ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TEVBE

122

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ

 

122. Mü'minlerin (savaşa) topluca çıkmaları gerekmez. Onların her bir topluluğundan bir kesim de dinde fakih olmak ve kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarmak üzere (geri) kalmalı değil miydi? Olur ki sakınırlar diye.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Cihadın Farz-ı Kifaye Olması:

2- ilim Tahsilinin Gereği:

3- ''Taife (Kesim)'e Dair Açıklamalar:

4- Dinde Fakih Olmak için Kalanlar ve Uyaranlar:

5- İlim Talebinin Kısımları:

6- ilim Taleb Etmenin Faziletine Dair:

 

1- Cihadın Farz-ı Kifaye Olması:

 

Yüce Allah'ın: "Mü'minlerin topluca. .. gerekmez" buyruğu, -önceden geçtiği üzere-, cihadın muayyen olarak herkese (farz-ı ayn) bir yükümlülük olmadığını, farz-ı kifaye olduğunu gösterir. Çünkü herkes cihada çıkacak olursa, geriye kalan çoluk-çocuk zayi olur. O bakımdan, onlardan bir grup cihada çıksın, diğer bir bölüm çıkmayıp dinde fıkıh (derinlemesine bilgi) sahibi olsun ve çoluk-çocuğu korusun. Nihayet savaşa çıkanlar geri döndüklerinde çıkmayıp yerlerinde kalanlar öğrenmiş oldukları şer'i hükümleri onlara öğretsinler. Peygamber (s.a.v.)'e onların yokluğunda yeni inen buyrukları bildirsinler. Bu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın: "Eğer topluca cihada çıkmazsanız'' (et-Tevbe, 39) buyruğu ile ondan önceki buyruğu -Mücahid ve İbn Zeyd'in görüşlerine göre- nesh edicidir.

 

2- ilim Tahsilinin Gereği:

 

Bu ayet-i kerime, ilim talebinin vücubu hususunda asli bir delildir. Çünkü buyruğun anlamı şudur: Peygamber (s.a.v.) cihada çıkmayıp ikamet ediyorken, mü'minlerin topluca cihada çıkmaları ve onu yalnız başına bırakmaları olacak şey değildir.

 

"Onların, her bir topluluğundan bir kesim de ... kalmalı değil miydi."

 

Hepsinin savaşa çıkmasının gerekmediğini öğrenmelerinden sonra, bir kesim savaşa çıkıp, bir diğer kesim de Peygamber (s.a.v.) ile birlikte dini ondan öğrenip gerekli bilgileri elde etmek üzere geri kalmalı değil miydi? Savaşa çıkanlar da kendilerine geri dönecek olurlarsa, Peygamber'den işitip öğrenmiş oldukları şeyleri onlara bildirmelidir.

İşte bu buyrukta Kitap ve sünnet bilgisini elde etmenin vücubuna delil vardır. Yine bu bilginin farz-ı ayn değil de farz-ı kifaye olduğu da anlaşılmaktadır. Ayrıca Yüce Allah'ın: "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun'' (el-Enbiya, 7) buyruğu da buna delildir. Bu buyruğun kapsamına Kitabı ve sünneti bilmeyenler girmektedir.

 

3- ''Taife (Kesim)'e Dair Açıklamalar:

 

Yüce Allah'ın: "Onların her bir topluluğundan bir kesim de ... kalmalı değil miydi?" el-Ahfeş'e göre: Niye kalmadı anlamındadır. Sözlükte "taife (kesim)" ise, topluluk demektir. Bu, kimi zaman iki kişiye varıncaya kadar az sayıdaki topluluk hakkında da kullanılabilir, tek kişi için de kullanıldığı olur.

 

Yüce Allah'ın: "içinizden bir grubu (taifeyı) affetsek bile ... diğer bir grubu azaplandıracağız"(et-Tevbe, 66) buyruğunda geçen "taife" ile tek kişi kastedildiğini daha önceden açıklamış idik. Bu buyrukta ise, hiç şüphesiz "taife" kelimesi ile, biri akli, diğeri lügavi gerekçe olmak üzere iki sebepten ötürü topluluk kastedilmiştir. Akli delil şudur. ilim, çoğunlukla tek bir kişiyle elde edilemez. Din açısından ise, Yüce Allah'ın: "Dinde fakih olmaları ve kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarmak üzere" buyruklarında zamir çoğul gelmiştir.

 

ibnü'I-Arabi der ki: Kadı Ebu Bekr ile ondan önce eş-Şeyh Ebu'I-Hasen'in görüşüne göre burada "taife"den kasıt tek kişidir. Onlar, bu hususta ise, haber-i vahid ile amelin vücubunu delil ve dayanak olarak kabul ederler. Bu doğrudur. Ancak, "taife" kelimesinin tek kişi hakkında kullanıldığı açısından değil, tek bir kişinin verdiği haber olsun, birçok kişinin verdiği haber olsun, ona haber-i vahid denilmesi açısından doğru olabilir. Çünkü, haber-i vahidin mukabili olan "tevatür" rivayetindeki sayı münhasır değildir.

 

Derim ki: Tek bir kimseye de "taife" denilebileceğine dair en açık delillerden birisi de Yüce Allah'ın: "Eğer mü'minlerden iki taife birbirleriyle çarpışırlarsa"(el-Hucurat, 9) buyruğunda iki kişinin kastedilmesidir. Buna delil ise yine Yüce Allah'ın, (daha sonra gelen): "O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin "(el-Hucurat, 10) buyruğudur. Görüldüğü gibi burada da tesniye lafzı gelmiştir. Buna karşılık "çarpışırlarsa" buyruğundaki zamir her ne kadar çoğul ise de, ilim adamlarının konu ile ilgili iki görüşlerinden birisine göre çoğulun asgari sınırı ikidir.

 

4- Dinde Fakih Olmak için Kalanlar ve Uyaranlar:

 

Yüce Allah'ın: "Dinde fakih olmaları" buyruğundaki zamir ile, "uyarmalan" buyruğundaki zamir, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte ikamet edenlere aittir. Bu açıklamayı Katade ve Mücahid yapmıştır. el-Hasen ise, bu zamirler cihada çıkan kesime aittir, demektedir, Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Buna göre, "dinde fakih olmak" buyruğunun anlamı ise, Yüce Allah'ın kendilerine göstereceği mü'minlere karşı zafer ve dinin ilahi yardıma mazhar olması dolayısıyla basiretlerinin açılması ve yakinlerinin yükselmesi demektir.

 

"Kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarmak üzere" yani, cihaddan döndüklerinde kavimlerinden kafir olanları uyarmak üzere ... demektir. Onlara, Yüce Allah'ın Peygamberine ve mü'minlere zafer verdiğini haber versinler ve müşrik olan kavimlerinin, mü'minlere karşı savaşabilecek güçlerinin bulunmadığını bildirsinler. Peygamber (s.a.v.)'e karşı çarpışabilecek imkanı bulamayacaklarını bildirsinler. Aksi takdirde bunların başına da benzerleri olan diğer kafirlerin başına gelen musibetlerin geleceğini söylesinler.

 

Derim ki: Mücahid ve Katade'nin görüşü daha bir açıktır. Yani, seriyyelerle birlikte çıkmayıp Peygamber (s.a.v.) ile birlikte geri kalan kesim, dini iyice öğrensin. Bu ise, ilim talebine vücub ve bağlayıcılık söz konusu olmaksızın bir teşvik ve bu konuda gayrete getirmeyi gerektirmektedir. Çünkü ilim talebi, söz gücüyle olmaz. İlim talebi delilleri ile birlikte gerçekleşmelidir. Bu görüşü Ebu Bekr b. el-Arabi dile getirmiştir.

 

5- İlim Talebinin Kısımları:

 

İlim talebi iki kısma ayrılır. Namaz, zekat ve oruç gibi farz-ı ayn olanlar.

 

Derim ki: İşte Hz. Peygamber'den rivayet edilen: "İlim talebi farzdır" buyruğu bu hususu ifade etmektedir. Abdulkuddus b. Habib rivayet eder: Ebu Said el-Vuhazi, Hammad b. Ebi Süleyman'dan, o, İbrahim en-Nehai'den dedi ki: Ben, Enes b. Malik'i şöyle derken dinledim. Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "İlim talebi her müslümana farzdır." İbrahim dedi ki: Ben, Enes b. Malik'ten bu hadisten başkasını dinlemedim.

 

İkinci tür ilim ise, farz-ı kifaye ilimdir. Hakların elde edilmesi Hadlerin uygulanması, davacılar arasında hüküm verilmesi ve benzeri hususlar. .. Çünkü bütün insanların bunları öğrenmeleri uygun düşmez. O takdirde halleri, düzenleri bozulur, aynı şekilde gazaya giden seriyelerin de durumu bozulur, eksilir. Yahut da geçimleri tamamen atıl hale gelir. Böylelikle bu iki hali muayyen olarak yerine getirilmesi sözkonusu olmakla birlikte, her birisini belli kimseler tayin edilmeksizin bazı kimselerin yerine getirmesi kesinleşmiş olmaktadır. Bu ise, Yüce Allah'ın ezeli kudret ve sözü gereğince kullarına kolaylaştırması ve aralarında rahmet ve hikmeti paylaştırmasına göre ortaya çıkar.

 

6- ilim Taleb Etmenin Faziletine Dair:

 

İlim talebi büyük bir fazilet, şerefli bir mertebedir. Hiçbir amel ona denk düşmez. Tirmizi, Ebu'd-Derda yoluyla gelen hadisde şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim bir yolu ilim aramak kastıyla izleyecek olursa, Allah da o kimseyi cennete götüren bir yolda yürütür. Şüphesiz ki melekler, ilim talep edene razı olduklarından dolayı kanatlarını yerlere sererler. Ve şüphesiz alim kimseye göklerde bulunanlar, yerde bulunanlar ve hatta suyun içindeki balıklar dahi mağfiret dilerler. Ve şüphesiz alimin abide olan fazileti, ondördündeki ayın diğer yıldızlara olan fazileti gibidir. Gerçek şu ki, ilim adamları peygamberlerin mirasçılarıdır. Şüphesiz peygamberler ne bir dinar, ne de bir dirhem miras bırakmışlardır. Onlar, ancak ilmi miras bırakmışlardır. Her kim onu alırsa hiç şüphesiz çok büyük bir pay almış olur."

 

Darimi Ebu Muhammed de Müsned'inde şöyle demektedir: Bize, Ebu'l-Muğire anlattı, bize el-Evzai, el-Hasen'den anlattı, (el-Hasen) dedi ki: Rasülullah (s.a.v.)'a İsrailoğulları arasında bulunan ve birisi farz namazları kıldıktan sonra oturup insanlara hayrı öğreten alim kişi ile, diğeri de gündüzün oruç tutup geceleyin namaz kılan kişi hakkında bunların hangisi daha faziletlidir diye soru sordular. Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şu farz namazı kılıp sonra da insanlara hayrı öğretmek üzere oturan alimin, gündüzün oruç tutan ve geceleyin namaz kılan abi de fazileti, benim, sizin en aşağı mertebe bulunanınıza üstünlüğüm gibidir. ''

 

Ebü Ömer b. Abdi'l-Berr de bunu "Beyanü'l-ilm'' adlı eserinde senediyle Ebu Said el-Hudri'den rivayet etmektedir. O, dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Alimin abide üstünlüğü, benim ümmetime üstünlüğüm gibidir."

 

İbn Abbas da dedi ki: Cihadın en faziletlisi içinde Kur'an-ı Kerim'in, fıkhın ve sünnetin öğretildiği bir mescid bina edeninkidir. Bunu, Şureyk, Leys b. Ebi Süleym'den, o, Yahya b. Ebi Kesir'den, o, Ali el-Ezdi'den rivayet etmiştir. Ali dedi ki: Cihada gitmek istedim. İbn Abbas bana şöyle dedi: Senin için cihaddan daha hayırlı olan bir şeyi sana göstereyim mi? Bir mescide gidersin, orada Kur'an okutursun ve fıkıh öğretirsin. er-Rabi' de dedi ki: Ben, Şafii'yi şöyle derken dinledim: İlim talep etmek nafile namazdan daha üstün bir vecibedir.

Hz. Peygamberin: "Şüphesiz ki, melekler kanatlarını yerlere koyarlar" şeklinde hadiste yer alan buyruğunun iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisine göre melekler, o kimseye şefkat ve merhamet duyarlar. Nitekim Yüce Allah, çocuklara, anne-babaya iyilik yapmalarını emrettiği buyruğunda şöyle buyurmuştur: "Merhametinden dolayı onlara alçak gönüllülük kanadını indir.'' (İsra, 24) Yani, onlara karşı alçak gönüllü davran.

 

İkinci açıklama şekline göre ise; kanatların yere konulmasından maksat, yola açılması, yayılmasıdır. Çünkü bazı rivayetlerde: "Ve şüphesiz ki melekler kanatlarını yayarlar" denilmektedir. Yani melekler, ilim talibini, Yüce Allah'ın rızası için uygun şekilde ilim tahsil ettiğini görüp de diğer halleri de ilim talebindeki haline benziyor ise, bu yolculuğunda kanatlarını onun için yere yayarlar ve onu kanatları üzerinde taşırlar. Bunun sonucunda da ilim taleb eden kişi esenliğe kavuşur. Eğer yürüyor ise yorgunluk, bitkinlik duymaz. Uzak yollar ona yakın gelir. Normal yolculara isabet eden hastalık, malın gitmesi, yolu kaybetmek gibi türlü zararlar onu gelip bulmaz. Bu kabilden açıklamalar kısmen de olsa, daha önce Al-i İmran Süresi'nde Yüce Allah'ın: ''Allah ... açıkladı'' (Al-i İmran, 18) ayetini açıklarken geçmiş bulunmaktadır.

 

İmran b. Husayn dedi ki: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "ümmetimden bir kesim, kıyamet kopuncaya kadar hak üzere üstün kalmaya devam edeceklerdir." Yezid b. Harun dedi ki: Eğer burada sözü geçenler hadis sahipleri (hadis ilmini tahsil edenler) değil iseler, bunların kim olduklarını bilemiyorum.

 

Derim ki: Ayetin yorumu ile ilgili olarak (hadis-i şerifte kendilerinden söz edilen kimselerin) hadis ile uğraşan ilim adamları olduklarına dair Abdurrezzak'ın bu görüşünü es-Sa'lebi nakletmektedir. Ben de, İbn Ebi Hucce diye bilinen hocamız, üstad, kıraat alimi, nahiv bilgini, muhaddis, Kurtubalı Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Kaysi'yi, Hz. Peygamber'in:

 

"Garb ehli kıyamet kopacağı vakte kadar hak üzere galip ve muzaffer kimseler olmaya devam edeceklerdir" buyruğunun açıklanması ile ilgili olarak; "bunlar ilim adamlarıdır" dediğini dinledim. (Bunu açıklamak sadedinde) dedi ki: Çünkü, "garb" kelimesi müşterek bir lafızdır. Hem büyük kova anlamında kullanılır, hem de güneşin batış yeri için kullanılır. Ayrıca, taşan gözyaşı anlamında da kullanılır. Buna göre: "Garb ehli ... devam edecektir" ifadesi; Allah'ı bilmekten ve O'nun hükümlerini bilmekten dolayı, O'nun korkusundan ötürü göz yaşları taşıp duranlar muzaffer ve üstün gelmeye devam edeceklerdir, demektir. Yüce Allah da: "Kulları arasında Allah'tan ancak alimler korkar'' (Fatır, 28) diye buyurmaktadır.

 

Derim ki: Bu yorumu, Hz. Peygamber'in Müslim'in Sahih'inde yer alan şu buyruğu da desteklemektedir: "Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih (derin bilgi sahibi) yapar. Müslümanlardan bir kesim kıyamet gününe kadar hak üzere çarpışmaya ve kendilerine düşmanlık edenlere karşı muzaffer kalmaya devam edeceklerdir."

 

Bu hadisin ifade dizisinin zahirinden anlaşıldığına göre, onun başı sonu ile irtibatlıdır.  Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Tevbe 123

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR