ÖZÜR İLE SAKIT OLACAĞl
VE MASİYET ÜZERE EDA EDİLİRSE KABUL OLMAYACAĞl KiTAP VE SÜNNETLE BİLDİRİLEN
FARZ NAMAZLAR
Bize, Rebi' şöyle haber
verdi: İmam Şafii (r.a) şöyle dedi: Allah (c.c) şöyle buyurdu:
"Sana kadınların ay
halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan
kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.
Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi
bilin ki Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." [Bakara,
2/222]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, namaz kılan kimse için abdest alarak ve cünüplük
dolayısıyla gusül yaparak temizlenmeyi farz kılmıştır. Böylece temiz olmayan
kimsenin namazı sahih olmaz. Allah, ay halini zikredip temizleninceye kadar
kadınlara yaklaşmayı yasaklamıştır. Kadınlar iyice temizlendikleri vakit cinsi
ilişkide bulunma imkanlan olduğunu bildirmiştir. Bundan anlıyoruz ki kadınlann
su ile temizlenmeleri, ay halinin gitmesinden sonra mümkün olur; çünkü su, ay
halleri durumları varken de daima mevcuttu. Ay hali görmekte olan bir kadın (ay
hali geçmeden) sadece su ile temizlenemez; çünkü Allah, temizlendikten sonra
iyice temizlenmelerini bildirmiştir. İyice temizlenmeleri ise Allah'ın Kitab'ı
ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinde ay halinin geçmesine bağlanmıştır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Bize Malik, Abdurrahman b. Kasım'dan, o da babasından şöyle
haber verdi: Hz. Aişe (r.anha), Resulullah (s.a.v) ile beraber ihrama girdiğini,
kendisinin bu sırada ay hali olduğunu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in de ona, hacılar
ne yapıyorsa onu yapmasını, "Ancak temizleninceye kadar Kabe'yi tavaf
etmemesi ve namaz kılmaması gerektiğini emrettiğini" zikretmiştir. Tahric: Muvatta, Hac, 1/411, no: 224; Buhari, Hac, 3/588;
Müslim, Hac, 2/873-874.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bundan çıkardığımız hükme göre Allah (c.c), abdest ve gusül
yoluyla temizlenme imkanı olanlara namazını farz kılmıştır. Ay hali, kadının
yaradılışında olan bir durum olduğu için bu yollarla bu halinden temizlenme
imkanı yoktur. Kadın, buna kendisi sebep olmadığından ay hali dönemi içinde bu
ibadetleri terk etmesi halinde asi olmaz. Dolayısıyla ay hali gördüğü günlerde
kadından namazın farziyeti kalkmıştır. Bu itibarla onun farziyeti kalktığı
sürede terk ettiği namazları kaza etmesi de gerekmez.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Baygın yahut kendi etkisi olmaksızın Allah'ın bir takdiri
neticesinde aklı başında olmayıp temyiz kabiliyetini kaybeden kişilerin durumu
da ay hali görmekte olan kadına kıyas edilir. Bu durumda oldukları süre içinde
kendilerine gelinceye kadar namaz onların üzerlerinden kalkar. Çünkü bunlar, bu
halde oldukları sürece namazın ne olduğunu düşünemezler.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Alimlerin geneli, Resulullah (s.a.v)'in, ay hali gören
kadının namazlarını kaza etmesine dair emri bulunmadığına ve böyle bir durumda
olan kadının orucunu kaza etmesi gerektiği emri bulunduğuna dair görüş
birliğine varmışlardır. Biz de ilim ehlinin rivayet ve ittifaklarına dayanarak,
her iki farzı birbirinden ayrı tuttuk.
Oruç, uygulamada
namazdan farklıdır. Şöyle ki yolcu, Ramazan orucunu erteleyebilir. Fakat
yolcunun seferde namazı bir gün bile terk etme hakkı yoktur. Oruç, senenin bir
ayına mahsustur. Diğer on bir ayda oruç tutmak farz değildir. Buna karşılık,
temyiz kabiliyeti yerinde olan erkeklerin bir gün bile namazı terk etmesi caiz
değildir.
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Ey iman edenler! Siz sarhoşken -ne söylediğinizi bilinceye kadar-
cünüpken de -yolcu olan müstesna- gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın ...
" [Nisa,4/43]
İlim ehliden bazıları
şöyle dedi: Bu ayet, şarap içmek haram kılınmadan önce indirilmiştir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Kur'an -Allah en doğrusunu bilir- şuna delalet etmiştir;
söylediğini bilene kadar sarhoş kişinin namaz kılması caiz değildir. Çünkü
Kur'an, önce sarhoşu namazdan menetmiş, sonra da cünübü onunla birlikte
zikretmiştir. İlim ehli, temizleninceye kadar cünübün namaz kılamayacağı konusunda
ihtilafa düşmemişlerdir. Sarhoşun namazdan menedilmesi, şarabın
yasaklanmasından önce olduğuna göre, şarap içmek yasaklanınca onun namazdan
menedilmiş olması daha da evla bir durumdur. Çünkü bu durum sarhoş açısından
iki cihetten mahzurludur: Birisi, menedildiği halde namaz kılması, ötekisi de
haram olan şarabı içmesidir.
Namaz: Söz, amel ve
kaçınması gerekenlerden kaçınmaktır. Kişi namazda ne söylediğini, ne yaptığını
ve neden haram işlerden uzak kaldığını bilmezse, namazı emredildiği şekilde eda
etmiş olmaz. Bunları idrak etmekten uzak olan kişinin namaz kılması yeterli
olmayacağından, aklı başına gelince onu kaza etmesi gerekir.
Kendi elinde olmaksızın,
Allah'tan gelen bir kader sebebiyle aklı başında bulunmayan kimse, sarhoştan
farklıdır; çünkü sarhoş, kendi kendini sarhoş etmiştir. Dolayısıyla sarhoşun
namazını kaza etmesi gerekir, kendi elinde olmayan bir arıza ile aklı başında
bulunmayan kimse böyle değildir ki bu yüzden günahkar olsun.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, Resulünü, namazda Beytu'l-Makdis'e (Kudüs'e)
döndürmüştür. Bu husus neshedilmeden önce, namazda başka bir tarafa dönmek caiz
değildi. Sonra Allah, namazda Beytu'l-Makdis'e dönmeyi neshetmiş ve Kabe'ye
dönülmesini emretmiştir. Artık bir kimsenin, namazını kılarken Beytu'I-Haram'
dan başka bir yere dönmesi caiz olmaz. Bunlann her biri kendi vaktinde hak olan
olaylardır. Beytu'l-Makdis'e dönmek, Allah'ın Peygamberini ona döndürdüğü
zamanlarda hak idi. Sonra bunu Allah neshetti ve artık Beytu'l-Haram'a dönmek hak
oldu. Namaz kılınırken başka tarafa dönmek caiz olmaz; ancak bazı korku
hallerinde veya yolculuk sırasında nafile bir namazda mümkün olan yere dönülür.
Bunu, Kitap ve süıınete dayanarak söyleyebiliriz.
Allah'ın neshettiği
bütün hükümler böyledir. "Neshetti" demenin manası ise
"farziyetini kaldırdı" demektir. Her hüküm kendi zamanında haktır.
Allah onu neshedince terk edilmesi hak olur. Farz olduğu döneme yetişen kimse
ona uymakla ve sonra da onu terk etmekle Allah'a itaat etmiş olur. Farz olduğu
döneme yetişmeyen kimse ise, sadece onu nesheden hükme uyarak Allah'a itaat
eder. Allah (c.c), Nebi (s.a.v)'e şöyle buyurdu: "Biz, senin yüzünü göğe
doğru çevirmekte olduğunu (haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni
memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına
çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o
tarafa çevirin ... " [Bakara,2/144]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Birisi şöyle bir soru sorabilir: Müslümanlann bir kıbleye
doğru namaz kılarken başka bir kıbleye çevrildiklerine dair delil var mıdır?
Buna delil Allah'ın şu
ayetindedir: "İnsanlardan bir kısım beyinsizler: 'Yönelmekte oldukları
kıblelerinden onları çeviren nedir?' diyecekler. De ki: Doğu da, batı da
Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir." [Bakara, 2/142]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Bize Malik, Abdullah b. Dinar'dan, Abdullah b. Ömer'in şöyle
dediğini nakletti: "İnsanlar Kuba Mescidi'nde sabah namazı kılarken biri
gelerek şöyle dedi: 'Bu gece Hz. Peygamber (s.a.v)'e Kur'an ayetleri indi ve
kıble olarak Kabe'ye dönmesi emredildi; siz de ona dönün.' Onlann yüzleri Şam'a
dönüktü. Bunun üzerine Kabe'ye döndüler." Tahric:
Muvatta, Kıble, 1/195, no: 6; Buhari, Tefsir, 8/24, no: 4494; Müslim, Mesacit,
1/375, no: 526.
Bize Malik, Yahya b.
Said'den, Said b. el-Müseyyeb'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Resulullah
(s.a.v) yaklaşık on altı ay Beytu'l-Makdis'e doğru yönelerek namaz kıldı. Sonra
Bedir savaşından iki ay önce kıble değiştirildi. " Tahric: Muvatta, Kıble, 1/196, no: 7; Buhari, Tefsir,
8/20; Müslim, Mesacit, 1/374.
İmam Şafiı (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Korku namazı konusunda Kitap'tan getirilen delil, "Eğer
(herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak
(kılın) ... " [Bakara, 2/239] ayetidir. Farz namazı kılan kimse, ancak
korku halinde binek üzerinde namazını kılar. Allah, korku namazı kılan kimsenin
kıbleye yönelmesi gerektiğinden söz etmemiştir.
İbn Ömer, korku
namazıyla ilgili olarak Resulullah (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir:
"Eğer bundan daha
şiddetli bir korku olursa, namazı yaya ve binek üzerinde kılarlar; ister
kıbleye doğru, isterse başka tarafa doğru dönmüş olsunlar." Tahric: Muvatta, Korku namazı, 1/184; Buhari, Tefsir, 8/46
İmam Şafil (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) yolculuk sırasında nafile namazı, bineği
üzerinde ne tarafa dönerse dönsün kılmıştır. Bunu Cabir b. Abdullah, Malik b.
Enes ve diğerleri nakletmişlerdir. Ancak farz namazını, yolculuk esnasında yerde
ve kıbleye dönerek kılardı. Tahric: Buhari, Namazı
kısaltma, 2/671, no: 1100; Müslim, Yolcu namazı, 1/4f!8.
Bize İbn Ebi Fudeyk, İbn
Ebi Zi'b'den, o Osman b. Abdullah b. Sureka'dan, o da Cabir b. Abdullah'tan
şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.v), Beni Enmar savaşında biniti
üzerinde doğuya dönmüş haldeyken namaz kılıyordu." Tahric: Buhari, Gazveler, 7/494.
İmam Şafil şöyle dedi:
Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer
sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz (kafir)e galip gelirler. Eğer
sizden yüz kişi olursa, kafir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar
anlamayan bir topluluktur." [Enfal, 8/65]
Sonra Allah, Kitabında
müminlerden bir kişinin on kafirle savaşması hükmünü kaldırdığını, bir müminin
iki kafirle savaşması gerektiğini bildirerek bu hükmü ayetinde şöyle
belirtmiştir: "Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu
bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye
galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) iki
bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir." [Enfal, 8/66]
Bize Süfyan b. Uyeyne,
Amr b. Dinar'dan, İbn Abbas'ın şöyle dediğini nakletti: "Sizden sabırlı
yirmi kişi, onlardan iki yüz kişiyi yener." ayeti inince, yirmi müminin
iki yüz kafir karşısında kaçmaması farz kılınmıştır. Sonra Allah, "Şimdi
Allah yükünüzü hafifletti; çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizden
yüz kişi, iki yüz kişiyi yener ... " ayetini indirerek, yüz müminin iki
yüz kafir karşısında kaçmaması emredilmiştir. Tahric:
Buhari, Tefsir, 8/161-162, no: 4652.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: İbn Abbas'ın bu görüşü -inşaallah- doğrudur; çünkü Allah, bunu
ayetinde açıkça belirtmiştir. Bu meselede tefsire bile ihtiyaç yoktur.
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı dört şahit getirin. Eğer
şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir
yol açıncaya kadar evlerde hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa da
eziyet edin. Eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onları bırakın, çünkü Allah
tevbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir." [Nisa, 4/15-16]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Sonra Allah (c.c), Kitabında hapis ve eza cezasını neshederek
şöyle buyurdu: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer
değnek vurun ... " [Nur, 24/2]
Sünnet de yüz sopa vurma
cezasının bekar olup da zina eden erkek ve kadına tatbik edileceğine delil
teşkil etmiştir.
Bize Abdulvahhab b. Abdulmacid
es-Sakafi, Yunus b. Ubeyd'den, o el-Hasan'dan, Ubade b. es-Samit yoluyla
Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Benden öğrenin, benden
öğrenin; Allah, o kadınlar için bir yol gösterdi: Bekar bir erkek, bekar bir
kadınla zina ederse, yüz sopa ve bir yıl sürgün cezası gerekir. Evli olan bir
erkek, evli olan bir kadınla zina ederse, yüz sapa ve recim cezası uygulanır.
" Hasan ile Ubade
arasında kesinti vardır. Tahric:
Müsned, 5/327, Müslim, Hudud, 3/1316.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize güvenilir ilim ehlinden, Yunus b. Ubeyd, el-Hasan,
Hıttan er-Rakaşi, Ubade b. es-Samit yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)'den hadisin
benzerini rivayet ettiler. Tahric: Müslim, Hudud,
3/1316.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Böylece Resulullah (s.a.v)'in sünneti göstermiştir ki yüz
sopa cezası, bekar ve hür olduğu halde zina edenler hakkında sabittir. Evli
olanlar hakkında yüz sopa ise neshedilmiştir. Recim cezası da evlenmiş ve hür
olanlar için sabittir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) hadiste şöyle buyurdu:
"Benden öğrenin; Allah, o kadınlar için bir yol gösterdi: bekar bir erkek,
bekar bir kadınla zina ederse, yüz sapa ve bir yıl sürgün cezası gerekir. Evli
olan bir erkek, evli olan bir kadınla zina ederse, yüz sapa ve recim cezası
uygulanır."
Öncelikli olarak zina
edenler hakkındaki hapis ve eziyet cezaları neshedilmiştir. Hz. Peygamber
(s.a.v), Maiz'e sopa cezası uygulamayıp recmetmiştir. Resulullah (s.a.v),
Üneys'e de el-Eslemi'nin karısına gidip sormasını, eğer itiraf ederse recmetmesini
buyurmuştur. Bu uygulamalar göstermektedir ki hür ve evlenmiş oldukları halde
zina eden kadın ve erkek hakkındaki sopa cezası neshedilmiş; onlar hakkındaki
recim cezası sabit olmuştur. Çünkü daha önce gelen bir hükmü kaldıran son
hüküm, geçerliliğinin devam ettiğini ifade eder.
Önce Allah'ın Kitabı,
sonra da Peygamber (s.a.v)'in sünneti, zina eden köle ve cariyelerin bu
hükümlerin dışında olduklarını göstermektedir. Allah (c.c) cariyeler hakkında
şöyle buyurmuştur: "Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, onlara hür
kadınların cezasının yarısı uygulanır ... " [Nisa,4/25] "cezanın
yarısı, " ancak ikiye bölünme imkanı olanlarda, yani sopa cezasında söz
konusu olur. Ama -ölümden ibaret olan- recim cezasının yarısı yoktur. Çünkü recmedilen
kişi, belki de kendisine atılan ilk taşla ölür. Bu durumda ona artık daha fazla
taş atılmaz. Belki de bin ve daha fazla taş atılır da ölmez ve ölünceye kadar
taş atmaya devam edilir. Dolayısıyla recim cezasının yarısı kesinlikle olmaz.
Had cezaları, ölümle
sınırlıdır. Ölüm de vuruş sayısıyla veya organı meşru şekilde kesmekle
sınırlıdır. Bütün bunlar bilinen şeylerdir. Onun için recim cezasının bilinen
yarısı yoktur.
İmam Şafii şöyle dedi:
Bize Malik, İbn Şihab'dan, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, Ebu Hureyre'den,
Zeyd b. Halid el-Cüheni'den şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v), evli
olmayan bir cariyenin zina hükmü sorulduğunda şöyle buyurdu: "Eğer zina
ederse ona sapa vurun, sonra bir daha zina ederse ona bir daha sapa vurun,
sonra bir daha zina ederse onu bir hayvan yuları karşılığında satın." Tahric: Buhari, Hudud, 4/260, no: 6837-6838; Müslim,
Hudud, no: 33/1704.
Resulullah (s.a.v)
"Birinizin cariyesi zina eder ve onun bu fiili kesinleşirse, ona sopa
cezası tatbik etsin. "buyurmuş "Onu recmetsin."[128] dememiştir.
128 Buhari, Bir önceki
konuyla aynıdır. No: 6839; Müslim, 3/1328, no: 30/1703.
Müslümanlar, kölenin
recmedilmemesi gerektiği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Cariyenin evli olma
hükmünün tatbiki, ancak Müslüman olmasıyla mümkündür. Ben bunu, sünnetin
delaletine ve ilim ehlinin çoğunun icmasına dayanarak söyledim. Resulullah
(s.a.v); "Birinizin cariyesi zina ederse ve onun bu fiili kesinleşirse,
ona sopa cezası tatbik etsin. " buyurmuş, "Onu recmetsin"
buyurmamıştır. Evli olup olmadığını zikretmemiştir. Bundan anlıyoruz ki
Allah'ın cariyeler hakkında, "Evlendikten sonra bir fubuş yaparlarsa
onlara, bür kadınlara verilen cezanın yarısı uygulanır." [Nisa, 4/25]
sözü, Müslüman olduktan sonra demektir; evlenip zifafa girdikten sonra demek değildir.
Bu, zifafa girmeseler bile, azad edildikten sonra anlamına da gelmez.
Birisi şöyle sorabilir:
Gördüğüm kadarıyla sen, evli (muhsan) olmayı farklı manalarda kullanıyorsun?
Derim ki: Evet; çünkü
gerçek manada korunmanın şartları yerine gelmiyorsa, yasaklanmış olan şeyleri
yapmaya da engel teşkil etmektedir.
Bunlara şöyle örnekler
verilebilir: Müslüman olmak, hür olmak, evlilik ve zifaf, evlere hapsetmek bu
koruma engellerindendir. Böylece yasakları yapmaya engel teşkil eden her şey,
muhsan olma niteliğini kazandırır. Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Ona,
savaşta sizi koruması için zırh yapma sanatını öğrettik ... " [Enbiya,
21/80] Yine şöyle buyurdu: "Onlar sizinle ancak müstahkem
şehirlerde veya siperler arkasında toplu halde savaşırlar ... " [Haşr,
59/14]
[Her iki ayette de aynı
kökten gelen "muhsan! koruma" kelimesi kullanılmıştır ve engelleyici
anlamına gelmektedir.]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sözün evveli ve sonu, burada muhsan (koruma) kelimesinin manasının
genel bir anlam taşıdığını ve her yerde farklı kullanıldığını göstermiştir:
Evlenmek, hür olmak, hapis ve iffet ile korunmak anlamı olmasına rağmen,
buradaki koruma kelimesinin manası hepsini kapsar.
Sünnet ve icmanın
Delalet Ettiği Nasih ve Mensuh
Allah (c.c) şöyle
buyurdu: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya,
babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine
bir borçtur." [Bakara,2/180] Yine
Allah (c.c) şöyle buyurdu: "Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler,
zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan
faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar,
(kendiliklerinden) çıkıp giderlerse, kendileri hakkında yaptıkları meşru şeylerden
size bir günah yoktur. Allah azizdir, hakimdir." [Bakara, 2/240]
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah, ana-babanın miras durumlarını, onlarla birlikte ve
onlardan sonra mirasçı durumunda olanların hallerini, karı-koca arasındaki
mirasçılık esaslarını bildiren ayetleri de indirmiştir.
Bu ayetler, farklı
hükümleri kapsarlar. Ana-babaya vasiyeti, yakınlara vasiyeti, karıya vasiyeti
emretmiş olabilir. Ayrıca hem miras hem de vasiyeti emretmiş olabilir. Buna
göre onlar, mirasla birlikte vasiyet edilen malı da alabilirler yahut miras
ayetleri, vasiyetle ilgili ayetleri neshetmiş olabilir.
Ayetlerin söylediğimiz
manalara gelme ihtimali olunca, ilim ehlinin, Allah'ın Kitabı'nda murad edilen
manayı tesbit etmek için bir delil aramalan gerekmiştir. Eğer Allah'ın
Kitabı'nda bir konuda nas bulamazlarsa, onu Peygamber (s.a.v)'in sünnetinde
ararlar. Sünnette konuyla alakalı buldukları nassı, Allah'ın bir hükmü olarak
kabul ederler. Çünkü Allah, Peygamberine itaati farz kılmıştır.
Fetva ehliyle megaziyle
ilgili bilgiye sahip olan Kureyşli ve Kureyşli olmayanlar fetih yılında
Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğu hususunda ihtilaf etmemişlerdir:
"Mirasçıya vasiyet yoktur, kaftre karşılık mümin öldürülmez. " Tahric: Tirmizi, Vasiyet, 4/433, no: 2120.
Bunu, karşılaştıkları ve
fetihle ilgili bilgileri olan kimselerden ezberleyip rivayet etmişlerdir. Bu,
bir topluluğun bir topluluktan yaptığı bir rivayet mahiyetini taşımaktadır. Bu
yönüyle de bir kişinin bir kişiden yaptığı rivayetten daha kuvvetlidir. Aynı
zamanda da ilim ehlini bu hadis üzerinde icma halinde gördük.
Bazı ŞamIılar, hadis
alimlerinin yanında sübutu kesin olmayan bir hadis rivayet etmişlerdir.
Ravileri arasında meçhul (bilinmeyen) kimseler bulunduğu için onu munkati
(senedinde kopukluk) olarak ResuIullah (s.a.v)'den rivayet ettik. Biz onu, izah
ettiğimiz durum üzere, megazi hakkında bilgisi olan ve genelin onun üzerinde
ittifak etmesiyle kabul ettik. Söylediğim gibi biz onu, fetihle ilgili bilgisi
olanların ve insanların icmaına dayanarak rivayet ettik.
Bize Süfyan b. Uyeyne,
Süleyman el-Ahval'den; Mücahid yoluyla Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu
nakletti: "Mirasçıya vasiyet yoktur." Tahric:
Tirmizi, Vasiyet, 4/433, no: 2120.
İmam Şafiı (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Söylediğim şeylere delilim, megazi ilgili bilgili
olanlarının genelinden ResuIullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletmiş
olmalarıdır: "Mirasçzya vasiyet yoktur." Resulullah (s.a.v)'den
munkati bir haber olan ve onunla ameli uygun gören genel bir kabule dayanarak,
mirasçı olmak, ana-babaya ve karıya vasiyeti emreden hükmü neshetmiştir. Aynı
şekilde ilim ehlinin çoğu şöyle der: Şüphesiz, yakınlara yapılan vasiyetin
hükmü neshedilerek farziyeti kalkmıştır. Buna göre yakınlar, mirasçı iseler,
miras yoluyla haklarını alırlar. Ama mirasçı değillerse, onlar için vasiyette
bulunmak bir farziyet değildir. Ancak Tavus ve onunla birlikte birkaç kişi
şöyle dedi: Ana-babaya vasiyet emri neshedilmiş, ama mirasçı olmayan yakınlara
vasiyette bulunma emri ise aynen kalmıştır. Kim, akrabalık bağı bulunmayanlara
mal vasiyet ederse caiz değildir.
İmam Şafiı şöyle dedi:
Ayet, Tavus'un anladığı manaya da gelebileceğinden ve megazi hakkında bilgisi
olan kişilerin rivayetinde de Hz. Peygamber (s.a.v)'in sadece "Mirasçıya
vasiyet yoktur." buyurduğundan dolayı mirasçı olmayan yakına vasiyette
bulunma emri yerinde duruyor olabilir. Burada, -bize göre- ilim ehlinin,
Tavus'a muhalefet veya muvafakat etme konusunda delil aramaları gerekir.
Resulullah (s.a.v)'in şu
uygulamasını biliyoruz: Sadece altı kölesi olan ve başka malı bulunmayan bir
kimsenin ölüm anında onları azad etmesiyle ilgili Hz. Peygamber (s.a.v):
Köleleri üçe bölmüş, ikisinin hür, dördünün de köle olarak mirasçılara
bırakılacağına dair hüküm vermiştir. Tahric:
Müslim, iman, 3/288, no: 1668.
Bunu bize, Abdulvahhab
es-Sakafi, Eyyub'ten, Ebu Kılabe'den, Ebu Mühelleb'den; İmran b. Husayn yoluyla
ResuIullah (s.a.v)'den rivayet etmiştir.
İmam Şafiı şöyle dedi: İmran
b. Husayn'ın rivayet ettiği bu hadis dolayısıyla ResuIullah (s.a.v)'in bu
sünneti; kişi hastalığı sırasında köle azad eder ve daha sonra azad eden kişi
ölürse, bu uygulamanın vasiyet hükmüne tabi tutulduğuna açıkça delil teşkil
eder.
Söz konusu köleleri azad
eden kişi ArabIardan biriydi. Bir Arab, ancak kendisiyle akrabalığı olmayan
yabancı birini köle edinir. Onun için Hz. Peygamber de, vasiyet ehli olmalarına
cevaz vermiştir.
Bu durum, akraba olmayan
birine yapılan vasiyet batıl olsaydı, azad edilen iki köle için yapılan vasiyet
de batıl delil olurdu. Çünkü onlarla azad eden kişi arasında akrabalık bağı
bulunmamaktadır. Bu, yine göstermektedir ki, ölen kimse ancak malının üçte
birini vasiyet edebilir, üçte biri geçen kısım geçerli olmaz. Bu durumdaki
kölelerin bedellerini kazanıp sahiplerine ödemeleri gerekmediğini ve taksim ile
kur'anın meşru olduğuna delildir.
Ana-babanın mirasçı olmalarıyla onlara vasiyet geçersiz olmuştur.
Akrabalık bağı olsun veya olmasın, bir kimse mirasçı değilse ona vasiyet
caizdir. Kişinin akrabası olanlara vasiyet etmesi bana göre daha iyidir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Kur'an'da bunlardan başka nasih ve mensuhlar da vardır.
Onları, Ahkamu 'i-Kur 'an adlı kitapta yeri geldiğinde zikredeceğiz. Ben burada
birkaç örneği aynı durumda olan diğer meselelerde emsal teşkil etmesi için
verdim. Bunlar kafi geldiğinden zikretmediklerime hacet kalmamıştır. Allah bizi
hataya düşmekten koruyup yardım etsin.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Allah'ın, hakkında açık ve kapalı indirdiği delillerin
bulunduğu feraiz (miras) ilmine giren bazı konuları da ele aldım. Bu ayetlerin
yanında Hz. Peygamber (s.a.v)'in miras konusunda sünneti de mevcuttur. Bunları
zikrettim ki Kur'an ilmine vakıf olanlar, Allah'ın; Kitabı, dini ve Müslümanlar
açısından Peygamberine verdiği mevkii bilsinler. Yine onlar, Peygamber
(s.a.v)'e itaatin Allah'a itaat olduğunu, onun sünnetinin nas bulunan konularda
Allah'ın Kitabı'na tabi olduğunu ve onun Allah'ın Kitabı'na asla ters düşmediğini
bilsinler. Kur'an'ı anlayanlar, beyanın tek şekilde olmadığını, birkaç çeşidi
bulunduğunu bilsinler. Kur'an ilmine sahip olanlar için bu beyan şekilleri açık
ve birbirine yakındır. Kur'an ilminden yoksun olanlara göre ise bu beyanlar
farklıdır.
Sonraki için tıkla:
ALLAH'IN NAS
HALİNDE İNDİRDİĞİ FARZLAR