'de bırakmışsın.

2- Onun rengi kınave Ketem ile sapsarı olmuş, şişdi sıkılacak olsa sikılıverilecek halde.

3- Amir oğullarından birinin gönlü onun endişesinden hasta. İstese Ka'b'ın hastalığına şifa olur.

4- Ben hiçbir karanlık gecede, O bana görünüp aydınlatmadan doğan bir güneş görmüş değilim.

Yine Ka'b yukarda geçen ve "Bedir değirmeni (harp meydanı) ora­dakileri öğüttü, Bedir gibisi için, göz yaşı sel gibi akıtılır" diye başla­yan hiciv dolu şiirlerini okumaya başladı.

Bir gün Nebî (s.a.v.):

"Şu Ka'b b. Eşrafın hakkından kim gelecek? Bize şiiriyle eziyet edip, müşrikleri aleyhimize takviye ediyor" buyurdu.[226]

(Ali b. el-Medînî) Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dinar'dan naklediyor: Cabir (r.a.)'i şöyle derken işittim: Rasûlüllah (s.a.v.):

"Ka'b b. Eşrafın hakkında kim gelecek? Çünkü o Allah ve Rasûlüne eziyet etmiştir," buyurdu. Bunu duyan Muhammed b. Mesleme kalkarak:

- Yâ Rasûlellah! Onu öldürmemi istermisin? dedi. Nebî (s.a.v.), "Evet" buyurdu. İbni Mesleme de, "öyleyse Önce ona birşeyler söyle­meme müsade et" dedi. Nebî (s.a.v,) "şöyle" buyurdu.

Muhammed b. Mesleme kalkıp Ka'b'in yanına geldi ve; "Şu adam (Peygamberi ima ederek) bizden zekatları vermemizi istiyor. Böylece bizi büyük bir maddi sıkıntıya soktu. Ben sana, bana ödün veresin diye geldim", Ka'b da: "hem başka şeyler de istiyor. Vallahi usandırıp bıktırıyor," dedi. İbnü Mesleme'de: "Biz bir kere ona uymuş bulunduk. Artık onun durumu tamamen açığa çıkıncaya kadar onu bırakıvermek-te istemiyoruz. Şimdi senden bize bir veya iki vesak (ölçek) mikdarmda hurma vermeni istiyoruz.11 dedi. [(Ravi Ali b. el-Medînî derki, "bize bu haberi Amr b. Dinar kaç kere nakletti ama "bir iki öl­çek" lafını hiç kullanmadı.) Ben bu hadis hakkında ona "gerçekten bu  "bir yada iki vesak" şeklindemiydi?" diye sorunca Amr b. Dînar "sa­nıyorum öyle olacak" diye cevap verdi.]

Bunun üzerine Ka'b b. Eşraf, "Peki ama, verdiğim hurmaya karşı bana bir rehin vereceksiniz" dedi. Muhammed b. Mesleme ve arka­daşları "peki sana rehin olarak ne vermemizi istiyorsun?" dediler. O da, "kanlarınızı rehin verin" dedi. Bunun üzerine; "sana kadınlarımızı nasıl rehin verebiliriz, sen Arabların en yakışıklısısın!" dediler. Ka'b, "öyleyse çocuklarınızı bana rehin verin" dedi. "Sana çocukları nasıl rehin verelim, onlara, "bir iki vesak hurma için rehin alındı" diye sürü­lür. Buda bize utanç olur. Sana silahları rehin olarak verelim" dediler ve onu silahları getireceklerine söz verdiler.

Gece olunca Muhammed b. Mesleme ona geldi. Yanında Ka'b'ın süt kardeşi olan Ebû Naile vardı. Onları kaleye da'vet etti. Kendiside yanlarına indi. Ka'b'a karısı; "gecenin bu saatinde nereye çıkıyorsun" deyince o; "bu gelen Muhammed b. Mesleme ile kardeşim Ebû Naile'den başkası değil dedi. (Hadisi Amr b. Dinar dışında rivayet edenler şu farklı ifadeyi kullanırlar: Karısı "Ben bir ses işitiyorum ki sanki ondan kan damlıyor" dedi.) Ka'b karısına, "kerîm kişi geceleyin vurulmaya bile çağrılsa da'vete icabet eder" dedi.

Böylece Muhammed b. Mesleme ile yanında; Ebû Abs b. Cebr, Ha­ris b. Evs ve Abbâd b. Bişri içeri aldı. Muhammed b. Mesleme onlara önceden, "Ka'b yanımıza gelince ben onun saçlarından tutup koklaya» cağım sonra sizde koklarsınız. Onun başını tuttuğumu gördüğünüz zaman siz atılıp boynunu vurun" diye tenbih etmişti.

Ka'b elbiselerini giyinmiş olarak geldi, üzerinden esans kokuları geliyordu. Muhammed b. Mesleme Ka'b'a: "bugünkü gibi güzel kokan bir koku koklamamıştım" dedi. Ka'b da, "Arabların en mükemmel, en güzel kokulu kızı benim hanımım" deyince, Mesleme; "müsade edermisin başını bir koklasam" dedi. O "evet" deyince önce kokladı, son­rada arkadaşlarına koklattı. Sonra "bir daha koklayabüirmiyim" dedi. "Evet" deyince başını kavradı arkadaşlarına "haydi!" dedi. Onlarda kılıçla vurup öldürdüler, sonra gelip Nebî (s.a.v.)'ye haber verdiler. Haber Buharî'dedir.[227]

Şuayb b.-Ebî Hamze, Zührî -Abdürrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik- isnadıyla Abdullah b. Ka'b'dan şöyle nakleder:

- Yahudî Ka'b b. Eşraf şair biriydi. Rasûlüllah (s.a.v.)'ı hicvetmeye uğraşır, şiirleriyle Kureyş kafirlerini Nebî (s.a.v.)'in aleyhine kışkırtır­dı.

Nebî (s.a.v.) Medine'ye teşrif ettiklerinde Medine halkı karışık bir toplum olup, kimi Müslüman, kimi putperest, kimi de yahudi idi. Ya­hudiler silah ve savunma kaleleri olan bir topluluk olup, Evs ve Hazreç kabilesi ile dostluk anlaşması yapmışlardı. Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Medine'ye gelince, bu gurupların hepsiyle sulh yapmak arzu etmiş idi. O vakit kişi Müslüman ama, babası ve kardeşi müşrik olma gibi bir vaziyet vardı. Hicretinin ilk yıllarında bu müşriklerle ya-hudiler, Nebî (s.a.v.)'ye çok eziyet ediyorlardı. Allah (c.c), Rasûlüne ve Müslümanlara sabır ve af emrederek:

"Kesinlikle mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana tutu­lacak, sizden önce kitab verilenlerden ve müşriklerden çok eziyetli sözler duyacaksınız. Eğer sabreder ve sakınırsanız işte bunlar işlerin azimetlilerindendir," (Âl-i İmran; 186) buyuruyor. Yine Allah Bakara Sûresi 109'cu âyetinde de şöyle buyurur:

"Ehl-i Kitab'dan çoğu, hak, kendilerine belli olduktan sonra, sırf kendilerindeki hasedden dolayı, sizi imanınızdan sonra kâfir­lere döndürmek isterler. Allah -bu konudaki- emrini getirene ka­dar af edip, hoş görünün. Şüphesiz Allah herşeye kadirdir" Bu

âyetlerin gelip, Rasûlüllah'm onlara sabrına karşılık, Ka'b eziyete de­vam edince Rasûiüllah (s.a.v.), Sa'd b. Muâz'a, Ka'b'ı öldürmeleri için bir gurup yollamasını emretti. Sa'd da, Muhammed b. Mesleme, Ebû Abs, Sa'd b. Muâz'ın kardeşi Hâris'i, beş kişilik bir gurup içinde Ka'b b. Eşrafın evine gönderdi. Ka'b, eî-Avâlî'deki evindeydi. Ka'b onları görünce hoşlanmayıp dehşete kapılarak; sizi buraya ne getirdi? dedi. Onlar, "bizi sana ihtiyacımız getirdi" dediler. Ka'b'da, "öyleyse biriniz yanıma gelip bunu bana anlatsın" deyince içlerinden birisi ona doğru yaklaşarak; "sana zırhlarımızı satıp parasını nafakamıza (geçimimize) sarf etmek istiyoruz" dedi.

Bunun üzerine Ka'b oniara: "Vallahi böyle yapacak olursanız kendi kendinizi insanların gözünde zayıflatmış olacaksınız, bu adam sizi ko­nuk etsin." diyerek onlarla, -insanlar yanlarından gidip-, el etek çekil­diği bir saatte yanma gelmeleri üzere anlaştı.

Gece ilerleyince, Müslümanlar tekrar gelip, içlerinden birisi Ka'b'a seslendi. Ka'b çıkmak için ayağa kalkınca hanımı, "Gecenin bu sa­atinde gelenler, senin hoşuna gidecek birşey için kapını çalmaz her­halde" deyince o, "aksine; onlar benimle konuşacaklarını daha önce konuşmuşlardı" diyerek dışarı çıktı. Ebû Abs da onu kucakladı, o esnada Muhammed b. Mesleme Ka'b'a kılıcını indirdi. İçlerinden biride kılıcını onun böğrüne sapladı.

Bunlar Ka'b'ı öldürünce, Yahudiler ve onlarla birlikte hareket eden müşrikler müthiş bir paniğe kapılarak, sabah olur olmaz derhal Rasûl-ü Ekrem'in yanına geldiler ve: "bu gece bizim liderimizin evine ge­linmiş ve çıkınca öldürüldü. O bizim ileri gelenlerimizin başı sayılır­dı." dediler. Bunun üzerine Rasûiüllah (s.a.v.) da onlara, Ka'b'ın şiirle­rinde ne çirkin hicivler yaptığım anlatıp sonra onlara, kendisi ile yahudiler arasında bir anlaşma metni yazmaya da'vet etti. Onlar kabul edince aralarında bir sulh anlaşması yaptılar.

Bu anlaşma vesikası daha sonra Hz. Ali (r.a.)'nin yanında idi.

Bu haberi Ebû Dâvûd rivayet ediyor.[228]

Mûsâ b. Ukbe ve diğer bazı âlimler de, Ka'b'ı öldüren gurup ara­sında Abbâd b. Bişr (r.a.)'in de bulunduğunu ve o seferde yüzünden ve ayağından kılıçla yaralandığını, anlatırlar.[229]

Yûnus b. Bükeyr, İbni İshâk'm Sevr b. Zeyd -İkrime isnadıyla ver­diği rivayetinde, îbni Abbas (r.a.)'ın: "Rasûiüllah (s.a.v.) onları uğur­lamak üzere birlikte Bakî el-öargad'a kadar gelip orada

"Bismillah diyerek yola çıkın! Allah­'ım! Onlara yardım et" buyurduğunu anlatır.[230]

Bu hadiseyi Bekkâî de İbni İshâk'tan, buradakinden daha uzun, hem de daha güzel bir metin ile şu şekilde nakleder:

- Ka'b-ı Öldürmek üzere Muhammed b. Mesleme, Silkan b. Selâme b. Vakş, (ki bu zat Ebû Naile el-Eşhelî'dir) Abbâd b. Bişr ve Ebû Abs

b. Cübr el-Hârisî, biraraya geldiler. Silkân'ı önden Ka'b'ın yanına gön­derdiler. Silkân, Ka'b'la saatlerce sohbete daldı. Karşılıklı şiirler oku­dular. Sonra Silkân Ka'b'a dönerek:

- Bana bak Eşrefoğlu! Aslında ben sana bir ihtiyacımı söylemek ar­zusuyla geldim, ama sakın bunu kimseye açma, dedi. Ka'b'da "tamam" deyince O:

- Şu Peygamber denen adamın Medine'ye gelişi bizim için tam püs­küllü belâ oldu. Araplar bize düşman kesilip hepsi aleyhimizde birleş­tiler. Böylece bizim çevre ile olan bağlantı yollarımızın hepsi kesile­rek, çoluk çocuk perişan oldu, bizimde takatimiz kesildi, dedi. Bunu duyan Ka'b'da:

- Bana Eşrefoğlu (İbnü'l Eşraf) derler. Vallahi yâ İbni Selâme!, va­ziyet sonunda benim sana haber verdiğim gibi olacak, dedi. Silkân da ona:

-  Ben derimki, sen bize yiyecek satıp, karşılığında sana bir şeyler rehin bırakarak işimizi sağlam tutalım, sende bu konuda ihsanda bu­lun, dedi. Ka'b ona, "peki bana oğullarınızı rehin bırakırmtsıııız?" de­yince Silkân, "sen o zaman bizi ayıplamak istemiş olursun. Benimle birlikte aynen benim görüşüme katılan arkadaşlarım var. İstiyorumki, onları da sana getireyim de sen onlara da yiyecek birşeyler sat sonra onlara ihsanda bulun. Biz, bizim zırhlarımızdan borcumuzu denk ola­cak kadar birşeyi sana rehin bırakalım" dedi.

Böylece Silkân arkadaşlarının yanına dönüp vaziyeti onlara anlattı ve silahlarını alarak harakete geçip Ka'b'ın yanında birleşmelerini tav­siye etti. Böylece hareket edip Ka'b'ın yanında buluştular…

- İbni İshâk kıssanın gerisini naklediyor. [231]

 

Muhayyısa Ve Huveyyısa Kardeşler

 

îbni İshâk derki: Peygamber (s.a.v.) yahudilerin öldürülmesi husu­sundaki emrini -bir şeyle kayıtlamadan- mutlak manada söylemiş ve: "Yahudilerden ele geçirebildiğiniz erkekleri öldürün" buyurmuştu.[232]

O zaman Huveyyisa b. Mes'ûd Müslüman oldu. Kardeşi olan Muhayyısa ise, daha önce Müslüman olmuştu. Bu Muhayyısa Yahudi tüccarından biri olan İbnü Süneyne'ya saldırarak öldürmüştü. O anda daha Müslüman olmayan Huveyyisa ayağa fırlayarak kalktı ve: "Bire Allah düşmanı, adamı öldürdün mü ne? Vallahi senin şu karnındaki yağlar bile bu adamın malından meydana gelmedir" diye söylenmeye başladı. Bunu gören kardeşi'de: "Vallahi onu öldürmeyi bana emreden zat, seni öldürmeyi bana emretmiş olsaydı, hiç tereddüt etmeden senin de boynunu vururdum" dedi. Bunu gören Huveyyisa'da: "Muhammed sana beni öldürmeyi emretseydi, Vallahi mi beni öldürürdün?" dedi. Muhayyısa'da: "Evet, vallahi o emretseydi, kesinlikle seni öldürür­düm" deyince O:

- Seni bu dereceye ulaştıran bir din gerçekten çok enteresan bir din­dir; diyerek Müslüman oldu.[233]

 

Bu Yıl Dünyaya Gelenler

 

Bu yılın Ramazan ayında Hz. Ali (r.a.)rnin oğlu Es-Seyyid Ebû Muhammed künyeli Hz. Hasan~"(r.a.) dünyaya geldiler.[234]

 

Peygamberimizin Hafsa Bin. Ömer İle Evlenişi

 

Nebî (s.a.v.) bu yıl, içinde Hafsa bin. Ömer ile evlendi.[235]

 

Efendimizin Zeyneb Bin Huzeyme İle Evlenişi

 

Yine bu sene içerisinde, Nebî (s.a.v.) Efendimiz Âmir b. Sa'sa'a oğullarından Ümmü'l-Mesâkîn (fakir anası) lakablı Zeyneb bin. Huzeyme ile evlendi. Hz. Zeynep Nebî (s.a.v.)'nin nikahı altında iki yada üç ay kadar kalabildi. Sonra vefat etti.

Bir rivayete göre, Nebî (s.a.v.)'nin nikahında sekiz ay kalmıştır.

Doğruları bilen sadece Allah'tır.[236]

 

UHUD HARBİ[237]

 

A- Uhud Harbinin Yapıldığı Tarih

 

Şeyban, Katâde'nin; "Allah'ın Peygamberi Uhut günü -düşmanla-Bedir harbinden sonraki senenin, Şevval ayının onbirinde bir Cumar­tesi günü savaş etti. Nebî (s.a.v.)'nin o gün ashabı yediyüz kişi idi. Müşrikler de iki bin, ya da o civarda bir sayıya sahib idiler" dediğini anlatır.[238]

İbni İshâk ise, "Şevval ayının ortasında yapıldı" demektedir.[239] İmam Mâlik derki: Uhut harbi, Nebî (s.a.v.)'nin Medine'ye hicretin­den otuz bir ay sonra, Şevval ayı içerisinde vuku bulmuştur. O gün harb gündüzün başlangıcında yapılmış idi.[240]

 

B- Efendimizin Uhut Hakkındaki Rüyası

 

Büreyd b. Abdillah, Ebû Bürde, Ebû Mûsâ el-Eş'arî isnadıyla, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu anlatır.

"Ben rüyamda, bir kılıcı sallayıp kılıcın uç tarafının parçalandığını gördüm. İşte o, Mü'minlerin Uhut harbi günü başlarına gelecek olan şeydi. Sonra kılıcı bir daha salladım. Kılıç önceki halinden daha güzel bir şekle donuverdi. Bunun yorumu da, Uhut günü Mü'minleri tekrar birleştirip onlara zafer nasib etmesi, idi."

Rüyamda bir öküz gördüm. Vallahi -öküz görmek- hayırlı idi. Bu­nun yorumu da, "Uhut günü Mü'minlerden çarpışan bir gurup olup, hayırda Allah'ın, Bedir'den sonra bize nasib ettiği hayır ve sadakat'ın sevabı idi.

Bu hadisi Buharı ve Müslim naklediyorlar.[241]

Vehb b. Münebbih anlatıyor:

Bana İbni Ebi'z-Zinâd, babası Ebû'z-Zinad aracılığıyla Ubeydullah b. Abdillah'm İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini haber verdi:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Zülfıkar adlı kılıcım Bedir günü ganimet ola­rak elde etmişti. Uhut günü hakkında rüya gördüğü kılıç da o idi. Bu rüya olayı şu idi: Müşrikler Mekke'den Medine'ye harbe geldiklerinde, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın görüşü "şehir dışına çıkmayıp Medine içinde kalarak düşmanla müdafa savaşı yapmak" şeklinde idi. Bedir harbine katılamayan bir gurup insan da Bedir harbine katılanların erişmiş ol­dukları yüce faziletlere ulaşmak arzusu ile ona, "Rasûlüllah müşrikler­le çarpışmak üzere bizi Uhut'a çıkaracak," diyorlardı. Bunlar Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.)'e o kadar rica ettiler ki sonunda Efendimiz zırhını gi­yinmek durumunda kaldı. Az sonra bunlar durumu anlayıp ısrarlarına pişman oldular ve gelip, "Yâ Rasûlellah! İstersen Medine içinde kal, zîra doğru görüş senin görüşündür" dediler isede Allah Rasûlü onlara:

"Hiç bir Peygambere harb aletini kuşandıktan sonra Allah Onunla düşmanları arasındaki hükmünü verinceye kadar bu âlet­leri geri çıkarması uygun olmaz" buyurdu.

O gün Rasûlü Ekrem zırhını giymeden evvel onlara:

"Rüyamda kendimi gayet muhkem bir zırh içinde gördüm ve bu zırhı Medine olarak yorumladım. Rüyamda kendimi kurbanlık bir koçun ardından giderken gördüm. Bunu da kâfir ordusunun öldürülecek olan koçları olarak yorumladım. Kılıcım Zülfikarın keskin ağzının kütelip gedik gedik olduğunu gördüm. Bunu da sizin aranızdaki dağılma olarak yorumladım. Yine rüyamda kesi­len bir Öküz gördüm. İşte Öküz vallahi hayırdır, öküz -görmek-vallahi hayırdır" diye de söylemişti.[242]

 

C- Efendimizin Uhut'a Çıkışı

 

Efendimiz (a.s.)'in Uhut'a hareketi hususunda Yunus, Zührî'nin şöyle dediğini nakleder:

- Nebî (s.a.v.) Medine ile Uhut arasında bulunan Şevt mevkiine geldiğinde, münafık Abdullah b. Übey, askerin üçte biri kadar bir gu­rupla beraber ordudan kopup geri döndü. Nebî (s.a.v.)'de yanında yediyüz kişi kadar ashabı ile birlikte yolunu devam etti. Kureyş üç bin kişilik bir gurupla hazırlığını tamamladı. Sağ ve sol kanada yer­leştirilmek üzere beraberlerinde iki yüz atlı vardı. Süvari gurubunun sağına Halid b. Velîd'i, soluna İkrime b. Ebî Cehli komutan yaptılar.[243]

İbni Lehî'a, Ebû'l-Esved aracılığıyla Urve'nin şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) beraberinde bin kadar Müslümanla yola çıktı. Müş­rikler ise üç bin kişi idiler. Rasûlüllah yoluna devamla Uhut'a geldi. Yolda Abdullah b. Übey üç yüz kişi ile Efendimizden ayrılıp geri dön­dü. Rasûlüllah (s.a.v.) ise yediyüz kişi ile orada kaldı. İbni Übey üçyüz kişi ile geri dönünce Müslümanlardan iki guruba pişmanlık duygusu geldi de dağılayazdılar. Bunlar Seleme oğullarıyla Harise oğulları idi.[244]

Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dînar aracılığıyla Câbir (r.a.)'den:

"Hani sizden iki gurup dağılmaya ra­mak kalmıştı" (Âl-i İmran; 122) âyetindeki iki taife hakkında derki: Bunlar bizdeki Benû Seleme ile Benû Harise kabileleri idi. Ayetin bu kısmı indirilmemiş olsaydı bile (yani "sizden iki taife" diyerek onların Müslümanlardan oldukları belirtilmese bile) Allah(cc) arkasından;

"Allah onların velîsidir" âyetini indirmesi bizi sevin­dirmeye yeterde artardı bile" dediğini nakleder.[245] Bu haberi Buharî ve Müslim naklederler.

Şu'be, Adiy b. Sabit aracılığıyla Abdullah b. Yezîd'in Zeyd b. Sabit (r.a.)'i şöyle derken işittiğini anlatır:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut'a harbe gittiğinde kendisiyle oraya gelen bir kısım insanlar geri döndü. O vakit Rasûlüllah'ın ashabı iki ayn görüşte toplanmış, bir kısmı "kâfirlerle çarpışalım" bir kısmı da, "çar­pışmayalım" diyorlardı.

Bunun üzerine Allah: "Siz Mü'minlere ne oluyorda Münafıklar konusunda iki gurub oluyor­sunuz? Halbuki Allah O münafıkları kendi yaptıkları -amelleri-yüzünden tekrar küfre döndürmüştür. Yoksa Allah'ın doğru yol­dan saptırdığını hidayetemi ulaştırmak istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığına sen asla -kurtuluş- yolu bulamayacaksın" (Nisa Sûresi âyet; 88) âyetini indirince, Allah Rasûlü (s.a.v.):

"İşte bu Medine, Taybe -şehri- dirki, Ateşin gümüşü eriterek posasını süzüp attığı gibi, Taybe de habis adamları sürer çıkarır" buyurdu. Buharî ve Müslim bu haberi ittifakla naklederler.[246]

îbni Ebî Necîh,

Allah, pisi temizden ayırana kadar, Mü'minleri sizin üzeri­nizde bulunmuş olduğunuz vaziyette terkedecek değildir. Allah sizi gaybe haberdar kılacak da değildir. Lakin Allah, peygamber­lerinden dilediğini (bu gaybı bilmek üzere) seçer. Öyleyse Allah'a ve elçilerine îman edin; eğer inanır ve takva gösterirseniz size bü­yük bir ücret vardır. (Al-i İmran; 179)" âyeti hakkında Mücahit'in, "Uhut günü onları ayırdı Mü'minlerden münafıkları ayırdı." diye tefsir ettiğini anlatır.[247]

Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor:

- Bana Zührî, Muhammed b. Yahya b. Habbân, Asım b. Ömer, Husayn b. Abdirrahman ve diğerlerinin anlattıklarına göre Uhut harbi hadisi şudur: Tabi bu adları sayılanlar bu hadisin bir kısmım naklet-mişlerdir. Ancak onların hadislerinin hepsi de Uhut günü hakkında benim burada sevkettiğim bu haberde birleşmiş durumdadır.

Kureyş kâfirlerinden Bedir'de kuyuya cesetleri atılanların başına gelen gelince, onların büyük bir bölümü Mekke'ye döndüler. Ebû Süfyan'da Şam'dan getirmekte olduğu ticaret kervamyla Mekke'ye gel­miş bulunuyordu.

İşte Abdullah b. Ebî Rabî'a, İkrime b. Ebî Cehl, Safvan b. Ümeyye üçlüsü babaları, oğullan ve kardeşleri Bedirde öldürülen insanlardan müteşekkil bir gurupla birlikte kalkıp, Ebû Süfya'nın yanına gelerek onunla ve bu kervanda ticaret malı bulunan kimselerle konuşarak: "Ey Kureyşliler! Muhammed sizden intikamını aldı, sizin en hayırlılarınızı katletti. Şimdi siz şu ticaret malı ile bize yardımda bulunun, belki biz­de ondan böylece öldürdükleri kimselerin intikamını alabiliriz" dedi­ler.

Bu konuşma üzerine kimse kervandaki malını almayıp savaşmak için bunları feda ettiler. İşte Allah bu kâfirler hakkında:

"Şüphesiz o kâfirler, Allah yolundan alıkoymak için mallarını sarfederler. Yakında ona -daha da- harcayacaklar, sonra bu har­cama kendileri aleyhine bir pişmanlık olacak, ardından yenilecek­ler de..." (Enfal; 36) âyetini indirdi.

Ebû Süfyan ile çeşitli kabilelere mensub bir gurup ve Kinane ka­bileleri ile Tihame halkından onları dinleyenler, bu mal harcama ka­rarı verince, Kureyşliler Muhammed (s.a.v.)'e karşı savaş etmek üzere ittifakla birleşmiş oldular.[248]

Ebû Azze el-Cumahî denen şair biri vardı. Rasûl-ü Ekrem vaktiyle ona lutufta bulunmuştu. O aile nüfusu çok ve ihtiyaçlı birisiydi. Efen­dimize gelip; "Yâ Rasûlellah! Ben fakir biriyim; çoluğu çocuğu çok üstelik ihtiyaçlı biriyim de, bana yardımda bulunsan" demiş ve Efen­dimizin lutfunu elde etmiş idi. İşte müşrik Safvan bu adama;

-  "Yâ Ebâ Izze. Sen şâir bir insansın. Bizimle kabileleri dolaşmaya çıkıp da, bize dilinle yardımcı olsan ya" demişti. O da:

-  "Muhammed bana yardımda bulunmuştu. Artık ben onun aleyhine size destek vermek istemiyorum," diye cevap verdi. Safvan'da, "tabiki gelip destek olacaksın. Dilinle olmazsa vücudunla destek ol. Allah için harpten dönersen sana yardım etmek boynuma borç olsun. Eğer harpte öldürülürsen, senin kızlarını benim kızların yanına alırım, be­nimkilere nasib olan varlıkta, darlıkta ne gelirse seninkilere de nasib olur" dedi. Böylece Ebû Izze ikna olup, o da Tıhame'de dolaşmaya boşlayıp, Kinane kabilelerini harbe teşvik ederek şöyle diyordu:

"Ey Abdimenât'ın yerinden kıpırdamaz (yenilip kaçmaz) oğul­ları!

Bu gün hamiler sizsiniz atanız'da zaten Hâm îdi.

Bu yıldan sonra bana yardıma söz vermeyiniz.

Beni sakın teslim etmeyin zira teslim etmek helâl olmaz."[249]

Cumah kabilesinden MüsâfT b. Abdimenaf da Rasûlüllah'a karşı sa­vaşa da'vet etmek üzere Mâlik b. Kinane oğullarına geldi. Bu da şiir okuyarak harbe teşvik ederdi.

Cübeyr b. Mut'ım'da Habeşli olup, Vahşî denilen kölesini harbe da'vet etti. Bu adam Habeş usulü mızrak atar ve isabet ettiremediği pek az olurdu. Cübeyr ona, "Eğer amcam Tuayma b. Adiy'ye karşılık Hamza'yt öldürürsen sen hür olacaksın" diye vaadde bulundu.

Artık Kureyş hazırlanınca ne kadar hiddetli adamı varsa, ne kadar silah edindilerse, diğer kabilelerden ve kendilerine tabi olan ne kadar adam varsa onları alıp yola çıktılar. Hatta onlarla beraber kadınlarda öfkelerini gidermek ve erkeklerin firarını önlemek üzere harbe geldi­ler.

O gün Ebû Süryan komutan olarak beraberinde Utbe kızı Hindi ge­tirdi. İkrime'de Haris b. Hişam kızı Ümmü Hakîm'i getirdi. Bunlar ilerleyerek Uhut dağındaki Medine'nin karşısına düşen Sekka vadi­sinin ağzındaki Ayneyn denen yere gelip konakladılar. Rasûlüllah ashabına:

"Eğer siz bu durumda Medine'de kalıp, onları da konakladık­ları yerde bırakmayı uygun görürseniz ne ala. Müşrikler orada kalırlarsa şer içinde kalmış olacaklar. Eğer bize hücuma geçerler­se bizde onlara Medine içinde savaş ederiz" buyurdu. Esasen Allah Rasûlü müşriklere saldırmak için Medine'den ayrılmayı asla uygun görmüyordu.

Bedir harbine katılamayan bir gurup bunu duyunca:

-  "Yâ Rasûlellah! Yâ Rasûlellah! Bizi müşriklerin olduğu yere gö­tür ki bizim oniardan korktuğumuz zannına kapılmasınlar" dediler.

Bunlar Allah Rasûlüne o kadar yalvardılarki, sonunda Efendimiz evine gidip, zırhını kuşanmak durumunda kaldı. Bu olay bir Cum& günü cemaatin Cum'a namazından çıktığı esnada cereyan etmişti.

Efendimizin Uhut'a çıkışı ve Abdullah b. Übeyyin insanların ü^te biri kadar bir sayıyla Müslümanlar'dan ayrıldığı az önce anlatılmıştı.

İşte Câbir (r.a.)'in babası Abdullah (r.a.) bu Müslümanlar'dan kfr-pup geri gidenlerin peşine düşerek onlara: "Harpten kaçmakla, Allall için size, kendi kavminizi ve kendi peygamberinizi desteksiz bıraktı­ğınızı hatırlatırım" dedi.

Yolda -Yahudilerden silahlı bir gurubu gören- Ensar:

-  Yâ Rasûlellah! Yahudilerden anlaşmamız bulunan şu guruptafı yardım isteyelim mi? diye sorduklarında Nebî (s.a.v.):

"Bizim onlardan bitecek bir ihtiyacımız yok"[250]

buyurdu. Allah Rasûlü yoluna devam ederek, vadinin dağdan taraftaki son ucunda bulunan Uhut'un bir koyağına gelip konakladı. Arkasını ve askerini Uhut dağına verdi, ve: "Ben çarpışmayı emretmedikçe kimse savaşmayacak"[251] buyurdu.

Sonra Nebî (s.a.v.) harb hazırlığına başladı. Yediyüz kişi idiler. Okçuların başına Abdullah b. Cübeyr (r.a.)'i komutan yaptı. Bunlar elli kişi kadardı. Bunlara hitaben:

 .D"Okla atları bizden uzaklaştırın,  bizim arkamızdan gelmesinler. Harp bizim lehimize olsada, aleyhimize olsada siz yerinizde durun. Sizin tarafınızdan bize saldırılanlasın" buyur­du.[252] O gün Rasûlüllah (s.a.v.), iki zırhı üst üste giymiş olarak görün-dü.Nebî (s.a.v.) sancağını Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'e verdi.

Kureyş'de üç bin kişilik bir kuvvetle harbe hazırlandı. İki yüz kişi­lik bir süvari bölükleri vardı ki, yüz kişi ordunun sağ tarafına, yüzünüde sol tarafına koydular. Sağ kanattaki atlılara Halid b. Velîd, sol-dakilere de İkrime b. Ebî Cehl komuta ediyordu.[253]

Sellâm b. Miskin, Katâde aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb'den nakle­diyor:

-  Rasûlüllah (s.a.v.)'in Uhut harbi günü edindiği sancağı siyah bir kumaş parçası olup Hz. Âişe'ye ait idi. Medine Ensarmın sancağına El-Ukab adı verilmiş idi. Ali b. Ebî Talib (r.a.) sağ cenahta idi. Sol cenahta ise Münzir b. Amr es-Sâidî komuta ediyordu. Ordunun önderi Zübeyr b. Avvam ve bir rivayete göre Mikdad b. el-Esved idi. Hamza ordunun kalbi mesabesinde bir yerde bulunuyordu. Sancak Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'da idi. Mus'ab şehid edilince Efendimiz sancağı Hz. Ali'­ye (r.a.) verdi.

Denildiğine göre o gün Müslümanların üç sancağı varmış:

1- Mus'ab b. Umeyr'in sancağı; bu Muhacirlerin ki idi..

2- Hz. Ali'nin sancağı.

3- El-Münzir (r.a.)'in sancağı.

Sabit, Enes (r.a.)'den şöyle nakleder:

- Uhut günü Rasûlüllah (s.a.v.) bir kılıç olarak:

"Bu kılıcın hakkını vermek şartıyla

benden bunu kim alacaktır?" diye sordu. Onların her biri ellerini uzatarak "ben, ben" diye bağırdılar. Efendimiz yine; "bu kılıcın hakkı­nı vermek şartıyla benden kim alacak? buyurunca toplum dura kaldı. Ebû Dûcâne Simak (r.a.) "ben Onun hakkını veririm" deyince kılıcı aldı ve onunla müşriklerin başlarını uçurdu. Bu haberi Müslim rivayet etmektedir.[254]

İbni İshâk bu hususta şöyle nakleder: Rasûlüllah sözünü söyleyince Benî Sâidelerin kardeşi olan Ebû Dûcane Simak b. Haraşe kalkıp E-fendimizin yanına geldi ve, "bu kılıcın hakkı nedir?" diye sordu. E-fendimiz de: ^i "Eğri büğrü olana kadar onu düşmana sallamandır" buyurdu. Ebû Dûcâne de "Yâ Rasûlellah! Onu ben alıyorum" dedi. Nebî (s.a.v.)'de kılıcı ona verdi. İşte bu Ebû Dûcâne son derece iyi bir yiğit olup, harpte çok iyi tuzak kurardı. Çarpışmaya giderken kızıl bir sarığı başına sarar sonra ken­dileriyle düşman safları ortasında salına salına, çalım atarak yürürdü. Bize ulaşan bilgilere göre Rasûlüllah (s.a.v.) onu bu halde çalım atar­ken görünce:

"Bu tarz yürüyüş, Allah'ın sa­dece bu durumda müsade ettiği, başka hallerde hiç sevmediği bir yürüyüştür" buyurmuştur.[255]

Amr b. Asım el-Kilâbî anlatıyor: Bana Ubeydullah b. el-Vazip, Hişâm b. Urve'den, babası Urve aracılığıyla Zübeyr b. el-Avvâm'ın şöyle dediğini anlattı:

- Uhut harbi günü Rasûlüllah (s.a.v.) bize bir kılıç göstererek, "Bu­nu hakkıyla kim alabilir?" diye sordu. Ben kalkıp, "Ben, Yâ Rasûlüllah!" dedimse de yüzümü öteye çevirdi ve yine "Bunu hak­kıyla kim alabilir? buyurdu. Ebû Dûcâne simak b. Haraşe kalkıp, "Ben Yâ Rasûlüllah!, Ama bunun hakkı nedir?" dedi. Efendimiz de:

 "Bununla asla Müslüman öl­dürmemen ve kâfirden de bu elinde iken kaçmamandır" buyurdu. Efendimiz kılıcı ona verdi. Ebû Dûcene harbetmek isteyince başına bir sarıkla âlem yapardı. Kendi kendine, "bu gün Ebû Dûcâne ne yapacak bir göreyim" dedim ve peşini takip ettim. O gün kendisine kaldırılan her şeyi parçaladı, kesdi biçti. Nihayet ilerleyerek dağın eteğinde def-leriyle birlikte -harb kızıştırmakla görevli- kadınların yanma geldi. Aralarında bir kadın şu beyitleri terennüm ediyordu:

"Biz Tarık'ın kızlarıyız. Sanki yastıklar üzerinde yürürüz. E-ğer bize doğru saldırırsaniz sizinle boğaz boğaza geliriz. Döner giderseniz bizde ayrılırız. Ama bu istenen bir ayrılma olmaz."

Ebû Dûcâne kadınlardan birine vurmak için kılıcını kaldırmaya yel­tendi, sonra vazgeçti. Çarpışmadan sonra ona; "bu harekette yaptığın herşeyi gördüm ve anladım. Ama o kadına kılıcı kaldınpta, sonra vurmamayın sebebini anlayamadım" dedim de bana, "Rasûlüllah (s.a.v.)'ın kılıcına kadın öldürmemeyi ikram etmek istedim" dedi.[256]

Ca'fer b. Abdillah b. Müslim (ki bu zat Ömer (r.a.)'ın kölesidir) Muaviye b. Ma'bed b. Ka'b b. Malik (r.a.)'ten naklederki, Rasûlüllah (s.a'.v.) Ebû Dûcâneyi böbürlenerek yürürken gördüğü zaman, "Böyle­si haller dışında, bu tarz yürüyüş Allah'ın en sevmediği yürüyüştür" buyurmuştur.[257]

İbni İshâk, Zührî ve diğer âlimlerden rivayet ediyorki, - Uhut harbinde müşriklerden birisi ortaya çıkıp, düello etmek için er istedi. İnsanlar ona cevap vermeyince o bu isteğini üç kere tek­rarladı. Devesinin üzerine binmiş duruyordu. Zübeyr (r.a.) yerinden fırlayıp öyle bir sıçradıki -adam daha kıpırdayamadan- adamın de­vesinin üzerine oda bindi ve adamla boğaz boğaza geldi. Böylece de­venin üzerinde  boğuşmaya  başladılar.  Durumu gören  Rasûlüllah "Toprağa yakın gelen öldürülecektir"

buyurdu. Müşrik yere Zübeyir'de üzerine düştü ve kâfiri boğazladı. Sonra Rasûl-ü Ekrem Zübeyri yanına getirtip dizi üzerine oturttu ve:

"Her Peygamberin bir havarisi var­dır. Benim havarim de Zübeyr'dir" buyurdu.[258]

Zübeyr b. Muâviye anlatıyor: Bize Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâe b. Azib (r.a.)'ı şunları anlatırken duyduğunu bahsetti:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut harbi günü, elli kişi olan okçuların ba­şına, Abdullah b. Cübeyr'i komutan yaptı ve onlara:

"Bizi -yenilipte- kuşların parçaladığını görseniz bile ben size haber göndermedikçe yerinizden ayrılmayın. Bizim kâfirleri boz­guna uğratıp yendiğimizi görseniz yine ben haber göndermedikçe yerinizden ayrılmayın" buyurdu.

Düşman bozguna uğratıldı. Vallahi ben müşrik kadınlarının elbise­lerini -koşmak için- yukarı sıyırıp baldır ve bacakları görünerek dağa doğru kaçıştıklarını gördüm. Bu durumu gören Abdullah b. Cübeyr komutasındaki askerler: "bire kavim, ganimete bakın ganimete, arkadaşlannız galib geldi siz daha ne bekliyorsunuz?" dediler. Abdullah b. Cübeyr onlara; "siz Peygamber (s.a.v.)'in size ne dediğini unuttunuz mu?" dedi. Onlarda, "biz kesinlikle çarpışanlara katılıp ganimetten bizde pay almalıyız" diyerek ordunun yanına doğru geldiler.

Lakin -geri dönen ve arkadan saldıran düşmanın taarruzuyla- boz­guna uğrayıp kaçışmaya başladılar. İşte -Kur'an'da geçtiği üzre-Rasûlüllah'm arkalarından geri dönün diye çağırdığı yer burasıdır. Buna rağmen Rasûlüllah (s.a.v.) ile on iki kişiden başka kimse kal­madı. O zaman bizden yetmiş kişi vurulup şehit edildi.

Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Bedir günü yetmiş esir, yetmiş ölü ol­mak üzere yüzkırk kâfiri safdışı etmişlerdi.

Ebû Süryan üç kere "aranızda Muhammed var mı?" diye bağırdı, Rasûlüllah (s.a.v.) ona cevap verilmesini menettİ. Ebû Süryan sonra, "aranızda Ebû Kuhafe oğlu (Ebû Bekir) varmı, aranızda Ebû Kuhafe oğlu var mı? diye sordu. Sonra "aranızda Hattaboğlu Ömer var mı?, diye üç kere bağırdı. Sonra da arkadaşlarının yanına dönüp, "îşte şu adlarını saydıklarım kesinlikle öldürülmüştürler" dedi. Bunu duyan Ömer; "Allah düşmanı! Yalan söyledin, senin adlarını saydıklarının hepsi sağdırlar. Senin için, sana zarar verecekler hayatta kalmıştır" de­mekten kendini alamadı. Ebû Süfyan'da:

- Bu gün, Bedir'de kazandığınız zafere karşılık bizim zafer günü-müzdür. Harb bir değiş tokuştan ibarettir. Şimdi siz ölenler arasında işkence yapılanları bulacaksınız. Lakin ben böyle bir şey yapın diye emretmedim, buna rağmen böyle bir şey yapmışlarsa da onu çok kö­tüde saymıyorum, dedi. Ardındanda: "Yücel ey Hübel, Yücel ey Hübel!" diyerek recez söylemeye başladı. Bunu duyan Allah Rasûlü:

"Ona cevap vermeyecekmisiniz?" diye sorunca "ne di­yelim?" dediler. Efendimiz de: "Allah daha yüce, daha büyüktür" deyin" buyurdu.

Ebû Süryan, ashabın bu cevabını alınca onlara:

- Bizim Uzza putumuz var, sizinse Uzza'nız yok; dedi. Efendimiz, "bu adama cevap vermiyecekmisiniz? buyurdu. Ashab, "ne diyelim?" diye sorunca; "Allah'da bizim mevlamızdır.

Sizinse Mevlanız yoktur, deyin" buyurdu.

Bu haberi Buharı rivayet etmiştir.[259]

Yunus b. Bükeyr, İbni îshâk'tan naklediyor: Bana El-Husayn b. Abdirrahman, Mahmud b. Amr b. Yezîd b. Es-Seken isnadıyla Uhut harbi günü insanların etrafını çevirdiği zaman Efendimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu haber verir: "Bize canını ba­ğışlayacak adam kimdir?" Bunu duyan Ziyâd b. es-Seken beş ensarlı arasında ayağa kalktı. (Âlimlerden biri bu zatın Umara b. Ziyad b. es-Seken olduğunu söyler).[260] Rasûlüllah'ın etrafında çarpış­maya başladılar ve teker teker şehid oldular. Bunların en son şehid olan Ziyad ya da Umara idi. Bu zat çarpışa çarpışa sonunda yaralandı. Tam bu sırada Müslümanlardan bir gurup geri geldiler ve onu müş­riklerden kurtardılar. Rasûlüllah (s.a.v.), "Onu bana yak­laştırın" buyurdu. Onu yanına getirdiler. Efendimiz (s.a.v.) mübarek ayağını onun başı altına yastık gibi koydu. O zat yanağı Rasûl-ü Ek­rem'in ayağı üzerinde iken vefat etti.[261]

Ebû Dücâne (r.a.), Uhut harbinde Rasûlüllah'ı korumak için kendini Efendimizin önünde bir kalkan gibi kullandı; ok sırtına saplanıyor ama, o Peygamberi korumak için vücudunu bir o yana bir bu yana atıyordu. Bu yüzden sırtına bir sürü ok saplandı.[262]

Sabit ve diğerleri aracılığıyla Hammad b. Seleme, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini naklediyor:

- Uhut harbi günü Rasûlüllah (s.a.v.) -ordusu dağıldığında- yedi Ensarlı iki'de Kureyşli ashabı ile yapayalnız bırakılmıştı. Kâfirler ken­disini kuşatıp iyice yaklaşınca Nebî (s.a.v.):

"Kim onları etrafımızdan defedebilirse ona cennet vardır, -yahut "O benim cennetteki arka­daşımdır"" buyurdu. Bunun üzerine Ensardan bir yiğit ileri atılıp şehid olana kadar çarpıştı. Sonra düşmanlar yeniden yaklaştılar. Efen­dimiz yine "Kim onları etrafımızdan dağıtabilirse ona cennet vardır -yahut- o benim cennetteki arkadaşımdır" buyurdu. Yine Ensardan bir yiğit atılıp şehit olana kadar çarpıştı. Aynı şekilde Ensarlılar tek tek çarpışarak yediside şehit düştü. Sonuncu Ensarlı da ölünce Nebî (s.a.v.) yanında kalan iki Kureyşli arkadaşına: Bîz -Kureyşliler olarak- arkadaşlarımıza insaf etmedik; -veya harpten firar eden arkadaşlarımız bize insaf etmedi" buyurdu.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[263]

Süleyman et-Teymî, Ebû Osman en-Nehdî'nin; "Nebî (s.a.v.)'nin, bu çarpışma yaptığı Uhut günlerinden birinde, yanında Talha b. Ubeydillah ve Sa'd'dan başka kimse kalmamıştı" dediğini Talha ve Sa'd'ın ağzından nakleder.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[264]

Kays b. Ebî Hazim anlatıyor: Uhut harbi günü ben Talha (r.a.)'nın elini felç olmuş bir halde gördüm onunla hâlâ Nebî (s.a.v.)'yi koru­maya çalışıyordu.

Hadisi Buharî rivayet ediyor.[265]

Salih b. Abdillah derki: Bana Yahya b. Eyyûb, Umara b. Gaziyye aracılığıyla Hâkim b. Hizâm'ın azatlısı Ebû'z-Zübeyr'den, Cabir (r.a.)'in şöyle dediğini anlattı:

- Uhut günü Rasûlüllah'ın etrafındaki gurup bozguna uğrayıp, Efen­dimiz (a.s.) ile beraber kalabilen en çok onbir kişi idi. Aralarında Talha b. Ubeydullah (r.a.)'da vardı. Efendimiz dağa doğru tırmanmak­taydı. Müşrikler kendilerine yetişince Nebî (s.a.v.):

Şunlara karşı çıkacak biri yok mu?" buyurdu. Talha:

"Ben varım Yâ Rasûîellah!" dedi. Nebî (s.a.v.) ona:

"Sen olduğun gibi kal yâ Talha!"  buyurdu.

Ensardan bir adam "Ben Yâ Rasûîellah!" deyip Efendimizi savunmak için çarpışmaya başladı. Rasûîellah (s.a.v.) ile beraberindekiler dağa doğru tırmanmaya başladı.

Sonra Ensarlı şehîd oldu. Müşrikler tekrar yetiştiler. Efendimiz yi­ne: "Şunlara karşı çıkacak biri yokmu?" buyurunca Talha yine öndeki sözünü söyledi. Efendimiz'de ona aynı sözlerini tekrarladı. Ensardan birisi de "ben varım Yâ Rasûlellah!" dedi. Ona çarpışma izni verildi. O çarpışırken Efendimiz ve arkadaşları dağa tırmanıyorlardı. Bu zat da şehid edildi. Müşrikler tekrar yetiştiler.

Her seferinde aynı sözünü tekrarlıyor, Talha b. Ubeydillah'da "be varım Yâ Rasûlellahr diye atılıyor ama Efendimiz onu çarpışmaktan alakoyuyor o sıra Ensardan biri izin istiyor ona izin veriliyordu. Niha­yet Efendimizin yanında Talha'dan başka kimse kalmamış idi. Müşrik­ler ikisini kuşatmış bulunuyordu. Efendimiz, "Bunlara karşı kim sava­şacak?" deyince Talha (r.a.) "ben" diyerek atıldı ve kendinden önceki Ensarlı şehitlerin yaptığı gibi müşriklerle çarpıştı. Bir ara parmaklan kesilince "of anaaaam!" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Allah'ın adıyla söyleseydin, yahut Allah'ın adını ansaydm, ke­sinlikle melekler seni insanların sana bakışları arasında alıp gök­yüzüne çıkarır ve sema boşluğunun içine daldırırlardı" buyurdu.

Sonra Rasûlüllah yukarda toplanmış bulunan ashabının yanına doğ­ru çıkü.[266]

Abdü'l Vâris, Abdü'lazîz aracılığıyla Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Uhut günü harb başlayınca Rasûlüllah'ın etrafında bulunanlar bozguna uğrayıp dağıldılar. Ebû Talha, Rasûlüllah'm önünde durmuş elindeki bir kalkanla Efendimizi korumaya çalışıyordu. Ebû Talha, yayı çok iyi çeken bir okçu idi. O gün iki veya üç tane yay parçala­mıştı. Birisi, içinde ok bulunan ok gurubu (torba)'nu getiriyor, ona "okları atması kolay olsun" diye, "yay" deniyor, oda Ebû Talha'ya okları ve yayı veriyordu.

Nebî (s.a.v.) bizzat Ebû Talha'mn başucuna gelip ordunun duru­muna bakıp kontrol ediyordu. Ebu Talha Efendimize, "Anam babam sana feda olsun Yâ Rasûlellah! Kontrol için dikilme. Kâfirlerin attık­ları oklardan biri sana isabet eder. Benim boynum seninkinin önünde -sana feda- olsun." diyordu.

O gün, Ebû Bekir kızı Hz. Âişe ile Ümmü Süleym'i eteklerini top­lamış bir halde gördüm. Onların baldırlarını görüyordum, sırtlarında su tuluğu taşıyorlar, sonra bu testileri gazilerin ağızlarına döküyor­lardı. Sonra tekrar gidip su doldurup geliyor ve mücahitlere su veri­yorlardı. O gün, yorgunluğundan ve uykusuzluğundan dolayı, kılıç Ebu Talha'nın elinde iki, yada üç kere yere düşmüştü.

Bu, Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir hadistir.[267]

İbni İshâk anlatıyor:

Mus'ab b. Umeyr (r.a.) Rasûrüllah'ı müdafa ederek onun önünde çarpışarak şehit oldu. Sancak Mus'ab'da idi. Onu İbni Kammie el-Leysî öldürmüştü. Onu Rasûlüllah (s.a.v.) sanarak Kureyş'in yanına giderek; ben Muhammed-i öldürdüm" dedi.

Mus'ab (r.a.) şehit düşünce Efendimiz (s.a.v.) sancağı Ali b. Ebî Talib (r.a.) ile -Müslümanlardan bir guruba- teslim etti.[268]

Musa b. Ukbe anlatıyor: "Kureyşliler Arab müşriklerinden dileyen­leri[269] harbe şevketti. Ebû Süiyan Kureyşlilerden teşekkül etmiş bir gu­rup içerisinde hareket edip geldi." Sonra Musa b. Ukbe, hâdiseyi yu-

karda geçen rivayetlerdeki olduğu gibi anlattı. Onun naklettikleri ara­sında şunlarda geçmektedir: "Müşrikler Peygamber (s.a.v.)'in yüzünü yaraladılar, ön yan dişini parçaladılar, dudağını yardılar. İddia ettikle­rine göre Efendimize bu yaralayıcı oku atan Utbe b. Ebî Vakkas idi.[270]

Musa b. Ukbe'nin bu rivayetinde Nebî (s.a.v.)'nin Unut öncesi gör­düğü rüyada yer alır. Orada şunlar da vardır:

- Rasûlüllah (s.a.v.) "sağlam zırhı Medine olarak yorumladım. Siz yerinizde duran, çocuk ve aileleri Medine'nin sağlam kulelerine yer­leştirin. Müşrikler Medine sokaklarında üzerimize saldırırlarsa onlarla Medine içinde savaşırız, evlerin damlarından tepelerine taş yağdırılır" buyurdu. Medine evleri-nin dış binaları- birbirine bitişik ve- yüksekçe yapıldığı için adeta bir kaleyi andırırdı. Ekserisi Bedir harbinde bulu­namayan insanların çoğu, "Yâ Nebiyyallah! Biz böyle bir günün ol­masını temenni edip, Allah'a bu fırsatı vermesi için dûa ediyorduk. Şimdi Allah onları bize getirip yaklaştırdı" diyerek Medine dışına çı­karak savaşmak için direttiler.[271]

Ensardan birileri, "Yâ Rasûlellah!, Onlarla kendi kavmimizin vadi­sine gelmişken savaşmayip ta, ne zaman savaşacağız?" derken bir gu­rubu da, "ekili tarlamızı koruyamadıktan sonra neyi koruyacağız?" dedi. Bir kısım insanlar bu konuda görüşlerini belirtip, sözlerini yerine getirerek bu konudaki sadakatlannı ortaya koydular. Bunlardan birisi­de, "Sana Kitab'i indiren Allah'a yemin ederimki, onlarla kesinlikle savaşmak kararındayım!" diyen Hamza (r.a.) idi.

Ya'mer b. Mâlik b. Sa'lebe de, "Yâ Rasûlellah! Bize cenneti haram etme, Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun o cennete gireceğim" dedi. Efendimiz (a.s.)'de, "Ne ile?" diye sorunca; "ben kesinlikle Allah ve Rasûlünü seviyorum, harp günü asla harpten kaçmam" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) ona; "sen doğru söylüyorsun" buyurdu. Ya'mer (r.a.) Uhut harbinde şehit düştü.

Ashab-ı Kiram'm çoğu da, Nebî (s.a.v.)'nin söz ve görüşündeki ni­haî hedefi anlayamayıp; "harbe Medine dışına çıkalım" diye direndi­ler. Eğer onun kendilerine emrettiği şeye razı olmuş olsalardı ne iyi olacaktı. Lakin kaza ve kader-i ilahî- öyle cereyan etti. Umumiyetle çıkışı tercih edenler, Bedir harbine katılamayıp, Bedir de bulunanların elde ettiği sevap ve derecelerin ne olduğunu anlamış bulunan kimse­lerdi. Efendimiz Cum'a namazım kıldırıp, ashabına vaaz ve nasihat edip, onlara cihad ve ciddi olmayı emrederek hutbesini bitirdi.

Sonra zırhını isteyip kuşanarak insanlara harbe çıkmalarına müsade verdi.

Durumun bu noktaya geldiğini gören bazı tecrübeli kimseler: "Al­lah Rasûlü bize Medine'de kalmamızı ve düşman bize saldırırsa sokak savaşı yapmamızı emretmişti. Allahû Teâlâyı ve Onun ne murad etti­ğini en iyi Efendimiz bilir, üstelik ona vahiy geliyor. Sonra biz kalk­mış onu da çıkmaya mecbur etmişiz" diyerek gelip, "Yâ Rasûlellah! Sen bize emrettiğin gibi yerinde kalsan" dediler. Efendimiz'de onlara "Harp âletini kuşanıp, düşmana karşı yürüyüş emri verdikten sonra, bize çarpişmadikça geri dönmek yakışmaz, Ben bu görüşe sizi da'vet etmiştim ama siz kabul etmemiştiniz. Artık Allah'tan korkun ve sabre­din, harbde düşmanla karşılaşınca emrime kulak verip onu yerine geti­rin" buyurdu.

Böylece Efendimiz ve Müslümanlar bin kişilik bir kuvvetle yola çı­kıp Bedâi' yoluna saptılar. Müşriklerse üçbin kişiydiler. Rasûlüllah (s.a.v.) yoluna devam ederek Uhut'a vardı. Yolda Abdullah b. Übey b. Selûl, üç yüz kişilik bir kuvvetle geri dönünce, Müslümanlar yediyüz kişi kaldılar.

Abdullah b. Übey geri dönünce, Müslümanlardan iki gurup pişman oldular ve birbirleriyle çarpışayazdılar. Bunlar Benû Harise ile Benû Seleme kabileleri idi. Efendimiz Müslümanları Uhut dağı eteğinde harp düzeni aldırdı. Müşriklerde Uhut'dan Öndeki Sebeha denen yerde harp safı yaptılar. İki fırka da çarpışmaya hazır hale geldi. Müşrikler süvari birliklerinin başına Halit b. Velîd'i komutan yaptılar. Müslü­manların ise hiç atı yoktu. Onların sancaktarı Abdü-d-Dâr oğulların­dan biri idi.

Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) elli tane okçu seçip bunlar düşman süvarile­rine engel olmak üzere -tepeye- yerleştirip başlarına da Abdullah b. Cübeyr'i emir tayin edip "Ey Okçular! Bize harb meydanında yerimizi aldıktan sonra, siz Allah düşmanlarının yenilip atlarının hareket ettiği­ni görseniz bile yerinizden ayrılmayın sizden hiç biri yerinden ayrıl­masın. Siz süvarilere engel olun yeter" buyurdu. Müşriklerin sancakta­rı Şeybe b. Osman el-Abderî'nin kardeşi Talha idi. Müslümanların sancağım ise muhacirlerden bir sahabe taşıyordu. Bu zat, "İnşâallah ben bu taşıdığım şeyi koruyacağım" diyordu.

Müşriklerin sancaktarı Talha ona, "Ey sancak koruyucusu düelloya varmışın?" deyince bu zat "evet" diyerek meydana atıldı ve kılıcım Talha'nın kafasına vurunca tepeden sakalına kadar kesip onu öldürdü. İşte bu olay Rasûiüllah (s.a.v.)'ın "ben bir koçun ardından gidiyor­dum" diye anlattığı rü'yasım doğrulamış oldu.

Müşrik sancaktar öldürülünce, Peygamberimiz ve arkadaşları kü­çük müfrezeler halinde düşmana karşı dağılarak hücuma geçip, öyle bir darbe indirdilerki düşman güçlerine harb aletlerinin yanından sü­rüp geri püskürttüler. Müşrik süvarileri üç kere Müslümanlara -arkadan- saldırdı ise de her seferinde oklandıkları için arzularına ula­şamadan hezimetle geri dönüyorlardı. Müslümanlar saldırıya geçerek ©ntara galebe ettiler.

İşte bu durumu gören okçular, Allah'ın kardeşlerine zafer ihsan etti­ğini anlayınca, "vallahi hiç bir şey için burada oturamayız. Allah düş­manlarımızı kahretti, kardeşlerimiz düşman ordugahına girdi." diyerek Peygamber (s.a.v.)'in "terketmeyin" diye tenbih ettiği yeri terkettiler. Birbirleriyle nicâ'a düşüp dağıldılar, Peygambere de âsi geldiler. İşte o an müşrik süvarileri -arkadan- saldırdı ve öldürmeye başladı onların ekserisi askerin içinde idi.

Bu sırada küçük parçalar halinde savaşmakta olan ashab müşrik sü­varilerin yapacağını yapmış olduğunu görünce hepsi bir araya toplan­dı. O sırada birisinin "geri kaçın, geri kaçın! Peygamber öldürüldü" diye bağırdığı işitildi. Bu meyanda Müslümanların bir kısmı Öldürüldü vç müşriklerin eli ile Allah onlara şehitlik ikram etti.

Geri kalan Müslümanlar, dağın ortasındaki koyaktan yukarı doğru çekiliyordu. Hiç kimse birbirine bakacak halde değildi. Ashabının bir kısmı kendini bırakıp dağılmakta olan Nebî (s.a.v.)'ye Allah, o anda sebat vermiş idi. O kaçan arkadaşlarının arkasından çağırarak yanma gelebilenlerle beraber koyağın yukarısında bulunan Mihras adlı suya kadar geldiler.

Rasûlüllah (s.a.v.) böylece meydandan çekilip görünmeyince, iç­lerinden biri, "herhalde Rasûlüllah öldürülmüş olsa gerek, haydi kavminiz Kureyş'e varında, gelip sizi kılıçtan geçirmeden onlardan aman dileyiniz. Zira onlar evlere girecekler" dedi.

İçlerinden biri ise, "Eğer bize haktan bir emir olmuş olsaydı burada kılıçtan geçirilmezdik" bile dedi. Diğerleri ise: "Rasûlüllah öl­dürülmüş olsa bile, siz dininizi savunmak ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m bu­lunduğu hali koruyarak, şehid olarak Allah'a kavuşana kadar çar­pışmayacak mısınız?" dediler. Bu yiğitlerden biri de Enes b. Nadr (r.a.) idi ki, bu hadiseyi Rasûlüllah'ın yanında Sa'd b. Muaz anlat­mıştır.

Rasûlüllah (s.a.v.) ashabını aramak üzere hareket edince müşrik­lerin izi sıra kendisine doğru geldiklerini gördüğünde:

"Allah'ım! Sen dilersen seni yer yüzünde mağlub edecek kimse yoktur. Allah'ım! Sen dilersen kimse tarafından tapmılmazsın" dedi. Müşrikler ayrı­lıp gitti. Nebî (s.a.v.) hem dağa tırmanıyor, hemde ashabını çağırı­yordu. Beraberinde içlerinde Talha b. Ubeydillah ve Zübeyr h Avvâm'ın da bulunduğu kendisiyle beraber sabreden ufak bir topluluk vardı. Bunlar Nebî (s.a.v.)'ye ölüm üzere bîat etmişlerdi. Canlarıyla Nebî (s.a.v.)'ye siper oluyorlardı. İçlerinden altı veya yedisi şehit edilmesine rağmen Mihras pınarı etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Denildiğine göre kaybedilişinden sonra, Miğferin aralığından Rasûlüllah'ın gözünü ilk tanıyan Ka'b b. Mâlik (r.a.) olmuş ve olanca sesi ile, "Allahû Ekber! İşte Allah Rasûlü" diye bağırmış, Efendimizde ona eliyle "sus" diye işaret etmiş idi. Burada Rasûlüllah (s.a.v.yin yü­zü yaralanıp ön yan dişleri kırılmıştı.

Übey b. Helef denen müşrik fidye verilipte canım kurtarınca; "Val­lahi bir atım var her gün ona çekirdek vererek besiye çektim. Kesinlikle bu atın sırtında Muhammed'i öldüreceğim" demişti. Bu sözü, Rasûlüllah'a ulaşınca: "İnşaallah, o değil, ben onu öldüreceğim" buyurmuştu. Unut günü bu Übey, o atı üzerinde demir tolga içinde, "Eğer Muhammed kurtulursa ben kurtulmayayım" diyerek gelip Rasûlüllah (s.a.v.)'a saldırmak için atım sürdü.

Musa b. Ukbe kıssanın burasını Saîd b. Müseyyeb'den şöyle nakle­diyor:

- Übeyy'in geldiğini gören bir kaç kişi mani olmak, için önüne gerildilersede Rasûlüllah (s.a.v.) onlara "yolu açmalarım" emretti. Tam yaklaşınca Rasûlüllah (s.a.v.)'ı korumak için Mus'ab b. Umeyr (r.a.), Übey b. Halefi karşıladıysada, çarpışmada Mus'ab (r.a.) şehit düştü.[272] İşte o sırada Allah Rasûlü (s.a.v.) Zırh ile tolganın birleştiği halka boş­luğunun arasından Übey b. Halefin köprücük (veya boyun çemberi) kemiğini gördü ve mızrağını tam oraya sapladı. Übey atından yere yu­varlandı. Efendimizin bu darbesinden dolayı herhangi bir kan çıkma­mış, ama kaburgalarından biri kırılmıştı. İşte bu konudan Enfal Sûre-si'ndeki:

"Attığın vakit sen atmadın, Lakin -Onu- Allah attı." (âyet no: 17) âyeti inzal olmuştur. Übey yerde öküz gibi böğürürken arkadaşları gelip, "çabaltın ne? Bir tırnak yarasına bu kadar bağrılırmı" dediler. Kendisi arkadaşlarına Rasûlüllah (s.a.v.)'ın "O beni değil ben Übeyyi öldüreceğim" dediğini anlattı. Übey onlara; "siz ne sanıyorsunuz, nefsim elinde olan zata yemin olsunki bana indi­rilen şu darbe Mecaz halkına isabet etseydi kesinlikle hepsi öldürdü" dedi. Übey geri götürülürken daha Mekke'ye ulaşamadan yolda öl­dü.][273]

İbni İshâk anlatıyor:

- Bana Abdullah b. Zübeyr'in torunu Huyey b. Abbâd babası aracı-lığıyla dedesinden Zübeyr (r.a.)'in şöyle dediğini nakletti:

"Vallahi ben Uhut'ta o saat, kendimi eteklerini çemreyıp kaçış­makta olan Hind ve arkadaşlarının baldırlarına baka kalmış olarak gördüm. Yanlarına aldıkları şeyler ne az ne de çok idi. Birde ne gö­reyim, bizim okçular, bizim müşrik ordugahını boşalttığımızı görünce yağmalamak için tepeden aşağı harp alanına yöneldiler. Böylece ar­kamızı müşrik süvarilerine açıvermiş oldular. Müşrikler arka tara­fımızdan saldırdı. O sırada bir münâdî, "Dikkat dikkât! Muhammed öldürülmüştür" diye bağırdı. Böylece biz hezimete uğradık. Müşrikler, biz onların sancak bölüğünü yenmiş iken tekrar bize saldırıya geçtiler. Halbuki topluluktan hiç kimse sancağa varıp, kaldırmaya yaklaşmı­yordu.[274]

İbni îshâk devamla derki: Müşriklerin bayrağı hâlâ yerde yatı­yordu. Nihayet Alkame el-Harisi'yye bizi Amra gelip sancağı aldı ve Kureyş'in görmesi için onu havaya kaldırdı. Müşrikler hemen san­cağın etrafına sığındılar.

Verka, îbni Ebî Necîh yolu ile Mücahit'in:

"Allah (c.c), müşriklerin kendi izni ile kökünü söktüğünüz sürece, size olan va'dini doğruladı" (Al-i İmrân; 152) âyetindeki "kök sökme"yi, "öldürdüğünüz" diye, "Tâki siz size sevdiğinizi gösterdikten sonra korktunuz verilen- emirde çe­kiştiniz ve isyan ettiniz!" âyetini "Onlardan ganimet elde etmek için bir kısmının yerini bırakıp gelmesi, "sevdiğinizi" kelimesini de "zafer" olarak açıklayıp, "sonra Peygambere isyanları sebebiyle zafer müşrik­lere geçmiş, Rasûlüllah'ta onları taşlamıştır" diye izah ettiğini, nakleder.[275] Süddî, Abd Hayr aracılığıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan: - Ben, Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordu" âyeti nazil oluncaya kadar, Peygamber Efendimiz'in ashabından hiç birinin dünyaya talib olduğu kanaatinde değildim." dediğini rivayet eder.[276]

Hişam b. Urve, babası Urve yolu ile Hz. Âişe (r.a.)'nin: "Uhut har­binde, önce müşrikler, açıkça hezimete uğramışlardı. İşte o sırada şey­tan "Ey Allah'ın kulları! Arkanıza dönün" diye bağırdı. Bunu duyan ön taraftakiler geri döndü. - Bu sırada yerlerini bırakıp gelen okçuları düşman sandıklarından- öndeki gurupla arkadakiler kılıçla birbirine vurmaya başladılar. Huzeyfe duruma bakınca -çocukları beklemekle görevlendirildiği halde onları bırakıp harbe katılmak üzere Uhut'a gelmiş olan- babasını Müslümanların kılıçları arasında görünce, "ba­bam, babam!" diye bağırdıysa da duruma engel olunamadan onu öl­dürdüler. Bunun üzerine Huzeyfe (r.a.) arkadaşlarına, "Allah sizlerin günahım bağışlasın" dedi.

Urve derki: Vallahi Huzeyfe (r.a.) ta Allah'a kavuşacağı güne kadar bir hayır bakiyesi vardı.

Hadisi Buhari rivayet ediyor.[277]

 

Hz. Hamza'nın Şehid Oluşu

 

İbni Avn, Umeyr b. İshâk aracılığıyla Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'m şöyle anlattığını nakleder:

- Hz. Hamza Uhut harbinde Rasûlüllah (s.a.v.)'m önünde, iki kılıç ile çarpışıyor ve; "ben Allah'ın aslanıyım" diye kükrüyordu. Bu hadi­seyi Yunus b. Bükeyr de İbni Avn aracılığıyla Umeyr'den "mürsel" olarak naklediyor. Bu rivayette şu ilaveler vardır: "Bir ara Hamza tö­kezleyip sırt üstü yere yuvarlandı ve zırhı sıyrılıp karnı açıldı. Habeşli köle hemen saldırıp mızrağını attı ve karnını deşti."[278]

Abdü'lazîz b. Ebî Seleme, Abdullah b. el-Fazl el-Haşimî, Süleyman b. Yesâr isnadıyla Ca'fer b. Ümeyye ed-Damrî'nin şöyle anlattığını nakleder: Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar ile Şam diyarına seyahat etmiş­tim. Hımış şehrine vardığımız zaman Ubeydullah bana; "Hamza'nın şehid edilmesini vahşiye sormaya varmışın?" dedi. "Evet" dedim. Vahşi o zaman Hımışta oturuyordu. Onun adresini sorduk. Bize "işte orada sarayının gölgesinde, sanki yağ tulumu gibi duran adam" denil­di. Bizde yanma varıp, başucunda biraz dikilip selam verdik. Bizim selamımızı aldı. Ubeydullah o zaman, başının her tarafı sarık sarılı olduğu için, Vahşî onun sadece gözleri ile ayaklarını görebiliyordu. Ubeydullah Vahşî'ye: "Yâ Vahşî! beni tanıyormusun?" diye sordu. Vahşî ona bakıp; "Hayır vallahi tanıyamadım. Ancak ben biliyordumki, Adiy b. el-Hıyar, Ebû'l îys kızı Ümmü Kattâl denen bir kadınla evlenmiş ve Mekke'de bir oğlan doğurmuştu. Bu kadın çocuğa bir süt anne bulunmasını istemişti. İşte ben bu çocuğu anasıyla beraber alıp süt anasına götürmüştüm. Ben seni tanımadım ama, sanki senin ayaklarına bakınca o çocuğun ayakları gibi geliyor" dedi. Bunun üze­rine Ubeydullah yüzünü açtı, sonra Vahşî'ye:"

- Bize Hamza'mn öldürülüşünü anlatmazmısın?" dedi. Vahşi'de bu­nun üzerine: "evet, anlatayım" diyerek şöyle söyledi: Hamza, Bedir harbinde Adiy b, el-Hıyar oğlu Tuaymâ'yı öldürmüştü. Benim o sıra sahibim olan Cübeyr b. Mut'ım bana: "Amcamın intikamı olarak Hamza'yı öldürürsen, sen hür olacaksın" dedi. İnsanlar Ayneyn'den çıkınca bende onlarla birlikte harbe katıldım. (Ayneyn Uhut'tan önce ufak bir dağ olup, Uhut ile arasında bir vadi bulunmaktadır.) İki ordu harp için saf düzeni aldığında Sıbâ1 ortaya çıkıp; "Düello etmek iste­yen var mı?" deyince Hamza ona doğru ilerleyerek: "Yâ Sibâ1, ey ka­dın sünnetçisi karının oğlu! Sen Allah ve Rasûlüne karşı düşmanlık yapıyorsun demek ha!" diye bağırıp sonra Sibâ'ın üzerine öyle bir saldırdıki, sanki -Sibâ1- dün'ün geçip gidişi gibi -yok- oldu.

İşte o sırada ben Hamza'yı mızraklamak için bir kayanın altına sak­lanmıştım. Nihayet Hamza yanımdan geçerken mızrağımı fırlatıp kası­ğına sapladım, mızrak uyluğunun üstündeki oynak kemiğini delip çık­tı. İşte bu onun son anı oldu.

Kureyşliler geri döndüğünde, bende onlarla Melekeye döndüm ve orada eğleşirken İslâm dini Mekke'de yayılmaya başladı. Bende ora­dan Taife gittim. Taif halkı Rasûlüllah (s.a.v.) ile görüşmek üzre, Ona elçiler göndermişlerdi. [Artık Taif bana dar geliyordu. Şam'a veya Yemen'e kaçmayı düşünüyordum ben bu düşüncede iken][279] Bana; "Allah Rasûlü elçileri asla huzursuz etmez" denildi. Bende o elçilere katılıp birlikte yola çıktım. Rasûlüllah (s.a.v.) beni görünce: "Sen Vahşî misin?" diye sorunce "evet" dedim. "Hamza'yı öldüren Vahşî mi?" dedi. Ben

- Evet, bu iş size bildirildiği gibi olmuştu, dedim. Bana:

- Yüzünü benden kaçırmaya gücün yeter mi? buyurdu, Nihayet ben -af edilerek- geri döndüm.

Daha sonra Allah Rasûlü vefat edipte, Müseylemetü'l Kezzâb Orta'­ya çıkınca kendi kendime; "Müseyleme'ye karşı savaşa gideyim; belM onu öldürürüm de böylece Hamza'ya -karşı işlediğim cinayete- karşı* hk olur" deyip, mücahitlerle birlikte çıktım. O ordunun başına gele­cekler geldi. O arada birde ne göreyim, bir duvar yıkığının karaltısında kül renkli deve gibi, saçları dağınık bir adam duruyor. Hemen mızrağı göğüsleri arasına fırlattım. Mızrak herifin kürek kemiklerini delip çık­tı. Ensardan biri sıçrayıp başını kılıçla kesti.[280]

Abdullah b. Fazl derki: Bana Süleyman b. Yesar, Abdullah b. Ö-mer (r.a.)fın, "Müseyleme öldürülünce damın başında bulunan bir ca­riye "vah emîra'l mü'minın! Onu kara bir köle öldürdü" diye feryat ediyordu" diye anlattığını duyduğunu söyledi.

Bu haberi Buharı rivayet ediyor.[281]

 

Uhut'tân Sahneler

 

İbni İshâk, Zührî'nin şöyle dediğini anlatıyor:

- Uhut günü bozguna uğradıktan ve bir kısım insanların "Rasûlüllah öldürüldü" dedikodusunu çıkarmasından sonra, Allah Rasûlünü ilk tanıyan kişi Ka'b b. Mâlik (r.a.) olmuştur. Ka'b bu konuda derki:

-  Ben Efendimizin miğfer altında parlayan gözlerini tanıdım, ve "Ey Müslüman topluluğu, müjdeleyin! Allah Rasûlü işte sağ" diye bağırdım. Efendimiz bana susmamı işaret etti. Beraberinde bir gurup vardı. Koyaktan yukarı doğru ilerlerken, Übey b. Halef denen müşrik, "Yâ Muhammed! sen kurtulursan ben kurtulmayayım" diye bağırarak arkadan yetişti.

İbni İshâk hadiseyi, yukardı (Musa b. Ukbe rivayetinde geçtiği şe­kilde) nakletti.[282]

Hâşim b. Hâşim ez-Zührî anlatıyor: Saîd b. Müseyyeb'i Sa'd (r.a.)'ı şöyle söyledi derken duydum:

-  Uhut harbinde Peygamber (s.a.v.) bana, okluğundan okları çı-karıveriyor ve "Anam babam sana feda olsun at

buyuruyordu.

Hadisi Buharî rivayet etmiştir.[283]

İbni İshâk derki; Bana Yahya b. Abbâd b. Abdillah, babası Abbâd'ın dedesi Abdullah aracılığıyla Zübeyr (r.a.)'in şöyle dediğini anlattı:

-  Unut günü Allah Rasûlünü iki zırha bürünerek ortaya çıktığını gördüm. (O vakit Allah Rasûlü bedenlenmiş olduğundan dağdaki ka­yaya çıkmak için) fırlayıp çıkmaya gücü yetmemiş, Talha (r.a.) da altına çökmüş, Efendimiz onun sırtına basarak, kayanın üstüne çıkmış­tı. İşte Orada Rasûlüllah (s.a.v.) "Talha Cennet'i haketti" buyurmuştu.[284]

Humeyd et-TavîI, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır:

-  Enes b. Malik'in amcası Enes b. Nadr, Bedir harbinde bulunma­mıştı. "Peygamberimizin savaştığı ilk harpde bulunmak nasib olmadı. Ama Allah bana bir harpte bulunmaya imkan verecek olursa ne yapa­cağımı Allah bilir" demişti. Uhut harbi başlayıp ta Müslümanlar boz­guna uğrayıp dağılınca da: "Allah'ım! şu müşriklerin yaptıkları şeyler­den sana sığınırım; şu müslümanlann yaptıkları şeylerden dolayı da senden özür dilerim" deyip kılıcını alarak düşmana doğru yürümüştü. O sırada kendisine rastlayan Sa'd b. Muâz (r.a.)'a, "Ey Sa'd! Nefsim elinde olan Zat'a yemin ederim ki Uhut dağının eteğinden Cennet ko­kusu almaktayım. Cennet kokusu ne güzel!" dedi.

Sa'd; "Yâ Rasûlellah! Onun yaptığını yapmaya benim gücüm yet­medi." dedi.

Enes (r.a.) devamla derki: Biz Enes b. Nadr'm cesedeni ölüler ara­sında bulduk. Kendisinde kılıç yarası, mızrak darbesi ve ok isabeti olarak tam seksen yerinden yaralanmıştı. Burnu, dudakları, kulakları ve diğer organları kesilerek işkence yapıldığı için onu tanıyamadık. Sonra bacısı gelip onu parmaklarından tanıyabildi.

Enes derki: Biz Enes b. Nadr Hakkında;

"Mü'minlerden Allah'a ver­dikleri sözü yerine getiren-yiğit- kimseler vardır. (Ahzab âyet; 23)" âyeti indiği kanaatinde idik.

Bu hadis, Buharı ve Müslim'in ittifakla naklettiği bir hadistir. Şu varki Müslim onu sabit el-Bünânî aracılığıyla Enes'ten nakleder.[285]

Muhammed b. Anır, Ebû Seleme yolu ile Ebû Hüreyre (r.a.)'den naklediyor: Amr b. Ukayş, Cahiliye döneminde faizle para dağıtan bir tefeci idi. Paralarını geri topîayıncaya kadar Müslüman olmak is­temedi. Uhut harbi günü Medine'ye gelip, "amca oğullarım nerede?" diye sordu. "Uhutta!" dediler. "Falanca, falanca nerde?" diye sordu, yine "Uhutta!" cevabını aldı. O da harp malzemelerini kuşanıp atına bindi ve oraya doğru hareket etti. Müslümanlar onu görünce; "Yâ Amr! Bizden ırak ol!" dediler. O da, "Ben îman ettim" deyip çarpış­maya başlayıp bir ara yaralandı ve yaralı olarak ailesinin yanma gö­türüldü. Sa'd b. Muâz gelip, bacısına "Sor Amr'a bakalım, milletini müdafa gayretiyle mi yoksa, onlara kızdığından mı veya Allah için öfkelenerek mi savaşa katılmış?" dedi. Amr da:

- Başka gayem yok, ben Allah ve Rasûlü için öfkelendim de harbe geldim, dedi. Bir müddet sonra öldü ve bir tek rekat namaz bile kılma­dan cennete giren o oldu.

Bu haberi Ebû Dâvud rivayet etmiştir.[286]

Hayyeveyh b. Şüreyh el-Mısrî anlatıyor: Bana Ebû Sahr Humeyd b. Ziyad anlattı ki, Yahya b. Nadr kendisine Ebû Katâde'nin şöyle dedi­ğini anlatmış:

- Amr b. el-Cumûh Rasûlüllah (s.a.v.)'a gelerek: "Yâ Rasûlellah! Ne buyurursun, ben Allah yolunda şehid olana kadar çarpışsam, şu ayağımla sağlıklı olarak Cennette yürüyebilecekmiyim?" diye sordu. Amr topal idi. Rasûl-ü Ekrem ona: "Evet" diye cevap verdi. Uhut har­binde bu Amr, kardeşinin oğlu ve bir köleleri şehit edildiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onların na'şlarının yanına geldiği zaman:

"Sanki ben seni Cennette şu sakat ayağın iyileşmiş de yürüyorken görüyor gibi oluyorum" buyurup sonra onunla yeğeni ve kölelerinin birlikte defnedilmelerini emretti. Onlarda birlikte defnolundular.[287]

Süfyan b. Uyeyn'e, Yahya b. Saîd aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb'den naklediyor: Abdullah b. Cahş (r.a.) dediki:

- Yarabbi sana yemin veririmki, yarın düşmanla beni karşılaştırasın da çarpışarak beni öldürüp karnımı deşip, burnumu ve kulaklarımı kessinler. Sonra bana; "bu kimin için oldu?" diye sorasmda "senin için" diye bileyim. Said b. Müseyyeb derdiki: Umarımki, Allah onun yemininin ilk bölümünde -şehitlik bölümünde- şehitlik nasib ederek-doğru çıkardığı gibi, son bölümünde de doğru çıkaracaktır.[288]

Zübeyr b. Bekkâr "El-Muveffe kıyyât" adlı eserinde Abdullah b. Cahş (r.a.)'dan naklederki: Uhut harbinde kılıcı parçalanmıştı. -O da Nebî (s.a.v.)'e gelmiş ve -Rasûlüllah (s.a.v.) ona bir âsa (veya Hurma dalı) verdi. Ağaç birden Abdullah'ın elinde kılıç haline geliverdi.[289]

Bu kılıca "Urcûn" adı verildi. Kılıç elden ele dolaşa dolaşa, ikiyüz dinara Türklerden Boğa adlı birine satılana kadar kullanılıyordu.[290]

Abdullah b. Cahş (r.a.) ilk îman edenlerden birisi olup, Müslüman­lar daha Erkam (r.a.)'ın evinde toplanmaya başlamadan önce İslâm'a girmiş ve kardeşleriyle birlikte Habeşistana hicret etmiş, daha sonra gelip Bedir harbine de katılmış idi.

Yukardaki olayın aynısını Ma'mer, Saîd b. Abdirrahman el-Cahşî'den şöyle nakleder: Bize şeyhlerimiz anlattılar ki: "Uhut günü Abdullah b. Cahş (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'a gelerek -kılıcının kırıl­dığını- anlatmıştı. Rasûl-ü Ekrem de ona bir hurma dalı verdi. Abdul­lah onu eline alınca, birden dal kılıç haline geliverdi." Lakin bu riva­yet Mürsel'dir.[291]

Harize b. Zeyd b. Sabit, babası Zeyd b. Sabit (r.a.)'den şeyle dedi­ğini nakleder:

- Peygamberimiz, Uhut günü beni Sa'd b. er-Rabî'i aramaya gön­dermiş ve bana:

"Eğer onu görür­sen benden selam söyle ve onu; "Rasûlüllah senin kendini nasıl hissettiğini soruyor" de" buyurdu. Ben ölüler arasında Sa'd'"ı ara­maya başladım. Ben ona son nefeslerinde rastladım, tam yetmiş tane yara almıştı. Ona: "Rasûlüllah sana selam eder ve "kendini nasıl his-

settiğini bana haber vermeni söyler" eledim. Sa'd (r.a,) da: "Rasûîüllah (s.a.v.)'a da sanada selamlar olsun. Sen Ona: "Yâ Rasûlellah! Cennet kokusu alıyorum" dediğimi söyle. Kavmim Ensar'a da, "Eğer Allah Rasûlüne bir göz bile ilişecek olsa, yarın Allah katında öne sürecek hiçbir ma'zeretiniz olmayacaktır" dediğimi anlat" dedi. Zeyd derki: "sonra" Sa'd çok geçmeden vefat etti. [292]

Bu hadisi Beyhakî rivayet etmiştir. Beyhaki daha sonra bu hadiseyi Muhammed b. İshâk hadisi olarak Muhammed b. Abdillah b. Abdirrahman el-Mâzinî'den "Munkatı" bir isnadla da rivayet etmiş­tir.[293] Munkati olmasına rağmen bu rivayet yukardaki Harice hadisinin şahididir.

Musa b. Ukbe (meğazisinde), şöyle anlatmaya devam ediyor. - Sonra müşrikler harb ağırlıklarını toplamaya koyuldular. Müslü­manlar onların ne istediklerini anlayamıyorlardı. Nebî (s.a.v.):

"Eğer onları atlarına binmiş ve ağırlıkları atların peşi sıra gel­meye bırakmış bir halde görüyorsanız bilinki, onlar Medine'deki çocukların bulunduğu ev ve sığmaklara saldırmayı düşünüyorlar­dır. Allah'a yemin olsun ki, onlar böyle birşey yapacak olurlarsa onları evlerin içinde kıstırırız. Yok, eğer ağırlıkları yükler ve atla­rı yanlarına alırlarsa kesinlikle kaçmak istiyorlardır." buyurdu.

Kâfirler dönmeye başladıklarında Sa'd b. Ebî Vakkas'ı izlerini sür­mek için peşlerinden gönderdi. Sa'd geri geldiğinde: "Onları ağırlıktan üzerinde gider bir halde, atları da yedeklerine almış olarak gördüm" dedi.

İşte o zaman Müslümanların yüzü güldü ve vakit geçirmeden şehit­lerini aramak üzere harp meydanına dağıldılar. İşkence edilerek organı kesilmemiş hiç bir şehide rastlamadılar. Sadece Hanzala b. Ebî Amir (r.a.) işkence görmemiş idi. Babası kâfirlerle birlikte olduğundan onun hatırına Hanzala'nın organları kesilmemişti. Ravilerin iddiasına göre, Hanzala öldürüldüğünde babası başucuna gelip, ayağıyla göksüne tekme atmış ve "sen iki günahı birden işledin. Bre hurma balım! Ben şu vurulduğun yerde, senin yakınına kadar geldim. Allah'a yemin ol­sun ki, sen akrabalığı gözetmedin ve babana iyi davranmadın." demiş­ti.

Harp meydanında Abdülmuttalib oğlu Hamza (r.a.)'yı karnı deşilip ciğeri çıkarılmış bir halde buldular. Vahşî Onu öldürüp ciğerini çı­karıp götürmüş ve Utbe kızı Hind'e teslim etmişti. Hind, Bedir har­binde babasını öldüren Hamza'nm, fırsat eline geçerse ciğerini söküp yiyeceğine dair nezir, etmişti. Hamza (r.a.)'nın na'şı üzerinde bulunan çizgili bir kumaş parçası içine sarılarak defnedildi. Bu bez ufak geldiği için başına doğru çekilse ayaklan açıkta görünüyordu. Bu yüzden ayaklan üzerine ağaç yapraklarından bir şeyler örtmüşlerdi.[294]

Musa b. Ukbe devamla Zührî'den şöyle dediğini anlatır:

Rasûlü Ekrem şehitlerin defnine gelince;

"Onları kanlarıyla örtün! Zîra Allah yolunda açılan hiç bir ya­ra sahibi yokturki kıyamet günü, rengi kan renginde, kokusu misk gibi olduğu olan yarası kanar bir halde gelmesin" buyurdu.[295] Efendimiz (s.a.v.):

"Müşrikler bize bu yaptıkları zulmü bir daha asla yapamayacaklar" buyurdu.

Müşrikler hareket edeceklerinde Ebû Süfyan Müslümanlara sesle­nerek, "gelecek mevsim çarpışmak için buluşma yerimiz Bedir'deki panayır mevsimi olsun" teklifinde bulunmuştu. Bu panayır her yıl

Bedir'de kurulurdu. Rasûlüllah (s.a.v.) da ona, "olur" diye cevap verin buyurdu.[296]

Zührî derki: Nebî (s.a.v.) Medine'ye girince evlerde kadınların ağıt­lar yaktıklarını gördü ve "bu ne?" diye sordu: Kendisine, "Ensar'ın hanımları; şehitlerine ağlıyorlar" dediler.

Zührî kadının biri, şehid olan oğlu ile kocasını bir deveye yükleyip Uhut'tan Medine'ye doğru götürüyordu. Onları bir iple bağlayıp kendi de aralarına binmişti. Diğer şehitlerden de getirilenler oldu. Bunların Medine mezarlığına defnedildiği söylenir. Nebî (s.a.v.) bunu yasakla­mış ve, "Onları vuruldukları yere defnedin" buyurdu.[297]

Nebî (s.a.v.), kadınların ağıtlannı duyunca;

"Lakin Hamza'nın ağlayanı yok" diye hüzünlendi ve Hamza için istiğfarda bulundu.

Efendimizin bu hüzünlü sözlerini Sa'd b. Muâz b. Ubâde, Muâz b. Cebel ve Abdullah b. Ravaha işitince doğru evlerine gittiler; Medi­ne'de ne kadar ağlayan ağıt yakan kadın varsa onları toplayıp, "Valla­hi, Allah Rasûlü'nün amcasına ağlamadıkça, Ensar şehitlerine ağla­mayacaksınız! Zîrâ Efendimiz, "Onun ağlayanı yok" buyurdu, dediler.

Bu kadınlar ağıt yakmaya başlayınca Efendimiz ağıt seslerini duymuş ve: "bu neyin nesiş" diye sormuştu. Kendisine Ensar kadınla­rının yaptığı anlatılınca, onlara istiğfar ediverip hayırlı sözler söyle­dikten sonra;

"Ben böyle yapılmasını arzulamamiştım, ben ağıt sevmem" buyurarak bunu yasakladı.[298] Nebî (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurdu:

"Üç şey vardır ki, bunlar cahiliyye adetlerinden olduğu halde. Ümmetim bunları asla bırakamıyacaktır:

1- Ölülere ağıt yakmak;

2- Sülaleye sövmek;

3- şu yağmur, şafak yıldızı tarafından veya şafak vakti batıdan kaybolan yıldız tarafından yağdırıldı sözü. Oysa yağmur bu yıldızla yağmaz O Allah'ın bir lütfü ve verdiği bir rızkıdır[299]

Yunus b. Bükeyr, İbni îshâk'tan naklediyor: Bana Kasım b. Abdürrahman b. Rafı' el-Ensarî şöyle anlattı:

- Enes b. Nadr (r. a.), Hz. Ömer ile Talha ve diğerlerinin yanına varmıştı. Baktı ki bunlar ellerindeki silahları atmış duruyorlar. Onlara "size ne oldu da oturakaldmızş" dedi. Onlar, "Rasûlüllah (s.a.v.) öldü­rüldü." dediler. Enes de, "Öyleyse Hz. Muhammed'den sonra yaşama­yı ne yapacaksmizş Haydi kalkın ayağa! Allah Rasûlü hangi gaye uğ­runa ölmüşse sizde o gaye ile ölün!" dedi ve kâfirlere doğru gitti; şehit olana kadar çarpıştı.[300]

İbni îshâk anlatıyor: Hanzala b. Ebî Âmir ile Ebû Süfyan b. Harb karşılaştılar. Hanzala (r.a.) Ebû Süfyanı altına almıştı ki, şeddâd b. Evs durumun vehametini görüp, fırladı ve Hanzala'ya bir kılıç indire­rek şehidetti.[301]

İbni İshâk devamla derki: Bana Âsim b. Ömer b. Katâde'nin nak­line göre, Rasûlüllah (s.a.v.) Hanzalayi kasdederek:

"Şu arkadaşınız varya, kesinlikle onu Melekler yıkamaktadırlar" buyurdu. Ashab Hanzala'mn durumunu ailesinden sorunca, onlarda hanımına sordurdular. Hanımı da; "Harp için düşman naraları atıldığında o cünüb idi, yıkanmaya vakit bula­madan harbe koşmuştu" dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) de:

"Bu sebeble Melekler onu yıkadılar" bu­yurdu.[302]

Bekkaî, İbni İshâk'tan naklediyor:

- Müşrikler, Rasûlü -Ekremin yakınma kadar sokulup onu taşa tuttular. Bunlardan biri yüzüne isabet etti ve ön yan dişleri kırıldı, yü­zü yaralandı, dudağı parçalandı. Ona bu taşı isabet ettiren kimse, Utbe b. Ebî Vakkâs melunu idi.[303]

İbni İshâk derki: Bana Humey et-Tavîl, Enes (r.a.)'ten şöyle de­diğini nakleder: Uhut harbi günü Nebî (s.a.v.)'in ön yan dişleri kırıldı, yüzü yarıldı. Nebî (s.a.v.), bir yandan yüzünden akan kanları siliyor, bir yandan da:

"Kendilerini Rablerine çağırmakta bulunan Peygamberleri­nin yüzünü kana bulayan bir kavim, nasıl felaha erebilir" diyordu. Bunun üzerine (Âl-i İmran Sûresi 128'ci âyeti olan) "Bu işten sana göre birşey yoktur; Yâ tevbelerini kabul eder, veya onlara azab eder. Zîra onlar zalimlerdir." âyeti nazil oldu.[304]

Abdülazîz b. Ebî Hazim, babası aracılığıyla Sehl b. Sa'd (r.a.)'ın şöyle dediğini nakleder:

- Rasûlüllah (s.a.v.) yaralanıp dişleri kırıldı, Başındaki miğfer par­çalandı. Rasûlüllah'ın kızı Fatıma (r.a.) kanları yıkamakta, Ali (r.a.) de kalkan ile getirdiği suyu yaraya dökmekte idi. Fatıma (r.a.) suyun akan kanı arttırmaktan başka bir işe yaramadığını görünce, bir hasır parçası alıp yaktı, kül haline gelince onu yaraya basıp sıvadı. Böylece kan durdu.

Bu hadisi Buharı ve Müslim rivayet ederler. Ancak Müslim bunu, Saîd b. Ebî Hilal aracılığıyla Ebû Hazim'den, o da Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan; "Uhut günü Rasûl-ü Ekrem'i dişleri kırılıp başındaki miğferi kırılmış olarak gördüm..." şeklinde başlayıp, hadisi diğer rivayetteki gibi nakleder.[305]

Ma'mer, Hemmâm aracılığıyla Ebû Hûreyre (r.a.)'den Nebî, (s.a.v.)'nin ön yan dişlerine işaret ederek:

"Allah'ın elçisine bunu yapan bir topluma, Allah'ın gazabı çok şiddetlenmiştir. Allah Rasûlünün Allah yolunda öldürdüğü bir kimse­ye de Allah'ın gazabı çok şiddetlenmiştir" buyurduğunu anlatır.- Bu hadis, Buharı ve Müslim'in ittifakla naklettiği bir haberdir. Buharî'de de Ikrime aracılığıyla İbni Abbas'tan nakledilen bunun aynısı bir hadis vardır.   Ancak  bu  hadiste:   "Dişleri  yerine"[306],  "Rasûlüllah'ın yüzünü kana bulayan" ifadesi yer almaktadır.[307]

Abdullah b. Mübarek derki: Bana İshâk b. Yahya b. Talha b. Ubeydillah, İsâ b. Talha aracılığıyla Hz. Âişe'den şöyle anlattığını naklediyor:

- Uhut günü hatırlatılınca, babam Ebû Bekir ağladı ve "O öyle bir gündü ki, onun bütün şan ve'şerefı Talha'ya aitti" dedikten sonra, Uhut gününü şöyle anlatmaya başladı:

-  İlk bozgundan sonra, Uhut günü Rasûlüllah'ın yanma ilk dönen ben oldum. Rasûlüllahla beraber, onu korumak için önünde çarpışan bir adam gördüm. Sanıyorum ki, "sadece onu himaye etmeye çalışıyordu" dese gerek. Kendi kendime 'Talha olsa bari" Zîra ben, kaçı­racağım -cihad faziletini- zaten kaçırmıştım.

Dedim ki: Rasûlüllah'ı koruyan kimsenin, benim kavmimden ol­ması bence daha iyidir. Benim ile müşrikler arasında tanıyamadığım biri daha vardı. Ama ben Rasûlüllah'a ondan daha yakın idim. Öyle hızlı yürüyordu ki ben ona yetişemiyordum. Birde baktım ki o, Ebû Ubeyde b. Cerrah değilmi. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanına vardık ki, ön yan dişleri kırılmış, yüzünde yaralanma olmuş, miğferin halkalarından ikisi yüzüne saplanmıştı.

Rasûlüllah (s.a.v.) bize; "İkiniz arkadaşınızın yardımına koşun!" buyurdu. Talha'yı kasdediyordu. Talha -çarpışa çarpışa- bitkin bir hale gelmişti. Biz Efendimizin bu sözüne aldırma­dık. Ben hemen Nebî (s.a.v.)'nin yüzüne batmış bulunan halkaları çı­karmaya geldim. Ebû Ubeyde bana, "Bu işi bana terket, sana hakkım üzere yemin veririm!" dedi, bende onu kendi başına bıraktım. Ebû Ubeyde, "elimle çekersem Peygambere eziyet veririm" diye korkup bu halkayı ağzıyla ısırıp çıkarmaya uğraştı. Bu halkalardan birisini dişi ile çıkardı ama, halkayla beraber ısırdığı azı dişide yere düştü. Ben de kalkıp onun yaptığım yapmaya çahştımsa da, Ebû Ubeyde yine: "Sana hakkım üzere yemin veririm, bu işi bana bırak" diye ısrar etti. Sonra da aynı birincisinde yaptığını tekrarladı. İkinci halka ile birlikte diğer azı dişi de yere düştü. Ebû Ubeyde insanlar arasında diş sökmeyi en iyi bilen kimsedir.

Böylece Efendimizin durumunu biraz düzelttik. Sonra orada ağzı Örülmemiş geniş kuru kuyulardan birinde bulunan Talha'nin yanına geldik. Birde ne görelim, üzerinde eksik yada fazla, yetmiş kadar ok,

kılıç ve mızrak yarası olup, parmağıda kesilmişti. Onu da orada tedavi etmeye çalıştık.[308]

Vakidî, İbni Ebî Sebra, İshâk b. Abdillah b. Ebî Ferve, Ebû'l Huveyris isnadıylaNafî' b. Cübeyri'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Muhacirin-i kiramdan bir zatı şöyle derken işittim:

- Uhut harbinde bulundum. Baktım ki; her taraftan oklar yağmur gibi yağıyorken Rasûlüllah (s.a.v.) tam ortada bulunuyordu. Ama her defasında ok Peygamberden başka yere çevriliyordu. Abdullah b. şihâb ez-Zühriyi gördüm, O gün; "bana Muhammed'i gösterin! Eğer o kurtulursa ben kahrolayım" diye bağırıyordu. Halbuki Rasûlüllah (ş.a.v.) onun yanıbaşında olup, yanında hiç kimse de yoktu. Sonra Efendimizin yanından geçip gidiyordu. Safvan bu hususta ona serze­nişte bulunup: "Vallahi sen onu görmüyorsun. Allah'a yemin ederim ki, onu ele geçirmek bize yasaklanmıştır. Biz tam dört kişi akit yapıp onu öldürmeye sözleştik, ama ona bir türlü ulaşamadık"[309] dedi.

Vakidî derki: Bu konuda bize göre doğruluğu kesin olan şey, Rasûlüllah (s.a.v.)'m iki yanağına taş atan kişinin İbni Kamîe olduğu, dudaklarına atıp dişlerine değdiren kimsenin de Utbe b. Ebî Vakkas olduğudur.[310]

Yine İbni İshâk derki: Bana Salih b. Keysân, kendisine anlatan bi­rinden Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ın şöyle dediğini haber verdi:

-  Utbe b. Ebî Vakkas'i (kardeşini) öldürmeye hırslandığım kadar hayatımda hiçbir kimseyi Öldürmeye o denli hırslanmadım. Her ne kadar ben onun kötü huyluluğuna ve kendi kavmin arasında sevil­meyen biri olduğuna dair bir bilgim olmasada, Onun hakkında Allah Rasûlünün  " Rasûlüllah'ın yüzünü   kana   bulayan   kimseye   Allah'ın   öfkesi   pek   şiddetli olmuştur" buyurması benim için kafi delil idi.[311]

Ma'mer, Zührî -Osman el-Cezerî- Miksem (b. Bücra) isnadıyla Miksem'in şöyle dediğini rivayet ediyor:

-  Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, ön yan dişlerine taş atıp on­ları kırdığı zaman Utbe'ye beddua etmiş ve:

"Allahım! Üzerinden bir yıl geçmeden Utbeyi öldür" bu­yurmuştu. Gerçekten bu bedduanın üzerinden bir yıl geçmemiştiki Utbe kâfir olduğu halde ölüp cehennemi boyladı.

Lakin bu rivayet Miksem'in sahabe olmaması yüzünden "Mürsel" dir. [312]

İbni Vehb, Amr b. el-Haris'ten naklediyor. Bana Ömer b. es-Sâib'in anlattığına göre kendisine şu bilgiler ulaşmış:

Ebû Saîd el-Hudrî'nin babası (Mâlik b. sinan), Uhut harbi günü Peygamberimiz yaralandığında, Onun yarasını emip cerahati temizlemis ve yeri bembeyaz olmuştu. Kendisine "emdiğini tükürsene" de­nilmişti, Oda, "Hayır! Vallahi onu asla tükürmem" demiş sonra dur­madan dönüp çarpışmaya gitmişti. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.):

"Cennet halkından bir kimseyi görmek isteyen, şu adama baksın" buyurdu. Mâlik b. Sinan orada şehit oldu.[313]

İbni İshâk'ın nakline göre Hassan b. Sabit (r.a.) şu şiiri söyledi:

1- Allah (c.c), bir toplumu, yaptıkları ile mükâfatlandırdığı ve şark ve garbın sahibi Rahman onlara yardım ettiğinde..

2- Ey Mâlikoğlu Uteyb! Rabbim seni rüsvay etti ve seni ölümden önce yok eden sayhalardan biri ile karşılaştırdı.

3- Bile bile Nebî (s.a.v.)'nin yüzüne vurmak için sağ elini uzattın ve Onun yüzünü kanattın, böylece bir çok silahla parçalandın.

4- Belalardan biri başa gelince dönecek olduğun menzilini ve Allah'ı hatırlasan olmazmıydı.[314]

İbni İshâk, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'den nakleder ki; Utbe, Nebî (s.a.v.) ön dişinden sağ ait dişine vurup kırmış ve alt dudağını yara­lamış idi. Abdullah b. şihâb'da Efendimizin yüzüne vurarak alnında yara açmıştı. İbni Kamie ise Efendimizin yanağını yaralamıştı. Miğfe­rin halkalarından ikisi yanaklarına batmıştı. Efendimiz o esnada Ebû Amir denilen mtişriğin, Müslümanları düşürmek için kazmış olduğu çukurlardan birinin içine düştü. Ali, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın elini tuttu, Talha'da kalkmasına yardımcı oldu'da Nebî (s.a.v.) ayak üzerine doğ-rulabildi. Ebû Saîd el-Hudrî'nin babası olan Malik b. Sinan (r.a.)'da emerek yaradaki kanlarını temizledi ve o kanları (tükürmeyip) yuttu. Rasûlüllah (s.a.v.)'de:

"Kanı kanıma dokunana ateş dokunamaz" buyurdu.

Lakin bu "Munkatı" bir isnaddır.[315]

Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Asım b. Ömer anlattı ki; "Uhut harbinde RasûIülİah (s.a.v.), kendi yayı ile o kadar ok attı ki, yayın iki ucu eğrilip kırıldı. Bu yayı Katâde b. Nu'man hatıra olarak aldı. Hâlâ da yanında duruyor. O gün Katâde'nin gözü çıkıp yanağı üzerine düştü ve orada sallanıp kaldı. Asım b. Ömer'in bana anlat­tığına göre, Rasûlüllah (s.a.v.) elleri ile O gözü alıp yerine koydu. O göz Katâde'nin en güzel ve en keskin gören gözü haline geldi.[316] -Bu ko­nuda Vakîdî'de, Musa b. Ya'kub ez-Zemeî, Halası -ve halasının Anne­si isnadiyla Mikdad b. Amr'dan şöyle nakleder:- Ben, Rasûlüllah'ı Uhut harbinde bazen yayından ok atarken, bazende taş atarken gör­düm. Nihayet araya girilinceye kadar bu böyle sürdü, Rasûlüllah ye­rinden hiç kıpırdamadan öylece sabit kalmıştı. Zaten o kendisi ile bir­likte kaçıp dağılmadan, sabreden bir topluluğun arasında idi.[317]

Lâkin bu son iki hadis de zayıftır. Bu iki hadise göre Efendimiz bizzat ok atmış olmaktadır.[318]

Vasit şehrinin konuğu Süleyman b. Ahmed anlatıyor: Bana Muhammed b. şuayb anlattı ki, kendisi îshâk b. Abdullah b. Ferve'yi Iyaz b. Abdillah b. Sa'd b. Ebî Serah-ı, Ebû Said el-Hudrî aracılığıyla Kata'de b. Nu'man'dan şunları anlattığını işitmiş: -Katâde Ebû Saîd'in anadan kardeşi idi- Katâde'nin Uhut günü gözü çıkmış, o da bu gözü alıp Nebî (s.a.v.)'ye getirmiş. Nebî (s.a.v.) o gözü yerine koymuş ve göz eskisi gibi kusursuz bir hale gelivermiş.[319]

Yahya el-Hınnânî derki: Bize Abdürrahman b. el-/asîl, Âsim b. Ömer b. Katâde -bunun babası Ömer b. Katâde isnadıyla Katâde b. Nu'mân (r.a.)'dan şöyle nakletti:

-Katâde (r.a.)'nin Bedir harbinde gözüne darbe isabet etmiş ve gözbebeği çıkıp yanağı üzerine akmıştı. Onu kesip atmak istediler ve gelip Nebî (s.a.v.)'ye sordular. Nebî (s.a.v.)'de "hayır! kesmeyin" bu­yurup Katade'yi çağırttı ve avucurmn içi ile onun göz bebeğini yerine koydu. Artık Katâde hangi gözünün yaralandığını bilmiyordu.

İkinci ravî Abdürrahman b. el-/asîl'de bu olayın Uhut değil Bedir günü olduğunu söyler.[320]

Musa b. Ukbe anlatıyor;

- Huzeyfe b. el-Yemân'ın babası olup, Ensar'ın Halit'i (anlaş­malısı) olan Huseyl b. Cübeyr (r.a.) Uhut günü Müslümanlar tara­fından -yanlışlıkla- vurulup öldürüldü. İddiaya göre harp sırasında kimin vurduğu belli olmadı. Huzeyfe onun kanını, vuran kimseye sa­daka olarak bağışlayıp kan davası gütmedi."[321]

Musa b. Ukbe, "o gün Müslümanlardan şehit edilenlerin toplamı kırkdokuz kişidir. Müşriklerden öldürülenlerin sayısı da on altı kişi­dir" demektedir.[322]

İbnü Lehî'a, Ebû'I Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'in, "O gün Übey b. Halef denen müşrik öldürme kastı ile Rasûlüllah (s.a.v.)'m üzerine hücum etti. Mus'ab b. Umeyr onu karşıladı. Çarpışmada Übey, Mus'ab'ı şehit etti. Rasûlü Ekrem miğferle zırh boşluğu arasındaki yerden onun köprücük kemiğini gördü ve mızrağıyla oraya dürterek onu atından düşürdü. Oradan herhangi bir kan çıkmadı. Arkadaşları gelip onu yüklenip götürürken oda acı acı böğürüyordu.[323]

Bu kıssanın bir benzerini de Zührî, Said b. Müseyyep'ten nakletmiştir. [324]

Aynı haberî Vakıdî'de Yunus b. Muhammed, Asım b. Ömer b. Katade, Abdullah b. Ka'b b. Malik isnadıyla Ka'b b. Malik (r.a.)'den nakletmiştir.[325]

- İbni Ömer (r.a.) derdiki; Ubey -Mel'ûnu- Rabığ vadisinin ortala­rında bir yerde öldü. Ben gecenin ilerlediği bir saatte Rabığ vadisin­deki bir obadan geçiyordum; birde baktım ki önümden bir alev yükseliverdi. Ben bundan korkaladım. Birde ne göreyim o ateşin içinden zincire vurulmuş bir adam zincirlerini sürüyerek çıktı ve "su su, yan­dım!" diye bağırıyor, bir başkası da, "sakın ona su verme!. O Allah Rasûlünün katlettiği kişi olan Ubey b. Haleftir." diyordu.

Abdürrahman b. Ebî'z Zinâd da babası aracılığıyla Ubeydullah b. Abdullah b. utbe'nin İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet eder:

- "Rasûlüllah (s.a.v.) hiç bir yerde Uhut'ta almış olduğu destek gi­bi bir yardımı Allah'tan almamıştır" Ubeydullah derki, "biz bunu du­yunca kabul etmedik." İbni Abbas'ta, "Benimle bu söylediğimi red edenler arasında Allah'ın kitabı şahit olsun. Allah Uhut günü hakkında Kur'an'da "Kendi izniyle onların "kökünü kazıdığınız" sürece Allah (c.c), size olan va'dini tasdik etmiştir"

âyetindeki "El-Hass, kökünü kazımak" "öldürmek" anlamına gelir. "Ta ki, siz korktunuz ve size sevdiğinizi gösterdikden sonra verilen emir hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz" (A!-i İmrân âyet: 152) âyetin­deki, "isyan edenler'den" kasdedilen Uhut günü okçu olarak gözetlemeye bırakılanlardır. Nebî (s.a.v.) onları münasib bir yere yerleştirmiş ve:

"Siz bizi arkadan koruyun. Bizim öldürüldüğümüzü görseniz bile sakın yerinizden ayrılıp bize yardıma gelmeyin. Bizim onları yenip ganîmeti bölüştüğümüzü görseniz bile sakın bize katılma­yın" buyurdu.

Rasûlüllah (s.a.v.) zaferi kazanıp ganimeti almaya başlayınca, müşrik ordugahı da ordusuz kalınca, bu okçular tepeden inip ordugaha gelerek yağmalamaya giriştiler. -İbni Abbas burada iki elinin parmak­larını birbirine geçirerek,- işte Rasûlüllah'ın ashabı bu şekilde birbirine kenetlenmiş bir halde idi. Lakin okçular o tepeyi boşaltınca, iki tepe arasındaki gedikten müşrik süvarileri Rasûlüllah'ın ashabına arkadan saldırınca ortalık karmakarışık oldu ve -ashab- müşrikleri tanıyamadı, rast gele birbirlerine girdiler. Bu yüzden pek çok Müslümana şehid oldu. Gündüzün ilk saatlerinde ise zafer Allah Rasûlü ile ashabında idi. Hatta müşriklerin yedi yahut dokuz tane sancaktan öldürülmüş idi. Müşrik atlıları arkadan saldınpta, Müslümanlar dağa doğru kaçışmaya başlayınca da, şeytan olanca sesi ile "Muhammed öldürüldü" diye bağırdı. Bu söz doğrumu, değilmiş, kimse şüpheye bile vakit bulama­dı. Sonra İbni Abbas hadisenin gerisini diğer rivayetlerdeki gibi anlat­tı.[326]

Saîd b. Arâbe de Katâde aracılığıyla Enes (r.a.)'ten Ebû Talha (r.a.J'nın şöyle dediğini rivayet ediyor:

- Uhut günü Ben, (Allah'ın Aİ-i îmran Sûresi âyet 154'de "Sonra o üzüntünün ardından size bir güven ve bir uyku indirdi ki -O- sizin bir bölüğünüzü buruyordu. Bir bölüğünüz de can derdine düşmüştü......"

diye belirttiği) uykunun bürüdüğü gurup arasında idim. Hatta kılıcım elimden kaç kere yere düştü, o düştü ben aldım, o düştü ben aldım.[327]

Hammad b. Seleme, sabit el-Bünânî- Enes (r.a.) isnadıyla Ebû Talha (r.a.)'dan: "Uhut günü başımı kaldırdım ve etrafıma bakmaya başladım. Uykunun bastırmasından dolayı onlardan kalkanının altında gözlerini açıp kapamayan hiç kimse yoktu. İşte bu Kur'an'da ki,

"Sonra o üzüntünün ardından size bir güven, bir uyku indirdi -ki- sizin bir bölüğünüzü buruyordu. Bir bölüğü de can derdine düşmüş......." âyetinde belirtilen durum idi.[328]

Yahya b. Abbad b. Abdillah b. Ez-Zübeyr, babası Abbad- dedesi Abdullah isnadıyla Zübeyr (r.a.)'in: "Vallahi -uhut günü- beni uyku bürümüş bir halde, sanki Mu'tib b. Kuşeyr'in sözlerini işitir gibiydim; ama sanki rüyada işitir gibi bir haldeydim. O  "Bize bu işten bir şeyler -düşecek- olsaydı burada öldürülmezdik (Âl-i îmran: 154)" âyetini okuyor gibiydi.[329]

Zührî, Abdurrahman b. Misver b. Mahreme aracılığıyla babası Misver'in, "Uhut günü üzerimize uyku indirilmişti." dediğini rivayet eder.[330]

İbni İshak, Asım b. Ömer b. Katade, Zührî ve bir gurup âlimden şöyle dediklerini nakleder:

-Uhut günü bir imtihan ve arınma günü idi. Allah(cc), Uhut harbiyle inananları denedi, dili ile İslâm olduğunu söyleyen münâfıklarıda mahvetti. O, Allah’ın nice kimselere şehitlik ikram ettiği bir gündür. Uhut harbi hakkında âl-i İmran Surêsinde altmış kadar âyet indirilmiştir.[331]

El-Medînî, Selâm b. Miskîn-Katade isnadıyla Said b. Müssüyyeb’in şöyle dediğini nakleder:

-Rasûlü Ekrem’in bayrağı, Hz. Aişe ait olan, söyah renkli Mınt denilen bir üst giysiden bozularak yapılmıştı. Ensar’ın bayrağına Ukâb adı verilmişti. Sağ cenahın başında Ali ‘r.a.) vardı. Sol cenah üzerinde ise el-Meysere b. El-Münzir b. Amr es-Sâidî vardı, Zübeyr b. elAvvâm da ortadaki bir gurup insanın başında idi. Bir rivayete göre ordununu kalbi mesafesindeki kısmın başında Mükdâ7 b. Amr ile Hz. Hazma b. Abdri’l Muttalib vardı. Allah cümlesinden razı olsun.

Kureşx müşriklerinin sancaktarı Talha b. Ebî Talha idi. Harp başlar başlamaz Hz. Ali onu öldürdü. Yere düşen sancaklarını Sa’d bs. Ebî Talha aldıysa da Sa’d B. Mâlik (r.a.) onu öldürdü. Bu kere sancağı kardeşi Osman b. Ebî Talha aldıysa da onu da Asım b. Sâbit b. Ebî’l aklah öldürdü. Sancaklarını Cülûs b. Talha aldı. Onu da yine İbni Ebî’l Aklah öldürdü.

Sonra sırasıyla bayraklarını Talha’nın oğulları Kilâb sonrada Haris aldı. Bu ikisini de, beni Zafer kabilesinin anlaşmalısı olan Kuzman öldürdü. Bayrak Era b. Abdi xüreyh’in eline geçti, bu kezde onu Mus’ab b. Umeyr (a.a.) öldürdü. Bayraklarını bu kez Ebû Yezîd b. Umeyr el-Abderî, bir rivayete göre Abdüddar oğullarından Habeşli bir köle –almış sada onuda Kuzman öldürdü.[332] İbni İshâk der ki: Böylece müşriklerin sancağı yerde sahipsiz kaldı, onu kimse almadı. Artık yenilgi Kureyşe ait idi.[333] Mervân b. Eymen, Ubeydillah b. Rifâ’a ez-Zurakî aracılığıyla babası Rifâ’a’nın şöyle dediğini anlattı:

-Uhut harbi başlayıp da müşrikler defedilince Rasûlüllah (s.a.v.) bize: “Haydi!, düz durunda Rabbime sena edeceğim” buyurdu. Ashab da arkasında saf bağladı. Peygamberimiz (s.a.v.)de şöyle dûa etti:

Állah’ım! Bütün Hamdler sana yapılır. Allah”ım senin salıverdiğini tutan olamaz, ırak ettiğini kimse yakın, yakın ettiğini kimse ırak edemez. Verdiğini verditmeyecek, verditmediğini verdirecek kimse olamaz, Allah’ım bize bereketlerini indir, senden değişmeyen ve devam eden sürekli ni’metlerini isterim bize verdiğin şeylerin kötülüklerinden ve bize yasakladıklarıyın şerrinden sana sığınarak Allah'ım! Allah'ım! Bize imânı sevdir, kalblerimizde onu parlat. Bize küfrü fasıklığı ve isyanı çirkin gös­ter ve bizi doğru yola ulaşanlardan eyle.

Allah'ım! Bize Müslümanca Ölüp, Müslümanca dirilmeyi nasib et ve bizi fitnelere düşmeden rüsvay olmadan salih kullarına dahil et!

Allah'ım! Kendilerine kitab verilen kâfirleri kahret Ey İlahî hakikî..... "

İşte bu dûa -burada söylenmiş bir rivayet olarak- Münker bir ha­distir. Buharı ona "El-Edebül Müfred" adlı eserinde Alî b. el-Medînî vasıtasıyla Mervan'dan rivayet etmiştir.[334]

 

Uhut Şehitlerinin Sayısı

 

Daha önce Buharî'nin Berâe hadisinde; "Müşrikler bizden yetmiş kişiyi şehit etti" rivayeti geçmişti.[335]

Hammed b. Seleme, Sabit aracılığıyla Enes (r.a.)'ten şöyle dedi­ğini naklediyor: Yâ! Ensardan nice şehit olan yetmiş kişi. Yetmiş tane Uhut harbinde, yetmiş kişi Bi'ri Mâûne faciasında, yetmiş kişi Mûte harbinde yetmiş tanede Yemame savaşında şehit verdik.[336]

Abdürrahman b. Harmele, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini an­latır: Üç yerde, Ensardan yetmişer yetmişer şehit verildi. Uhut günü, Yemâme günü ve Ebû Ubeyd köprüsü günü.[337]

İbnü Cüreye anlatıyor: Bana Ömer b. Ata, İkrime aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan "Siz -Bedir harbinde- onların iki mislini onlara uğrattınız" âyetini izah ederken, "Müslümanlar Bedir'de müşriklerden yetmiş kişiyi öldürdü yetmişini de esir aldı. Müşrikler de Uhut günü Müslümanlardan yetmiş kişi öldürdüler. İşte "siz onların iki katını onlara uğrattınız (Âl-i İmran: 165)" âyetinin anlamıdır" dediğini nakleder.[338]

İbnü Lehî'a ise Ebu'l Esved aracılığıyla Urve b. Zübeyr'in: "Uhut harbinde, Rasûlüüahla birlikte olup şehit düşen, Kureyş muhacirleri ile Ensar'ın toplamı kırk dört yada kırk yedi kişiden ibarettir" (Bedir günü müşriklerden öldürülen ve esir edilenlerin sayısı seksensekiz kişiydi.) Uhut günü müşriklerden öldürülenlerin toplamı ondokuz ki­şiydi" dediğini nakleder.[339]

Musa b. Ukbe ise: "Kureyş ve Ensar Müslümanlardan şehit olan­ların toplam sayısı kırkdokuzdur" der.[340]

İbni İshak da, "Muhacir ve Ensar olarak Uhut'ta şehit düşen Müs­lümanların toplam sayısı altmış beş kişidir. Müşriklerden öldürülenlerin toplamı da yirmi iki kişidir.[341]

Ben (Zehebî) derim ki: Bunlar arasında "yetmiş" diyenlerin gö­rüşü doğrudur. Meğazî yazarlarının bu sayılarda ayrı ayrı görüş be­lirtmeleri, şehitlerden isimleri bilinebilenlere göre saymış olmalarına hamledilir. Zira onlar şehit düşenleri sülalelerine göre saymışlardır.[342]

İbni îshâk anlatıyor:[343]

 

Muhacirîn'den Şehit Düşenler

 

1- Hamza b. Abdülmuttalib.

2- Abdû-şems oğullarının antlaşma-hsı Abdullah b. Cahş b. Riâb el-Esedî. (Rasûlüllah'm halası oğlu) Bu ikisi (Hamza ile Abdullah) aynı harbe defnedildiler.

3- Mus'ab b. Umeyr,

4- Osman b. Osman, Osman'ın lakabı şemmas'tır. Nesebi şu­dur: Osman b. Osman b. eş-şerîd b. Süveyd b. Heremî b. Amir b. Mahzûm el-Kureşî, el-Mahzûmî. Utbe b. Rabî'a'nın kız kardeşi oğlu olup, Habeş hicretine katılmış ve Bedir harbinde bulunmuştur. Tatlı yüzlü bir görüntüye sahib olduğu için kendisine "şemmâs " denmiş­tir.[344]

 

Ensar'dan Şehit Düşenler

 

1- Amr b. Muâz b. Nu'man el-Evsî. Bu zat Sa'd b. Muâz (r.a.)'ın kardeşidir.

2- Amr'ın kardeşinin oğlu Haris b. Evs b. Muâz.

3- Haris b. Enes b. Râfi'.

4- Umara b. Ziyad b. es-Seken.

5- Sabit b. Vakş'ın oğlu Seleme,

6- Kardeşi Amr b. Sabit.

7- Bunların amcası Rifâa b. Vakş.

8- Sayfî b. Kayzî.

9- Hubab b. Kayzî.

10- Abbâd b. Sehl.

11- Ubeyd b. et-Teyhân,

12- Habib b. Zeyd.

13- İyas b. Evs. Bunlar el-Eşhel kabilesine mensubtur.

14- Huzeyfenin babası Yemân. Bu zat El-Eşhel ile antlaşmalı idi.

15- Yazid b. Hatıb b. Ümeyye ez-Zaferî.

16- Ebû Süfyan b. el-Haris b. Kays.

17- Cenazesini meleklerin yıkadığı Hanzala b. Ebî Âmir er-Râhib.

18- Malik b. Ümeyye,

19- Avf b. Amr.

20- Ebû Habbe b. Amr b. Sabit.[345]

21- Abdullah b. Cübeyr b. Nu'mân.

22- Enes b. Katade.

23- Hayseme, bu zat Sa'd b. Hayseme'nin babası­dır.

23- Onun antlaşmahsı Abdullah b. Seleme el-Aclanî,

24- Sübey1 b. Hatıb b. el-Hâris.

25- Bunun antlaşmahsı olan Mâlik b. Evs.

26- Umeyr b. Adiy el-Hıtmî. îşte bunların hepsi Ensar'ın Evs kabilesindendiler. Ensar'ın Hazreç kabilesinden şehit olanlar şunlardır:

27- Amr b. Kays en-Neccârî.

28- Oğlu Kays b. Amr.

29- Sabit b. Amr b. Zeyd.

30- Âmir b. Mahled.

31- Ebû Hübeyre b. el-Haris b. Alkame.

32- Amr b. Mutarrıf.

33- İyas b. Adiy.

34- Evs b. Sabit (Ha­san b. Sabit'in kardeşi olup şeddâd b. Evs'in de babasıdır)

35- Enes b, Nadr b. Damdam.

36- Kays b. Mahled. Bunların onu da Neccaroğullarmdandır.

37- Neccar oğullarının kölesi Keysan.

38- Seleme b. Haris.

39- Nu'man b. Abdiamr. Bu son ikisi Dinar b. Neccâr oğullarmdandır. Haris b. Hazreç oğullarından şehid olanlar:

40- Harice b. Zeyd b. Ebî Züheyr.

41- Sa'd b. Rabî1 b. Amr b. Ebî Züheyr.

42- Evs b. Erkam b. Zeyd. (Zeyd b. Erkam'ın kardeşi.)

43- Malik b. Sinan.

44- Saîd b. Süveyd.

45- Utbe b. Rabî. Sâide oğullarından şehid olanlar:

46- Sa'lebe b. Sa'd b. Malik.

47- Sakif b. Ferve.

48- Abdullah b. Amr b. Vehb.

49- Saide oğullarının Cüheynelilerden antlaşmahsı olan Danıra,

Hem Avf b. el-Hazreç oğullarından hemde Salim oğullarından sa­yılan şehitler.

50- Amr b. İyas.

51- Nevfel b. Abdullah.

52- Ubâde b. el-Haşhâş.

53- Abbâs b. Ubâde b. Nadle.

54- Nu'man b. Mâlik.

55- Bunlarla ant­laşması olan Mücezzer b. Ziyâr el-Belevîb Eİ-Hubelî oğullarından şehit düşen:

56- Rifaa b. Amr. Sevad b. Mâlik oğullarından şehid olan:

57- Malik b. İyâs. Seleme oğullarından şehid olanlar:

58- Abdullah b. Amr b. Itıram.

59- Amr b. el-Cumûh b. Zeyd b. Hıram. Bunlar birbirinin hem akraba hemde âhiret kardeşi idi. Her ikiside aynı kabre defnedildi,

59- Hallad b. Am b. el-Cumûh.

60- Hallad'ın kölesi olan Esîr,

61- Amr'ın kölesi Ebû Eymen. Sevâd b. /unm oğullarının şehitleri:

62- Süleym b. Amr b. Hadîde.

63- Süleym'in kölesi Antere.

64- Süheylb.Kays. Züreyk oğullarından şehit edilenler:

64- Zekvan b. Abdi Kays,

65- Ubeyd b. Mualla b. Levzân. İbni İshâk derki: Âsim b. Ömer b. Katâde, Uhut günü.

66- Sabit b. Kays b. Vakş ile, (67, 68) İki oğlunun da şehit düştüğünü iddia edi­yor.[346]

Vakîdî'de "el-Meğazî" adlı eserinde bizim burada verdiğimiz isimlerden başka bir takım kimselerin adını verir.[347]

 

Yeman (Huseyl) İle Sabit B. Vakş'ın Şehit Oluşları

 

Bekkâî, İbni îshâk'dan naklediyor: Bana Asım b. Ömer b. Katâde, Mahmud b. Lebîd'in şöyle anlattığını bahsetti:

- Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), Uhut'a harbetmeye gittiği zaman, pek yaşlı bir durumda bulunan, Huzeyfe b. el-Yeman'ın babası ile Sabit b. Vakş'ı kadınlar ve çocuklarla birlikte Medine'deki kulelerden birine çıkarmışlardı.

İşte bu ikisinden biri diğerine: "Babasız kalasıca! Ne bekliyoruzş Vallahi ikimizinde eşeğin su içimi arasmdakinden fazla bir ömrü kal­madı. Biz bu gün yada yarın, yok olup gidecek haşarattan ibaretiz. Kı­lıçlarımızı alıp çıksak olmazmış Belki Rasûlüllah (s.a.v.)'a katılınzda, Allah bize onun Rasûlü ile beraber iken şehitlik nasib eder" dedi. Böy­lece yola çıkıp insanlara katıldılar, lakin ashab, bu yeni gelenlerin kim olduğunu bilemediler, böylece Sabit'i müşrikler şehid ederken, Huseyl'i de Müslümanlar yanlışlıkla öldürdü.[348]

 

Kuzman'ın Ölüşü

 

Yine İbni îshak derki: Âsim b. Ömer b. Katâde şöyle anlattı:

-  Kimlerden olduğu bilinmeyen ve aramıza iltica eden "Kuzman" denen bir adam vardı. Kuz'man kendisine bahsedilince Rasûlüllah (s.a.v.): "O Cehennem halkmdandır" buyurmuş idi.

Uhut harbi günü tek başına yedi sekiz tane müşrik öldürmüş idi. Kuzman çok kuvvetli bir kişiydi. Çarpışırken yara aldı. Kendisini za--fer oğullarının yanma götürdüler ve ona: "Yâ Kuzman! Vallahi bu gün imtihan oldun. Haydi bize müjde ver" dediler. O da, "neyin müjdesiniş" Vallahi ben sadece ve sadece kavmimin şerefini kur­tarmak için savaştım. Öyle olmasa asla savaşa katılmazdım" dedi. Yarası iyice ağrısını artırınca, bir ok alarak kendi kendini öldürdü.[349]

 

Muhayrık'ın Ölümü 

 

İbni İshâk sözüne şöyle devam eder:

-  O gün öldürülenlerden biri de Muhayrık idi. Bu zat Sa'lebe b. Faytûn oğullarından biri idi. Uhut harbi başladığı gün O, "Ey Yahudi topluluğu! Vallahi siz, Muhammed'e yardım etmenin üzerinize vacib olan bir hak olduğunu biliyorsunuz" dedi. Yahudiler'de, "iyi ama bu gün,   cumartesi   günüdür   -tatilimiz   var   çarpışamayız-"   dediler. Muhaynk da, "Bu gün sizin cumartesiniz diye bir şey olamaz." deyip atını ve harp malzemelerini alıp, "Eğer vurulacak olursam malım Muhammed'indir, onu dilediği gibi tasarruf eder" dedi, sonra da Allah Rasûlünün yanına hareket etti, ölünceye kadar Peygamberin safında çarpıştı.

İbni İshâk derki: Bize ulaştığına göre Nebî (s.a.v.):

"Muhayrık   yahudilerin    en    hayırlısıdır." buyurmuştur.[350]

 

Hind'in Ölüleri Parçalaması

 

Utbe kızı Hind ile beraberindeki kadınlar oradaki şehitlere, "müsle" denen organ kesme işlemine başlayıp, onların kulak ve bu­runlarını kesip alıyorlardı. Hatta Hind, erkek burun ve kulaklarından -kadınların ayak bileğine taktıkları- Halhal bile edinmişti. Hind, Hamza (r.a.)'nın ciğerini deşmiş, onun bir parçasını ağzına alıp çiğnemiş, içi kabarıp onu yutamayınca ağzından atmıştı. Sonra Hind yüksek bir kayanın başına çıkıp, olanca sesi ile şu şiiri okudu:

1- Biz Bedir'e karşı sizi cezalandırdık. Harpten sonra harp tam bir ateş kay nam asidir.

2- Benim Utbe'ye, Kardeşime, onun amcasına ve Bekirîme da­yanacak sabrım kalmamıştı.

3- Artık sözümü yerine getirip gönlüme şifa verdim. Ey vahşi gönül susuzluğuma sen şifa verdin.[351]

 

Uhut'da Öldürülen Müşrikler

 

İbni İshâk'ın deyişine göre Uhut'ta, Abdüddâr oğullarından onbir kişi Öldürülmüşlerdi ki, bunlar sırayla şunlardır:

1- Talha.

2- Ebû Saîd.

3- Osman. Bu üçü Ebû Talha Abdullah b. Abdül'Uzzâ'nın oğullandır.

4- Köleleri (Kuzman tarafından öldürülen) Suâb.

5- Musafî,

6- Hâris,

7- Cülas,

8- Kilab, Bu dördü adı ilk sıradaki Talha'nın çocuk­larıdır.

9- Mus'ab (r.a.)'ın kardeşi Ebû Yezîd b. Urheyr,

10- Bunun amca oğlu Erta b. Abdi şürahbil b. Haşim.

11- Amcalarının oğlu Kasıt b. şüreyh,

12- Abdullah b. Humeyd b. Züheyr el-Esedî.

13- Sibâ' b. Abdiluzza el-Huzâî. Bu zat Beni Esed'in antlaşmalısı idi. Mahzum oğullarından öldürülen de şu dördüdür:

14- Ümmü Seleme'nin kardeşi Hişam b. Ebû Ümeyye b. El Muğîre.

15- Velîd b. Âs b. Hişam b. el-Muğîre.

16- Ebû Ümeyye b. Ebî Huzeyfe b. el-Muğîre.

17- Bunların antlaşmalısı Hâlid b. el-A'lem.

18- Benû Zühre oymağından, Ebû'l Hakem b. Ahnes b. şerîk. On­larla anlaşmalı idi. Cümah oğullarından şunlar öldürülmüştü:

19- Übey b. Halef.

20- Ebû Izze Amr b. Abdullah b. Umeyr. Rasûlüllah bunun idam edilerek öldürülmesini emretmiş idi. Bunun sebebi şu idi. Bu kâfir Bedir harbinde Müslümanlara esir düşmüş ve Efendimizden af dilemiş idi. Nebî (s.a.v.)'de onu, fakir olduğundan fidye almadan, sadece "bir daha kendi aleyhine müşriklere yardımcı olmayacağı" sözünü alıp serbest bırakmış idi. Lakin bu herif sözünü bozup, Uhuda geldi ve yine esir alınmış idi. Efendimize, "çoluk ço­cuğuma bağışla" demesi fayda vermemiş- Efendimiz ona:

"Vallahi bundan sonra sen "ben Muhammedi iki kere kandırdım" diyerek ya­naklarını Mekke'de bir daha silemeyeceksin" buyurup, boynunun vurulmasını emretti. O da idam edildi.

Rivayete göre bu adamdan başka esir olan olmamıştır.[352]

Amir b. Lüey oğullarından öldürülenlerde:

21- Ubeyd b. Cabir (Vakıdiye göre Haciz)

22- Şeybe b. Mâlik b. Mudarrib.[353]

 

Harp Sonrası Uhut Meydanında

 

Süleyman b. Bilâl, Abdü'l A'lâ -Abdullah b. Ebî Ferve- Katn b. Vehb- Ubeyd b. Umeyr isnadryla Ebû Hüreyre (r.a.)'den:

Hatem b. İsmail de, Abdü'lA'lâ -bazen mürsel bazen müsned ola­rak- Ebû Hüreyre yerine Ebû Zer (r.a.)'den nakleder ki;

- Rasûlüllah (s.a.v.) harp sona eripte Uhut'dan geri dönerken Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'e rastladı, Umeyr öldürülmüş idi. Başucunâ dikilip ona dûa etti. Sonra da

"Mü'minlerden  öyle   kimseler   vardır   ki,   Allah'a yerdikleri taahhüdüne sadık kaldılar. Onların kimi -ölüm- adağını yerine getirdi, kimi de beklemede, asla -taahhütlerini- de­ğiştirmediler." (Ahzab âyet: 23) âyetini okudu ardından da:

"Kıyamet günü Allah katında Ben bunların hakiki şehit oldu­ğuna şahitlik ediyorum. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet kopana kadar bunlara selam veren kimsenin selamı alınacaktır. Siz Uhut şehitlerine gidin, onları ziyaret edin" buyur­du.»[354]

İbni İshâk anlatıyor: Bana Muhammed b. Ca'fer b. Zübeyr -Büreyde b. Süfyan- isnadıyla Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin söyle­diğini anlattı:

- Rasûlüllah (s.a.v.), Hz. Hamzaya reva görülen burnu kesilip kar­nı yarılma gibi işkenceyi görünce:

"Safîye binti Abdülmuttalib'in feryadı ile benden sonra yaşa yıp gidecek bir sünnet olacağı korkusu olmasaydı, Hamzayı gömülmeden öylece bırakıverirdim de, yırtıcı hayvanların karınla­rında ve kuşların kursaklarında kalırdı." buyurmuştu.[355]

Yine İbni İshâk, Muhammed b. Ca'fer'den naklediyor: Bana bü­reyde Muhammed b. Ka'b'dan şöyle nakletti. Rasûlüllah (s.a.v.) -Hamza'ya yapılanları görünce dayanamayıp şöyle buyurdu:

"Eğer Kureyşlileri bir elime geçirecek olursam onlardan -Hamza'ya karşı- otuz tanesinin burnunu ve kulağını da ben keseceğim"

Rasûlüllah'ın ashabı Peygamberimizdeki bu üzüntüyü görünce: "Eğer Kureyşe bir galib gelecek olursak, şimdiye kadar hiç bir arabın bir başkasına yapmamış olduğu bir müsle işkencesini biz yapacağız" diye ahdetmişlerdi.

İşte o zaman Allah (c.c):

"Eğer -onlara- ceza verecekseniz size yapılan ceza kadar bir ceza verin. Ama sabrederseniz, kesinlikle yemin olsunki sabır da­ha hayırlıdır. Sabret -artık zira- sabrın ancak Allah iledir. Onlara üzülme, kurdukları tuzaklardanda sıkıntıda olma. Zira Allah tak­va gösterenler ve iyilik yapanlarla beraberdir" (Nahl 126, 127, 128) âyetlerini indirdi.

Böylece bu âyet indikten sonra Rasûlüllah, sabredip onları af ettiği gibi ashabına da ölüye işkence fikrini yasakladı. (Taberi: 2/23) İbni İshâk, Uhut kıssasını naklettiği üstadlarından şu hadiseyi nakleder: Efendimizin Halası Safıyye (r.a.), Hamza'nın durumuna bakmak için yola çıktı. Hamza onun baba ana bir öz kardeşidir. Rasûiü-Ekrem (s.a.v.) bu durumu işitince Safıyye'nin oğlu Zübeyr'e: "Onu karşıla ve geri çevir! Kardeşine ne olduğunu görmesin" buyurdu. Zübeyr annesi­ni karşılayıp ona: "Ey anneceğim! Allah Rasûlü senin geri dönmeni emrediyor." dedi. Safîyye'de; "niçin? duyduğuma göre kardeşimin cesedine müsle yapılmış. Bu Allah yolunda olmuş bir olaydır. Bundan dolayı biz buna neye razı olmayalım ki. Elbette ecir ve sevabını Al­lah'tan bekleyecek ve inşâallah -bu acıya- sabredeceğim" dedi. Zübeyir'de gelip annesinin dediklerini Efendimize haber verdi.

Nebî (s.a.v.)  de  "Öyleyse  onu bırak, yoluna gitsin"  buyurdu. Safıyye kardeşinin cesedi yanına gelip ona baktı ve "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn" diyerek Hamza'ya istiğfarda bulundu. Sonra Allah Rasûlü emir verdi ve Hamza defn oldu.[356] Ebû Bekir b. Ayyaş, Yezîd b. Ebî Ziyad -Miksem isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini nakleder:

- Hamza şehit edildiğinde bacısı Safıyye (r.a.) çıkıp oraya doğru yürü­dü. Yolda Ali ve Zübeyr'e rastladı. Safıyye (Hamza'nın başına gelen­lerden habersizdi. AH, Zübeyr'e, "annene durumu sen anlat" dedi ise de O, "hayır! Sen anlat halana" dedi. Safıyye "Hamza ne yaptı?" de­yince ikiside "durumu bilmediklerini" söylediler. Safıyye de kalkıp Nebî (s.a.v.)'ye geldi, (Zübeyr ve Ali) Rasûlüllah'a "Onun aklını yiti­receğinden korkuyorum" dedi. Nebî (s.a.v.) de elini Halasının göksüne koydu ve ona dûa etti. Safıyye kendine gelip "İnnâ lillahi ve inna ileyhi raciûn" diyerek ağladı. Sonra Rasûlüllah, Hamza'nın yanına geldi baktı ki, vücuduna işkence yapılmış. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

- "Eğer kadınların figan ve feryadlan olmayacak olsaydı, kesinlikle Hamza'yı bu halde bırakacaktım da, yırtıcı hayvanların midelerinde ve kuşların kursaklarında diriliş gününe kadar öylece kalacaktı" buyurdu. Sonra cenazelerin toplanmalarını emredip yedi tekbir ile namazlarım kıldırıp cenazeleri defnedilmek üzere kaldırtıyor, Hamza'yı bırakıyor­du. Sonra yedi kişi getirilip (Delâil'de dokuz kişi) onlara da yedi tekbir alıp namazını kıldırdı. Böylece yedişer yedişer onların hepsinin nama­zını bitirmiş oldu.[357]

Lakin bu konuda ki, Nebî (s.a.v.)'nin şehitlere namaz kılmadığını bil­diren Cabir hadisi daha doğrudur.[358]

Sahîhayn'daki Ukbe b. Âmir hadisine göre "Nebî (s.a.v.) Unut şehitle­rine, aynen cenazelere kıldığı gibi namaz kılmıştır.[359] Allah daha iyi bilir.

Hâkim Müstedrek adlı eserinde Osman b. Amr ile Ravh b. Ubâde'ye varan bir isnad ile şöyle nakleder: Bize Üsame b. Zeyd, Zührî aracılı­ğıyla Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır:

- Uhut günü -dönerken- Rasûlüllah (s.a.v.), burnu kesilip vücuda par­çalanmış birhalde yatan Hamza'ya uğrayınca: "Eğer Safıyye onu bulamıyacak olsaydı, onu öylece, Allah'ın kendisini kuşların ve vahşi hayvanların midelerinden dirilteceği güne kadar olduğu yerde bırakır­dım." deyip, onu çizgili (alaca) bir kumaş ile kefenledi. Hamza dışında hiç kimse üzerine cenaze namazı kılmadı...[360]

Yahya el-Hımânî derki: Bize Kays b. er-Rabî', İbni Ebî Leyla, Ha­kem   -Miksem   isnadıyla   İbni   Abbas   (r.a.)'tan,   Nebî   (s.a.v.)'in,

Hamza'nin öldürülüp işkence edildiği gün "Eğer Kureyş bir elime geçerse onlardan yetmiş kişiye bende müsle (ölüye işkence) yapa­cağım" dediğini. Bunun üzerine Allah (c.c.)'nı "Eğer cezalandira-caksanız, kendinize yapılan kadarıyla cezalandırın.... (Nahl: 126)" âyetinin indiğini, Rasûlü Ekrem (s.a.v.)'in de:

"Artık sabredeceğiz Yâ Râb" buyurduğunu, nakle­der. [361]Lakin bu hadis seneddeki Kays b. Rabî sebebiyle zayıftır.[362]

Bu habere benzeyen bir haberi de, Haccâc b. Minkal ve diğerleri, zayıf bir ravi olan Salih el-Mürrîf -Süleyman et-Teymî- Ebû Osman en-Nehdî isnadıyla Ebû Hüreyre'den naklederler. Bu rivayette "Pey­gamberimiz şimdiye kadar kalbine bu denli acı veren bir manzaraya hiç bakmamıştı" ilavesi vardır.[363]

Bize Muhammed b. Muhammed b. Sâid el-Kadi, altıyüz yirmi do­kuz yılında Beytü'l Makdis'te oturan Hasen b. Ahmet ez-Zâhitften naklettiki, O, Ahmed b. Muhammed es-Selefî -Ebû Bekir Ahmed b. Ali - Hasen b. Ahmed b. İbrahim- Abdullah b. Ca'fer el-Farîsi- Ya'kub el-Fesevî- Abdullah b. Osman- İsa b. Ubeyd el-Kindî- Rabî' b. Enes-Ebu'l Aliye- isnadıyla Übey b. Ka'b (r.a.)'tan şöyle nakleder:

- Uhut harbinde Ensardan altmış dört kişi vurulmuştu. Altı kişide Muhacirlerden vurulmuştu ki, Hamza da bunlar arasındaydı. Kureyş şehitlere Müsle denen işkence yapmıştı. Bunu gören Ensar da: "Eh hayatta bir gün elimize geçerlerse biz onlara bunun (kat kat fazlasını) faizlisini yapacağız dedi.

Mekke fethedilince kimliği meçhul bir kimse iki kerre: "Artık bun­dan sonra Kureyş diye bir kavim yoktur" diye bağırdı. Bunun üzerine Allah c.c. Peygamberine; "Eğer cezalandıracaksanız size yapılan kadar ile cezalandırın" âyetini indirdi. Nebî (s.a.v.) de "Kureyşe işkenceden vazgeçin" buyurdu.[364]

 

Şehitlerin Defni

 

Yunus b. Bükeyr, Hişam b. Urve aracılığıyla babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder:

- Uhut günü Safiyye beraberinde Hamza'ya ait iki elbiseyle gelmişti. Rasûlüllah (s.a.v.) Onu görünce, Hamza'yı bu halde görmesini arzu et­medi, Onun Hamza'mn yanma gelmesine engel olup elbiseleri de aİ-ması için oğlu Zübeyr'i gönderdi.

Hamza'nm yanı başında yatan ensarlı bir şehit daha vardı. Ashâb Hamza'mn yada ensarhnm ayrı muameleye tabi olmasını arzu etmediler. Nebî (s.a.v.) de: "O elbiseleri ikisi arasında kurra atın. Elbr-senin iyisi kime çıkarsa o onun olsun" buyurdu. Kur'a çektiler. Böyle­ce Hamza bir elbiseye, Ensarlı da öbür elbiseye kefenlendi.[365]

Yunus b. Büheyr, İbni İshâk'tan nakleder: Bana Zührî Abdullah b, Sa'lebe b. Suayr (r.a.)'m şöyle dediğini anlattı:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut şehitlerinin başucuna gelip dikilince:

"Kıyamet günü bunların şahidi ben olacağım. Allah yolunda yaralanan hiç bir kimse yoktur ki, Kıyamet günü Allah onu yarası kan akıtarak diriltmiş olmasın. Kanın rengi kan renginde kokusu ise misk kokusu gibi olur. Cenazeler arasında defnederken hangi­sinin daha fazla Kur'an bildiğine iyi dikkat edin. Kur'an'ı fazla bileni Kabirde yanındaki arkadaşın (imamı gibi) önüne yatırın" buyurdu. Böylece Uhut şehitleri bir kabre ikişer üçer defnedildiler.[366]

İbni İshâk anlatıyor: Bana babam Seleme oğullarından bir kısım insanlardan Rasûlüllah (s.a.v.)'in Amr b. el-Cumûh ve Abdullah b. Hıram (r.a.)'lar şehit oldukları zaman:

"Aralarını birleştirin (aynı kabre koyun). Zira onlar dünyada da aynı safta idiler" buyurmuş olduğunu haber verdi.[367]

İbni İshâk derki: Yine babam bana Ensardan bir kısım şeyhlerin şöyle dediğini haber verdi:

- Muaviye (kendi hilafeti zamanında) şehitlerin kabirlerinden ge­çen su kaynağını kazdırdığı zaman biz yardıma çağrıldık. Su Amr b. Cumuh ile Abdullah b. Amr b. Haram'm kabirlerine akıyordu. Hemen gelip onları kabirlerinden çıkardık. Üzerlerinde kefen olarak sadece bir bürde vardı. Oda onların başını örtmüş ama ayaklarına yetmediği için ayaklarına ot örtülmüştü. Biz onları oradan çıkardığımızda sanki daha dün defnedilmiş gibi bükülmüş bir halde yatıyorlardı.[368]

Hammad b. Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyânî aracılığıyla Ebû'z Zübeyr'in Câbir (r.a.)'den şöyle dediğini nakleder:

- Muaviye Uhut'taki su kaynağını Medine'ye akıtma işlemine başla­dığı zaman uhut günü şehit olanlarımızın kabirlerini değiştirme çalış­masına katılmaya daVet edildik. Kabirlere gelip onları çıkardık, par­makları bükülmüş henüz daha taptaze (derileri kuramamış) idi. Oysa Uhut'tan takriben kırk yıl sonra idi. Ravi Hammad derki: Bu hadis hakkında bir arkadaşım şu ilaveyi söyledi. "Kazarken kazma Hamza (r.a.)'mn ayağına dokununca kan çıkmaya başladı."[369]

Süfyan b. Uyeyne, El-Esved- Nübeyh el-Anezî isnadıyla Câbir b. Abdillah (r.a.)'ın: "Rasûlüllah (s.a.v.), uhut şehitlerinin -başka yere defnedilmeye götürülenlerini- şehit oldukları meydana geri götürül­melerini emretti." dediğini rivayet eder.[370]

Ebû Avâne derki: Bize Esved b. Kays, Nübeyh el-Anezî aracılı­ğıyla Câbir (r.a.)'in şöyle dediğini haber verdi:

-  Rasûlüllah müşriklerle savaşmak üzere Medine'den yola çıkmış idi. Babam bana: "-Oğulcuğum- Bizim işimizin sonu ne olacağını bilmek için gözlemciler arasında bulunman gerekmez. Vallahi, ben öldükten sonra geriye bir sürü kızım kalmayacak olsaydı, seninde be­nim gözümün önünde şehit edilmeni ne kadar isterdim" dedi. Ben gözcüler arasındayken birde baktım ki, halam, babamla dayımı(n cenazelerini) bir su devesine yüklemiş geliyor. Ben de onlarla birlikte

zelerini) bir su devesine yüklemiş geliyor. Ben de onlarla birlikte Medine'ye girdim. Onları oradaki aile mezarlığımıza defnedecektim. O esnada bir tellâl: "Dikkat, Dikkat! Rasûlüllah (s.a.v.) şehitleri geri götürüp şehit düştükleri yere defnetmenizi emrediyor" diye bağırarak gelüi. Bizde onları geri götürüp öldükleri yere defnettik.

-  Muaviye'nin hilafeti döneminde bir adam bana gelip: "Yâ Câbir! Vallahi Muaviye'nin işçileri babaym kabrini deştiler, vücudunun bir tarafı açıkta kaldı" dedi. Hemen babamın kabrine geldim, baktım ki, hala ilk defnettiğim günkü gibi, harpte aldığı yara dışında vücudunda herhangi bir bozulup değişme olmamıştı. Ben babamın üzerine toprak atarak tekrar gömdüm.[371]

Hüseyin el-Muallim, Ata aracılığıyla Câbir (r.a.)'den şöyle anlat­tığını rivayet eder:

-  Uhut harbi gelip çatınca babam: "ben öldürüleceğimi sanıyorum. Kendimden geriye Allah Rasûlünün haricinde senden daha aziz bir kimse bırakmıyorum. Benim borçlarım var, sen onları öde ve bacıla­rına da hayırlı şeyler tavsiye et (onlara iyi bak)" dedi.

Harp sabahı ilk şehid olan babam idi. Babamla beraber bir baş­kasını da aynı kabre defnettim. Sonradan babamı bir başkasıyla aynı kabre koymam hoşuma gitmedi. Altı ay aradan sonra onu kabrinden çıkardım. Baktım ki, kulağındaki ufak bir şey hariç sanki kabre ilk koyduğum günkü gibi idi.

Hadisi Buharı rivayet etmiştir.[372]

Zührî, Abdürrahman b. Ka'b b. Malik aracılığıyla Câbir (r.a.)'den şöyle naklediyor:

- Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Uhut şehitlerinden ikişer kişiyi aynı kefene sarıyor ve: "Bunların hangisi daha fazla Kur'an biliyor?" diye soru­yordu. Eğer bunlardan birine "şu" diye işaret eden oluyorsa onu Lah­din ön tarafına koyuyordu. Rasûlüllah orada: "Ben Kıyamet günü bu topluluğun şahidi olacağım." buyuruyor ve şehitlerin kanlarıyla defnedümelerini emir verip üzerine cenaze namazı kılmıyordu ve cenaze gibi yıkanmıyorlardı,

Buharı bu hadisi Kuteybe -Leys isnadıyla Câbir'den nakleder.[373] Eyyûb-u Sahtiyanı, Humeyd b. Hilal aracılığıyla Hişam b. Amir'in şöyle dediğini nakleder:

. - Uhut günü ashab, "Yâ Rasûlellah! Zaten yaralanmıştık, kabir kaz­maya takatimiz de kesildi, nasıl yapmamızı emredersin" dediler. Nebî (s.a.v,) de:

Kabri kazıp genişletin ve derinleştirin. Bir kabre iki üç kişi ko­yun, içlerinde Kur'an bilgisi fazla olanı öne koyun" buyurdu.

Bazı hadis âlimleri bu isnadı; Humeyd b. Hilal -Said b. Hişam b. Amir- babası Hişam b. Amîr şeklindede verirler.[374]

Şu'be, İbnü'l-Münkedir'den naklediyor: Câbir (r.a.)'i şöyle derken işittim: Uhut günü babam şehid edilince ağlamaya başladım, bir yandanda yüzündeki örtüyü kaldırıyordum. Rasûlüllah'ın ashabı beni "yapma" diye men ediyorlardı ama Rasûlüllah (s.a.v.) ise beni menet-medi ama: Halam Fatıma ağlayınca:

İster ağla ister ağlama Melekler, onun cenazesi kalkana kadar onu kanatlarıyla gölgelen d irmeye devam edeceklerdir" buyurdu.[375]

Bu hadisi Buharî ve Müslim nakletmişlerdir.

Buharî'nin naklettiği Câbir hadisine göre; Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut şehitlerinin yıkanmadan, kanları ile defnedilmelerini emredip üzerle­rine namaz kılmamıştır. îki kişiyi bir kefene sarıyor, sonrada: "Bunla­rın hangisi daha fazla Kur'an ezberlemiş?" diye soruyor, kendisine onlardan biri işaret edilince, onu Lahdin ön tarafına geçiriyordu.[376]

Ali b. el-Medînî anlatıyor: Bize Musa b. îbrâhîm el-Ensârî anlattı ki, kendisi Talha b. Hıraş'tan "ben Câbir (r.a.)'i şöyle derken duydum" demiş:

- Rasûlüllah (s.a.v.) yüzüme bakıp, "seni pek tasalı görüyorum se­bebi ne?" dedi. Bende, "Yâ Rasûlellah! Babam şehid edildi. Bana bir sürü bakacak yetim çoluk çocuk ve Ödenecek borç bıraktı" dedim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.):

"Sana haber vereyim mi? Allah (c.c.) kimseye perde arkası ha­ricinde konuşmamıştir. Şu kadar varki senin babanla yüz yüze konuşup ona: "Ey kulum, benden isteyeceğini iste de sana vere­yim" buyurdu. Babanda, "Ey Rabbim, ben senden, benî yeniden dünyaya dönderip ikinci kere senin yolunda Öldürülmeyi isterim" dedi. Allah (c.c.) de; "Ölenlerin artık dünyaya bir daha geri dön­meyeceği, hükmünü ben daha önce vermiştim" buyurdu. Baban da; "Yâ Rabbi! Bunu benden sonrakilere tebliğ edebileyim" dile­ğinde bulundu da Onun bu isteği üzerine Allah, "Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. Bilakis Rableri katında rızıklanmakta olan dirilerdir. (Al-i İmran: 169)" âyetini inzal buyurdu.[377]

Bu olayın bir benzeri de Urve kanalı ile Hz. Aişe'den rivayet edil­miştir.[378]

 

Abdullah B. Amr B. Haram (R.A.)

 

Câbir'in babası Abdullah (r.a.), Ensar'm liderlerinden olup Bedir harbine katılanlardan İdi. Akabe gecesindeki Nakîb (deleğe)lerden biriydi. Adı Abdullah olup mesebî "İbni Amr b. Haram b. Sa'lebe b. Haram b. Ka'b b. Ğunm b. Ka'b b. Seleme" şeklindedir. Annesi Sele­me oğullarından Kays kızı Er-Rubâb'dır. Akabe Bey'atmda oğlu Câbir'Ie birlikte bulunmuştur. Allah onlardan razı olsun.[379]

 

Amr B. Cumûh (R.A.)

 

İsmi ve Nesebi: Amr b. Cumûh b. Zeyd b. Haram b. Ka'b b. Ğunm el-Ensârî es-Selemî. Aynı kabre defnolunduğu zatla birlikte Seleme oğullarının önderlerindendi. İbni Sa'd ve diğer yazanlar, "Onun Bedir harbine katıldığı görüşündedir. Oğlu Muâz b. Amr b. Cumuh ise Ebû Cehil'in ayağını kesen zattır ki Nebî (s.a.v.), Ebû Cehl'in üzerindeki eşyanın bu Muâz'a ait olacağına hüküm vermiş idi. Amr b. Cumûh (r.a.) Abdullah b. Amr b. Hıram'ın bacısı ile evliydi.[380]

Sabit el-Bünânî, İkrimeden naklen anlatıyor; Kureyş'in putlarından biri olan Menâf, Amr b. Cumûh'un evinde idi. Mus'ab b. Umeyr -da'vetçi olarak- Medine'ye geldiğinde Amr, "bu bize tebliğe geldiğiniz din neyin nesi?" diye haber saldı. Ensar'da, "dilersen evine gelir bunu sana anlatırız" dediler. O da randevu verdi ve evine geldiler. Mus'ab (r.a.) Ona, "Elîf Iâm râ Tilke âyâtü'l-Kitâbü'l-Mübîn (Yusuf: 1)" âye­tinden başlayıp, Allah'ın nasib ettiği mikdarda Kur'an okudu.

Bunu duyan Amr: "Bizim kendi kabilemizin istişare toplantısı var," diyerek yanlarından çıkmalarını işaret etti, onlarda çıktılar. Amr Se­leme oğullarının lideri idi. Ensar çıkınca, Amr doğru Menaf putunun odasına girdi ve: "Yâ Menâfi Vallahi sende biliyorsunki, kavmin şim­di senden başkasını istiyor. "Senin katında bunu vereceğin bir ceza varını?" dedi. Sonra putun boynuna bir kılıç astı. Sonra çıkıp gitti.

O gidince ailesi kılıcı oradan aldılar. Geri geldiğinde kılıcı alınmış buldu da; "Yâ Menâf! Yazık sana kılıç nerede? Keçi bile kendi kılıcını korur. Vallahi yarın babamda tezek kadar hayır kalacağını sanmıyo­rum" deyip sonra ailesine, "ben tarlama çalışmaya gidiyorum, siz Menaf a hayır tavsiye edin (ona iyi davranın)" deyip işine gitti. Onlar­da Menafin yanma girip onu kırdılar ve bir köpek ölüsü ile ikisini iple sardılar. Amr geri dönünce Menafin durumunu gördü ve kabilesine "gelin" diye haber saldı. Onlar gelince, "siz benim dinim üzere değilmisiniz?" dedi. Onlarda, "Tabi, zira sen bizim efendimizsin" de­diler. O da "Öyleyse ben sizi şahit ederim ki, ben Muhammed'e iman ettim" dedi.

Uhut günü olunca Nebî (s.a.v.): "Eni, semâlar ve yer kadar olan Cenneti kazanmak için kalkın!"

buyurunca topal olmasına rağmen kalkıp öldürülünceye kadar savaştı. Allah rahmet eylesin.[381]

Ebû Salih, Ebû Hüreyre (r.a.)'den Nebî (s.a.v.)'nin: "Amr b. el-Cumûh ne güzel kişidir" buyurduğunu rivayet eder.[382]

Muhammed b. Müslim, Amr b. Dînar yolu ile.....

- Fıtr b. Halîfe'de, Habîb b. Ebî Sabit yolu ile....

- Bu haberi bunlar dışında nakledenler de, Nebî (s.a.v.)'nin:

"Yâ Benî Seleme! Sizin lideriniz kim?" diye sorunca, onların, "Ced b. Kays ama biz onu pek cimri buluyoruz" demeleri üzerine de: "Cimrilikten daha dehşetli hangi dert vardır. Lideriniz  o değil, Bilakis, Ca'dü'l-ebyad Amr b. el-Cumuh'tur" buyurduğunu rivayet ederler.[383]

Vakîdî derki: Amr b. Cumûh Bedir harbine katılmadı. Uhut harbine katılmak için hazırlandığında oğulları ona engel olmak için, "Sen topalsın Allah seni ma'zur saymıştır" deyince Amr, Peygamberimize gelmiş ve durumu anlatmıştı. O zaman Nebî (s.a.v.) ona:

4) "Sana gelince, Allah seni ma'zur sayıyor" buyu­rup, Oğullarına da:  "Önu alakoymayın. Belki Allah ona şehitlik nasib edecektir" buyurdu. O da harbe katılıp oğlu Hallâd ile birlikte şehid oldular. Allah her ikisine rahmet eyleyip razı olsun.[384]

İsrail, Saîd b. Mesruk aracılığıyla Ebû'd-Duha'dan naklediyor: Amr b. Cumûh oğullarına Bedir günü» "beni Cennet'ten alakoydunuz. Val­lahi yaşarsam elbette Cennet'e girmenin yolunu bulacağım" demişti. Uhut günü ilk kılıçlanarak öldürülenler arasında idi. Allah ondan razı olsun.[385]

 

Mus'ab (R.A.)

 

İbrahim b. Sa'd, babası, dedesi isnadıyla naklediyor:

- Abdürrahman b. Avfa bir yemek getirilmişti. Abdürrahman, "Mus'ab b. Umeyr öldürüldü, halbuki benden daha hayırlı idi. Kefen­leyebilecek sadece bir bürde dışında başka şey bulunamadı. Biz sanı­yoruz ki, dünya hayatında, bize verilecek olan güzel şeyler ahirete kalmadan veriliyor" dedi.

Haberî Buharî naklediyor:[386]

A'meş, Ebû Vail aracılığıyla Habbâb (r.a.)'dan şöyle dediğini ri­vayet eder: Biz Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte Hicret edip, Allah'ın rızasını aradık. Bizim mükafatımız Allah üzerine kendi tarafından

tahakkuk ettirilmiş idi. Bizden kimisi o ücretini dünyada yemeden Ahirete göç eyledi. Mus'ab b. Umeyr'de bunlardan biriydi. Uhut günü şehit olduğu zaman kefen olabilecek alacalı bir bez parçasından başka birşeyi yoktu. Kefeni başına çektiğimizde ayakları, ayaklarına çekti­ğimizde başcağızı açıkta kalıyordu. Bu durumu gören Allah Rasûlü (s.a.v.):

 "Kefeni  başına  örtün, ayaklarına da Izhır otu örtün" buyurdu. Kimimizin meyvesi olgunlaşü da onun hasachyla meşgul oluyor.

Buharı ve Müslim bunu ittifakla rivayet ediyor.[387]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâk'tan naklediyor: Bana Abdülvahit b. Ebî Avn, İsmail b. Muhammed b. Sa'd b. Ebî Vakkas'in şöyle dediğini anlattı'

- Medine Ensar oymaklarından Dînaroğulları oymağından bir kadın vardı. Kocası, babası ve kardeşi Uhut harbinde vurulmuştu. Bu kadına bunların öldü haberi verildiğinde; "Rasûlüllah nasıl ya?" diye sordu. Ashab, "Efendimiz iyidir Ya Ümmüfulan" dediler. Bunu duyan kadın; "Öyleyse gösterin de gözlerimle göreyim" dedi. Ona Peygamberimizi işaret ettiler. Kadıncağız Nebî (s.a.v.)'yi görünce: "Senden sonraki her musibet önemsizdir' dedi.

(Zehebî derki) kadın "önemsiz" anlamına "Celelû" kelimesini kul­landı. Bu kelime her iki zıt manaya geldiğinden burdan başka yerde "Önemli, büyük" anlamına gelir.[388]

Ebû Berce el-Eslemî anlatıyor:

- Cüleybîb Ensardan biri idi. Nebî (s.a.v.) bir gün ashabından birine

Bana kızını evlendir" buyurdu. Adamda: "O hare­miniz olarak ve gözlerim aydınlık olarak evet derim Yâ Rasûlellah!" dedi. Efendimizde: "ben onu kendime istemiyorum" buyurunca o, "ya kim için?" diye sordu. Efendimiz; "Cü'leybîb için" buyurunca adam, "annesine bir danışayım" deyip hanımına geldi. Hanımda Rasûlüllah'ın istediğini sanıp kabul etti. Adam hanımına, "Rasûlüllah senin kızını Cüleybîb'e istiyor" deyince karısı, "Cüleybîb ha? Olamaz, yemin olsun olmaz. Sakın kızı ona verme" dedi.

Adam Peygamberin yanına gitmek için kalkınca kızı babasına: "Peygamberin işini görmeden gerimi çevireceksiniz? Beni Allah Rasûlüne götür, zîra o beni asla zayi etmeyecektir" dedi. Babası da kızı Efendimize götürüp, "Yâ Rasûlellah kızımın durumu sana bağlı" dedi.

Nebî (s.a.v.) bu kızı Cüleybîb iie evlendirdi ve onlara hayır duada bulundu.

Rasûlüllah (s.a.v.) daha sonra bir gaza'da iken, "hiç kayıp verdiniz mi?" diye sordu. Onlar da, "falan, falan ve falanı kay­bettik" dediler. Efendimiz onlara, "Cüleybîbi kayıp verdimi? Onu bir arayın bakayım" buyurunca aradılar ve onu öldürdüğü yedi kişinin yanı başında öldürülmüş olarak buldular. Rasûlüllah bunun üzerine başucuna gelip: "Şu benden, bende on­danım. Yedi kâfir öldürmüş, sonrada onlar onu öldürmüş" buyu­rup onu Nebî (s.a.v.)'nin kollarına koyup mezarını kazdılar. Kabrine defnoluncaya kadar konulacak teneşir olmadığı için Rasûlüllah'ın kol­larında kaldı.

Sabit el-Bünânî derki: Ensar arasında Cüleybîb'in hanımından daha cömert kimse yoktu.

Bu hadisi Müslim "sahih" inde Hammad b. Seleme -Sabit el-Bürânî -Kinâne b. Nüaym isnadıyla Ebû Berzete'l Eslemî'den rivayet eder.[389] A'meş, Abdullah b. Mürra aracılığıyla Mesrûk'tan şöyle nakleder:

- Biz Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'a:

"Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın" (Âl-i İmran: 169) âyetinin anlamını sorduk. Bize, "bizde o âyetin manasını Rasûlüllah'a sormuştuk diyerek şunları anlattı:

- Şehitlerin ruhları yeşil kuşların kursaklarında olup diledikleri yer­de yemlenirler. Sonra Arşda asılı duran kandillere gelip tünerler. On­lar böyle iken Rabbin onlara, kendine has bir tecellî ile tecelli eder ve "Bana isteyeceğiniz neler varsa arzedin" buyurur. Onlarda, "Yâ Rabbî! Ne isteyelim ki? Biz Cennetlerin neresinde istersek orada yemleniyo­ruz, isteyecek birşeyimiz yok" derler. Rab tekrar buyruğunu yinele­yince, Allah'tan birşey istemedikçe bırakılmayacaklarını görüp: "Yâ Rabbî! Senden ruhlarımızı dünyadaki cesetlerimize geri dönderip se­nin yolunda bir daha öldürülmeyi isteriz" diyecekler. Rab teâlâ onların bundan başka isteği olmadığını görünce bırakılıverirler.

Bu hadisi Müslim rivayet ediyor.[390]

Abdullah b. İdrîs, İbni İshâk -İsmail b. Ümeyye- Ebû'z Zübeyr-Said b. Cübeyr isnadıyla İbni Abbas (r.a.)'tan Nebî (s.a.v.)'in şöyle buyur­duğunu nakleder:

"Uhut harbinde kardeşleriniz şehit olunca Allah, ruhlarını ye­şil kuşların kursaklarına koydu ve Cennet nehirlerine gidip, Cen­net meyvelerinden yiyerek Arşta asılı bulunan altın kandillerine tünemeye başladılar. Yedikleri, içtikleri ve yattıkları yerin konfo-rundaki güzelliği görünce, "cihaddan yüz çevirmeyip harp esna­sında korkup geri kaçmamaları için bizim şu anda cennette diri olarak nzıklanmakta olduğumuzu geride kalan kardeşlerimize kim tebliğ edecek" dediler. Allah (c.c.) de "Onların yerine bunu dünyadaki kardeşlerine ben tebliğ ulaştıracağım" buyurdu da: "Allah yolunda katledilenleri siz (adi) ölüler sanmayın" âyeti celilesi indirildi.[391]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshak'tan naklediyor: Bana Asım b. Ömer b. Katâde, Abdurrahman b. Cabir b. Abdillah isnadıyla Cabir b. Abdillah (r.a.)'tan, "Nebî (s.a.v.)'yi: Uhut şehitleri anılınca:

"Ama vallahi Uhut dağı eteğinde şehit düşenlerle birlikte, -bende onlarla birlikte şehit edildim diyebilmek için- orada terkedilmeyi ister­dim" buyurduğunu anlattı.[392]

Leys de, Yezid b. Ebî Habîb -Ebû'l Hayr- isnadıyla Ukbe b. Amir (r.a.)'den naklediyor ki:

- Nebî (s.a.v.) bir gün çıkıp Uhut şehitlerine, cenazeye kıldırdığı namazın aynısını kıldırdı. Sonra minbere yönelip: 

"Ben sizin için önden (gidip size yer hazırlayan) kimseyim ve ben sizi şahitlik edecek olan kimseyim" [Vallahi şu anda ben bana verilen havuza bakıyorum. Bana kesinlikle yeryüzü hazînelerinin anahtarı verildi. Vallahi artık benden sonra, sizin şirke düşebileceğiniz korkum kalmadı. Lakin birbirinizle kıskançlık yarışı yapacağınızdan korkuyorum.]

Hadisi Buharı rivayet ediyor:[393]

Attâf b. Halid derki: Bana Abdü'l A'lâ b. Abdullah b. Ebî Ferve ba­basından, "Nebî (s.a.v.)'nin Uhutta ki şehit kabirlerini ziyaret ettiğini" rivayet etti. [Allah'ım! Kulun ve Peygamberin, şu yatanların şehitler olduğuna şahitlik eder. Kıyamete kadar, onları ziyaret edip, selam verenlerin selamlarını alırlar] buyurdu.[394]

Abdülaziz b. İmrân b. Musa, Abbâd b. Ebî Salih -Ebû Salih is­nadıyla Ebû Hüreyre'den rivayet ediyor:

- Rasûlüllah (s.a.v.) şehitlerin kabristanına ziyarete gider ve kabrin bulunduğu koyağın ağzına varınca "sabrınıza karşılık size selâm ol­sun. Ahiret yurdu ne güzeldir" buyururdu. Ebû Bekir (r.a.) sonra Ömer, sonra da Osman aynı ziyareti yaparlardı.[395]

Vakidî'de Meğazîsinde böyle bir hadisi senedsiz olarak verir.[396] Ebû Hassan ez-Ziyâdî derki: Bu yıl Şevval ayının Cum'asında Benî Neccar kabilesinden Amr b. Mâlik vefat etti. Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut'a gidip kabristanın olduğu yerde Onun cenaze namazını kıldırdı. Böyle­ce, bu şekilde namazı kılınan ilk insan olmuş oldu.[397]

 

Uhut Şehitlerini Ziyaret[398]

 

Dâvud b. Halid b. Dinar anlatıyor:

- Bir gün yanımda Yusuf adlı Temimoğullarından biri ile Rabîatü'r-Re'y'e uğradım. Yusuf Rabîa'ya; "senden duyduğumuz öyle hadisler oluyorki, bunları diğer hadiselerde bulamıyoruz" dedi. Rabîa bunu du­yunca, "vallahi bende pekçok hadis var. Ama ben Hz. Talha b. Ubeydillah (r.a.)'ın sohbetlerinde bulunmuş olan el-Hüdeyr'den, "Ben Talha (r.a.)'yı Peygamber (s.a.v.)'den bir tek hadis hariç başka hadis naklederken duymadım" dedi. Bende, "O hangi hadis?" deyince şöyle anlattı.

-   Rasûlüllah (s.a.v.)'la birlikte yola çıktık, Uhut'taki  şehitlerin kabirlerini ziyaret etmek istiyordu. Beyda denen yerdeki vakım kulesi tüaşhğına geldiğimizde, tam dönemeçte bir takım kabirler gördük ve "Yâ Rasûlellah, "Kardeşlerimizin kabirleri bumu?" dedik. Efendimiz, "hayır bu ashabımızın kabridir" buyurdu. Biraz daha gidip şehitliğe geldiğimizde Nebî (s.a.v.): "İşte kardeşlerimizin kabri budur" buyur­duç[399]

Attaf b. Halid anlatıyor: Bana teyzem şöyle anlattı:

- Birgün kendim Uhud şehitlerini ziyarete gittim. -Attaf derki; hâlâ da ziyarete devam ediyor- Hamza'nın kabrinin yanına varınca bine­ğimden indim ve orada Allah'ın nasib ettiği mikdar namaz kıldım. Vadide ne seslenen ne ses veren vardı. Sadece benim hayvanı tutuve-ren bir köle  vardı.  Namazı  bitirince  elimle  şöyle  işaret ederek "Esselâmü aleyküm" dedim. Birden yerin altından gelen bir sesin be­nim selamımı aldığını duydum. Beni Allah'ın yarattığını bildiğim gibi, gece bitince gündüz olacağını bildiğim gibi biliyordum. Selamı aldı­ğını işitince vucudumdaki tüyler ürperdi.[400]

Ca'fer b. Muhammed, Babasından naklederki: Peygamber Efendi­mizin kızı Fatima (r.a.), amcası Hamza'nın kabrini ziyaret eder, orada salavatlar getirir ve kabrin başında ağlardı.[401]

Vakîdî, şeyhlerinden (adlarını vermeden) şöyle dediklerini rivayet eder:

-  O gün Uhut'da şehit olarak defnedilenler vadinin ortasına defnedilmişlerdi. Talha b. Ubeydullah, Uhut'ta bulunan toplu mezarların kime ait olduğu sorulunca: "Onlar bedevilerden bir gurup olup, Hz. Ömer zamanındaki kıtlıkta ölüp buraya gömüldüler" dendi.

İbni Ebî Zi'b ile Abdülazîz b. Muhammed'de, "Biz bu kabirlerin be­devi bir guruba ait olup, kimler olduğunu bilmiyoruz. Uhut şehit­lerinden çoğunun kabirleri kayboldu, artık, ne Uhut'ta nede Medine ve çevresindeki yerlerini bilebiliyoruz. Sadece Hamza b. Abdülmuttalib, Sehl b. Kays, Abdullah b. Haram, Amr b. Cumûh'un kabrini biliyo­ruz.[402]

 

Uhut Günü Kaçanları Allah'ın Af Edişi

 

Vakîdî, şeyhlerinden naklen derki:

- Şeytan, "Muhammed öldürüldü" diye bağırınca ashab darma dağı­nık bir hale geldi. Kimi Medine'ye gelip ailelerinin yanma girdiler. Hanımları da, "demek Rasûlüllah'ı bırakıp kaçtınız ha!" diye onları azarlamaktalardı. O gün dönüp Medine'ye gelenler arasında falan oğlu falan, (Osman b. Affan (r.a.)'ı kasdetse gerek) Haris b. Hatib, Sevâd b. Gaziyye, Sa'd b. Osman, Ukbe b. Osman Harice b. Amir de vardı. Evs b. Kayzî de bir gurup ile tâ (Medineye iki günlük mesafede ki) Şukraya varmışlardı. Onlara Ümmü Eyman rastlamış yüzlerine toprak saçarak, "haydi alın şu kirmanlarıda (kadın olarak onu) ben değil siz eğirin. Kılıcı bana verinde onu ben kuşanayım" diyerek bir gurup ka­dınla birlikte Uhut'a doğru gitti.[403]

Mukatil b. Hayyân anlatıyor: Uhut günü olanlar olmuş, bir kısım ashab kaçışmişlardı. Peygamber (s.a.v.) onîarm yanına geldiği zaman, "Yâ Nebiyyallah! Allah bizi sana feda kılsın! Bize senin öldü haberin

gelince, kalbimize bir korku düşüp geriye kaçtık" diye özür beyan ettiler.[404]

îbni Ömer (r.a.)'e bir adam gelip: "Ben sana birşey soracağım, bana bunu anlat, sen Osman'ın Uhut günü kaçtığını biliyormusun?" dedi. İbni Ömer, "evet" dedi. Adam, "Onun Bedir günüde ortalardan kaybo­lup Bedir'e katılamadığını da biliyormusun?" deyince, îbni Ömer yine, "evet" dedi. Adam Peki Onun, Bey'ati Rıdvan günü kaybolup orada Rasûlüllah'a biat edenler arasında bulunmadığını da bilmiyormusun?" dedi. İbni Ömer bu soruya da, "evet" deyince adam:

- Allahu ekber, deyip gitmek istedi. İbni Ömer ona:

-  Gel de sana sorduğun şeyleri iyice açıklayayım; Onun Uhut günü kaçışına gelince, ben, Allah'ın onu af edip bağışladığına şahitlik ede­rim; Bedir de bulunmayışına gelince, "onun nikahı altında Peygambe­rimizin kızı vardı ve o anda hastaydı. Rasûlüllah ona, "Sen hanımıyın tedavisiyle uğraş, Allah sana Bedr'e katılanların sevabı kadar sevap verecek" buyurup, üstelik ona ganimetten hisse bile verdi.

Bey'ati rıdvan'da bulunamayışma gelince, Rasûlüllah Onu Mekke'­ye elçi göndermişti. Eğer Mekke vadisinde Osman'dan daha hayırlı birisi olsa Osman'ı değil onu gönderirdi. Bey'at'da Osman'ın Mekke'ye gönderilişinden sonra olmuştur. Üstelik Osman olmamasına rağmen Nebî (s.a.v.) sağ elini kaldırıp "İşte bu Osman'ın elidir" buyurup sonra sol elinin üstüne koydu ve "İşte bu da Osman içindir" buyurdu. Ey adam cevabını aldın haydi git," dedi.[405]

 

Uhut Sonrası Hamrâü'l Esed Ğazvesi

 

İbni İshâk anlatıyor:

Uhut harbinin ertesi günü yani harb gecesi geçip sabah olunca, Peygamberimizin dellalı insanlara, düşmanın peşinden yakalamaya gidileceğini "bizimle sadece dün harpte bulunanlar gelebilecektir" diye" ilan etti. Rasûlüllah (s.a.v.), kendisinin onların peşinden gidip hem kendilerinde güç olduğunu bildirmek, hemde düşmanları kor­kutmak için bu sefere çıkıyordu.[406]

İbni Lehî'a, Ebû'l Esved aracılığıyla Urve'den naklediyor:

- Medine halkından birisi o taraftan gelmiş idi. Peygamber (s.a.v.) ona Ebû Süfyan'ı görüp görmediğini sordu. Adam'da, "Ben gelirken onlara konuk oldum. Bir biriyle münakaşa ederek "hiç bir şey yapa­madınız. Onların en güçlü liderlerini tek başına ele geçirmişken onları yapmadan bırakıverdiniz. İşte onları size karşı harbe toplayacak bir takım liderler sağ olarak kaldılar" diyorlardı" dedi.

Bunun üzerine Nebî (s.a.v.): Çok ağır yaraları olmasına rağmen as­habına, "düşmanı aramaya çıkma" emri verdi ve bunu da ashabına du­yurmak isteyerek: "Benimle Uhut harbinde bulunmayan hiç kimse şimdi beraber gelmeyecek" buyurdu. Münafık başı Abdullah b. Übeyy "ben de seninle geleyim mi?" deyince Nebî (s.a.v.) "hayır" buyurdu.

Başlarında bu kadar bela varken bile ashab Efendimizin da'vetine Allah ve Rasûlü için katılıp yola çıktılar. Müşrikleri arayarak tâ Hamrâü'l Esed denen yere kadar geldiler.[407]

İbni îshâk'tan Abdullah b. Harice b. Zeyd b. Sabit- Âişe binti Os­man'ın kölesi Ebû's- Sâib'den nakletti ki; Abdü'l Eşhel oğullarından bir sahabe o günü şöyle anlattı:

- Uhut harbinde ben ve kardeşim Peygamberimizle beraber bu­lunduk. Harpten yaralı olarak geri döndük. Rasûlüllah'ın dellalı düş­manı arama çıkışını ilan edince, ben kardeşime durumu bildirdim. O da, "Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte çıkılacak bir gazveyi mi kaçıra­caksın?" dedi. Vallahi, halbuki ne binecek hayvanımız vardı ne birşey, üstelik yaralıydık da. Rasûlüllahla yola çıktık. Ben kardeşimden daha hafif yaralıydım. Kardeşim yürümeye yenilip takati kesilince nevbet nevbet ben onu sırtımda taşıdım bazende yürüdü. Böylece Müslüman­ların ulaştığı yere kadar geldik.[408]

Rasûlüllah (s.a.v.)'ta Hamraü'l Esed'e kadar vardı. Orası Medine'­den Mekke tarafına sekiz mil mesafede bir yer idi. Orada üç gün eğle­şip sonra Medineye döndü.[409]

Hişam b. Urve, babası Urve aracılığıyla Hz. Âişe (r.a.)'nm şöyle dediğini anlatıyor: Hz. Âişe yeğeni Urve'ye:

- Bacım'm oğlu! Baban Zübeyr ve Ebû Bekir "kendilerine yara isa­bet ettikten sonra, Allah ve Rasûlü için cihada o halde çıkmaya "evet" diyen kimselerdi. Müşrikler Uhut'tan geri döndüklerinde Peygamber ve ashabı yaralanmışlardı. Müşriklerin bu halde tekrar gelip saldırma­sından çekindiği için "Şunların bizim hâlâ kuvvetimiz olduğunu bilmeleri için kim peşlerinden gitmeye karar verir?" buyurdu. Aralarında Ebû Bekir ve Ömer'in bulunduğu yetmiş kişi bu da'vete katılıp müşriklerin peşine düştü. Müslümanların geldi­ğini haber alan müşriklerde çekildi. Böylece Müslümanlar, kendilerine hiçbir zarar dokunmadan Allah'tan bir lütuf ve nimet ile geri dönmüş, düşmanla karşılaşmamış oldular.

Hadisi Buharı ve Müslim rivayet ediyor.[410]

Abdullah b. Ebî Bekir b. Hazm'dan nakline göre, İbni İshak şöyle anlatıyor:

-  Huzâa kabilesinden Ma'bed adlı birisi, Hamrâü'l Esed denen yer­de Rasûlüllah'ın yanma gelmişti. Mekke'de iken Huzâa kabilesinin Müslümanı da müşriği de Peygamberin sır küpü gibiydiler. Onların meyli (yahut ittifakları) Efendimizle bir olup, olan bir şeyi ondan giz-lemezlerdi. Ma'bed de o vakit hâlâ müşrik idi. Peygamberimize:

- Yâ Muhammedi Vallahi ashabıyın arasında sana böyle bir beianın gelip çatması, bize çok ağır geldi. Onlarla birlikte Allah'ın sana afiyet vermesini ne kadar temenni ediyorum, deyip ardından yola çıktı ve Ravhâ denen yere geldiği zaman Ebû Süfyan ve beraberindekilere rastladı. Onlar geri dönüp Müslümanlara saldırmak için ittifak etmiş­lerdi. "Muhammed'in en keskin ve hepside lider sayılan arkadaşlarını ele geçirmişken şimdi neye onların kökünü kesmeden geri dönüyoruz. Kesinlikle geri dönüp, kalanlanda yok edip kurtulalım"[411] diye konu­şuyorlardı.

Ebû Süfyan, Ma'bed'in geldiğini görünce, "Arkada ne var ne yok yâ Ma'bed?" dedi. O da, "Muhammed sizi aramak üzere ashabıyla yola çıkmış, şimdiye kadar böylesi bir kalabalığı görmedim size öyle bir öfkelenmiş öyle kızmışlarki, çarpıştığınız gün bulunamayanlarda ona katılmış, ilk gün bulunmadıklarına pişman olmuşlar, size öyle kızgmlarki şimdiye kadar böyle bir Öfke görmedim" dedi.

Bunu duyan Ebû Süfyân: "Vay anasını, sen ne diyorsun?" deyince Ma'bed; "Vallahi öyle sanıyorum ki, siz buradan ayrılmadan ben gelen atların alınlarım göreceğim (veya göreceksin)'1 dedi. Ebû Süfyan da:

- Vallahi biz onlara tekrar saldırıp geri kalanları da yok etmeye ka^ rar almıştık, dedi. Ma'bed de ona:

- Seni bundan men ederim. Vallahi gördüğüm manzara bana bir ta­kını beyitler söyletti, dedi. Ebû Süfyan, "ne söyledin?" deyince: O,

1- Gelen seslerden (korkup) bineğim düşe yazdı. Yeryüzü sanki ileri atılan at sürüsü akıyor gibiydi.

2- Soylu bir aslan gibi, karşılaşmada ileri fırlayıp tenbelliği ve silahı olmayan korkak gibi (kaçmaya) meyli olmayan bir ordu.

3- Yıpranmamış bir reisle yücelince yer, yerinden oynayacak sanıp koşmaya başladım.

4- "Vadi insanlarla çalkanınca, sizinle karşılaşan İbni Harb (Ebû Süleyman)'a yazık oldu" dedim.

5- Ben Kureyş için açıkça onlardan akıl sahibi ve aklını kulla­nan herkese sakınmalarını söylüyorum....

6- Ahmed'in tenbel ve rezil olmayan ordusundan. Benim bu sa­kındırmam bir laf olarak vasıflanamaz." dedim, diye cevap verdi ve bu şiirini Ebû Süfyan ve arkadaşlarına iki defa tekrarladı.

O sırada Abdü'l Kays oğullarının kervanı oraya uğradı. Ebû Süfyân onlara: "Nereye gidiyorsun?" deyince onlar, "Medine'ye" dediler. O, ne için deyince, "yiyecek almaya" dediler. Ebû Süfyan bunun üzerine:

- Benim adıma Muhammed'e benden bir mektup ulaştıracak olursa­nız, yarın Ukaza gelebilirseniz sizin şu develerinize kuru üzüm yükle-yiveririm" dedi. Onlar, "olur" deyince Ebû Süfyan:

- Muhammed'in yanma varınca ona, "bizim, onun arkadaşlarına ge­ri dönerek onları yok etme kararı aldığımızı haber vereceksiniz" dedi.

Bu kervan, daha Hamraü'l Esed'de bulunan Allah Rasûlüne uğradı­ğında haberi ona bildirdiler. Bunun üzerine Efendimiz ve ashabı: "Hasbünallah ve ni'mel vekil" dediler.

îşte Allah (c.c.) bu Abdü'î Kays oğullan, onların sözleri ve Allah Rasûlünün ashabı hakkında Âl-i İmran 172, 173, 174 ve 175 âyetleri olan;

172- O ashab ki, kendilerine yara isabet ettikten sonra bile Al­lah ve Rasûlüne -da'vetine- uydular. Onlardan ihsan edip, sa­kınanlara büyük bir sevab vardır.

173- O ashab ki, insanlar Abdi kays oğulları kendilerine "insanlar size karşı -ordu- topladılar, onlardan korkun!" (deyince, onların îmanını artırdı da "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" dediler.

174- Bundan dolayı Allah'­tan bir ni'met ve fazlü kerem ile kendilerine hiçbir kötülük do­kunmadan geri döndüler. Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük fazl sahibidir.

175- Ancak şeytan sizi kendi dostlarından (Mekke müşriklerinden) korkutuyor. Mü'min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun" hükmünü indirdi.[412]

 

İbni Ubey'in Münafıklığa Devamı

 

Bekkaî derki, İbni İshâk anlatıyor: Bana Zührî'nin anlattığına göre; Abdullah b. Übey b. Selûl denen münafığın her cuma üzerinde otur­duğu bir kürsüsü vardı. Oraya çıkmak kendisi ve kavmi arasında bir şeref sayıldığı için onu asla bırakmazdı.

Cum'a vakti giripte Peygamber (s.a.v.) hutbe okumak için hutbede oturduğunda bu herif kalkar ve "Ey insanlar! İşte Allah'ın elçisi aranızdadır, Allah onu size ikram edip onunla size onur verdi. Sizde onu ululaym, ona yardım edip, dinleyin ve emrine itaat edin!" der, sonra yerine otururdu.

Uhut harbine giderken, yolda yapacağı ukelâlığı yapıp bir de, geri döndükten sonraki Cum'ada da aynı şeyi yapmak için ayağa kalkınca, etrafındaki Müslümanlar, hemen onun elbisesinin eteğinden yakalayıp "otur yerine, seni Allah düşmanı seni, sen buraya layık değilsin, Uhut'ta yapacağını yaptın" deyip susturdular. O da "Vallahi! sanki çok kötü birşey söylemişim gibi, ben sadece onun Peygamberlik vazifesini pekiştiriyordum" diye söylenerek insanların omuzlarına basa basa dışarı çıktı. Mescid'in kapısında ona Ensardan birisi rastgeldi ve "vay sana ne oldu?" dedi: O da, "Ben Onun işine destek olayım diye ayağa kalkınca, arkadaşlarından bir kısmı üzerime sıçrayıp beni sürüklediler, sanki çok kötü birşey demişim gibi birde azarladılar" dedi. ensarlı'da geri dön, Allah Rasûlü senin affedilmen için istiğfar ediverir" deyince Abdullah, "Vallahi ben onun benim için af istemesini arzu etmiyo­rum" dedi.[413]

Vakîdî anlatıyor:[414] Bize İbrahim b. Ca'fer, babasından, birde Sâid b. Muhammed b. Ebî Zeyd de, Yahya b. Abdilaziz b. Said'den, naklettilerki: Süveyd b. Es-Sâmit, Ziyad'ı öldürmüş idi. Bu Ziyad'm oğlu Mücezzer'de Süveyd b. Essâmit'i öldürmüş idi. (cahiliye dö­neminde Evs ve Hazreç kabilesinin Medine civarında ki) Buas har-bindeki intikamı almış oldu. Nebî (s.a.v.) Medine'ye hicret ettikten sonra, Mücezzir ve Süvey'din oğlu Haris Müslüman oldular. Her ikiside Bedir harbine katıldı. Buna rağmen Haris babasının intikamını almak için Mücezziri öldürebilmek için fırsat aradı. Uhut günü olunca Mücezzir'in arkasından gelip onu öldürdü.[415]

Rasûlüllah (s.a.v.), Hamrâü'l Esed'den döndüğü zaman, Cebrail (a.s.) gelip Haris'in Mücezzir'i öldürdüğünü haber verdi. Rasûlüllah bineğine binip Küba mescidine geldi. Haris b. Süveyd de Veres otuyla boyanmış bir battaniyeye bürünmüş olarak Efendimize geldi. Allah Rasûlü onu görünce Uveym b. Sâideyi çağırıp, "Mücezzir b. Ziyad'ı öldürdüğüne karşılık bunun boynunu vur" dedi.

Haris yalvararak, "Yâ Rasûlellah! Vallahi onu ben İslâm'dan çıktı­ğım için Öldürmedim. Lakin şeytanın dürtüklediği ırk hamiyyeti yü­zünden onu öldürdüm. Ben Allah'a tevbe edip onun kan bedelini öde-yeyim, (iki ay keffaret) orucu tutayım, köle azad edeyim" diyerek Al­lah Rasûlünün bineğine tutundu ve sözünü bitirene kadar bırakmadı.

Hudayr Amr b. Avf oğullarına gelip, Süveyd, Havvat ve Ebû Lübâbe'yi evine da'vet etti. Onlarda şu gün geliriz dediler. Onlar o gün geldiğinde Hudayr onlara deve kesip şarap ik­ram etti. Onlar böylece üç gün geçirdiler. Bakımdan etleri şişmanladı. Üç gün sonra dön­düler. Süveyd yaşlı olduğu için iki genç koluna girerek götürüyorlardı. Uduynu yakınında Süveyd ufak su dökmeye kaldı. O sırada onu Hazreçli biri görüp oğlu Mücczzire haber verip silahı olmadığını ve sarhoş olduğunu bildirdi. Mücezzir'de kılıcını çıplak olarak alıp koştu. Gençler onu görünce silahsız olduklarından kaçtılar. Mücezzir, Süvcyd'e "İşte Al­lah bana seni teslim etli" deyince "bana ne edeceksin?" dedi o da "öldüreceğim" deyince Süveyd, "anayın yanma varınca ona; "Ben Süveyd'i öldürdüm" de dedi. O da onu öldürdü.

Ama Allah Rasûlü: "Yâ Uveym! Onu götürüp boynunu vur!" buyurdu O da Mescid'in kapısının karşısında Haris'in boynunu vurdu.[416]

 


 



[1] Bu hadise az sonra tekrar gelecektir. Vakidî Meğazî 1/2; İbnü'I Cevzî el-Muntazam 1/82; îbni Sa'd, 2/9.

[2] Taberî2/10.

[3] Vakidî Meğazî/S.2 ve 11; İbni Sa'd, 2/7.

[4] İbni Hişam 3/18; Vakidî 1/10; Taberi 2/11.

[5] Buharî 63/3; Abdürrezzak 10411; Müsned 3/165, 190, 205, 271; İbni Sa'd 1/238; İbnü'I Cevzî el-Muntazam 3/70,71; İbni Hişam 1/504; Tirmizî 1094, 1933; Muvatta 545; Müs­lim, Nikah 81; Nesâî 6/120; Ebû Dâvûd, 2109; İbni Mâce 1907; Taramî, 2/143; Beyhakî 7/147, 236, 9/116; Taberanî 1/226,631; Beyh. Delail 6/219; Tahavî Müşkil 4/145; Humeydî 1218; Bu kardeşlik yukardaki rivayetlere dayanarak aynen kardeş gibi birbirle­rine miras olurlarken Bedir Haiti'nde Ahzab 6'cı âyeti gelince bu hüküm mensuh olmuş­tur. Bu konu ikinci cildin sonunda daha genişçe geçmiştir.

[6] Ebû Dâvûd-u Tayalisi Müsned H. No: 2674.

[7] Evs kabilesinin Zaferoğulları boyundan çok meşhur bir şairdir. İslâm dönemine yetişti. Hicretten Önce Mekke'de, Nebi (s.a.v.) ile görüştü. Efendimiz onu İslâm'a teşvik etti. Ne yazıkki iman etmek nasib olmadan orada öldürüldü. Divanı Almanyanm Leipzig şehrinde 1914 yılında basildi.

[8] Zehebî'nin iki mısra olarak verdiği bu şiiri İbni Hişam tam otuzbeş mısra olarak verdiği gibi ayrıca şiirin izahını da yapar. Bak: İbni Hişam. 1/283-286; Şiir Ebu Kays'm divanının 64-70'ci sayfaları arasında geçer. Zehebî merhum aynı şiirin bir bölümünü birinci cİIdde (s.250) nakletmişti.

[9] İbni Sa'd Tabakât 14/384.

[10] Üst kaynak.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/7-11

[11] Bu seferin bir adı da Veddan Seferidir. El-Ebvâ Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in annesinin vefat ettiği yerdir. Medine'den Cuhfe tarafına giderken 13 mil uzaklıkta bir köydür. Mu'cemii'I Buldan'da Ya'kut'un deyişine göre, adını oradaki bulunan Ebvâ dağından al­mıştır. Bak, Mu'cemü'l Buldan Cilt 1/79.

[12] İbni Hişam 3/18; Vakidî Meğazî 1/11; İbni Sa'd Tabükat 2/8; Beyhakî Delâil 3/10; Taberî (Darü'l Kütübül ilmiyye) Tarih 1/14.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/12

[13] Vakidî Meğazî 1/9; Beyhakî Delâil 3/11; İbni Sa'd Tabâkat 2/6; îbni Hişâm Sîre 3/20; Taberî Tarih 1/14. Burada Vakîdi ve İbni Sa'd şu ön bilgileri de verirler:

- Hamza (r.a.) bu seferi Peygamber (s.a.v.)in Medine'ye hicretlerinin yedinci ayı ci­lan Ramazan'm başlarında idi. Medine'ye gelişinden sonra Efendimiz harpte sancak kul­lanma adetini ilk defa bu seferde yaptı. Beyaz renkli bir sancak tutuldu. Hamza ile gön­derdiği otuz kişinin yarısının Muhacir, diğer yarısının'da Ensar'dan olduğu söylenir. Doğ­ru olan ise bunların hepsinin Muhacir olduğudur. Zira Peygamberimiz, Bedir Harbi vuku bulana kadar, Ensarlı birini cihad için sefere çıkarmış değildi. Çünkü Ensar halkı Akabe biati esnasında Peygamberimize "kendi yurtlan olan Medine dahilinde koruma şartı" öne sürmüşlerdi. İşte bu görüş daha kesin görüküyor.

Vakîdi burada bu sefere katıldığı söylenen 9 muhacir ile 10 tane Ensarlı adını verip, "bu Mecdî'nin adamları daha sonra Medine'de Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldiler. O da onlara İkramda bulunup "Mecdî işi dürüst bir kimseydi" buyurduğunu da anlatır. Buharî Cihad bahsinde (64/65) bu mevzuda Câbir b. Abdillah (r.a.)'tan şöyle çığını alıp koydu. Altından deve üstündeki yükü ile değmeden geçti. Bu seferde yan­larındaki bütün develeri kesip yediler idi. Medine'ye gelince durumu anlattılarda, Efendimiz: "Allah'ın rızkından yiyin. Yanınızda varsa bİzede ikram edin" buyurdu. Birisi bir mikdar verince onu yedi.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/13

[14] Vakîdî 1/10; İbni Sa'd 2/7; İbni Hişâm 2/224; Beyhakî Delâil 3/10; tbni Abdi'Iber, Ed-Dürer s. 96; Ravdu'i Unf 3/25, Uyûnü'I Eser 1/225; Zehebînin kısaltmasını biz tam verdik.

Bu Rivayetle ki adı geçen Mikraz b. Hafs'ta bir vehm olabilir. Yâ kitabın orjinalİni yazan nasih veya naşir yanılmışta olabilir. İbnİ İshak'ın rivayetinde komutanın adı İkrime diye geçerken Musa b. Ukbe rivayetinde de îkrime adı geçer. Beyhakî'nin Yûnus b. Bükeyr a-racılığıyla İbni İshaktan yaptığı rivayette ise bu zatın adi Ebû SUfyan b. Harb olarak geçer. İbnİ Sa'd ve Vakidî de bunu doğrulamaktadırlar ki onlarda Mikraz diye bir isim geçmez.

Ebû îshak el-Fezârî, Siifyan b. Uyeyne, İsmail b. Ebî Hâlİd, Kays b. Ebî Hâzim isnadıyla Şöyle anlatır: Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'ı -"Allah yolunda ilk okutan kimse kesinlikle be­nim. Yani o oku ilk atan Sa'd'dır" derken duydum. Bak Ebû İshak el-Fezârî Essîre haber no 194. Buharî 70/23; Müslim 2966; Tirmizî Zühd 39; İbni Mâce Zühd 12; Daramî Cihad 22;Müsned 1/174, 181, 186.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/14-15

[15] Vakidî Meğazî 1/12; İbni Sa'd Tabakat 2/8; Taberî 2/14; Tarihû Halîfe 57; îbni Hişâm Sîre 3/21; Ravdu'i Unf 3/27; Beyhakî Delâil 3/11. Parantez arası Vakîdi'nin ibaresinden alınmıştır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/15

[16] Vakıdî 1/12. Beyhakî Delail 3/11,12; Taberî 2/14; Tarîhû Halîfe 57; İbni Sa'd 2/9; tbni Hişam3/21.

[17] İbni Hişâm Sîre 3/21, 22; Taberî Tarih 2/14; Beyhakî Delâü 3/12, 13; Müsned 4/263: Tabûkat2/9, 10.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/16-17

[18] Vakİdî 1/12; İbni Sa'd 2/9; Taberi 2/14; Beyhakî Delâil 3/13; İbni Hişam 3/22; TarihÜ'l Halife s. 57.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/17

[19] Vakidî 1/12; İbni Hişam 3/22; İbni Sa'd 2/10; Taberî 2/14; Beyhakî Delâİl 3/13; UyûnÜ't* Tarîh 1/108.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/18

[20] İbni Sa'd Tabâkat 2/10, 12; İbni Hişam Sîre 3/22, 23; Beyhakî Delâil 3/17, 21; Vakîdî Meğazî 1/; Taberi Tarih 2/; UyûnÜ'ttarîh 1/108; Uyûnü'i Eser 1/227; Süheylî Ravdu'l Unf 3/28; İbni Hibbân Sîre, El Mııntezam.

[21] İbni Sa'd Tabâkat 2/10, 12; İbni Hişam Sîre 3/22, 23; Beyhakî Delâil 3/17, 21; Vakidî Meğazî 1/  ; Taberi Tarih 2/  ; Uyûnû'ttarih 1/108; Uyûnü'i Eser 1/227; Süheylî Ravdu'l Unf 3/28; İbni Hibbân Sîre; El-Muntazam.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/18-20

[22] Zehebî bilmiyorum neden bu kadar kısalttı. Biz kaynaklardan bu konuyu uzatmadan nakledelim. Bu konu babire kısmının ikinci cildin sonunda orjinalin ikinci cildinin 40'cı sayfasında da temas edilmiştir.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/20

[23] Müellifin bunu belirtmesi Bedir harbini en geniş anlatan İki kaynağa dayanmasındandır. Önce îbni îshak'ın ilerde de Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetine yer veriyor.

[24] Beyhaki'nin İbni İshak'tan naklinde şu ilave vardır: "Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bunlara, "Aralarımla Kureyş eşrafından kim vardı?" diye sorunca, "Utbe, Şeybe" diyerek Kureyş ağalarını saydılar. Bundan sonra Allah RasûlÜ arkadaşlarına doğru dönüp:

- İşte Mekke! Size ciğerinin bir bölümünü attı, buyurdu. Bak. Beyhakî Delaîl 3/42, 43.

[25] İbni Ebî Şeybe 14/388.

[26] Vakidî 1/87.

[27] Buharı Meğazî 64/8; Müslim Cihad ve's Siyer 118; Miisned 1/444; Beyhakî S. Kübra 9/62; Beyhakî Delail 3/86,87; Taberanî M. Kebîr 9/81, 82, 83, 84.

Zehebî kısaltmış olarak naklediyor. Beyhakî, Taberanî, İmam Ahmed ve diğerleri konuyu parça parça olarak daha geniş verimler. Orada şu ilaveler var: - Efendimiz birine yemin verirse böyle söylerdi. Ben evet deyince: "Kuluna yardım eden, sözünü yerine getiren, kafir toplumu perişan eden, Allah'a hamal olsun" deyip, kalkıp Ebû Cehl'in yanına geldi ve "İşte bu Ümmetin Fir'avn'u bu idi" buyurdu.

[28] Buharî Meğazî 64/8, h. no Müslim Sıfatû ehlilcenneti ven-Nâr 2873; Hakim Müstedrek 3/224; Müsned 2/Î31, 6/276; Urve Meğazî 143; İbni Hişam 3/51; Taberâni Kebîr 10/198; 7/197; Beyh-Delâil 3/92; Nesâî 4/109; Müsned 1/27, 3/104, 145, 182, 222, 263, 4/29; İbni Ebî Şeybe Musannef 14/379; Taberanî Kebir 10/198; T. Sagîr 2/113; İbni Ebî Âsim Es-Sünne 2/427.

[29]  Müsned 3/104, 263, 287, 4/29; Ebû Ya'lâ Müsned 6/h. no 3809, 3857; Enes'ten Müslim

2874; Yine bu Haberi Ömer (r.a.)'de naklederki (Ebû Ya'la l/h. no 140) Enes, hadisi zaten Ömer'den alır. Yine Ebû Ya'la 1431 no ile Ebû Talha'dan da aynısını nakleder; Buharî 64/8'deki Enes hadisinde, Nebî (s.a.v.)'in o zaman 24 tane Kureyş ulusu'nun adlarını vere­rek "Ya falan oğlu falan, Yâ falan oğlu falan! dediğini nakledip "ölülerin duyup duyma­dığını" sorun zatın Ömer olduğunu bildirir.

[30] İbni Hişam (Daru'l beyan baskısı) 2/281; Taberî Tarih 2/37; El-Eğanî 4/202; UyûnÜ'l Eser 1/264.

[31] îbni Hişam 2/281; Taberî Tarih 2/37.

[32] İbni Hişam 2/282; Taberî Tefsir Cüz 5 S. 234.

[33] İbni Hişam 2/283, Taberî Tarih 2/38, EI-Kâmil fıt-Tarih 2/130 Uyunû'l Eser 1/264; Hakim Müstedrek 2/136.

[34] Taberi 2/38; tbni Hişâm 2/284. Üsame derki sonra babam Zeyd geldi. Bende yanına Musallâ'da geldiğimde etrafını çevirmişlerdi. Babam Utbe, Şeybe, Ebû Cehl, Zem'a, Ebu'i Buhterî, Ümeyye, Nebîh ve Münebbih'in öldürüldüğünü söyleyince ben "bu dediğin haki­katim babacığım?" dedim. "Evet vallahi böyle" dedi.

[35] Taberî 2/2/38; tbni Hişam 2/285; El Kâmul 2/130.

[36] Ebû Dâvud, Cihad 1Î8 hadis no 2686; Beyh. S. Kübrâ 6/323; Abdürrezzak, Musannef 9394; Beydavî Şerhû's-Sünne 13/299; Ebû Dâvûd Merasil h. no 298; Hakim 2/124; İbni Hişam 2/286; Taberî 2/38

[37] Buharı Meğazî 8; Fazâilüs-Sahabe 61/5; Menakibü'l Ensar 62/2; Tefsir Sure 40/1; Müsned 2/204.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/21-41

[38] İbni Hişam 2/345, 346; Vakıdî Meğazî 1/145, 147; Urve, Meğazî Sayfa 253; Taberî Tarihi 21/47; Beyhakî Deiail 3/122; İbni Sa'd 2/17, 18.

[39] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/41-42

[40] İbni Hişam 2/288; Taberî 2/39; El-Kamil 2/131; Uyânü'l Eğer 1/266.

[41] Müsned 6/9; İbnü'l Cevzi el-Muntazam 3/122; İbni Hişam 2/289; Taberî 2/40; El-Eğanî 4/206; Uyûnü'I Eser 1/267; Beyh. Delail 3/145; Beyhakî "hücre" yerine "sopa" derki, ben­ce daha isabetli.

[42] Ravdu'l Urf 3/67; Beyhakî Delâil 3/146; Taberî 2/40.

[43] Bu İmam Ahmed'in yukardaki 6/9 isnadıdır.

[44] İbni Hişam 2/289; Taberî 2/41; İbnü'l Cevzî 3/123; Zehebrnin bunu Abdullah b. Zübeyr'e izafesi bir kalem hatası olsa gerek. Zira İbnİ İshak bu haberi buradaki Abbad'ın oğlu Yah-- ya'dan, o da babası Abbad b. Abdullah b. Zübeyr'den naklediyor. Bu takdirde haber Mürsel olmuş oluyor. Zaten Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'de Bedir'de bulunmadı, ya yeni doğdu idi. O ilk doğan Muhacir çocuğudur.

[45] Parantez arası Zehebîde yok. Biz aynı rivayet olduğu için İbni Hişam 2/290 ve Taberî 2/41fden ikmal ettik. El Muntazam 3/123.

[46] İbni Hişam 2/291; Taberî 2/41; Kadı İyaz Şîfa 1/676; İbni Ebî Şeybe 14/386; Taberî Tefsir 2/289.

[47] İmam Ahmed Müsned 5/9; İbni Hişâm 2/290; Taberî 2/41. Orada şu ilave vardır. Rasûlellah (s.a.v.) "Mekke'de bunun akıllı, tüccar bir oğlu var. Sanırım babasını kurtara­cak bir parayla gelir" buyurdu.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/42-47

[48] İmam Ahmed Müsned 6/276; Ebû Davud 2692; Beyh. Delâil 3/154; İbni Hişâm 2/294, 295; Taberî Tarih 2/43; El-Kâmii 2/134; Hakim Müstedrek 3/236.

[49] İbni İshak burada şu bilgiyi nakleder: "Zeynep (r.a.) derki: Ben Mekke'de Babamın yanına gitmek İçin gizlice hazırlık yaparken Utbe kızı Hind bana rastgelmiş ve "Yâ Muhammed'in kızı! Bana senin babayın yanma gitmek istediğin haberi ulaşmadın» sanı­yorsun?" demişti. Ben, "böyle birşey istemiş değilim" dedim. Bu kere O; "amca kızı! Böyle yapma, senin yolda muhtaç olacağın bir eşya veya babana ulaştıracak bir mala ihti­yacın olursa söyle, zîra sana lazım olan herşey bende var, sakın benden utanma. Zîra ka­dınlar arasına, erkekler arasına giren düşmanlık giremez" dedi. Vallahi onun bu söylediği­ne emindim. Buna rağmen korktum ve ona böyle.bir arzum olduğunu inkâr edip yol hazır­lığımı yaptım."

[50] îbni Hisam 2/296; Taberî 2)64; El-Muntazam 3/124,125; Beyhakî Delâil 3/154-156

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/47-49

[51] İbni Hişam 2/298; Muntazam 3/125; Taberî 2/44; İbni Sa'd Tabakat 8/32, 33; Tarih-i Halîfe S. U9;EI-tstîâb 12/24; Üsdû'l Ğûbe 6/185.

[52] Tabakat 8/33; îbni Hişam 2/299; Taberî 2/44: EI-Muntazam 3/İ25; Zehebî Siyer-i A'lâm'ı-u Nûbelâ 1/332: Hâkim Müstedrek 3/236, 237.

[53] Ebû Dâvud 2240; Tirmizî 1143; Saîd b. Mansur Sünen 2109; Hâkim 3/38; Darakutnî 3/254: Müsned 1/217; İbni Hişam 2/299; Taberî Tarih 2/44; İbni Mace 2009. Buradaki ravilerden Dâvud b. Huseyn zayıfsada, haberi Katâde-İkrime isnadıyla Şa'bî de Mürsel o-larak destekler. Bu sahih bir mürseldir Bak Taberî ş Meâni'ü'l âsâr 2/149: Abdürrezzak Musannef 12647; İbni Sa'd Tabakat 8/33.

Bu konuda nakledilen Amr b. Şuay hadisi zayıftır. Orada "Yeni bir nikahla geri ver­di" der. Bak. Müsned, hınç 6938; İbni Mace 2010; Darakutnî h. no 396; Beyh. s. Kübra 7/188: Tirmizî 1142. Lakin bu Haccac b. Ertanın Amr b. Şuayb'den naklidirki Haccac Amr'ı görmemiştir. İmanı Ahmed bunu açıkça belirtir. Tirmizî "İsnadı dedikoduludur" derken. Darakutnî, "bu haber sabit değildir. Haccac delil olamaz" der.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/49-51

[54] El-lsabe Fî temyîzi's-Sahabe 3/61; Ûsdii'lĞabe 3/455.

[55] lbni Hişam 2/301; Ebhu Izze bundan sonra Nebî (s.a.v.)'yi öven şiirler söylemiştir.

[56] İbni Hişam 2/302, 303; Taberî 2/45; Ensâbü'i Eşraf 1/304; El-Bed'û Veitârih 4/193: Taberanî Kebîr 17/59.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/51-55

[57] Buharî Cilt 4 Sayfa 184, 185; Kitab 61/25; Müsned 1/400; Beyhakî Delâil 3/25, 26.

[58] Buharî Meğazî 64/2; Beyhakî Delaif 3/26.

[59] Buharı Tefsîr 65/18; Hadisna 4677.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/55-58

[60] Ibni Hişâm 2/250, 252; Urve Meğazî S. 133, 134; Beyh. Delail 3/30-31; Vakıdî Meğazî 1/28, 33; Hâkim Müstedrek 3/19, 20; Taberî Tarih 2/23, 24; İbnü'l Cevzi el-Muntazam 3/98, 99.

Hadisin Medarı İbni İshak'tır. Birinci rivayetteki Abdullah İbni Abbas'ın torunu olan Hüseyin b. Abdillah zayıftır. Zehebî burada ona İlişmezsede Hâkim'İn Müstedreki üzerine yaptığı Telhis'inde "bu Hüseyin zayıftır" der. Zehebî Mizânü'l İtidal 1/537'dc 2012 nolu tercemede bu zata zayıf diyenleri de sayar. Burada bu rivayete ilişmemesi İbni İshak'ın ikinci bir rivayetle Urve'den de aynı haberi nakletmesindendir.

[61] Buharî Meğazî 64/6; Beyh. Delâil 3/36; Taberî 2/25; İbni Ebî Şeybe 14/377, 383; Taberî Tarih 2/24.

[62] Buharî 64/6 Delâil 3/37. Buharî'de "Muhacirler 60 küsur Ensar'da iki yüz kırk küsur idi" şeklindedir.

[63] Taberânî 4/209; Beyhakî Delâil 3/37. İbni Lehî'a zayıftır.

[64] Ebû Dâvud Cilıad h. no, 2747; Beyhakî Delâil 3/38; Bey. Sünen-i Kiibra 6/57, 9/57: Makim 2/132. 145; İbni Sa'd Tabakat 2/12; Vakıdî Meğazî 1/26.

[65] Müsned 1/125; Hâkim Miistedrek 3/20'de Hz. İbni Abbas'tan iki al biri Ali'nin, birisi Mikdâd'ın idi, der. Beyhakî Delâil 2/39.

[66] Beyhakî Delâil 3/39.

[67] Hâkim 3/20: Bey. Delâil 3/39.

[68] Bu rivayeti bulamadım. Buradaki "El-Behiy" Peygamber Efendimizin kölesi Ebû Rafi'in oğlu Ubeydullah'tır. Buharı Tarih'i kebirinde tmunda oğlu olan Ojınan b. Ubeydullah'ı an­latırken Bclıi/den de bahseder.

[69] Hâkim Müstedrek 2/91, 3/20; Beyhakî Delâil 3/39; İmam Ahmed Müsned 1/4M h. no 3900; Ebû Davûd Cihad 34; EbûNûaym Hılye 6/224; İbni Hibban Sahih (Mevarid) 1688; Beğavî Sünne 11/36; Ebû Ya'lâ Müsned 9/ h. no 5359; Bezzâr 2/310. h. no 1759.

[70] Geriye dönene kadar Ebû Lübâbe'nin olmasında bir mahzur yok. İbni Hişanı 2/255.

[71] Beyhakî Delâil 3/40.

[72] Beyh. Delâil 3/40.

[73] İbni Ebî Şeybe 14/363; Müsned 1/117; Beyhakî Delâil 3/62, 43. Bu haber öncede geçmişti.

[74] Bu haberde önce geçmişti. Bak. Beyhakî Delâil 3/44; İbni Hişam 2/263; Taberî 2/22; El-Kâmil 2/122; Uyûnü'l Eser 1/252.

[75] Buharî Meğazî 64/4 ve Tefsir Maide Sûresi; Beyhakî Deiâil 3/46, 47,

[76] Müslim Cihâd ve Siyer h. no 1779; Ebû Dâvûd Cihâd h. no 2681; Beyh, Delâil 3/46.

[77] Müslim Cihad ve Siyer 1779; Beyhakî Delâil 3/47; tbni Ebî Şeybe Meğazî 14/378; Müsned 3/220.

Rasûlü-Ekrem (s.a.v.)'in buradaki istişaresi yola çıktıklarında harb için çıkilmamiş oldu­ğundandır. Çünkü o vakte kadar Medim Ensan Peygamber (s.a.v.)'İ sadece Medim içinde korumak üzre biat etmişlerdi. Harbe çıkmak için verilmiş sözleri yoktu. İşte bu ani durum meydana gelince Nebî (s.a.v.) Ensar'ın gönlünü ve fikrini almak için istişare etti ve onlar­da en güzel cevabı vererek Efendimizi memnun ettiler.

[78] İbni Ebî Şeybe Musannef: 14/378, 379. h. no 18556; Müslim Kitabüfl Cenneti ve naîmihâ 51/17. h. no 76; Beyhakî Delâil 3/48.

[79] Beyhakî Delâil 3/49; Hafız Mizzî el-Etraf 7/357. ta bunu Nesaî'nin süneni kübrasına azv eder.

[80] İbni Sa'd Tabakat 2/17; Hâkim 1/222; Beyhakî Delâil 3/49; Nesaî Sünen-i Kübra 6/155. h. no 10442. Lakin bu senet munkati'dır. Zîra Muhammed b. Ömer dedesi Hz. Ali'ye yetiş­memiştir. Zehebî Mizanda 8001 no ile ondan bahsedip "hadiste kötü tarafını bilmiyorum. Hakkında kötü söyleyen görmedim Sünen-i Erba sahihleri ondan hadis naklederler ve Münker saydıkları bir hadis yoktur" der ve Yahya b. Kattân'ın "Onun hadisleri sahih dere­ceye varmasa bile Hasen sayılır" dediğini bildirir. İbni Hibban onu sika kabul eder. Hâkim bu hadisi sahih sayarasa da Zehebî Telhisinde "ravî Muhammed b. Sinan el-Kazzâz'ı Ebû Davud yalancı sayıyor. Abdürrahman b. Vehb'de dedikodulu biridir. İsmail b. Avn'da bi­linmeyen biridir diyor

[81] Müslim Cihad 32/18. h. no 58; Müsned 1/30, 32, 1/329; Taberânî M. Kebîr 10/188; Beyh Delâil 3/50.

[82] Buharı Meğazî 64/4; Cihad 56/89; Taberânî Kebîr 4/210; Bey. Delâil 3/50; Beğavî 6/278.

[83] Taberi Tarih 2/45, 46; Müslim Cihad 1763; Beyh. Delâil 3/51, 52; tbni Ebî Şeybe Musannef 14/365, 367; Taberî Tefsir 10/31; Tahavî Müşkil 4/292; Ebû Dâvud (aynı isnadla son bölümü) 2690; Müsned 1/31, 32; Zehebî son kısmını atlamış, biz Müslim'den ikmal ettik.

[84] Beyhakî Delâil 3/53; İbni Hişam 2/275; Uyumü'l Eser 1/260.

[85] İbni Hişam 2/269 Vakıdî Meğazî 1/81; Lâkin bu vakidînin Meğazî'deki isnadı olmayıp Beyhakî'nin Delâil'indeki isnaddır. Delâil 3/54; Bu haberi biraz daha kısa olarak İbni Ebî Şeybe, Sakafî Halid Îkrime isnadıyla verir 14/358; Tabaranî 11/343.

[86] Buharî Meğazî 64/11. h. no 3995; İbni Ebî Şeybe 14/358; Beyhakî Delâil 3/54; Begavî Şerhü's-Sünne 13/379.

[87] İbni Sa'd (kısaca) 2/16; Beyhakî Delâil 3/55; Ebû Y.ı'la Müsned l/h. no 489. Bu haberi

[88] Taberi Tarih 2/36; Beyhakî Delâil 3/56; İbni Hişam'da (2/275) İbni İshak'tan buna benzer -   bir rivayet verir.                                     

[89] İbni Hişam 2/275; Taberî Tarih 2/36; Beyhakî Delâil 3/57. Taberi bunu İbni İshaktan; Hasen b. Umara, Hâkem b. Uteybe ve Miksem diyerek muttasıl şekilde verir.

[90] Vakıdî Meğazî 1/79; Beyhakî Delâil 3/60.

[91] İbni Ebî Şeybe Musannef 14/362 îmam Ahmed Müsned 1/117, 32; Taberî Tarih 2/(22; Beyhakî Delâil 3/63; Ebû Dâvûd Cihad 2665; Taberî Tefsîr 13/409; Taberânî Kebîr İ 0/181; Beyhakî Sünen-i Kübra 3/276; Hâkim 3/194; Beğavî Siinne 11/66.

[92] Beyhakî Delâil 3/67; tbni Ebî Şeybe 14/374; İbni Sa'd Tabakât 2/21.

[93] Müslim K.itabü'1 İmara 1899; Beyhakî Deiâil 3/69; Müsned 3/136; Hâkim Müstedrek 3/426; Bey. S. Kübra 9/43, 99.

[94] Beyhakî Delâil 3/70: ibni Hîşam'da ise bu parolanın "Ehad ehad" olduğu, geçerken İbni Sa'd İse" Yâ Masûr Emît" diye kaydeder.

[95] Buharî Meğazî 64/10; Müsned 3/498; İbni Ebî Şeybe 14/381; Hâkim Müstedrek 3/21; Abdürrezzak Musannef 5/178 Ebû Dâvûd 2663, 2664; Müsned 3/498; Beyh. S. Kübra 9/155 Delâil 3/70; Taberanî 19/272.

[96] Buharî Meğazi 64/8. Tefsir 65 Sûre 22 bab. 3; Müslim 3033; Beyhakî Delâil 3/73.

Darakutnî meşhur eseri e/-//e/'inde; bu hadisin Buharî'den önce Ebû Miclez -Kays b. Ubâd yolu ile Hz. Ali'den "Kıyamet günü Allah'ın huzurunda ilk husumet etmek üzere diz çökecek olan benim" dediğini nakledip hemen orada Kays b. Ubade'nin "Ali, Hamza ve Ubeyde b. el-Hâris ile Utbe, Şeybe ve Velîd'in düello yaptıklarım bunun üzerine bu hac 19 âyeli indiğini söyleyerek, "İşte bu haber burada Kays'tan Öte geçmiyor. Yani haber munkatı'dır. Sonra Baharı bunu Osman -Cerîr- Mansûr -Ebû Hâşİm- Ebû Miclez- Kays yolu ile Ebû Zer'den naklediyor. Böylece bu hadis te "Izırab" vardır iddiasını ortaya atar. Oysa Buharî Meğazi'de bu âyetin nüzul sebebini yine Kays yolu ile Hz. Ali'den de nakle­der:

Darakutnî'nin bu itirazı haberi zayıf yapamaz sanıyorum. Zehebî'nin haberin sonun­da kısaca "bu âli olan bir İbdâldir" sözü ile temas ettiği de bu olsa gerek. Zîra âlimler, hat­ta bizzat sahabe bir hadisi arkadaşlarından duyunca yetinmez onu ilk kaynağına sorarlardı. Hâkim "Ulumu'l hadis" adlı eserinin ilk bölümünde bunun sünnet olduğunu savunur ve bedevînin Peygamberimize gelerek "senin elçin şöyle şöyle söylediğini anlattı. Allah için bu doğru mu?" diye sorması üzerine Peygamberimizin "evet" demesini buna delil getirir. Ebû Kays bunu hem Alî'den hemde Ebû Zer'den duymuştur kî zaten ifade farkı var. On­dan bu haberi nakleden Ebû Miclez'de bir keresinde, ne Ali, ne Ebû Zer ve nede Ebû Kays'ı söylemeden direk kendi sözü gibi veriyor ki bu âlimler arasında bilinen meşhur bir meseledir.

[97] Bu konu bu cildin baş tarafında geçmişti. Zehebî burada onu Ubeyde (r.a.)'ye tarif kasdı ile tekrarladı.

[98] Beyhakî Delâil 3/74; İbni Ebî Şeybe 14/360; Taberî Tefsir 13/452; İbni Hişâm 2/311.

[99] Buharı Tefsir 65/ Sûre no 8. bab 5; Müslim 2796; Beyhakî Delâil 3/75.

[100] Beyhakî Delâil 3/76.

[101] Taberî Tefsir Enfal Sûresi âyet 48. Cüz 10. Say 29; Beyhakî Delâil 3/78, 79.

Taberî bu haberi daha kısa verir. Ama her iki rivayette aynı zatlarındır. Bu haber sa­hih bir haber değildir. Bir kere kıssayı îbni Abbas'tan nakleden Ali b. Ebî Talha İbni Abbas (r.a.)'ı görmüş mü? Razî'nin El-Cerh ve't-Ta'dil'inde (6/188) bu zatın İbni Abbas'tan tefsiri dinlemediğini arada Mücahid varsada onu atlayarak İrsal yaptığını nak­leder. Zehebi'de Mizan 5870 nolu tercemede bunu söyler. İmam Ahmed onun pekçok münker rivayeti olduğunu açıklar. Bu zat hicri 143'te vefat etmiştir.

Abdullah b. Salih'inde münker rivayetleri olduğunu yine Zehebî bildirir.

[102] Buharî Humus 57/18; Müslim Cihad 1752; Hâkim 3/425; Tahavî Şerhû meâniü'i Asar 3/228; Beğavî Sünne 13/383; Bey. Delâil 3/85.

[103] Buharî Meğazî 63/8; Müslim 1800; Beyhakî Delâil 3/86; İbni Ebî Şeybe 14/373; Beyh. S. Kübra 9/92; Müsned 9/115, 129, 236.

[104] Buharî, Meğazî 64/8. h. no 3961; Beyhakî Delâü 3/87.

[105] Burada Dr. Tedmurî el yazma nüshasından biri olan Haydarabad nüshasından şu dipnotu

nakleder: "Rasûlüllah (s.a.v.)'ın İbni Mes'ûda üç kere yemin vermiş olmasının sebebi, her halde, Afran'ın İki oğlu daha önce gelip Ebû Cehil'i öldürdüklerini haber vermiş olmaları, Rasûlüllah (s.a.v.)'ında Ebû Cehl'in üstündeki malzemelerin, onlara ait olduğunu hüküm vermesinden dolayıdır. Zehebî'nin kendi el yazısı ilede böyle demektedir."

[106] Ebû Ya'la Müsned 9/5263; Ebû Dâvûd'u-Tayalîsî 2344; İbni Hişam 2/278; Beyhakî Delâil 3/88; Ebû Dâvûd Cihad 2709 (daha kısa); Müsned 1/444; Beyhakî S. Kübra 9/81, 82, 83. Bu hadisin isnadı zayıftır. Zîra Ravî Ebû Ubeyde, Abdullah b. Mes'ûd'un oğlu isede baba­sından hadis duymamıştır. Ancak aynı hadisi Buharî de 3961 noda, Kays, Tayaiîsİ'de Amr b. Meymûn, İbnİ Mes'ût'dan naklederler.

[107] Müsned 1/403, 444; Taberanî M. Kebîr 9/82, 83; Beyhakî Delâil 3/88; İbni Ebî Şeybe bunu 14/373'te, İsrail, Ebû İshâk, Ebû Ubeyde İbni Mes'ût isnadıyla verir.

[108] Beyhakî Delâi! 3/89. Yalnız bu haber mürseldir. Ebû İshâk sahabi değildir.

[109] Vakıdî Meğazî 1/91; Beyhakî Delâil 3/88, 89.

[110] Beyhakî Delâil 3/89.

[111] İbni Ebî Şeybe 11/59'da Ebû Mûaviye, A'meş-Müslim isnadıyla verir. Beyhakî Delâil 3/90. Bu haber Mürseldir. Ebû'ş-Şeyh Tarîh-i İsfahan 3/290.

[112] Buharî Megazî 64/8. hadis no 3976; Müslim 2875; Nesâî 4/169; İbni Ebî Şeybe 14/379; Müsned 1/27, 3/104, 145, 182, 220, 263, 4/29; Taberânî Kebîr 10/198; Taberânî Sagîr 2/113; Beyhakî Deiâii 3/92.

[113] Buharı Megazî 64/8 hadis no 3979; Müslim Cenaiz h. no 26; Müsned 2/31; Hâkim 2/401; İbni Ebî Şeybe (sadece İbni Ömer'in nakli 14) 277.

[114] Buharî Meğazî 64/8; Beyhakî 3/95.

[115] Tirmizî Tefsîr h. no 3080; Beyhakî Delâil 3/96.

[116] Beyhakî Delâif 3/98.

[117] İbni Hişam 2/302. Bu kıssa önceden de geçmişti.

[118] İbni Hişam 3/278; Uyumû'l Eser 1/262; Siyer-i A'lamın-Nübelaî 1/308; Beyhakî Delâil

[119] Vakidî Meğazî İ/93; Beyhakî Delâii 3/99. vs Vakidî Megazî 1/93, 94; Beyhakî Delâii 3/99.

      İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/58-94

[120] Mûsâ b. Ukbe ve Meğazî'sine dair, birinci cildin mukaddimesinde izahımız geçmişti.

[121] Beyhakî Deİâil 3/101.

[122] Parantez arasını Zehebİ atlamış biz bu kısmı Heyhakî'nin rivayetinden terceme ettik.

[123] Cılga, öz Türkçe bir kelime olap hâlâ Toroslarda canlı olarak kullanılır. Dağlarda esas yol olmayıp, yabanî hayvanların geçmesiyle veya avcıların belirlemesiyle ancak tek kişinin geçebileceği "dar yol" demektir.

[124] Suyuti bunu Dürru'l Mensûr'unda nakleder 3/204. Ancak hadisin aynına yakın ifadesi Müs­lim Cihad h. no 32'de; Müsned 2/318'de; Tirmizî 3085'te; İbni Hibban 1668 (Mevarid no) de Beyhakî Ş. Kübra 6/290'da ve İbni Abdi'l Beıfin Temhidinde 6/457 geçer.

[125] Biz bütünlüğü bozmamak için Beyhakî'nin Delâii'inden bu rivayetin tamamını verdim. M. Can. Bu rivayet için bak. Beyhakî Delâil 3/101, 119; Urve Meğazî sayfa 135, 145.

[126] Urve Meğazî 146; Beyh. Delâil 3/120.

[127] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/95-124

[128] Beyh. Delâil 3/122, 123.

[129] Beyhakî Delâil 3/123. îbni Hişam

[130] Beyhakİ Delâil 3/124

[131] Buharı Meğazî 64/10. hadis no 3986; Beyh. Delâil 3/122; Ebû Dâvûd Cihad bab 106; Müsned 4/293, 294.

[132] Hâkim Müttedrek 3/217, 218; Beyhakî Delâil 3/130, 131.

[133] Beyhakî Delâil 3/133, 134. Lakin görüldüğü gibi seneddeki San'alı Abdürrahman meçhul-dür. Zehcbî sanıyorum bunu aşağıdaki vakıdi hadisesini göz önüne alarak naklediyor.

[134] Vakıdî 1/120, 121.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/125-127

[135] Hâkim Müstedrek 2/131, 132, 221; Ebû Dâvûd 2737; Beyhakî Delâil 3/135; Beyhakî Sünen-i Kübra 6/291; Taberî 9/116; Beğavi Ş. Sünne 31/112; Taberânî Kebîr 12/129; Abdürrezzak 9483; Ebû Nûaym Hılye 7/102.

[136] Ebû Dâvud 2738; Beyhakî Delâil 3/136.

[137] Beyhakî Delâil 3/136, 204; Tirmizî Siyer 12; îbni Mace Cihad 18; Müsned 1/271.

[138] Matbu Nüshada "Li Rasûlillah" şeklinde "Rasûlüllah'a dedi. "diye yazıldıki matbuat hatasıdır. Doğrusu "Li" olmadan tercemede düzelttiğimiz gibidir. Zaten hadis kitablarmdada doğrusu böyle yazılıdır.

[139] Müslim 1763; Ebû Dâvûd 2690; Beyhakî Delâil 3/138. Bu haber öncede geçmiş idi.

[140] Tirmizî Cihad 3084 sire 1714; Müstedrek 3/22; Beyhakî Delâil 3/138, 139; Taberânî 10/177; Müsned 1/383; İbni Ebî Şeybe Musannef 14/372; Beyhakî S. Kübra 6/321; Taberî Tefsîr 10/33; Ebû Ubeyd el-Emvâl sayfa 113; Taberî Tarih 2/46, 47; Ebû Ya'la Müsned 9/ h. no 5187. Burada gerek Zehebî, gerek Beyhakî ve Taberî ile kaynakların çoğu Süheyl b. Beyzâ diye yazarlar ki bu bir kalem hatasıdır. Doğrusu bizim yazdığımız gibi "Sehİ" olup Süheyl'in kardeşidir. Her ikiside Bey2â'nın çocuklarıdır. Süheyl'e gelince O Mekke'de tbni Mes'ut'tan bile Önce İslâm olmuş ve Medine'ye göç etmiş ve Müslüman olarak Bedir har­bine katılmıştır ki bunu İbni Sa'd Tabukatmda gayet net açıklar. Sehl ise Mekke'de İslâm olmuş ama bunu gizlemişti İbni Abdül-Berr'in El-İstîab'ında (4/271) Abdullah'ın onu Mekke'de namaz kılarken göldüğünü, müşriklerin onu zorla Bedir'e getirdiğini bildirir.

Burada Sehl'in yerine Süheyl yazılışı isim meşhurluğundan olmaktadır.

Haberin ricali Sika'dır Hâkim Sahih der ve Zehebî ona katılır. Bilemiyorum neden katılır. Oysa Ebû Ubeyde İbni Mes'ûd'un oğlu isede babasından hadis dinleyemediği açık­tır. Bu yüzden Tirmizî "bu hasen bir hadistir" der.

[141] Müsned 4/283.

[142] Müsned 1/353; İbni Sa'd Tabâkat 4/12.

[143] Müsned 1/353; Hâkim 3/246; İbni Sa'd 4/12; Taberî Tarih 2/42; Taberî Tefsir 5/149; Beyhakî Delâil 3/142: Burada Abbas ile Efendimiz arasında şöyle bir konuşmaya yer ve­rir: Abbas, "benim yanımda hepimizi kurtaracak kadar fidye parası yok" deyince Nebî (s.a.v.): "Peki sen ve Ümmü Fazl'ın gömdüğünüz paralar nere gitti. Sen hanımın Ümmü Fazl'a "Ben bu yolculukta ölürsem mal çocuklarımındır" dememişmiydin" buyurunca Abbas: Vallahi Yâ Rasûlellah, ben senin Peygamber olduğunu biliyordum. Bunu benimle Ümmü FazI dışında bilen yoktu. Benden ele geçirdiğiniz altınlardan yirmisini fidyeme saysan" deyince Rasûlellah, "hayır bu bize Allah'ın senden alıp verdiği bir haktır" buyur­du. Abbas sonunda derki: "Allah bu benim fidye için verdiğim yirmi akıyye'ye karşılık İslâmi dönemde yirmi köle verdİki Allah'ın mağfireti yanında birde bunların herbirin malı vardı."

[144] İbni Sa'd Tabâkat 4/12.

[145] Beyhakî 3/143, İbni Sa'd 4/12.

[146] Beyhakî S. Kübra 6/321, 9/68; Delâil 3/139, 140; Hâkim Müstedrek 2/140; Taberî Tefsir 14/67; İbni Ebi Şeybe 14/369.

Zehcbî'nin elediği Mürsel rivayeti İbni Ebî Şeybe Musannef 14/368'de Abdürrahîm b. Süley­man -Eş'as- İbni Sîr'in isnadıyla doğrudan Ubeyde'den nakleder. Beyhaki bu hadisin Ezhere sorulduğunu onunda "Ubeyde Ali'den" diye. kesin müsned olarak naklini öne sü­rer.

[147] Taberânî Sağîr 1/146; Mec. Zevaid 6/86; Taberî 2/39.

[148] İbni Sa'd'da Tabakâtında (2/43) onun Uhut harbinde müşrik olarak öldürüldüğünü nakleder. Vakîdi'nin I/58'deki nakline göre Bedir günü Müslüman muhacirlerin sancağı Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'de müşriklerinki de kardeşi Ebû Azîz b. Umeyr'de idi. Yine Vakidî 1/308'de "bu Ebû Azîz'i Kuzman öldürdü" der.

[149] Ebû Dâvûd Cihad 2691; Beyhakî Delâil 3/140; Hâkim Müstedrek 2/125.

İbni Ebî Şeybe Musannefinde İbrahim Nehaî'den "Allah Rasûlü Bedir esirlerinden Arab ve hür olana 40 akiyye fidye aldı. Kölelerden'de yirmi akiyye aldı. Bir akiyye kırk dirhemdir" dediğini nakleder. Cilt 14/386.

[150] Beyhakî Delâil 3/140.

[151] İbni Hişam 2/271; EI-Eğanî 4/193; EI-Kamil 2/126; Beyhakî Delâil 3/140, 141. Bu haber öncede geçmişti.

[152] İbni Hişam 2/271; Beyhakî Delâil 3/141.

[153] Beyhakî Delâil 3/141.

[154] Bulıarî El-ltk 49/11; hadis no 2537; Beyhakî Sünen-i Kübrâ 6/205, 322; Beyh. Delfiil 3/i 42.

[155] İbni Ebi Şeybe Musannef 14/376; İmam Ahnıed Miisncd 1/314; Taberanî Mu'cemü'I Kebîr 11/279.

[156] Beyhakî Delâil 3/156; Tehavî MüşkilÜ'l Âsâr 1/45, 46; Buharı Tarih-i Sağîr 1/8.

Burada Hz. Zeyneb'in yanında mahremi olmadan Zeyd iie nasıl Medine'ye kadar gidebileceği akla gelebilir. Tahavî aynı yerde bunun izahını yapar ve 'O zaman henüz Zeyd, Peygam­berimizin oğulluğu sayılıyor ve "Zeyd b. Muhammed" deniyordu. Hem oğullukların evlad sayılacağı âyet inmemişti, lıemde kadınların sefere çıkmalarındaki hüküm belirlen­memişti" diyerek şüpheleri giderir.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/128-140

[157] Zehebî bu isimleri az sonra verip kısalttığını söyleyecek.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/140

[158] Buharî Mcğazî 64/9 Hadis no 3983; Müslim Fezail 2494. 2495; İbni Ebî Şeybc 14/384, 12/155: Beyhakî Delâil 3/152: Taberani 12/99; Müsned 1/79, 90, 2/109: Ebû Ya'la Miisned 4/ h. no 2265.

[159] Müsliim 2495: İbni Ebî Şeybe 14/385, 12/155; Tirmizî 3864; Müsned 3/349, 325; Hâkim 3/301; Ebû Nuaym Hılye 3/73. 3/325, Beyhakî Delâil 3/153. 4/144: Müsned 6/362; Ebû Ya'la Müsned 3/1900.

[160] Buharı Mcgazi 64/11 hadis no 3993; Beyhakî Delâil 3/151; İbni Ebî Şeybe 12/154, 14/385; Buhari T. Sağır t/25.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/140-142

[161] Meğazî-yi Urve sayfa 160.

[162] Burada Zehebî atlasa da İsmini verdiği Ziyaeddîn el-Mekdisî'nin "EI-Ahkâmü'l-Kebîr" adlı eserindeki alfabetik sıraya göre Bedr'e katılan Müslümanların adını vermeyi uygun görü­yoruz.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/142-144

[163] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/142-151

[164] Bunların bir kısmı yukarda geçti. Arab adeti gereği bazen künye isimden daha meşhur oluyor, M. Can (mütercim)

[165] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/151

 

[166] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/151-152

[167] Ebû Musa el-Eşarî ve Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor: (Lafız İbni Mes'ûd'undur): Nebî (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Yahudilerden bir kısım insanların Aşura gününe çok değer verip o gün oruç tuttuklarına şahit oldu. Bunun sebebi sorulunca "Bu gün de Allah Musa ve İsrailoğullarına Fir'avna karşı zafer verdi. Biz onu ta'zim ile o günü oruçla geçiririz" dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) de:

"Biz   Musa'ya   sizden   daha   layikız"   buyurup

Müslümanlara o günlerde oruç tutmayı emretti. Bak Buharı Savm 30/69; Menâkibu'l Ensar 63/52 hadis no 3942, 3943; İbni Mâce 1734; Humeydi Müsned 515; Beyhakî Sünen-i Kübrâ 4/286; Müslim 795; Ebû Dâvûd 2444; İbni Abdi'l Berr Temhîd 7/209; Buharî Tefsîr 65/ Taha bab 2 hadis no 4737; Taberi Tarih 2/18'de ikinci yıl olaylarını anlatırken yukardaki hadiseyi anlatır ve "Ramazan orucu farz edilince Efendimiz artık âşura orucunu emretmediği gibi yasaklamadıda" der.

Buharî Savm bab 69'da Hz. Âişe (r.a.)'den şöyle nakleder: Aşura gününde cahilîye döne­minde Kureyşlilerde oruç tutardı. Peygamber (s.a.v.) de tutardı. Medine'ye hizmet ettiğin­de hem kendi tuttu hemde tutulmasını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca onu tutmayı terk etti. Artık dileyen tutsun dileyen tutmasın.

Buhari aynı yerde Muâviye (r.a.)'nin hac ettiği yıl hutbe de: "Ey Medine halkı! Âlimleri­niz nerede? Ben Rasûlüllah (s.a.v.)'in işte bu gün Aşura günüdür. O gün size oruç tutmak farz değildir. Halbuki ben orucum, ar­tık dileyen tutsun dileyen bıraksın" dediğini duydum." diye söylediğini nakleder.

[168] Taberî 2/18; Tarih-i Halife sayfa 56.

[169] Beyh. Delâil 7/284; Buharî Nikah 67/38, 39, 59.

[170] Buharı Humus bab 16; Meğazî bab 12; Müsned 4/80; Abdürrezzak 9400; Tabcrânî 2/118-EbûDâvûdCihadbabl20.

[171] Îstircâ' Duası: Hammad b. Seleme anlatıyor: Bize Sabit nakletti ki, ona Mina'da İbni

Ömer b. Ebî Seleme Babası Ömer'den, O da annesi Ümmü Scleme'den. O da Ebû Seleme'dcn şöyle dediğini nakletti: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Sizden birinizin başına bir bela gelince hemen "İnnü Hllâhi ve innâ ileyhi raciûn. İndcke ihtesebtü musîybetî ve ccirnî fihâ ve ebclilnî mâ hüve hayrun minlıâ (şüphesiz biz Allah'a ait bulunuyor ve kesinliklede onu döndürüleceğiz. Yâ Rabbî bu belanın sevabını senin katında ümid ediyorum. Bundan dolayı bana mükafatımı ver ve beni bundan daha hayırlı bir duruma tebdil et)" desin.

Bak. Müsned 6/309, 313, 321, 317; Tirmizî 3511; Daramı 1/40; Hâkim 4/16; İbni Sa'd Tabâkat 8/62; İbni Hibbân (Mevarid) 2369; İbnü Abdi'l Ber Temhîd 3/183; Ebû Ya'lâ Müsned 12/6907; Ebû Dâvûd 3119; Müslim Cenaze 918/3, 4, 5; İbni Mâce 1598; Abdürrezzâk 10644; Muvatta Cenaiz 42; Hadis'in sonunda Ümmü Seleme ile Efendimizin İzdivaç kıssası anlatılır.

[172] Meselâ bak El-İstiâb 6/271; Üsdü'İ-Ğâbe 3/294; Mizzî Tahzîbü'l-Kemâl 1609; Tchzîbü'i Esma vel-Luğât 2/240; Zehebî Siyeri a'lâmı'n Nübelâ 1/150: Nesebi Kureyş 337; Müsned-i İmam Ahmed 4/27. Lakin Zehebî Siyer'de "Orta yaşta (30-50) iken hicrî üçüncü yılda öldü" diye belirtip ihtilafın "dördüncü yılda Öldü" denilmesine işaret eder.

[173] Tarih-i Halife.

[174] Bu bölüm sadece Haydurabad nüshasında var. Dr. Tcdmurî bunun yıl için tekrar yazılabileceğini bence nasih'in hatasıdır. Zira Zehebî Uzamasın diye Bedir gazilerini bile lam yaz­mıyor, neden kâfirlerin adlarını tekrar tekrar yazacak olsun.

[175] Bu bölümü biz biraz kısaltarak naklettik.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/153-156

[176] Zikr kelimesi anmak anlamında ise de burada rahmetin Zekeriyya (a.s.)'ya ulaşması kasdediliyor. Bak. Alıısî, Rûhu'l Mcânî 16/58.

[177] İbni Hişam Sîre 1/364; Beyhakî Delâil 2/72, 74, 301; Ebû Nüaym Delâil 1/247; İbni İshak es-Siyer ve'l-Meğazî s. 124 fıkra no 281; Urve b. Zübeyr Meğazî sayfa 113; İmanı Ahmed Müsned 5/290, 292; îbni Sa'd Tabâkat 1/207; Üyûnü't-Târîh 1/72, 74.

[178] Burada bir yanlışlık olsa gerek. Zîra Zehebî hadisi tahric edeni "Dal" harfi İle işaretler. "Dal" bu Ebû Dâvûd demektir ki Ebû Dâvûd'da böyle bir haber yok. Bu şekil Ibnî İshâk ve Beyhakî'nİndir. Belkide el yazısı rumuzundaki KAF o zaman noktasız olduğu için DEL harfi ile karışmış olur. Zira aynı Haberi İbni İshâk Zührî'den veriyor. Bak. Beyh. Delâil 2/301.

[179] Bak Beyhakî Delâil 2/286; Ebû Nüaym Delâil 1/253.

[180] Bu rivayet zayıftır. Haberin iki illeti var. Birisi haber İbnü Lehî'a rivayetidir. O, kitabları yazdıktan sonra aklı bozulmuş ve rivayetleri karıştırmış biridir. İkincisi haber Urve'de son bulur. Urve tabiinden olunca haber Mürsel'dir. Bak. Ebû Nüaym Delâil 1/243 hadis no 193.

[181] İbni İshâk Sîre s. 216; İbni Hişam 1/362; EbÛ Nüaym Delâİl 1/83; Beyhakî Delfiil 2/304; Nihayetû'l İrab 16/250.

[182] İbni Hişam 1/366: İbni İshâk 217; Bey. Delâil 2/76; Ebû Nüatm Delâil 1/83; Urve Meğazî sayfa 219.

[183] İbni Hişam Sîre 1/266; Ravdu'l Ünf 3/94.

[184] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/157-168

[185] İbni Adiy. El-Kâmil fı'z-Zuafâ 6/2156; İbni Hişam 4/283; îbni Teymiye Es-Sarîm-el-Meslül s. 95; İbni Sa'd 2/27, 28; Vakıdî Meğazî 1/172; El-Muntazam 3/135; Hatib, Tarih'i Bağdâd 13/99; El-Ilelü'I-Mütenahiyeh 1/180 h. no 279.

Zehebî hadiseyi Vakıdî'den ta'lil etmeden verirsede çok kısaltır: Vakidî hadiseyi "Mervan kızı Asmâ'nın öldürülme seriyyesİ" başlığıyla şöyle verir:

- Bana Abdullah b. el-Hâris, babasından şöyle haber verdi: Ümeyye b. Zeyd oğullarından Mervan kızı Asma', Yezîd b. Zeyd b. Hısn el-Hatmî'nin karısı olup, Peygamber (s.a.v.)'e eziyet edecek şeyler yapar, İslâm dinini lekelemeye ve Peygambere düşmanlığa teşvik e-der ve bunları şiirle dile getirirdi. Pir şiirinde Efendimiz hakaret ve düşmanlığa teşvikle: "Biz Malik, Nebit Avf ve Hazrec oğullarının kıçları. Size ne olduda sizden olmayan ğarib birine (Muhammed'e) İtaat ettiniz. O ne Murad ne de Mezhiç oğuîiarındandir. Liderlerin öldürülmesinden sonra pişmiş çorba uma gibi onun liderliğini mi beklersiniz" demişti.

Kadının bu sözü Umeyr b. Adiy'ye ulaşınca: "Allah'ım, Peygamber {s.a.v.)'i Bedir Medine'ye sağ salim geri getirirsen bu kadını öldürmek bana farz olsun" dedi. Efendimiz o sıra Bedir harbindeydi. Efendimiz gelince Umeyr bir gece yarısı bu kadının evine girdi.i Kadın etrafında çocuklarıyla birlikte uykudaydı. Bir tanesi de kucağında anasını emiyor­du. Eliyle yoklayınca çocuk onu emdiğini gördü ve bebeği çekip öte tarafa aldı ve kılıcını kadının göğsüne saplayıp dalından çıkardı. Sonra gidip sabah namazını Medine'de Pey­gamberle birlikte kıldı. Peygamber Namazını bitirip dönünce Umeyre bakıp "Mervan kı­zını öldürdün mü?" dedi. "Babam sana feda olsun evet" dedi. Umeyr öldürme olayının Peygambere atılacağı korkusu geçirdi ve "Bundan dolayı benim üzerimde birşey var mı? Yâ Rasûlellah" deyince Nebî (s.a.v.):

Bu hususda iki keçi toslaşnıaz ki" buyurdu. Umeyr derki. Bu söz arap dilinde ilk defa deyim olarak Nebî (s.a.v.) etrafındakilere bakıp: "Allah ve Rasûlüne ğaiben yardımcı olan birine bakmak hoşunuza giderse Umeyr'e bakın" dedi. Ömer'de "Allah'a bu derece şiddelİ kulluk eden şu a'ma ya bakın" deyince Nebî (s.a.v.): Ona a'mâ deme! Zîra o basiretli biridir" buyurdu. Umeyr Nebî (s.a.v.)'nin yanından evine dönerken kadını defnediyorlardı. Onun Medıneden geldiğimi görünce "Yâ Umeyr, bunu senmi öldürdün?" dediler. Umeyr "Evet. Haydi bütün hilelerinizi hazırlayıp elinizden ge­leni yapın. Nefsim elinde olan zata yemin olsun, sizde bu kadının dediklerini derseniz size şu kılıcımla ölüp, öldürene kadar saldırırım" dedi. İşte İslâm o günden sonra Hatme oğul­ları arasında yayılma imkânı buldu.

Bu hadisi, İbni Adiy, Hatib ve İbnü'l Cevzî Muhammed b. Haccac el-Lahmî Mücalid -Şa'bî- İbni Abbas (r.a.) şeklinde verirler. Orada bu şahıs belli değildir. Vahidi ise görüldü­ğü gibi Abdullah b. et-Haris -babası diyerek verir. Adamın adı orada "Umeyr b. Adiy'dir.

Vakîdi'nin bu senedi kesiktir. Diğer rivayetlerdeki hadisin medarı hep Muhammed b. Haccâc el-Lahmî olup bütün âlimler yalancılığında İttifak etmişlerdir. Zaten İbni Adiy ve İbnü'l Cevzî bunu açıkça belirtirler. Bu Muhammed b. Abdiliah aynı zamanda "Cevdet Paşa'nın İslâm tarihinde de güzel bir ifadeyle terceme ettiği Kus b. Saîde kıssasını da bu­radaki isnadla uyduran kimsedir. İbni Hişam Sîre'de buna Abdullah b. el-Hâris -babasınıda Haris b. Füdayl diye verip aynen Vakîdi'nin rivayetini nakleder. Hârİs b. Fidayl'a Yahya b. Maîn Sika der (bah. Razî Cerh ve Ta'dil 3/94) Oğlu olan İbni İshâk ve Vakidî'nin şeyhi olan Abdullah'ta yine Yahya b. Maîn tarafından sika sayılıyor. Buharî Tarihi Kebirinde her ikisinide alıp "Medİneli" der, o kadar, ne cerh ne ta'dİl yapar. Bu du­rumda bunların bu hadisi kimden aldığı belli değildir, öbür rivayetteki Muhammed b. Haccac el-Lahmî'nin "yalancı ve hadis uydurucu" olduğunda bütün kaynaklar İttifak ha­lindedir. Hem bu Efendimize izafe edilen "Bu hususta iki keçi toslaşmaz" ifadesi bizdeki "bir ipte iki cambaz oynamaz" türünden edebî bir darb-ı meseldir. Meydanî onu bu meyanda zikreder cilt 2/255.

Hülâsa edersek Zehebî'nin hadiseyi kısaltması anlaşılır. Zîra bu kati olayını Umeyr (r.a.)'ın yaptığı sabit isede bu işin hikaye tarafı, hele Efendimizin bu İşi emreder gibi oluşu kesinlikle uydurmadır. Zîra İbni Ömer Buharî'deki hadisinde derki: Meğazî'nin birinde bir kadın ölü bulununca Efendimiz (s.a.v.) kadın ve çocukların Öldürülmesini yasakladı" der. Buharî Cihad ve siyer 56/147, 148; Beyhakî S. Kübra 9/77; Müslim Cihad 25, 26; Ebû Dâvûd Cihad 111; Tirmizî Siyer 19; İbni Mace Cihad 30; Daramı Sîyer 24; Tahavî Ş. M. Asar 3/222.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/168-169

[186] ibni Hişam 2/5; ibni Sa'd Tabûkat 2/31; Vakıdi Megazîl/182 B^h. Delâil 3/163; Tarih-i Halife s. 58; EI-Kamil fıttârih 2/139; Nihayetti1! İnab 17/71; Ensabul Eşraf 1/310.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/170-171

[187] Vakıdî 1/174, 175; îbni Hişam 4/282; İbni Sa'd 2/28; Ensâbü'l-Eşraf 1/373. Biz kıssayı Vakİdî'ye göre terceme ettik.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/171-172

[188] Beyhakî Delâil 3/164; Ed-Dürer Sayfa 139, 140; Vakıdî 1/182; Taberî 2/83; Ensâbü'l Eşraf 1/147. İbni Hazm Sîra 152; Tarih-i Halife 59; İbni Sa'd Tabakat 2/30. Urve Meğazî sayfa 161.

[189] Beyhakî Delâil 3/165.

[190] İbni Hişam 3/6; Tarih-i Halife s. 59; İbni Sa'd 2/30; Beyhakî Delail 3/166; Vakıdî 1/181; Ensâbü'l Eşrâf 10/310; El-Kfimil Fit-Tarih 2/139; Urve Meğazî 161; Ed-Dürer sayfa 147; El-Muhabber 111; El-Bed'ü Vet-Tarih 4/196; Taberi 2/50.

[191] Burada "deki" İfadesi tbni tshâk'ın sözü gibi isede o söz "Derimki" olması gerekirdi. Zira o söz kaynaklarda olmayan, bîr ifade olup Allah bilir ya Zehebî'nin kendi sözüdür.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/173-175

[192] Beyhakî Delâii 3/159; Camîû Mesânîd-i Ebî Hanîfe 2/122; Hâkim 3/106; Beğavî Slinne 14/197

Buradaki bilgiye Zehebî sadece işaret ettiği için biz bunu kaynaklardan ikmal ettik.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/175-176

[193] Beyhakî Deiâil 3/160; İbni Sa'd (daha kısa) 8/20; Beyh. Süneni Kübra 7/235.

[194] Ebu Dâvûd Nikah, 2125; Nesâî 6/129; Beyhakî Ş. Kübrâ 7/252, 10/269; Beyhakî Deiâil 3/161; İbni Sa'd 8620.

[195] Müsned 1/14; Beyhakî Deiâil 3/16İ.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/176-177

[196] El-İsabe 2/34 no 314; Zehebî Tecrîd 2269.

[197] Zehebî Tecrid-i Esmâisi Sahabe terceme no 1686; El-îsâbe 1/456 no 2249

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/179

[198] Tarilı-i Halîfe s. 65. Bu konu Siyer bahsinde geçmiştir.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/179

[199] İbni Hişam 3/8; Vakidî Meğazi 1/193; Tarih-i Halife 65; Taberî Tarih 2/52; Beyhakî Delâil 3/165; İbni 3/165; İbni Sa’d 2/34; El-Muhabber 112.

Zü Emer Feyd yolundan Medine'ye üç konak mesafede Nahil köyünde bir vadi adıdır. Vefâü! Vefa 2/249; Mücemü'l Büldan'da "Ğatafan diyarında" dev.!/252.

[200] Meğazî 1/193.

[201] Parantez arası Vakıdî'nin Meğazî'sindendir.

[202] Vakıdî Meğazî 1/194, 196; Beyhakî Delâil 3/168. Ancak Vakıdî Zatü'r-Rık'a Ğazvesi'nde de buna benzer bir olay anlatır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/180-182

[203] İbni Hişâm'da yukardaki geçen söz İbni Hişâm'a ait, bu söz ise İbni İshâk'a ait görünüyor. Beyhakî'nin rivayeti de bunu doğruluyor. İstinsah hatası olsa gerek.

[204] İbni Hişâm 3/8; Beyhakî Delâil 3/172; Vakidî Meğazî 1/196; Tarih-i Halîfe 65, 66; Taberî 2/52; İbni Sa'd Tabûkat 2/34; EI-Muhabber El-Kamil fitTarih 2/146. .

[205] Vakidî 1/196; Tarih-i Halîfe 65, 66; Beyhakî Delâil 3/172.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/183

[206] İbni Hişâm 3/9, 10, 11; İbni Sa'd Tabâkat 2/36; Taberî Tarih 2/48, 49; Beyhakî Delâil 3/173; Uyûnü'I-Eser 1/304; Uyûnüt-Tarih 1/151; Vakıdî Meğazî 1/176, 180.

[207] Vakıdî Meğazî 1/179, 180; Zehebî İhtisar ettiği için biz Vakıdî'nin orjinaline göre terceme ettik.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/184-190

[208] Bu husus için bak. İbni Sa'd Tabâkat 2/57; Bakıdî Meğazî 1/363, 383; Bulıarî Meğazî 64/14; Beyhakî 3/176, 186; Taberî 2/83, 85; El-Kâmil fıt-Tarih 2/173; El-Muhabber 113; Ensâbü'l-Eşraf 1/339.

[209] İbni Hişam 3/143, 147; Beyhakî Deİâil 3/176, 186.

[210] Beyhakî Delâil 3/176. Zehebî'nİn bu ifadesi Beyhakî'ye ait olup Beyhakî rivayeti de verir.

[211] Buharî Meğazî 64/14. Buharî'de şu ilave vardır: Kureyza harbe kalkınca Müslümanlar onların erkeklerini öldürdüler, kadınlarını, çocuklarını ve mallarını taksim ettiler. Sadece onlardan bir kısmı Nebî (s.a.v.)'ye sığındılar, sonra iman edip Müslüman oldular. Medine yahudilerinin hepsi sürüldü Benî Harise yahudileri, diğer Medine yahudilerinin hepsi sü­rüldü. Kaynuka Abdullah b. Selam (r.a.)'ın kabilesi idi.

[212] Ebû Dâvûd, Haraç ve'l-İmara h.no 3004; Abdürrezzak Musannef 9734; Beyhakî Sünen-i Kübra 9/232; Beyhakî Delâil 3/178.

[213] Beyhakî Delâil 3/180, 183; Meğazî Urve 164, 167; Ya'kûbî Tarih 1/49; Uyûnü'l Eser 2/48; İbni Sa'd Tabâkat 2/57.

[214] Buharî Meğazî 64/14; Cihâd ves-Siyer 56/154. h. no 3021; Tefsîr-i Sureti'l Haşr h. no 4884. Müslim Cihad 1746; İbni Sa'd Tabakad 2/58; Beyhakî Delâil 9/184.

[215] Buharî Cilıâd ves-Stre 56/80, Tefsir Haşr Sûresi 65/59 (3); Buharî bu haberi Meğazî 64/14'te gayet uzun anlatır. Müslim Cihad 1756, 1757; Nesaî Feybab 8; Müsned 1/25. 48, 60; İbni Sa'd 2/58; Beyhakî Delâil 3/180.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/191-200

[216] Karad Seferi için bak. İbni Hişâm 2/11; El-Kâmil 2/145; İbni Sa'd Tabakat 2/36; Taberî Tarih 2/54; Vakıdî Meğazî 1/197; El-İktifa 2/81; İbni İshâk Sîre 296.

[217] İbni Hişâm 3/11, 12; Taberî 2/52; Vakîdî derki: Zeyd (r.a.)'in ilk gazvesi bu idi. Hicretin 27'ci ayı olan Cemadiye'l ahirin sonu idi. Vakidî orada ki malın mikdannı ve taksimini de anlatır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/200-201

[218] Zehebî kısalttığı için Vakidî'den nakletmeyi daha uygun gördüm. Vakidî Meğazî 1/182: İbni Sa'd2/31.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/202-203

[219] İbni İshâk Sîre Sayfa 297; Buhari Meğazî 64/15; İbni Hişâm 3/12; İbni Sa'd Tabakât 2/31; Beyhakî DelâiJ 3/186; Vakidî Meğazî 1/184; Taberi Tarih 2/52; İbnî Habib el-Muhabber s. 282; İbnü'l Cevzî el-Muntazam 3/158; Ed-Düner s. 142; İbnİ Haznı Sîre İ54; Üyû'nü'I Eser 1/356; Urve Meğazî 362; Ensâbü'l Eşraf 1/384; EJ-Kamil 2/Î43: Müslim Çihad 121; Uyûnü't-Tarih 1/148; El-Eğânî 19/106; Ebû DâvÛd 2768; Tahavî Müşküü'l Asar 1/76; Hâkim 3/434; Beyhakî Sünen-i Kubra 7/40,9/81.

[220] Zehebî bu kısmı Beyhakî'nin İbnİ İshak hadisine göre verir. İbni İshâk'ta ise "Bana Abdullah b. eî-Muğîs b. Ebî Bürde ez-Zaferî, Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm, Asım b. Amr b. Katade ve Sâiih b. Ebî Ümâme b. Sehl haber verdiler, her biri hadîsin bir kısmını nakletti" seklinde verir.

[221] Metinde şiirler eksik. Biz İbnİ Hişâm ve Beyhakî'ye göre naklettik.

[222] İbni İshâk es-Sîre Sayfa 297. Fıkra no 501; İbni Hişâm 3/13, 14; Beyhakî Delâil 3/189, 190; Taberî Tarih 2/52, 53.

[223] Urve Meğazî 162; Beyhakî Delâil 3/190; 191; İbnü Abdi'l Ber, Dürer 143.

[224] İbnü Adİy el-Kâmil fiz-Zuafâ' 6/Sayfa 2283. Burada Zehebî nasıl bu ifadeyi kullanıyor, bilemiyorum. Zîra Zehebî Mizanü'I İ'tidâl'İnde 8349 no ile verdiği "Muhammed b. Yunus el-Bağdâdi el-Muharramî" tercemesinde; "İbni Asâkİr En-Nebel'de Müslim ondan hadis rivayet etti diyor. Ama ben Müslim'de böyle bir isim göremedim, belki de "sahih"inin dı­şındaki hadislerde geçmiş olabiliyor" der. Gerçekten de İbnü Mencereyh'İn "Ricâl-i Sa-hîlı-i Müslim" inde böyle bir isim yoktur.

[225] BeyhakîDeiâil3/193, 194r

[226] Beyhakî Delâil 3/194, 195; Zehebî hadisi burada kesiyor. Zîra bir sonraki rivayetle aynıdır.

[227] Buharı 64/16; Urve Megazî 163; Beyhakî Delâil 3/193, 196. H. no 4037; Müslim Cihad ve's-Sîre 1801; Ebû Dâvûd 2768.

[228] Ebû Dâvûd Kitâbü'l Haraç ve'İ İmâra h. no 300; İbni Sa'd Tabûkat 2/33; Beyhakî Delâil 3/198,

[229] Beyhakî Delâil 3/199.

[230] İbni Hişâm 3/17; Beyhakî Delâil 3/200; Müsned 1/266; Hâkim, Müstedrek 2/9; Taberânî 11/221 ;Taberi Tarih 2/53.

[231] İbni Hişâm 3/16; Taberî Tarih 2/53; Vakidî Megazî 1/184; Uyûnü'l Eser 1/299, 300.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/204-214

[232] İbni Hişâm 3/19; Beyhakî Delâil 3/200; Taberî Tarih 2/; Vakidî Meğazî 1/191, 192; Taberî Tarih 2/54; El-Muhabber 121; El-Kâmil tlt-Târih 2/144; Uyûnü'l Eser 1/301; İbni Sa'd 2/1/22. Hadis için bak Ebû Dâvûd 3002. Kaynaklar çok gibi görünse bile bu hadis kana-timce İbni İshâk'ın infirad ettiği, diğer kaynaklara sadece onun rivayeti olarak geçen bir haberdir. İbni İshâk bu haberini (bana Zeyd b. Sâbit'in bir kölesi haber verdi. Ona da Muhayyısa'nın kızı nakletmiş) diye verir. Öbür rivayetinde de (bana Sevr b. Zeyd ed-Diylî anlattı dğr.) Bir kere Zeyd b. Sabİt'İn kölesi meçhul. Olsaydı da İbni İshâk ona yetişe­mezdi. Muhayyısa'nın kızı kimdir? İkinci rivayetteki Sevr b. Zeyd ed-Diylî için Zehebî Malik'in şeyhi oiup sikadır" dersede Beyhakî ona, "Meçhul" diyor. Vakidî'nin aynı hadi­seyi nakli ise sadece "dediler ki" şeklinde daha da karma karışık, meçhul üstüne meçhul bir ifade olup üst habere asia destek olamaz bir haldedir.

Allah daha iyi bilir.

[233] Üst kaynak.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/215-216

[234] Tarîh-i Halîfe s. 66.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/216

[235] İbni İshâk Sîre s. 240; Tarih-i Halîfe s. 66.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/216

[236] Tarih-i Halîfe s. 66.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/216

[237] Uhut harbi için bak: Buharı Meğazî 64/16, 18; Müslim 1381, 2270; Vakıdî Meğazî 1/197; İbni Sa'd Tabâkat 2/36. 

[238] BeyhakîDelâil3/20t.

[239] Tarİh-i Halîfe s. 67; Beyhakî Delâil 3/202.

[240] Burada Beyhakî İmam Ahmed b. Hanbel tankıyla Mûsâ b. Davud'un; "ben Enes b. Malik'i "Bedir harbi, Nebî (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden bir buçuk yıl sonra, Uhut'da Bedir'den bir sene sonra yapıldı" derken duyduğunu" nakleder. İbnİ Vehb aynı kıssayı İmam Malik'ten daha uzun olarak rivayet eder.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/217

[241] Buharı Meğazî 26T hadis no 4081, Babü-alâmatin-nübüvve, Ta'bİr, Babü îsâ raâ bakaran tünharu, Ru'ya, Babü Ru'ya en-Nebiyyi. Müslim Ru'ya, 2270; Beyhakî Delâit 3/204. İbni Mace. Ta'bîrir-ru'yâ, Babü (a'birir-ru'yâ. Daramî 2/29; Vakıdî Meğazî 1/209.

[242] İbni Sa'd Tabakat 2/38; Taberi Tarih 2/12; Vakidî 1/209 ve 214; İmam Ahmed Müsned 1/271; Beyhakî Delâil 3/205; Beyhakî burada, Hammad b. Seleme'nin Aİi b. Zcyd b. Cûd'ân yoluyla Enes (r.a.]'len yaptığı bu koç ile İlgili rüya hadisini nakleder. Bu rivayette "kılıcının ağzının kütefmesini ailesinden bir yiğid kişi, Hamza'nin öldürülüşü olarak yor­duğu" yer alıyor. Bu rivayeti aynı zamanda İmam Ahmed 3/267; tbnî Ebî Şeybe 11/69 ile Hâkim ve Taberanî de naklederlerse de ravi Ali b. Zeyd b. Cüd'an zayıftır. Ancak diğer raviler sikadır. Vahidi bu hadiseyi, Ukbe -Saİd- isnadıyia İbni Abbas (r.a.)'tan, Muhammed b. Salih - Asım b. Ömer b. Katade isnadiyla Mahmud b. Gaylan'dan ve Muhammed b. Abdillah -Zührî- Urve isnadıyta Misver b. Muhrame (r.a.)'den nakleder. İbni Abbas rivayetinde "Ailemden birinin öldürülmesiyle yorumladım" ifadesi vardır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/217-219

[243] Beyhakî Delâil 3/220; Taberî Tarih 2/12 (Tab. Darûl-Kalem) İbni Sa'd Tabakat'ta 2/39 bunu daha teferruatlı anlatır.

[244] Urve Meğazî, Sayfa 169; Taberî tarih (Darü'l kalem) 2/12; Beyhakî Delâil 3/222; Taberî Tefsir 7/424 (Darûl meâvit).

[245] Buharî Megazî 64/18. h. no 4051. Tefsir-i Â!-i İmran 8; Müslim 2505; Beyhakî Delâil 3/221.

[246] Buharı Megazî 64/17. H. no 4050. Tefsîr. Âl-i İmran Sûresi. Müslim Hac 1381; İbni Ebî Şeybe 14/406; Müsned 5/184, 187, 188: Taberî Tefsir 5/121; Tirmizî 3028; Beyhakî Delâil 3/222.

[247] Beyhakî Delâil 3/222; Taberî Tefsir 7/424.

[248] İbni Hişâm Sîre 3/3, İ0; İbni İshâk Sîre Sayfa 322; Beyhakî Delâü 3/224.

Zeuebî buraları kısaltarak gider. tbnİ İshâk rivayetinin devamı özetle şöyledir:

- Kureyşlilerle beraber, erkeklerinin öfkesini artırmak ve harpten kaçmalarına engel olmak için kadınlarda yola çıktı. "Ebû Süfyan, Hind bn. Utbe ile, İkrime, Ümmü Hakîm ile, Ha­ris b. Hişâm. Fatıma bn. Velîd ile, Safvan, Berra ile, Amr b. el-As, Rikka ile, Talha b. Ebû Talha, Selâfe bn. Sa'd ile, yola çıktı.

Hind yolda vahşîye her rastlayışında, onu Hamzayı öldürmeye teşvik ederek "Yâ Ebâ Deseme! Şifa ol, şifa dağıt" derdi."

Böylece Kureyş müşrikleri yola çıkarak Sebha vadisinin Medine tarafındaki başı olan ve Ya'neyn denen yere kadar gelip konakladılar.

Rasûlüllah onların geldiğini işidince: "Ben rüyamda bir öküz gördüm, onu hayra yordum. Kılıcımın ucunda bir gedik gördüm. Ve elimi muhkem bir zırhın İçine soktuğumu görüp bu zırhı Medine olarak yorumladım buyurdu.

[249] İbni İshâk Essiyar ve'l Meğazî Sayfa 323; İbni Hişâm Sire 3/148; Vakıdî Meğazî 1/201.

[250] İbni Ebt Şeybe Musannel'inde 12/394 bu hadisi şöyle verir:  

"Biz müşriklere karşı müşriklerden yardım istemeyiz." Aynı harbi İbnİ

Sa'd 2/36 Ebûş-Şeyh Tarih-i İsfahan 2/272, Yine İbni Ebî Şeybe 14/394'te nakleder; Va-kidîMeğazî 1/216.

[251] İbni îshâk Siyer ve'l Meğazî 325; Taberî Tarih 2/13.

[252] Taberî Tarih 2/13; Beyhakî Deiâil 3/227. Beyhakrnin Musa b. Ukbe rivayetinde bu kısım

şu şekildedir:

"Ey okçular! Biz harp safımızı aldıktan sonra, müşrik atlarının hareket ettiği­ni ve Allah düşmanlarının yenildiğini görseniz bile sakın bulunduğunuz yeri terketmeyin! Ben hiç birinizin yerini terketmemen izi emrediyorum. Siz müşrik sü­varilerine engel olun, bu bana yeter" Beyhakî Deiâil 3/209.

[253] İbni Hİşâm 3/150; îbni İslıâk 325; Taberî 2/13. Zehebi kıssayı kendi tasarrufu İle naklediyor.

[254] Müslim, Fazailû-s-Sahâbe h. no, 2470; İbni Ebî Şeybe 14/398; Beyhakî Deiâil 3/232; İbni Sa'd 3/556; Müsned 3/123; Hâkim 3/230; İbni Ebî Şeybe 12/206, 14/401; Taberanî 19; Taberî 2/

[255] İbni Hişâm 3/150; Beyhakî Deiâil 3/234.

[256] İbni İshâk Siyer s. 327; Taberî Tarih 2/15; İbni Sa'd Tabakat (sadece şiir) 2/40; Beyhakî Delâil 3/233; İbni Hişâm Sîre 3/151; Ravdu'l Ürf 3/161; UyÛnü'l Eser 2/25; Vakidî Meğazî 1/225.

Bu vecez lyad kavminden Tank b. Beyaz'a kızı Hind'e ait olup İranlılarla yapılan bir harpte söylemiş. Bu yüzden "biz Tarık kızlarıyız" denmektedir.

[257] îbni Hişam 3/152; Taberî Tarih 2/16; Beyhakî Delâil 3/233, 234.

[258] İbni Hişâm 3/151; Beyhakî Delâil 3/227, 431. Hadisin son bölümü için bak. Buharı C. 4 sayfa 33, 70. C. 5/27, 142> Tirmizî 3744; Müsned 1/89, 102 3/345; İbni Ebî Âsim Sünne 2/6*0; Müsned 3/314, 345; Beyhakî Sünen-i Kübra 6/368, 9/148; Hâkim Müstedrek 3/362; Ebû Nûaym Hılye 4/186; Taberâni Kebîr 1/83; Humeydî Müsned 1231; İbni Sa'd 2/251,3/105.

[259] Buharı Meğazi 65. Hadis no 3986 ve 4561; Ebû Dâvûd Cihad 2662; Beyhakî Delâil 3/229; Müsned 4/293, 1/463; Said b. Mansûr 2853; İbni Ebî Şeybe 14/402; Taberi 4/69, 5/169; Ebû Nûaym Hıiye 1/39; İbni Sa'd 2.

[260] Zelıebî nedense Vakıdî'nin ismini vermek istemez. Bu ismi veren ve kıssayı aynı şekilde nakleden odur. Bak Meğazî 1/241.

[261] Ibni Hişâm 3/157; Vakidî 1/241; Beyhakî Delâil 3/234.

[262] İbni Hişâm Sîre 3/157; İbni İshâk Siyer ve'1-Meğazî 328; Beyhakî Delâil 3/234.

[263] Müslim, Cihad ves-Siyer, hadis no 1789; İbni Ebî Şeybe 14/399; Müsned 3/286; Beyhakî Sünen-i Kübra 9/44; Beyhakî Delâil 3/234; Müsned 1/463.

[264] Buharî Meğazî 64/18. h. no 4060; Fezailü-s-sahabe 62/14; Müslim Fezailü-s-sahabe h. No 24İ4; Beyhakî Delâil 3/235.

[265] Buharî Meğazî 64/18. h. no 4063; Fazâil-üs-Sahâbe 62/14 h. no 3724; Beyhakî Delâil 3/236.

[266] Nesâî 6/29. 30; Beyhakî Delâil 3/236; İbni Sünnî 663; İbni Kesir CamiO'! Mesânîd 2/325, 813.

[267] Buharı Meğazî 64/18 ve Menakıbü'l Ensar 63/18. H. no 3811; Müslim Cihad 32/47. Hadis no 136; Beyhakî Delâil 3/241.

[268] İbni İshâk Meğazî s. 329; İbni Hişâm 3/157; Taberî Tarih 2/18; Beyhakî Delâil 3/238.

[269] Beyhakî Delâil'de (3/206) "diyenleri" yerine "güçlerinin yettiklerini" diye alır.

[270] Beyhakî Musa b. Ukbe rivayetini 3/206, 219 sayfaları arasında baştan sona nakleder. Ibni Abdü'l Berr'de "Ed-Dürer" adlı eserinde (sayfa 145, 153) kısaltarak nakleder.

[271] Zehebî burayı bir kaç satırla geçtiği için biz hadiseyi Beyhakrnİn rivayetiyle Musa b. Ukbe'nin ağzından naklediyoruz.

[272] İbni İshâk Es-Siyer ve'l-Meğazî'sinde Mus'abi öldüren kişiyi İbnİ Kaime olarak alır. s. 331.

[273] Beyhakî Delâil 3/206, 212; İbni İshâk Meğazî 330; İbni Hişâm Sîre 3/166.

[274] Beyhakî Delâil 3/228; Taberî Tarih 2/17. Burada yanlışlıkla ^»JUl yerine &M»\ yazılmış. Tashih Taberî ve Beyhakî'den yapılmıştır. M. Can.

[275] Beyhakî Delâil 3/228.

[276] Beyhakî Delâil 3/228, 229; Semerkandî Bahru'I-UIÛm 2/182.

[277] Buharî Meğazî 64-18 ve Eyman ven-Nüzûr 83/15; Beyhakî Delâil 3/230.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/219-245

[278] Beyhakî Delâil (her iki rivayet) 3/243.

[279] Bu kısım İbni İshâk'jn rivayetinden İlavedir.

[280] Buharî Meğazî 64/23. H. no: 4072; Beyhakî Delâii 3/242; İmam Ahmed Müsned 3/501.

[281] Buharî h. no 4072; Müsned 3/501; Beyhakî Delâii 3/243; Vakıdî Meğazî 1/285, 287.

Bu cariyenin "Emîri'l mü'minîn" dediği Müseylemetü'l Kezzab'dır. Bazı alimler "bu lakabla İlk anılan kişi Hz. Ömer olduğundan, Müseyleme'nin bu lakabı alması şüphelidir" derler. Aynî, İbni Tîıı'in rivayeti ile bunun olabileceğini zîra Müseylemeye cemaatının hem Pey­gamber, hemde Emîri'l mü'mİnîn dediklerini nakleder.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/246-248

[282] İbni İshâk Es-Siyer sayfa 331; İbni Hişâm 3/158, 166; Beyhakî Delâil 3/237; Taberî Tarih 2/19; İsfahanı El-Eğanî 15/196.

[283] Buharî Meğazî 64/18. H. No 4055; Müslim Fezâilûs-Sahabe 41, 42; Tirmizî 2755, 2753, 2829; İbni Mace 129, 130; Müsned 1/124, 127; İbni Ebî Âsim Sünne 2/614; Taberânî Ke­bîr 1/104; Buharî Edebü'l mufred 804; Beyhakî Sünen-i Kübra 9/162; Bey. Delâil 3/239; İbni Adiy El-Kâmil 1/249; Hatîb, Tarih 3/397; Tarîh-i Cürcan 335; Tarih-i İsfahan 1/215; İbni Sa'd 3/141.

[284] İbni İshâk Sîre 332; İbni Hişâm 3/168; Tirmizî 3738; Müsned 1/165; B. Delâil 3/238; Beyh. S. Kübra 6/370 ve 9/46; Hâkim 3/25, 373; Ebû Avane Müsned 2/6; Tirmizî Şemail 53; İbni Sa'd 3/141; îbni Hibbân (Mevarid) 2212; İbni Ebî Âsim 2/612; Taberî Tarih 2/21.

[285] Buharı Cihad 56/12. hadis no 2805; Meğazî 64/Babu Gazvet-i Uhut; Müslim, El îmâratü 33/41. h. no 148; İbni îshâk Siyer 230.

[286] Ebû Dâvud Cihad h. no 25 37; Beyhakî Delâil 3/248; Üsdü'IĞabe, Terceme no 3854; Matbu Nüshada Riba yerine "Rab" olarak hareketienmişki doğrusu "riba"dır.

[287] Buna benzer bir hadiseyi Beyhakî Delâil'inde 3/246 ve İbnü'I Esîr Üsdülğâbesinde (Terceme no 3885) naklederler. Ancak orada Abdullah b. Amr b. Haram ile beraber defnolduğu şe­kilde geçer.

[288] İbnü Abdi'l Ber İstîab 2/274. Beyhakî Delâil 3/250. Beyhakî Sünen-i Kübra 6/307, 308.

[289] El-Ahbârû'1-Muvaffakıyyât sayfa 390, 391   ve 623. Aynı haberi Beyhakî Delâil'inde, Abdiirrezzak -Ma'mer-Saîd b. Abdirrahman kanalı ile verir 3/250; İbni Abdİ'l Ber de İstîâb'ında 2/272 de nakleder.

[290] Bu kısmı Zehebî ve diğerlerinin verdiği bilgidir.

[291] Bak 8 nolu kaynak. Burada Saîd b. Abdirrahman'ın bu haberi kimden aldığı meçhuldür.

[292] Mâlik Muvatta Cihad 310 no 1004; Hâkim Müstedrek 3/201; Beyhakî Delâil 3/248; İbni İshak Siyer 334; El-Eğânî 15/200. Hâkim bu hadise "sahîh" der, Zehebî de onu tasdik eder.

[293] İbni Hişam 3/171; Taberî Tarih 2/24; Beyhakî Delâil 3/285; Hâkim Müstedrek 3/201; Beyhakî bu haberi Hakim yolu İle Muhammed b. Ya'kub, Ahmed b. Abdül Cebbar -Yunus b. Bükeyr- İbni İshâk isnadıyla verir. Fakat acayİb olan, Hâkim'in naklidir. Hâkim bu hadisi Hasen b. Hakîm -Ebû'l-Müvecceh- Abdan- Abdullah- Muhammed b. İshâk -Abdullah b. Abdirrahman- Abdürrahman b. Ebî Sa'sa'a şekliyle verir. Zehebî bu habere Miistedrek'e yapögı Zeyl'inde de "mürsel" der. Beyhakî rivayetinin sonu şöyledir:

"Allah seni bir Peygamberi kavminden dolayı mükafatlandırdığı en hayırlı şeyle mükafatlandırsın. Kavmine de benden selam söyleyip onlara deki: "Sa'b b. Rabî size diyorki; Eğer sizin göz kapaklarınızda bile hareket edecek güç varken Peygamberinize herhangi bir zarar ulaşacak olursa Allah katında öne sürecek mazeretiniz olmayacaktır."

[294] Urve, Mcgazî s. 334; İbni Hişâm sîre 3/170, 171; Taberî Tarih 2/527, İsfahanî El-Eğanî 15/201; Beyhakî Delâil 3/213, 214. Buradaki esas rivayet Beyhakî'nİn rivayetidir. Hadiste adı geçen Hanzala b. Ebî Amir (r.a.) ilerde geleceği gibi Meleklerin cenazesini yıkadıkları zattır.

[295] Nesaî sünen (mücteba) 4/7S, 6/29; Müsned 5/431; Müstedrek 2/120; Beyhakî S. Kübrâ 4/11; Bey. Delâil 3/214, 290; İbni Sa'd 3/562; Said b. Mansûr Süren h. no 2589, 2584; İbni Ebî Hatem Ilelü'l Hadîs, h. no 1015 Hadis buradaki haliyle mürseldir. Bütün tarikler zühri yoluyla gelir. İbni Sa'd bu hadisi, Velîd b. Müslim -Evzaî-Zührî- Câbir isnadıyla ve­rir. Said b. Mansur iki isnadla

Birincisi: Süfyan -Ma'mer-Abdullah b. Sa'Iebe

İkincisi: Hüseym -İbni îshâk -Zühri- Abdullah b. Sa'lebe b. Suayr. Beyhaki, doğru­dan Zührî'den verirken Nesaî'de onu iki isnadla;

1- Hennâd -İbnü'l Mübarek- Ma'mer -Zühri- Abdullah b. Sa'lebe,

2- Muhammed b. Mansûr -Süfyan- Ebû'z Zinâd -A'rac- Ebû Hüreyre isnadıyla verir.

İbni Ebî Hatem "el-Ileli'nde bu hadisin Zührî -Abdullah b. Sa'lebe- Cabîr şeklindeki (İbnİ Sa'd) haberini babasına sorduğunu Onun'da "mahfuz olanın Cabİr olmadan Mürsel olduğudur" dediğini ve Abdullah b. Sa'lebe'nİn küçük sahabelerden olduğunu açıklar. La­kin Nesaî'nin İkinci rivayeti apayrı bir isnadla Ebû Hüreyre'den geliyor ki haber sahihtir.

[296] İbni Hişam 3/170; Beyhakî Delâil 3/282. Burada Zehebî Merhum ihtisar İçin kıssayı çok kısaltınca hadisle Zühri'nin sözü birbirine girmiştir. Beyhakî bunu Deİâilde (3/215) tam olarak verir. Kıssanın daha iyi anlaşılması için onu Beyhakî'den nakledeceğiz.

Zührî derki:

- O gün Haris b. Abdimenât oğullarından İbni Kamie denen birisi Efendimize ok at­tı. (Oku atanın Utbe b. Ebî Vakkas olduğuda söylenir) Efendimiz yaralanınca Ali (r.a.), Fatıma (r.a.)'ya "darılmaksızın şu kılıcımı tut" diyerek Mihras pınarına koşup kalkanının içinde su getirmişti. Rasûlüllah (s.a.v.) ondan içmek İstediyse suda hoş olmayan bir koku hissetti ve; "bu bozulmuş bir sudur" buyurup, sadece ağzını çalkaladı. Fatıma (r.a.), baba­sının yüzünü yıkadı. Efendimiz, Ali'nin kılıcını kana bulanmış görünce:

"Sen iyi çarpıştınsa, kesinlikle Asım b. Sabit ile Haris b. Sume ve Seni b. Huneyf de iyi çarpıştılar. (Efendimiz sonra) Bana bu insanların ne yapıp nereye git­tiklerini haber verin" buyurdu. Onlarda, "ekserisi gizlendi" dediler. Nebî (s.a.v.) de: "Müşrikler şimdiye kadar örneği görülmemiş şekilde bizi anlamamışlardı. Hatta en ufak gurupları bile bize saldırdı. Sonra evlerine döndüler" buyurdu. Müşrikler yola koyulurken Ebû Süfyan "bir dahaki buluşma zamanımız, Bedir panayırı olsun" dedi. Efendimizde "Ona onlar, kabil ettik deyin" buyurdu. Ebû Süfyan da, "işte randevumuz o gündür" dedi.

[297] Beyhakî Delâil 3/216. İbni İshâk'da buna benzer bir rivayet nakleder. Bak İbni Hişam 3/172; Beyh. Delâil 3/290. Bu konuda Cabir {r.a.) "Şehitleri kendi yataklarına geri götü­rün" hadisini nakleder. Bak: Müsned 3/297; Tirmizî Î717; İbni Hibban Mevarid 775; Hatîb Tarih 2/291; Nesaî 4/79; Beyh. Delâil 3/290.

[298] Urve Megazî 171; İbni Hişâm 3/173; Beyhakî 3/216, 301; Müsned 2/40, 84, 92; İbni Mace 1591; Bey. S. Kübra 4/70; Hâkim 1/381, 3/190; Taberanî 3/159, 11/392; Said b. Mansur 2911; t Ebî Şeybe 3/394; Abdürrezzak 6694.

[299] Müsned 2/262; İbnİ Hibban Mevarid 839; Ttrmizî 1001; Bey. Delâil 3/216.

[300] İbni Hişam 3/157, 158; Beyhakî Delâil 3/245.

[301] İbni Hişam 3/154; Taberî Tarih 2/522; Beyhakî Delâil 3/246.

[302] Beyh. Delâil 3/246; İbni Hişam 3/154; Hâkim 3/204; Ebû Nüaym Hılye 1/357; Beyh. S. Kübra 4/15.

[303] İbni Hişam 3/154; Beyh. Delâil 3/265.

[304] İbni Sa'd 2/44, 45; İbni Hişam 3/156; İbni Mace 4022; Müsned 3/206.

[305] Buharı Meğazî 64/24 ve 56/85; Müslim 1793.

[306] Buharî Meğazî 64/24 h. no 4073; Müslim Cihad 1793; Hâkim 4/275, Saîd b. Mansur Sünen 2876; Tarih-i İsfahan 1/316; Müsned 2/317; Beyhakî Delâil 3/261; Müsned 1/288; Tahavî ş. Meâniü'l Asar 1/502; Taberanî Kebîr 10/366.

[307] Buharî üst kaynak hadis no 4076.

[308] Tayalisî Müsned h. no 6; İbni Hibban Sahih Beyhakî Deiâii) 3/363; Nüaym Hılye 1/87 ve 8/175; Vakidî 1/246,247.

[309] İbni Hişam 3/156; Tabert 2/515; Beyhakî Delâil 3/264. Zehebî bu rivayeti Vakîdî'den direk değil, Beyhakî aracılığıyla verir. Vakîdî'nin rivayetinde şu ilaveler vardır: "Abdullah b. Şihab, Safvan b. Ümeyye'ye rastladığında Safvan kendisine: "çok tasalandın, ayakların yere indi! Muhammed'e bir kılıç indirip de şu tabanın altında çıkan (şe'fe) çıbanını kesip atman mümkün olmadı mı? Halbuki Allah sana o İmkânı vermişti." deyince Abdullah b. Şihab onu, "sen Muhammed'i gördün mü?" dedi. Oda, "evet sen onun tam ya-nıbaşjndaydın" deyince, "Vallahi onu görmedim. Allah'a yemin ederimki o bizden esir­genmektedir. Biz dört kişi onu Öldürmek üzre anlaşıp kararlaştırarak yola çıktık, lakin bir türlü ona ulaşamıyoruz" dedi. Vakîdî Meğazî 1/238.

[310] Vakîdî 1/244; Beyh. Delâil 2/265.

[311] İbni Hişam 3/167; Taberi 2/519; Tahavî Meaniü'l asar 1/502; Beyh. Delâil 3/265; Taberanî 10/366; Müsned 1/288; İbni Hibban Mevarid 2212; Vakidî Megazî 1/245.

[312] Taberi Tefsir 4/58; Abdürrezzak Musannef Beyhaki Delâil 3/265.

Ravi Miksem Tabiinin meşhurlarından biridir. Onu yalnız İbni Harun zayıf saymıştır. İbni Abbas ve Emsali sahabeden nakli vardır. Buharı bu zatı hem "Zuafa" adlı eserine almış hemde sahihinde Miksem -ibni Abbas isnadıyla "Efendimizin hacamat olduğu" hadisini nakleder. Zehebi Mizanında bu duruma hayretini belirtir.

[313] Beyhakî Delâi! 3/266; Bey. Sünen-i Kübra 4/83.

[314] İbni Hişam 3/157; Hassan b. Sabit Divan sayfa 191.

[315] Taberanî 6/41; İbni Hişam 3/156; İbni İshak, Ebû Sâİd el-Hudriyi görmesi zaten imkansız.

Arada en az iki kişi senetten koparılmış oluyor. Haberi Vakidide 1/244'de İsnadstz olarak verir. Hadisin metnini biraz değişik farklarla 247 de nakleder.

[316] İbni Hişam 3/ ; Taberî 2/ ; Beyhakî Delâil 3/251; Vakîdî Meğazî 1/242.

[317] Vakîdî Meğazî 1/240; Vakîdî, "bunlar 14 kişi olup yedisi Muhacirin'den yediside Ensar'dandır" diyerek bunların adlarımda verir.

[318] İbni İshâk'ın haberi "Munkatî" dir. Asım b. Ömer Meğazî sahib biri olup sika ise de hicri 120'lerde ölmüş biri olup bu olayı görmesi veya görenlere yetişmesi söz konusu olmaz. Vakîdî'nin haberindeki Musa b. Ya'kub'da Sedûk biri olup hıfzı kötü idi. Halası ve baba­sının annesi kimdir? Haberin her ikiside sahih rivayetlere aykırı düşmektedir.

[319] Darakutnî… Beyhakî Delâil 3/253; Vakîdî 3/242 de bunu benzer bir rivayet yapar.

[320] Beyhakî Delâil 3/252. Beyhakî aynı yerde Malîk b. İsmail vasıtasıyla bu îbnü'l Üasîl'den ayrı bir rivayet daha verirki ikiside birdir. Her iki rivayette Bedir diye geçtiği için Beyhaki Onu Bedir harbinde de zikreder. Zehebî ise lafzın yanlış olduğu kanaatıyla onu buraya a-lır. Burada Vakîdî Meğazî 1/242'de Beyhakî aynı yerde Vakîdî'ye varan bir isnadla şunu nakleder:

- Katâde derki: "gözümden yaralanınca Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanına geldim ve "Ey Allah'ın Rasûlü! Benîm nikahım altında genç ve güzel bir kadın var, ben onu seviyorum, o da beni seviyor. Gözüm sebebiyle benden nefret edeceğinden korkuyorum" dedim Rasûlü Ek rem'de gözümü yerine koydu. Gözüm eski haline geldi ve görmeye başladım. Üzerinden ne gece ne de gündüzden bir saat geçti."

Sa'd yaşlandığında da, "vallahi, gözlerimin en iyi göreni" derdi. Gerçektende gözlerinin en güzeli idi.

[321] Bey. Delâil 3/218; Musa b. Ukbe'nİn Zühri aracılığıyla yaptığı aynı yerdeki Urve ri­vayetinde, "O gün Müslümanlar yanılarak düşman diye Huseyli öldürdüler. Huzeyfe "a-man o babam der, o babamdır" desede onu duymadılar. Huzeyfe "Allah size acısın O ra­him ve rahmandır" dedi" şeklinde bir İzahı da vardır.

[322] B. Delâil 3/219, 279; Urve ise, 44 kişidir, der.

[323] Burası önceki bölümde daha etraflıca geçmişti. Beyhakî Delâil 3/259.

[324]  Beyhakî Delâil 3/211; Vakıdî 1/250; tbni Sad Tabakat 2/46.

[325] Vakîdî 1/251.

[326] Daramı Sünen-Beyhakî Delâil 3/271; Taberî Tarih 7/282; Taberî Tarih 2/; Vakidî bunun başındaki İbni Abbas'm sözünü kısaca "derierki" diye alır 1/229.

[327] Buharı Meğazî 64/21. Hadis no 4068; Tefsîrî Âl-i tmran/U; Müsned 4/29; Beyh. Delâil 3/272.

[328] Bey. Delâil 3/273.

[329] Beyhakî Delâil 3/273; Vakidî 1/296.

[330] Beyhakî Delâil 3/274; Taberanî cl-Evsat Mecma uz-Zevaid 6/117.

[331] İbni Hişam 3/181; Beyhakî Delâil 3/274; Zehebî haberin baş kısmını alır.

[332] Vakîdî bu bölümü daha tefsilatlı ama rivayet zinciri  olmadan verir. Meğazî 1/225,228.

[333] İbni Hişam 3/

[334] Müsned 3/424. Buharı El-Edebü'I Müfred h. No 699; Hâkim 1/506, 3/23; Taberânî 5/40; Ebû Nüaym Hılye 10/128;

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/249-274

[335] Buharı Megazî 64/18.

[336] Beyhakî Delâii 3/277.

[337] Beyhakî Delâii 3/277; Vakîdî 1/300 (de Yahya b. Saîd- İbnül Müseyyeb isnadıyla) Beyhakî burada şu ilave bilgiyi verir ki Önemlidir:

- İbrahim b. Münzir derki: "Sabit'in Enes (r.a.) yaptığı rivayette (iki nolu dipnottaki) ge­çen hadiste yanlışlık vardır. Ma'ruf olan bu rivayettir."

[338] Taberî Tefsîr 7/373; Beyhakî Delâii 3/278.

[339] Beyhakî Delâİl 3/280. Parantez arasını Zehebî atlamış biz onu Beyhakî'den ikmal ettik.

[340] Beyh. Delâil 3/279.

[341] İbni Hişam 3/191; Beyhakî Delâil 3/279, 280.

[342] Beyhakî derki: "Berâe b. Azib (r.a.) ile Enes b. Mâlik (r.a.)'lerden mevsul olarak nakledilen hadislere uygun olan görüşler doğru olmaya daha layıktır." Delâil 3/279.

[343] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/274-276

[344] Vakîdî bu ismi "Şemmâs b. Osman" olarak verir. Ibni Hacerde El-İsabe adlı eserinde onu "Şammas b. Osman" olarak alır. El-İsabe 2/155. no 3919; İbni Sa'd'da 2/42 aynı şekilde alır.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/276

[345] Matbu nüsha "Ebû Hayye" der. Bu, orjinal Ayasofya el yazma nüshasında da böyledir. Ancak Zehebî merhum Tecrîd-i Esmaûs-Sahabesinde 1732 nolu tercemede "Ebû Habbe el-Ensarî el-Evsî el-Bedri" dedikten sonra "ya ile Ebû Hayye veya nun ile Ebû Hanne de­nilmiş İsede doğru olanı "be" harfi ile "Ebu Habbe" dir. Adı, "Amir, Malik veya Sâbİt di­ye çeşitli şekilde söyleyenler vardır. Uhutta şehit düşmüştür" der. İbnü Abdİl Ber "el-İstîab" adlı esennde îbni HaceiMe "El-İsâbe"sinde bunu doğrularlar. Bu yüzden ben "Ebû Habbe"yi seçtim.

Hudra oğullarından şehid olanlar:

[346] İbniHişam 3/189, 191.

[347] Vakidî Meğazî 1/300-303.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/276-279

[348] İbni Hişam 3/167; Taberî 2/26; Vakîdî 1/232.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/279

[349] İbni Hişam 3/168. İbni İshâk orada şu ilaveyi verir:

- Onun intihar ettiği Peygamberimize bildirilince; "Ben, gerçek bir Peygamber olduğuma şehâdet ederim." dedi. Taberî 2/26; Müslim 105; Müsned 4/135, 5/332; Taberânî 19/83; Beyhakî Sünen-i Kübra 8/197; Bey. Delâil 4/253; Buharı Meğazî 64/38 h. no 4202 de bu­na benzer bir hadiseyi Sehl b. Sa'd (r.a.)'tan "Kuzman" adını vermeden nakleder. Yine Buharı ve Beyhakî aynı yerde Ebû Hüreyre'den böyle bir hadise nakledersede bunun Hayber sırasında cereyan ettiğini nakleder.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/280

[350] Taberî 2/26; îbni Hişam 3/162; Muhabber s. 112; İbni Sa'd Tabakat 14/501, 502. İbni burada şu bilgileri verir. Muhammed b. Ka'b el-Kurazî derki: İslâm dininde ilk vakıf ola­rak bırakılan sadaka mal, Muhaynk'ın "ölürsem Rasûlüllah'a kalsın" diye açıklayıp ölüncede Rasûlüllah tarafından vakıf bırakılan maldır.

Ömer İbni Abdülazîz derki: Ben -Medine'deyken duymuştum- ki o zaman Muhacir olsun, Ensar olsun birçok yaşlı ashab vardı- Peygamber (s.a.v.)'İn vakıf bıraktığı bahçe Muhaynk'a ait olanı idi... Ben Medine valisi iken o bahçeye girip o hurmadan ye­dim, onlar kadar kaliteli ve tatlı bir hurma yemedim.

Yezîd b. Ubeyd derki: Muhayrık Yahudi âlimiydi. Uhut'a gelip Peygamberimize yardım ettiğinde yine Yahudi dinindeydİ. Cenazesi şehitlerin yanı başına defnedilip üzeri­ne namaz kılınmadı. Ne o gün ne daha sonra Efendimizin ağzından "Muhayrık yahudilerin en hayırlısıdır" sözünden başka onu rahmetle anan bir sözü duyulmadı.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/280-281

[351] İbni Hişam Taberi Tarih 2/23.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/281-282

[352] İbni Sa'd 2/43; Beyhakî Sünen-i Kübra9/65; Bey. Delâil 3/281; Vakîdî 1/309. Vakîdî ve îbni Sa'd, burada Efendimizin bu sözlerine  "Bir Mii'min kesinlikle aynı delikten kendini -yılana- iki defa sokturmaz" diyerek başla­dığını anlatır.

[353] Vakîdî 1/308;

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/282-283

[354] Hâkim Müstedrek 2/248, 3/200; Beyhakî Delâil 3/284; İbni Sa'd 2/43; (bir kısmı) Vakîdî Megazî 1/313.

[355] İbni Hişam 3/171; Bey. Delâil 3/286; Ebû Dâvud 31, 36; 2/120 Tirmizî 1016; Müsned 3/128; Bey. Sünen 4/10; Hâkim 1/365; Taberânî 3/158; Darakutnî 4/116; İbnİ Sa'd 3/14; Beğavî Sünne 5/369.

[356] İbni Hişam 3/172; Bey. Delâil 3/286; Taberî 2/23.

[357] Beyhakî Delâil 3/286, 287; Hâkim 3/197; Taberanî 3/156; Beyhaki Sünen-i Kübra 4/12.

[358] Bu görüş Beyhakî'nindir, Delâil 3/288; Cabir Hadisi için bak Buharî 64/26; tbni Mâce 1514; Nesâî 4/62; Bey. Delâil 3/295; İbni Ebî Şeybe Musannef 3/325, 14/392.

[359] Buharı Meğazî 64/ Babû Uhud yühibbuna, Müslim 2289.

[360] Hâkim 2/120.

[361] Bey. Delâil 3/288.

[362] Az önce 7 sıra gerideki dipnotta bu hadis Muhammed b. Ka'b'dan Munkatı bir şekilde geçmiş olduğunu söylemiş ve bu âyetin Mekkî olduğuna değinmiştik. Zehebî burada Kays'ı zayıf sayar. Lakin "Mizanü'I İtidal"İnde" Onu, ihtİyarlayıncaya kadar sika, sadece ihtiyarlığında aklı biraz bozulduğunu ve oğlunun onun hadislerine birşeyler ilave ettiğini bildirir. Ve Kays'm "Sadûk" olması gerektiğine işaret eder.

[363] Taberânî 3/156; Hâkim 3/197; Beyhakî Delâil 3/288; İbni Sa'd.

[364] Tirmizî 3129; Müsned 5/135; Beyhakî Delâi! 3/289; Taberânî 3/157; İbni Hibbân Mevarid 1695.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/283-289

[365] Müsned I/I65; Keşfin Estâr an Zevâidi'l Bezzar 2/328; Beyhakî Delâil 3/290.

[366] İbni Hişam 3/172; İmam Ahmed Müsned 3/297, 5/431; İbni Ebî Şeybe 14/405.

[367] İbni Sa'd 3/562; İbni Hişam 3/172; Beyh. Delâil 3/291; Taberî 2/26.

Vakîdî'den nakled Beyhakî bu hususta şunları nakleder:

- Uhut günü Allah Rasûlü "Abdullah b. Amr ile Amr b. Cumuh'u aynı kabre koyun. Bu dünyada birbirini seven şu iki dostu aynı kabre defnedin" buyurdu. Onların cesetleri bu­lundu^ zaman tanınmıyacak kadar parçalamışlardı. Abdullah b. Amr kırmızı benizli dö­kük saçlı ve kısa boylu idi. Amr b. Cumuh da uzun boyluydu. Bu şekilde tanınıp defne­dildi. Daha sonra sel onların mezarlarını yırtınıştı. Zîra kabirler sel yata_ına çok yakın idi. Nakledilmek İçin kabirleri açıldı. Üzerlerinde sadece çizgili birer kumaş vardı. Abdullah­'ın eli yaralanmıştı. Öbür eli yaranın üzerinde duruyordu. Elini çektiklerinde kan akmaya başladı, eli tekrar yerine konulunca kanda durdu.

Kefenleri sadece baş taraflarına yetti İçin ayakları üzerinde ot vardı. Aradan kırkaltı yıl geçmesine ra_men ne bez ne ot çürümüştü. Cabir ölülere misk sürelİmmi diye istişare ettMnde ashab bunu kabul etmedi. Muaviye Medine'ye su kanalı kazdırırken tel­lalı: "ölüsü olan Uhud'a gelsin" diye ilan etti. İnsanlar ölülülerini daha yeni gömülmüş ta­ze olarak çıkardılar. Birine kazma de_ince kan çıkmaya başladı. Bunu gören Ebû Saîd el-Hudrî: "Bunu gören hiç kimse şehitlik gerçeni artık inkâr edemez" dedi.

[368] Üst kaynak.

[369] BeyhakîDelâil3/291.

[370] Müsned 3/298; Ebû Davud; Nesâi 4/79; İbni Mace   .

[371] Müsned 3/297 Beyhakî Delâil 3/292, 293; Ebû Davûd   ; Ebû Avâne ; İbni Sa'd 3/562.

[372] Buharı Cenaiz 23/77 Hadis no 135!; Beyhakî Delâil 3/294; İbni Sa'd 3/563.

[373] Buharı Cenaiz 23/72; Megazî 64/26; Beybakî Delâil 3/295; İbni EM Şeybe 14/405; Müsned 5/431; İbniSa'd 3/562.

[374] Ebû Dâvud Cenaiz h. no 3215, 3216, 3217; İbni Sa'd Tabakat 2/44; Tirmizî Cihad h. No 1713; Müsned 4/20; Nesâî 4/81, 83; İbni Mâce 1560; Hatib Tarib-i Bağdad 8/68, 69; Beyhakî Sünen 4/34, 234; B. Delâil 3/296, 297; Said b. Mansur Sünen 2582; Ebû Nuaym Hılye 9/30.

[375] Buharı Meğazî 64/26. H. no 4080; Müslim Fazailü's Sahabe 44/26. hadis no 130; Bey. Delâil 3/297; Nesâî 4/13; İbni Sa'd 3/561.

[376] Buharî Meğazî 64/26. Babü me kutile minel müslimin yevme Uhut.

[377] Beyhakî Delâil 3/298; Tirmizî 3010; İbni Mace 190, 2800.

[378] Beyhakî Delâil 3/298; Hâkim 3/207; İbni Ebî Asma Sünne 1/267.

Hz. Âişe derki: Efendimiz, Cabir'e: "Yâ Câbir! Seni müjdeleyeyim mi? Buyurunca "evet, Allah seni hayırla müjdelesin" dedi. Efendimiz şöyle buyurdu:

- Hissedebildinmi? Allah babanı diriltti ve ona; "Kulum benden dilediğini temenni et, onu sana vereceğim" buyurdu. Babanda, "Yâ Rabbi! Sana gerçek bir kulluk edemedim... dedi. Hadisin gerisi yukardaki gibidir.    

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/290-296

[379] Abdullah b. Haram (r.a.)'m terceme-i hali için bak İbni Abdi'I Ber el-tstîab 2/339; Üsdül Gabe İbni Sa'd 3/561; Zehebî Siyer-i A'Iam'in nülula, Zehebî Tecrid. İbni Hacer el-tsabe 2/350 Terceme no 4838.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/296

[380] İbni Sa'd 3/562; İbnü Abdi'I Ber El-İstîâb 2/503-506; El-İsabe 2/529; Zehebî Tecrîd, no 4354.

[381] İbni Hişam 3/; Siyer-i A'lâmın-Nübelâ 1/253.

[382] Bu rivayet böylemi, yoksa, Amr b. Cumûh'un oğlu Muâz ne güzel kişidir" şeklindemi. Hâkim 3/425; Müsned 2/419.

[383] Buharî Edebü'l Müfred h. no 296rda Abdullah b. Ebi'l Esved -Humeyd b. El Esved -Ebuz-Zübeyr- Câbir isnadıyla nakleder. Ebû Nüaym'da Hilye'de Câbir'den verir 7/317. îbni Sa'd Tabakatında 3/571. aynı hadisi alırsada Amr b. Cumuh yerine "Bişr b. Bera b. Ma'mur" der. Üstelik isnadı:

1- Yezid b. Harun -Muhammed b. Amr- Ebû Seleme b. Abdürrahman.....

2- Affan b. Müslim -Hammad b. Seleme- Ebû Muhammed b. Ma'bed- Zübeyr b. el-Münzir.

3- Ya'kub b. İbrahim b. Sa'd -İbrahim b. Sa'd ez-Zührî- Salih b. Keysan- İbni Şihab-ı Zührî-

Abdürrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik şeklinde olup "Nebî (s.a.v.) namazını kılıp

"Seyyidİniz kim Ya Benî Seleme?" diye başlar. Hâkim 3/219; Taberî 10/104'te de bunu verir. Abdürrezzak 20705; Taberanî 19/81, 82; Hatîb 4/217; Tarih'i İsfahan 2/251.

[384] Müsned 5/299; İbni Hişam 3/34; Beyhakî Delâil 3/246; Beyhakî Sünen-i Kübra 9/24.

[385] Siyeri A'lamın Nübelâ 1/255.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/296-299

[386] Buharî Cenaiz 23/25. h. no 1274; Meğazî 64/ Ğazveti Uhut.

[387] Buharı Rikak 81/7; Ccnaiz 23/27. h. no 1276; Müslim h. no 940.

[388] İbni Hişam Sîre 3/İ73; Taberi Tarih 2/27; Beyhakî Delâil 3/302.

[389] Müsned 4/421, 422, 425; Müslim, Fazailüs-Sahabe 2472; Beyhakî Sünen-i Füibra 4/21; İbni Hibban (Mevaid) 2269; El-Ilel, 1012

Zehebî hadisi naklederken sanki rivayet farklılığını iş'ar ettiriyor gibi. Zatena Müs­lim de hadis "Rasûlüllah gazalarından birinde" iken kısmından başlar ve İlk bölümü ver­mez. İbni Ebî Hatem İlel'inde bu hadisin: 1- Ma'mer-Sabit-Enes (r.a.) 2- Hammad - Sabit-Kinâne- Ebû Berze şeklinde iki ayrı isnadı olduğunu her İkisinde de Sabit'in bulunuşuna dikkati çeker ve Ebû Berze hadisinin senedce daha sahih olduğunu Ebû Zür'a dan nakle­der.

Burada benim anlayamadığım şudur; Sabit'in, Enes (r.a.) den rivayetinde, "Medine'­de iken müthiş bir gürültü duyuldu. Cüleybîb atına atlayıp sesin geldiği yere gidip dön­medi. Aramaya çıkanlar onu öldürülmüş olarak buldular. Etrafında da onun öldürdüğü müşrikler vardı" şeklinde gayet açık olarak, Ebû Berre hadisinde de "Rasûlüllah gazala­rından birinde iken" şeklinde olup hadisenin Uhut'Ia ilgili hiçbir yönü yok iken Zehebî hangi münasebetle buraya almış.

[390] Müslim Kitabü'l Emâra 1886; İbni Hişam 3/188; Beyhakî Delâil 3/303; İbni Mace 2801, 1449; Beyhakî Sünen-İ Kübra 9/63, 2/217; Taberânî 19/64; Müsned 6/386; Tirmizî 1641.

[391] Ebû Dâvud h. no 2025; Müsned 1/266; İbni Ebî Şeybe 5/294; Hâkim 2/88, 297; Bey. Delâil 3/304; Bey. S. Kübrâ 9/163; TaberîTefsîr4/113.

[392] Müsned 3/375; Beyhakî Delâil 3/304. Ravî Asım derki: "Ama vallahi ben Onun onlarla birlikte orada şehit olup kalmasını hiç istemezdim." Vakîdî 1/313.

[393] Buharı Rikâk 81/53 h. no 6590; Müslim 1795; Nesâî 4/62; Müsned 3/166, 4/153, 154, 439, 5/393; İbni Ebî Şeybe 11/441 İbni Ebî Âsim 2/342; Bey. Delâil 3/307, 6/403; İbni Hibban 1858; Beyh. S. Kübra4/14; Taberânî 8/93, 17/278.

[394] Beyh. 3/307. Parantez arası Beyhakî'nin rivayetidir. Hakim 3/29.

[395] Beyhakî 3/306; Abdürrezzak Musannef2 6716.

[396] Vakîdî Meğazî 1/312.

[397] Şimdilik kaynağını bulamadım.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/299-305

[398] Bu bölüm Zehebî'de yoksada biz kaynaklardan bu konu ile ilgili bazı haberleri nak­lediyoruz.

[399] Ebû Dâvud Menasik bab no 99. hadis no 2043; Beyhakî S. KÜbra 5/249; Bey. Delâil 3/306, 5/244. Müsned 1/161.

[400] Beyhakî Delâil 3/308.

[401] Beyhakî Delâil 3/309; Vakîdî 1/313'te, Hz. Fatıma'nm iki üç günde bir ziyarete geldiğini isnadsız olarak verir.

[402] Vakîdî Meğazî 1/312.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/305-307

[403] Vakîdî 1/277, 278; Belazurî Ensabü'l Eşraf 1/326; Beyhakî Delâil 3/310.

[404] Beyh. Delâil 3/311.

[405] Buharî Menak.b 62/7; Megazî 64/ ; Tirmizî 3706; Müsned 2/120; ibni Ebî Âsim Sünne 2/595; Bey. Delâil 3/311.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/307-308

[406] İbni Hişanı 3/172, 174; tbni Sa'd 2/48; Beyh. Delâil 3/314 Vakîdî 1/334; Taberî Tarih 2/75. İbni Hİşanı ve Taberî'de şu ilave vardır: Cabir bu haberi İşitince Nebî (s.a.v.)'ye geldi ve: "Yâ Rasûleflah! Babam dün beni yedi tane bacımın başına koyup harbe çıkartmamış ve bana "oğulcağzım! Şu kadınları başlarında erkek olmadan bırakıp gitmek ne sana ne bana yakışır. Bende Peygamberle beraber çarpışma şerefinde seni kendime tercih edecek deği­lim, bacıfarıyın başında sen kal" dedi. Bende onların başında kalıp dün gelemedim" de­yince Rasûlüllah (s.a.v.) onu da çıkış müsadesi verdi. Bunu Vakîdî 1/336'da Cabir'den nakleder.

[407] BeyhakîDelâil 3/313.

[408] İbni Hişam 3/174; Taberî 2/75; Bey. Delâil 3/315.

[409] 

[410] Buharı Meğazî 64/25; Müslim 2418; Beyhakî Delâil 3/312. Bu siyak Beyhakî'nindir. Buharî, bilhassa Müslim'in siyakı daha kısadır.

[411] Matbu nüshada "Ra" harfi yanlış olarak vav şeklinde yazılıp "Le-nekûne" olmuş. Doğrusu terceme ettiğimiz gibi "Lcnekürranne" şeklindedir. İbni Hişam ve Beyhakİde de böyledir.

[412] İbni Hişam 37174; Beyh. Delaâil 37315; Taberî Tarih 2/175; Vakidî Meğazî 3/338.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/309-314

[413] İbni Hişam 3/175.

[414] Vakîdî 1/303'te bu kıssayı tafsilatlı olarak rivayetsiz olarak verir.

[415] Vakîdî kıssanın başını şöyle anlatır:

[416] îbni Sa'd Tabakat 3/252, 253.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/315-317