KADININ VE KÖLENİN
HACCETMESİ
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Nebi (s.a.v.)'tan rivayet edilenler arasında 'yol bulabilmenin
azık ve binek' olduğuna dair delil teşkil eden rivayetler olduğuna göre, kadın
da bu iki imkanı bulup gidip gelinen ve güvenli olan bir yolda güvenilir
kadınlarla birlikte bulunursa, bana göre o kadın -elbette Allah en iyi
bilendir- hac ile yükümlü kimselerdendir. İsterse onunla birlikte mahremi
bulunmasın. Çünkü Rasulullah (s.a.v.), haccı vacip kılan haller arasında azık
ve bineğin dışında bir şeyi istisna etmemiştir. Eğer haccedecek kadın hür,
Müslüman ve güvenilir, bir ve birden çok kadın ile birlikte değilse,
beraberlerinde kadın bulunmayan ve aralarından mahremi olan birisi yoksa hacca
gitmek üzere çıkmaz.
[957] Aişe, İbn Ömer ve
İbn ez-Zübeyr'den bizim: Kadın, beraberinde mahremi bulunmasa dahi hac için
yolculuğa çıkar, şeklindeki söylediğimiz sözün bir benzeri bize ulaşmış
bulunmaktadır.
[958] Bize Müslim, İbn
Cüreyc'den şöyle dediğini haber verdi: Ata, beraberinde mahremi bulunmayan
kocası da olmayan fakat beraberinde onu (bineğinden) indirmek, korumak
(bineğine kaldırmak) işlerini üstlenen cariyeler ve azadlıları varsa diye
soruldu. O, evet haccetsin dedi.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Birisi dese ki:
- Sözünü ettiklerinden
başka açıklık getirdiğin bir şey var mı? Şöyle denilir:
- Evet, bildiğim
kadarıyla kimsenin bize muhalif olmadığı husus şudur: Bir kadının üzerinde
ödemesi gereken bir hak bulunup onun aleyhinde bir iddia sabit olsa ve kadın da
hakimin bulunmadığı bir beldede bulunuyorsa, o şehirden (hakimin bulunduğu bir
yere) celp edilir. Halbuki aleyhindeki dava düşebilir yahut da bir hak onun
üzerinde sabit olmuşken ondan bir yolla kurtulabilir ve celp edileceği yer
birkaç günlük mesafe olup beraberinde bir kadın varsa, mahremsiz oraya gider.
Yüce Allah da iddet bekleyen kadınlar hakkında: ''Apaçık bir hayasızlıkta
bulunmaları hali dışında evlerinden onları çıkarmayın, onlar da
çıkmasınlar" (Talak, 1) buyurmaktadır. Denildiğine göre, dışarı çıkması
ona haddin uygulanması için söz konusu olur. Şimdi bu durum böyle olduğuna
göre, aziz ve celil Allah'ın beyanı ile yerine getirmekle yükümlü olduğu bir
hak, onun dışarı çıkmasına engel değildir. Eğer böyle olmayıp onun dışarı
çıkması bir hayasızlık ise, şüphesiz ki bu yerine getirmekle yükümlü olduğu bir
haktan başka bir maksat için çıkması masiyet olur. Birisi:
- Buna delil nedir?
derse, şöyle denilir:
- İnsanlar bildiğim
kadarıyla iddet bekleyen bir kadına haddin uygulanması
için ve yerine
getirmekle yükümlü olduğu her bir hak için dışarı çıkar. Sünnet de onun ağzının
düzgün olmayışından ötürü evinden çıkacağına delil teşkil etmektedir. Nitekim
Nebi (s.a.v.), Kays kızı Fatımanın bu sebeple dışarı çıkartılmasını istemiştir.
Eğer Kitap, sonra sünnet
birlikte ve bir yerde de icma, kadının bir yolculuğa çıkmasına yahut da iddet
halinde evinden çıkmasına engel teşkil eden bir halde ise, bu onun ancak
kendisi için yükümlülük teşkil etmeyen, yükümlülük teşkil edene yolu olmayan ve
terk etmesi de söz konusu olmayan hallerin dışındaki durumlarda, engellendiği
anlamına gelir. Hac, onun için yerine getirmesi gereken bir yükümlülüktür.
Kendisi de malı ve bedeni ile buna güç yetirebilmektedir, ayrıca beraberinde de
güvenilir bir ve daha fazla sayıda hanım bulunmaktadır.
Kadın, ay hali olmakla
baliğ olup yahut da 15 yaşını tamamladığı halde haccedebileceği malı yoksa annesi
babası da velisi de kadının kocası da kendi malından onunla haccedebileceği bir
şeyler vermeye mecbur edilmez.
Bir kimse yürüyerek
haccetmek istese ve buna gücü yeten birisi ise, bu şekilde haccetmekten babası
da velisi de onu engelleyemez.
Dedi ki: Kadın yürüyerek
haccetmek istese, velisi onun için yürümesi gerekli olmayan yürümelerden
alıkoyma hakkı vardır.
Dedi ki: Eğer kadın
bedenen ve mali olarak haccedebilecek güce sahip olduğu halde baliğ olsa,
velisi yahut kocası onun haccetmesine engel olmak istese, hac için ihrama girip
telbiye getirmediği sürece onun haccını engelleyebilirler. Çünkü hac, belli bir
vakit tayin edilmeksizin ömrün tamamında farz kılınmıştır. Eğer onun izni ile
hac için telbiye getirip ihrama girerse, artık ona engelolamaz. Onun izni
olmadan ihrama girmişse, bu hususta iki görüş vardır: Birincisi: Ona engel
olmamakla yükümlüdür. Bu görüşü kabul edenlerin bana göre şunu da söylemeleri
gerekir:
Şayet nafile olarak hac
için ihrama girerse, yine ona engelolmamalıdır, çünkü haccedebilecek gücü
bulunanlar arasından hacca başlayan bir kimse artık onu yarıda kesemez ve
tamamlamakla yükümlü olur, kadın, nafile oruca başladığı takdirde yine ona
engel olamaz ve bana göre kendi kanaatine göre aynı şeyi itikaf ve namaz
hakkında da kabul etmelidir.
İkincisi: Kadın, muhsar
kalan (haccetmesine engelolunan) kimse gibi olur.
Bu sebeple bulunduğu
yerde kurbanını keser, saçlarını kısaltır ve ihramdan çıkar. Bu hak da kocasına
ait olur.
[959] Şafii (Allah'ın
rahmeti ona olsun) dedi ki: Bize Said b. Salim ve Müslim b. Halid, İbn
Cüreyc'den, onun Atadan rivayet ettiğine göre o; hac için ihrama giren kadın
hakkında, 'kocası onun haccına engelolabilir ve bu durumda kadın muhsar
konumundadır: demiştir.
Benim daha çok sevdiğim,
kocasının ona mani olmamasıdır. Eğer hac, kocasına da vacip ise, ona -eğer
kendisi görevini ifa etmişse- engel olmaz. Ayrıca hanımını vacip olan haccı eda
etmekte de serbest bırakmak hakkı vardır. Yapacağı hac nafile ise de yüce
Allah'ın izniyle bundan dolayı ona ecir verilir.
BU HUSUSTAKİ GÖRÜŞ
AYRILIKLARI
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Kimi kelam ehli ve onların görüşünü benimseyenler, biraz
sonra anlatacağım manada, bazı kanaatlere sahip bulunmaktadır. Onların iddia
ettiğine göre, haccın gücü yetene farz olması, haccetme imkanını bulduğu
vakitte yerine getirmesi, gerekir. İmkan bulacağı ilk vakitte haccetmemesi
halinde bunu terk edeceğinden günahkar olur ve böyle bir kimse, namaz
kılabilecek gücü varken vaktini geçirip namazı terk eden kimse gibi olur.
Haccedebilecek gücü elde ettikten sonraki ilk seneden itibaren kaza olarak
haccetmesi onun için yeterli olurdu. Tıpkı vaktin geçmesinden sonra namazın
kaza olması gibi. Sonra onlardan birisi bu örneği namaz hakkında şöylece verdi:
Namazın ilk vakti girer
de onu terk ederse, aynı şekilde bir oruç tutmayı adasa yahut da kefaret ya da
kaza olarak oruç tutması gerekirse, bütün bunlar hakkında şöyle der: İmkanı
olduğu zaman onu geciktirecek olursa, bu geciktirmesinden ötürü asi ve
günahkardır.
Sonra kadın ile ilgili
olarak şöyle der: Bu sebepten ötürü babası ve kocası bıraksın, diye mecbur
edilir. Onunla fetva veren kimselerden başkaları da aynı kanaattedir, fakat ben
bu hususta bazı kelam ehlinin kanaati olarak açıkladıklarından başka bir delil
olduğunu bilmiyorum.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun ve Allah ondan razı olsun) dedi ki: Onlardan birkaç kişi bana dedi
ki:
- Biz sana kişinin
haccını imkanı varken geciktirebileceği görüşüne nereden vardığını sormak
istiyoruz. Eğer bu dediğin (geciktirme) caiz olursa, senin kadın hakkında
söylediklerin de caiz olur. Dedim ki:
- Aziz ve celil Allah'ın
Kitabı ile birlikte bir de bağlayıcı delili delil gösteriyorum:
- Peki bu delili zikret
dediler. Dedim ki:
- Evet, hac farizası hicretten
sonra indi. Rasulullah (s.a.v.) da Ebu Bekir'i hac emiri olarak görevlendirdi.
Kendisi ise Teblik'ten dönüşünden sonra Medine'de kalıp hacca gitmedi, ne
savaştaydı ne de bir meşguliyeti vardı. Haccedebilme gücüne sahip Müslümanların
çoğu da Rasulullah (s.a.v.)'ın zevceleri de o hacca gitmedi. Eğer bu sizin
dediğiniz gibi olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) kendisine farz olan bir görevi
yapmaktan geri kalmazdı, çünkü o, haccın farz kılınışından sonra ancak Veda
haccı denilen İslam'ın emrettiği şekildeki haccın eda edilişinde haccetmişti.
Ayrıca aziz ve celil Allanın farz kıldığı bir işten gücü yetmekle birlikte geri
kalan herhangi bir Müslümanı da çağırmadı. Beraberlerinde ise haccın farz
kılınışından sonra haccedebilecek güce sahip oldukları halde, haccetmemiş
binlerce kişi de vardı.
[960] Cebrail de Nebi
(s.a.v.)'a iki ayrı vakitte namaz kıldırmış ve: "İşte bu ikisi arası
(namaz için) bir vakittir" demişti.
[961] Nebi (s.a.v.) da
yatsı namazını çocuklar ve kadınların uyuduğu bir vakte kadar geciktirmişti.
Eğer durum sizin dediğiniz gibi olsaydı (batıdaki kırmızı) şafak kaybolunca onu
kılmalı idi.
[962] Aişe (r.anha) dedi
ki: Bazen Ramazan ayından oruç borcum olurdu da Şaban gelinceye kadar onu kaza
edecek gücü bulamıyordum.
[963] Nebi (s.a.v.)'tan
da şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bir kadının kocası hazır
bulunuyorken onun izni olmaksızın bir gün dahi (nafile oruç tutması) ona helal
değildir.''
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Onlardan biri bana dedi ki: - Bana haccın vaktini anlat.
Dedim ki:
- Hac, vacip olduğu
kimselere vacip oluşundan itibaren ölene yahut onu eda edeceği zamana kadar
devam eder. Öldü mü artık vaktinin geçmiş olduğunu bilmiş oluruz.
Dedi ki:
- Peki, bunun delili
nedir? Dedim ki:
- Açıkladığım şekilde
Nebi (s.a.v.)'ın zevcelerinin ve onunla beraber olanların
birçoğunun
haccetmelerine imkan varken haccı tehir etmiş olmalarıdır. Dedi ki:
- Peki, o halde hac ne
zaman vaktinden sonraya geçirilmiş olur? Dedim ki:
- Haccı eda etmeden önce
ölür yahut artık oldukça yaşlandığından ötürü onu eda edemeyecek bir hale
gelince. Dedi ki:
- Peki, onun yerine
kazası (başkası tarafından) yapılabilir mi?
- Evet, dedim. Dedi ki:
- Peki, siz bunun bir
örneğini bulabilir misiniz? Ben,
- Evet dedim. Kişinin
oruç borcu varsa, Ramazan ayı dışında bütün vakitlerde (tutabilir). Eğer onu
imkanı varken eda etmeden ölürse, onun kefareti ödenir, çünkü onu eda etme
imkanı varken onu terk etmişti. Eğer imkan bulamadan ölürse, onun adına
kefarette bulunulmaz, çünkü onu vaktinde yetiştirebilme imkanını bulamamıştı.
Dedi ki:
- Peki ya namaz hakkında
ne dersin? Ben:
- O da, bir anlamda buna
uygundur, bir başka bakımdan bundan farklıdır.
Dedi ki:
- Bu hususta uygun
düştüğü husus neresidir? Dedim ki:
- Namazın biri ilk, biri
son olmak üzere iki vakti vardır. Eğer ilk vaktinden sonraya bırakırsa, son
vakti çıkmadığı sürece kusurlu hareket etmiş olmaz. Şayet namaz kılmadan vakit
çıkarsa, imkanı olduğu halde o vakitte kılmayı terk etmiş olması sebebiyle,
günahkar olur. Ama kimse kimsenin yerine namaz kılamaz. Dedi ki:
- Peki, nasıl aralarında
fark gördün? Dedim ki:
- (ilk önce)Allah sonra
da Rasulü, aralarında fark olduğunu göstermiştir.
Nitekim ay hali kadın,
orucun kazasını yaptığı halde namazın kazasını yapmaz, namaz kılmaz, haccetmez fakat
cima ile namazını ifsat eden bir kimse namazını iade eder ve bunların
hiçbirisinde kefaret gerekınez, ama cima yoluyla orucunu ifsat eden bir kimse,
hem kefarette bulunur, hem orucunu iade eder. Haccını da cima ile ifsat eden
bir kimse, oruç kefaretinden farklı bir kefarette bulunur ve haccı nı iade
eder. Dedi ki:
- Evet, aralarındaki
farkı gördüm, daha saymana gerek yok. Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) dedi
ki: Birisi dese ki:
- Kadın, hac için ihrama
girip velisi ona engelolursa -eğer kadının buna hakkı yoksa- neden onun
üzerinde haccetmek yükümlülüğü de kan -kurban kesmek - yükümlülüğü de yoktur,
demiyorsun da bunun köle hakkında söz konusu olacağını söylüyorsun? Derim ki:
- Benim söylediğim,
ihrama girdiği vakitte, hiçbir durumda ihramlı olması caiz olmayan bir kimse
için hac yükümlülüğü de yoktur, kurban kesme yükümlülüğü de yoktur. ihram bu
ikisi için çeşitli hallerle yahut da kendilerinin ihrama girdikleri vakit ile
kendilerine yasak olmadığı bir halde caizdir. Onlara bunun yasak oluşu, bazı
insanların onları engelleyebilme hakları olması sebebiyledir. Eğer her ikisinin
de böyle bir engeli bulunmazsa bu ikisinin ihrama girişleri de sahih olur. Dese
ki:
- Sen nasıloldu da
bulundukları yerde bir kan akıtsınlar dedin? Derim ki:
- Nebi (s.a.v.), ihsara
/ engellemeye maruz kaldığı esnada Haremin dışındaki
Hudeybiye'de kurban
kesti. Dese ki:
- Peki, bu da muhsara
(engellenmiş olana) benzer mi? Şöyle denilir:
- Buna muhsardan daha
çok kıyas edilmeyi hak eden bir şeyolduğunu zannetmiyorum. Bununla birlikte
bazı hallerinde muhsardan da daha ileri bir mana taşır, çünkü muhsar,
alıkonulandan bir korku sebebiyle insanlar tarafından çıkartılan bir mani (ile
karşı karşıya) dır. Bu sebeple ona ihramdan çıkış imkanı verilmiştir.
Engelleyici olan insan, bu engellemesi ile haksızlık yapan birisi olsa dahi. O
halde bu durumdaki kadın ve kölenin insanlardan haksızlık yapmayan bir
engelleyicileri varsa, ikisinin de insanların bazılarının engeloluşunda hatta
ondan daha ilerisinde onları alıkoyan insanın, onları alıkoyma hakkına sahip
olması itibari ile ortak bir vasfa sahiptirler.
Şafii, (Allah ondan razı
olsun) efendisinin izni olmadan hac için telbiye getirip ihrama giren köle
hakkında dedi ki: Efendisinin ona engelolma hakkı bulunmakla birlikte, onu
bırakmasını daha çok severim. Ona mani olursa, bu durumda köle de muhsar gibi
olur ve onun hakkında ancak şu iki görüş caizdir -elbette Allah en iyi
bilendir-.
Birincisi: Onun bir
kandan (kurban kesmekten) başka bir yükümlülüğü yoktur. Başka bir şey de onun
için yeterli değildir. Buna göre, eğer kan (kurban) bulamayan bir köle ise,
ihramdan çıkar ve ne zaman kölelikten kurtulup varlık sahibi olursa, kurbanını
keser. Köle hakkında bu görüşü söyleyen kimse, bunu düşman sebebi ile
alıkonulan ve hiçbir şey bulamayan muhsar hür hakkında da söyler. Bu kişi tıraş
olup ihramdan çıkar ve ne zaman bolluğa erişirse o kanı eda eder (kurbanını
keser).
İkincisi: Koyuna dirhem
türünden değer biçilir. Dirhemler de yiyecek olarak değerlendirilir. Eğer
yiyecek (buğday) bulursa, onu tasadduk eder, aksi takdirde her bir müdd için
bir gün oruç tutar. Köle ise her durumda bunu bulamayacağına göre oruç tutar.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Bu kanaati benimseyen bunu temettü haccında, kurban kesmesi
gereken kimseye kıyaslamıştır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim
hac zamanına kadar umreden faydalanmak isterse, kurbandan kolayına geleni
kessin fakat kim bulamazsa hac günlerinde üç, döndüğünüz zaman da yedi gün
olmak üzere tam on gün oruç tutsun?' (Bakara, 196) O halde hediyelik kurban
bulamazsa ve oruç da tutmazsa, bu durum onun umresinin ve haccının ihramından
çıkmasına engel olmaz. Bundan sonra o, ya kurban kesmek ya da yemek yedirmekle
yükümlüdür. Bu sebeple şöyle denir: Muhsar bir kimsenin keseceği bir kan ile
ihramdan çıkmak hakkı bulunur, kesecek kurban bulamazsa bulacağı zaman keser
yahut da o kurbanın bir bedeli varsa, onun bedeli ne ise onu öder, ama
kurbanlık sebebiyle ihramdan çıkmakla emrolunduğu vakitte ihramdan çıkmayıp
ihramlı olarak alıkonulmaz.
Yahut da o, bunu bir
başka açıdan ihramlı iken av hayvanını avlamanın yerine getirmekle yükümlü
olduğu cezasına kıyaslamıştır, çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Sizden iki adil kimsenin hükmüyle öldürdüğü hayvanın benzeri Kabe'ye
ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir yahut düşkünlere yemek yedirmek
şeklinde bir kefarettir ya da bunun dengi oruç tutmaktır?' (Maide, 95) Bu kişi
der ki:
- Aziz ve celil Allah,
bu yerde hediyelik kurbanı söz konusu ederek onun bedelini başka bir şey tespit
ettiğine ve kefaretler de bedeller ortaya koyduğuna göre, sonra da muhsar
hakkında kurban kesmeyi söz konusu edip daha başka bir şeyi zikretmemiştir. O
halde aziz ve celil Allah'ın şartı onun dışında yerine getirilmesi gerekenler
hakkında bedellerini ortaya koymaktır. Alim bir kimsenin ise, kurbanlıklar
hakkında yerine getirilmesi gerekenlere dair açıklayıcı olarak indirdiğini
mücmel olarak indirdiklerine delil kabul etmekten ve böylelikle mücmel hakkında
müfesserin (te'vil ve tahsis ihtimali taşımayacak derecede açık biçimde delalet
eden lafzı ifade eden) hükmü ile hükmetmekten başka bir şey yapması mümkün
değildir. Nitekim biz, bir kimsenin birisini öldürmesi halinde kefaret olarak
mümin bir köleyi azat etmesi ile ilgili söylediğimizin aynısını zihar hakkında
da -orada mümin olması söz konusu edilmese dahi- aynı nitelikteki kölenin azad
edileceğini söyledik. Yine şahider hakkında da böyle söyledik. Onların adaletli
olmaları söz konusu edilip bir başka yerde de söz konusu edildikleri halde
onlarda adalet şartı koşulmamıştır, ama onlar, aziz ve celil Allanın şart
koştuğu şekilde her bir yerde adaletli olmalıdırlar. Köle hakkında da bu şartı
koştuğu yerde kabul ettik. Böylelikle bizler -Allah elbette en iyi bilen dir-
şu delili göstermiş olduk: Mücmelin (kapalı lafzın) hükmü eğer aynı mana
hakkında ise, müfesserin hükmü ile aynıdır. Bedel ise -ki yüce Allanın hükmünde
bir yerde söz konusu edilebilir- bir fazlalık değildir. Bu kimsenin: Bunun
hakkında bu açık (anlaşılır bir husus) değildir. Bu ihsar sebebiyle kesilmesi
gereken kurban hakkında apaçık olmakla birlikte mü emel haliyle açık değildir,
demesi gerekmez -yüce Allah en iyi bilendir-.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dönüş hakkı olan bir kocadan iddet bekleyen kadın hakkında da şöyle
demiştir: Kadın hac için ihrama girer ama kocası ona ric'atldönüş yaparsa onu
alıkoyabilir. Ona ric'at yapmazsa iddeti bitinceye kadar ona mani olur. İddet
bittikten sonra artık kadın kendi işi hakkında söz sahibidir ve haccını
tamamlamak hakkı olur. İşte kendi hakkında karar vermek yetkisine sahip olan
dul kadın da aynı şekilde ihrama girer, onun velisinin onu alıkoymasına da
engelolunursa velisine: İstersen sen de onunla birlikte çık, aksi takdirde biz
onu güvenilir kadınlarla birlikte göndeririz, denilir.
Şayet kadın, güvenilir
kadınlar bulamazsa, beraberinde bir kadın bulunmaksızın bir erkekle halvette
bulunacağı bir yolculuğa çıkamaz. Birisi dese ki:
- Kadın iddetli iken
ihrama girerse, onun ihramının batıl olduğunu nasıl söylemezsin? Derim ki:
- Herhangi bir durumda
eğer hacca yol bulabiliyorsa, ben onun oraya gidebilmeye yol bulamayacağını
bilmedikçe onu iptal etmekte acele etmem. Şayet vefattan dolayı iddet beklerken
yahut da artık iddeti bitip talakı açıklık kazanmış iken ihrama girerse, o
ihrama girişi onun için bağlayıcı olur ve iddetini tamamlayıncaya kadar
çıkmasına engel teşkil eder. İddeti bittiği takdirde yola çıkar. Eğer hacca
yetişirse (mesele yok) aksi takdirde umre yaparak ihramdan çıkar. Birisi dese
ki:
- Böyle bir kadını
engeli sebebiyle neden muhsar bir kadın olarak değerlendirmedin ? Ona derim ki:
- Onun bu engeli belli
bir süreye kadardır. O, bu süreyi tamamlayacak olursa, bu engelona engelolamaz.
Onun geçecek birkaç günü tamamlaması başka bir hususa yönlendirmek için bir
engel değildir ve bu hususta ona izin vermediği sürece, çıkması da caiz
değildir. Bu süreyi tamamladığı takdirde başkasının onun bu işi yapmasını
engellemesine imkan verecek bir hakkı olmaz.
Efendi, kölesini
alıkoyacak olursa, onu serbest bırakmakla yükümlü değildir. Eğer: Ama ona hürriyeti
verilebilir denilirse, şöyle denilir. Hürriyetini kazanması başkasının onun
lehine meydana getireceği bir iştir. Bunu yapmayabilir de. Köle, iddet bekleyen
kadına -onu engellemek hakkına sahip olan kimsenin ona engel olması bakımından-
benzer değildir. Bu sebeple bir köle, hac için ihrama girmekle birlikte
efendisi ona engel olursa, ihramdan çıkar. İhramdan çıktıktan sonra hürriyetini
kazanırsa, onun farz olan İslam haccını yapmanın dışında bir hac yükümlülüğü
olmaz. Şayet ihramdan çıkmadan önce hürriyetini kazanırsa, ihramına devam eder.
Tıpkı bir kimsenin bir düşman tarafından muhsar olması halinde ihramdan çıkma
hakkının bulunduğu gibi. Muhsar, düşmandan emin oluncaya kadar ihramdan
çıkmazsa, artık ihramdan çıkma hakkı olmaz ve ihramını sürdürmekle yükümlü
olur.
Kendi kararını verme
hakkına sahip bir kadın, hac için ihrama girdikten sonra, nikahlansa bu
kocasının onun haccetmesini engelleme hakkı yoktur, çünkü kadın, kocanın onu
engelleme hakkını elde etmeden önce haccetmekle yükümlü olmuştur. Haccını
sürdürürken kocasından nafaka hakkı olmadığı gibi, hac sırasındaki ihramında da
böyle bir hakkı yoktur. Çünkü bu durumda kadın, kocasının izni olmaksızın
kendisine yaklaşmasına engel olmaktadır. Haccı esnasında onunla beraber olup
olmaması arasında fark etmez. Bununla birlikte ihramlı kadının da ihramlı
erkeğin de nikahı caiz değildir.
Er-Rebi' dedi ki: Bu
meselede bir yanlışlık vardır, çünkü Şafii (Allah'ın rahmeti ona olsun) şöyle
der: İhramlı kadının da ihramlı erkeğin de nikahı caiz değildir. Kadın hac için
ihrama girip sonra nikahlanacak olursa, bu nikahı batıl olur ve onun kendisini
engelleyecek kocası da olmaz, haccına devam eder. Ona nafaka vermekle yükümlü
kocası da olmaz, çünkü bunun zevcelerle alakalı hükümlerle bir ilgisi yoktur.
Muhtemelen Şafii, (Allah'ın rahmeti ona olsun) bu görüşü ihramlı kimsenin
nikahlamasını caiz kabul edenlerin görüşleri arasında nakletmiştir. Onun:
İhramlı erkeğin de kadının da nikahı caiz değildir, sözüne gelince bu onun
''eş-Şiğar'' denilen (Türkçedeki bedel ve berdel nikahı) kitabındaki görüşüdür.
Şafii (Allah'ın rahmeti
ona olsun) dedi ki: Buluğa ermiş sefih bir kızın mahremi karşılıksız onunla
gider ve kızın bir malı, kendisi ile hac yapacak bir mahremi varsa yahut da
Müslüman hanımlarla birlikte çıkarsa, velisi o kıza (hac etmeyi) istediği
takdirde malından hac yapabileceği kadarını verir.
Sonraki için tıkla:
HACCETMENİN GEREKTİĞİ
VE GEREKMEDİĞİ SÜRE