|
|
Efridün
bin Esgıyan bin Gav (Pergav ?)'dan sonra İrec bin Efridün'un oğullarından
Minüçihr hükümdar olmuştur. Minüçihr Dünbavend'de, bir rivayette ise Rey
şehrinde dünyaya gelmiştir. Minüçihr dünyaya geldiği zaman Tüc ve Selm
tarafından öldürülmesinden korkulduğu için doğumu onlardan gizli tutulmuştur.
Minüçihr büyüdükten sonra dedesi Efridün'un yanına gidip O'na intisap etmiştir.
Dedesi Efridün O'nda hayır işaretleri gördüğünden asıl dedesi İrec'e verdiği
memleketleri Minüçihr'e vermiş ve tacını giydirmiştir.
Bazıları
Minüçihr'in, Minüçihr bin Şecer (Minşharner ?) bin İfrikiş bin İshak bin
İbrahim olduğunu ileri sürerler ve hükümdarlığın kendisine Efridün'dan sonra
geçtiğini söylerler. Bu iddialarına da Cerir bin Atıyye'nin aşağıdaki
mısralarını şahid (delil) gösterirler:
"İshakoğulları
ölüm kuşağını kuşanıp, demir silahları taktıklarında birer aslan kesilirler.
Kendilerini tanıtmak maksadıyla neseplerini söylerken İspehbed, Kisra, Hürmüz
ve Kayser'i zikrederler. Onlar, Allah'ın kitabına ve peygamberliğe nail oldukları
gibi, Istahr ve Tüster'in de hükümdarları idiler. O parlak simalı
Farsoğullarıyla bizi öylesine şerefli bir ata birleştirir ki, sonradan gelen
nesiller ona nispet edilmek şerefini kazandıktan sonra alemde başka hiçbir şeye
önem vermezler. Bizim atamız Allah dostu İbrahim (A.S.), Rabb'imiz ise Allah
(C.C.)'tır. Biz Allah tarafından verilen ve takdir edilen kısmete
razıyız." Farslar ise bu nesep şeceresini inkar ederler, ancak Efridün'un
oğullarının kendilerine hükümdarlık ettiklerini kabul ederler, başkalarının
kendilerine hükümdarlık yaptıklarını kabul etmezler.
Bana
göre Farsların bu sözü doğrudur. Çünkü İskender'den önceki Fars
Acem)
hükümdarlarının isimleri bilinmektedir. Ayrıca İskender'in Fars ülkesini
istilasından sonra kurulan beylikler dönemindeki hükümdarlar da bilinmektedir.
Minüçihr, Hz. Musa'nın zamanında yaşamış olduğuna göre, ayrıca Hz. Musa ile Hz.
İshak'ın arasından bilinen beş ata geçtiğine ve bunların da Mısır'da yaşamış
olduklarına göre, acaba bunlar ne zaman çoğalıp yer yüzüne dağılmışlar ve Fars
memleketlerine hakim olmuşlardır? Diğer taraftan Cerir bin Atıyye bu bilgiyi
nereden elde etmiştir ki, sözü bir hüccet (delil) teşkil etsin? Hatta Cerir
özellikle bütün soyları Hz. İshak'ın oğullarının nesebinde birleştirmeğe
çalışmıştır(!).
Hişam
bin Muhammed el-Kelbi şunları söylüyor: "Tüc ve Selm, kardeşleri İrec 'ten
sonra üç yüz yıl hükümdarlık yapmışlardır. Bundan sonra Minüçihr yüz yirmi yıl
hükümdarlık etmiştir. Bundan sonra da Türk asıllı Tüc'un bir oğlu Minuçihr'in üzerine
hücum edip saldırmış ve onu hükümdarlığının sekseninci yılının başında iken on
iki yıl müddetle Irak beldelerinden sürüp çıkarmıştır. Fakat daha sonra
Minüçihr'e talih yar olmuş. o da kendisini sürüp çıkaran Tuc'un oğlunu Irak
beldelerinden sürmüş ve tekrar hükümdarlığa geçmiş, bundan sonra da yirmi sekiz
yıl daha hükümdarlık etmiştir. "
"Minuçihr,
adalet ve iyilikleriyle tanınmış bir hükümdardır. İlk önce hendekler kazdıran,
savaş aletleri toplayan, muhtarlık meselesini ortaya atıp her köye bir muhtar
tayin eden ve köylülere muhtara itaat etmelerini emreden odur. Bir rivayete
göre, Hz. Musa onun hükümdarlığının altmışıncı yılında ortaya çıkmıştır. "
Hişam
bin Muhammed el-Kelbi'den başkaları ise bu konuda şunları söylüyorlar:
"Minüçihr
hükümdar olunca dedesi İrec bin Efridun'un öcünü almak üzere Türk memleketleri
üzerine yürümüş, Efridun'un oğlu Tüc ile kardeş' Selm'i öldürmüştür. Bundan
sonra Tık bin Efridun'un oğullarından Türklerin kendisine nispet edildiği
Efrasiyab (Alp Er Tunga) bin Feşenc (Feşnec ?) b_ Rüstem bin Türk, Tüc 'un
ölümünün üzerinden altmış yıl geçtikten sonra Minüçihr'e savaş açmış ve onu
Taberistan'da muhasaraya almıştır. Daha sonra Efrasiyab ile Minuçihr aralarında
sulh anlaşması yapmışlar, Minüçihr'in adamlarından kuvvetli bir atıcı olan İrşa
(Erşisiyatir ?) adındaki bir kişinin fırlatıp atacağı bir okun düştüğü yeri
kendi mülklerine sınır olarak tespit etmişlerdir. Nihayet İrşa'nın
Taberistan'dan attığı ok Belli nehrine (Amuderya düşmüş, bundan böyle bu nehir
Tüc'un oğulları olan Türklerle Minuçihr'in saltanat mülküne bir sınır teşkil
etmiştir."
Bana
göre bu, Farsların aralarında dolaştırdıkları en garip yalanlardan biridir.
Çünkü bir adamın attığı bir ok nasıl olur da bu kadar mesafeyi katettikten
sonra Taberistan'dan ta Belh'e ulaşabilir?
Rivayet
edildiğine göre, yine Minliçihr Fırat, Dicle ve Belh nehirlerinden kanallar
kazdırarak sular akıtmış ve büyük nehirler vücuda getirmiş. toprakların verimli
ve bayındır hale getirilmesini emretmiştir.
Bir
rivayete göre, Minuçihr'in hükümdarlığının üzerinden otuz beş yıl geçtikten
sonra Türkler memleketinin sınırlarını ellerine geçirmiş ve orada yaşayan
tebaasına el uzatmışlardır. Bundan dolayı o, tebaasını azarlamış ve onlara
hitaben şunları söylemiştir: "Ey tebaam! İnsanların hepsini siz dünyaya
getirmediniz, insanlar ancak kendilerini düşünüp korudukça ve düşmanlarını
kendilerinden bertaraf edip uzaklaştırdıkları müddetçe insan sayılırlar.
Türkler, memleketinizin sınırlarını ellerine geçirdiler; bu ise sizin
düşmanlarınıza karşı savaşı terk etmenizden ileri gelmiştir. Allah (C.C.) bu
mülk ve devleti bizi imtihan etmek, bu nimetlerine karşı şükredip etmediğimizi
öğrenmek için ihsan etmiştir. Şayet şükredersek nimetlerini artıracak,
nankörlük edersek devlet ve nimetlerini elimizden alarak bizi
cezalandıracaktır. Biz savaşan ve kendimizi korumasını bilen bir kavimiz, yarın
savaşa hazır olun. "
Mimlçhir'in
bu daveti ve emri üzerine halk ve ileri gelen kimseler hazırlanıp toplandılar.
Minuçihr konuşmak için ayağa kalkınca onlar da ayağa kalktılar. Bunun üzerine
o: "Oturunuz! Ben sesimi size duyurmak için ayağa kalktım." dedi.
Onlar da yerlerine oturdular. Bundan sonra şu konuşmasını yaptı: "Eyahali!
Yaratıklar yaratanındır, nimet verene şükretmek, kudret sahibine teslim olmak
gerekir. Olacak muhakkak olur, ister kendisi başkasını takip etsin, ister
başkası kendisini takip etsin, yaratıktan daha aciz bir şey yoktur ve yaratanın
kuvvetinden üstün bir kuvvet mevcut değildir. Aradığı kendi elinde olan
kimseden daha güçlüsü olmadığı gibi, kendisi başkasının elinde olan insandan
daha aciz ve zayıf kimse de yoktur. Tefekkür bir nurdur, gaflet bir
karanlıktır, sapıklık ise bir cehalettir. Bizden önce yaşayanlar gelip
geçtiler, sonradan gelenler de onlara iltihak edip muhakkak katılacaklardır. Bize
bu mülk ve saltanatı bağışladığı için Allah'a hamd eder, kendisinden bize
doğruluk, yakin ve doğru iş görmeyi ilham etmesini isteriz. Hükümdarın memleket
halkı üzerinde hakları olduğu gibi, halkın da hükümdar üzerinde hakları vardır.
Hükümdarın memleket halkından beklediği, halkın hükümdara itaatleri, ona güzel
öğütlerde bulunmaları ve düşmanlarıyla savaşmalarıdır. Halkın hükümdardan
beklediği ise, onların yiyecek ve erzakını vaktinde temin edip vermesidir.
Çünkü ahalinin devletten başka başvuracağı bir desteği yoktur. Aynı zamanda
hükümdar ahalinin hazinedarıdır. Ahalinin hükümdar üzerindeki haklarından
olarak o, ahaliye merhametle bakmalı, mülayim davranmalı ve onlara güç ve
kudretlerinin haricinde takat getiremeyecekleri vazifeleri yüklememelidir. Herhangi
bir afat sebebiyle ahalinin meyvelerinde bir eksilme meydana gelirse, hükümdar
bu eksilme nispetinde onların vergilerini düşürmelidir. Ahalinin mallarına
herhangi bir tabii afat sebebiyle bir zarar isabet ederse, hükümdar bu zararı
karşılamalı ve onları eski hallerine getirip üretimi devam ettirmelerini
sağlamak için desteklemeli, sonra da fazla sıkmadan verdiklerini bir veya iki
sene içerisinde geri almalıdır."
"Bir
hükümdarda üç meziyet bulunmalıdır: O, doğru sözlü olmalı, yalan
söylememelidir. Cömert olmalı, cimrilikten sakınmalıdır. Öfkelendiği zaman
kendine hakim olmalıdır. Çünkü hükümdar saltanat makamında olduğundan eli her
yere ulaşır (istediğini yapabilir). Vergiler hükümdarın hazinesinde toplanır; o
toplanan malları kendisine tahsis etmemeli, ehliyet ve istihkak derecelerine
göre asker ve tebaasına sarf etmelidir. "
"Hükümdar
affetmesini bilmeli ve çok defa af ile muamele etmelidir; çünkü hükümdarın
affından başka devleti kuvvetli ve baki kılan hiçbir şey yoktur. Aynı zamanda
hükümdarın afta yanılması, cezada yanılmasından daha hayırlıdır. "
"Dikkatli
olun! Türkler, memleketinize ve size göz dikmişlerdir.
Onların
saldırılarım önlemek için bana yardımcı olun; zira siz bana yardım etmekle
kendinizi korumuş olacaksınız. Size silaha sarılmanızı ve hazırlanmanızı
emrettim, fikir ve tedbir almak hususunda sizinle beraberim. Bu devlette bana
ait olan cihet, sizin bana itaat etmeniz sebebiyle hükümdarlık adını
taşımamdır. Hükümdar, tebaası kendisine itaat ettiği takdirde ancak hükümdar
olur; tebaası tarafından emirleri dinlenmeyen hükümdar, hükümdar değil, ancak
köle olur. Musibet ve felaket anında en mükemmel silah sabırlı olmak ve yakine
başvurmaktır. Düşmanla savaşırken ölenler için Allah'ın rızasını kazanmalarını
umarım. Bu dünya, insanlar için bir seferden (yolculuktan) ibarettir; onlar,
yüklerini bu dünyanın dışında başka bir yerde çözeceklerdir."
Minüçihr'in
bu konuşması bir hayli uzundur ve bu üslupta devam etmektedir.
Bundan
sonra Minüçihr yemeklerin getirilmesini emretti; orada hazır bulunanlar yiyip
içtiler, sonra da ona bağlılıklarını gösterip teşekkür ederek huzurundan
ayrıldılar. Minüçihr'in hükümdarlığı yüz yirmi yıl sürmüştür.
Hişam
bin Muhammed el-Kelbi Rayiş hakkında şunları söylüyor: "Rayiş'in asıl adı
Haris'tir. Neseb şeceresi ise Haris bin Kays bin Sayfi bin Sebe' bin Ya'rub bin
Kahtau'dır. Rayiş, Minüçihr'in hükümdarlığı döneminde Ya'rub bin Kahtan'dan
sonra Yemen hükümdarı olmuştur. Ona Rayiş lakabı, bir kavimden aldığı
ganimetleri Yemen'e getirmiş olmasından dolayı verilmiştir. Daha sonra Rayiş
Hindistan üzerine yürüyüp ahalisinin bir kısmını öldürmüş. bir hayli ganimet ve
esir alarak tekrar Yemen'e dönmüştür. Bundan sonra tekrar Rayiş Tay'da bulunan
iki dağın, hemen bunların ardından Enhar ve Musul'un üzerine yürümüş, süvari
birliklerinin başına adamlarından Şemir bin el-Attafı tayin ettikten sonra
buralardan hareket ederek Azerbaycan topraklarında bulunan Türklerin üzerine
gelmiş ve Türklerin savaş erlerini öldürüp çoluk çocuklarını esir almıştır.
Ayrıca Rayiş, bu sefer esnasında olup bitenleri iki taşın üzerine yazdırmıştır.
Bu iki taş Azerbaycan'da bulunmakta ve yerleri bilinmektedir. "
Rayiş'ten
sonra Yemen hükümdarlığına ''Zü'l-Menar'' lakabıyla bilinen oğlu Ebrehe
geçmiştir. Ona bu lakabın verilmesinin sebebi şudur: Ebrehe Mağrib (Kuzey
Afrika) memleketlerine savaşa çıktığı zaman karadan ve denizden bu
memleketlerin iç kısımlarına kadar girmiş, geri dönüşü sırasında ordusunun
yolunu şaşırmasından endişe ederek yollarını kolayca bulabilmelerini sağlamak
için geçtiği yerlere nişanlar (kuleler) diktirmiştir. İşte bu sebeple kendisine
bu lakap verilmiştir.
Yemenlilerin
iddialarına göre, Ebrehe, oğlu Abd'i bu savaşta Mağrib ülkesinin en uzak
köşelerinden birisine göndermiş, o da burada ganimetler elde etmiş ve garip
davranışlı, yadırganan esirler (nesnas cinsi maymunlar) alarak geri dönmüştür.
Halk bu esirlerden korktuğu için kendisine korku salan manasına gelen
''Zü'l-Ez'ar'' ismini vermiştir. Ebrehe, muhtelif ülkeler ele geçiren gayretli
ve hareketli bir Yemen hükümdarıdır.
Benim
burada Yemen hükümdarlarından bazılarını zikretmenin sebebi ise, Rayiş'in
Minuçihr'in saltanatı döneminde hükümdarlıkta bulunduğu ve Yemen
hükümdarlarının Fars (Acem) hükümdarlarına bağlı birer ilmil (vali) oldukları yolundaki
birisinin iddiasından kaynaklanmaktadır.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
MUSA (A.S.)'NIN
KISSASI, NESEBİ ve ZAMANINDAKİ HADİSELER