ŞAFİİ el-UMM

USÜL

 

KUR'AN'IN ARAPÇA OLUŞU VE FAZİLETLERİ

 

Biri bana şöyle dedi: Kur'an'da Arapça ve Arapça olmayan kelimeler vardır. İmam Şafii şöyle dedi: Kur'an, Allah'ın Kitabı'ndaki her şeyin Arapça olduğunu göstermektedir.

Kur'an'da Arapça olmayan kelimeler bulunduğunu söyleyen kimsenin bu fikrine katılanlar da olmuştur. Bu fikre -katılanlar, onu taklit etmişlerdir. Meselenin delilini araştıracakları yerde, işi ve ona muhalif olanların göruşlerinin takdirini ona bırakmışlardır. Bu taklit ile onlar, bazı kimseleri gaflete düşürüp yanıltmışlardır. Allah bizi de, onları da bağışlasın. Kur' an'da Arapça'dan başka kelimeler bulunduğunu söyleyen ve bu görüşü bazı kişilerce kabul edilen kimsenin, bu sonuca varması, Kur'an'da bir kısım Arapların da bilmediği bazı özel (hass) ifadelerin yer aldığı görüşünden dolayı olabilir.

 

Arapça, dillerin arasında ifade bakımından en genişi, kelime hazinesi yönünden de en zenginidir. Resuıullah (s.a.v)'den başka, Arapçayı tamamıyla bilen bir başka insan olabileceğini sanmıyoruz. İnsanların tamamı göz önünde bulundurulduğunda, Arapça dilinin bilinmeyen bir yönü kalmayacağını kavramış oluruz.

 

Arapların Arapçayı bilmesi, fakihlerin sünneti bilmesi gibidir. Sünııetin tamamını, eksiksiz bir şekilde bilen bir kimseyi bilmiyoruz. Sünnetle ilgili alimlerin hepsinin ilmi bir araya toplanınca, sünııetin tamamı ortaya çıkmış olur. Onların her birinin bilgisi ayrı ayrı değerlendirildiğinde Sünııetle ilgili duymadıkları olacaktır. Ama birinin bilmediği sünnetin bir başka alim tarafından bilindiği de bir gerçektir.

 

Alimlerin, ilim bakımından dereceleri farklıdır. Bazıları, ilmin çoğunu bilmesine rağmen bir kısmını bilmemektedir. Bazıları da ilmin az bir kısmını bilmesine karşın çoğunu bilmez. Sünnetin çoğunu bilen kimsenin bir kısmını bilmemesi, kendi derecesinde olmayanların yanında olan ilmi onlardan istemesi gerektiği anlamına gelmez. Aksine bilmediği sünneti, kendi derecesinde olanlardan öğrenmesi gerekir. Böylece Peygamber (s.a.v)'in -O'na anam babam feda olsun- sünnetinin tamamını toplamış olur. Sonuç olarak alimlerin hepsi birlikte göz önüne alındığında sünnetin tamamını bildikleri ortaya çıkar. Alimlerin, sünneti bilme bakımından dereceleri farklıdır.

 

İşte Arapça konusu da böyledir; Arapların bilginleri ve bilgin olmayanları yanında böyledir. Bu durumda Arapçanın tamamının yanında Arap dilinin bilinmeyen hiçbir tarafı yoktur. Arapça, başkalarından öğrenilmez; Arapçayı ancak Araplardan öğrenenler bilir ve onu ancak Araplardan öğrenen kimse iyi konuşur. Arap dilini Araplardan öğrenen kimse, onların dilinin ehli kabul edilir.

 

Arapçayı bilmeyenler, onu öğrenmedikleri için bu dilin ehli olmazlar; ancak onu öğrendikleri zaman bu dilin ehli olurlar. Arapların çoğunun Arapça bilgisi, genel manada birçok alimin Sünnet hakkındaki bilgisinden daha umumidir.

 

Birisi şöyle bir şey diyebilir: Arap olmayanlar arasında da az çok Arapça konuşanların bulunduğunu görmekteyiz?

 

İmam Şafii şöyle dedi: Bunların, yukarıda belirttiğim gibi, onu Araplardan öğrenmiş olmaları ihtimal dahilindedir. Eğer bir kimse, Arapçayı Araplardan öğrenmemişse, Arapçayı pek az konuşur. Onu böyle az konuşan kimse de bu konuda Araplara tabi olmuş demektir.

 

Kelime, ister öğrenilerek söylensin, ister va'zedildiği gibi konuşulsun, yabancı bir dil veya bu dilin bazı kelimelerinin Arapçaya biraz benzeyebileceğini inkar etmiyoruz. Yabancıların farklı olan dilleri, birçok kelimeleri bakımından az da olsa birbirine benzer. Arap olmayanların dillerinde, memleketleri birbirinden uzak, lisanları farklı olmasına ve aralarında akrabalık bağları bulurımamasına rağmen kısmı bir benzerlik mevcuttur.

 

Birisi şöyle bir şey diyebilir: Allah'ın Kitabı'nın tamamen Arapça olduğu ve Arapça olmayan bir kelimenin ona karışmadığı konusunda delilin nedir?

 

Buna delil, Allah'ın Kitabı'nda vardır. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Biz, her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allah, dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola iletir. O, azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir." [İbrahim, 14/4]

 

Birisi şöyle bir şey diyebilir: Muhammed (s.a.v)'den önceki peygamberler, özellikle kendi kavimlerine gönderiliyorlardı. Muhammed (s.a.v) ise bütün insanlara peygamber gönderilmiştir.

 

Deriz ki: Hz. Peygamber (s.a.v)'in özellikle kendi kavminin lisanıyla gönderilmiş olması ve bütün insanların güçleri yettiği kadar onun lisanını öğrenmek zorunda olması ihtimali vardır. Peygamber (s.a.v)'in, Arap olmayanların diliyle değil kendi kavminin diliyle gönderilmiş olduğuna delil vardır, diyebiliriz.

 

Birisi şöyle bir şey diyebilir: Hz. Peygamber (s.a.v), Arap olmayanların dilleriyle değil de sadece kendi kavminin diliyle gönderilmiş olduğuna dair bir delil var mıdır?

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu sorunun cevabı olarak Allah'ın Kitabı'nda açık bir şekilde delili mevcuttur. Eğer diller, insanların birbirlerini anlayamayacakları derecede farklıysa, bir kısmının diğerlerine tabi olması ve kendisine tabi olunan dilin, tabi olan dilden üstün olması doğal olur. İnsanların lisan bakımından üstün olmaya en layık olanı, Peygamber (s.a.v)'in dilini konuşan kimselerdir. Allah bilir ya, Peygamber (s.a.v)'in dilini konuşanların bir harf ile bile olsa, onun dilinden başka bir dili konuşanlara tabi olması caiz değildir. Aksine bütün diller, Peygamber (s.a.v)'in diline tabidir. Ayrıca Resulullah (s.a.v)'den önceki dinlere mensup olanların hepsi de onun getirdiği dine tabi olmak zorundadır. Bu meseleyi de Allah (c.c), Kitabında birçok yerde beyan buyurmuştur. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki bu (Kur'an) alemlerin Rabbinin indirdiğidir. Onu 'Ruhu'l-Emin (Cebrail) indirdi. Uyarıcılardan olasın diye apaçık Arapça diliyle senin kalbinin üzedne indirmiştir." [Şuara, 26/192-195]

 

"Ve böylece Biz Onu Arapça bir hüküm 'olarak indirdik ... " [Ra'd, 13/37]

 

"Hem şehirlerin anasını (Mekke) ve onun etrafında bulunanları uyarıp,korkutasın, hem de kendisinde şüphe bulunmayan toplanma günüyle uyarıp korkutasın diye sana da böylece Arapça bir Kur'an vahyettik. (O gün.insanların), bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemde olacaktır." [Şura, 42/7]

 

"Ha, Mim. Apaçık kitaba andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur'an yaptık.." [Zuhruf,43/1-3]

 

"Biz onu,sakınasınız diye pürüzsüz, dosdoğru Arapça bir Kur'an olarak indirdik." [Zümer,39/28]

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Delil olarak zikri geçen ayetlerin her birinde Allah, Kur'an'ın Arapça olduğunu açıkça belirtmiştir. Sonra Allah (c.c), Kitabı'ndaki şu iki ayette de, Kur'an'da Arap dilinin dışında hiçbir dilin bulunmadığını te'kid etmiştir (vurgulamıştır). Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

 

"Şilphesiz Biz onların: 'Kur'an'ı ona bir insan öğretiyor.' dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili acemi (yabancı ) dır. Halbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır." [Nalıl, 16/103]

 

"Eğer Biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (Kitab) olur mu?" [Fussılet, 41/44]

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah, Peygamberine bahşettiği makamı bildirerek, bize onunla has nimetlerini tanıttı ve şöyle buyurdu: "Andolsun ki içinizden size öyle bir P.eygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız Ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür. (Bütün) müminlere oldukça şefkatli ve merhametlidir." [Tevbe, 9/128]

 

''O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.'' [Cum'a,62/2]

 

Allah (c.c), Resulullah (s.a.v)'e bahşettiği nimetlerden dolayı şöyle beyan buyurmuştur:

"Doğrusu bu Kur'an, senin ve kavmin .için bir şereftir, yakında sorguya çekileceksiniz." [Zuhruf,43/44]

 

Allah, Kitabın bir öğüt, bir şeref olduğunu Peygamber ile birlikte kavmine de şeref olduğunu belirtmiştir: "En yakın akrabalarını uyar." - [Şuara, 26/214]

 

"Şehirlerin anasını (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için ... " [Şura, 42/7]

 

"Şehirlerin anası" (Ümmü'l-Kura), Mekke'dir. Mekke, Peygamber (s.a.v)'in ve kavminin beldesidir. Allah, Kitabında onları özel olarak zikretmiş ve genel olarak da uyarılması gereken insanlara katmıştır. Allah, Peygamber (s.a.v)'in kavminin uyarılmasını, Arap diliyle olmasını emretmiştir.

 

Her Müslümanın, gücü yettiğince Arapça öğrenmesi gerekir; ta ki --Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh." (Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.) diyebilsin, Allah'ın Kitabı'nı okuyabilsin, üzerine farz olan lafızları zikredip tekbir getirebilsin ve kendisine emredilen tesbih, teşehhüd ve benzerlerini okuyabilsin.

 

Kim dil bilgisini arttırmak için gayret ederse; Allah'ın, son Peygamberinin dilini ve kitaplarının sonuncusunu indirdiği dili, daha fazla öğrenmesi, onun için daha iyi olur. Ayrıca her Müslümanın, namazı ve namazda okunan sure ve duaları öğrenmesi, haccetmesi ve hacla ilgili ibadetleri yerine getirmesi ve yöneltildiği şeye yönelmesi gerekir. Kendisine farz kılınanları bilen ve bu hususta tabi olmayan ve kendisine tabi olunan kişi olması gerekir.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Açıklamalanma, Kur'an' ın Arapça dışında başka bir dille indirilmediğini söylemekle başladım. Çünkü, Arapçanın genişliğini, ifade tarzlarının çokluğunu, birleştiği ve ayrıldığı noktaları bilmeyen kimse, kitapta yer alan cümle izahını bilemez. Arapçayı bilenler, Arapçayı bu genişlikte bilmeyen kimselerin düşecekleri şüphelere düşmekten kurtulmuş olurlar. Kur'an'ın Arapça nazil olduğuna dikkat çekmek, genel bir uyarı mahiyeti taşımakla beraber, Müslümanlara bir nasihattir. Müslümanlara nasihat etmek de terk edilmemesi gereken bir farzdır. Bu, sevap kazanmaya vesile olan amel olup onu, ancak kendini aldatan ve nasipleneceği yeri bilmeyen kişi terk eder. Bu nasihat görevi yanında, Müslümanlann gerçeği izah etmeleri de gerekir. Hakkı yerine getirmek ve Müslümanlara nasihatte bulunmak da Allah'a itaattir. Allah'a itaat etmek de bütün hayırları içine alan bir fiildir.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize, Süfyan b. Uyeyne, Ziyad b. Alaka'nın, "Cerice b. Abdullah'ın, 'Ben, her Müslümana nasihat etmek üzere Resulullah (s.a.v)'e bey'at ettim.' dediğini duydum." dediğini söyledi. Tahric: Buhari, Şartlar 2/274 no: 2714; Müslim, iman, 1/75, no: 98/56.

 

Temim ed-Dari, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Din nasihattir, din nasihattir: Allah için, Allah'ın Kitabı için, O'nun Peygamberi için, Müslümanların imamları (önderleri) için ve bütün Müslümanlar için nasihattir. " Tahric.Müslim, iman 1/74 no: 95/55.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Allah, Kitabında, Araplara kendi lisanlanyla ve bu dilin manalannı bildikleri şekliyle hitap etti. Onların bu dilin manalarmı bilmeleri, lisanlarının genişliğini gösterir. Allah'ın sünneti gereği, bir şey, amm (genel) ve zahir (açık) bir hitap ile bildirilir. Bununla da genel ve açık olan mana murad edilir. Bu durumda başka bir açıklamaya ihtiyaç olmaz. Bazen de Allah'ın, bir şeyi genel ve açık bir hitap ile bildirmekle geneli murad etmiş olmasıyla beraber özel de ona dahil olur. Bundan da ifade edilen şeyin bir kısmının murad edildiği anlaşılır.

 

Bazı hallerde ise genel ve açık bir hitap ile hass (özel) istenmiş olur. Bazı hallerde de zahir ile hitap edilmesine rağmen onunla başka bir şeyin murad edildiği onun siyakından anlaşılır. Bu anlatılanların bilgisi sözün başında, ortasında yahut sonunda da olabilir.

 

Araplar, söze başladıklarında, ifadelerinin baş tarafı sonunu açıklar mahiyette başlar. Bazen de onlar, öyle bir şekilde söze başlarlar ki, ifadelerinin son kısmı, baş tarafını açıklar. Bazen de bir şey söylerken lafızIa izah etmelerine gerek olmadan manayı anlatırlar. Yani işaretle anlatmak gibidir. Bu anlatım şekli, Araplara göre anlatımların zirvesidir. Çünkü bu anlatımı ancak bu dili iyi bilenler anlar, onun derinliğine vakıf olmayanlar bunu anlayamaz. Onlar, bir şey için birçok kelime kullandıkları gibi, birçok manaya gelen bir şey için de bir tek kelime kullanırlar. Bu anlattıklarım ancak bu konuda ilim sahibi olanların bileceği değişik ifade tarzlarıdır. Bunları bilmede sebepler farklı olsa da Arap dilinin derinliğine vakıf olanlara göre açıkça bilinmektedir. Arapçanın bu özelliğini bilmeyenlere (yabancılara) göre ise bu ifade tarzları garip (kapalı) olabilir.

 

Arap dilinin inceliğine vakıf olmayanlara, -Kitab'ın Arapça nazil olması ve Sünnet'in de Arapça gelmiş olmasıyla- bu dilin özelliğini öğrenmek bir mükellefiyet haline dönüşmüştür. Arap dilinden bilmediği üzerine yükümlülük olduğuna göre, bilmediğinin yükümlülüğünü üstlenen kişinin de bilgisini isbat etme imkanı yoktur. Kişinin, bilmediği ve bilgisine tam olarak vakıf olmadığı halde doğruyu bulması -en doğrusunu Allah bilir makbul bir şey değildir. Yanlış ile doğru arasındaki farkı tam olarak bilmediği bir konuda bir şey söyleyen kimse yanılırsa bu onun mazereti olmaz.

 

Sonraki için tıkla:

 

ZAHİRİ AMM (GENEL) OLAN VE KAPSAMINA HASS (ÖZEL) DA GİREN AYETLER