DEVAM: 56. Buruna Su
Verip Dışarı Atmak
حَدَّثَنَا
قُتَيْبَةُ
بْنُ سَعِيدٍ
فِي آخَرِينَ
قَالُوا
حَدَّثَنَا
يَحْيَى بْنُ سُلَيْمٍ
عَنْ
إِسْمَعِيلَ
بْنِ كَثِيرٍ
عَنْ عَاصِمِ
بْنِ لَقِيطِ
بْنِ صَبْرَةَ
عَنْ أَبِيهِ
لَقِيطِ بْنِ
صَبْرَةَ قَالَ
كُنْتُ
وَافِدَ
بَنِي
الْمُنْتَفِقِ
أَوْ فِي
وَفْدِ بَنِي
الْمُنْتَفِقِ
إِلَى رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَالَ
فَلَمَّا
قَدِمْنَا
عَلَى
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَلَمْ
نُصَادِفْهُ
فِي
مَنْزِلِهِ
وَصَادَفْنَا
عَائِشَةَ
أُمَّ
الْمُؤْمِنِينَ
قَالَ
فَأَمَرَتْ
لَنَا
بِخَزِيرَةٍ
فَصُنِعَتْ
لَنَا قَالَ
وَأُتِينَا
بِقِنَاعٍ
وَلَمْ
يَقُلْ
قُتَيْبَةُ
الْقِنَاعَ
وَالْقِنَاعُ
الطَّبَقُ
فِيهِ تَمْرٌ
ثُمَّ جَاءَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
فَقَالَ هَلْ
أَصَبْتُمْ
شَيْئًا أَوْ
أُمِرَ لَكُمْ
بِشَيْءٍ
قَالَ
قُلْنَا
نَعَمْ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
قَالَ
فَبَيْنَا
نَحْنُ مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
جُلُوسٌ إِذْ
دَفَعَ
الرَّاعِي غَنَمَهُ
إِلَى الْمُرَاحِ
وَمَعَهُ
سَخْلَةٌ
تَيْعَرُ فَقَالَ
مَا
وَلَّدْتَ
يَا فُلَانُ
قَالَ بَهْمَةً
قَالَ
فَاذْبَحْ
لَنَا
مَكَانَهَا شَاةً
ثُمَّ قَالَ
لَا
تَحْسِبَنَّ
وَلَمْ يَقُلْ
لَا
تَحْسَبَنَّ
أَنَّا مِنْ
أَجْلِكَ
ذَبَحْنَاهَا
لَنَا غَنَمٌ
مِائَةٌ لَا
نُرِيدُ أَنْ تَزِيدَ
فَإِذَا
وَلَّدَ
الرَّاعِي
بَهْمَةً
ذَبَحْنَا
مَكَانَهَا
شَاةً قَالَ
قُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنَّ لِي
امْرَأَةً
وَإِنَّ فِي
لِسَانِهَا
شَيْئًا
يَعْنِي
الْبَذَاءَ
قَالَ
فَطَلِّقْهَا
إِذًا قَالَ
قُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنَّ لَهَا
صُحْبَةً
وَلِي
مِنْهَا
وَلَدٌ قَالَ
فَمُرْهَا
يَقُولُ عِظْهَا
فَإِنْ يَكُ
فِيهَا
خَيْرٌ
فَسَتَفْعَلْ
وَلَا
تَضْرِبْ
ظَعِينَتَكَ
كَضَرْبِكَ
أُمَيَّتَكَ
فَقُلْتُ يَا
رَسُولَ اللَّهِ
أَخْبِرْنِي
عَنْ
الْوُضُوءِ
قَالَ
أَسْبِغْ
الْوُضُوءَ
وَخَلِّلْ
بَيْنَ الْأَصَابِعِ
وَبَالِغْ
فِي
الِاسْتِنْشَاقِ
إِلَّا أَنْ
تَكُونَ
صَائِمًا
Lakit b. Sabre'den,
demiştir ki; "Ben müntefik oğullarının Rasulullah (s.a.v.)'e gönderilen
elçisi veya elçileri arasında idim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in
evine vardığımızda onu evinde bulamadık, mü'minlerin annesi Aişe'ye tesadüf
ettik. Bizim için hazire (denilen bir yemek) hazırlanmasını emretti, (Hazire)
bizim için derhal hazırlandı. Ve bir de kına getirildi. (Hadis-i nakleden)
Kuteybe aslında kına' sözünü söylemedi. (Ancak sözün gelişinden bu kına'ın
getirildiği anlaşılmaktadır.) Kına' (yemek yemeye ve içine meyva konmaya
yarayan bir tabaktır.) İçinde hurma vardı. Derken Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) geldi ve:
"(Evde yiyecek)
birşeyler bulabildiniz mi? Yahut size bir şeyler hazırlanması emredildi
mi?" dedi. Biz de "evet" ya Rasulullah (s.a.v.) dedik. Biz
Rasulutiah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber otururken bir de ne
görelim, bir çoban Rasululiah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in davarlarım, yanında
bir de yeni doğmuş meleyen bir kuzuyla beraber ağıla götürüyor! Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ona hitaben; "yahu ne doğurttun?" diye
sorunca o da bir dişi kuzu diye cevap verdi. Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi
ve sellem) de; "(Öyleyse) onun
yerine bize bir koyun kes" buyurdu, ve ilave etti; "Sakın bunu senin
için kestiğimizi zannetme" (Bu hadisi rivayet edenlerden biri der ki; Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) "zannetme" kelimesini şeklinde sini'n fethasiyla değil şeklinde sin'in kesresiyle telaffuz etti.)
Bizim yüz davarımız var daha fazla artmasını istemediğimiz İçin bu koyunu
kestik. Her ne zaman ki, çoban bize bir yavru doğurtur getirirse, biz de onun
yerine bir koyun keseriz." (Ravi) Lakit (sözlerine devamla) dedi ki:
Ben: "Ya
Rasulallah, benim dili uzun bir karım var yani ağzı bozuk" (ona karşı
tavrım ne olacak)?" dedim.
(Efendimiz):
"Öyleyse onu boşa" buyurdu. Lakit der ki: "Ya Rasulallah, onunla
aramızda arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var" dedim. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’ de "Ona emret" buyurdu.
(Ravi diyor ki: Nebi
(s.a.v.) bu sözüyle bana) "Ona öğüt ver" de (mek isti)yor (du ve
sözlerine şöyle devam etti) "Eğer onda bir hayır görürsen, nasihat etmeye
devam edersin. Karını, cariyeni döver gibi dövme!" dedi. Ben; Ya
Rasulallah, bana abdestten bahset dedim. "Abdesti güzelce al, parmakların
arasına suyu eriştir. Oruçlu değilken burnuna suyu çokça çek." buyurdu.
Diğer tahric: Tirmizî,
Savm, Nesaî, tahare, İbn Mace, tahare; Darimî vudu'; Ahmed b. Hanbel
AÇIKLAMA: Bu hadisin ravilerinden birinin, Rasullullah
(s.a.v.)'in bu hadisini nakıederken
sözünü telaffuz ediş şekli üzerinde durmaktan maksadı, Rasul-i Ekrem'den
duyduklarını sadece mana olarak rivayet etmediğini bilakis harekesine varıncaya
kadar kelime kelime zaptedip büyük bir titizlikle rivayet ettiğini ifade ederek
bu husustaki dikkatini belirtmektir.
Rasulullah
(s.a.v.)'in "bu koyunu biz senin için kesmedik" demesi, misafirin
kendisi için bir koyun boğazlandığını düşünerek bir minnet borcu duymaması ve
mahcup olmaması içindir. Bu, Rasulullah'ın yüksek ahlakındandır.
Nebi
(s.a.v.)'in, küfürbaz hanımının durumundan bahseden misafirine, hanımını
boşamaya izin vermesi o kadınla beraber yaşamanın dünyevi ve uhrevi pek çok zararlara
sebep olacağını bilmesindendir. Ancak çocukları da olması dolayısıyla,
boşanmasının daha büyük zararlara yol açacağı anlaşılınca, zararın daha azını
tercih etmesini tavsiye etmiş ve "Ona çirkin sözler sarfetmemesi ve
küfürbaz olmaması için nasihat et, eğer fayda verirse bunu devam ettir, ancak
bu da fayda vermezse, o zaman sakın onu şiddetli bir şekilde dövme” diyerek
nasihatin da fayda vermemesi halinde hafif bir şekilde dövmeye izin verdiğini
ima etmiştir.
Hadiste
geçen "abdesti güzel almak" sözünden maksat, farzına, sünnetine ve
müstehaplarına riayet ederek abdest almak demektir. Parmak aralarına suyu
akıtarak parmak aralarının hilallenmesinin hükmü bu hadisin zahirine göre, farz
ise de, Malikilere göre parmakların hilallenmesi eller için farz, ayaklar için
de sünnettir. Çünkü, Malikilere göre her uzvu sürtmek farzdır. El parmaklarının
da hepsi ayrı bir uzuv sayıldığından her parmağı ve aralarını sürtmek ve
hilallemek farzdır. Ayak parmakları ise, sık olduklarından hepsi birden bir
uzuv sayılmakta bu yüzden de aralarını sürtmek farz değil sünnettir
denilmektedir.
Diğer
mezheplere göre ise, parmakların hjlallenmesi için Hadiste, geçen emir farz
değil mendup olmak hükmünü ifade eder. Ancak bu, suyun parmaklar arasına
eriştiği zamandır. Yok eğer parmaklar arasına erişmediği kesinlikle biliniyorsa
o zaman parmaklarını hilallemek bütün mezhep alimlerince farzdır. Özellikle
parmağında dar yüzüğü olup da suyun nüfuz etmeyeceğine kanaat getirildiği
takdirde bilhassa abdest ve ğusülde buna dikkat edilmesi ve suyun yüzük altına
nüfuz etmesinin mutlaka sağlanması gerekir. Aksi takdirde ne abdesti, ne de
ğuslü sahih olur. Bunun içindir ki dar olan yüzüğün abdestte oynatılmasının
Hanefilere göre vacip olduğu kaydedilmiştir.
Bu
mezheplerin delilleri daha önce geçen 106 numaralı Hadistir. Bu hadiste Rasul-i
Ekrem'in parmak aralarını hilallediği mevzuu bahs edilmemiştir. Eğer parmak
aralarını hilallemek farz olsaydı, bu hadiste ona da yer verilirdi.
Menhel
yazarı şöyle der; parmakların hilallenmesi mevzuunda pek çok hadis varsa da
hepsinin sıhhati üzerinde çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bu sebeple hiç
biri hilallemenin farz olduğuna delil teşkil edecek nitelikte değildir. Şayet
bu hadislerin sahihliği kabul edilse bile, farz'a değil mendupluğa delalet
ederler.
Bu
izah tarzı ile bu mevzuda gelen hadisler arasındaki zahiri çelişki de ortadan
kalkmış olur.
Ayrıca
parmakların hilallenmesini emreden hadislerin çokluğuna bakılır ve bunların
birbirini kuvvetlendirdiği dikkate alınırsa bu Hadislerle amel etmenin ihtiyata
daha uygun olduğu görülür. Özellikle Darekutni'nin Ebu Hureyre'den rivayet
ettiği "Allah kıyamet gününde parmaklarınızı ateşle hilallemeden önce
sizler hilalleyiniz" mealindeki Hadis göz önünde bulundurulursa bu
mevzunun önemi daha iyi anlaşılmış olur.