Re'y ve Kelamcıların
Tefsirlerinden Örnekler
EBU MUHAMMED: Kur'an'ı en acaib bir şekilde tefsir ettiler.
Maksadları da mezheblerini desteklemek te'villeri kendi fırkalarına
hamlettnektir.
Onlardan bir fırka,"Onun kürsüsü, gökleri ve yeri
kaplamıştır. (Bakara 255) ayeti hakkında yani "ilmi" kaplamıştır.
demiş ve iddialarını isbat için duyulmamış bir delil getirmiştir ki o da şairin
şu sözüdür: "Vela Yukersiu ilmallahi mahluku"
Sanki bu şiirin manası onlara göre "İnsan Allah'ın ilmini
bilemez" demektir.
el-Kursiyyu, hemzesizdir.Yukersiu fiili ise hemzelidir.
Onlar Allah'ın kürsüsü veya seriri olduğunu söylemekten ürkerek,
Arş'in serir veya kürsüden başka birşey olduğunu söylemişlerdir. Halbuki
araplar arş denilince ancak seriri (taht'ı),yüksek çatıları ve kuyuların yerden
yükselen kısımlarını anlarlar. Nitekim Allah: ''Ebeveynini arş üzerine
çıkardı." (Yusuf: 100) buyurmaktadır ki. taht üzerine çıkardı demektir.
Umeyye b. Ebi's-Salt da (serir taht ile ilgili olarak) şöyle
demektedir: Allahı yüceltiniz, O yüceltilmeye layıktır.
Rabbimiz gökte yüce oldu,
İnsanları aşan en büyük binada.
Ve göğün üzerine bir serir (taht) kurdu.
(Bu taht öyle uzundur ki göz ona yetişemez.
O tahtın altında sen melekleri boyun eğmiş olarak görürsün.
Onlardan diğer bir fırka "Kadın gerçekten ona niyetlenmiş ve
o da kadına niyetlenmişti." (Yusuf 24) ayetinde, kadının fuhşa niyet
ettiğini, onun (Yusuf un) da kadından kaçmağa veya ona vurmağa niyet ettiğini
söylemiştir. Nitekim Allah "Eğer Yûsuf, Rabbinin burhanını (ilahî ihtarı)
gönnemiş olsaydı, olacak olan olurdu." (Yusuf 24) buyurmuştur. Demek ki
Yusuf kaçmak veya kadına vurmak istemiş ve Rabbinin burhanını gördüğü vakit
kadının yanında kalmıştı." demişlerdir.
Senin, iki niyetin farklı olduğunu ve sen birine ihanet etmeği
kasdederken, o kimsenin sana ikrama niyet edebileceğini kasdederek "fulana
niyetlendim. o da niyetlendi" demen caiz değildir. Bu söz ancak iki niyyet
aynı olduğu zaman caiz olur.
Diğer bir firka "Adem, Rabbine asi oldu da (yolunu)
şaşırdı." (Ta,ha 121) ayetinde Adem'in ağacın meyvesinden yediği için
hastalığa mübtela olduğunu söylemiştir. Bu kimseler sütleri kesilen deve
yavrusu, midesi bozulacak kadar süt içtiği zaman Arab'ın "ğaviye'l-fasilu,
yağva, gavan" demesindeki manayı kasdettiler. Halbuki ayetteki (şaştı
manasına gelen) ğava,"ğavayağvi, ğayyen"fiilidir. Onların dediği ise
midesi bozulmak manasına gelen "ğaviye-yağva-ğavan"fiilidir.
Bir başka fırka da Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu Cehennem
için yarattık) (A'raf 179) yani onları
cehenneme attık, ayetindeki zatına insanların (onu savurdu) sözündeki fiille
aynı olduğunu kabul etmişlerdir. ..... fiilinin, .... fiilinden olması mümkün
"Zi'n-Nûn'u hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisine
hiçbir zaman güç yetiremiyeceğimizi sanmıştı." (Enbiya 87) ayeti hakkında
da Zi'n-Nûn'un ''Allah'ın Peygamberlere verdiği ismet sıfatı dolayısıyla"
Rabbine kızmış olduğunu söylemekten ürkerek onun, kavmine öfkelenerek çıkıp
gittiğini söylemişlerdir.
Böyle demekle onlar kavmi iman ettiği zaman Zi'n-Nun'un
öfkelenerek çıktığını söylemiş olmakta ve (ayete) verilmesini çirkin buldukları
manaya benzer bir mana vermiş olmaktadırlar. Çünkü kavmi iman ettiği zaman,
Allah'ın bir Peygamberinin onlara öfkelenmesi nasıl caiz olabilir? Halbuki o.
zaten kavminin iman etmesi için gönderilmiş ve bununla emrolunmuştur. Eğer bir
Peygamber yüzbin veya daha fazla sayıda insanın iman etmesine öfkelenecek
olursa, bu takdirde onunla bir Allah düşmanı arasında ne fark kalır?
Binaenaleyh o, ne kavmine ne de Rabbine öfkelenerek çıkıp gitmemiştir. Bu husus
benim te'lifim olan "Muşkilu'l-Kur'an" adlı kitabımda açıklanmıştır.
Maksadım bu kitapta bu gibi hataları anlatmak değildir. Benim
gayem, (Kelamcıların ve re'y ehlinin) Allah'ın kitabını keyiflerine göre
manalandırmak ve kendi fırkalarını destekleyecek şekilde tevilde bulunmak
suretiyle, Allah'a karşı gösterdikleri cüretkarlıklarını ve cahilliklerini
ortaya koymaktır.
Keza"AlIah İbrahim'i (a.s.) halîl (dost) edinmiştir."
(Nisa 25) ayetinde dost manasına gelen "Halil'i "rahmetine
muhtaç" manasına aldılar. Allah'a insanlardan birini halîl (dost) kılmış
olmaktan korkarak halil'in, fakirlik manasına gelen "el-halle-tu'"dan
geldiğini söylediler ve sözlerine delil olarak da Zuheyr'in şu beytini ileri
sürdüler:....
"Eğer ona isteme günü bir halil (fakir) gelirse. Der ki:
Malım ne ğaibdir ne de memnu (yasak)"
Şimdi, (mesele onların dediği gibi olursa, bu takdirde îbrahîm
(A.S.) için bu ayette ne gibi bir fazilet mevzu bahs olabilir?
Onlar bütün insanların Allah'a muhtaç olduğunu bilmiyorlar mı?
İbrahim'e "halîlullah" denmesi,, "Musa kelîmullah'tır" veya
"îsa rûhullahtır" demekten farksız değiîmidir?
"Bir de Yahudiler: ''Allah'ın eli bağlıdır (cömerd değildir)
dediler."(Maide 64) ayetindeki "el'' arapların "...bende fulanın
eli (yani nimeti ve iyiliği) vardır. "dediği gibi,burada da nimet
manasınadır, dediler. Bu ayetteki "el" in nimet manasına olması
mümkün değildir, çünkü Allah (ayetin devamında), onların dediklerinin aksine cevab
olarak "onların (Yahudilerin) elleri bağlıdır, buyurmuş ve sonra da
"Doğrusu Allah'ın elleri açıktır."demişür. (Bu son iki ayette)
Allah'ın "..onların nimetleri bağlıdır. Doğrusu Allah'ın iki nimeti de
açıktır." gibi bir mana kasdetmiş olması caiz değildir. Çünkü nimetler
bağlanmaz (cimrileşmez). Zira bilinen bir husustur ki iyilikten kinaye olarak
"el" kullanılır, fakat "iki el" kullanılmaz. Ancak
birbirinden farklı iki iyilik kasdolunursa o takdirde "benim onda iki
el'im (=iyiliğim) vardir" denilebilir.
Allah'ın nimetleri ise sayılamayacak kadar çoktur.
BİR SONRAKİ İÇİN TIKLA:
RAFIZİLERİN
TEFSİRLERİNDEN ÖRNEKLER