NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ عَمْرِو
بْنِ السَّرْحِ
وَسُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ
قَالَا
أَخْبَرَنَا
ابْنُ وَهْبٍ
أَخْبَرَنِي يُونُسُ
عَنْ ابْنِ
شِهَابٍ
أَخْبَرَنِي
عَبْدُ الرَّحْمَنِ
بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
كَعْبِ بْنِ
مَالِكٍ
أَنَّ عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
كَعْبٍ
وَكَانَ
قَائِدَ
كَعْبٍ مِنْ
بَنِيهِ
حِينَ عَمِيَ
قَالَ
سَمِعْتُ
كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ
فَسَاقَ
قِصَّتَهُ
فِي تَبُوكَ
قَالَ حَتَّى
إِذَا مَضَتْ
أَرْبَعُونَ
مِنْ
الْخَمْسِينَ
إِذَا
رَسُولُ
رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَأْتِي
فَقَالَ
إِنَّ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
يَأْمُرُكَ
أَنْ تَعْتَزِلَ
امْرَأَتَكَ
قَالَ
فَقُلْتُ
أُطَلِّقُهَا
أَمْ مَاذَا
أَفْعَلُ
قَالَ لَا
بَلْ
اعْتَزِلْهَا
فَلَا
تَقْرَبَنَّهَا
فَقُلْتُ
لِامْرَأَتِي
الْحَقِي
بِأَهْلِكِ
فَكُونِي
عِنْدَهُمْ
حَتَّى
يَقْضِيَ
اللَّهُ
سُبْحَانَهُ
فِي هَذَا
الْأَمْرِ
Abdurrahman b. Abdillah
b. Ka'b, -Ka'b'ın gözleri görmez olduktan sonra torunları arasında onu yeden
kişi idi- Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'den; dedi ki;
"Ben Ka'b b.
Mâlik-i dinledim de (bize) Tebük seferiyle İlgili hâdisesini (şu şekilde)
anlatıverdi: (Rasûlullah'ın emriyle, halkın bizimle konuşmadığı) elli günden
kırkı geçmişti. Bir de ne göreyim Rasûlullah (s.a.v.)'in elçisi bana geliyor
(nihayet yanıma geldi ve);
Rasûlullah (s.a.v.) sana
hanımından uzaklaşmanı emrediyor, dedi. Ben de:
Onu boşayayım mı, yoksa
ne yapayım? diye karşılık verdim,
Hayır (boşama) sadece
ondan uzaklaş, ona asla yaklaşma, dedi. Bunun üzerine karıma;
Ailenin yanına git, yüce
olan Allah bu işte bir hüküm verinceye kadar onların yanında kal" dedim.
İzah:
Buhârî, meğâzî; Müslim,
tevbe; Tirmizî, tefsir sûre; Nesaî, talak; Ahmed b. Hanbel, III, 458.
Tebük, Medine1 ile Şam
arasında Medine'ye ondört, Şam'a ise onbir konaklık mesafede bir yerdir. Tebük
seferi hicretin dokuzuncu (M. 630) senesinde ve Receb ayında yapılmıştır.
Mevzu-muzu teşkil eden bu hadis aslında Müslim'in rivayet ettiği uzunca bir hadisin
baş tarafıdır. Müslim'in bu rivayeti şu mânâya gelen sözlerle başlar:
"Tebük gazasında Rasûlullah (s.a.v.)'dan ayrıldığım zaman hikâyem şudur:
"Ben hiç bir vakit bu gazada ondan ayrıldığım zamankinden daha kuvvetli
ve daha zengin bulunmamışımdır. Vallahi ondan önce iki yük devesini hiçbir
zaman bir araya getirememişimdir. Nihayet bu gazada iki deveyi bir araya
getirdim. Rasûlullah (s.a.v.) bu gazayı şiddetli bir sıcakta yaptı. Uzak bir
sefere ve çöle gitti; kalabalık düşman karşısına çıktı ve gazalarının
hazırlıklarını yapabilmeleri için yapacakları işleri müslümanlara açıkça
bildirdi. Nereye götürmek istediğini onlara haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın
beraberindeki müslümanlar çoktu. Onların sayısını bir muhafızın kitabı
toplayamaz...[Müslim, tevbe] ve sayfalarca devam eder. Bu olay Tirmizî'nin
Sü-nen'inde de uzun bir hadiste ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Sözü
geçen bu hadiste Hz. Ka'b'in tevbesinin kabul edilişi şu manaya gelen sözlerle
anlatılıyor: "Nebi (s.a.v.)'e gittim ve onu mescidde oturur buldum.
Etrafında müslümanlar vardı. Rasûlullah (s.a.v.) ayın ışıldaması gibi
ışıldıyordu. Bir işe sevindiği zaman (böyle) ışıldardı. Geldim ve onun huzuruna
oturdum. Bana:
"Ey Mâlik! Annen
seni doğurduğundan beri üzerine gelen en hayırlı güne sevin," buyurdu. Ben
de:
Ey Allahın Nebii! Allah
tarafından mı, yoksa sizin tarafınızdan mı? dedim. Rasûl-i Ekrem:
“Benim tarafımdan
değil, Allah tarafından," buyurdu ve sonra şu âyetleri okudu: "Allah,
Nebii ve güçlük saatinde ona uyan muhacirleri ve ensârı affetti. O zaman
içlerinden bir kısmının kalbleri kaymağa yüz tutmuş iken yine de onların
tevbesini kabul buyurdu. Çünkü o onlara karşı çok şefkatli, çok
merhametlidir."[Tevbe 117] Ka'b dedi ki:
"Allahın
emirlerine riâyet ediniz ve doğrularla beraber olunuz.*' âyeti kerimesi de
bizim hakkımızda indi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem'e:
Ey Allah'ın Nebii!
Yalnız doğruyu söylemekliğim ve Allah ile Rasûlüne bağışlayarak bütün malımdan vazgeçmekliğim,
benim tevbemin gereğidir, dedim. Rasûlulîah (s.a.v.) de:
"Malının bir
kısmını kendin için alıkoy. Bu, senin için daha hayırlıdır", buyurdu. Ben
de:
Sadece Hayber'deki
hissemi alıkoyacağım dedi. (Sonra Ka'b b. Mâlik sözlerine şöyle devam etti)
"Ben iki arkadaşımla birlikte Nebi (s.a.v.)'e doğruyu söylediğim zaman,
gönlümde müslümannktan sonra Rasûl-i Ekrem'e doğruyu söylemekten daha büyük
olan bir nimeti Allah bana vermemiştir."[Tirmizî, tefsir sure]
Bütün bu rivayetlerden
anlaşılıyor ki Hz. Ka'b b. Mâlik hiç bir engeli olmadığı halde zamanında harbe
hazırlanmamış ve bu yüzden de Tebük seferine katılmamış, sefer sona erdikten
sonra Rasûl-i Ekrem'in emriyle müslümanlar onunla konuşmayı kesmişler. Bu hal
kırk gün böyle sürmüş kırk gün sonra da metinde anlatıldığı gibi Rasûl-i
Ekrem'in,bir elçisi Hz. Ka'b'a gelerek Rasûl-i Ekrem'in Ka'b'dan karısına
yaklaşmamasını istediğini bildirmişti. Hz. Ka'b da genç olduğu için bu emre
aykırı hareket etmek tehlikesinden kurtulmak maksadıyla karısına "Ailenin
yanına dön, bir süre de onların yanında kal" diyerek onu babasının evine
göndermişti. On gün sonra da Allah teâlâ Hz. Ka'b'ı affettiğine dair âyet-i
kerîme'yi indirdi.