|
|
Rivayet
edildiğine göre Hz. Musa'nın şeceresi, Musa bin İmran bin Yasher (Yashur ?) bin
Kahes bin Lava bin Ya'kub bin İshak bin İbrahim'dir. Hz. Ya'kub seksen dokuz
yaşında iken oğlu Lava dünyaya gelmiş, Lava de kırk altı yaşında iken oğlu
Kahes doğmuştur. Kahes'ten Yasher, Yasher'den de altmış yaşında iken oğlu İmran
doğmuş ve İmran yüz otuz yıl yaşamıştır. Hz. Musa'nın annesi Yuhabid, hanımı
ise Hz. Şu'ayb'in kızı Sarura'dır.
Hz.
Musa'nın zamanında Mısır firavunluğunda ikinci Yusuf (yani Hz. Yusuf)'un
dönemindeki Firavun Kabus bin Mus'ab bin Mu'vaiye bulunuyordu. Bu Firavun'un
hanımı ise birinci Yusuf'un zamanında bulunan Firavun Reyyan bin el-Velid'in
torunlarından Müzamm bin Ubeyd'in kızı Asiye idi. Bir rivayette ise Asiye'nin
İsrailoğulları'ndan olduğu söylenir.
Hz.
Musa'ya nida (vahiy ?) geldiği zaman Mısır Firavunu Kabus bin Mus'ab'ın öldüğü
bildirildi ve bu Firavun'un yerine kardeşi Velid bin Mus'ab geçti. Uzun ömürlü
olan Velid kardeşi Kaabus'tan daha kibirli ve daha facir bir kimse idi. Allah
tarafından Hz. Musa ile kardeşi Harun (A.S.) peygamber olarak gönderildiler ve
firavuna gidip onu hak yola davet etmek için Allah'tan emir aldılar. Rivayet
edildiğine göre, firavun Velid bin Mus'ab kardeşi Kaabıls öldükten sonra onun
hanımı Asiye ile evlenmiştir.
Bundan
sonra Hz. Musa ile kardeşi Hz. Harun peygamber olarak firavun'un huzuruna
hareket ettiler. Hz. Musa'nın dünyaya gelişi ile İsrailoğulları'nı Mısır'dan
çıkarıp götürmesi arasından seksen yıllık bir zaman geçmişti. Hz. Musa (A.S.)
İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarıp denizden geçirdikten sonra Tih çölüne gitti
ve burada onlar, Yuşa' bin Nun ile birlikte kırk yıl kaldılar. Hz. Musa
doğumundan Tih çölünde vefat etmesine kadar yüz yirmi yıl ömür sürmüştür.
İbn
Abbas ve diğer alimler, -rivayetleri birbirlerine karışmış olmakla birlikte- bu
hususta şunları söylüyorlar: Allah (C.C.) Hz. Yusuf'un ruhunu kabzedip onun
zamanındaki firavunu helak ettikten sonra firavunlar Mısır ülkesinin
saltanatını veraset yoluyla devam ettirdiler. Bu arada Allah'ın iradesiyle
İsrailOğulları orada yayıldılar.
Bu
müddet içerisinde İsrailoğulları firavunların idaresinde yaşamağa devam ettiler
ve Hz. Musa'nın zamanındaki firavun (Velid bin Mus'ab) başa geçinceye kadar Hz.
İbrahim, Hz. İshak, Hz. Ya'kub ve Hz. Yusuf'un tebliğ ettikleri İslam
şeriatının kalıntıları (yaşayan hükümleri) ile amel etmelerini sürdürdüler. Hz.
Musa'nın zamanındaki Mısır firavunu, diğer firavunların arasında Allah'a karşı
en çok büyüklük taslayam, O'na karşı en ağır söz söyleyeni ve ömürce en uzun
olanı idi. Rivayete göre, bu firavun Velid bin Mus'ab idi. O, İsrailoğulları'na
kötü muamele ediyor, eziyet çektiriyor, onları köle olarak kullanıyor ve
çektirmedik işkence bırakmıyordu.
Allah
(C.C.) İsrailoğulları'nı kurtarmak istediği zaman Hz. Musa yetişip yaşça kemale
erdi ve Allah tarafından kendisine peygamberlik verildi. Hz. Musa doğmazdan
önce firavun bir rüya görmüş, rüyasında Beytü'l-Makdis tarafından çıkan bir
ateş Mısır ülkesinin evlerine kadar gelip Kıptileri yakmış ve Mısır'daki bütün
evleri tahrip etmiş, İsrailoğulları'na ise hiç dokunmamıştı. Bunun üzerine
Firavun sihirbazları, kahinleri ve falcıları toplayarak onlardan rüyasının
yorulmasını istedi. Onlar bu rüyayı: "İsrailoğulları'nın neş'et edip geldikleri
Beytü'l-Makdis'ten bir adam çıkacak ve Mısır'ın helak olmasına sebep
olacak." diye yordular. Bunun üzerine firavun, İsrailoğulları'ndan doğacak
her erkek çocuğun boğazlanıp öldürülmesini, kız çocuklarının ise
öldürülmemelerini emretti.
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Musa'nın gelmesi yaklaştığı zaman Firavun'un bilginleri ve
müneccimleri ona gelerek: "Bizim bilgilerimize göre, İsrailoğulları'nın
arasından doğacak olan erkek çocuğunun doğması çok yaklaşmıştır. Bu çocuk senin
tahtını alacak, saltanatını eline geçirecek ve dinini değiştirecektir."
dediler. Bunun üzerine Firavun, İsrailoğulları'ndan doğacak olan her erkek
çocuğun öldürülmesini emretti.
Bir
başka rivayette ise, Firavun ve kendine yakın olan üst seviyedeki adamları bir
araya gelerek Allah (C.C.)'ın Hz. İbrahim'e, zürriyetinden peygamberler ve
hükümdarlar çıkaracağına dair vermiş olduğu va' dini görüşüp konuştular. Bu
adamlardan bazıları ona şunları söylediler: "İsrailoğulları Allah'ın bu
va'dini beklediler ve beklemiş oldukları kişinin Hz. Yusuf olduğunu
zannettiler; fakat Yusuf (A.S.) vefat edince: 'Allah'ın İbrahim (A.S.)'e
va'dettiği bu değildir.' dediler." Bunun üzerine Firavun onlara: "Siz
vaziyeti nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Onlar da, her tarafa adamlar
gönderilerek İsrailoğulları'ndan doğacak olan her çocuğun öldürülmesini
kararlaştırıp tavsiyede bulundular. Bu durum karşısında Firavun Kıptilere:
"Dışarıda çalışan kölelerinizi gözden geçirin ve onları içeriye, yanınıza
alın, bundan böyle bu gibi (Pis) işleri İsrailoğulları'na gördürün." dedi.
Bunun üzerine Kıptiler kölelerini yanlarına alıp, İsrailoğulları'nın
kölelerinin yerinde çalıştırmağa başladılar. Bu husus bir ayette: ''Gerçekten
firavun o yerde istibdada kalkıştı, oranın ahalisini sınıflara ayırdı. Onlardan
bir zümreyi zaafa uğratıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise diri
bırakıyordu. Çünkü o fesat çıkaranlardandı.'' (Kasas suresi, ayet 4) tarzında
açıklanmaktadır. Böylece İsrailoğulları'ndan doğan erkek çocuklar boğazlanıp
öldürüldüler. Hatta Firavun, çocuklarını düşürmeleri için gebe kadınlara
işkence yapılmasını emretmişti. Kadınlara uyguladığı işkence türü ise,
kamışları yardırıp gebe kadınları bu keskin kamışların üzerinde yürütüyor,
böylece kadınların ayaklarını kesip doğruyordu. Hatta çocuğunu düşüren kadının
bu haldeyken yavrusunun üzerine basıp kendisini korumağa çalıştığı görülüyordu.
Bu sırada Allah (C.C.) İsrailoğulları'nın yaşlıları arasında ölüm oranını
artırmıştı. Kıptilerin ileri gelenleri Firavun'un huzuruna gelerek:
"İsrailoğulları'nın arasında ölüm çoğaldı, pek yakında bütün işler bizim
kölelerimizin üstünde kalabilir. Çünkü onların erkek çocukları küçük iken
boğazlanıp öldürüldüğü için büyümüyor, büyükleri ise ölümle yok olup tükeniyor.
Onların erkek çocuklarının hayatını bağışlaman için bir ferman çıkarsan iyi
olur." dediler. Bunun üzerine Firavun, erkek çocukların bir yıl boğazlanıp
öldürülmelerini, bir yıl sağ bırakılmalarını emretti. Çocukların sağ
bırakılmaları emredilen yılda Hz. Harun, öldürülmeleri emredilen müteakip yılda
ise Hz. Musa dünyaya geldi. Hz. Musa'nın annesi doğum zamanı yaklaşınca
çocuğunun başına gelecekleri düşünerek üzülmeğe başladı. Bu sırada Allah (C.c.)
ona: ''Oğlun Musa'yı emzir, ona karşı bir tehlike gelirse, onu denize (Nil'e)
bırak, (boğulacağından) korkma, (ayrılığından) dolayı da kederlenme; çünkü biz
onu yine sana döndüreceğiz, hem de onu peygamberlerden biri yapacağız.'' (Kasas
suresi, ayet 7) diye vahyetti.
Nihayet
Musa'yı annesi doğurup onu emzirmeğe başladı, sonra bir marangoz çağırarak ona
kilidi içerden olan bir tabut (sanduka) yaptırdı ve Musa'yı tabutun içine koyup
Kızıldeniz'e (Nil'e) bıraktı. Tabut Hz. Musa'nın annesinden uzaklaşmağa
başlayınca İblis ona gelip vesvese verdi ve Musa'nın annesi kendi kendine:
"Ben kendime ne yaptım! Eğer çocuğum yanımda boğazlanmış olsaydı, hiç
olmazsa onu kendi elimle kefenler, defnederdim. Bu ise onu kendi elimle
denizdeki balıklara ve hayvanlara yem olarak atmaktan daha sevimli
olurdu." diye söylenmeğe başladı. Annesi Musa'yı tabutla birlikte denize
bıraktığı zaman: ''(Musa'nın) kız kardeşine: 'Onun izini ta'kib et.' dedi. O da
berikilerin (kendisinin onun kız kardeşi olduğunun farkına varmadan) onu
uzaktan gözetledi.'' (Kasas suresi, ayet 11). Hz. Musa'nın kız kardeşinin adı
ise Meryem idi. Tabutu sürükleyip götüren dalgalar, bazen onu yukarıya
kaldırıyor, bazen de aşağıya indiriyordu. Nihayet dalgalar, tabutu Firavun'un
konağının önündeki ağaçların arasına getirip soktu. Bu sırada Nil'de yıkanmak
üzere oraya gelmiş olan Firavun'un eşi Asiye'nin cariyeleri tabutu yakalayıp Asiye'ye
götürdüler. Onlar, tabutun içinde para ve kıymetli eşya bulunduğunu
sanmışlardı. Tabut açılınca Asiye'nin gözü çocuğa ilişti ve ona karşı içinde
bir acıma ve sevgi hissi belirdi. Asiye çocuğu Firavun'un yanına getirip durumu
anlattıktan sonra ona: ''(Bu çocuk) benim için de, senin için de bir göz
bebeğidir, sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur yahut onu bir
evlat ediniriz.'' (Kasas suresi, ayet 9) dedi. Bunun üzerine Firavun:
"Senin için öyle olabilir, benim ona ihtiyacım yok." dedi.
Hz.
Peygamber (s.a.v.) bu hususla ilgili bir hadislerinde: ''Allah'a yemin ederim
ki, eğer Firavun karısı Asiye'nin kabullendiği gibi bu çocuğu göz bebeği olarak
kabullenseydi, Allah, Asiye'yi hidayette kıldığı gibi ona da hidayet nasip
ederdi.'' buyurmuşlardır.
Aslında
Firavun, Musa'yı boğazlayıp öldürmek istemişti; fakat Asiye'nin devamlı ısrarı
üzerine onun hayatını bağışladı. Hatta Firavun bu çocuk hakkında: "Ben, bu
çocuğun İsrailoğulları'ndan olmasından ve helakimizin bunun elinden çıkmasından
korkuyorum." demişti. Bu hususla ilgili bir ayette: ''Firavun'un adamları
onu yitik olarak aldılar. Çünkü o, (ilerde) kendileri için bir düşman ve tasa
olacaktı .. '' (Kasas suresi, ayet 8) buyrulur.
Nihayet
onlar, Musa'yı emzirmek için bir sütannesi aramağa başladılar; fakat Musa bu
kadınlardan hiç birinin sütünü ağzına alıp emmedi. Bu konu ile ilgili bir
ayette: ''Biz daha önce, ona sütannelerin (sütünü emmeği) haram etmiştik. Bunun
üzerine (kardeşi Meryem) onlara: 'Sizin için onun bakımını üstIenecek, ona iyi
davranıp bakacak bir aile göstereyim mi?' dedi.'' (Kasas suresi, ayet 12)
buyrulur. Bunun üzerine onlar Musa'nın kız kardeşini yakalayıp ona: "Sen
bu ailenin bu çocuğa karşı iyi davranacaklarını nereden öğrendin? Yoksa onlar
bu çocuğu tanıyorlar mı?" diye sordular, hatta onlar bu hususta kuşkuya
düştüler. Musa'nın kız kardeşi Meryem de onlara: "Bu ailenin bu çocuğa
karşı iyi davranması, onun hayrını istemeleri, onların bu çocuğa karşı olan
şefkatlerinden, hükümdar Firavun'un hacetini yerine getirmek arzusundan ve
ondan menfaat ummak kaygısından ileri gelmektedir." diye cevap verdi.
Bundan sonra Musa'nın kız kardeşi annesinin yanına gelerek durumu kendisine
bildirdi. Bunun üzerine hemen Musa'nın annesi çocuğunun yanına geldi ve
memesini ağzına verince sütünü emmeğe başladı. Bu sırada Musa'nın annesi az
kalsın: "İşte bu benim oğlum." diyecekti. Fakat Allah onu korudu ve
böyle söylemesine fırsat vermedi.
Musa'nın
bu adı alması, onun ağaçlık içinde ve suda bulunmasından ileri gelmişti. Çünkü
Kıpti dilinde ''Mu'' su, ''sa'' ise ağaç demekti.
Allah
(C.C.) Musa ile annesinin birbirlerine kavuşması konusunda: ''İşte (böylece)
onu annesine iade ettik, ta ki gözleri onunla aydınlansın ve kaygılanmasın ..
'' (Kasas suresi, ayet 13) buyurur.
Musa,
annesinden üç gün ayrı kalmıştı. Bundan sonra annesi onu alıp evine götürdü ve
Firavun onu kendisi için evlat edindi; hatta Musa Firavun'un oğlu olarak
çağrılırdı. Musa büyüyüp hareketlenince annesi O'nu Asiye'ye getirdi. Asiye ise
O'nunla oynuyor ve hoplatıyordu; bir ara Firavun'a uzattı. Firavun O'nu
kucağına alınca sakalından tutup yoldu. Bunun üzerine Firavun:
''"Cellatları çağırın, hemen bunu boğazlasınlar! İşte bu, beklenilen o
çocuktur." dedi. Asiye Musa 'nın boğazlanmasını engellemek için kocası
Firavun'a: "Sakın onu öldürmeyin. Olur ki bize faydası dokunur yahut onu
evlat ediniriz."'' (Kasas suresi, ayet 9). "Hem o küçük bir çocuktur,
ne yaptığını bilmiyor, bunu da bilmeyerek yapmıştır. Hem sen, Mısır'da süs
eşyası bakımından benden daha çok ziynete sahip olan bir kadının bulunmadığını
da bilirsin. Ben onun önüne yakuttan bir süs eşyası koyacağım, bir de ateş koru
koyacağım. Eğer çocuk yakutu alırsa, bunu bilerek yapmış sayılır ve akıllı
olduğu anlaşılır; bu takdirde onu boğazlatırsın. Eğer ateş korunu alırsa çocuk
olduğu ve aklının ermediği anlaşılır." dedi. Hemen Asiye çocuğun önüne bir
yakut, bir de bir tas içerisinde ateş koru koydu. Bu sırada Hz. Cebrail gelip
çocuğun elini ateş koruna uzatmasını sağladı, böylece Musa ateşi alıp ağzına
götürdü ve dilini yaktı. Bu hususu dile getiren bir ayette: ''Dilimden de şu
düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar.'' (Taha suresi, ayet 27, 28) buyrulur.
Böylece Musa elini ateşe uzatmakla ölümden kurtulmuş oldu.
Nihayet
Musa bir hayli büyüdü, Firavun'un bineklerine binmeğe ve giyindiklerinden
giyinmeğe başladı. Bu arada O, Firavun'un oğlu olarak biliniyor ve ona nispet
edilerek çağrılıyordu. İsrailOğulları ise O'nun sayesinde güçlenip kuvvet
kazanmışlardı; hatta Musa'dan korktukları için İsrailoğulları'na zulmeden
hiçbir Kıpti kalmamıştı.
Bir
gün Firavun, Musa yanında yokken bineğine binip saraydan uzaklaşmıştı. Musa
saraya geldiği zaman kendisine Firavun'un bineğine binip gittiğini söylediler.
Bunun üzerine Musa da bir bineğe binip onun peşinden gitti; fakat Musa Menf'e
geldiğinde kaylule (öğle istirahatı) vakti olmuştu. Menf ise Hz. Yusuf'un şehri
olan eski Mısır'da bir büyük şehirdi. Bu gün ise burası büyük bir kasabadır.
Nihayet Musa, çarşıların kapalı olduğu bir sırada öğle vaktine doğru: '' ..
Ahalisinin gaflet üzere bulunduğu bir zamanda şehre girdi, (orada) birbiriyle
kavga etmekte olan iki adam gördü. Şu kendi taraftarlarından
(İsrailoğulları'ndan -bir rivayette bu kişinin Samiri olduğu söylenir-), bu da
düşmanlarından (Kıptilerden)dı. Derken taraftarlarından olan (adam) düşmanının
aleyhinde ondan yardım istedi..'' (Kasas suresi, ayet 15). Musa ise, kendisinin
İsrailoğulları'nı Kıptilerden koruyup kolladığını bilmesine rağmen bu Kıpti'nin
İsrailli ile kavgaya tutuşmasına öfkelendi. Kıpti halkı ise Musa'nın
İsrailoğulları'ndan olduğunu bilmiyordu ve O'nun İsrailoğulları'na olan
yakınlığının sütanneliği meselesinden kaynaklandığını sanıyorlardı. Neticede
fena halde öfkelenen Musa: ''Ona (Kıpti'ye) bir yumruk vurup öldürdü, (sonra)
o, bu şeytanın işlerindendir, o gerçekten şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır.''
(Kasas suresi, ayet 15) dedi. Ayrıca Musa: ''Ey Rabb'im! Ben cidden kendime
yazık ettim. Artık beni bağışla, dedi. Bunun üzerine Allah onu yarlıgayıp
bağışladı. Çünkü O, yarlıgayıcı ve merhamet edicidir.'' (Kasas suresi, ayet
16).
Bu
sırada Allah (C.C.) Hz. Musa'ya vahiy yoluyla: ''İzzet ve celalime yemin ederim
ki, eğer öldürdüğün kişi (Kıpti) bir saniye olsun benim yaratıcı ve rızk verici
olduğumu ikrar edip inansaydı, mutlaka (katil suçundan dolayı) sana azabı
tattırırdım.'' buyurdu. Bunun üzerine Musa (A.S.): ''Ey Rabb'im! Bana in'am ve
ihsan ettiğin (af ve yargılama gibi) şeyler hakkı için artık suçlulara asla
arka çıkmayacağını.'' (Kasas suresi, ayet 17) dedi. Bu arada Hz. Musa:
''(yakalanmak) korkusuyla şehirde (başına gelecek akıbeti) bekleyerek
sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden imdat isteyen (adam yine) ona
feryat edip (ondan yardım) istiyor. Bunun üzerine Musa ona: 'Sen gerçekten
apaşikar bir azgınsın.' dedi.'' (Kasas suresi, ayet 18). Sonra ona yardım etmek
üzere ilerledi; fakat o, kavgaya tutuştuğu Kıpti'yi yakalamak için Hz. Musa'nın
kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce, daha önce Musa kendisine ağır
konuştuğu için kendisini öldüreceğinden korkarak Hz. Musa'ya: ''Sen, dün bir
canı öldürdüğün gibi (şimdi de) beni mi öldürmek istiyorsun? Sen
arabuluculardan olmayı arzu etmiyorsun da, bu yerde illa bir zorba olmak
istiyorsun.'' (Kasas suresi, ayet 19) dedi. Bunun üzerine Musa Kıpti'yi
bırakıverdi. Fakat Kıpti hemen harekete geçerek dünkü öldürülen adamın Musa
tarafından öldürüldüğünü halka yayıp duyurdu. Bu durum karşısında Musa'nın
aranmasını isteyen Firavun adamlarına: "O'nu hemen yakalayın, zira o bizim
adamımızdır." dedi. Bu esnada bir adam gelerek Hz. Musa'ya: ''Şehrin önde
gelen adamları seni öldürmek için (toplandılar) ve hakkında müzakere ediyorlar.
Hemen (buradan) çık (git).'' (Kasas suresi, ayet 20) dedi.
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Musa'ya haber getiren adam Harbil (Hızkil) idi ve Firavun'un
hanedanından mü'min bir kişiydi. O, Hz. İbrahim'in getirmiş olduğu dinin
kalıntıları (yaşayan hükümleri) üzerine amel eden bir kimse idi ve Hz. Musa'ya
da ilk defa o iman etmişti. Harbil, Hz. Musa'ya durumu bildirince hemen Musa
(A.S.) korkarak ve etrafı gözetleyerek onların arasından ayrıldı. Bu arada:
''Ey Rabb'im! Beni o zalimler güruhundan kurtar!'' (Kasas suresi, ayet 21)
diyerek Allah'a yalvardı.
Hz.
Musa onların arasından ayrıldıktan sonra ana yoldan değil, sarp ve dönemeçli
bir yoldan şehri terk etmeğe başladığı sırada onun yanına at sırtında elinde
süngü bulunan bir melek geldi. Hz. Musa onu görünce korkusundan yere kapandı.
Bunun üzerine melek: "Önümde yere kapanma, beni takip et." dedi. Ve
Musa'yı Medyen tarafına yöneltti. Hz. Musa Medyen tarafına yöneldiğinde:
''Umarım Rabb'im beni doğru yola iletir.'' (Kasas suresi, ayet 22) dedi.
Nihayet melek Hz. Musa ile birlikte Medyen'e kadar yolculuk etti. Bu yolculuk
esnasında Hz. Musa'nın yiyecek bir şeyi olmadığı için, o ağaç yapraklarım yiyerek
karmm doyurmağa çalışıyordu; hatta Musa'nın yürümek için takati kalmamıştı.
Fakat buna rağmen güç bela Medyen'e geldi. Nihayet Hz. Musa: ''Medyen suyuna
vardığında, üst tarafında hayvanlarını sulayan bir sürü insan buldu. Onların
gerisinde (alt yanında) sürülerini alıkoyan iki kadın gördü .. '' (Kasas
suresi, ayet 23). Bu kadınlar Hz. Şu'ayb'in kızlarıydı. Bir rivayette ise bu
kadınlar, Hz. Şu'ayb'in biraderinin oğlu, yani yeğeni Yesrun'un kızlarıydı. Hz.
Musa onları görünce: '''Bu haliniz nedir?' dedi. Onlar: 'Çobanlar (hayvanlarım)
sulayıp dönünceye kadar biz sulamıyoruz. Babamız ise yaşlı bir adamdır.'
dediler.'' (Kasas suresi, ayet 23).
Hz.
Musa onlara acıdı ve gelerek kuyunun üzerindeki büyük taşı kaldırdı. Halbuki bu
taşı Medyenlilerden bir grup kimse bir araya geldiği zaman ancak
kaldırabiliyordu. İşte böylece Hz. Musa kadınların koyunlarını suladı, onlar da
hemen süratle geri döndüler. Halbuki daha önce bu kadınlar koyunlarına havuzda
artan suyu içiriyorlardı. Bu sırada Hz. Musa (A.S.) serinlemek için bir ağacın
gölgesine çekildi ve: ''Ey Rabb'im! Ben, gerçekten bana indirdiğin hayırdan
ötürü böyle yoksulum.'' (Kasas suresi, ayet 24) dedi.
İbn
Abbas (R.A.) bu ayetin izahında: "Hz. Musa bu sözü söylediği vakit,
herhangi bir insan onu görmüş olsaydı, şiddetli açlıktan (yediği yeşil
yapraklar yüzünden) onun barsaklarının yeşilliğini görürdü ve kendisi için
Allah'tan ancak bir lokma istemekle yetinirdi." diyor.
Hz.
Şu'ayb'in iki kızı hemen çabucak babalarının yanına döndüler, erken
dönüşlerinin sebebini soran babalarına durumu olduğu gibi anlattılar. Bunun
üzerine Hz. Şu'ayb kızlarından birisini Hz. Musa'yı çağırmak üzere gönderdi.
Fakat onu çağırmak üzere giden kız utana utana yanına vardı ve O'na:
''Sürülerimizi sulamanıza karşılık ücretinizi vermek için sizi babam
çağırıyor.'' (Kasas suresi, ayet 25) dedi. Bunun üzerine Hz. Musa kız ile
birlikte babası Şu'ayb (A.S.)'in yanına gitmek üzere ayağa kalktı, kız önde,
kendisi arkada yürümeğe başladı. Yolda giderlerken rüzgar kızın eteğini
savurunca Musa mahrem yerini gördü. Bunun üzerine Musa ona: "Siz arkamdan
yürüyün, bana gideceğim yolu gösterin. Zira biz kadınların bacaklarına bakmayan
bir aileye mensubuz." dedi.
Nihayet
Musa (A.S.) Hz. Şu'ayb'in yanına gelip: ''O'na kıssayı (başından geçenleri) anlatınca,
O: 'Artık korkma, o zalimler güruhundan kurtuldun.' dedi.'' (Kasas suresi, ayet
25). Bu arada Hz. Musa'yı babasına getiren kız ise: ''Babacığım! Onu ücretle
(çoban) tut. Çünkü ücretle kullandıklarının en hayırlısı şüphesiz ki, bu
kuvvetli ve emin (kişidir).'' (Kasas suresi, ayet 26) dedi. Bunun üzerine
babası bu kızına: "Onun kuvvetli olduğunu gördün, fakat emin bir kişi
olduğunu nerden biliyorsun?" dedi. Kız babasına:
"Ben
onunla birlikte yolda gelirken rüzgarın eteğimi açması üzerine, bana arkasından
yürümemi söyledi. İşte buradan onun emin bir insan olduğunu anlıyorum."
diye cevap verdi. İşte bunun üzerine Hz. Şu'ayb Musa (A.S.)'ya ''Ben iki
kızımdan birini -bana sekiz yıl ırgatlık yapmak üzere- sana nikahlamağı arzu
ediyorum. Eğer (hizmetini) on (yıl)a tamamlarsan o da kendinden (olur).
(Bununla beraber) sana zorluk çektirmek istemem. İnşallah beni salihlerden
bulacaksın.'' (Kasas suresi, ayet 27) dedi. Hz. Musa ise ona: ''Bu, seninle
benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini doldurursam demek ki bana karşı bir
husumet olmayacaktır. Allah da bu dediğimiz sözün üstünde bir şahiddiro''
(Kasas suresi, ayet 28) dedi.
Hz.
Musa gününü Şu'ayb (A.S.)'in yanında geçirdi; akşam olunca da Hz. Şu'ayb O'na
akşam yemeği hazırlatıp getirdi, fakat Musa (A.S.) yemedi. Hz. Şu'ayb,
kendisine niçin yemediğini sorunca: "Biz öyle bir aileye mensubuz ki,
azıcık bir ahiret ameli karşısında bütün dünyayı verseler almayız." diye
cevap verdi. Hz. Şu'ayb: "Biz bu yemeği sana bunun için getirmedik, misafire
yemek yedirmek benim ve atalarımın bir adetidir." dedi. Bunun üzerine Hz.
Musa getirilen yemeği yedi. Hz. Musa'nın bu şekilde davranması, Şu'ayb
(A.S.)'in O'na karşı rağbetini iyice artırdı ve Musa'yı yanına getiren Safura
adındaki kızı ile evlendirdi. Bu arada Hz. Şu'ayb kızına, bir asa getirip
Musa'ya vermesini emretti. Kızı bir asa getirdi. Bu asa Hz. Şu'ayb'e, insan
suretine girmiş bir melek tarafından getirilip emanet bırakılmıştı. Hz.
Şu'ayb'in kızı bu asayı getirip Musa'ya verince, babası kızından bunu yerine koyup,
bir başkasını getirmesini istedi. Bunun üzerine kızı asayı yerine bıraktı ve
bir başkasını almak istedi; fakat eli bir türlü başkasına varmıyordu. Hatta
babası Şu' ayb (A.S.) kızını defalarca geri çevirdi, fakat geri geldiğinde
elinde aynı asa ile dönmüş oluyordu.
Nihayet
Hz. Musa koyunları otlatmak üzere asayı alıp çıktı; Şu'ayb (A.S.) pişmanlık
duydu ve arkasından gidip emanet olan asayı onun elinden geri almak istedi. Hz.
Musa O'na mani oldu ve vermedi. Bunun üzerine onlar, ilk rastlayacakları adamı
hakem yapmak suretiyle meseleyi halletmeğe karar verdiler. Bu sırada onların
yanına insan suretinde bir melek gelerek Musa'nın elinde bulunan asanın yere
bırakılmasını istedi ve asayı yerden kim kaldırırsa asa onun olur, diye
hükmetti. Neticede Hz. Musa asayı yere bıraktı; hanımının babası Şu'ayb
(A.S.)'in asayı yerden alıp kaldırmağa gücü yetmedi. Hz. Musa eliyle tuttuğu
gibi asayı yerden alıp kaldırdı. Bunun üzerine Şu'ayb (A.S.) asayı ona bıraktı.
Bu
asa, böğürtlen ağacından yapılmış, ucu kıvrık olan çatal bir değnekten
ibaretti. Bir rivayette ise bu asa cennetteki Mersin ağacından yapılmıştı ve
Hz. Adem cennetten çıkarıldığı zaman beraberinde getirmişti. Hz. Musa'nın bu
asayı ele geçirmesi konusunda daha başka rivayetler de vardır.
Hz.
Musa on yıl Şu'ayb (A.S.)'in koyunlarını otlatıp O'nun yanında kaldı. Bundan
sonra ailesi ile birlikte soğuk bir kış gününde yola çıktı. Nihayet Allah
(C.C.)'ın Musa'ya kerametini bahşedip peygamberliğini başlatacağı ve kendisiyle
mükalemede bulunacağı gece, Hz. Musa yolunu şaşırdı ve nereye gideceğini
bilemez hale geldi. Bu sırada hanımı Safura hamileydi; gök gürültülü, şimşekli
ve yağmurlu bir kış gecesinde onu doğum sancıları yakalamıştı. Hz. Musa ise
sabahleyin erkenden şaşırıp kaybettiği yolunu bulmak maksadıyla ailesinin
ısınmasını sağlamak ve geceyi bulunduğu yerde geçirmek için çakmak taşını
çıkarıp ateş yakmağa çalışıyordu. Hatta Musa (A.S.) yoruluncaya kadar çakmaktan
ateş çıkarmağa çalıştı, fakat muvaffak olamadı. İşte bu sırada bir ateş
parladı; Hz. Musa bunu görünce gerçekten ateş sandı, halbuki gördüğü ateş
Allah'ın nurlarından bir nur idi. Bunun üzerine Hz. Musa: ''Ailesine: 'Siz
(burada) eğlenin. Çünkü ben bir ateş gördüm; olur ki size ondan (yolumuz
hakkında) bir haber getiririm. (Eğer haber bulamazsam) ısınmanız için bir ateş
parçası getiririm.' '' (Kasas suresi, ayet 29; Neml suresi, ayet 7) dedi.
Hz.
Musa gördüğü ateşe doğru yöneldiğinde, onu gökten büyük bir böğürtlen, bir
rivayete göre de unnab ağacına doğru uzanmış bir nur olarak gördü. Musa (A.S.)
yeşil bir ağacın içerisinden dumansız bir şekilde alevlenen, gittikçe büyüyen
ve ağacın yeşilliğini artıran bu büyük ateşi görünce şaşırıp kaldı ve korkuya
kapıldı. Hatta ateşe yaklaştığı zaman ateş geri çekildi; Musa ise feryat ederek
gerisin geri döndü. Bu sırada ağaçtan bir ses geldi; Hz. Musa bu sesi işitince
bir yakınlık hissetti ve geri döndü. Musa (A.S.): ''Ağacın yanına gelince,
Ceyizli (ve mümtaz) bir yerdeki vadinin sağ kıyısından ve ağaçtan: 'Ateş
(mahallinde) bulunan ve çevresinde olan kimselere muhakkak (feyiz) ve bereket
verildi. Ey Musa! Ben alemlerin Rabb'ı olan Allah'un' denildi.'' (Kasas suresi,
ayet 30; Neml suresi, ayet 8).
Hz.
Musa bu sesi işitip, bu heybeti görünce, onun gerçekten Rabb'i olan Allah
olduğunu anladı; bu sebepten kalbi çarpmağa başladı, dili tutuldu, gücü
tükendi, ruhu gelip giden bir ölü halini aldı. Bunun üzerine Allah (C.C.) ona
bir melek göndererek kalbini takviye edip güçlendirdi.
Nihayet
Hz. Musa'nın aklı başına gelince O'na: ''Şüphesiz ben senin Rabb'inim. Haydi
ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vadi olan "Tuva"dasın.''
(Taha suresi, ayet 12) diye seslenildi. Hz. Musa'ya, ayakkabılarını çıkarması
için Allah tarafından emredilmesinin sebebi, onların ölmüş eşek derisinden
yapılmış olmasıydı; başka bir rivayette ise onun ayaklarının mübarek yere
değmesini temin etmekti.
Bundan
sonra Allah (C.C.) Hz. Musa'nın kalbini teskin etmek için ona: ''Ey Musa! O sağ
elindeki nedir?'' (Taha suresi, ayet 17) diye sordu. O da: ''O, benim asamdır,
ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim. Onu (su kabımı, azık torbamı
taşımak gibi) başka işlerim için de kullanırım.'' (Taha suresi, ayet 18) diye
cevap verdi.
Aynı
zamanda bu asa karanlık gecelerde ışık vererek Hz. Musa'nın yolunu aydınlatır,
susuz kaldığı zaman onu kuyuya sarkıttığında, baş kısmında meydana gelen kovaya
benzer bir kapla su çıkarır, canı meyve istediği zaman onu yere diker ve anında
mevsimine has meyveleri taşıyan dallı budaklı bir ağaç olurdu.
Allah
(C.C.): ''Ey Musa! Asanı bırak.'' buyurdu. O da hemen asasını bıraktı. Fakat
Hz. Musa asasını çevik hareket eden iri cüsseli bir yılan olarak görünce: '' ..
arkasına dönüp kaçtı ve geri dönmedi.'' Bunun üzerine kendisine: ''Ey Musa!
Korkma; çünkü ben varım, benim katımda peygamberler (hiçbir şeyden)
korkmazlar.'' (Neml suresi, ayet 10) buyurdu Ayrıca: ''Gel, korkma! Biz onu
yine evvelki haline çevireceğiz.'' (Taha suresi, ayet 21) dedi.
Allah
(C.C.)'ın Hz. Musa'ya asasını bırakmasını emretmesi ise, Firavun'un yanında onu
bıraktığı zaman ejderhaya dönüştüğünde korkmamasını sağlamak ve buna alıştırmak
gayesine matuftu.
Hz.
Musa geri dönünce Allah (C.C.): ''Asayı eline al, sakın korkma!
Elini
de onun ağzına sok.'' buyurdu. Bu sırada Hz. Musa'nın üzerinde yünden yapılmış
bir cübbe vardı, o korku içerisinde elini bu cübbenin yenine sokmuştu. Bunun
üzerine Allah: ''Elini cübbenin yeninden çıkar.'' dedi, o da hemen elini yenden
çıkardı ve çıplak elini yılanın ağzına soktu. Hz. Musa elini yılanın ağzına
sokunca, yılan, daha önce Hz. Musa'nın hiçbir korku ve yadırgama hissetmeden
elinde tuttuğu asa haline geliverdi.
Bundan
sonra Allah (C.C.): ''Elini koynuna sok da Firavun'a ve kavmine (göstereceğin)
dokuz mucize içinde o, (el), kusursuz, bembeyaz olarak çıkıversin.'' (Neml
suresi, ayet 12) buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa elini koynuna soktu. Koynundan
elini çektiğinde hiçbir kusur (alacalık) olmaksızın kar gibi parlak bir şekilde
çıkardı. Sonra tekrar elini koynuna soktuğunda, eli eski haline geldi. Bu
sırada kendisine: ''...İşte bu iki (mucize), Firavun'a ve cemaatine Rabb'inden
iki burhandır. çünkü onlar fasıklar güruhudur.'' (Kasas suresi, ayet 32)
buyruldu. Bunun üzerine Hz. Musa: ''Ey Rabb'im! Gerçekten ben onlardan bir cana
(kıydım), öldürdüm. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum. Kardeşim
Harun, o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Onu da benimle beraber
yardımcı (bir peygamber) olarak gönder ki, söylediklerimi doğrulamış olsun
(yani sözlerimden onların anlamadıklarını o anlar, dolayısıyla söylediklerimi
onlara açıklar). Çünkü ben, beni tekzip edeceklerinden endişe ediyorum.''
(Kasas suresi, ayet 34) dedi. Bunun üzerine Allah da O'na: ''Biz, senin pazunu
kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size öyle bir satvet (hüccet) vereceğiz ki,
onlar size erişemeyecek. Ayetlerimizle (verdiğimiz mucizelerle) gidiniz; siz
de, size tabi olanlar da galip geleceksiniz.'' (Kasas suresi, ayet 35) buyurdu.
Bundan
sonra Musa (A.S.) ailesinin yanına döndü ve onları alarak Mısır'a doğru yola
çıktı. Nihayet Hz. Musa gece vakti Mısır'a geldi ve annesinin evine misafir
oldu. Ne Hz. Musa misafir olduğu hane halkını tanıyordu, ne de onlar Musa'yı
tanıyorlardı. Bir ara Harun gelip annesinden onun kim olduğunu sordu. O da, bir
Inisafir olduğunu söyledi. Bunun üzerine Harun onu yemeğe çağırdı ve birlikte
yemeklerini yediler. Bu sırada Harun: "Sen kimsin?" diye sordu. O da:
"Ben Musa'yım" diye cevap verdi. Bunun üzerine ayağa kalkıp
kucaklaştılar.
Rivayet
edildiğine göre, Allah (C.C.) Hz. Musa'yı yedi gün serbest bıraktıktan sonra:
''Rabb'inin söylediklerini yerine getir.'' buyurdu. Bunun üzerine O: ''Ey
Rabb'im! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden (şu) düğümü çöz ki,
sözümü iyi anlasınlar. Bana kendi ailemden bir de vezir ver, yani biraderim
HarUn'u, ki, onunla arkamı güçlendir, onu işime ortak kıl.'' (Taha suresi, ayet
25-32) diye duada bulundu. Hz. Musa'nın ailesi ise oldukları yerde kalmışlardı,
Musa'nın ne yaptığından da habersizlerdi. Nihayet Medyen halkından bir çoban
yanlarına gelip onları tanıdı ve onları alıp Medyen'e getirdi. Daha sonra Hz.
Musa'nın denizi yarıp geçtiği haberi kendilerine ulaşıncaya kadar onun ailesi
Hz. Şu'ayb'ın yanında kaldılar, ancak bu hadiseden sonra Musa'nın yanına
geldiler.
Hz.
Musa Mısır'a gitmek üzere yola çıktığı sırada Allah (C.C.) Harun (A.S.)'a
vahyederek, Musa (A.S.)'nın Mısır'a dönmekte olduğunu bildirdi ve onu
karşılamasını emretti. Bu emir ve vahiy üzerine Hz. Harun Mısır'ın dışına
çıkarak Musa (A.S.)'yı karşıladı. Hz. Musa kardeşi Harun'a: "Ey Harun!
Allah ikimizi de peygamber olarak Firavun'a gönderdi, haydi benimle gelona
gideceğiz." dedi. Bunun üzerine Harun: "Emrin başım üstüne,
gidelim." dedi. Hz. Musa kardeşi Harun'un evine geldikten sonra Firavun'un
yanına gideceklerini açığa vurduğunda Harun'un kızı bunu duydu ve hemen
seslenip annelerine duyurdu. Bunun üzerine anneleri onlara: "Allah aşkına
Firavun'un yanına gitmeyin, yoksa ikinizi birden öldürür." diye uyardı.
Fakat onlar annelerinin sözünü kabul etmediler ve bir gece Firavun'un kapısını
çaldılar. Bunun üzerine Firavun kapıcısına: "Bu saatte kapımı çalan
kim?" diye sordu. Kapıcı hemen onların yanına gelip görüştü. Hz. Musa
kapıcıya: "Firavun'a haber ver, biz alemlerin Rabb'i olan Allah'ın iki
elçisiyiz." dedi. Bunun üzerine onlar Firavun'un huzuruna kabul edildiler.
Rivayet
edildiğine göre, Hz. Musa ile Harun (A.S.) Firavun'un huzuruna girebilmek için
tam iki yıl gidip gelmişlerdi; hatta hiçbir kimse onların durumlarını Firavun'a
bildirmeğe cesaret edememişti. Ancak sözleriyle Firavun'u güldürüp eğlendiren
bir maskara (soytarı) ona bu haberi götürüp iletmişti. İşte bu haber üzerine
Firavun onların huzuruna girmesine müsaade etti. İçeriye girdikten sonra Hz.
Musa O'na: "Ben alemlerin Rabb'i olan Allah'ın bir elçisiyim." dedi.
Firavun ise Hz. Musa'yı tanıdı ve O'na: ''Biz seni yeni doğmuş (bir çocuk)ken
içimizde büyütmedik mi? Sen ömründen bir hayli yıl bizim aramızda kalmadın mı?
O yaptığın işi (öldürme işini) de sen işledin. Sen nankörlerdensin.'' (Şu'ara
suresi, ayet 18) dedi. Bunun üzerine Hz. Musa da O'na: ''Ben bu işi o vakit,
bilmez durumda iken yaptım. Sizden korkunca da hemen içinizden (bırakıp)
kaçtım. Nihayet Rabb'im bana bir hüküm (peygamberlik) verdi ve beni
peygamberlerden yaptı.'' (Şu'ara suresi, ayet 20, 21) dedi. Firavun O'na:
''Eğer sen bir ayet (mucize) getirdiysen ve doğrulardan isen onu göster
bakalım!'' (A'raf suresi, ayet 106) dedi. Bunun üzerine Hz. Musa: ''Asasını
bırakıverdi. Bir de ne görsünler ki, o apaçık bir ejderha oluverdi.'' (A'raf
suresi, ayet 107).
Bu
ejderha ağzını açıp alt çenesini yere, üst çenesini ise Firavun'un sarayının
üzerine koydu ve kapmak üzere Firavun'un üzerine yürüdü. Bu durum karşısında
Firavun korkusundan çığlık atıp yerinden fırladı ve altına yaptı. Bundan sonra
Firavun yirmi küsur gün karın ağrısına tutuldu, hatta nerdeyse ölecek hale
gelmişti. Bunun üzerine Firavun, Allah adına Musa'dan ejderhayı eski haline
getirmesini istedi. Hz. Musa onu eline alınca eskisi gibi asa şekline
dönüverdi.
Bundan
sonra Musa (A.S.) elini koynuna soktu, çıkardığında ise eli kar gibi bembeyaz
olmuştu ve nur gibi parıldıyordu. Sonra elini koltuğunun altına tekrar
soktuğunda eski halini almıştı. Bundan sonra elini tekrar koltuğunun altına
sokup çıkardığında elinden göklere yükselen ve gözleri kamaştıran parıltılar
yükseliyor ve ortalığı aydınlığa boğuyordu. Bu aydınlık evlerin içine kadar
giriyor, pencere ve perdelerin arkasından görülebiliyordu. Firavun'un ise onun
parıltı ve aydınlık saçan eline bakmağa gücü yetmiyordu. Bundan sonra Hz. Musa
elini tekrar koynuna sokup çıkardığında eli eski halini almıştı.
Allah
(C.C.) Hz. Musa ile kardeşi Harun (A.S.)'a vahyederek: ''Ona yumuşak söz
söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut (Allah'tan) korkar.'' (Taha suresi, ayet
44) buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa Firavun'a: "İster misin gençliğini
geri getireyim, bir daha ihtiyarlamayasın, mülkün elinden alınmasın, evliliğin,
yiyip içmenin ve binmenin zevkini tekrar sana iade edeyim, öldüğün zaman
cennete giresin? İşte bunları yaparsam, bana iman eder misin?" dedi.
Firavun ona: "Haman gelip bunları ona soruncaya kadar sana iman
etmem." diye cevap verdi. Haman gelince Firavun ona Hz. Musa'nın söylediği
bu sözleri arzedip anlattı. Bunun üzerine Haman onu acizlikle suçladı ve ona:
"Sen, kendine tapılan bir kimse iken, şimdi kulolup başkasına mı tapacaksın?"
dedi. Sonra ona: "Ben sana gençliğini geri getiririm." dedi ve boya
bitkisinden bir boya hazırlayıp onu bu boya ile boyayıp genç göstermeğe
çalıştı. İşte böylece siyah renkle boyanan ilk kimse Firavun oldu.
Hz.
Musa onu bu vaziyette görünce, korktu. Bunun üzerine Allah (C.C.) O'na vahiy
yoluyla: "Gördüğün durum seni korkutmasın, zira onun çok az bir ömrü
kalmıştır." buyurdu.
Firavun
Hz. Musa'ya gelen bu vahyi duyduğu zaman kavminin huzuruna çıkarak onlara:
''Şüphesiz o bilgili bir sihirbazdır.'' (Şu'ara suresi, ayet 34) dedi ve onu
öldürmek istedi. Bunun üzerine Firavun'un hanedanından iman etmiş bir kişi olan
Harbil onlara: ''Siz bir adamı Rabb'İm Allah'tır demesiyle öldürür müsünüz?
Halbuki o, size Rabb'inizden apaçık mucizeler de getirmiştir .. '' (Mümin
suresi, ayet 28) dedi. Bu defa Firavun'un kavminden bir grup kişi ona: ''Onu ve
kardeşini geciktir, sonra şehirlere toplayıcı (adamlar) gönder, onlar sana çok
bilen (hünerli) her sihirbazı getirsinler.'' (Şu'ara suresi, ayet 36, 37)
dediler. Firavun bu kimselerin sözünü tuttu ve bütün sihirbazları yanında
topladı. Onun yanında toplanan sihirbazların sayısı ise yetmiş iki, bir başka
rivayette on beş bin, diğer bir rivayette otuz bin kişiydi. Hulasa Firavun bu
sihirbazlara galip geldikleri takdirde bir takım vaatlerde bulundu. Bu arada
Hz. Musa ile karşılaşmak için Firavun'a mahsus olan bir bayram gününü
kararlaştırdılar. Nihayet bayram günü gelince, Firavun halkı topladı ve
sihirbazları sıraya dizdi. Bu sırada Hz. Musa kardeşi Harun ile birlikte elinde
asa ile toplanan halkın yanına geldiler. Firavun ise kavminin ileri
gelenleriyle birlikte kendilerine ayrılan özel meclislerinde oturuyorlardı. Hz.
Musa sihirbazların yanlarına geldiğinde onlara: ''Yazıklar olsun size, Allah'a
karşı yalan düzmeyin. Sonra azap ile sizin kökünüzü kurutur .. '' (Taha suresi,
ayet 61) dedi. Bunun üzerine sihirbazlar birbirlerine: "Bu söz sihirbaz
sözüne benzemiyor." dediler. Sonra onlar Hz. Musa'ya "Biz sana bu
güne kadar bir benzerini görmediğin bir sihir göstereceğiz." dediler ve:
''Firavun'un ululuğu hakkı için galip olanlar elbette biz olacağız.'' (Şu'ara
suresi, ayet 44) diyerek öğündüler. Bundan sonra sihirbazlar Musa (A.S.)'ya:
''Ey Musa! (ilkin hünerini ortaya) sen mi atacaksın? Yoksa biz ıni atalım?''
(A'raf suresi, ayet 115) dediler. Hz. Musa onlara: ''Önce siz atın.'' (A'raf
suresi, ayet 116) dedi. Bunun üzerine onlar da: ''İplerini ve sopalarını
attılar.'' (Şu' ara suresi, ayet 44). Neticede onların ortaya attıkları ipler
ve sopalar insan gözünde yılanlara dönüştüler ve birbirlerinin üzerine yığılmış
bir vaziyette dağlar gibi vadiyi doldurdular. Bu durumu gören Hz. Musa korkuya
kapıldı. Bunun üzerine Allah ona: ''Ey Musa! Sağ elindekini bırakıver. Bu,
onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların sanat diye ortaya attıkları ancak bir
büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nerede olsa felah bulmaz.'' (Taha suresi, ayet 69)
buyurdu. Hz. Musa hemen asasını elinden bırakıverdi ve asa büyük bir ejderha
haline gelerek insanların gözlerinde yılan gibi gözüken onların sopa ve
iplerinin üzerine saldırdı, onları yutup bitirdi ve ortada hiçbir şey
bırakmadı. Bundan sonra Hz. Musa asasını eline alır almaz o tekrar eski haline
döndü.
Sihirbazların
reisi ise ama bir kimseydi. Başkanlığını yaptığı diğer sihirbazlar kendisine:
"Musa'nın asası büyük bir ejderha oldu ve sopalarımızIa iplerimizi
yuttu." dediler. Sihirbazların reisi olan ama sihirbaz, onlara:
"Ortaya atmış olduğunuz ip ve sopalardan hiç kalan olmadı mı ve asa eski
haline dönmedi mi?" diye sordu. Onlar: "Hayır" diye cevap
verdiler. Bunun üzerine ama sihirbaz: "Bu sihir değildir." dedi ve
secdeye kapandı; diğer sihirbazlar da ona tabi oldular, secdeye kapanarak:
''Alemlerin Rabb'ine, Musa ile HarUn'un Rabb'ine iman ettik.'' (Şu'ara suresi,
ayet 47, 48) dediler. Bu durum karşısında Firavun onlara: ''Ben size izin
vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür.
Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi
muhakkak surette hurma dallarına asacağım. Siz de hangimizin azabı daha çetin
ve sürekli olduğunu elbet bileceksiniz.'' (Taha suresi, ayet 71) dedi. Neticede
Firavun inanmış olan bu sihirbazların ellerini ve ayaklarını çaprazlama bir
şekilde keserek onları öldürdü. Onlar ise öldürülürlerken: ''Ey Rabb'imiz!
Üstümüze sabır yağdır, bizi Müslümanlar olarak öldür.'' (A'raf suresi, ayet
126) diye Allah'a yalvarıyorlardı. Nihayet onlar günün başında kafır iken
sonunda şehit olarak can verdiler.
Harbil,
Firavun hanedanından inanmış bir kişi idi ve imanını saklıyordu. Bir rivayette
onun İsrailoğulları'ndan, diğer bir rivayette ise Kıptilerden olduğu söylenir.
Başka bir rivayette Harbil'in, içerisine Musa'nın konulup Nil nehrine bırakılan
tabutu yapan marangoz olduğu da söylenmektedir. Harbil, Hz. Musa'nın
sihirbazlara galip geldiğini görünce imanını açığa vurmuştu. Başka bir
rivayette ise o, imanını bu hadiseden önce açığa vurmuş ve iman eden
sihirbazlarla birlikte asılarak öldürülmüştür. Harbil'in, kendisi gibi iman
eden, fakat imanını gizleyen bir hanımı vardı ve bu hanım Firavun'un kızının saçlarını
taramakla görevli idi. Bir gün Firavun'un kızının saçlarını tararken tarak
elinden düştü, eğilip alırken ''Bismillah'' dedi. Bunun üzerine Firavun'un
kızı, "Bu cümledeki Allah sözünden babamı mı kastediyorsun?" diye
sordu. O: "Hayır, benim ve senin hatta babanın Rabb'ini
kastediyorum." diye cevap verdi. Nihayet Firavun'un kızı bu hadiseyi
babasına anlattı. Bunun üzerine Firavun bu hanımı ve çocuklarını huzuruna
çağırttırdı ve hanıma: "Rabb'in kim?" diye sordu. O da: "Benim
de senin de Rabb'in Allah'tır." diye karşılık verdi. Onun bu sözlerine
öfkelenen Firavun hemen bakırdan yapılmış bir fırın getirilip kızdırılmasını ve
bu kadınla çocuklarının bu fırına atılarak yakılmalarını emretti. Harbil'in
hanımı fırına atılmazdan önce Firavun'a: "Benim senden bir dileğim
var." dedi. Firavun ona: "Dileğin nedir?" diye sordu. O:
"Benim ve çocuklarımın kemiklerini bir araya toplayarak onları gömmenizi
istiyorum." dedi. Firavun: "Dileğiniz yerine getirilecektir."
dedi ve anneleriyle birlikte çocuklarının da fırına atılmalarım emretti.
Nihayet çocuklar teker teker fırına atılıp yakıldılar. Kadının en küçük çocuğu
ise sabi yaşta bir erkek çocuğuydu ve bu çocuk annesine: "Anneciğim!
Sabret, zira sen hak yoldasın." dedi. Bunu müteakip çocuğuyla birlikte
kadın fırına atılıp yakıldı.
Firavun'un
hanımı Asiye İsrailoğulları'ndandı. Bir rivayete göre ise o,
İsrailoğulları'ndan değil, başka bir kavimdendi. Asiye de inanmış mü'min bir
kadındı ve imamm saklıyordu. Harbll'in hanımı öldürüldüğü zaman, Allah Asiye'nin
basiretini açmış, o da bu hanımın ruhunun melekler tarafından göklere
yükseltildiğini görmüştü. Aynı zamanda Asiye, Harbil'in hanımı işkence çekerken
onu karşıdan seyredip üzülüyordu. Harbll'in hanımın ruhunu göklere çıkaran
melekleri görünce de imanı kuvvet kazanmış, Musa (A.S.)'ya olan yakini ve
tasdik derecesi artmıştı. Tam bu sırada Firavun Asiye'nin yanına gelerek
Harbil'in hanımına yaptıklarını anlattı. Bunun üzerine Asiye ona:
"Yazıklar olsun sana! Allah'a karşı ne kadar cüretkarsın?" dedi.
Firavun da Asiye'ye: "Her halde o kadına arız olan delilik hali sana da
bulaştı." dedi. Asiye ise ona: "Bende delilik yok, ben yalnızca
benim, senin ve alemlerin Rabb'i olan Allah'a inandım," diye cevap verdi.
Bu
arada Firavun, hanımı Asiye'nin annesini huzuruna çağırıp ona:
"Harbil'in
hanımının başına gelen senin kızının başına da geldi. Yemin ederim ki, ya
Musa'nın Allah'ını inkar eder, ya da ölümü tadar." dedi. Bunun üzerine
Asiye'nin annesi kızım bir köşeye çekip onu Firavun'un isteğine uygun hareket
etmeye çağırdı; fakat Asiye annesinin bu isteğini reddetti ve: "Allah'ı
inkar etmek meselesine gelince, Allah'a yemin ederim ki, asla bunu
yapamam." dedi. Bunun üzerine Firavun'un emriyle Asiye ellerinden dört
kazığa vurularak ölünceye kadar işkenceye tabi tutuldu. Nihayet öleceğini
anlayan Asiye ölüme giderken: ''Ey Rabb'im! Bana kendi katında, cennetin içinde
bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun (fena) amel (ve hareket)inden kurtar. Beni
o zalimler güruhundan selamete çıkar.'' (Tahrim suresi, ayet 11) dedi. Asiye
ölürken Allah (C. C.) onun basiret gözünü açtı, o da melekleri ve kendisi için
hazırlanan ikram ve ihsanları gördü, sevincinden güldü. Bunun üzerine Firavun:
"Şu delinin haline bakın, azap çekerken gülüyor." dedi. Bundan sonra
Asiye ruhunu teslim edip vefat etti.
Firavun,
kavminin içerisine Musa'nın korkusunun düştüğünü görünce, onların Musa'ya
inanıp kendisine tapmayı terk edeceklerinden endişe duydu ve bir çare düşünerek
veziri Haman'a: ''Ey Haman! Benim için yüksek bir kule yap. Olur ki ben o
yollara, göklerin yollarına ulaşırım da Musa'nın tanrısına yükselip çıkarım.
Ben onu mutlak bir yalancı sanıyorum ... '' (Mü'min suresi, ayet 36, 37) dedi.
Bunun üzerine Haman tuğla yapılmasını emretti. Yeryüzünde ilk defa tuğla yapan
kişi Haman'dır. Nihayet Haman bütün ustaları topladı ve yedi yıl içerisinde bu
kuleyi tamamladı; hatta kulenin yüksekliği diğer binaların yüksekliğini çok
aşmıştı.
Firavun'un
böyle bir işe girişmesi Hz. Musa'ya çok ağır geldi ve bu hareket onun gözünde
büyümeğe başladı. Bunun üzerine Allah (C.C.) vahiy yoluyla Hz. Musa'ya:
"Ey Musa! Bırak onu, istediğini yapsın. Ben ona şımarması için mühlet
tanıyorum, yaptırdığı kuleyi ise bir saniyede yok ederim." buyurdu.
Nihayet kule tamamlanınca Allah (C.C.) Hz. Cebrail'e emir verdi, o da kuleyi
tahrip edip yıktı ve bu kulenin inşasında çalışan bütün usta ve işçileri helak
edip yok etti.
Firavun,
bu tahrip ve helak hadisesinin Allah tarafından vukua geldiğini öğrenince,
adamlarından, Hz. Musa'ya ve İsrailoğulları'na şiddet uygulamalarını istedi.
Onlar da Firavun'un bu isteğini uyguladılar ve İsrailoğulları'na takat
getiremeyecekleri işleri yüklediler. Hulasa İsrailoğulları'nın bütün erkek ve
kadınları baskı altına alındı. Bundan önce, Firavun'un adamları
İsrailoğulları'nı çalıştırdıkları zaman onlara yiyecek verirlerdi. Şimdi ise
onlara yiyecek hiçbir şey vermemeğe başladılar. Bu yüzden onlar en kötü bir
duruma düşmüşlerdi ve yiyeceklerini kazanmağa çalışıyorlardı. Hatta bu
durumlarını Hz. Musa'ya şikayet edip bildirmişlerdi. Bunun üzerine Musa (A.S.)
onlara: "Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Zira şüphesiz güzel akıbet
Allah'tan korkanlarındır." dedi ve: ''Umulur ki Rabb'iniz düşmanınızı
helak edecek, sizi bu yerde hüküm sahibi yapacak da sizin nasıl hareket
edeceğinize bakacaktır'' (A'raf suresi, ayet 129) diyerek onları teselli etti.
Firavun
ve kavmi Allah'ı inkar konusunda direnip küfürlerine devam edince, Allah (C.C.)
onlara peş pe şe ayetler (mucizeler) göndererek onları hakkı kabule çağırdı.
Önce Allah (C.C.) onların üzerine bir tufan, ardı arkası kesilmeyen bir yağmur
gönderdi ve bu yağmur onların her şeyini sürükleyip götürdü. Bunun üzerine
onlar Hz. Musa'ya gelerek: "Ey Musa! Rabb'ine dua et de bu felaketi
üzerimizden kaldırsın. O takdirde sana iman eder, seninle birlikte İsrailoğulları'nı
göndeririz." dediler. Hz. Musa'nın duası üzerine Allah onlardan bu
musibeti kaldırdı ve ekinleri yeniden yeşermeğe başladı. Bu defa onlar:
"Yağmurun yağdırılmaması bizim hoşumuza gitmiyor." diyerek
sözlerinden döndüler. Bu defa Allah onların üzerine çekirge sürüleri gönderdi
ve çekirgeler onların ekinlerini yiyip bitirdi. Bu durum karşısında yine onlar
Musa (A.S.)'nın yanına gelip ondan, başlarındaki felaketin kaldırılmasını
istediler ve kaldırdığı takdirde kendisine iman edeceklerini söylediler. Hz.
Musa dua etti, Allah da onların başından bu felaketi defetti. Fakat onlar:
"Ekinlerimizin bir kısmı kaldı, bu bize yeter." diyerek yine iman
etmediler. Bu defa Allah, onların üzerine haşarat (ekin bitleri) gönderdi.
Bunlar bütün ekinleri ve bitkileri yiyip bitirdiler. Hatta bu haşarat onların
yemeklerini ifsat ediyordu ve bir türlü bunlardan kendilerini koruyamıyorlardı.
Yine onlar Hz. Musa'dan, bu felaketin üzerlerinden kaldırılmasını istediler.
Hz. Musa'nın duasıyla felaket üzerlerinden kaldırıldı; fakat onlar iman
etmediler. Sonra Allah (C.C.) onların üzerine kurbağalar gönderdi. Kurbağalar
tencerelerinin içine düşüyor, yemeklerinin içerisine giriyor, hatta evlerini
doldurup taşıyordu. Onlar, Musa'ya iman etmeleri için bu felaketin onun tarafından
kaldırılmasını istediler. Hz. Musa'nın duasıyla felaket onların üzerinden yine
kaldırıldı. Onlar, bu defa da iman etmediler. Son olarak Allah onların üzerine
kan gönderdi ve Firavun'a mensup olanların suları kana dönüştü. Hatta Firavun'a
mensup olanlar ile İsrailoğulları aynı yerden su alıyorlardı,
İsrailoğulları'ndan bir kimsenin aldığı su, su olarak kalıyor, Firavun'a mensup
olan birisinin aldığı su ise hemen kana dönüşüyordu. Öyle ki İsrailOğulları 'na
mensup olan birisi ağzına aldığı suyu Firavun'a mensup olan birisinin ağzına
boşaltıyor, fakat hemen ağzının içerisinde su kana dönüşüyordu. Bu kan hadisesi
yedi gün sürdü. Onlar, yine kendisine iman etmeleri için bu felaketin Hz. Musa
tarafından kaldırılmasını istediler. Musa (A.S.) dua etti, Allah da duasını
kabul ederek bu felaketi onların üzerinden kaldırdı; fakat onlar bu sefer de
iman etmediler.
Nihayet
Firavun'un ve kavminin imanlarından ümidini kesen Hz. Musa: ''Ey Rabb'imiz!
Gerçekten sen Firavun'a ve ileri gelenlerine dünya hayatında zinet (haşmet) ve
(nice) mallar verdin. Senin yolundan saptırsınlar diye mi hey Rabb'imiz!
(bunları onlara verdin?). Ey Rabb'imiz! Sen onların mallarını yok et;
kalplerini şiddetle sık. Onlar o çetin azabı görecekleri zamana kadar iman
etmeyeceklerdir.'' (Yunus suresi, ayet 88) diyerek dua etti ve kardeşi Harün
(A.S.) da amin dedi. Allah da onların dualarını kabul etti. Firavun'un ve
mensuplarının at, mücevherat ve ziynet eşyalarının dışında kalan un, hurma ve
yiyecek maddeleri gibi diğer bütün mallarını taşa çevirdi. Hz. Musa'ya verilen
(dokuz) mucizeden birisi de budur.
Nihayet
durum uzayıp Hz. Musa'ya ağır gelince, Allah (C.C.) ona vahiy yolu ile
İsrailoğullarını alıp götürmesini, bu arada Hz. Ya'kub'un oğlu Yusuf (A.S.)'un
naşının bulunduğu tabutu da yanına alıp onu Arz-ı Mukaddes• (Filistin)'e
defnetmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) Yusuf'un tabutunun
bulunduğu yeri sordu, fakat onun bulunduğu yeri hiçbir kimse bilemedi. Ancak
tabutun bulunduğu yeri bilen yaşlı bir kadın gelip ona Nil nehrindeki yerini
gösterdi. Hz. Musa, mermer bir sanduka içerisinde bulunan Hz. Yusuf'un naşını
Nil nehrinden çıkarıp yanına aldı ve İsrailoğullarıyla birlikte yola çıktı.
Ayrıca Hz. Musa İsrailoğulları'na, mümkün olduğu kadar Kıptilerden ariyet
olarak süs eşyası almalarım emretti. Onlar da Musa (A.S.)'nın emrini yerine
getir-diler ve Kıbtilerden pek çok şeyler aldılar. Hz. Musa İsrailoğullarıyla
birlikte Mısır'dan gece vakti çıkmıştı ve Kıbtiler onların Mısır'ı terk
ettiklerini bilmiyorlardı. Hz. Musa İsrailoğulları'nın artçı kollarının,
kardeşi Harun (A.S.) ise öncü kolların başında bulunuyordu. İsrailoğulları
Mısır'dan hareket ettikleri zaman altı yüz yirmi bin kişiden ibaretti. Firavun,
öncü birliklerinin başında bulunan veziri Haman ile birlikte İsrailoğulları'nın
peşine düştü. Bu arada: ''İki ordu (Firavun ve İsrailoğulları'nın orduları)
birbirlerini görünce, Musa'nın yanındakiler: "(İşte yetiştiler),
yakalandık." dediler.'' (Şu'ara suresi, ayet 61). Ayrıca İsrailoğulları
Hz. Musa'ya: "Ey Musa! Sen aramıza gelmezden önce de, geldikten sonra da
eza ve cefa çekiyoruz, durum hiç değişmedi. Sen gelmezden önce onlar erkek
çocuklarımızı boğazlıyorlar, kız çocuklarımızı ise diri bırakıyorlardı. Şimdi
ise Firavun bize yetişmek üzeredir, bizi öldürecek." dediler. Bunun üzerine
Hz. Musa onlara: ''Hayır, şüphesiz ki Rabb'im benimle beraberdir. O, beni
(selamet) yol (una) iletecektir.'' (Şu' ara suresi, ayet 62) dedi.
Neticede
İsrailoğulları denize varmıştı; Önlerinde deniz, arkalarında Firavun vardı.
Onlar, helak olacaklarını yakinen anlamışlardı. İşte bu sırada Hz. Musa öne
geçip asasını denize vurdu ve hemen deniz yarıldı. Hatta her parçası kocaman
dağ gibi oldu ve her kabile (sıbt) için denizde on iki yol açıldı. Hatta her
kabile (sıbt): "Adamlarımız mutlak surette helak olacak." diyerek
üzüldüler. Fakat Allah'ın emriyle su ağ gibi bir hal aldı. Böylece her kabile
denizden çıkıp kurtuluncaya kadar sağındakini ve solundakini görür hale geldi.
Firavun
ve adamları denize yaklaştıklarında, suyun öylece durduğunu ve içerisinde yolların
bulunduğunu gören Firavun, adamlarına: "Şu denizin benim korkumdan
yarıldığını ve düşmanlarıma yetişmek için açıldığını görmüyor musunuz?"
dedi. Sonra Firavun denizin içerisindeki yolların ağzına gelip durunca,
bindiğ•i at korkudan denize girmedi. Bu sırada Cebrail (A.S.) kösnemiş (canı
aygır isteyen) bir kısrağa binerek geldi. Firavun'un ordusundaki atlar bu
kısrağın kokusunu alınca onun peşine takılıp yürüdüler. Hatta Firavun'un
ordusundan ilk kişi karaya ayak basmağa niyetlenip en son kişi denize girdiği
bir sırada Allah tarafından gelen bir emirle deniz onları yakalayıp üzerlerine
kapandı ve onları boğup öldürdü. Bu sırada İsrailoğulları onların boğuluşlarını
seyrediyorlardı; Cebrail (A.S.) de denizin dibinden aldığı balçığı Firavun'un
ağzına dolduruyordu. Firavun boğulmak üzere iken: ''...İsrailoğulları'nın iman
ettiği (Allah'tan) başka bir ilah olmadığına gerçekten inandım. Ben de
Müslümanlardanım.'' (Yunus suresi, ayet 90) dedi ve boğuldu. Bu arada Allah
(C.C.) ona Mikail (A.S.)'i gönderdi ve Mikail onu: ''Şimdi mi (iman ediyorsun)?
Halbuki sen bundan evvel (ömrün boyunca) isyan etmiş, daima fesatçılardan
olmuştun.'' (Yunus suresi, ayet 91) diyerek ayıpladı.
Hz.
Cebrail Peygamber (s.a.v.) Efendimize hitaben: "Firavun'un Allah'ın
merhametini celbedecek bir kelime söylemesinden korktuğum için onun ağzına
balçık tıkarken ah sen beni bir görseydin!" demiştir.
İsrailoğulları
kurtulduktan sonra: "Firavun'un gerçekten boğulduğuna inanmıyoruz."
dediler. Bunun üzerine Hz. Musa Allah'a dua etti ve Allah (C.C.) onu boğulmuş
bir vaziyette denizden çıkardı; İsrailoğulları ise onun cesedini aldılar ve
ibret gayesiyle seyredip baktılar. Bundan sonra İsrailOğulları yollarına devam
ettiler, derken putlara tapan bir kavme rastladılar ve Hz. Musa'ya hitaben: ''Ey
Musa! "Onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı
yap." dediler. (Bunun üzerine) Musa: "Siz gerçekten cahillik eden bir
kavimsiniz." dedi." (A'raf suresi, ayet 138). Hz. Musa'nın bu sözleri
üzerine İsrailoğulları bu düşünceden vazgeçtiler. Bundan sonra Musa (A.S.)
Firavun'un şehirlerine her biri on ikişer bin kişiden meydana gelen iki büyük
ordu gönderdi. Bu sırada Firavun'un şehirlerinde ahali kalmamıştı. Çünkü Allah
tarafından onların ileri gelen büyükleri ve başkanları helak edilmişlerdi. Bu
şehirlerde sadece kadınlar, çocuklar, kötürümler, hastalar, yaşlılar ve aciz
kimseler kalmışlardı. Nihayet bu iki ordu bu şehirlere girdiler ve pek çok
ganimet malı ele geçirdiler. Bu arada onlar taşınması mümkün olan ganimet
mallarını yanlarına aldılar, taşınması mümkün olmayanları ise satıp paralarını
aldılar. Bu iki ordunun başında kumandan olarak Yuşa bin Nun ile Kalib bin
Ylifenna bulunuyordu.
Allah
(C.C.) Hz. Musa'ya daha Mısır'da iken İsrailOğulları ile birlikte Mısır'ı terk
ettikten ve Allah'ın, onların düşmanlarım helak etmesinden sonra kendilerine
neleri yapacakları ve neleri yapmayacakları konularım ihtiva eden bir kitap
(Tevrat) vermeyi va'detmişti. Nihayet Allah (C.C.) Firavun'u ve kavmini helak
edip İsrailoğulları'nı kurtarınca onlar: "Ey Musa! Bize va'dettiğin kitabı
getir." dediler. Bunun üzerine Hz. Musa Rabb'ine dua ederek O'ndan bu
kitabı istedi. Allah (C.C.) ona, otuz gün oruç tutmasını, yıkanıp
temizlenmesini ve temiz elbiselerini giyip kendisiyle mükalemede bulunmak ve
istediği kitabı almak üzere Tur-i Sina'ya gelmesini emretti. Bunun üzerine Musa
(A.S.) Zilkade'nin ilk gününden başlayarak otuz gün oruç tuttu ve kardeşi Harun
(A.S.)'u kendi yerine İsrailoğulları'nın başına halef tayin ettikten sonra
Tur-i Sina'ya hareket etti. Hz. Musa Tur-i Sina'ya yöneldiği sırada ağzındaki
kokuyu yadırgayıp hoşlanmadı, bu yüzden harnub (keçi boynuzu) ağacından
koparılmış bir dal ile ağzını misvakladı; bir rivayete göre o, ağzını ağaç
kabuğu ile misvaklamıştı. Bunun üzerine Allah (C.C.) vahiy yoluyla ona: ''Ey
Musa! Benim katımda oruçlunun ağız kokusunun, misk kokusundan daha hoş olduğunu
bilmiyor musun?'' buyurdu ve ona bir on gün daha oruç tutmasını emretti. Hz.
Musa da emre uyarak bir on gün daha oruç tuttu. Bu on günlük oruç ise
Zilhicce'nin onunda tamamlanmış oldu. Bir ayette bu konu ile ilgili olarak:
''Bu suretle Rabb'inin tayin buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı .. ''
(A'raf suresi, ayet 142) buyrulur.
İşte
bu on gece zarfında İsrailoğulları fitne ve tereddüde düştüler; çünkü otuz gecelik
müddet tamamlanmış, Hz. Musa ise henüz geri dönmemişti. Bu sırada Harun (A.S.)
İsrailoğulları'na hitaben: "Ey İsrailoğulları! Ganimet malları sizin için
helal değildir, Kıptilerden ariyet (emanet) olarak aldığınız süs eşyaları ise
ganimet malıdır. Musa geri dönüp bu husustaki fikrini beyan edinceye kadar
şimdilik bir çukur kazın ve bu süs eşyalarını oraya bırakın." dedi. Onlar,
Harun (A.S.)'un sözünü dinlediler ve bir çukur kazarak süs eşyalarını oraya
gömdüler. Bu arada Bacerma, ahalisinden, bir rivayette ise İsrailoğulları'ndan
olan Samiri Hz. Cebrail'in atının tırnak izinden aldığı toprağı getirip bu
çukurun üzerine attı. Allah'ın emriyle bu süs eşyaları böğüren bir buzağı
şekline girdi. Bir rivayette ise bu ziynet eşyaları ateşe atılıp eritildi, sonra
Samiri Cebrail (A.S.)'in atının ayağının altından aldığı bu toprağı üzerine
serpti ve bu ziynet eşyaları Allah'ın emriyle böğüren bir buzağı oldu. Yine bir
rivayete göre, buzağının böğürüp yürüdüğü söylenir, diğer bir rivayette ise
onun ancak bir defa böğürdüğü, başka böğürmediği ifade edilmektedir. Bir başka
rivayette, Samiri'nin üç gün içerisinde bu ziynet eşyalarından bir buzağı
heykeli yaptığı, sonra Hz. Cebrail'in atının ayağının altından aldığı toprağı
bu heykelin üzerine serptiği ve anında buzağının böğürerek ayağa kalkıp
dikildiği de söylenmektedir.
Samiri,
buzağıyı bu vaziyette görünce İsrailoğulları'na: ''İşte sizin de, Musa'nın da
tanrısı budur. Fakat Musa unuttu (yani onu burada bıraktı ve Tur'a aramağa
gitti).'' (Taha suresi, ayet 88) dedi. Bunun üzerine İsrailoğUlları buzağıya
tapmağa başladılar. Bu durum karşısında Harun (A.S.) onlara: ''Ey kavmim! Siz
bu (buzağı) ile ancak imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz çok esirgeyen
(Allah'tır). Haydi bana tabi olun, benim emrime itaat edin.'' (Taha suresi,
ayet 90) dedi. Bunun üzerine bir kısmı ona itaat edip tabi oldular, bir kısmı
ise isyan edip karşı geldiler; fakat Hz. Harun onlara savaş açmadı.
Hz.
Musa (A.S.) Allah'a münacatta bulununca, Allah (C.C.) ona: ''Ey Musa! Seni kavminden
(ayırıp böyle) acele ettiren nedir?'' (Taha suresi, ayet 83) diye sordu. Hz.
Musa: ''Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ey Rabbim! Razı olasın diye sana
çabucak geldim.'' (Taha suresi, ayet 84) diyerek cevap verdi. Allah (C.C.) ona:
''Biz senden sonra kavmini imtihan ettik; Samiri onları saptırdı.'' (Taha
suresi, ayet 85) dedi. Bunun üzerine Hz. Musa: "Ey Rabb'im! Bu Samiri
kavmime buzağıyı tanrı edinmelerini emredip söyledi; pek iyi ona ruhu kim
verdi?" dedi. Allah (C.C.): "Ben verdim." buyurdu. Bunun üzerine
Musa (A.S.): "O halde onları sen saptırdın." dedi.
Bundan
sonra Allah (C.C.) Hz. Musa ile mükalemede bulununca, Musa (A.S.) O'nu görmek
istedi ve: ''"Ey Rabb'im! Bana kendini göster, sana bakayım!" dedi.
Rabb'i (ona): "Sen beni katiyen göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o,
yerinde durursa, sen de beni görürsün." dedi. Rabb'i dağa tecelli edince
onu paramparça ediverdi, Musa da baygın bir vaziyette yere düştü. Ayılınca:
"Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim."
dedi.'' (A'raf suresi, ayet 143).
Bundan
sonra Allah tarafından Hz. Musa'ya, içerisinde hel al ve haram konularının
bulunduğu, bir hayli öğütlerin toplandığı levhalar verildi. Bunun üzerine Musa
(A.S.) kavminin yanına döndü, fakat ilahi nurla kuşatıldığından hiçbir kimse
onun yüzüne bakamıyordu. Hatta Hz. Musa mikattan döndükten sonra kırk gün
yüzünü ipek bir örtüyle kapattı, daha sonra bu örtüyü bırakıp yüzünü açtı.
Nihayet
Hz. Musa kavminin yanına gelip onların buzağıya taptıklarını görünce, elindeki
levhaları bırakıverdi ve kardeşi Harun (A.S.)'un başından ve sakalından tutup
onu sert bir şekilde kendine doğru çekti. Bunun üzerine Harun (A.S.) ona:
''Eyanamın oğlu! Sakalımdan Ve başımdan tutma. Zira ben senin:
"İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın"
diyeceğinden korktum.'' (Taha suresi, ayet 94) dedi. Hz. Harun'un bu sözü
üzerine Musa (A.S.) Samiri'ye dönerek: ''Ey Samiri! Ya senin zorun ne idi?''
(Taha suresi, ayet 95) dedi. Samiri de ona: ''Ben onların görmediklerini
gördüm, o elçinin (Cebrail'in) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu
(eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana bunu böyle hoş gösterdi.''
(Taha suresi, ayet 96) dedi. Bunun üzerine Hz. Musa (A.S.) O'na: ''Defol git.
Çünkü hayatın boyunca senin nasibin: "Bana dokunmayın (benimle temas
kurmayın) demekten ibaret olacaktır." dedi.'' (Taha suresi. ayet 97).
Bundan sonra Hz. Musa buzağı heykelini törpüledi ve onu ateşe atıp yaktı, sonra
Samiri'ye verdiği bir emirle onun üzerine idrarını yapmasını istedi. İdrarını
yaptıktan sonra da onun kırıntılarını denize serpti.
Hz.
Musa levhaları elinden bırakıp attığı zaman onların yedide altısı kırılmış,
geriye ancak yedide biri kalmıştı. Bu sırada İsrailoğulları tövbe etmek
istediler, fakat Allah (CC.) onların tövbesini kabul etmedi. Bunun üzerine Hz.
Musa onlara: ''Ey kavmim! Sizler buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize
zulmettiniz. Gelin, yaratanınıza tövbe edin de kendinizi öldürün.'' (Bakara
suresi, ayet 54) dedi. Hz. Musa'nın bu sözleri üzerine İsrailoğulları'ndan buzağıya
tapanlarla tapmayanlar savaşa tutuşup birbirlerini öldürmeğe başladılar ve bu
savaşta her iki taraftan öldürülen kişiler şehit sayıldılar. Bu hadisede
İsrailoğulları'ndan yetmiş bin kişi öldürüldü. Bu arada Hz. Musa ile kardeşi
Harun (A.S.) Allah'a dua edip yalvardılar; bu sebeple Allah İsrailoğulları'nı
affetti ve onlara birbirlerini öldürmekten vazgeçmelerini emretti. Ayrıca Allah
(CC.) onların tövbesini de kabul etti. Bu arada Hz. Musa (A.S.) Samiri'yi
öldürmek istedi, fakat Allah Hz. Musa'ya öldürmemesini emretti ve: "Samiri
cömert bir kişidir." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa O'na lanet etmekle
yetindi.
Bundan
sonra Hz. Musa kavminin hayırlılarından yetmiş kişi seçti ve onlara:
"Benimle birlikte mikat mahallinde Allah'ın katına gelin, yaptıklarınızdan
tövbe edin, oruç tutun ve elbiselerinizi temizleyin." dedi ve Allah'ın
tayin ettiği vakitte mikat mahallinde buluşmak üzere onlarla birlikte Tur-i
Sina'ya gitti. Bu arada yanında bulunan bu kimseler Hz. Musa'ya: "Biz
Rabb'imizin sözünü işitmek istiyoruz, bizim için O'ndan bir dilekte
bulunun." dediler. Bunun üzerine Hz. Musa: "Sizin için bir dilekte
bulunacağım." dedi.
Musa
(A.S.) Tur dağına yaklaşınca, dağın her tarafını bir bulut kapladı ve Hz. Musa
bulutun içerisine girdi. Bu sırada Hz. Musa kavmine: "Yaklaşın." diye
seslendi. Onlar da yaklaşıp bulutun içerisine girdiler ve hemen secdeye
kapandılar. Nihayet onlar, Allah (CC.)'ı, Musa (A.S.) ile konuşurken ve ona
emirler ve yasaklar vazederken dinlediler. Fakat Hz. Musa Rabb'isiyle olan mükalemesini
tamamladıktan sonra bulut dağıldı ve Musa onların yanına geldi. Bu sırada onlar
Hz. Musa'ya: ''Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız .. ''
(Bakara suresi, ayet 55) dediler. Bu sözlerinin ardından onları yıldırım çarptı
ve hepsi orada öldüler. Bunun üzerine Musa (A.S.) Allah'tan dilekte bulunarak
O'na: "Ey Rabb'im! İsrailoğulları'nın en hayırlılarını seçip getirdim;
şimdi ise onlarsız tek başıma geri dönüyorum, kavmim bana inanmaz."
diyerek yalvarıp dua etti. Hatta Musa (A.S.) onların ruhlarının iade edilip
diriltilmesine kadar Allah'a ısrarla yalvardı. Böylece onlar teker teker
diriltildiler; hatta onlar diriltilirken birbirlerinin nasıl diriltildiklerini
görüyorlardı. Diriltildikten hemen sonra onlar Hz. Musa'ya hitaben:
"Ey
Musa! Sen Allah'a dua ediyorsun, O da sana istediğin şeyleri veriyor. O'na dua
et de bizi peygamber yapsın." dediler. Hz. Musa dua etti, Allah da onları
peygamber yaptı.
Rivayet
edildiğine göre, bu yetmiş kişi ile ilgili hadise İsrailoğulları'nın tövbe
etmesinden önce meydana gelmiştir. Hz. Musa tarafından seçilen bu yetmiş kişi
mikat mahallinde iken, İsrailoğulları'nın tövbesinden ve Hz. Musa'nın onlara
birbirlerini öldürmelerini emretmesinden önce Allah'tan özür dileyip tövbe
etmişlerdir. Bu işin doğrusunu ise Allah daha iyi bilir.
Hz.
Musa İsrailoğulları'nın yanına Tevrat ile birlikte geri döndüğünde, Tevrat'ta
ağır ve yapılması zor olan hükümler bulunması sebebiyle onlar Tevrat'ı kabul
etmekten ve içindekilerle amel etmekten çekindiler. Bunun üzerine Allah (C.C.)
Hz. Cebrail'e emretti, o da İsrailoğulları'na mensup askerlerin kapladıkları
yer ölçüsünde ve bir fersaha bir fersah miktarında Filistin'den bir dağ koparıp
getirdi, bir gölge gibi normal bir insan boyu onların başlarının üzerine
kaldırdı. Bu sırada Allah onların yüzlerine doğru bir ateş gönderdi,
arkalarından ise bir deniz getirdi. Bunun üzerine Hz. Musa onlara: "Size
getirdiğim şeyi (Tevrat'ı) kuvvetle tutun ve dinleyin. Eğer getirdiklerimi
kabul eder, emrettiklerimi yaparsanız ne ala, aksi takdirde şu dağın altında
ezilir, şu denizde boğulur ve şu ateşle de yanar kavrulursunuz." dedi.
Nihayet İsrailoğulları kendileri için bir kurtuluş yolunun bulunmadığını
görünce, Hz. Musa'nın teklifini kabul ettiler ve yüzlerinin bir yamnı yere
koyarak secdeye vardılar. Hatta onlar bu vaziyette secdede dururken gözlerinin
uçlarıyla üzerlerinde gölge gibi duran dağı korkuyla takip ettiler ve:
"Dinledik, itaat ettik." dediler. Bu hadiseden sonra yüzlerinin bir
yanını yere koyarak secde etmek İsrailoğulları için bir sünnet olmuştur.
Hz.
Musa (A.S.) münacattan döndükten sonra kırk gün içerisinde kendisini gören kişi
muhakkak ya ölür veya bir rivayete göre gözleri kör olurdu. Bu yüzden Hz. Musa
yüzünün görülmemesi için yüzüyle başını ''bürnüs'' denilen bir örtü ile
örterdi.
Daha
sonra İsrailoğulları'ndan bir adam kendisinden başka varisi bulunmayan
amcasının oğlunun malına varis olmak için onu öldürdü ve onu götürüp başka bir
yere attı. Sonra sabah olunca da Hz. Musa'nın katına gelerek bir kısım
İsrailoğulları'ndan onun kanını talep etti; fakat onlar, bunun iftirasını
reddedip onu öldürmediklerini söylediler. Bunun üzerine Hz. Musa katilin
bulunması için Allah'tan dilekte bulundu ve Allah (C.C.) onlara bir inek
boğazlamalarını emretti. Onlar Hz. Musa'ya: ''"Bizimle alay mı ediyorsun?"
dediler. Musa onlara: "Cahillerden (alay edicilerden) olmaktan Allah'a
sığınırım" dedi.'' (Bakara suresi, ayet 67). Bunun üzerine onlar Hz.
Musa'ya: "Nasıl bir inek olacak?" diye sordular. Eğer onlar herhangi
bir inek boğazlamış olsalardı, bu onlar için kafi gelecekti. Fakat onlar
titizlik gösterip zorluk çıkardılar, Allah da onların üzerine zorluk çıkarıp
durumu ağırlaştIrdı. Aslında onların zorluk çıkarıp titizlik göstermelerinin
sebep ve hikmeti, annesine iyilik yapan ve anlatılan vasıfta bir ineği olan
kişinin Allah tarafından bu vesile ile faydalandırılmak istenmiş olmasıydı.
Nihayet onlar aradılar, taradılar ve istenilen vasıftaki ineği ancak bu kişide
bulabildiler ve derisi dolusu altın vererek onu satın aldılar. Onlar, Hz.
Musa'ya boğazlayacakları ineğin nasılolması gerektiğini sorduklarında: ''O
(inek) ne yaşlı, ne de körpe, ikisinin ortasında bir inektir .. '' (Bakara
suresi, ayet 68) diye cevap verdi. Bunun üzerine onlar: ''Bizim için Rabb'ine
dua et, renginin nasıl olduğunu açıklasın .. '' (Bakara suresi, ayet 69)
dediler. Hz. Musa onlara: ''Rabb'im: "Onun, bakanlara sevinç veren, rengi
parlak sapsarı bir inek olduğunu" söylüyor.'' (Bakara suresi, ayet 69)
dedi. Onlar, yine Hz. Musa'ya: ''Bizim için Rabb'ine dua et, onun nasıl bir
şeyolduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi..''
(Bakara suresi, ayet 70) dediler. Hz. Musa onlara: ''Rabb'im: "Onun henüz
boyunduruk altına alınmamış, toprak sürmemiş, ekin sulamamış, (ayıbı veya
alacası olmayan) salma bir inek olduğunu" söylüyor.'' (Bakara suresi, ayet
71) dedi. Bunun üzerine onlar Hz. Musa'ya: ''İşte şimdi gerçeği getirdin
(vasfını tastamam bildirdin).'' (Bakara suresi, ayet 71) dediler ve bu
vasıftaki ineği aramağa başladılar; fakat aradıkları bu vasıftaki ineği ancak
annesine iyilik eden o adamın yanında bulabildiler. Neticede onu derisi dolusu
altına satın aldılar ve boğazladılar. Bundan sonra boğazlanan ineğin dilini,
bir rivayette başka bir azasını öldürülen kişinin cesedine vurdular. Bunun
üzerine öldürülen kişi Allah'ın izniyle dirilip ayağa kalktı ve: "Beni
falan öldürdü." dedikten sonra tekrar öldü.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
İSRAİLOGULLARI'NIN
TİH ÇÖLÜNDEKİ DURUMLARI ve Hz. HARUN'UN VEFATI