ŞAFİİ el-UMM

USÜL

 

HADİSLERDEKİ İLLETLER

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Birisi bana şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in hadisleri arasından bazılarının benzerleri Kur'an'da nas olarak vardır. Bir kısım hadislerin benzeri Kur'an'da mücmel olarak yer almıştır. Bir kısım hadisler, Kur'an'daki hükmü daha fazla açıklamaktadır. Bir kısım hadislerin ifade ettiği hüküm, Kur'an'da hiç yoktur. Kimi hadisler, birbiriyle uyum halinde, bazıları birbiriyle çelişkilidir: bunlarda nasih ve mensuh söz konusudur. Bazı hadisler ise çelişkili olduğu halde hangisinin nasih, hangisinin mensuh olduğuna dair bir delil yoktur. Bir kısım hadislerde Hz. Peygamber (s.a.v), bir şeyin yapılmasını yasaklamıştır. Bunlarla ilgili siz de Hz. Peygamber (s.a.v)'in yasakladığı şeyin haram olduğunu söylüyorsunuz.

 

Yine Hz. Peygamber (s.a.v), bazı şeyleri yasaklamıştır. Bu sefer siz bunlarla ilgili olarak "Onun bu tür emir ve nehiyleri haram kılmak için değil, ihtiyari bir durum ifade etmek içindir." diyorsunuz. Sonra birbiriyle çelişkili olan hadislerden bir kısmını benimsiyor, bir kısmını benimsemiyorsunuz. Sizi bazı hadise kıyas yaparken, sonra da kıyasınız o hadisle çelişirken buluyoruz. Bazı hadisleri terk ediyor ve ona kıyas yapmıyorsunuz. Bu şekilde bir hadise kıyas yapma ve ona kıyas yapmayı terk etme hususunda deliliniz nedir? Sonra birbirinizden ayrılıyorsunuz: Sizden biri, bir hadisi nasıl terk edip daha sonra da terk ettiği hadisin -isnad yönÜllden- daha zayıf olanıyla nasıl amel ediyor?

 

İmam Şafii şöyle dedi: Ona şöyle cevap verdim: Resulullah (s.a.v)'in, Allah'ın Kitabı'nda yer alan konular hususunda koyduğu her sünnet, mutlaka, Kitap'ta benzeri bir nas ile muvafıktır. Ayrıca mücmel olanı Allah adına açıklamamıştır. Hz. Peygamber tarafından yapılan bu açıklama da mücmel olanın daha fazla tefsir edilmesi manasına gelmektedir. Hakkında Kur'an nassı bulunmayan konularda sünnetin koyduğu emirlere gelince; Allah'ın ona her bakımdan itaati farz kılmış olması sebebiyle biz de ona uyuyoruz.

 

Hadislerdeki nasih ve mensuh'a gelince, bunlar da Allah'ın, Kitabıyla koyduğu bir hükmü Kitab'ında yer alan başka bir hükümle neshetmesi gibidir. İşte bu şekilde Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti de yine onun sünnetiyle neshedilir. Ona, daha önce yazdığım bu konuyla ilgili bazı açıklamaları hatırlattım.

 

Hangisi nasih, hangisi mensuh olduğuna herhangi bir delil bulunmayan çelişkili hadislere gelince, aslında Hz. Peygamber (s.a.v)'in her işi, uyum halinde ve doğrudur; onda çelişki yoktur.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in diliyle yaşadığı yerin insanının dili Arapçadır. Bazen Araplar, genel bir ifade kullanır, bununla geneli kasteder; bazen de genel bir ifade kullanır, bununla da özeli kasteder. Nitekim daha önce, Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinden bahsederken bunları anlatmıştım.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'e bir şey sorulunca, o, soruya cevap olacak kadar açıklama yapardı. Hadisi rivayet eden kimse de bu sebebe bağlı olarak, aslında haber geniş olmasına rağmen onu özet olarak aktarır. Hadisin ihtiva ettiği mananın hepsini değil de bir kısmını nakletmiş olur. Kişi, Hz. Peygamber (s.a.v)'den hadisi, sorusuna cevap bulmuş, ama konunun tamamını idrak etmeden rivayet eder. İşte duyduğu bu hadis, onun, cevabın dayandığı sebep dolayısıyla doğru cevaba ulaşmasını sağlar.

 

Hz. Peygamber (s.a.v) bazen bir konu hakkında bir sünnet ve aynı sünnette ona zıt gelecek başka bir sünnet koymuştur. Bu muhalif durumu duyan kimileri bu husustaki sünneti birbirinden ayırmada zorluk çekerler veya bir nasla ilgili mana olarak bir sünnet koyar ve bunu da biri hıfzeder. Buna da mana olarak muhalefet eden ve mana olarak ittifak eden başka bir sünnet koyar. Bunu da iki farklı durumdan dolayı yapar ve başka biri bu hadisi hıfzeder. İşte hadisleri her ravi kendine göre rivayet edince, onları işiten bazı kimseler, hadisler arasında çelişki olduğunu sanırlar; oysa burada çelişkili bir durum yoktur.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), bir şeyi haram veya helal kılmakla ilgili lafzı genel ifadeli bir sünnet koyar. Başka bir konuda da bunun hilafında bir sünnet koyar. Bundan anlaşılır ki o, haram kıldığı şeyle helal kıldığı şeyi, helal kıldığı şeyle de haram kıldığı şeyi kastetmemiştir. Yukarıda da işaret ettiğim gibi, bunların benzerleri, Allah'ın hükümlerini ihtiva eden mücmel hükümler bölümünde mevcuttur.

 

Hz. Peygamber (s.a.v), koyduğu bir sünneti, başka bir sünnetiyle nesheder. O, bir sünnetini başka bir sünnetiyle neshedince, bunu açıklamayı ihmal etmez. Fakat hadis işiten kimse, nasih ve mensuhla ilgili bazı bilgilerden habersiz olabilir. Böylece hadislerden birini hıfzederken, öteki hadisi hıfzetmemiş olabilir. Ancak sahabllerin hepsi bu nasih ve mensuhla ilgili bilgilerden, haberlerden yoksun olmaz; çünkü o zaman bununla ilgili bilgi istendiğinde bilgi verecek kimse bulunmaz.

 

Anlattığım gibi mevcut olan her şey, Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uygun olarak yürütülmüştür. Onun arasıili ayırdığı şeyler, aynlması gerektiği gibi aynImıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in, sünnetini ayn ayn uygulamasında da ona itaat etmek vaciptir.

 

Şöyle denemez: "Bunları birbirinden ayıran nedir?" Çünkü "Bunları birbirinden ayıran nedir?" demek, Hz. Peygamber (s.a.v)'in birbirinden ayırdığı şeyler hakkında- bunu söyleyenin cehaletinden ya da cehaletten de öte şüphesindendir. Bu durumda yapılması gereken şey, Allah'a itaatin ancak Peygamberine uymakla mümkün olduğunu kavramaktır.

 

Tamamıyla ihtilaflı olan sünnete gelince: Bundan önce de belirttiğim gibi, öyle anlaşılıyor ki bu tür sünnet, kapsamlı hıfzedilmediğinden ihtilaflı sayılmıştır. Diğer sünnetlerde gördüğümüz açıklama bunda bize ulaşmadığı için yahut muhaddisin vehminden dolayı sünnet ihtilaflı olarak kalmıştır.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerinde ihtilaflı görünen her şey açıklanabilir: Mutlaka onun, ihtilaflı olmadığını gösteren bir izahı olduğu ve yukarıda sana anlattığım şekillerden birine dahil bulunduğunu görürsün. Ya da bu hadislerden birinin sabit olduğunu, ötekinin aynı derecede sabit olmadığını gösteren bir delil buluruz. Böylece ihtilaflı sayılan iki hadis birbirine denk olmaktan çıkar. Biz de bu iki hadisten sübut bakımından kuvvetli olanını tercih ederiz. Ya da bu iki hadisten birinin sübut bakımından daha kuvvetli olduğunu gösteren Kur' an'dan veya sünnetten yahut bundan önce anlattığım sebeplerden bir sebep delil teşkil eder. Biz de bu delillere göre sübutu daha kuvvetli ve daha üstün olanını benimseriz.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in ihtilaflı bulunan iki hadisinin mutlaka bu ihtilaftan onları çıkaracak bir izahları vardır. Bunlardan birinin Kur'an'a, başka bir sünnete yahut açıkladığım bazı delillere uygun düştüğünü gösteren bir yol mevcuttur.

 

Hz. Peygamber bir şeyi yasaklamışsa, o şey haramdır. Ta ki bu yasaklamadan başka bir şey kastettiğini gösteren başka bir delil bulunana kadar ...

 

İmam Şafii şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in sünnetine kıyas yapmak. Aslında ikiye ayrılır. Sonra bunlardan her biri çeşitli kısımlara ayrılır. Şöyle soruldu: "Bu iki kısım nedir?"

Dedim ki: Birinci kısım: Allah, Kitabında, Peygamber (s.a.v)'in diliyle, ezeli hükmüne göre ve dilediği gibi, kullarını ibadet etmeleri için emretmiştir. O'nun ibadeti emretmesiyle ilgili hükmünü kimse bozamaz. Hz. Peygamber de insanlara Allah'ın ibadet emriyle ilgili manayı açıklamıştır. Ya da insanlar, bunu Hz. Peygamber (s.a.v)'den nakledilen haberlerde bulmuşlardır. Allah'ın, kullarına ibadeti emrettiğini ve böyle bir manaya gelen eınrin günümüze intikal etmediğini söyleme imkanı yoktur ki zaten bize intikal etmiştir. İlim ehline düşen de aynı manada sünnet varsa, bu yolda onu ele almasıdır. İşte bu tür sünnet de birçok kola ayrılır.

İkinci kısım: Hz. Peygamber (s.a.v), bazı şeyleri insanlara mücmel olarak helal kılmış; bunlardan belirli bir şeyi de haram kılmıştır. İnsanlar da helal kılınmış olan şeyleri öylece helal kastedilerek haram kılınmış olan şeyi de haram sayarlar. Bu kastedilerek haram kılınmış olan az şeye kıyas yapmazlar; çünkü onun çoğu helaldir ve çoğa kıyas etmek, aza kıyas etmekten daha evladır. Keza, bazı şeyleri mücmel olarak haram kılmış ve bunlardan birini helal kılmış sa durum yine aynıdır. Allah, bir şeyi farz kılıp ResuIullah (s.a.v)'i de onu kısmen hafifletmek için yetkili kılsa, yine durum böyledir. Ama kıyasla, biz; Kitap, sünnet ve haberlere dayanması halinde onunla amel ederiz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Eğer ResuIullah (s.a.v)'den geldiği sabit olan bir hadise muhalefet edersek umanm ki -inşaallah- hadise muhalif bu fetvamıza kimse tabi olmaz. Bunu da kimsenin talep etme hakkı yoktur. Fakat kişi, bazen sünnetten haberdar olmadığı durumlarda sünnete muhalefet etmiş olabilir. Bunu sünnete rağmen kastederek yapmaz. Kişi bazen de gaflet sebebiyle yorumda hata edebilir.

 

Biri bana şöyle dedi: Bana açıkladığın her kısım için bir misal ver.

Fazla da uzun olmasın, yoksa unuturum; sorduğum meseleleri tam olarak anlamamı sağlasın. Restilullah (s.a.v)'in sünnetinde nasih ve mensuhundan başlayıp -söylediklerinin bazısını tekrar ediyor da olsan- hakkında Kur'an nassı bulunan konuların bir kısmını zikreder misin?

 

Ona şöyle dedim: Allah'ın kıble konusunda Peygamberine ilk farzı, namaz kılarken Beytu'l-Makdis'e yönelmesiydi. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v), Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılarken hiç kimsenin başka bir tarafa dönerek namaz kılması caiz olmamıştır. Ne zaman ki Allah, Beytu'l-Makdis'e yönelme emrini neshetmiş ve Hz. Peygamber'le birlikte insanları Kabe'ye döndürmüştür; artık korkulu haller dışında bir Müslümanın farz namazı kılarken Kabe'den başka bir tarafa dönmesi caiz olmadığı gibi, Beytu't-Makdis'e dönmesi de ebediyen yasaklanmıştır. Bu emirlerden her biri kendi zamanı için haktı. Hz. Peygamber (s.a.v)'in kıble değiştirilinceye kadar Beytu'l-Makdis'e yönelmesi doğruydu. Sonra kıble olması bakımından Beytu' I-Haram' a yönelmek kıyamete kadar hak olarak devam edecektir. GerekAllah'ın Kitabı'ndan olsun, gerek Nebisi (s.a.v)'in sünnetinden olsun, mensuh her hükmün durumu böyledir.

 

Bu, Kitap ve sünnetin nasih ve mensuhunu sana açıklamakla birlikte şu hususta da senin için delildir: Hz. Peygamber (s.a.v)'in koyduğu bir sünneti Allah, başkasıyla değiştirirse Hz. Peygamber de insanların ona göre amel etmeleri için başka bir sünnet va'z eder ki böylece, insanların tamamı nasihten habersiz olup da mensuha göre hareket etmesinler. Ayrıca sünnetin Kitab'ın yanındaki mevkiini ya da sünnetin Kitab'ın manalarını açıkladığını bilmeyenlerin dışında hiç kimse, Kitap'ta hükmü bulunan bir konuda sünnetin beyanına bakarak Kitab'ın sünneti neshettiği şüphesine kapılmasın.

 

Soru soran dedi ki: Bu konuda sünnetin Kitab'a muhalif olması mümkünmüdür?

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) ben de şöyle dedim, dedi: Hayır, çünkü Allah (c.c) insanlara iki cihetten huccet ikame etmiştir. Bunların her ikisinin aslı da Kitap'tadır: Bunlar önce Kur'an, sonra Nebisinin sünnetidir. Çünkü Allah, Kitabında Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uymayı farz kılmıştır.

 

Resulullah (s.a.v) kalıcı bir sünnet koyduktan sonra, bu sünnet neshedilirse, yerine onu nesheden başka bir sünnet koyarak onu beyan eder. Nasih, ancak iki emirden sonuncusu vasıtasıyla bilinir. Allah'ın Kitabı'ndaki nasihin çoğu da ancak Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinin delaletiyle bilinir. Sünnet, Kur'an'ın nasihine delalet edip nasih ve mensuhunu birbirinden ayırdığına göre, o zaman sünnet yalnızca Kur'an'la neshedilmez. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v), Kur'an'la birlikte önceki sünnetini neshedecek yeni bir sünnet koyar ki böylece Allah'ın kendilerine huccet ikame ettiği konusunda insanlardan şüphe kalkmış olsun.

Şöyle dedi: Birisi, bir konuda Kur'an'ı zahir ve genel olarak gördüğümde ve hem Kur'an'ı açıklama hem de Kur'an'ın zahirine muhalif olma ihtimali olan bir sünnetle karşılaştığımda, bundan sünnetin Kur'an'la neshedildiğini söyleyebilirim, derse ne söylersiniz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona şöyle dedim: Bu söylediğini alim olan bir kişi demez. "Niçin?" dedi.

 

Şöyle dedim: Allah, Peygamberine kendisine indirilene uymayı farz kılmış, onun hidayet rehberi olduğuna tanıklık etmiş ve insanların ona itaat etmelerini emretmiştir. Bundan önce de anlattığım gibi, Arapçanın lafızları birçok manaya gelebilir. Allah'ın Kitabı genel manada gelir ve onunla özel murad edilebilir; özelolarak gelir ve onunla genel kastedilebilir. Kur'an, bir farzı mücmel olarak bildirir, onu Hz. Peygamber açıklar. Allah'ın Kitabı'nın yanında sünnet böyle bir mevkiye sahip olunca, sünnetin Allah'ın Kitabı'na muhalif olması mümkün değildir. Sünnet, vahiy mertebesinde bulunması veya Allah'ın murad ettiği manayı açıklayıcı olması itibarıyla ancak Kur'an'a tabidir. Sünnet, her halükarda Allah'ın Kitabı'na tabidir.

 

Dedi ki: Bana bu söylediğine dair Kur'an'dan delil bulabilir misin? Ona, Kur' an' ın yanında sünnetin mevkisini, bazı şeyleri zikrederek açıkladım. Mesela, Allah namazı, zekatı ve haccı farz kılmıştır. Hz. Peygamber de namazın keyfiyetini, rekatlarının sayısını, vakitlerini ve sünnetlerini, zekatın farz olması için malın nisap miktarını, hangi mallardan zekat alınmayacağını, hangi malların zekata tabi olacağını, zekatın verilme vaktini, haccın nasıl yapılacağını, hac esnasında nelerin serbest olduğunu ve nelerden kaçınılacağını açıklamıştır. Ona Allah'ın şu ayetlerini zikrettim: "Hırsızlık yapan erkek ve kadının elini kesin ... " [Maide, 5/38]

 

"Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun ... " [Nur, 24/2]

 

Reslilullah (s.a.v) dinarın dörtte biri ve daha fazlasını çalan kimsenin elinin kesilmesini, zina edenlerden evlenmiş olan hürlerle kölelere değil, onlardan sadece hür bekarlara (yüz) sopa vurulmasını emretmiştir. Allah'ın bu ayetlerle hırsızlık yapanların ve zina edenlerin bir bölümünü kastettiği sünnetin delaletiyle anlaşılmıştır. Ama zahirde ayetin manası bütün hırsız ve zina edenleri içine almaktadır. Dedi ki: Bu anlattığına ben de katılıyorum, Sen, Nebi (s.a.v)'den şu hadisi rivayet eden kişiye karşı bir huccet bulabilir missin?

 

"Benden size bir şey ulaşınca, onu Allah'ın Kitabı ile karşılaştırın. Ona uyuyorsa ben onu söylemişim, ona ters düşüyorsa ben onu söylememişimdir. " Tahric: Taberi fi'I-Kebir: 12/316) no: 13224

 

Ona şöyle dedim: Bu hadisi, hiçbir meselede, hadisi sahih olan hiç kimse rivayet etmemiştir. Böyle bir hadis konusunda "Delil bulun!" denilemez. Ayrıca bu, meçhul (bilinmeyen) bir kişiden, munkati (kesik) olarak rivayet edilmiştir. Biz, böyle bir rivayeti hiçbir konuda kabul etmeyiz.

 

O dedi ki: "Nebi (s.a.v)'den, söylediğiniz konuyla ilgili hadis rivayet edilmiş midir?"

Ona "Evet, edilmiştir." dedim.

 

Bize Süfyan b. Uyeyne şöyle haber verdi: Bize Salim Ebu en-Nadr, Ubeydullah b. Ebi Rafi, babasından, Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu haber verdi: "Koltuğuna yan gelip oturan ve kendisine benim bir emir veya yasağım ulaştığında, 'Biz bunu bilmiyoruz, Allah'ın Kitabı 'nda ne bulursak ona uyarız. ' diyen birinizle asla karşılaşmayayım. "

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: ResuIullah (s.a.v), insanlan, emrini reddetmeleri konusunda serbest bırakmamıştır; çünkü Allah, onun emrine itaati insanlara farz kılmıştır.

İmam'a itiraz eden kişi şöyle dedi: Öyleyse bana ilim ehlinin veya onlardan çoğunun seninle ittifak halinde olduklarına dair örnek hükümler ver; o hükümlerde Allah'ın Kitabı'yla birlikte bir sünnet bulunsun ve bu sünnet, Allah'ın Kitabı'nda açık genel olan bir ayetin özelolduğuna delil teşkil etsin.  Ona, "Tamam" dedim. Sen zaten bunları kitabımda anlattığımı duymuştun.

 

O da şöyle dedi: Onların bir kısmını tekrar et. Ona dedim ki: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

"Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanlZda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınlZın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz eariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızIa (mehirlerini vererek) istemeniz size helaI kılındı." [Nisa,4/23-24]

 

İmam Şafii şöyle dedi: Bu ayetlerde Allah, evlenilmesini haram kıldığı kadınları zikretmiş ve "Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızia (mehirlerini vererek) istemeniz size helaI kılındı ... " [Nisa, 4/24] buyurmuştur.

ResuIullah (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: "Kadın ve halası aynı nikiihta, kadın ve teyzesi aynı nikiihta birleştirilmez."  Ben bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)'e muhalefet eden birini bilmiyorum. Tahric: Buhari, Nikah 9/64 no: 5109; Müslim, Nikah 2/1028 no: 1408.

 

Dolayısıyla bu husus, iki şeye delalet eder: Birincisi: Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünneti, hiçbir zaman Allah'ın Kitabı'na muhalif olmaz; fakat onun genel ve özelinin beyan eder.

 

İkincisi: İlim ehli, burada haber-i vahidi kabul etmiştir. Çünkü bu hadisi, Ebu Hureyre'den başka hiç kimse, sahih bir yolla Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet etmemiştir.

Muhalifim şöyle sordu: Sana göre bu hadisin, Kitabın zahirinden bir şeye muhalif olma ihtimali var mıdır?

Dedim ki: Hayır, ne burada ne de başka yerde böyle bir şey söz konusu değildir.

 

Dedi ki: Allah'ın "Size analarınız haram kılındı ... " dedikten ve nikahı haram olan kadınları belirttikten sonra, " ... Bunlardan başkasını, istemeniz size helal kılındı ... " [Nisa, 4/24] buyurmasının manası nedir?

 

Dedim ki: Allah, nikahı ebedi olarak haram olanları zikretmiştir. Bunlar ana, kız, kız kardeş, hala, teyze, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızlarıdır. Allah, böylece nesep ve süt kardeşliği nedeniyle nikahı ebedi olarak haram olmaları zikrederken, bir nikah altında birleştirilmesi haram olan kadınları da anlatmıştır. Aslında bir nikah altında birleştirilmesi haram olan kadınlardan her birinin tek başına nikahı mubahtır; haram değildir. Allah' ın, " ... Bunlardan başkasını, istemeniz size helal kılındı ... " [Nisa, 4/24] Yani: Allah'ın size helal kıldığı yolladır. Şunu görmüyor musun? "Bunların dışındakiler size helal kılındı." ifadesinde, Allah'ın helal kıldığı kadınlar anlamı mevcuttur. Sahih bir nikah yoksa hiçbir kadın helal değildir. Bir kimse dört kadınla evliyse beşinci kadının nikahı caiz olmaz. İki kız kardeşi bir nikah altında birleştirmek caiz olmadığı gibi, birleştirilmesini yasakladığı diğer kadınların nikahı da sahih olmaz.

Ona Allah'ın abdestle ilgili farzlarını, Hz. Peygamber (s.a.v)'in mest üzerine meshetmesini ve ilim ehlinin çoğunun da me sh etme konusunu benimsediklerini anlattım.

Dedi ki: Meshetme, Kur'an'a ters düşer mi? Dedim ki: Sünnet asla Kur'an'a ters düşmez. "Bunu nasıl açıklarsın?" dedi.

 

Ona şöyle dedim: Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Namaza kalkacağınlZ zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza meshedip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz." [Maide, 5/6]

 

Sünnet de abdestli olan kimsenin, abdestini bozmadıkça, namaza kalktığı zaman yeniden abdest almasının farz olmadığını göstermiştir. Aynı şekilde sünnet, abdestliyken ayaklarına me st giyen kimse için değil, normal olarak abdest alan kimsenin ayaklarını yıkamasının farz olduğunu bildirmiştir.

 

Ona, Hz. Peygamber (s.a.v)'in her yırtıcı hayvanın etini haram kıldığını hatırlattım.

Allah (c.c) şöyle buyurmuştu: "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işleyerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir." [En'am, 6/145]

 

İşte bu şekilde Allah, haram kıldığı şeyleri belirtmiştir. Muarızım dedi ki: Bunun manası nedir?

Dedim ki: Manası şudur: "De ki: Bana vahyolunan Kur'an'da, murdar et ve bunun ardından zikredilenlerden başka, yediğiniz şeyler içinde haram kılınmış bir şey bulamıyorum." Sizin helal saydığınız şeylerden temiz olmadığı için yemediğiniz bir kısım maddeler size haram kılınmamıştır; ancak sizin haram saydığınız şeylerden Allah'ın belirlediği ve sünnetin delaletiyle size haram kıldığını gösterdiği maddeler müstesnadır; çünkü Allah şöyle buyuruyor:

" ... O, kendilerine temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar ... " [A'raf,7/157]

İmam ŞafiI şöyle dedi: Ona Allah'ın şu ayetlerini de zikrettim: " ... Halbuki Allah, alım satımı helal, faizi haram kılmıştır ... " [Bakara, 2/275]

 

Sonra Hz. Peygamber (s.a.v), bazı alım satımları haram kılmıştır. Dinarın dirhem karşılığında vadeli olarak değiştirilmesi ve diğer faizli satışlar bunlardandır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunları haram kılmış ve Müslümanlar da onun haram kılmasına uymuşlardır. İşte bu zikredilenlerden hiçbirisi Allah'ın Kitabı'na zıtlık teşkil etmemektedir.

 

Dedi ki: Bunun ne manaya geldiğini bana derli toplu ve daha da özet olarak anlat. Ona şöyle dedim: Kur' an gösteriyor ki Allah, Hz. Peygamber (s.a. v)' e, kendi emirlerini açıklama yetkisi vermiştir. İnsanlara da onun emrine uymalarım farz kılmıştır. Sonra da, " ... Halbôki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır ... " [Bakara, 2/275] buyurmuştur. Yani Allah, Kitabında Hz. Peygamber vasıtasıyla yasakladığı şeylerin dışındaki alım satımları helal kılmıştır.

Yine, "Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızia (mehirlerini vererek) istemeniz size helal kılındı ... " [Nisa, 4/24] ayetiyle de Allah, Kitabında, nikahım helal kıldığı kadınlarla cariyeleri kastetmiştir. Allah, sayılanların dışındaki kadınlar, -her ne suretle olursa olsun- helaldir dememiştir. Bu ibare, Araplar tarafından rahatlıkla anlaşılabilir, Arapça bir ifadedir.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona bir de şöyle dedim: Kitabın yanında sünnetin mevkiini kavramayan ve onların görüşleri gereği sünneti terk etmek caiz olsaydı; mest üzerine meshedilmezdi, her türlü alım satım helal olurdu, yırtıcı hayvanların eti yenirdi, iki kız kardeş yahut kadınla halası veya kadınla teyzesi aynı nikah altında tutulurlardı ve bunlara benzer birçok şey mubah sayılırdı.

 

Yine sünneti terk etmek caiz olsaydı; Hz. Peygamber (s.a.v), bir dinarın dörtte biri kadar bir şey çalan kimsenin elinin kesileceğini, bu konuyla ilgili ayet indirilmeden önce emretmişti. Daha sonra "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin ... " [Maide, 5/38] ayeti gelince "Hırsızlık sayılabilecek her iş dolayısıyla el kesilir." denilebilirdi.

 

Sünneti terk etmek caiz olsaydı; Hz. Peygamber (s.a.v), evli bir kimseyi, zina ettiği zaman recmetmiştir. Nihayet "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. AIIah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağmJz tutmasın. Mii'minlerden bir topluluk da onların cezalandınlmasına şahit olsun." [Nur, 24/2] ayeti nazil olunca; "Biz, bekar olan kimseye de, evli olan kimseye de sopa vururuz, onları recmetmeyiz." denilebilirdi.

 

Yine öyle olsaydı; Hz. Peygamber (s.a.v), bazı alım satımları ayet indirilmeden önce yasaklamıştır. "Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların' Alışveriş de faiz gibidir.' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi heliil, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah'a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedi kalacaklardır." [Bakara, 2/275] ayeti nazil olunca, "Her türlü alım satım caiz olmuştur." denilebilirdi.

 

Faiz: Bir kimsenin birindeki alacağı paranın vadesi gelince, ona "Borcunu ödeyecek misin, yoksa arttıracak mısın?" demesi; ödemeyi geciktirip paranın miktarını arttırması şeklinde olurdu. Bunların örnekleri çoktur.

 

Kim bunu söyleyip sünnet hususunda böyle düşünürse, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetlerinin çoğunu hükümsüz bırakmış olur. Böyle bir düşünce ise, onu ileri sürenin cehaletinden kaynaklanmıştır.  Bunları duyduktan sonra o, şöyle dedi: Doğrudur.

 

İmam Şafil (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Res'ı1lullah (s.a.v)'in sünneti anlattığım gibidir. Kim, benim söylediklerime muhalefet ederse, hem sünnet konusunda bir şey bilmediğini, hem de bilmediği bir konuda söz söylerken yanıldığını ortaya koymuş olur.

 

Dedi ki: Bu söylediğinin dışında, başka bir sünnetle neshedilen bir sünnet, bana zikret.

Ona dedim ki: Nasih ve mensuh olan sünnetler yerleri geldikçe anlatılmıştır. Onlar tekrar edilirse uzatmış olurum.

 

Dedi ki: Bazılarını kısaca ve açıkça zikredersen yeterli gelir.  Ona şöyle dedim: Bize Malik b. Enes, Abdullah b. Ebi Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'den, Abdullah b. Vakıd b. Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini haber verdi: "ResuluIlah üç günden sonra kurban etlerinin yenmesini yasakladı." Abdullah b. Ebi Bekr şöyle dedi: Bunu Amra binti Abdurrahman'a anlattım. O da "Doğru söylemiş." dedi ve ilave etti: Hz. Aişe'nin şöyle söylediğini işittim: "Hz. Peygamber zamanında, kurban bayramına çöl halkından bazı kimseler gelmişlerdi. Bunun üzerine Hz.

Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: "Kurban etinden üç gün yetecek kadarını alıkoyun ve artan kısmını sadaka olarak dağıtın. " Bir zaman sonra Hz. Peygamber (s.a.v)'e: "Ya Resulallah, insanlar kurbanlarından yararlanır oldular, onların yağlarını eritiyorlar, derilerinden saka yapıyorlar." denildi. Hz. Peygamber (s.a.v) de: "Bunda ne var?" veya buna benzer bir şey söyledi. Onlar da: "Ya Resulallah, sen kurban etlerinin üç günden fazla alıkonmasını yasaklamıştın." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v): "Ben, kurban bayramında gelen fakir gezginlerden dolayı yasaklamıştım. Şimdi kurban etinden yiyin, sadaka verin ve saklayın. " buyurdu. Tahric: Muvatta, Kurban, 2/484 no: 4; Müslim, Kurban 3/1561 no: 1971.

 

Bize İbn Uyeyne, ez-Zühri'den, İbn Ezher'in azatlısı Ebu Ubeyd şöyle haber verdi: Ali b. Ebi Talib (r.a) ile beraber kurban bayramını idrak ettim ve onun şöyle dediğini duydum: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Sizden hiç kimse üç günden sonra kurbanının etinden yemesin. " Tahric: Buhari, Kurban 10/26 no: 5573; Müslim, Kurban 3/1560.

 

Bize güvenilir raviler, Mamer, ez-Zühri'den, Ebu Ubeyd'den, Ali (r.a)'dan Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden hiç kimse üç günden sonra kurbanının etinden yemesin. " Tahric: Buhari, Kurban 10/26 no: 5573; Müslim, Kurban 3/1560.

 

Bize İbn Uyeyne, İbrahim b. Meysere'nin şöyle dediğini haber verdi: Enes b. Malik'in şöyle dediğini duydum: "Allah'ın izniyle kurbanlarımızı kesiyor ve sonra artan etleriyle de Basra'ya giderken azık yapıyorduk." Tahric: ibn Ebi Şeybe, Musannef, Hac 4/58.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu hadisler birkaç sonucu içerir. Bunlardan biri: Ali'nin (Allah ondan razı olsun), Nebi (s.a.v)'den üç günden sonra kurban etlerini alıkoymayı yasaklama konusunda naklettiği hadisle Abdullah b. Vakıd'ın naklettiği hadis aynı manada ittifak etmektedirler. Bu iki hadis, Ali'nin Hz. Peygamber (s.a.v)'den bu konudaki yasaklamayı işittiğini ve bu yasağın Abdullah b. Vakıd'a ulaştığını gösterir.

 

Yine bu iki hadis gösteriyor ki Hz. Peygamber (s.a.v)'in kurban etlerinin alıkonmasıyla ilgili ruhsatı Ali'ye ve Abdullah b. Vakıd'a ulaşmamıştır. Eğer bu ruhsat, onlara ulaşsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu konuyla ilgili yasaklamasını rivayet etmezler ve söz konusu ruhsatı da terk etmezlerdi.

 

Buna göre yasaklama hükmü mensuh ve ruhsat ise nasihtir. Böyle mensuh bir hükmü işiten kimsenin onu nesheden hükmü de bilmesi gerekir.

 

Enes b. Malik'in: "Biz kurban etlerini azık yaparak Basra'ya giderdik. " sözüne göre, Enes ya bu konudaki ruhsatı işitmiş ve daha önceki yasağı işitmediği için ruhsata dayanarak kurban etini azık yapmıştır. Ya da hem ruhsatla, hem de yasaklama ile ilgili hadisleri işitmiştir; fakat yasaklama ile ilgili hükmün mensuh olduğunu bildiği için zikretmemiştir. Buna göre taraflardan her biri, kendi bildiği hadisle amel etmiştir.

 

İşte bu şekilde Hz. Peygamber (s.a.v)'den bir şey işiten veya ondan nakledilen bir hadisin sahih olduğuna kanaat getiren kimsenin, başkasının da öğrenmesi için işittiği hadisi nakletmesi gerekir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Hz. Aişe (r.a), Nebi (s.a.v)'den kurban etlerinin üç günden fazla alıkonmasını yasakladığını, sonra da bu yasağın ardından ruhsat verdiğini ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in kurban etlerinin üç günden fazla alıkonmasını gezgin fakirler dolayısıyla yasakladığını bildirdiğini rivayet edince: Hadisin başı ve sonuyla tam olduğu, yasaklama ve helal kılma sebepleri aynı hadis içinde beraber zikredildiği için Hz. Aişe'nin Nebi (s.a.v)'den naklettiği bu hadisi öğrenenlerin de ona göre amel etmeleri gerekir.

 

Hz. Aişe'nin rivayet ettiği bu hadis, sünnetlerin nasih ve mensuhu konusunda en fazla açıklayıcı beyan olmuştur. Bu durum gösteriyor ki bazı hadisler özet olarak rivayet edilmiştir; bir kısmı hıfzediliyor, bir kısmı hıfzedilmiyor; bazen baş tarafı hıfzediliyor, son kısmı hıfzedilmiyor, bazen son kısmı hıfzediliyor, baş tarafı hıfzedilmiyor; ravilerden her biri de hıfzettiği kısmı rivayet ediyor.

 

Kurban etlerinin alıkonulması, yenilmesi ve sadaka olarak verilmesi konusunda sonradan ruhsat verilmesi, farklı durumlar dolayısıyla iki sebepten birine dayanmaktadır: Gezgin fakirler gelince; kurban etlerinin üç günden fazla alıkonulması yasağı gündeme gelir. Ama gezgin fakirlerin gelmemesi halinde, kurban etlerinin yenilmesi, azık olarak kullanılması, alıkonulması ve sadaka olarak verilmesiyle ilgili ruhsatın geçerliliği devam eder.

 

Kurban etlerinin üç günden fazla alıkonulmasıyla ilgili yasak, genel olarak neshedilmiş de olabilir. Bu durumda insan, kurban etinden istediği kadarını alıkoyar ve istediği kadarını da sadaka olarak dağıtır.

 

 

Sonraki için tıkla:

 

NASİH VE MENSUH'UN BİR DİĞER ÇEŞİDİ