KEHF 30 / 31 |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
إِنَّا لَا
نُضِيعُ
أَجْرَ مَنْ
أَحْسَنَ
عَمَلاً {30} أُوْلَئِكَ لَهُمْ
جَنَّاتُ
عَدْنٍ
تَجْرِي مِن
تَحْتِهِمُ
الْأَنْهَارُ
يُحَلَّوْنَ
فِيهَا مِنْ
أَسَاوِرَ مِن
ذَهَبٍ
وَيَلْبَسُونَ
ثِيَاباً
خُضْراً
مِّن
سُندُسٍ
وَإِسْتَبْرَقٍ
مُّتَّكِئِينَ فِيهَا
عَلَى
الْأَرَائِكِ
نِعْمَ
الثَّوَابُ
وَحَسُنَتْ
مُرْتَفَقاً
{31} |
30. İman
edip güzel amellerde bulunanlara gelince, şüphesiz ki Biz, iyi amel edenin
ecrini boşa çıkarmayız.
31. İşte
onlara, evet onlara, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtları
üzerinde kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten
yeşil elbiseler giyeceklerdir. O, ne güzel mükafattır, orası ne güzel konaktır!
Yüce Allah, kafirlere
hazırlamış olduğu hakir kılıcı azabı söz konusu ettikten sonra mü'minlerin
görecekleri mükafatları söz konusu etmektedir. İfadede hazf edilmiş sözler de
vardır. Yani Biz, onlar arasından güzel amellerde bulunanların mükafaatını boşa
çıkarmayız. Mü'min olmayanlardan güzel amelde bulunanlara gelince, onların
amelleri ise boşa gidecektir.
"Amel"
kelimesi, temyiz olmak üzere nasb edilmiştir. Bununla birlikte; "İyi ...
eden" kelimesinin mef'ulü de kabul edilebilir.
"Şüphesiz ki Biz,
iyi amel edenin ecrini boşa çıkarmayız" buyruğunun, bir ara cümlesi
olduğu, haberin ise Yüce Allah'ın: "İşte onlara, evet onlara. .. Adn
cennetleri vardır" buyruğu olduğu da söylenmiştir.
"Adn
cennetleri" cennetin göbeğidir. Yani, cennetin ortasıdır, diğer cennetler
onun etrafındadır. Çoğullafzı ile söz konusu edilmesi ise genişliğinden
ötürüdür. Çünkü oranın her bir bölgesi başlıbaşına bir cennet olmaya
elverişlidir. "Adn"ın, ikamet etmek anlamında olduğu söylenmiştir.
Bir yerde ikamet etti anlamında: (...) denilir. "O beldeyi vatan
edindim" anlamındadır. "Develer filan yerde kaldılar ve oradan ayrılmadılar"
demektir. İşte "Adn cennetleri" ifadesi de buradan gelmekte olup,
ikamet olunacak cennetler anlamındadır. Madene "el-Ma'din" denilmesi
de buradan gelmektedir. Çünkü insanlar orada yaz kış kalırlar. Her şeyin
merkezine de o şeyin "ma'dini" denir. "Adin" ise, merada
kalan dişi deve demektir. "Aden" de bir şehirdir. Bu açıklamaları
el-Cevherı yapmıştır.
"Altlarından
ırmaklar akan" ifadelerine dair açıklamalar, daha önceden bir kaç yerde
geçmiş bulunmaktadır. (Mesela, bk. et-Tevbe, 72; er-Rad, 23)
"Orada ... altın
bileziklerle süslenecekler" buyruğundaki: "Bilezikler" kelimesi
(...)'ın çoğuludur. Said b. Cübeyr dedi ki: Onların her birisinin üç bileziği
olacaktır. Birisi altından, birisi gümüşten, birisi de inciden.
Derim ki: Bu, Kur'an-ı Kerim'de
nas ile belirtilmiş bir husustur. Burada "altın bilezik" diye
buyurulmuştur. el-Hac (23) ile Fatır (33) de ise, ''al tın ve inciden"
diye buyurulmakta, ed-Dehr (21) Suresi'nde ise "gümüş ten bilezikler"
denilmektedir. Ebu Hureyre de der ki: Can dostum (s.a.v.)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Mü'minin (cennette) takınacağı süsler (dünyada iken) abdestin
ulaştığı yere kadar ulaşacaktır." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
el-Ferra
"süslenecekler" anlamındaki kelimeyi "ye" harfi üstün,
"ha" harfi sakin, "lam" harfi ise şeddesiz ve üstün olmak
üzere; (...) diye okumuştur. Kadın, göze hoş gelen şeyleri (süsleri) giyinip
takındığı zaman; (...) denilir. "O şey gözüme hoş geldi"
anlamındadır. Bu açıklamayı en-Nehhas nakletmektedir. Bilezik (sivar); kadının giyindiği
bir süs eşyası olup, çoğulu; (...) şeklinde gelir. Bu çoğulun çoğulu ise (...)
diye gelir. Nitekim: "Hem üzerine altın bilezikler bırakılmalı... değil
miydi"(ez-Zuhruf, 53) ayetindeki "bilezikler" anlamındaki
kelime, bir kıraatte bu şekilde çoğulun çoğulu olarak okunmuştur. Bununla
birlikte; (...)'in normal bir çoğul olması da mümkündür. Yüce Allah da:
"Orada ... altın bileziklerle süslenecekler" diye buyurmakta (ve
çoğul olarak bu şekil kullanılmakta)dır. Bu açıklamayı el-Cevheri yapmıştır.
İbn Aziz şöyle
demektedir: "Bilezikler" kelimesi, (...): Bilezikler"
kelimesinin (çokluk) çoğuludur. Bu ise, (...) ile, (...)'ın çoğuludur.
Bilezik, kola altından
takınılan süs eşyasıdır. Bu, gümüşten olursa buna "kulb" denilir.
Çoğulu ise, "kılebe" şeklinde gelir. Eğer bu boynuz yahut fil
dişinden yapılmış ise, "meseke" adını alır. Çoğulu da
"mesek" diye gelir. enNehhas der ki: Kutrub, "Esavir:
bilezikler" kelimesinin tekilinin "isvar" şeklinde geldiğini
nakletmektedir. Ancak Kutrub, oldukça istisna nakillerde bulunan bir kimsedir.
Yakub ve başkaları ise bu görüşü almamış ve bunu söz konusu etmemişlerdir.
Derim ki: '''es-Sıhah
"da şu ifadeler yer almaktadır: Ebu Amr b. el-Ala dedi ki:
"Esavir"in tekili isvar'dır. Müfessirler de şöyle demektedir:
Kırallar, dünyada bilezikler ve taşlar giyindikleri için Yüce Allah bu süsleri
cennetliklere verecektir.
"İnce ve kalın
ipekten yeşil elbiseler giyeceklerdir" buyruğundaki "sündüs"
oldukça ince ve nahif olan demektir. Bunun tekili "sündüse" şeklinde
gelir. Bu açıklamayı da el-Kisai yapmıştır.
"İstebrak"
ise, İkrime'den nakledildiğine göre kalın olan ipeğe denir. "Harir"
ile aynı şeydir. Şair der ki:
"Kimi zaman onların
bedenlerine yapışan ince elbise giydiklerini görürsün. Kimi zaman da kalın
ipektir, on(lar)ın giydiği."
O halde istebrak, dibac
(yani kalın ipek) demektir. İbn Bahr ise, altın ile dokunmuş olandır, diye
açıklar. el-Kutebi bu kelimenin Arapçalaştırılmış Farsça bir kelime olduğunu
söyler. el-Cevheri de bunun küçültme isminin, "ubeyrık" şeklinde olduğunu
söyler. Bu kelimenin "el-berik"den "istef'ale" veznine
sokulmuş bir kelime olduğu da söylenmiştir. Doğrusu bu kelimenin her iki dilde
de uygun düşen (sesteş) kelimelerden olduğudur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de, daha
önceden de geçtiği üzere Arapça olmayan bir kelime yoktur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'dır.
Özellikle yeşil olanın
söz konusu edilmesi ise, yeşilin göze uygun düşmesinden dolayıdır. Zira beyaz
renk, görmeyi dağıtır ve rahatsız edicidir. Siyah renk yerilir. Yeşillik ise,
beyazlıkla siyahlık arasındadır. Bu da ışınları bir araya toplar. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'dır.
Nesai'nin rivayetine
göre, Abdullah b. Amr b. el-As şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.)'ın huzurunda
bulunduğumuz bir sırada yanına bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü!
Bize cennet elbiseleri hakkında haber ver. Bunlar, Allah tarafından özel olarak
mı yaratılacaktır, yoksa belli bir şekilde mi dokunulacaktır? Hazır
bulunanların bazıları buna güldüler. Ona: "Ne diye gülüyorsunuz? Bilen
birisine soru soran bir cahile mi?" Adam, az veya kısa bir süre oturdu,
bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Cennet elbiselerine dair
soru soran kişi nerede?" Adam: O kişi işte buradadır ey Allah'ın Rasulü,
deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, cennetteki meyveler
yarılarak bu elbiseler oradan çıkacaktır." Hz. Peygamber bu sözü üç defa
tekrarladı.
Ebu Hureyre dedi ki:
Mü'minin evi, ortasında elbiseler dikilen bir ağacın bulunduğu içi oyulmuş bir
incidir. Mü'min, parmağı ile -veya iki parmağı da demiş olabilir- inci ve
mercan ile süslenmiş yetmiş elbise alır. Bunu, Yahya b. Selam Tefsirinde,
İbnü'l-Mübarek de er-Rekaik adlı eserinde zikretmişlerdir. Biz de bunun
senedini et-Tezkire adlı kitabımızda kaydettik. Hadiste de nakledildiğine göre,
cennet ehlinden her birisinin üzerinde her biri ayrı bir renk olmak üzere iki
yüzlü elbise olacaktır. Bunlar, işitenin hoşuna gidecek bir sesle konuşurlar.
İki yüzden birisi diğerine: Ben, Allah'ın dostu için senden daha değerliyim.
Çünkü ben, onun bedenine bakan taraftayım, sen öyle değilsin, der. Diğeri ise:
Hayır, ben Allah'ın dostuna senden daha yakın ve değerliyim. Çünkü ben onun
yüzünü gördüğüm halde sen görmüyorsun, der.
Yüce Allah'ın:
"Orada tahtları üzerinde kurularak" buyruğundaki; "Tahtlar"
kelimesi, (...) in çoğuludur. Bu örtülerle süslenip bezenmiş tahtlar demektir.
Bu şekilde süslenmiş örtüler altındaki döşekler olduğuda söylenmiştir. Bu
açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır. İbn Abbas der ki: Bunlar, altından tahtlar
olup, inci ve yakut ile süslenmişler, üzerlerinde de örtüler bulunur. Bu
tahtların bir tanesi San'a'dan, Eyle'ye kadar ve Aden ile Cabiye'ye kadar olan
bir alanı kapsar.
"Kurularak,
yaslanarak" kelimesinin aslı; (...) şeklindedir. Nitekim
"Yaslandı" kelimesinin aslı; (...) dır. (...): Yaslanış'ın aslı da;
(...) kelimesidir. Bir şey üzerine dayanarak yaslanma anlamındaki; (...)
kelimesi de buradan gelmektedir. Bu kelimede "vav" te'ye kalb
edildikten sonra idğam yapılmıştır. "Çokça dayanıp yaslanan adam"
demektir.
"O ne güzel
mükafattır, orası ne güzel konaktır" buyruğunda kastedilen ise
cennetlerdir. Burada ifade "orası ne kötü bir konaktır" buyruğunun
aksinedir ki, buna dair açıklamalar az önce geçmiş bulunmaktadır. Şayet, (...):
Ne güzel!" kelimesi; (...) şeklinde gelseydi yine caiz olurdu, çünkü bu,
cennet için kullanılmış olurdu. Nitekim "orası ne güzel konaktır"
ifadesinde de böyle gelmiştir. (Yani, cennet kastedilmektedir.)
el-Bera b. Azib'in
rivayetine göre bedevi bir Arap, Veda Haccı esnasında Resulullah (s.a.v.)'in huzurunda
ayağa kalktı. Peygamber (s.a.v.)'da o sırada Arafat'da el-Adba diye anılan dişi
devesi üzerinde vakfede bulunuyordu. Bedevi dedi ki: Ben, müslüman bir adamım.
Bana şu: "İman edip güzel amellerde bulunanlara gelince ... " ayeti
hakkında haber ver. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen de onlardan
uzakta değilsin, onlar da senden uzakta değillerdir. Burada sözü edilenler şu
dört kişidir: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali. Sen, kavmine bu ayet-i kerimenin
bunlar hakkında inmiş olduğunu bildir." Bu hadisi el-Maverdi zikretmiştir.
en-Nehhas da
"Metini'I-Kur an " adlı eserinde bunu senediyle kaydetmekte ve şöyle
demektedir: Bize Ebu Abdullah Ahmed b. Ali b. Sehl anlattı, dedi ki: Bize,
Muhammed b. Humeyd anlattı, dedi ki: Bize, Yahya b. edDurays anlattı. Yahya,
Züheyr b. Muaviye'den, o, Ebu İshak'dan, o, el-Bera b. Azib'den naklen dedi ki:
Bedevi bir Arap kalktı... diyerek hadisi zikretti. Yine es-Süheyli de bunu
"Kitabu'ı-A'lam'' adlı eserinde senediyle birlikte zikretmiştir. Biz de
bütün bunları icazet yoluyla rivayet etmekteyiz. Yüce Allah'a hamd olsun.
ONUNCU CİLDİN SONU
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN