NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عُثْمَانُ
بْنُ أَبِي
شَيْبَةَ
وَزُهَيْرُ
بْنُ حَرْبٍ
قَالَا
حَدَّثَنَا
جَرِيرٌ عَنْ
الْأَعْمَشِ
عَنْ أَبِي صَالِحٍ
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ
قَالَ قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ لَيْسَ
الْمِسْكِينُ
الَّذِي
تَرُدُّهُ التَّمْرَةُ
وَالتَّمْرَتَانِ
وَالْأَكْلَةُ
وَالْأَكْلَتَانِ
وَلَكِنَّ
الْمِسْكِينَ
الَّذِي لَا
يَسْأَلُ
النَّاسَ
شَيْئًا
وَلَا
يَفْطِنُونَ
بِهِ
فَيُعْطُونَهُ
Ebû Hureyre (r.a.)'den;
demiştir ki: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Miskin, bir iki hurma
veya bir-iki lokma ile geri çevrilen (dilenci) değildir. (Asıl) Miskin,
insanlardan bir şey istemeyen ve onlar tarafından hali bilinmediği için
kendisine (bir şey) verilmeyen kimsedir."
Diğer tahric: Buhari,
zekât; Müslim, zekât; Nesaî, zekât; Ahmed b. Hanbel, I, 384, 446; II, 260, 316,
445, 506.
AÇIKLAMA:
Bu hadiste miskin'in,
kapı kapı dolaşan bir dilenci olmadığı, aksine halktan bir şey istemeyip muhtaç
olduğu bilinmeyen ve bundan dolayı kendisine birşey verilmeyen kimse olduğu
ifâde edilmiştir.
Miskin ile fakirin
tarifinde ihtilâf edilmiştir. Ebû Hanife'yi göre: Miskin, hiçbir şeyi olmayan
kimsedir. Fakir ise, nisab miktarından daha az malı olan kimsedir. Buna göre
miskin, fakirden daha muhtaçtır.
Mâlik'e göre miskin,
hiçbir şeyi olmayan kimsedir. Fakir ise, nisab miktarı olsa bile malı kendisine
bir yıl kâfi gelmeyen kimsedir.
Şafiî'ye göre miskin,
malı veya kazancı olup da geçimine kâfi gelmeyen yani gideri gelirinden fazla
olan kimsedir. Fakir ise, hiç bir mal ve kazancı olmayan kimsedir. Buna göre
fakir, miskinden daha muhtaçtır. Hanbeliler de bu görüştedirler.
Ebu Hanîfe ile Mâlik bu
hadisle istidlal ederek miskinin, hiçbir şeyi olmayan kimse olduğunu
söylemişlerdir.
Bir önceki hadisin
açıklamasında zikrettiğimiz âyet-i kerimede belirtilen zekâtın verildiği sekiz
sınıfı şunlardır:
1, 2. Fakirler ve
miskinler,
3. Zekât memurları:
Zekât mallarının toplanması, korunması, hesaplarının tutulması ve müstehaklarına
dağıtılması için devlet başkam veya yetkili kıldığı zât tarafından
görevlendirilen kişilerdir. Bunlarla ilgili geniş bilgi 1635 no'Iu hadis
açıklamasında gelecektir.
4. Müellefe-i Kulûb:
Gönülleri İslama ısındırılanlar demektir. Bunların bazıları yeni müslüman olmuş
inançları zayıf olan kimselerdi. Peygamber (s.a.v.) îslâma ısınmaları için
onlara zekâttan bir pay vermiştir. Bazıları da kavimleri arasında nüfuz ve
kuvvet sahibi olan kâfirlerdi. Peygamber (s.a.v.) bunlara da hem İslama teşvik
olsun diye hem de mü'minlere eziyet etmesinler diye zekâttan bir hisse
vermiştir.
Peygamber (s.a.v.)'in
vefatından sonra müellefe-i kulûb sınıfına zekât verilip verilmeyeceği
hususunda ihtilâf edilmiştir. Hanefîlere göre onlara zekât verilmez. Zira hisseleri
sahabe tarafından özel bir hale yorumlanmıştır. Bu hususta Hz. Ebu Bekir
devrinde icmâ meydana gelmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in bu fondan kendilerine
zekât verdiği Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Habis, onun vefatından sonra Hz. Ebû
Bekir'e gitmiş ondan zekât gelirlerindeki bu haklarını belirten bir belge
istemişler ve almışlardı. Sonra Hz. Ömer'e gidip bu durumu haber verince Hz.
Ömer o belgelen ellerinden alıp yırtmış ve; "Resûlullah (s.a.v.)
kalplerinizi İslama ısındırmak için size hisse veriyordu. Artık Allah, dinini
güçlendirmiştir. Müslüman kalmaya devam ederseniz ne âlâ, aksi takdirde bizimle
sizin aranızda kılıç vardır" demişti. Onlar da durumu Hz. Ebu Bekr'e
iletip "Halife sen misin, Ömer mi?" diye sordular. Hz. Ebu Bekir de
"dilerse odur" diye cevab verdi. Böylece Hz. Ömer'in o hareketini
yadırgamadı. Sahabe de bunu kabul etmiş ve icmâ meydana gelmiştir. İslâm ilk
zamanlarda güçsüz ve azınlıkta, diğerleri güçlü ve çoğunluktaydı. Ama ondan
sonra durum değişmiş. İslâm güçlenmiş, müslümanlar çoğalmıştır.
Cumhura göre ise,
müellefe-i kulübün hisseleri ihtiyaç anında onlara bugün de verilebilir. Ancak
Şafiîler bunlardan kâfir olanlara zekât verilmez, demişlerdir. Cumhur, Hz. Ebû
Bekir'le Hz. Ömer'in onlara zekâttan hisse vermemelerini o andaki durum ve
ihtiyaca hamletmişlerdir. Kalbi ısındırma sabit, değişmez bir durum değildir.
Bir devirde kalpleri malla ısındırılanlara sonuna kadar zekât verme zarureti
yoktur. Kalbleri malla İslâm'a ısındırmaya zaruret olup olmadığı bunun kimlere
verilip kimlere verilmeyeceği devlet başkanın takdirine kalmış bir iştir.
Dolayısıyla devlet başkanı bir devrede bu fondan yardım ettiği kimselere
ihtiyaç yoksa, daha sonra bu yardımı kesebilir. İşte Hz. Ömer'in yaptığı budur,
-Bazılarının ileri sürdüğü gibi- bu bir nesih değildir. Zira nesih Allah'ın
koyduğu bir hükmün iptalidir ki, ancak onu koyan iptal hakkına sahiptir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) vefat ettikten sonra neshten söz edilemeyeceğine göre, bu
hususta tercih edilen görüş müellefe-i kulûb hissesinin devam ettiği görüşüdür.
Bugün müslümanların
durumu da değişmiştir. İslâm başlangıçta olduğu gibi yine garib bir hâle
düşmüştür. Eğer müslümanların zayıf olmalan kableri malla İslama ısındırmanın
illeti ise, o illet bugün de mevcuttur.
5. Köleler; İslâm,
köleleri zekâtın verildiği sekiz sınıftan birisi olarak göstermiş, onların
hürriyetlerine kavuşmalarına yardım etmek üzere zekâttan bir pay ayırmıştır.
Bu iki şekilde olur:
a. Mükâteb kölelere
verilmek suretiyle olur. Mükâteb köle, efendisiy-le belirli bir miktar üzerinde
anlaşmış olan ve bu miktarı efendisine teslim ettiğinde hürriyetine kavuşan
kimsedir.
b. Zekât ile köle ve
câriye satın alıp onları âzad ederek hürriyetlerine kavuşturmak suretiyle olur.
Bu, İslâmın köleliği
kaldırmak için gösterdiği gayretlerden birisidir; Ömer b. Abdulaziz devrinde
zekâta hak kazanan diğer grublar bulunmayınca zekât gelirleri daha çok köle
azadında kullanılmıştır.
6. Borçlular:
Hanefîlere göre borçlu, borcu olan ve borcundan başka nisâb miktarı mala sahip
olmayan kimsedir.
Mâlik, Şafiî, ve Ahmed
b. Hanbel'e göre ise borçlu iki çeşittir:
a. Kendisi için
borçlanan kimse: Bu gruba giren borçlu yiyeceğini, giyeceğini temin veya
hastasını tedavi, evlenmek veya çocuğunu evlendirmek, ev, ev eşyası satın almak
gibi şahsî veya ailevî ihtiyaçlar sebebiyle borç altına giren kimsedir.
b. Toplumun menfaati
için borçlanan kimse: Bu gruba giren borçlu, alacaklılar ile borçluların
arasını bulmak ve yanan fitne ateşini söndürmek için borçlanan kimsedir. Bu
şıkla ilgili bilgi 1635 no'lu hadis açıklamasında gelecektir,
7. Allah yolunda cihâd
edenler: Allah'ın dinini ve dince mukaddes sayılan şeyleri korumak, Allah'ın
ismini yüceltmek için mücâdele eden kimselerdir. Bu konunun tafsilâtı 1635
no'lu hadis açıklamasında gelecektir.
8. Yolcular: Parasızlık
sebebiyle yolda kalmış olanlardır. Yurtlarında zengin olsalar bile bunlara
zekât verilir.
Bazılarına göre bir
önceki hadiste geçen "Eğer o sınıflardan isen sana hakkını veririm"
sözü zekâtın sekiz sınıfa eşit bir şekilde taksim edilmesi gerektiğine delâlet
eder. Zekâtın böyle taksim edilmesi gerektiğim İkrime, Ömer b. Abdulaziz,
Zührî, Dâvûd-i Zahirî ve Şafiî söylemişlerdir.
İbrahim en-Nehaî'ye
göre dağıtılacak olan zekât malı çoksa bu sınıfların hepsine verilmelidir. Az
ise yalnız bir sınıfa verilebilir.
Mâlik'e göre en çok
ihtiyacı olana öncelik tanınır. Binaenaleyh hepsine zekât vermek şart
değildir.
Ebû Hanife ve
arkadaşları Ahmed b. Hanbel, Atâ, Sevrî ile Ebû Ubeyd'e göre zekâtın bu
sınıflardan birisine verilmesi caizdir. Hatta yalnız bir şahsa bile
verilebilir. Ancak bütün sınıflara verilmesi müstehabtır. Bu aynı zamanda Hz.
Ömer, Ali, İbn Abbas, Muaz, Huzeyfe ve birçok sahâ-binin görüşüdür. Bu gurubun
delilleri şunlardır:
1. Allah (c.c.)
"sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Eğer onları gizleyerek fakirlere
verirseniz, bu sizin için daha iyidir"[Bakara 271] âyetinde zekâtın
verildiği sınıflardan sadece fakirleri zikretmiştir.
2. Zekâtın dağıtıldığı
sekiz sınıfla ilgili Tevbe sûresinin 60. ayetinin tefsirinde Taberî'nin İbn
Abbas'tan yaptığı şu rivayet: "Hangi sınıfa verirsen, sana yeter (geçerli
olur.)"
3. Peygamber
(s.a.v.)'in kendisine getirilen bir zekâtı sadece müellefe-i kulûba, sonra
getirilen bir zekâtı da yalnız borçlulardan birisine verdiği rivayet edilmiştir.
4. Peygamber (s.a.v.)
Benî Zureyk kabilesine, zekâtlarını, Seleme b. Sahr el-Beyâdî'ye vermelerini
emretmiştir. Şayet sekiz sınıfa verilmesi vâ-cib olsaydı, bir kişiye
vermelerini emretmezdi.
5. Zekâtın sekiz sınıfa
dağıtılması, güç ve meşakkatli bir iştir. Halbuki Allah (c.c.) Kur'an-ı,
Kerimde "O, size dinde bir güçlük yüklemedi"[Hac 79] buyurmuştur.
6. Peygamber
(s.a.v.)'in zekâtı sekiz sınıf arasında taksim ettiğine delâlet eden bir hadis
sabit olmamıştır. Şayet hepsine vermek vâcib olsaydı, ashab-ı kiram bundan
haberdar olurlardı.
Şu halde bir önceki
hadis zekâtın sekiz sınıfa eşit bir şekilde taksim edilmesi gerektiğine değil,
kendilerine zekât verilmesi caiz olanların âyetle .bildirildiğine delâlet
etmektedir. Bundan dolayı1 bazı Şafiî âlimler, cumhurun görüşünü tercih
etmişlerdir. Beydavî, Tevbe suresinin 60. âyetinin tefsirinde cumhurun
görüşünü zikrettikten sonra "bazı şâfiîlerin bu görüşü tercih ettiklerini
ve hocasıyla babasının buna göre fetva verdiklerini" söylüyor.