|
|
Hz.
Eyyub, İs'in evladı Rum'un soyunda gelen bir kişidir. Hz. Eyyub'un nesep
şeceresi ise Eyyub bin Musa bin Razec (Razic ?) bin İs bin İshak bin
İbrahim'dir. Bir rivayete göre onun şeceresi Eyyub bin Mus bin Ru'il bin
İs'dir. Eyyub (A.S.)'un hanımı ise kendisi tarafından bir ekin demetiyle
dövülmesi emredilen Ya'kub bin İshak'ın kızı Leyya'dır. Bir rivayette Hz.
Eyyub'un hanımının Efrahim bin Yusuf'un kızı Rahmet olduğu söylenir. Eyyub
(A.S.)'un anne tarafından nesebi Hz. Lut'un çocuklarına dayanmaktadır.
Hz.
Eyyub tevhid dinine bağlı bir kişiydi ve halkın arasım düzeltmek için
çalışırdı. Bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediği zaman önce secdeye
kapanırdı, sonra ihtiyacının görülmesini Allah'tan isterdi.
Hz.
Eyyub için anlatılan kıssanın ve başına gelen felaketin sebebi şu idi:
Allah
(C.C.) Eyyub (A.S.)'u andığı zaman meleklerin ona dua ve istiğfar ile cevap
vermeleri İblis'in Eyyub'u kıskanmasına yol açtı. Hatta İblis onu din yönünden
fitneye düşürüp sarsmak için Allah'tan kendisini onun başına musallat etmesini
istedi; Allah (C.C.) da İblis'i sadece mal noktasından onun başına musallat
kıldı.
Bunun
üzerine İblis, bu mesele üzerinde istişare etmek için ifritlerden ileri gelen
adamlarını topladı.
Dimaşk
(Şam) şehrine bağlı olan Besniyye kasabası bütün müştemilatıyla birlikte Hz.
Eyyub'un mülkiyetinde idi. Bu kasabanın arazisinde çobanlar tarafından ona ait
bin koyun otlatılırdı. Ayrıca araziyi ekip biçmek için hazırlanmış koşumlu
vaziyette beş yüz çifti vardı. Bu çiftlerin (sabanların) peşinden giden beş yüz
tane de kölesi mevcuttu. Her kölenin bir hanımı, çocukları ve malları vardı. Bu
arada bir çift için gerekli olan (saban v.s. gibi) alet ve edevatı dişi bir
merkep taşırdı. Her dişi merkebin de bir, iki veya daha çok sıpaları vardı.
Nihayet
istişare için topladığı adamlarına: "Ben Eyyub'un mal ve mülküne musallat
oldum. Ne kadar gücünüz var? Hüner ve marifetiniz ne durumdadır?" diye
sordu. Bunun üzerine onların her biri görüşlerini ayrı ayrı ortaya koydular.
İstişareden sonra İblis adamlarını Eyyub (A.S.)'un mal ve mülkünün üzerine gönderdi.
Neticede onlar Hz. Eyyub'un bütün mallarını yok ettiler. Hz. Eyyub ise bu durum
karşısında Allah'a hamd ediyor, O'na ibadet etmekten, verdiği şeylere
şükretmekten ve başına musallat ettiği bela ve musibetlere sabretmekten asla
geri durmuyordu.
İblis,
Hz. Eyyub'un bu metanet ve sabrını görünce Allah'tan kendisini onun çocuklarına
musallat etmesini istedi. Allah (C.C.) ise İblis'i onun çocuklarına musallat
etti; fakat Eyyub (A.S.)'un bedenine, aklına ve kalbine musallat olmasına
müsaade etmedi. Neticede İblis onun bütün çocuklarını helak edip yok etti.
Bundan sonra İblis onun çocuklarına hikmet öğreten bir muallim kılığına girerek
yaralı ve kafası kırılmış bir vaziyette Hz. Eyyub'a gelip kendisini acındırdı.
Hatta yüreği yufkalaşan Eyyub (A.S.). onun bu durumuna ağladı ve yerden bir
avuç toprak alıp onun başına döktü. İblis ise Eyyub'un bu hareketine çok
sevindi.
Fakat
Hz. Eyyub sonradan yanıldığını anladı, pişmanlık duyup Allah'tan bağışlanmasını
istedi. Hafaza melekleri İblis'ten önce onun tövbesini Allah'a ulaştırdılar.
İblis,
bu durum karşısında da Hz. Eyyub'un Rabb'ine ibadet etmekten ve başına gelen
felaketlere sabretmekten geri kalmadığını görünce, bu defa Allah'tan kendisini
Hz. Eyyub'un vücuduna musallat kılmasını istedi. Bunun üzerine Allah (C.C.) onu
Eyyub (A.S.)'un vücuduna musallat kıldı; fakat onu Hz. Eyyub'un diline,
kalbine, aklına musallat etmedi ve ona bunlara tesir edecek bir güç vermedi.
Bir ara İblis, Hz. Eyyub secdede iken yanına sokularak burun deliğine öyle bir
üfledi ki, Eyyub (A.S.)'un vücudu ateş kesildi ve neticede etleri dökülüp
vücudunu kurtlar sardı
Not: Bütün
peygamberler davet ve tebliğlerine aksi yönde tesir eden amalık ve dilsizlik
gibi kusurlardan, beden kurtlanması gibi nefret verici her türlü ayıplardan beridirier.
Bu hususta geniş ve doğru bilgi için akaid ve kelam kitaplarının nübüvvet
bahislerine bakılmalıdır. (Mütercim).
Hatta
İblis Hz. Eyyub'un vücudundan yere düşen kurtları alır, onları düştükleri
yerlere tekrar kor ve onlara hitaben: "Allah'ın rızkından yiyiniz"
derdi.
Ayrıca
Eyyub (A.S.) cüzam hastalığına yakalandı. Bundan daha kötüsü ise onun vücudunda
kadın memesi gibi kabarcıklar ve şişler belirmeğe başladı. Bunlar deşildiği
zaman etrafa koku saçıyor ve hiç bir kimse bu kokuya tahammül edemiyordu. Bu
yüzden kasaba halkı onu kasabalarının dışındaki bir çöplüğe bırakmışlardı.
Hatta hanımından başka hiç bir kimse onun yanına yaklaşmıyor, hanımı ise ona
lazım olacak şeyleri getirip götürüyordu. Nihayet Hz. Eyyub çöplükte yedi yıl
kaldı ve başına gelen bu felaketin kaldırılması için Allah'tan dilekte
bulunmadı. Halbuki Allah katında, yeryüzünde ondan daha değerlisi yoktu.
Diğer
bir rivayette ise Hz. Eyyub'un başına gelen felaket ve musibetlerin sebebi şu
idi: Şam topraklarında kıtlık baş göstermişti. Bu sırada Mısır firavunu Hz.
Eyyub'a haber göndererek kendi ülkesinde bolluk olduğunu bildirmiş ve onu
ülkesine davet etmişti. Hz. Eyyub ailesini, atlarını ve diğer (koyun, sığır
gibi) hayvanlarını alarak Mısır'a gitti. Firavun da O'na iktada bulunup arazi
parçaları verdi.
Daha
sonra bir gün Hz. Şu'ayb Firavun'un huzuruna çıkıp ona: "Ey Firavun!
Allah'ın gazaplanmasıyla, bir gün yer, gök, dağ ve denizlerdeki varlıkların
gazaba gelmesinden korkmuyor musun?" dedi. Hz. Şu'ayb bu sözleri Firavun'a
söylerken Eyyub (A.S.) susmuştu ve hiç bir şey söylememişti. Nihayet Firavun'un
huzurundan ayrıldıktan hemen sonra Allah (C.C.) Hz. Eyyub'a vahyederek:
"Ey Eyyub! Ülkesine gittiğin için Firavun'un karşısında sustun; başına
gelecek belaya hazır ol" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Eyyub: "'Ey
Rabb'im! Ben yetimlerin ellerinden tutmadım mı? Garipleri barındırmadım mı?
Açların karınlarını doyurmadım mı? Dulların ellerinden tutmadım mı?"
diyerek yaptığı iyilikleri saymağa başladı. Bu esnada bir bulut geldi ve içerisinden
on bin sayısınca korkunç bir sesle: "Ey Eyyub! Bunları yapan kim?"
sözü işitildi. Bu hitap karşısında Hz. Eyyub hemen eline bir avuç toprak alıp
başına döktü ve: "Ey Rabb'im! Sensin" dedi. Bunun üzerine Allah ona
vahyederek: "Başına gelecek belaya hazır ol." dedi. Hz. Eyyub:
"Dinim ne olacak?" deyince, Allah (C.C.) ona: "Onu sana emanet
edeceğim (yani koruyacağım)" dedi. Hz. Eyyub: "Öyle ise belaya
aldırmam" dedi.
Başka
bir rivayette ise Hz. Eyyub'un başına gelen felaketlerin sebebi bu anlatılanlar
değildir. Fakat bizim burada anlattıklarımıza benzemektedir.
Allah
tarafından Hz. Eyyub'un başına gelen felaketlerin şiddeti artıp çekilmez hale
gelince hanımı ona: "Sen duası makbul bir kimsesin; Allah'a dua et, sana
şifa versin" dedi. Hz. Eyyub ise hanımına: "Biz, yetmiş yıl bolluk ve
nimetler içerisinde yaşadık; hiç olmazsa yetmiş yıl musibet ve felaketlere
katlanıp sabır gösterelim" şeklinde karşılık verdi ve: "Allah'a yemin
ederim ki, eğer O, bana şifa verir de iyileşirsem, sana yüz sopa vuracağım"
dedi.
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Eyyub'un, hanımına yüz sopa vuracağım diye yemin etmesinin
sebebi şu idi: "Bir gün İblis Hz. Eyyub'un hanımına görünerek ona:
"Başınıza bu felaketler neden geldi?" diye sordu. O da: 'Allah'ın
takdiri böyle imiş" diye cevap verdi. İblis ona: "Bu da Allah'ın
takdiriyledir, peşimden gel" dedi ve Eyyub (A.S.)'un hanımı onun peşine
takıldı. Nihayet İblis ona, daha önce ellerinden çıkmış olan bütün mallarının
bir vadide olduğunu gösterdi ve: "Bana secde et, bu malları size geri
getireyiın" dedi. Bunun üzerine Hz. Eyyub'un hanımı: "Benim kocam
var, onunla bu meseleyi görüşeyim" dedi. Karısı bu durumu kocası Eyyub
(A.S.)'a haber verince ona: "Sana bu teklifi yapanın şeytan olduğunu
bilmiyor musun? Eğer hastalığımdan şifa bulursam sana yüz sopa vuracağım"
dedi ve onu yanından uzaklaştırdı. Ayrıca ona: "Senin yedireceğin yemek,
içireceğin su bana haram olsun. Getireceğin hiç bir şeyi ağzıma sürmeyeceğim,
gözüm görmesin, yanımdan uzaklaş" dedi. Bunun üzerine Hz. Eyyub'un hanımı
onun yanından uzaklaştı. Neticede hanımını kovan Eyyub (A.S.) yanında yiyecek
ve içecek bir şeylerin bulunmadığını ve görüşüp konuşacak bir dostunun
olmadığını görünce secdeye kapanarak Rabb'ine: ''Gerçekten bu dert bana (gelip)
çattı. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.'' (Enbiya suresi, ayet 8)
diyerek yalvarmağa başladı. Hatta bu yalvarışını tekrarlaması üzerine
kendisine: ''Başını kaldır, duan kabulolundu.'' Ayrıca: ''Ayağını vur, işte hem
yıkanacak, hem içecek soğuk (bir su).'' (Sad suresi, ayet 42) denildi. Böylece
Allah (C.C.) Hz. Eyyub'un eski vücudunu ve suretini geri verdi.
Hz.
Eyyub tarafından kovulan karısı ise: "Ben Eyyub'u tek başına nasıl
bırakırım? O açlıktan ölür, canavarlar kendisini parçalayıp yer" dedi ve
Eyyub (A.S.)'un yanına geri döndü. Fakat afiyete kavuşan kocası Eyyub'u görünce
onu tanıyamadı. Hatta onu eski (hasta) halinde görmediği için hayrete düştü ve
ona: "Ey Allah'ın kulu! Burada hastalığa tutulmuş bir adam vardı, onu
gördün mü?" diye sordu. O da: "Onu görseniz, tanırmısınız?" dedi.
Hz. Eyyub'un hanımı: "Evet, tanırım" dedi. Bunun üzerine O:
"Evet o hasta adam benim" dedi ve o zaman kocası Eyyub'u tanıdı.
Rivayet
edildiğine göre Hz. Eyyub: "Bu dert bana gelip çattı." sözünü, kurtların
kalbine ve diline doğru yayılmağa başladığı bir sırada Allah'ı diliyle
zikretmek, kalbiyle tefekkür etmekten mahrum kalacağı korkusuyla söylemiştir.
Allah (C.C.) Hz. Eyyub'a ailesini (helak olan çocuklarını), onlarla beraber
daha bir mislini (dünyada iken) geri verdi. Bir rivayette ailesi ona
diriltilerek şahıslarıyla birlikte iade edildi. Bir başka rivayette ise Allah
ona, hanımını, gençliğini geri getirdikten sonra iade etti ve bundan sonra
hanımı yirmi altı erkek çocuk dünyaya getirdi.
Bu
arada Allah (C.C.) Eyyub (A.S.)'a bir melek gönderdi ve gelen melek ona:
"Ey Eyyub! Bela ve musibetlere sabır gösterdiğin için Allah sana selam
söylüyor, harman yerine çık" dedi. Hz. Eyyub emre uyarak harman yerine
çıktı. Bu esnada Allah O'nun harmanının üzerine bir bulut gönderdi ve bu bulut
harmanının üzerine altından çekirgeler yağdırmağa başladı. Hatta Eyyub (A.S.)
harmanının dışına çıkan çekirgelerin peşinden gidip onları kendi harmanının
içerisine sokmağa çalışıyordu. Onun bu davranışına karşı melek: "Kendi
harmamna düşen çekirgelerden gözün doymadınmı ki, kaçanların peşinden gidip
onları harmanına sokmağa çalışıyorsun?" dedi. Bunun üzerine Hz, Eyyub:
"Bu bolluk ve bereket Rabb'imin bereketlerindendir, bu sebeple ben
Rabb'imin bereketlerine karşı doymak bilmiyorum." dedi.
Bela
ve musibetler Hz. Eyyub'un üzerinden kaldırıldıktan sonra O, yetmiş yıl daha
yaşadı. Bu arada Eyyub (A.S.) sıhhat ve afiyete kavuşunca Allah O'na, üzerinde
yüz tane budak bulunan kurumuş bir hurma salkımı almasını ve yeminini yerine
getirmek için bunu hanımına vurmasını emretti. O da Allah'ın bu emrini yerine
getirdi.
Hz.
Eyyub'un: "Ey Rabb'im! Bu dert bana (gelip) çattı." sözü, şikayet
değil, bir dua idi. Bunun böyle olduğunun delili ise: ''Biz onun duasını kabul
ettik...'' (Enbiya suresi, ayet 84) buyruğudur.
Eyyub
(A.S.): "Bende güzel bir şey gördüğünde onu gizleyen, çirkin bir şey
gördüğünde onu ifşa edip yayan komşudan Allah'a sığınırım." diye dua
ederdi.
Rivayet
edildiğine göre O'nun bu şekilde dua etmesinin sebebi şu idi: Kendisine iman
eden Yilded, Elifer ve Safer adlarında üç kişi vardı.
Not: Bu
isimler Tevrat'ta, Bilded, Elitaz ve Sofer şeklinde geçmektedir. Bak Eyyub
Sifri, fasıl II, ayet, II. (Neşreden) .
Bunlar,
Hz. Eyyub'un musibet ve felaketlere müptela olduğu günlerden birinde yanına
gelip şiddetli bir şekilde onu tenkit edip ayıplamağa başladılar ve:
"Bugüne kadar hiçbir kimsenin işlemediği öyle bir günah işledin ki, bu
yüzden azap üzerinden kaldırılmıyor" diye çıkıştılar. Hatta Hz. Eyyub ile
onların arasında münakaşa bir hayli uzadı. Bu sırada orada bulunan bir genç
onlara hitaben: "Siz, sözün en güzelini, düşüncenin en doğrusunu, işin en
iyisini bir kenara bıraktınız. Halbuki Hz. Eyyub'un sizin üzerinizde bir hakkı
vardır. O'na hürmet göstermek bu sözlerinizden ve tavsiflerinizden çok daha
üstündür. Acaba siz tenkis edip kusurlu gördüğünüz bu kişinin hakkına riayetin,
saygısızlık gösterdiğiniz bu kimseye hürmet etmenin ne demek olduğunu ve
ayıpladığınız bu kişinin kim olduğunu biliyor musunuz? Hz. Eyyub'un Allah'ın
peygamberi olduğunu ve bugün için yeryüzündeki yaratıkların en hayırlısı
olduğunu bilmiyor musunuz? Sonra Allah (C.C.)'ın O'nun herhangi bir hareketine
gazap ettiğini, kullarına bahşettiği değer ve üstünlüklerden herhangi bir şeyi
çekip O'ndan aldığını ve birlikte olduğunuz uzun müddet içerisinde onun haktan
başka bir şey yaptığını ne siz biliyorsunuz, ne de Allah size böyle bir şeyi
bildirdi. Eğer O'nu gözünüzden düşüren ve küçülten, gönlünüzde O'nu alçaltan
şey, başına gelen felaket ve musibetler ise, siz de iyi biliyorsunuz ki, Allah
(C.C.) peygamberleri, sıddıkları, şehidleri ve salihleri çeşitli musibet ve
felaketlerle müptela kılar ve onları bununla imtihan eder. Halbuki Allah'ın
onları felaket ve musibetlerle müptela kılması, onlara gazap ettiğine ve onları
hiçe saydığına bir delil olmaz; aksine onların üstünlüğüne ve hayırlılığına bir
alamet olur." dedi. Bu genç, bu üslupta bir hayli şeyler söyledikten sonra
sözlerine şöyle devam etti: "Allah'ın azamet ve celalini düşünmekte ve
ölümü hatırlamakta dillerinizi (gelişi güzel konuşmaktan) alıkoyup durduran,
kalplerinizi burkup kıran ve hüccetinizi yarıda bırakıp kestiren bir takım
şeyler vardır. Siz, Allah'ın bir kısım kullarının bulunduğunu, onların, dilsiz
oluşlarından değil de, Allah korkusundan dolayı sustuklarını bilmiyor musunuz?
Halbuki onlar, Allah'ı ve ayetlerini çok iyi bilen akıllı ve fasih kimselerdir.
Fakat Allah'ın azametini hatırladıkları için kalpleri burkulup kırılmış,
dilleri tutulup kalmış, Allah korkusundan ve O'nun heybetinden akılları
başlarından gitmiştir. Onlar, ayıldıkları zaman hemen tertemiz amellerle
Allah'a koşarlar; kendilerini, iyiler sınıfına dahil olmalarına rağmen
zalimlerden, takva sahibi akıllı ve zeki kimseler olmalarına rağmen de kusurlu
kullardan sayarlar. Aynı zamanda onlar, Allah için yaptıkları amelleri çok
görmezler, fakat bununla beraber O'nun için yapılacak az amele de rıza
göstermezler. Amellerinin çokluğu sebebiyle Allah'a karşı şımarmazlar. Her
nerede rastlarsanız onları Allah sevgisiyle dopdolu ve O'nun korkusuyla
ürpermiş bir vaziyette bulursunuz."
Hz.
Eyyub, bu gencin sözlerini dinleyince: "Allah (C.C.), merhametiyle hikmeti
büyüğün de küçüğün de kalbine yerleştirir. Kimin kalbinde hikmet varsa, bu,
mutlaka dilde kendini gösterir. Hikmet denilen nesne yaşla, ağarmış saçla ve
geniş tecrübe ile elde edilmez. Allah bir kulunu küçük iken hikmet sahibi
kılarsa, onun hakimler (hikmet sahibi kimseler?) arasındaki mertebesi aşağı
düşmez" dedi.
Sonra
Hz. Eyyub bu üç zata dönerek: "Siz, korkutulmazdan önce korktunuz,
dövülmezden önce ağladınız. Eğer ben size, Allah'ın beni bu musibetten
kurtarması için mallarınızı benim adıma tasadduk edin ve yahut benim adıma bir
kurban kesin, belki bu sayede Allah benden razı olur deseydim, bu teklifım size
nasıl gelirdi? Siz kendinizi beğendiniz, yapmış olduğunuz iyilikler sebebiyle
sıhhat ve afiyetinizin devam ettiğini sanıp haddi aştınız ve ululuk taslamağa
başladınız. Eğer siz gerçekten kendinizle Rabb'iniz arasında kalmış olan bir
takım hareketlerinize iyice bir bakıp görseniz, Allah'ın lütfedip örttüğü bir
takım ayıp ve kusurlarınıza rastlardınız. Eskiden insanlar bana saygı
gösterirdi, sözüm dinlenir, hakkıma riayet edilir ve hasmımdan hakkım alınırdı.
Şimdi ise katınızda ne düşüncemin ve ne de konuşmamın yeri var. Bu davranışınızla
siz bana içinde bulunduğum musibet ve felaketlerden daha ağır
geliyorsunuz." dedi.
Bu
sözleri söyledikten sonra Hz. Eyyub onlardan yüzünü çevirdi; yalvarıp
kendisinden yardım istemek üzere Allah'a yöneldi ve şunları söyledi: "Ey
Rabb'im! Beni niçin yarattın? Benden hoşlanmıyor idiysen keşke yaratmasaydın!
Keşke orta yere atılan ve tiksinilen bir hayız bezi paçavrası olsaydım! Keşke
Kerim olan zatını benden çevirmene sebep olan işlediğim günahı bir
bilebilseydim! Eğer beni öldürseydin, ölüm benim için çok güzel bir şey olurdu.
Ben, garibin yurdu, miskinin karargahı, yetimin velisi, dulun bakıcı ve
koruyucusu olmadım mı? Allah'ım! Ben senin zelil bir kulunum; eğer iyilikte
bulunursam minnet sanadır, kötülük yaparsam beni cezalandırmak senin elindedir.
Bem musibet ve felaketlere hedef yaptın da belalar üzerime döküldü. Eğer bu
musibetleri bir dağın üzerine' musallat etseydin, o dağ bu bela yükünü
çekemezdi. Ben bu zayıf halimle bu yükü nasıl çekerdim? Malım elimden çıkıp
gitti, avucumu açıp dileniyorum; vaktiyle kendilerini doyurduğum kimselerden
birisi, şimdi bana bir lokma veriyor, onu da başıma kakıp beni ayıplayıp
yeriyor. Çocuklarımın hepsi helak oldular. Onlardan biri sağ kalsaydı bana
yardım ededii. Hane halkım benden bıkıp usandı, yakın akrabalarım da bana karşı
itaatsizlik edip yaptığım iyilikleri görmemezlikten gelmeye başladılar. Dostum
benden yüz çevirdi, haklarım inkar edildi, yaptığım iyilikler unutuldu. Onlara
sesleniyorum, fakat onlar bana cevap vermiyorlar, özür diliyorum, fakat mazeretimi
kabul etmiyorlar. Uşağımı çağırdım, fakat cevap vermedi, cariyeme (veya
ümmetime?) yalvardım, merhamet göstermedi. Beni üzen ve zelil eden seniu kaza
ve kaderindir, beni hasta eden, senin kudretindir. Eğer Rabb'im göğsümdeki
heybeti çıkarıp alsaydı ve ağzımı doldura doldura konuşmam için dilimi:
çözseydi, sonra bir kulun kendisini Mevlasına karşı savunup hüccet getirmesi
uygun düşseydi, başıma bu musibetler geldiği zaman senden afiyet umardım. Fakat
O beni bir kenara attı ve benden uzaklaştı. Halbuki O beni görüyor, ben O'nu
göremiyorum, O beni duyuyor, ben O'nu duyamıyorum. Bana bakmıyor ki, bana
merhamet etsin, bana yaklaşınıyor ki, beratımı konuşup kendimi müdafaa edeyim.
"
Hz,.
Eyyub bu sözleri söyledikten sonra onların üzerine bir bulut gelip durdu ve bu
buluttan şöyle bir nida geldi: ''Ey Eyyub! Allah (C.C.) sana şöyle diyor:
"'Ben sana yaklaştım, zaten yakındım. Kalk, hüccetini sun ve beratın
hakkında konuş. Kalk, cebbar (diktatör)'ın yerini al; zira benimle hesaplaşmağa
ve müdafaaya girişmek ancak cebbar olan kişiye yakışır. Benimle hesaplaşmağa
kalkışman için senin aslanın ağzına yavşa (tahta kıskaç)yı geçirmen,
ejderha'nın ağzına gem vurman, bir ölçü nur tartman, bir miskallik rüzgar
ölçmen, güneşten bir çıkın yapman ve dünü yarının yerine getirmen gerekir.
Sahip olduğun bu gücünle erişemeyeceğin bir şeyi nefsin sana temenni ettirdi.
Sen, zayıflığına rağmen benimle büyüklük iddiasına mı tutuşuyorsun, yoksa
acizliğinle birlikte benimle hesaplaşmağa ını yelteniyorsun yahut da fasit bir
mantık ve sözle bana hüccet getirmek mi• istiyorsun? Ben yeryüzünü yarattığım
zaman sen var mıydın? Sen, yeryüzünün ölçü ve miktarını ne kadar yaptığımı
biliyor musun? Ben, göğü havada direksiz ve bağsız bir vaziyette tavan gibi
kaldırıp durdurduğum zaman, sen benim ile beraber miydin? Acaba senin hikmetin
göğün nurunu hareket ettirmeğe, yıldızlarını yürütmeğe ve yahut da emrinle
gecesini gündüze, gündüzünü geceye çevirmeğe kafi gelir mi?'' Bunlardan başka
Allah (C.C.) yaratıklarından bir takım şeyler daha saydı.''
Bunun
üzerine Hz. Eyyub: "Bu işlerde çok gerilerdeyim. Keşke yer yarılsaydı da
içerisine girseydim, seni gazaplandıracak bir şey söylemeseydim. Ey Allah'ım!
Bela ve musibetler üzerimde toplandı. Ben, anlatmış olduğun şeylerin tümünün
senin kudret elinin eseri ve hikmetinin tedbiri olduğunu biliyorum. Sana hiç
bir şey gizli kalmaz, sen kalplerin gizlemiş olduğu şeyleri bilirsin. Aynı
zamanda başımda bulunan musibetler hakkında benim bilmediklerimi sen bildin.
Kudret ve kuvvetini çok defa duymuştum, fakat şimdi baş gözümle gördüm. Ben,
söylediklerimi senin beni mazur görmen için söyledim. Sen ise bana
merhametinden dolayı sustun. Ben elimi ağzımın üzerine koyup kapattım, dilimi
dişimle ısırdım, yanağımı toprağa yapıştırdım ve yüzümü toprağa gömdüm. Bundan sonra
senin hoşlanmayacağın şeyleri yapmayacağım." dedi ve dua etti.
Hz.
Eyyub'un bu sözleri üzerine Allah (C.C.) O'na: ''Ey Eyyub~ Hükmüm hakkında
nafiz oldu, rahmetim gazabıma baskın geldi ve muhakkak surette seni bağışladım.
Ayrıca senden sonra geleceklere ve musibet ehline bir ibret, sabreden kullara
bir teselli olması için sana (helak olan) aile fertlerini, (yok olan) mal ve
mülkünü, hatta bunlarla birlikte bir mislini daha geri verdim. O halde:
"Ayağını yere vur! (yerden çıkacak) bu su ile hem yıkanırsın, hem
içersin."'' (Sad suresi, ayet 42). Bu suda senin için şifa vardır. Aynı
zamanda (üç) arkadaşın için kurban kes ve onlar için istiğfar et; zira onlar
senin yüzünden bana isyan ettiler, dedi. Bunun üzerine Eyyub (A.s.) hemen
ayağını yere vurdu ve anında bir pınar fışkırdı. Hz. Eyyub, bu sudan yıkanınca
Allah müptela kıldığı hastalığı ondan kaldırdı, sonra o pınardan çıkıp bir
kenara oturdu. İşte tam bu sırada Hz. Eyyub'un hanımı yanına geldi ve ondan
kocası Eyyub'u sordu. Hz. Eyyub: "Görseniz kocanızı tanır mısınız?"
diye sordu. O da: "Elbette tanırım, bana ne oldu ki onu tanımayayım?"
diye cevap verdi. Bu esnada Hz. Eyyub gülümsedi ve hanımı onu gülüşünden
tanıdı. Hz. Eyyub'un hanımı kocasını tanır tanımaz hemen boynuna sarıldı; hatta
helak olup yok olan bütün malları ve çocukları yanlarına gelinceye kadar onun
boynundan ayrılmadı.
Benim
burada Hz. Eyyub'u Yusuf (A.S.)'tan ve onunla ilgili kıssalardan önce
zikretmemin sebebi, bazılarının onu Hz. Ya'kub'un zamanında yaşayan bir
peygamber olduğunu söylemelerinden ileri gelmiştir.
Rivayet
edildiğine göre Hz. Eyyüb doksan üç yaşında iken vefat etmiş, yerine oğlu
Havmel (Harmel ?)'i vasi tayin etmiştir. Allah (C.C.) Hz. Eyyub öldükten sonra oğlu
Bişr'i peygamber olarak göndermiş ve Allah ona Zülkifil adını vermiştir. Yetmiş
beş yaşında vefat eden Zülkifil (A.S.) ölünceye kadar, Şam'da ikamet etmiş ve
kendisinden sonra yerine oğlu Aydan'ı vasi tayin etnniştir. Yine Allah (C.C.),
Aydan'dan sonra Şu'ayb bin Day'ün (Sayfün) bin Anka' bin Sabit (Nabiti) bin
Medyen bin İbrahim şeceresiyle bilinen Hz. Şu'ayb'ı peygamber olarak
göndermiştir.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
SONRADAN
EK: AŞAĞIYA FETHU’L-BARİ’DEN İLAVE YAPTIM (mahir)
Eyyub Kıssası ile İlgili Varid Olmuş Rivayetler
Buhari'de Eyyub kıssası ile alakalı herhangi bir şey tesbit
edilmemiştir. O bakımdan Buhari öngördüğü şartları taşıyan bu hadisi
nakletmekle yetinmiştir. Eyyub kıssası ile ilgili olarak gelmiş rivayetlerin en
sahihi İbn Ebi Hatim'in, İbn Cüreyc'in zikrettikleri, İbn Hibban ile Hakim'in
sahih olduğunu belirttikleri, Nafi' b. Yezid yoluyla Akil'den, onun
ez-Zühri'den, onun Enes'ten diye naklettikleri şu rivayettir: "Eyyub
aleyhisselam bir belaya uğradı. Bu belası onüç yıl devam etti. Yakını da, uzağı
da onu terk etti. Ona kardeş kadar yakın olan iki adam müstesna. Bunlar sabah
akşam onun yanına gider, gelirlerdi. Biri diğerine dedi ki: Eyyub pek büyük bir
günah işlemiş olmalıdır. Yoksa bu belasının ondan alınması gerekirdi. Diğeri bu
husus u Eyyub'a nakletti. Eyyub buna üzüldü ve o vakit Allah'a dua etti.
İhtiyacını karşılamak için dışarı çıktı. Hanımı elinden tuttu. İşini bitirdiği
halde hanımı gecikince yüce Allah ona Ayağınla yere vur, diye vahyetti. O da
ayağı ile yere vurdu. Bir pınar fışkırdı. Ondan yıkandı ve sağlıklı bir halde
geri döndü. Hanımı geldiğinde onu tanıyamadı. Ona Eyyub'u sordu. O: Benim dedi.
Eyyub'un iki harman yeri vardı. Biri buğday için, diğeri arpa içindi. Allah ona
bir bulut gönderdi. Buğdayı harmanladığı yere taşıncaya kadar altın boşalttı.
Arpa harman yerine de taşıncaya kadar gümüş yağdırdı.
Vehb b. Münebbih ile el-Mübteda adlı (Siret diye de bilinen)
eserinde Muhammed b. İshak da oldukça uzun bir kıssa zikretmiş bulunmaktadır.
Özetle şöyledir: Eyyub, Havran'da idi. Ovasıyla, dağıyla el-Besniyye denilen
yer de onundu. Pek çok sayıda çoluğu-çocuğu, çok miktarda malı, evladı vardı.
Azar azar hepsi onun elinden alındı. O da sabrediyor, ecrini Allah'tan
bekliyordu. Daha sonra bedeninde de türlü belalara maruz kaldı. Nihayet şehrin
dışına atıldı. İnsanlar -hanımı dışında- onu terk etti. İş (hanımının) ücretle
başkalarına hizmet edip, Eyyub'a yemek getirmek noktasına kadar ulaştı. Nihayet
hastalık kendilerine bulaşır diye insanlar hanımından da uzaklaştı.
Örüklerinden bir tanesini soylu bir kıza sattı. Güzel ve uzun boylu bir kadın
idi. Aldığı bu para karşılığında Eyyub'a güzel bir yemek satın aldı. Yemeği
huzuruna getirince, bunu nereden bulup getirdiğini kendisine
bildirmedikçeyemeyeceğine dair yemin etti. Bu sefer başını açtı. Oldukça üzüldü
ve o vakit şöyle dua etti: -"Rabbim, başıma bu bela gelip çattı ve sen
merhametlilerin merhametlisisin. "[Enbiya, 83] Bunun üzerine yüce Allah
ona afiyet verdi.