Şeyh Ebu Muhammed el Makdisi’nin Demokrasi Bir Dindir kitabından sayfa 35 ile 47 arasından alınmıştır:
* * *
Birinci Şüphe: Hz. Yusuf’un, Mısır Meliki’nin Yanında Çalışması
Bu şüphe heva ehlinden olan bir gruba aittir. Şöyle derler: “Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen kafir bir melikin yanında bakanlık görevinde bulundu. O halde kafir hükümetlerde bu tür görevler almak caizdir. Hatta bu tür görevler almak gereklidir.”
Buna karşılık biz deriz ki:
İlk Olarak: Bu şüpheyle, yasama parlamentosuna katılmanın veya buna benzer görevler almanın caiz olduğuna delil getirmek batıl ve fasittir. Çünkü bu şirk parlamentoları, Allah-u Teala’nın dini dışında bir dine dayanmaktadır ki bu, demokrasi dinidir. Demokraside ise yasama hakkı ve helal ya da haram belirleme hakkı Allah-u Teala’nın değil, halkındır. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“Kim İslam’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” Al-i İmran/85
Bu şüphenin sahibi olan kimse, Yusuf’un Aleyhisselam İslam dini dışında bir dine veya muvahhid olan atalarının dini dışında bir dine uyduğunu ya da İslam dini dışında bir dini koruyacağına dair yemin ettiğini söylemeye cesaret edebilir mi? Yusuf’un Aleyhisselam, bu parlamentolardaki insanların yaptıkları gibi, İbrahim’in Aleyhisselam dini dışında bir dine uygun olarak yasa koyduğunu iddia edebilir mi?
Yusuf Aleyhisselam, mustazaf olduğu dönemlerde dahi bütün açıklığı ile İbrahim’in dinini ilan ettiği halde, onun hakkında nasıl böyle bir iddiada bulunulabilir ki… Rabbimiz Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Yusuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan ve her şeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yusuf/37-40
Yusuf Aleyhisselam, mustazaf olduğu dönemlerde dahi dine çağırdığı, onu açıkladığı ve ilan ettiği halde, belli bir güce kavuştuktan sonra bunu gizlemesi veya tahrif etmesi mümkün müdür?
Bize cevap verin, ey şirk parlamentolarında dinin maslahatını arayan basiretsizler!
Sizler de bilmektesiniz ki bakanlık, uygulama otoritesi; parlamento ise kanun koyma otoritesidir. Gerek bakanlık görevi ve gerekse de parlamento üyeliği görevi ile Yusuf’un Aleyhisselam durumu arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Yaptığınız bu kıyas doğru değildir. (1) Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, parlamentolara katılmanın meşruluğu hakkında delil olarak kullanmak, kesinlikle doğru değildir.
İkinci Olarak: Allah-u Teala’ya hüküm koyma konusunda şirk koşan, Allah-u Teala’nın dostlarına karşı savaş açan ve Allah-u Teala’nın düşmanlarını dost edinen bu tağuti devletlerin gölgesi altında gerek bakanlık olsun ve gerekse milletvekilliği olsun görev almayı, Yusuf’un Aleyhisselam durumu ile kıyaslamak, birkaç yönden batıl ve fasittir. Şöyle ki:
Birinci Yön: Allah-u Teala’nın indirdiğiyle hükmetmeyen bu hükümetlerin gölgesi altında bakanlıkta görev almak, kesinlikle onların sonradan ortaya koydukları anayasalarına saygı duymayı, dostluk göstermeyi ve Allah-u Teala’nın, inkar edilmesini emrettiği tağutlara bağlılığı gerektirir. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“Tağuta iman etmemeleri kendilerine emrolunduğu halde, tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar.” Nisa/60
Ayrıca gerek bakanlık ve gerekse de milletvekilliği görevini alabilmeleri için mutlaka küfür türünden bir yemin ile yemin etmeleri gerekir. (2) Yusuf’un Aleyhisselam, bizzat Allah-u Teala tarafından, temizlendiği belirtildiği halde, Allah-u Teala’nın yasaklamış olduğu bu türden bir işi yaptığı nasıl söylenebilir? Halbuki Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ondan fenalığı ve fuhşu giderelim diye böyle yaptık. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.” Yusuf/24
Yusuf Aleyhisselam hakkında böyle bir şeyi iddia eden kişi şüphesiz yaratılanların en kafiridir. Hatta yemin ettiğinde istisnada bulunan lanetli iblisten daha da kötüdür. Ki iblisin yapmış olduğu yemin hakkında Rabbimiz şöyle bildirir: “(İblis) Dedi ki: İzzetin hakkı için hepsini mutlaka azdıracağım. Aralarında ihlasa erdirilmiş kulların müstesna.” Sad/82-83
Yusuf Aleyhisselam, Allah-u Teala’nın nassıyla ve kesin olarak bildirildiği gibi, Allah’ın ihlasa erdirilmiş olan kullarındandı ve hatta bu kulların efendilerindendi.
İkinci Yön: Bu hükümetlerin gölgesinde bakanlık görevini üstlenmek (ister anayasaya yemin etsin ister etmesin), küfür kanunlarına boyun eğmeyi ve bu kanunların dışına çıkmamayı gerektirir. Dolayısıyla böyle bir görevi alan kişi, bu kanunların ihlaslı bir kulu ve gerek hak, gerek batıl, gerek fısk ve gerekse küfür konusunda bu kanunları belirleyenlerin sadık bir hizmetçisi olmuş olur.
Yusuf es-Sıddık Aleyhisselam böyle miydi ki, onun durumu ile demokrasi ve parlamentoları kıyaslayabilelim? Kim Allah-u Teala’nın nebisine böyle bir iftirada bulunursa, o kimsenin küfründen, zındıklığından ve İslam’dan çıktığından şüphe etmeyiz. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:
“And olsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.” Nahl/36
Bu, Yusuf Aleyhisselam ve diğer bütün resuller hakkında, var olan en büyük hakikat ve en temel esastır.
O, insanları iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta, acizlikte ve güçte Allah’a ibadete ve tağuttan kaçınmaya davet etti ve sonradan bunu yok sayıp, müşriklerden oldu öyle mi? Allah-u Teala onun, kendisine iman eden ve ihlasa erdirilmiş kullarından olduğunu söylerken bu nasıl mümkün olabilir? Bazı müfessirler Allah-u Teala’nın, “Yoksa o, hükümdarın dinine (kanunlarına) göre kardeşini alıkoyabilecek değildi” ayetini, Yusuf’un Aleyhisselam, dönemin melikinin sistemine ve kanunlarına uymadığına ve bu kanunlara uymak ile de sorumlu olmadığına dair delil olarak saymışlardır. Yusuf Aleyhisselam, onun hükümlerine uymamış ve onlara tutunmamıştı. Günümüz parlamentolarının ve bakanlıkların durumu ise tamamen farklıdır.
Üçüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam hazineden sorumlu olması, Allah-u Teala’nın imkan vermesiyle olmuştu. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği yerde konaklardı.” 12 Yusuf/56
Dolayısıyla onun bu durumu, Allah-u Teala tarafından verilmiş bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar, tağutların oyuncakları niteliğindedirler.
Dördüncü Yön: Yusuf’un Aleyhisselam, melikin yanında tam ve gerçek anlamda bağımsız bir durumu ve dokunulmazlığı vardı. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.” 12 Yusuf/54
Ona, tam bir hürriyet verilmişti. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği yerde konaklardı.” 12 Yusuf/56
Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken, yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında, liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını yasaklar. Onun, Allah-u Teala’nın emirleri ve dini konusunda dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır! Yusuf’un Aleyhisselam durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allah-u Teala’nın, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa, günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.
Üçüncü Olarak: Bu şüpheyi iptal eden şeylerden biri de, tefsir ehlinden bazılarının, melikin Müslüman olduğu yönündeki sözleridir. Bu, İbn-i Abbas’ın talebesi olan Mücahid’ten rivayet edilmiştir. Mücahid’ten aktarılan bu rivayet, parlamento ve bakanlıkların meşruluğu hakkında bu kıssanın delil olarak kullanılmasını temelinden yok eder.
Biz, Allah-u Teala’ya yöneliyor ve Allah-u Teala’nın Kitabı’ndaki ayetin zahirine ya da umumuna uymayı, bazı insanlar tarafından bu ayetler hakkında ortaya atılan sözlerden, yorumlardan, delil ve belgelerden uzak bütün iddialardan daha üstün görüyoruz. Mücahid’ten aktarılan bu rivayeti destekler mahiyetteki delillerden biri de, Allah-u Teala’nın Yusuf Aleyhisselam hakkındaki şu buyruğudur:
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik.” 12 Yusuf/56
Bu, Allah-u Teala’nın, Kitabı’nın başka bir yerinde açıklamış olduğu özettir. Rabbimiz, müminlerden, kendilerine yeryüzünde iktidar olma imkanı verilenlerin durumunu şöyle niteler:
“Biz eğer o kimselere, yeryüzünde bir iktidar imkanı verirsek; onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah’a varır.” Hacc/41
Yusuf’un Aleyhisselam bu kimselerden olduğundan hatta onların efendilerinden olduğundan şüphe yoktur. Allah-u Teala onlara iktidar verdiğinde, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler. İslam dinini bilen kimse, dinde en büyük iyiliğin, şüphesiz Yusuf Aleyhisselam ve babalarının usulünün temelinde var olan tevhid olduğunu bilir. En büyük kötülük ise, Yusuf’un uyarmış olduğu, nefret ettiği, öfke duyduğu, ilahlarına karşı düşmanlık beslediği şirktir… Yusuf’un, Allah-u Teala kendisine iktidar verdikten sonra, insanları babası Yakup, İshak ve İbrahim’in dinine çağırmaya devam ettiği kesin ve açıktır. İnsanlara bunu emrediyor, buna karşı çıkan ve yok sayan herkesle mücadele ediyordu. Allah’ın indirdiği dışında bir şeyle hükmetmiyordu ve Allah’ın indirdiği dışında bir hükmün çıkarılması için yardımcı olmuyordu. Bugün makamlarına deliler gibi sarılan rezil kimselerin yaptığı gibi, Allah-u Teala dışında kendisine ibadet edilen, kanunlar koyan tağutların önderlerine asla destek olmuyordu.
Üstelik, bugün parlamentoda bulunan kimselerin yaptığı gibi Allah’ın indirdiklerinden başka hüküm koyma konusunda onlara katılmıyor, kesin olarak onların durumunu reddediyor, kötülüklerini değiştiriyor, tevhid ile hükmediyor, insanları tevhide çağırıyor ve tevhide karşı gelen kim olursa olsun ondan uzaklaşıyordu. Yusuf Aleyhisselam hakkında, Allah-u Teala’nın nasslarında geçen budur. Yusuf ancak bu şekilde nitelenmektedir.
Yine buna işaret eden ve onaylayan açık delillerden biri de, Allah-u Teala’nın şu sözü ve bunun tefsiridir:
“Hükümdar dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime en yakınlardan kılayım.’ Onunla konuşunca da şöyle dedi: Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.” Yusuf/54
Acaba Yusuf Aleyhisselam, melik ile ne konuştu ki onu bu derece etkiledi ve bu derece güven duyulmasına sebep oldu? Acaba çoktan kapanmış olan ve hakkın ortaya çıkmış olduğu ‘Azizin karısı’ meselesi hakkında mı konuştu? Yoksa acaba vatanın birliği, iktisadi kalkınması ya da buna benzer meseleler hakkında mı konuştu? Yusuf Aleyhisselam ile melik arasında geçen konuşma hakkındaki ayeti, şu ayet açıklamaktadır:
“And olsun ki Biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye bir peygamber göndermişizdir.” Nahl/36
Allah-u Teala başka bir ayette de şöyle buyurur:
“And olsun ki sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk koşarsan, and olsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar edenlerden olursun.” Zümer/65
Allah-u Teala, Yusuf’un Aleyhisselam davetinin en önemli nitelikleri olarak şunları bildirmektedir:
“Yusuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Gerçekten ben Allah’a iman etmeyen ve kendileri ahireti inkar eden bir kavmin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, yapabileceğimiz bir iş değildir. Bu hem bize, hem insanlara Allah’ın lütuf ve keremindendir. Fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Darmadağınık bir çok rabler mi hayırlıdır, yoksa bir tek olan ve her şeyi hükmü ve iradesi altında tutan (kahhar olan) Allah mı? Sizin O’nu bırakıp da taptıklarınız, kendinizin ve babalarınızın adlandırdığı bir takım isimlerden başkası değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yusuf/37-40
Kuşkusuz ayetlerde aktarılanlar, Yusuf’un Aleyhisselam en büyük sözüydü. Bu, onun dosdoğru dini, davetinin temeli ve atalarının diniydi. İyiliği emrettiğinde, bunu emrederdi. Yine ona göre bu esasa aykırı olan bir şeyden daha büyük kötülük yok idi. Yusuf’un sözünün ve davetinin bu olduğu kesinleştiğine göre, Melik’in ona vermiş olduğu cevap şu idi:
“Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.” Yusuf/54
Bu ise, melikin Yusuf’a uyduğuna, onu onayladığına, küfür dinini bıraktığına, İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf’un Aleyhisselam dinine tabi olduğuna dair açık bir delil niteliğindedir.
Şöyle de denilebilir: En azından, Yusuf’un tevhidini ve dinini onayladı, ona konuşma ve dinine davet hürriyeti verdi. Ona karşı çıkanı aşağıladı ve herhangi bir konuda ona karşı çıkmadı. Yusuf’un Aleyhisselam bu durumuyla, Allah-u Teala’nın indirdikleri dışında kanunlar belirleme ve uygulama konusunda tağutlara ortaklık eden kişilerin durumları arasındaki farkı kavraman, hakkı anlayabilmen konusunda sana yeter…
Dördüncü Olarak: Buraya kadar aktarılanlardan ortaya çıkmaktadır ki; Yusuf’un Aleyhisselam durumu, tevhide aykırı olmadığı gibi, günümüzde parlamentoya katılmış olan kişilerin yaptıkları gibi, İbrahim’in dinini de yok etmemektedir.
Melikin, küfür üzere kalmaya devam ettiğini kabul etsek dahi, Yusuf’un böyle bir işi üstlenmesi fürû meselelerinden olur ve dinin aslı konusunda her hangi bir sorun ortaya çıkmaz. Zira yukarıda açıkladığımız gibi Yusuf’un küfre düşmediği, kafirleri dost edinmediği ya da yasama konusunda Allah-u Teala’ya şirk koşmadığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bilakis o, tevhidi emrediyor ve bütün bunları yasaklıyordu. Allah-u Teala, fürû kısmından olan hükümler hakkında şöyle buyurur:
“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.” Maide/48
Peygamberlerin şeriatları, tevhid meselesinde aynıdır, ancak fürû kısmından olan hükümler konusunda değişebilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Biz peygamberler topluluğu kardeşizdir, dinimiz de tektir.” Buhari
Hadiste, tevhidin esası konusundaki ittifaka, fürûdan olan hükümlerin ise çeşitliliğine işaret bulunmaktadır. Bizden önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olmayabilir. Yine bizden önceki ümmetlerin şeriatinde yasak olmayan bir şey, bizim şeriatimizde yasak olabilir. Ganimetin, bizden önceki ümmetler için haram hükmünde olması, ancak bizim şeriatimizde ganimetin helal olması bu kabildendir.
Yusuf’un Aleyhisselam üstlenmiş olduğu iş, bizim şeriatımızda caiz değildir. İbn-i Hibban, Ebu Ya’la ve Taberani, Resulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
“Beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine insanların şerlilerini yaklaştıracaklar. Namazı vaktinde kılmayıp geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse, onların yanında danışman, polis, zekat tahsildarı ve hazineden sorumlu olmasın.”
Hadiste belirtilen yöneticiler kafir değil, beyinsiz günahkarlardır. Zira eğer ki onlar kafir olmuş olsalardı, en kötü vasıfları olan küfür ile nitelenirlerdi. Ancak Resulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onlar hakkında söylemiş olduğu en kötü nitelik, insanların şerlilerini kendilerine yaklaştırmaları ve namazı geciktirmeleridir. Bununla birlikte Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, onların yanında hazineden sorumlu olma işinin üstlenilmesini yasaklamıştır. Facir yöneticilerin yanında hazineden sorumlu olunması şeriatımızda yasaklandığına göre, kafir ve müşrik yönetimlerin yanında bu türden bir işi üstlenmek nasıl mümkün olabilir ki? Allah-u Teala, Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“(Yusuf) Dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin et. Çünkü ben iyice koruyanım, bilenim.” Yusuf/55
Bizim şeriatımızda bu, yasaklanmıştır. Allah-u Teala en doğrusunu bilir.
Bu konuda, hidayeti isteyen kimse için bu aktarılanlar yeterlidir. Ancak kendi görüşünü daima üstün gören ve insanların sözlerini açık delillerden daha öncelikli kabul eden kişiye gelince, bu kişilerin ellerinde dağlar toz haline gelse dahi hidayeti bulamazlar. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşısenin elinden bir şey gelmez.” Maide/41
Son olarak şunları söylemek isterim ki, şirk parlamentolarına ve küfür bakanlıklarına katılmayı meşru ve doğru gören, şirk ve küfrü müsamahayla karşılayan kimseler, Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiyye’nin Rahimehullah, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki bazı sözlerini, kendi batıl anlayışlarına destek olarak kullanmaktadırlar. Halbuki bu yaptıkları, hakkın batıl ile karıştırılması ve söylemediğini söylemiş gibi göstererek Şeyhu’l-İslam’a atılmış olan bir iftiradır. Çünkü İbn-i Teymiyye Rahimehullah, Yusuf’un Aleyhisselam kıssasını, şirk parlamentolarının ve Allah-u Teala’nın indirdiğinden başka kanunlar çıkarmanın meşruluğu hakkında bir delil olarak asla kullanmamıştır. Allah-u Teala böyle bir azgınlıktan hepimizi korusun. Biz Şeyhu’l-İslam’ı ve dinini bundan uzak görürüz. Onun bu konudaki sözü gayet açıktır… Şeyhu’l-İslam Rahimehullah iki kötülükten, zararı büyük olanının, zararı daha az olan diğer kötülük ile defedilmesi veya birbiri ile çakışması halinde iki maslahattan en üstününün tercih edilmesinden bahsetmektedir. Bilinmektedir ki, en büyük maslahat tevhid ve zararı en büyük olan kötülük ise şirktir. Yusuf Aleyhisselam, gücü yettiği kadar sahip olduğu adalet ve ihsanı uyguluyordu. İbn-i Teymiyye Rahimehullah, el-Hisbe’de , Yusuf Aleyhisselam hakkında şöyle der: “Sahip olduğu iyilik ve adaleti yerine getiriyor, mümkün olduğunca onları imana davet ediyordu.”
Yine şöyle der: “Adalet ve ihsanı, gücü yettiği kadar yerine getirdi.” Mecmuu’l-Fetava, 20/56
Ey muvahhid kardeşim! İhtilaf etmemiz halinde, bu ihtilafımızın çözümü hakkında başvuracağımız merci Allah-u Teala’nın ve Resulü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözleridir. Resul’ün Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışındaki insanların sözleri ise hatadan masum değildir. Dolayısıyla alınabileceği gibi reddedilebilinir de. Kendisini tenzih etmemize rağmen Şeyhu’l-İslam’dan veya ondan daha yüksek derecedeki bir alimden dahi buna benzer bir söz sadır olursa, Allah ve Resulü’nün sözlerinden bir delil getirmediği sürece kabul etmeyiz. Allah-u Teala şöyle buyurur:
“De ki: Ben sizi ancak vahiy ile korkutuyor ve uyarıyorum. Halbuki sağırlar uyarıldıkları zaman yapılan çağrıyı işitmezler.” Enbiya/45
“De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz delillerinizi getirin.” Bakara/111
Dolayısıyla ey muvahhid kardeşim! Buna dikkat et ve tevhide azı dişlerinle sarıl. Kanma! Şüphelere, şirk yardımcılarının ve tevhid düşmanlarının iftiralarına aldırma… Onların muhalefetinden etkilenme, Allah-u Teala’nın dinini hakim kılan gruptan olmaya gayret et. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları şöyle nitelemiştir:
“Ümmetimden bir taife hak üzere üstün olmaya devam eder. Onları yardımsız bırakanlar, onlara zarar veremezler ve Allah’ın emri gelinceye kadar onlar bu hal üzere devam ederler.” (Fethu’l-Bari, 13/95)
* * *
Şeyh Ebu Muhammed el Makdisi’nin Ümmetin İmtihanı Demokrasi kitabı sayfa 35 ile 47 arasından alınmıştır.
-Dipnotlar-
1-Bazı sözde bilginlerin iddiasına göre parlamento, hükümete muhalefet cephesidir. Onlar bu cephede anayasal bir cihad yapıyorlar. Kanuni bir şekilde mücadele ediyorlar, diplomatik yollarla yönetimi yenmeye çalışıyorlar!
2- Ürdün Anayasası’nın 43. maddesi şöyledir: “Başbakan ve bakanların, işlerine başlamadan önce, kral karşısında şöyle yemin etmeleri gerekir: “Krala samimi bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma… Allah adına yemin ederim.” Bunun bir benzeri de 79. maddede şöyle geçer: “Millet meclisindeki her üyenin ve delegenin, görevine başlamadan önce, meclis önünde şu şekilde yemin etmesi gerekir: “Krala ve vatana samimi bir şekilde bağlı olacağıma, anayasayı koruyacağıma Allah adına yemin ederim…” Bunun bir benzeri de Kuveyt Anayasası’nın 91 ve 126. maddelerindedir. Yusuf Aleyhisselam böyle bir şey yaptı mı? “Yemin ederiz, ama bunu içimizden kabul etmez ve şeriatı kastederiz” diyen, demokrasi aşığı bazı kimselerin batıl görüş ve sözlerine aldanmamak gerekir. Yemin, yemin edenin niyetine göre değildir. Eğer durum böyle olsaydı, insanlar arasındaki anlaşmalar ve şartlar bozulur, herkes işine geldiği şekilde bunu bir hile haline getirirdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur: “Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir.” Dolayısıyla sizin bu yemininiz, niyetlerinize bağlı değildir; aksine üzerine yemin etmiş olduğunuz tağutun niyetine bağlıdır.
Ümmeti İslam / Özel Haber