|
|
HİCRETİN
6.YILI
İfk
Hadisesi Mustalıkoğulları Gazvesi sırasında olmuştu.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolun bir kısmında iken İfk Olayı'nı çıkartanlar
söylediklerini söylemişti. Bu konuda söylenenler arasında Hz. Aişe'den gelen şu
rivayet durumu açıklamaktadır: Hz. Aişe der ki: "Resulullah, (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Medine'nin dışına sefere çıkmak istediği zaman hanımları
arasında kur'a çekerdi. Kur'a, hangilerine çıkarsa Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onu alır, yanında götürürdü. Mustalıkoğulları Gazvesi olduğu sırada
yine hanımları arasında kur'a çekmiş, böylece kur'a bana isabet etmişti. Bunun
için beni yanına alarak sefere çıkmıştı. Kadınlar o sırada sabahları pek et
yemezlerdi. Öğlene kadar kalabilecek kadar bir şeyler yerlerdi. Devem
konaklayacak yere vardığında ben hevdecimde oturur, ondan sonra devemi çekenler
gelir, içinde olduğum halde hevdeci alıp devenin sırtına yerleştirirler, daha
sonra devenin yularını çekerek yollarına devam ederlerdi."
Hz.
Aişe devam ediyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu seferinden
geri döndüğünde, gecenin bir bölümünde Medine'ye yakın bir yerde konakladı.
Daha sonra O ve seferde bulunan diğer kimseler konaklanılan yerden kalkıp
gittiler. O sırada ben bazı zaruri ihtiyaçlarım için hevdeçten dışarı
çıkmıştım. Boynumda Zafer Boncuğu'ndan bir gerdanlık da vardı. Farkında olmadan
boynumdan düşmüştü. Hevdece geri döndüğümde gerdanlığı aradımsa da bulamadım.
Herkes de yola koyulmuştu. Bulunduğum yere geri döndüm, orada gerdanlığı aradım
ve buldum. Benim devemi çekenler gelip hevdeci almış ve benim de onun
içerisinde bulunduğumu sanmışlardı. Adetleri üzere onu deveye yükleyip
yollarına devam etmişler. Konak yerine vardığımda her taraf ıssızdı, hiç kimse
yoktu. Bunun üzerine cilbabıma sarındım ve olduğum yerde kaldım. Beni arayacak
olurlarsa onların geri döneceklerini biliyordum."
Hz.
Aişe devam ediyor: "Allah'a yemin ederim ben bu şekilde yerimde durmuşken
Safvan bin el-Muattal es-Sülemi yanıma geldi. O da bir ihtiyacı dolayısıyla
askerden geri kalmış ve onlarla beraber geceleyememişti. Benim karartımı görünce,
yanımda duruncaya kadar geldi ve beni tanıdı. Örtü emri inmeden önce, beni
görmüştü. Beni görünce, istirca' (inna lillah ve inna ileyhi raciun demek) da
bulundu ve bana şöyle dedi: "Niye geri kaldın?" Ben kendisiyle
konuşmadım. Daha sonra devesini yaklaştırıp, "deveye bin" dedi. Ben
de deveye bindim. O da devenin yularını yakalayarak alelacele yol almaya
başladı.
Kafile
konaklayıp istirahat için durmuşken adam benim devemin yularını çekerek
göründü. Benim hakkımda iftirada (ifk) bulunanlar söylediklerini söylemeye
koyuldular. Asker birbirine karıştı. Ben ise bu konuda hiçbir şey bilmiyordum.
Medine'ye vardığımızda çok şiddetli bir şekilde rahatsızlandım. Bu söylenenler
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, benim ebeveynimin kulağına kadar varmış,
fakat bana hiçbir şeyden söz etmemişlerdi. Ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'den görmeye alışkın olduğum bazı latifelerini göremez olmuştum.
Annem benim hastalığıma bakmakta iken yanıma girdi ve: "Sizin bu kızınız
nasıl?" diye sordu, hiç birşey eklemedi. Onun bana karşı bu şekilde katı
davranmasından oldukça rahatsızlandım. Bunun üzerine, bana bakmak üzere annemin
yanına gitmek için kendisinden müsaade istedim, o da bana müsaade buyurdu. Ben
de annemin yanına gittim. Yirmi küsur gün sonrasına kadar rahatsızlığımdan
nekahet devresine varıncaya kadar hiçbir şey bilmeden öylece kaldım."
Hz.
Aişe, devam ediyor: "Bizler Arap kavmi olarak kokusundan tiksindiğimiz ve
tahammül etmediğimiz için evlerimizde şu kenetleri açmazdık. Her gece kadınlar
bu tür ihtiyaçlar için tenhalığa çıkarlardı. Yine bir gece bir ihtiyacım için
dışarı çıkmışken yanımda Ebu Ruhm bin el-Muttalib'in kızı Mistah'ın annesi
vardı. Mistah'ın annesinin annesi Ebu Bekir es-Sıddik'in teyzesi idi."
Aişe der ki: "Allah'a yemin ederim Mistah'ın annesi bu şekilde yürümekte
iken ayağı elbisesine takılıp tökezledi ve: ''Mistah kahrolsun'' diye söylendi.
Bu sefer ben ona: ''Allah'a yemin ederim Muhacirlerden ve Bedir'de bulunmuş
olan bir kimse için çok kötü bir söz söyledin'' deyince bana: ''Bu işin haberi
sana ulaşmadı mı?'' dedi. Ben de: ''Haber dediğin nedir?'' diye sorunca bana
bütün olanları anlattı. Hz. Aişe devam ediyor: Allah'a yemin ederim ihtiyacımı
karşılamak gücünü kendimde bulamadığımdan geri döndüm ve o kadar çok ağlamaya koyuldum
ki, sanki ciğerim paramparça olacaktı. Anneme: ''Herkesin konuştuğunu
biliyorsunuz, sense bana bundan tek bir kelime bile söz etmedin,'' deyince,
annem: ''Yavrucuğum, kendine acı! Allah'a yemin ederim, senin gibi güzel bir
kadının eğer kumaları varsa ve eşi tarafından da sevilmekteyse, mutlaka
kumaları da onu kıskanır, insanlar da onun bu durumunu her zaman için
değerlendirmekten uzak kalmaz.'' dedi." Hz. Aişe devam ediyor:
"Resulullah, (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müslümanlar arasında ayağa
kalkmış onlara bu konuda hitapta bulunmuş, benim de bunlardan hiçbir haberim
olmamıştı. Şöyle buyurmuştu: ''Ey insanlar, bazı kimselere ne oluyor ki ailem
ile ilgili olarak bana eziyet veriyorlar? Ve onlar hakkında gerçek olmayan
şeyler söylüyorlar? Allah'a yemin ederim, hakkında hayırdan başka bir şey
bilmediğim ve benim hanelerimden herhangi birisine ancak benimle birlikte
olduğu zamanlarda girmiş bir adam hakkında bunları söyıüyorlar.''
Abdullah
bin Übeyy bin Selul, Hazrec Kabilesi'nden bazı kimselerle birlikte bu konuyu
diline dolamış; bununla birlikte Mistah ve Hamne bint Cahş da konuyu dillerine
dolamışlardı. Çünkü Hamne'nin kız kardeşi olan Zeyneb, Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hanımı idi. O da kız kardeşinin lehine kumalık gayretiyle
bazı yaygaraları etrafa yaymıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
konuda söylediklerini söyleyince Üseyd bin Hudayr şöyle söyledi: ''Ey Allah'ın
Resulü, eğer bu kimseler Evs Kabilesi'nden ise senin adına onların hakkından
geliriz. Eğer kardeşlerimiz Hazrec Kabilesi'nden ise bize ne arzu edersen onu
emret.'' Bunun üzerine Sa'ad bin Ubade şöyle dedi: ''Allah'a yemin ederim sen
bu sözleri onların Hazrec'den olduklarını bildiğin için söylüyorsun, eğer
bunlar senin kavminden olsaydı böyle konuşmazdın'' deyince, Useyd: ''Hayır
yalan söyledin, fakat sen münafıksın ve münafıklar adına tartışıyorsun.'' dedi
herkes birbirine girdi, neredeyse aralarında bir çarpışma olacaktı. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), minberden indi, Ali bin Ebi Talib ile Usame bin
Zeyd'i çağırdı ve onlarla konuştu. Usame hayır söyleyip beni övdü. Ali ise
şöyle söyledi: ''Gerçekten kadınlar pek çoktur. İyisi mi sen hizmetçiye sor, o
sana doğruyu söylesin.'' Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Berire'yi
çağırıp sordu. Hz. Ali, kalkıp onu çok şiddetli bir şekilde dövmeye koyuldu ve
şöyle dedi: ''Resulullah'a doğruyu söyle.'' Berire: ''Allah'a yemin ederim
hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim onda kusur olarak gördüğüm yalnızca
onun hamur yoğururken uyuklaması ve kuşun gelip o hamurdan yemesinden
ibarettir.''
Daha
sonra ebeveynim ve Ensar'dan bir kadın bulunuyorken Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yanıma girdi. Ben ağlıyordum, o kadın da ağlıyordu.
Resulullah, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: ''Ya Aişe,
insanların konuştuğu şeyler senin kulağına da gelmiştir. Eğer bir kötülük
işlemiş isen Allah'a tövbe et.'' dedi."
Hz.
Aişe der ki: "Allah'a yemin ederim anında gözyaşlarım sanki çekildi ve
ondan hiçbir şey hissetmez oldum. O'na cevap vermeleri için ebeveynime baktımsa
da cevap veremediler. Onlara: ''O'na cevap vermiyor musunuz?'' diye sorunca,
onlar: ''Allah'a yemin olsun ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz'' dediler. O
günlerde Ebu Bekir'in evine giren musibet gibi bir musibetin başka herhangi bir
eve girdiğini bilmiyordum. Onlar bu şekilde dururken ağlayarak, şunları
söyledim: ''Allah'a yemin ederim senin sözünü ettiğin şeylerden ebediyyen tövbe
etmeyeceğim. Allah'a yemin ederim, eğer ben yaptım diyecek olursam, -ki Allah
benim böyle bir şeyden uzak olduğumu çok iyi bilir- o zaman sen beni tasdik
edeceksin. Hayır, böyle bir şey yok diyecek olursam, o zaman da sen beni tasdik
etmeyeceksin.'' Daha sonra Ya'kub ismini hatırlamak istedimse de
hatırlayamayarak şöyle dedim: ''Fakat ben Yusuf'un babasının söylediği gibi:
'Güzel bir sabırla sabredeceğim, sizin söylemekte olduğunuza karşı kendisinden
yardım dileninen yalnız Allah'tır.' (Yusuf suresi, 18) diye söyleyeceğim.''
Kendi durumumu düşünerek hakkımda Müslümanların okuyup duracağı Kur'an'dan bazı
ayetlerin ineceğini zannetmiyor ve kendimi bu konuda küçük görmekle birlikte
yüce Allah'ın Resulü'ne bir rüya göstererek hakkımda söylenenleri yalan
çıkaracağını ümit ediyordum. "
Hz.
Aişe anlatmasına devam ederek: "Allah'a yemin ederim, Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), oturduğu yerden ayrılmadan ona vahiy geldi.
Elbisesiyle örtündü. Bana gelince, Allah'a yemin ederim hiçbir şeyden korkmadım
ve aldırış bile etmedim. Çünkü kendimin böyle bir şeyden beri olduğumu iyi
biliyordum. Allah'ın bana zulmetmeyeceğine inanıyordum. Ebeveynime gelince,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in üzerinden vahyin etkileri kalkar
kalkmaz Allah'ın insanların hakkımda söylediklerini doğrulayacağını
korktuklarından nerdeyse ödleri kopuyordu."
Hz.
Aişe devam ediyor: "Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
üzerinden vahyin etkileri çekildi. İnci taneleri gibi terler döküyordu.
Alnından terleri silerek: ''Müjdeler olsun ya Aişe, Allah senin bu konuda
tertemiz olduğuna dair hükümler indirdi.'' Ben de: ''Elhamdülillah, (Allah'a
hamdolsun'') deyince, Resulullah halkın arasına çıktı. Onlara bir hutbe okudu
ve onlara benim hakkımda nazil olan Kur'an ayetlerini okumaya başladı. Daha
sonra Mistah bin Üsase, Hassan bin Sabit, Hamne bint Cahş'a -ki bunlar bu
konuda kötülüğü açık açık söyleyen kimselerdi- had vurulmasım emretti. Ebu
Bekir, ebediyyen Mistah'a infakta bulunmayacağına dair yemin edince yüce Allah
da: ''Sizden fazilet sahibi olan kimseler (infak etmeyeceklerine dair) yemin
etmesinler.'' (Nur suresi, 22) buyruğunu inzal etti. Bu sefer Ebu Bekir ''Ben
Allahü Teala'nın bana mağfiret buyurmasını arzuluyorum'' diyerek Mistah'a daha
önce yapmış olduğu harcamaları, infakı tekrar yapmaya başladı. Daha sonra
Safvan bin el-Muattal, Hassan bin Sabit'in üzerine kılıcıyla atılıp bir darbe
indirerek şu beyiti söyledi:
''Şu
kılıç darbesini al benden; çünkü ben, Bana hicvedilince şair olmadığım için
şiir söyleyemem.''
Sabit
bin Kays bin Şemmas ileri atılarak ellerini boynuna dolayıverdi. Ondan sonra
onu alıp Haris bin el-Hazrec'in yanına götürdü. Yolda Abdullah bin Revaha O'nu
görünce, "Bu ne?" diye sorunca Sabit şöyle dedi: "Hassan'ı
vurdu, onu öldürmüş olduğunu zannediyorum" deyince, Abdullah:
"Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptıklarından herhangi bir şeyi
işitti mi?" diye sorunca Sabit: "Hayır, Allah'a yemin ederim bir şey
bilmiyor" deyince, Abdullah: "Sen çok ileri gitmişsin, cür'etkar
davranmışsın, adamı serbest bırak" dedi. Sabit de O'nu serbest bırakmıştı.
Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e bundan söz edince, o da
Hassan ile Safvan bin el-Muattal'ı çağırdı. Safvan: "Ya ResUlallah, bana
hicvetti. Bana çok eziyet etti, bu yüzden ben de onu vurdum." deyince,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hassan'a: "Ya Hassan, iyilik
yap" deyince, Hassan: "Ey Allah'ın Resulü, bunu sana
bırakıyorum" dedi. Bu sefer Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yarasına karşılık olarak ''Beyraha'' diye bilinen Hudeyle-oğulları'nın köşkünü
ve Kıbti bir cariye olan Şirin'i O'na verdi. Şirin, Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in oğlu olan İbrahim'in annesi Mariye'nin kız kardeşi idi.
Şirin'in Hassan'dan Abdurrahman adında bir oğlu olmuştu. Safvan iktidarsız
olduğu için kadınlara yaklaşamıyordu. Daha sonra öldürülerek şehit edildi.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA