SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

EDEB BAHSİ

<< 4779 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِيِّ عَنْ الْحَارِثِ بْنِ سُوَيْدٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا تَعُدُّونَ الصُّرَعَةَ فِيكُمْ قَالُوا الَّذِي لَا يَصْرَعُهُ الرِّجَالُ قَالَ لَا وَلَكِنَّهُ الَّذِي يَمْلِكُ نَفْسَهُ عِنْدَ الْغَضَبِ

 

Abdullah (b. Mesud) (r.a.)'dan (rivayet edildiğine göre)

 

Rasûlullah (s.a.v.) (sahabilerine) "Aranızda kime pehlivan dersiniz?" diye sormuş (onlar da): "İnsanların yenemediği kimseye" demişler. (Bunun üzerine Hz. Nebi de:

 

"Hayır, (öyle değil); hakiki pehlivan öfke anında kendisine sahip olabilen kimsedir" buyurmuştur.

 

 

İzah:

Müslim, birr

 

Öfke: Ahlâkî rezaletlerdendir. İnsanda mevcud gazab kuvvetinin ifrat derecesi olan öfke bir afettir. Öfke anında insan doğru düşünemez.

 

İfrat derecesi böylesine bir afet olan bu kuvvet, aslında insana başka­larına zulüm ve tehakküm etmek için değil, dışarıdan gelecek tehlikeleri def etmek için Cenab-ı Hak tarafından ihsan Duyurulmuştur.

 

Eski ahlâk felsefesine vakıf olanlar, pekâla bilirler ki ahlâkın esası iki şey üzerine dayanmaktadır:

 

a. Gazab (öfke) kuvveti,

 

b. Şehvet küveti.

 

Gazab sadece bir isimdir. Nefsin karşılaştığı münasebetsiz işlere kar­şı müdafaa kuvvetinin adıdır. Şehvet de sadece bir isimdir. Nefsin karşı­laştığı ve hoşlandığı işlere karşı nefsin meyletmesinin ismidir. Yani bu gibi işleri elde etmeğe çalışan iç kuvvetin ismi. İşte bu iki kuvvetin ifrat ve tefritinden veya itidalinden yüzlerce ahlâkî iyilikler ve fenalıklar ortaya çıkar. Bunların her bilinin de ayrı ayrı ahlâkî isimleri vardır.

 

Gazab kuvveti ifrat ve tefritten uzak kalıp, itidal derecesinde bulunur­sa o zaman "şecaat" ismini alır.

 

Bu da ahvâl ve keyfiyyet bakımından muhtelif şekillerde tezahür eder. Mesela, hiddeti yenmek, kahramanlık, hürriyet, hak söylemek, himmet sahibi olmak, mütehammil bulunmak, sebatkârhk, vakar, sabır, sükûnet. hakka taraftarlık, ciddiyet, çaltşıp-çabalamak. minnet, cihad... gibi husus­lar şeklinde belirir.

 

Fakat bu itidal ortadan kalkar da ifrata doğru giderse, o zaman "tehevvür"olur. Bu arada gurur, kendini beğenme, hod-binlik, kibir, dik kafalı­lık, başkalarını, alçak görme, zufrîi, katıl gibi birçok fenalıkları doğurur.

 

Eğer tefrit tarafına mey! ederse, o zaman zillet, mezellet, hilim yoklu­ğu, tahammülsüzlük, korku, denâet, şenaat şekilleri ortaya çıkar.

 

Şehvet de tam itidal halinde olmalıdır. O zaman, şehvete "İffet" denir. Bu sıfat da muhtelif takva, cömertlik, eli açıklık, utanma (haya), sabır, şü­kür, kanaat, tama'sızlık, tokgözlülük. iyi tabiat sahibi olmak, terakkiper-verlik, soy-sop, aile severlik... gibi.

 

Sonra yine, bu sıfat da ifrat ve tefrite uğrarsa o zaman hırs, tema, utan­mazlık, israf, cimrilik, riya, edebsizlik, dalkavukluk, kıskanma , haset gi­bi bir hayli kötü sıfatlar ortaya çıkar.

 

Hristiyan taliminin esası, insanın yukarıda geçen gazab ve şehvet kuv­vetlerini tamamen ortadan kaldırmaktır. İslamî talimin esası ise şehvet ve gazab kuvvetlerini ortadan kaldırmak değil, bunların ifrat ve tefrit yolları­na sapmalarını önlemek, itidali bulmak, itidal üzere hareket ettirmektir.

 

Binaenaleyh bir kişi akıl ve hikmetin tedbirine uyarak yumuşaklık ge­reken yerde, yumuşaklık, şiddet gerekli olan yerde de şiddet gösterirse övülen bir tutuma sahib olmuş olur. Bunun aksi olarak ifrat-tefrit olacak davranışlara sürüklenirse çirkin durumlara düşer. Aklın âfetleri içinde yer alan gazabın ifrat derecesine varması kadar aklı giderici bir âfet yoktur. Çünkü bu en latif bir anlaşma aracı olan bir varlığı mecnun haline getirip sahibini duygu ve ayırd etme gücünden soyunmuş hunhar bir hayvana değiştirerek soyup çektiği akıl ve idrakin yerine, bir heyecan yükler. Hid­det, arttığı zamanda insan artık dürüst söz söylemek gücünü yitirip, yal-nız bağırıp çağırmaya başlar. Gözleri kimseyi görmez, kulakları duymaz olur.

 

Rengi atan yüzünden, kızaran gözünden ve dehşetli bir hale varan nef­sinden her türlü cinayeti işlemeye hazır olduğu anlaşılır. O zaman bu ki­şiyi bu halden ne din ne kanun ne de nasihatçıların sözleri alıkoyamaz.

 

Gazabın bir fenalığı da ev idaresinde, iş idaresinde, çeşitli rahatsızlık­lara ve yolsuzuklara sebep olmasıdır. Çünkü aile fertlerine, arkadaşlarına, iş muhitinde emri altındakilere sert davranırsa, onlar gönül hoşluğuyla iş göremezer. Zor ile yaptırılan bir işte ise hiçbir hayır ve menfaat olamaz. İnsana seve seve iş gördüren, güleryüz, tatlı dildir.

 

Hatta İmam Şafiî hazretleri "kılınç ve okla meydana gelmeyen pek çok şey, yumuşaklıkla yaptırılır ve çoğunlukla hiddetlenmenin zararı, sahibi­ne ait olup kendisine hiddetlenilen kişi zarardan uzak kalır" demişlerdir...

 

Eğer bir kişi "Hiddet halinde, insanın iradesi elinde değil ki nefsini zapdedebilsin?" diyerek itiraz ederse ona şöyle cevap veririz: "Niçin bir kimse emri altındakilere hiddetlendiği kadar mevkice kendinden yukarı olan kişilerin önünde hiddetlenmiyor?" Demek ki kişi büyüklerden çeki­nip sakındığı için huzurlarında gazablanrmyor. Şu halde iradesi elindedir hiddetlenmemek gücüne sahiptir"

 

Nitekim, Hz. İsa Aleyhisselam'a: "Alemde en zorlu şiddetli olan şey nedir? diye sorduklarında:

 

Herşeyden şiddetli olan Allah'ın gazabıdır, ondan cehennemler bile titreyerek, demiş; "Bundan kurtuluş yolu nedir?" dediklerinde:

 

Kendi gazabını terk et, cevabını vermiştir.

 

Gazabdan kurtulmanın ilacı, buna sebeb olan halleri gidermektir.

 

Ahlâk kitaplarında açıklandığı üzere, gazaba sebep olan hâller on tanedir:

 

1. Ucub (kendini beğenme),

 

2. İftihar (övünmek)

 

3. Mira (kavgacılık)

 

4. Licâc (övüngeçlik)

 

5. Mizah (şakacılık)

 

6. Tekebbür (büyüklenme)

 

7. İstihza (alay)

 

8. Gadr (eza ve cefa etmek)

 

9. Daym (çaresizlere eziyet etmek)

 

10. Münâfeset (bencillik)

 

Yüce Allah şu âyet-i kerimesinde öfkesini yenenleri övmüştür: "(O takva sahipleri) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfke­lerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allah da iyi­lik edenleri sever."[Al-i İmran 134]

 

Öfke anında Allah'a sığınmak ve öfkenin geçmesini istemek gerekir. Resûl-i Zişan efendimiz görmüş olduğu öfkeli bir adam hakkında: "Ben bir kelime biliyorum ki, eğer şu adam o kelimeyi söylese mutlaka öf­kesi geçer. O kelime: "Euzu billahi mineşşeytanirracim" sözüdür"[Müslim, Birr] buyurarak bu gerçeği açıklamıştır. Nitekim bir numara sonra gelecek olan hadis-i şerifte bunu ifade etmektedir.