SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L İMAN

<< 45 >>

باب: خوف المؤمن من أن يحبط عمله وهو لا يشعر.

36. Mu'minin, Farkında Olmadan Amelinin İptal Edilmesinden Korkması

 

-وقال إبراهيم التيمي: ما عرضت قولي على عملي إلا خشيت أن أكون مكذبا. وقال ابن أبي ملكية: أدركت ثلاثين من أصحاب النبي صلى الله عليه وسلم، كلهم يخاف النفاق على نفسه، ما منهم أحد يقول: إنه على إيمان جبريل وميكائيل، ويذكر عن الحسن: ما خافه إلا مؤمن ولا أمنه إلا منافق. وما يحذر من الإصرار على النفاق والعصيان من غير توبة، لقول الله تعالى: {ولم يصروا على ما فعلوا وهم يعلمون} /آل عمران: 135/.

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: "Sözlerimle amelimi karşılaştırdığımda hep yalancı çıkmaktan korkarım."

İbn Ebî Müleyke şöyle demiştir: "Nebi s.a.v.'in ashabından otuz kişi ile karşılaştım, hepsi de kendileri hakkında münafıklıktan korku­yorlardı. Hiçbirisi kendisinin Cebrail ve Mikâil gibi bir imana sahip olduğunu söylemezdi."

Hasen-i Basri'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: "Bundan ancak mu'min korkar, münafık emin olur."

"Bir de onlar bilerek günah İşlemekte ısrar etmezler [Al-i İmrân, 135] ayeti sebebiyle, tevbe etmeksizin nifak ve isyanda ısrar etmekten sakındırmak.

 

حدثنا محمد بن عرعرة قال: حدثنا شعبة، عن زبيد قال: سألت أبا وائل عن المرجئة فقال: حدثني عبد الله: أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (سباب المسلم فسوق، وقتاله كفر).

 

[-48-] Zeyd şöyle demiştir: Ebu Vail'e Mürcie mezhebinde olanlarla savaşma konusundaki görüşünü sordum, şöyle söyledi: Abdullah bana Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle söylediğini bildirdi: Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak küfürdür.

 

Tekrar: 6044, 7076

 

 

Diğer tahric: Tirmizî, İman; Müslim, İman

 

AÇIKLAMA:     Mu'minin, farkında olmadan amelinin iptal edilmesinden korkması" : Bu konu özel olarak Mürcie mezhebinin görüşünü reddetmeye yöneliktir. Gerçi önceki konularda da onların görüşlerini reddeden bölümler vardı, ancak bîd'at ehlinden başkaları da o kapsama giriyordu. Bu konu ise öyle değildir.

 

Mürcie, ertelemek anlamında olan "irca" kelimesinden türetilmiştir. Çünkü onlar amelleri İmandan ayırarak bir anlamda ertelemekte ve şöyle demektedirler: "İman kalp ile tasdikten ibarettir". Onların çoğunluğu iman'ın dil ile söylenmesini de şart koşmamışlardır. Bu mezhepte olanlar isyankârlar için de kâmil anlamda iman isminin söz konusu olacağını söyleyerek şöyle demişlerdir: "İmanla birlikte hiçbir günahın zararı olmaz". Onların görüşleri usül kitaplarında bilinmektedir.

 

Önceki konu ile bunun bağlantısı şudur: Cenaze'nin ardından gitmek cenaze yakınlarının haklarının gözetilmesine imkân verir, yahut da bu hem ölünün hem de yakınlarının haklarına riayet anlamına gelir.

 

Hadisin bağlamından, vaad edilen sevabın bu işi tamamen Allah rızası için yapanlar hakkında geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Buhârî bu hadisin ardından kişinin bir engel sonucu halis niyetle yapmayı kasdettiği şeyi yapamaması ve bu yüzden farkında olmaksızın vaad edilen sevaptan mahrum kalması konusunu getirmiştir.

 

Amellerin İptal Edilmesi

 

Amelinin iptal edilmesi Kişinin işlediği amelinin sevabından mahrum kalması demektir. Çünkü kişi yalnızca halis olarak yaptığı amellerin sevabını alır.

 

Bu konuda son söz şudur: İptal iki türlüdür:

 

1. Bir şeyden dolayı bir şeyin iptal olması ve birinin diğerini tamamen gidermesi. Örneğin küfür imanı, iman da küfrü iptal eder. Bu her iki bakımdan da kesin bir iptaldir.

 

2. Dengenin iptal olması: İyiliklerle kötülükler teraziye konulduğunda iyilikleri ağır basan kurtulur. Kötülükleri ağır basanın durumu Allah'ın dilemesine kalır: Dilerse bağışlar, dilerse azap eder. Amelin Allah'ın iradesine bağlı hale gelmesi bir açıdan iptaldir. Çünkü bir menfaati ihtiyaç anında durdurmak onu iptal etmektir. Cehennemden çıkıncaya kadar azap etmek ise bundan daha şiddetli bir iptaldir. Her ikisinde de göreceli bir iptal söz konusu olup buna mecazen iptal denilmiştir. Bu hakiki anlamda bir iptal değildir. Çünkü kişi cehennemden çıkarılıp cennete sokulunca, yaptığı amellerin sevabı kendisine döner. Bu, iki tür iptali birbirine eşit görerek günahkâr kişinin kâfir olduğuna hükmedenlerin ki Kaderîler'in büyük çoğunluğu bu görüştedir- görüşüne aykırıdır.

 

İbrahim et-Teymî tabiun, fakih ve abidlerindendir. Onun sözü iki farklı şekilde rivayet edilmiştir. Bunların birine göre onun sözünün anlamı şudur: "Amelimin sözümden farklı olduğunu görenlerce; 'doğru olsaydın söylediğine aykırı davranmazdın' denilerek yalanlanmaktan korktum". Teymî insanlara vaaz ettiği için bu sözü söylemiştir. Çoğunluğun rivayetine göre ise bu sözün anlamı şudur: "İnsanlara vaaz etmeme rağmen amelde elimden geleni yapmamaktan korktum". Yüce Allah iyiliği emredip, kötülüğü yasakladığı halde, amelde kusurlu davrananları şu sözü ile kınamıştır; "Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir nefretle karşılanır".[Saf, 3] Bu sebeple İbrahim et-Teymî yalanlayanlara benzemekten korkmuştur.

 

Sahabenin Nifaktan Korkması

 

Hadisin rivayet zincirinde yer alan İbn Ebî Müleyke'nin gördüğü en büyük sahabiler Hz. Âişe, ablası Hz. Esma, Ümmü Seleme, Abadile (dört Abdullah): (ibn Ömer, ibn Abbas, ibn Amr, ibn Zübeyr), Ebû Hureyre, Ukbe b. Haris, Misver b. Mahreme'dir. Bunlar kendisinden hadis dinlediği sahabîlerdir. İleriki yaşlarda bunlardan daha büyük sahabilerle de karşılaşmıştır, ki bunlar arasında; Hz. Ali, Sa'd b. Ebu Vakkas vardır. Onların tümünün amellerde nifaktan korktuğunu belirtmiştir. Onların dışmdakilerden buna muhalif bir şey nakledilmediğinden, bu konuda bir tür icma gerçekleşmiştir. Bu korkunun sebebi şudur: Mu'min kişinin ameline onun ihlasını zedeleyen durumlar arız olabilir. Onların bundan korkması, bunun mutlaka gerçekleştiği anlamına gelmez. Bu aşırı derecede ihtiyatlı ve takva sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır.

 

İbn Battal şöyle demiştir: "Onların korkmasının sebebi uzun yaşadıklarından daha önce alışık olduklarından farklı bazı değişiklikleri görmüş olmaları ve bunları reddetmeye güç yetirememeleridir. Onlar susmak suretiyle buna boyun eğmiş sayılmaktan korkmuşlardır."

 

"Hiçbirisi Cebrail ve Mikâil gibi bir imana sahip olduğunu söylemezdi Yani Cebrail'in imanına nifakın bulaşmasından emin olunduğu gibi, kendilerinin de" bu şekilde iman ettiklerini söylemezlerdi. Bu, sıddıkların imanı ile diğer insanların imanının aynı seviyede olduğunu söyleyen Mürcie mezhebinin aksine, söz konusu kişilerin Mu'minlerin iman bakımından birbirinden farklı olmalarını kabul ettiklerini göstermektedir.

 

Münafıklıktan Korkmak Mu'minin Özelliğidir

 

Hasan-ı Basrî'nin "Bundan ancak Mu'min korkar, münafık emin olur" sözünde neyi kasdettiği konusunda bazı yanlış anlayışlar ortaya çıkmıştır.

 

Nevevî bunun anlamının "Allah'tan ancak Mu'min korkar, münafık emin olur" şeklinde olduğunu söylemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimse için iki cennet vardır.[Rahman, 46]

 

"Allah'ın mekrinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olur". İbnü't-Tin ve sonraki alimlerden bir kısmı da bu sözü bu şekilde açıklamışlardır. Kirmani de bunu kabul etmiştir.

 

Ben (İbn Hacer) derim ki: Bu görüş doğru olmakla birlikte Buhari'nin ve kendisinden nakledilen Hasan-ı Basrî'nin kasdettiği şeyden farklıdır. Bunun sebebi sözün çok özet olarak ifade edilmiş olmasıdır. Bağlama bakıldığında Hasan-i Basrînin bu söz ile münafık olmayı kasdettiği anlaşılmaktadır. Muallâ b. Ziyad'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Hasan'ın bu mescitte "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki geçmiş ve gelecek her Mu'min nifaktan korkar. Geçmiş ve gelecek her münafık ise münafıklık korkusundan kendisini güvende sayar" dediğini duydum.

 

Ahmed b. Hanbel elman adlı eserinde şöyle demiştir: Ravh b. Ubade, Hişam'dan o da Hasan'dan şunu nakletmiştir: "Vallahi geçmiş gelecek her mu'min nifaktan korkar. Bundan ancak münafık kendini güvende sayar". Allah'tan korkmak, istenilen ve övülen bir şey olmakla birlikte bu konu bir başka şey ile ilgilidir.

 

Tevbe etmeksizin nifak ve isyanda ısrar etmekten sakındırmak": Buhârî'nin bu sözü söylemedeki amacı Mürcie mezhebini reddetmektir. Çünkü onlar imanın bulunmasından sonra günahlardan sakındırmanın söz konusu olmadığını söylemişlerdir. Bâb başlığında zikredilen âyet onların görüşünü reddetmektedir. Çünkü Yüce Allah günahtan istiğfar edip, bu fiilde ısrarlı olmayanı övmüştür. Bundan, istiğfar etmeyip bu fiilde ısrarcı olanların övülmediği sonucu çıkar.

 

Konu başlığının kapsamında yer alan diğer bazı âyetler de şunlardır: "Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı.[Saf, 5]

 

"Gönüllerini ve gözlerini gerisin geriye döndürürüz de daha önce iman etmedikleri gibi yine İman etmezler.[En'am, 110]

 

"Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.[Hucurât, 2]

 

Sonuncu âyet kasdedilen anlama diğerlerinden daha çok delil olmaktadır. Günah nifakına ısrar eden kişinin inkâr nifakına düşmesinden korkulur. Buhârî, Ahmed b. Hanbel'in Nebi s.a.v.'den rivayet ettiği Abdullah b. Amr'ın şu hadisine işaret etmiş olmaktadır: "Bilerek yaptığı günahlarda ısrar eden ısrarcılara yazıklar olsun!". Yani tevbe eden kişinin tevbesini Allah'ın kabul edeceğini bildikleri halde istiğfarda bulunmayanlara yazıklar olsun. Bunu Mücahid ve başkaları söylemiştir. Tirmizî, Hz. Ebû Bekir'den merfu olarak şunu rivayet etmiştir: "Kişi günde yetmiş kere aynı günahı işlese bile istiğfarda bulundukça günahta ısrar etmiş olmaz". Bu hadislerin tümünün senetleri hasendir. (Hasen: Sahih ile zayıf arasında ve makbul hadis çeşididir)

 

Fısk

 

Fısk: Sözlükte çıkmak demektir. Dinde ise Allah ve Resûlü'ne itaatten çıkmak anlamına gelir. Dinî ıstılahta, isyanın en şiddetlisine bu isim verilir. Yüce Allah teala şöyle buyurmuştur: "Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir.[Hucurat, 7] Bu hadis müslümanın hakkını yüce saymayı,  haksız yere ona söven kişinin Iraklığına hükmedileceğini ifade etmektedir. Bu, Mürcie mezhebini reddetmeyi gerektirir. Bundan Ebu Vail'in onlar hakkındaki soruya verdiği cevabın uygunluğu anlaşılır. O şöyle demiş olmaktadır; Nebi s.a.v. şöyle, şöyle dediği halde onlarla savaşmak nasıl hak olabilir?

 

Müslümanla Savaşmak insanı Dînden Çıkarır mı?

 

"Onunla savaşmak küfürdür": Şu söylenebilir: "Bu hadis Mürcie mezhebini reddetse bile hadisten ilk anda anlaşılan anlam, büyük günahlardan dolayı insanların kâfir olduğunu söyleyen Haricîleri desteklemektedir".

 

Buna şu şekilde cevap verilir: a. Bid'at mezhebinde olan kişiyi reddetmedeki mübalağa bunu gerekli kılmıştır. Bu hadiste Haricîleri destekleyen bir unsur yoktur. Çünkü hadisten, ilk anda anlaşılan şey kasdedilmemektedir. Savaşmak, sövmekten daha şiddetli olunca -çünkü savaş kişinin ölümüne yol açar savaşı fısk sözcüğünden daha şiddetli bir sözcük olan küfür sözcüğü ile ifade etti. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bununla insanı dinden çıkaran inkarcılığı kasdetmemiş, aşırı bir biçimde bundan sakındırmak için buna küfür demiştir. Bu konuda bunun benzeri bir şeyin insanı dinden çıkarmadığı temel kuralına dayanmıştır. Bu temel kurallara örnek olarak şefaat ile ilgili hadisi ve şu âyeti verebiliriz: "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları dilediği kişi için bağışlar.[Nisa, 48] Buna "günahların cahiliye işlerinden olduğu" konusunu açıklarken işaret etmiştik.

 

b. Diğer bir ihtimale göre müslümanla savaşmaya küfür denilmesi, bunun küfre benzemesinden dolayıdır. Çünkü müslümanla savaşmak kâfirin yapacağı bir iştir.

 

c. Şöyle de denilmiştir: Burada küfür kelimesinin sözlük anlamı olan "örtmek" kasdedilmiştir. Çünkü Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı ona yardım etmektir ve eziyet değil. Kişi onunla savaştığında bu hakkın üzerini örtmüş olur.

 

Üçüncü görüşün aksine ilk ikisi Buhârî'nin kastına ve bunu yapmaktan sakındırmaya daha uygundur.

 

d. Diğer bir görüşe göre Nebi s.a.v. bu uğursuz fiilin sonunda insanı küfre götüreceğinden hareketle buna küfür demiştir. Bu ihtimal zayıftır.

 

e. Hadiste ifade edilen küfrü Müslümanla savaşmayı helal sayana hamletmek dördüncüden de uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu konu başlığına uymamaktadır, Şayet bu kasdedilmiş olsaydı Müslümana sövmekle onunla savaşmak arasında bir fark kalmazdı. Çünkü, geçerli bir yoruma dayanmaksızın müslümana la'net etmek de küfürdür. Ayrıca bu, geçerii bir yoruma dayanmaksızın bunu yapan kişiye yorulur.

 

Bu hadise benzeyen diğer bir hadis de Nebi s.a.v.'in şu sözüdür: "Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler haline dönmeyin". Bu hadiste geçen kâfirler kelimesi hakkında da yukarıdaki ihtimaller söz konusudur. Bu konu Fiten bölümünde gelecektir. Yine bunun bir benzeri de şu âyettir: "Bunun ardından sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı bileşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'm bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.[Bakara, 85] Ayet'i İşin büyüklüğünü belirtmek için bazı amellere küfür adı verildiğini göstermektedir. Müslim'de yer alan "Müslümana lanet etmek onu öldürmek gibidir" hadisine gelince, söz konusu hadis buradaki hadise aykırı değildir. Çünkü kendisine benzetilen, benzeyenin üstündedir. İkisinin ortak olduğu nokta etki bakımından ikisinin de son dereceye varmasıdır. Lanet etmek insanın kişiliğine, öldürmek canına karşı son derece kötü bir saldırıdır.