Yusuf a.s kıssası üzerinden parlamentoyla ilgili delil soran bazı kardeşlerimizin sorularına verdiğim cevapların derlenmiş halidir.
1. Zindan da bile hakimeyetin Allah’ın olduğunu söyleyen bir peygamberin hürriyete kavuşunca dediklerini unutup başkasının hükmüne girmesi düşünülemez.Söylediklerinin hilafına hareket kişiyi yalancı veya sahtekar yapar.Haşa bu peygamber için düşünülemez.
“Yusuf dedi ki: ‘Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı rabler mi daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı? Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlere (düzmece ilahlara) tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (12/Yusuf, 37-40)
2. Eğer diyelim ki onların dediği gibi kafir bir melikle çalışılabiliyorsa bunun şartları zaten ortadır. Çünkü usuf A.s kendisi öz yetkiye sahip olduğunu ayetlerden anlıyoruz.
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِى بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِى فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ
“Hükümdar: ‘Onu bana getirin, onu kendime en yakınlardan kılayım’ dedi.Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.” 12 Yusuf/54
“İşte böylece o yerde Yusuf’a iktidar verdik. O, orada dilediği yerde konaklardı.” 12 Yusuf/56
Makdisi Deokasi Dİndi kitabında şöyle demektedir:
“Dolayısıyla onun bu durumu, Allah-u Teala tarafından verilmiş bir iktidardı. Melikin emrine, hükmüne veya yargısına karşı gelse dahi, melikin ya da bir başkasının ona zarar vermesi ya da onu bu makamından azletmesi mümkün değildi…
Halbuki günümüzde, tağutların yanında belli görevleri üstlenmiş olan rezil insanların durumu böyle değildir. Onlar, tağutların oyuncakları niteliğindedirler.” (Ebu Muhammed Asım. Davet Serisi /30.s)
Yine şunları demektedir:
“Ne yaparsa yapsın, ona karşı çıkan, onu hesaba çeken, yaptığı şeylerde onu gözetleyen kimse yoktu… Bugün tağutların yanında bakanlık görevini üstlenmiş olan rezillerin durumu acaba böyle midir? Yusuf’ta Aleyhisselam olduğu gibi tam bir bağımsızlıkları ve dokunulmazlıkları mı var, yoksa yalan ve sadece sözde kalan bir dokunulmazlıkları mı var? Bakan, baş tağutun işlerine burnunu soktuğunda, ona muhalefet türünden bir şey yaptığında, liderin çizgisinden ya da melikin dininden çıktığında acaba durumu ne olur? Onlara göre bakan, melikin ya da derin devletin siyaseti için bir hizmetçidir. Onun emirlerini emreder, yasakladıklarını yasaklar. Onun, Allah-u Teala’nın emirleri ve dini konusunda dahi olsa, melikin emirlerine ya da anayasasına karşı çıkma gibi bir hakkı asla bulunmamaktadır! Yusuf’un Aleyhisselam durumunun da günümüz rezillerinin durumu gibi olduğunu iddia etmek, şüphesiz büyük bir iftira ve Allah-u Teala’nın, Yusuf Aleyhisselam hakkındaki tezkiyesini yalanlamadır.
Eğer Yusuf’un Aleyhisselam durumu doğru bir şekilde anlaşılırsa, günümüz parlamento ve bakanlıklarının durumu ile ne kadar farklı olduğu da anlaşılmış olur.” (Ebu Muhammed Asım. Davet Serisi İkinci Adım 3. Kitap /31.s)
3. Kral’ın Müslüman olabilme ihtimali ve Hz. Yusuf2un onun dinine uymaduğı gerçeği
Yüce Allah aralarında geçen diyalogu şöyle anlatıyor:
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِى بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِى فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ
“Hükümdar: ‘Onu bana getirin, onu kendime en yakınlardan kılayım’ dedi.Onunla konuşunca şöyle dedi: Sen bugün bizim nezdimizde önemli bir mevki sahibisin, eminsin.” (12 / Yusuf/54
Ayette geçen ‘Onunla konuşunca’ kısmındaki ‘Kelleme-hu’ fiili fa’ale babında olup bir şeyi çokça yapma manası ifade eder. Konuştukça konuşması veya birden fazla veya çok kere konuşması. Bu konuşmanın ardından Melik’in kendisine mevki sahibi ve eminsin demesi, işlerin yolunda gittiğine delaletle bir çok alim ve müfessir Melik’in Müslüman olduğunu söylemişler. İmam Taberî (rahimehullah) sahih bir isnadla İbn- i Abbas’ın talebesi Mücahid’den Melik’in Müslüman olduğu görüşünü nakletmiştir. Mcahid bu görüşünü hocası İbni Abbas’a dayandırmaktadır. Yine aynı şekilde Begavi, İbn-i Hişam gibi birçok âlim Melik’in Müslüman olduğunu belirtmişlerdir. Ancak ayetten çıkan sonuçlara bakarak kesin veya değil şeklind ebir sonuca varmak kolay değildir. Öyle veya böyle Melik’in yüksek yetki verdiği ortadır.
Ancak buna rağmen onun ile melik arasında din ayrımı olduğu ortadadır. Bazıları burada geçen din kelimesini kanun olarak açıklama gayretine girse de öyle veya böye Melik ile Yusuf a.s bakış açıalrı kardeşlerini alı koyma babında zıttır ve burada da delil arayan varsa muhaliflerimizin zıttına delil çıkar ki Hz. Yusuf Melik’in dinine uymamıştır. Uyduğunu gösterir de n ufak bir dahi yoktur.
“Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz, Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı…” (12/Yusuf, 76)
Ayetten de ablaşıldığı üzere Yusuf aleyhisselam Allah’ın kanunlarına ve Yakub aleyhisselam’ın şeriatına göre hükmetmiş, Melik’in kanununa uymamıştır.
Yusuf aleyhisselam Melik ile ne konuştuysa Melik ona uymuş , tam yetki vermiş, hazine ve maliye bakanlığında tam yetkili bir görev almıştır. Yusuf Aleyhsselamın hüküm yalnızca Allah’ın derken tağutların hükmüne göre hüküm vermesi düşünülemez.
Bu kıssayı delil alıp meclis kapısına gidenlere gelince onların ettiği yeminler, bağlı kalacakalrına verdikleri sözler ile Yusuf aleyhissselamın durumundan tamamen ayrılmışlar onlar tağutlara tabi olarak teslimiyet göstermişlerdir.
4. Kafir birinin yanında bir Müslüman görev alabilir mi? Alabilirse de Yusuf a.s şeriati buna delil olur mu?
Öncelikle peygamberlerin şeriatlerinde farklılar olabilir. Ancak şu hiç değişmemiştir:
“Andolsun ki Biz, her ümmet arasında ‘Allah’a ibâdet edin ve tâğûttan kaçının’ diye (teblîğ etmeleri için) bir peygamber göndermişizdir.” Nahl 36
Yüce Allah her bir peygamberini tağutlardan kyani onun adına hküm koyup kanunlar yapanalrdan teberri etmiş ettirmiş ve ümmetlerinin de etmeleri için bu peygamberleri göndermiştir. Eğer tağutların yanında bir peygamberin yetki alarak Allah’ın hkümlerine uygun hareket ediyor olması söz konusu ise bu mümkün olmakla beraber, yetki alma kısmı Yusuf a.s peygamberliğine has bir durum da olabilir. Keza secde meselesi de onun zamanında insnalara yapılabiliyordu.Zira ayetteki durum da bunu anlatmaktadır:
“Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu. O’nun için secdeye kapandılar.” (12 Yusuf/100)
Yüce Allah, Hz. Yusuf’un (a.s.) kardeşlerinin ona secde ettiğini haber vermektedir. Bu secdenin, ibadet maksatlı bir secde değil, selamlama secdesi olarak adlandırılan ve rükûya benzer şekilde bir kimseye saygı göstermek için yapılan bir eğilme olduğunu tefsir alimleri genel olarak kabul etmektedir.
Ancak bazı alimler, bu secdenin Hz. Yakub’un (a.s.) şeriatinde caiz olduğunu, fakat sahih hadislerde de geçtiği üzere bizim şeriatimizde neshedildiğini savunmaktadır. Bu görüş gerçeğe daha yakın görünmektedir.
Benzer şekilde, kafir bir yöneticinin yanında görev alma konusuna da bu bakış açısıyla yaklaşabiliriz. Hz. Yusuf’un (a.s.) Melik’in kâfir olduğunu ve onun yanında görev aldığını farz edelim. Bu fiil Hz. Yakub’un (a.s.) şeriatinde caiz olsa da, bizim şeriatimizde haramdır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Bir takım beyinsiz insanlar size yönetici olacaklar, kendilerine, insanların en şerlilerini yaklaştırıp, namazı da geciktireceklerdir. Sizden kim onlara yetişirse onların yanında, danışman, polis, zekat memuru ve tahsildar olmasın.” (Aynı manada olmak üzere farklı lafızlarla rivayet edilmiştir. Hadisi Hafız Ebu Yala (1077), İbn-i Hibban (Babu Taati-l Eimme, 4669), Taberani Mucemul Evsat (4341) ve Mucemus Sagır’de (565) rivayet etmişlerdir. Hadis âlimleri farklı isnadların bazılarını ol- dukça zayıf olarak nitelendirmekle birlikte Ebu Yala’nın rivayetinin sahih, İbn-i Hibban’ın rivayetinin ise hasen li gayrihi olduğunu söylemişlerdir.)
Hadis metninden anlaşıldığı üzere bahsedilen yöneticiler, kafir değil günahkâr yöneticilerdir. Onlar hakkında kullanılan en olumsuz nitelikler, fâsıklardan (günahkâr kişilerden) hoşlanmaları ve namazı geciktirmeleridir. Eğer onlar kâfir olsalardı, küfürlerinden bahsedilirdi, bu özelliklerinden değil. Dolayısıyla, günahkâr bir idarecinin yanında görev almak bizim şeriatimizde yasaklanmışken, kâfir ve müşrik idarecilerin yanında bu tür bir göreve talip olmak nasıl caiz olabilir?
Konuyla ilgili olarak Şüphelerin Giderilmesi kitabında M. Gezenler şu iktibasları (50-65) aktarmıştır:
Kurtubi, tefsirinde “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” (12 Yusuf/55) ayetine dair şöyle demektedir:
“Kimi ilim adamları der ki: Bu ayetten, faziletli bir kimsenin günahkâr bir kimseye ve kâfir bir yöneticiye iş yapmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kendisine verilen işte bu görevi verenin kendisine karşı çıkmayacağının bilinmesi şarttır. Dolayısı ile kendisine görev verilen bu kimse o işte dilediği gibi ıslahat yapabilme yetkisine sahip olmalıdır. Şayet bu kimsenin yapacağı işler günahkâr kimsenin tercihi, arzuları ve fücuruna göre yapılacaksa böyle bir şey caiz değildir. Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Böyle bir görevin kabul edilmesi caiz değildir. Böyle bir iş sadece Hz. Yusuf’a has bir fiildir. Böyle bir işte onların verdikleri görevler kabul edilmek suretiyle, zalimlere yardım edilmiş olur. Onların işleri kabul edilerek o zalimler tezkiye edilmiş olur.”(El-Camiu Li Ahkam 9/212.)
İmam Buhari (rahimehullah)‘nin Sahih’inde “Bir kişi darul harpte müşriklerin yanında çalışabilir mi?” şeklinde bir bab açmış ve Habbab b. Eret’ten şu ha- disi rivayet etmiştir:
Habbab bin Eret (radıyallahu anh) şöyle anlatır: Cahiliye döneminde demir- cilik yapardım. Bu sırada As bin Vail’de alacağım vardı. Borcunu ödemesi için kendisine geldim. “Muhammed’i inkar edene kadar sana paranı vermem” dedi. Ben de “Ben Allah seni öldürüp tekrar diriltene kadar dahi O’nu inkar etmem” dedim. O da “Ben öldükten sonra tekrar diriltilecek miyim” dedi. Ben “Evet” de- dim. Bunun üzerine o “Benim orada birçok malım ve evladım olacak. Bırak beni sana orada öderim” dedi. Bunun üzerine Allah (Subhanehu ve Tealâ) şu ayeti indirdi:
“Ayetlerimizi inkâr edip, bana: «Elbette mal ve çocuklar verilecektir» diyeni gördün mü?” (19 Meryem/77)(Sahihi Buhari, Kitabul İcare 15.)
Hafız İbn-i Hacer (rahimehullah) şöyle der:
“İmam Buhari, böyle bir amelin ancak zaruret halinde caiz olma ihtimali bulunmasından dolayı kesin bir hüküm belirtmemiştir. Yine bu uygulamanın müşriklerle savaşmaya izin verilmeden önce olması ya da Müslümanların ken- dilerini müşrikler karşısında küçük düşürmemesi yönünde emir verilmeden ön- ce olması muhtemeldir.”
İbn-i Hacer (rahimehullah) daha sonra Mühelleb’ten şunları nakleder:
“Âlimler bir Müslümanın, bir müşriğin yanında çalışmasının mekruh oldu- ğunu söylemişlerdir. Zaruret olması halinde ancak şu iki şart dâhilinde izin vermişlerdir: Yapılan işin Müslüman için caiz olması ve Müslümanlara zarar ve- recek bir işte kâfire yardım etmemesi gerekir.”(Fethul Bari 4/453.)
Hafız İbn-i Hacer daha sonra İbnu-l Müneyyir’den bir Müslümanın kendi evinde zimmet ehline iş yapmasının caiz olduğunu nakleder. Bilindiği üzere zimmet ehli İslam topraklarında yaşayıp Darul İslam’ın hükmüne tabi olan ve cizye ödeyenlerdir.
Ancak burada şu hususun gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Bireysel olarak bir Müslümanın bir kafirin yanında çalışması ile bir Müslümanın Allah’ın indirdiği hükümlere düşmanlık gösteren tağutların emri altında çalışması birbi- rinden tamamen farklı şeylerdir. Günümüzde bazı muasır âlimlerin selef âlimle- rinden “Bireysel olarak bir müşriğin yanında çalışmanın bazı hallerde caiz ola- bileceğine” dair sözlerini alarak tağuti sistemlerde görev almanın haram olmadığını iddia etmeleri kanaatimizce büyük bir hatadır. Bu noktada Ebul Ala el- Mevdudi’nin şu tespiti oldukça yerindedir:
“Bireysel muameleler ile ilgili olarak bir Müslümanın, herhangi bir gayri müslim ile ücret ya da maaş karşılığında hizmette bulunmak üzere anlaşması durumunda herhangi bir sakınca yoktur. Ancak burada yapılacak olan hizmetin herhangi bir haram ile doğrudan ilişkisinin olmaması durumu aranır. Üzülerek belirtmeliyim ki bir kısım ulemanın bireysel muameleler ile ilgili bu fetvaya da- yanarak küfür hükümetlerinde memurluk yapmayı caiz göstermeye kalkışmaları doğru değildir. Bu cevazı veren âlimler gayri müslim birisinin şahsî işi ile gayri İslami bir rejimin toplumsal işi arasındaki temel farkı göz ardı etmektedirler. Gayri İslami rejim İslam yerine İslam dışı olanı, itaat yerine masiyeti, ilahi adalet yerine insan yaşamında Allah’a isyanı amaçlamakta ve icra ettiği tüm işlerde bu amaç saklı olmaktadır. Böyle bir şeyin haram olduğu ve hatta diğer bütün ha- ramlardan daha da şiddetli bir haram olduğu açıktır. Bu yüzden böyle özelliklere sahip bir zulüm düzenini ayakta tutan ve yürüten bölümler arasında ‘Falan bö- lümde iş yapmak caizdir. Falan bölümde iş yapmak caiz değildir’ gibi bir ayrım yapılamaz. Çünkü bütün bu bölümler birleşerek büyük bir masiyeti ortaya çı- karmaktadır. Bu meseleyi daha güzel bir şekilde anlamak için şu misal kâfi gele- cektir. Herhangi bir kuruluşun kamuoyunda küfrün yayılması ve Müslümanla- rın irtidadının sağlanması amacıyla kurulmuş olduğunu düşünelim. Bu kuru- luşta haddi zatında helal olan ama bu kuruluşun güçlenmesi ve gelişmesine kat- kısı behemehal kaçınılmaz olan bir işte çalışmak hiçbir Müslümana caiz olmaz.”
Konuya dair önemli bir hususa dikkat çeken Şeyh Ebu Muhammed el- Makdisî şöyle demektedir:
“Bununla beraber şayet yapılan işte müşriklere yardım etme, onların ka- nunlarını ve batıl anayasalarını güçlendirme, bu konuda onlarla birlikte hareket etme varsa bunu yapan kişi kafirdir. Eğer yapılan işte masiyet varsa haramdır. Şayet müşriklere destek olma ya da Allah’a isyan yoksa böyle bir işte çalışmanın mekruh olduğunu söylemekten başka bir hüküm veremeyiz. Mekruh dememizin sebebi ise kafirlerin Müslümanlara musallat olması, onlara haklarını ödeme- mesi, kafirlerle beraber onların meclislerinde uzun süre bulunma alışkanlığının getirdiği olumsuzluklardan korkmamızdır. Çünkü kafirlerle beraber onlarla ha- şır-neşir olma durumunda vela ve bera akîdesi sulandırılmış olur.
Habbab bin Eret (radıyallahu anh)‘ın bir kâfirin yanında çalışırken takındığı durum ortadadır. Mustazaf olmasına rağmen onurlu bir şekilde dinini açıkça or- taya koymuş ve asla dalkavukluk yapmamıştır. Habbab’ın olayını delil getiren kimsenin onun nasıl bir tavır içinde olduğunu da gözetmesi gerekir.”(Arap Kardeşlerimizin Sorularına Işık Tutan Fenerler” başlıklı makalesinden…)
Allah (Subhanehu ve Tealâ) bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır:
“(Musa dedi ki): Rabb’im bana verdiğin nimetler adına artık suçlu günah- kârlara destekçi olmayacağım.” (28 Kasas/17)
Bu ayet hakkında Mevdudi, tefsirinde şu bilgileri vermektedir:
“Hz. Musa’nın bu ahdi çok kapsamlı kelimelerle ifade edilmiştir. O’nun bu sözlerle demek istediği fert olsun topluluk olsun, dünyada zulüm ve hainlik eden hiç kimseye yardımcı olmamak idi. İbn-i Cerir ve diğer müfessirlerin doğru an- ladığı gibi; Hz. Musa bu sözlerle o günlerde Firavun ve hükümetiyle olan ilişki- lerini kesmeyi ahdetmişti. Zira hükümet zalimdi ve ülkede kötü bir sistemi hâkim kılmıştı. Daha sonra muttaki bir insanın böyle zorba bir krallıkta görev yapmaya, onun güç ve iktidarının yükselmesine alet olmaya daha fazla devam edemeyeceğini anladı. Müslüman âlimler, Hz. Musa’nın bu sözünden genellikle şunu istidlal ederler: Bir mü’min ister bir fert, ister bir zümre, isterse de iktidar- daki bir hükümet olsun zalime yardım etmekten tamamen kaçınmalıdır.
Bir kimse tâbiinden olan Ata b. Ebi Rebah’a sordu:
“Benim kardeşim Emevi hakimiyetinde olan Kufe’nin vali kâtibi. Gerçi hal- kın meseleleri ile ilgili kararları o vermiyor ama kararlar onun kalemiyle neşre- diliyor. Bu hizmeti sürdürmek zorunda. Çünkü onun tek gelir kaynağı budur.”
Ata b. Ebi Rebah adama bu ayeti okur ve şöyle der:
“Kardeşin kalemini elinden atsın. Rızık veren Allah’tır.” Başka bir Emevi katibi, Şabi’ye sordu:
“Ey Ebu Amir! Ben yalnızca verilen kararları kaydedip, neşretmekle so- rumluyum. Bunun dışında hiçbir şey yapmam. Bu memuriyet dolayısı ile kazan- dığım rızık helal midir, değil midir?”
Amir o adama şöyle cevap verir:
“Mümkündür ki bir masum, cinayet suçu ile hüküm giyer ve masum olduğu halde öldürülür. Bu karar da senin kaleminden çıkar. Yahut birinin mülkü ada- letsizce elinden alınır ya da bir başkasının evi haksızlıkla yıkılır ve tüm bu kararlar senin kaleminden çıkar.”
Daha sonra Amir o adama bu ayeti okur. Adam ise bu sözler üzerine anında o görevden istifa eder.
Emevi valisi Abdurrahman b. Müslim, Dahhak’tan sadece Buhara’ya gidip oradaki memurların maaşlarını dağıtmasını istemişti. Fakat o bu isteği reddetti. Arkadaşları bunda bir kötülük olmadığını söyleyince o arkadaşlarına şöyle cevap verdi:
“Bir zalime hiçbir şekilde yardımcı olmak istemem.”
İmam Ebu Hanife’nin hayatını yazanlar, Emevi hükümdarı Mansur’un ko- mutanlarından Hasan B. Kahtuba’nın sırf İmam Ebu Hanife’nin direktifleri ile şu sözleri söyleyerek görevinden ayrıldığını zikrederler:
“Bugüne kadar sizin saltanatınızın lehine yaptığım şeyler eğer bu saltanat Allah yolunda ise bu bana yeter. Yok, eğer zulüm ve zorbalık yolunda ise, amel defterimdeki günahlarıma yenilerini eklemek istemiyorum.” (Yukarıdaki alıntıların hepsi Ebu Ala el-Mevdudi’nin Tefhimul Kur’an isimli eserinin tercümesinden nakledilmiştir. Bu ve buna benzer rivayetler için Alusi’nin “Ruhul Meanî” isimli tefsirine de bakılabilir.)
Yukarıda yaptığımız alıntılardan da açıkça anlaşılmaktadır ki; İslam âlim- leri bırakın zulmün bizzat merkezinde yer alıp küfür kanunları ile insanları sevk ve idare etmeyi, Müslüman dahi olsa zalim bir idarecinin yönetimi altında görev almayı tartışmışlardır. Âlimlerin büyük bir çoğunluğu böyle bir fiili kesinlikle caiz görmezlerken, bazıları caiz görmüştür ama bunu da bazı şartlara bağlamış- lardır. Yukarıda Kurtubi’den yaptığımız alıntı bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Böyle bir görev ıslah için olmalıdır ve görev sahibi, görevinde tam yetkili olmalıdır. Hiçbir şekilde görev sahibinin görevine karışan olmamalıdır. Görev sahibi asla zalimlere meylederek dininden taviz vermemelidir.
Peki, bugün demokrasi ile amel eden parlamento tutkunlarının hali böyle midir? Şüphelerin Giderilmesi / M. Gezenler 1. baskı /60-65)
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Allah Rasülünün şeriati, önceki peygamberlerin şeriatlerini neshetmiştir.
Yüce Allah her peygambere bir şeriat göndermiştir. Önceki şeriatlarda yer alan ve bizim şeriatımıza aykırı olan hükümlerle amel edilmemektedir. Hz. Yusuf (a.s.), (hâşa) böyle bir şey yapmış olsa bile, bu durum son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) sünnetine ve ona indirilen Kur’an’a aykırı olduğu için bizim için delil teşkil etmez.
5. Yusuf a.s Allah’ın şeriatından başkasıyla hükmettiğine dair en ufak bir delil yoktur.
Yukarıdaki delillerin tamamından anlaşılacağı üzere Yusuf a.s yönetilen bir yönetici konumunda olmayıp tam bağımsız bir yönetimi mevcuttur. Hçbir ana yasaya tağuti düzene boyun eğer en ufak bir ameli de haşa bulunmamaktadır bulunması da mümkün değildir.
6. Hz. Yusuf ve Günümüz Tağutları Arasındaki Karşılaştırma
Bazı kimseler, Hz. Yusuf’un (a.s.) durumu ile günümüzdeki, Allah’ın hükümlerini iptal eden, haramları helal kılan ve mübahı haram hale getiren (haşa) tağutları kıyaslayarak bir tutmaktadır. Oysaki bu fasit bir kıyas olup kıyasın temel şartlarına aykırıdır. Kıyas için, kıyaslanan iki durumun birbirine eşit olması gerekir. Hz. Yusuf’un (a.s.) ve günümüz tağutlarının durumları ise birçok açıdan farklıdır.
Hz. Yusuf (a.s.), Allah’a teslim olmuş bir peygamberdi ve her zaman Allah’ın emirlerine uymuştur.
Günümüz tağutları ise Allah’a ve emirlerine karşı gelmekte onun hükmüyle hüküm etmemektedirler.
Hz. Yusuf (a.s.), adil bir şekilde hükmetmiş ve her zaman Allah’ın adaletini gözetmiştir. Günümüz tağutları ise zalimdirler ve halkı kendi çıkarları için sömürmektedirler.
Hz. Yusuf (a.s.), Allah’ın dinini yaymak için çalışmış ve her zaman Allah’ın rızasını gözetmiştir. Günümüz tağutları ise dinsizliği ve ahlaksızlığı teşvik etmektedirler. Demokrasiye hizmet edip laikliği benimsemektedirler.
Dolayısıyla, Hz. Yusuf’un (a.s.) durumu ile günümüz tağutlarının durumlarını kıyaslamak hatalıdır. Bu kıyas, usul ilminde “fasit kıyas” olarak adlandırılır ve kabul edilemez.
Hz. Yusuf’un İktidara Gelişi ve Yönetimi
Hz. Yusuf (a.s.), Mısır’da yaşanan bir kıtlık sırasında Mısır Kralı’nın veziri olmuştur. Bu göreve gelirken, Kral’ın dinine veya sistemine uymamıştır. Aksine, yukarıdaki ayetlerle de sabit olduğu üzere atası İbrahim’in (a.s.) yoluna uymuş ve Allah’ın emirlerine göre hükmetmiştir.
Hz. Yusuf (a.s.), iktidara geldiğinde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” gibi bir söz söylememiştir. Aksine, en zayıf ve güçsüz olduğu bir dönemde Mısır zindanlarında haykırdığı “Hüküm ancak Allah’ındır” temel ilkesine bağlı kalmıştır.
Hz. Yusuf (a.s.), iktidar sahibi olurken iman ettiği esaslardan zerre kadar taviz vermemiştir. Kral’ın hukukunun üstünlüğünü kabul etmemiş ve onun ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağını beyan etmemiştir.
Hz. Yusuf (a.s.), iktidar sahibi olunca Allah’ın indirdiği hükümleri bir kenara bırakmamıştır. Kral’ın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen şirk anayasasına göre kanun ve hükümler icat etmemiştir.
Hz. Yusuf (a.s.), iktidar sahibi iken kâfirleri dost edinmemiş ve Müslümanlara karşı açıkça bir düşmanlık göstermemiştir. Şeytanın ameli olan faizi meşrulaştırmamış, içki, kumar, zina ve fuhuş gibi hayâsızlıkları serbest bırakmamıştır. Gay ve lezbiyenlere dernek açarak onları meşrulaştırmamış ve lutiliğe cevaz vermemiştir.
Sonuç
Hz. Yusuf (a.s.), Allah’a teslim olmuş bir peygamberdi ve her zaman Allah’ın emirlerine uymuştur. Günümüz tağutları ise Allah’a ve emirlerine karşı hükümler koyan, Allah’ın kanunlarını kendi rejimleri uğruna örtbas eden veya çiğneyen kimselerdir. Dolayısıyla, Hz. Yusuf’un (a.s.) ve günümüz tağutlarının durumlarını kıyaslamak her yönüyle bozuk kıyas hükmü taşımaktadır. Yukarıdaki saydıklarımıza dair demokrasi ile hükmedilebileceğini iddia eden heva ehlinin elle tutulur tek bir delileri dahi yoktur