MUĞNİ’L-MUHTAC

CUMA NAMAZI / SIHHAT ŞARTLARI

 

E. İKİ HUTBE

 

A. CUMANIN İKİ HUTBESİNİN HÜKMÜ

B. CUMA NAMAZININ İKİ HUTBESİNİN RÜKÜNLERİ

C. CUMA NAMAZININ İKİ HUTBESİNİN ŞARTLARI

D. CUMANIN HUTBESİNİN MÜSTEHAPLARI

 

A. CUMANIN İKİ HUTBESİNİN HÜKMÜ

 

[Cumanın sıhhat şartlarının] beşincisi [imamın] Cuma namazından önce iki hutbe vermesidir.

 

Cuma namazının sahih olmasının beşinci şartı, imamın Cuma namazından önce iki hutbe vermesidir.

 

[*] - Çünkü Buhari ve Müslim' de, İbn Ömer' den şu hadis nakledilmiştir: Resulullah (s.a.v.) Cuma günü, iki hutbe verir ve aralarında da otururdu. (Buhari, Cuma, 920; Müs!im, Cuma, 1991)

 

Bu iki hutbenin Cuma namazından önce olması gerekir. Bu konuda icma vardır. (İcma)

Bu konuda bazıları bu icmaya aykırı davranmıştır.

 

Ayrıca Nebi (s.a.v.) "beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de öyle namaz kılın" buyurmuştur. Nebi (s.a.v.) tüm Cuma namazlarını bu iki hutbeden sonra kılmıştır.

 

Nevevi el-Mecmu'da şöyle demiştir: Nebi (s.a.v.)'in iki hutbeden sonra Cuma namazını kıldığı sahih olarak rivayetlerde aktarılmıştır.

 

Bayram namazları ise Cuma'dan farklıdır; çünkü bayram namazının iki hutbesi, Nebi (s.a.v.)'in uygulaması sebebiyle namazdan sonra okunur.

 

Ayrıca Cuma namazı yalnızca cemaatle kılınan bir namaz olduğundan sonradan gelenler yetişebilsin diye namaz sonraya bırakılmıştır. Diğer yandan Cuma namazının hutbesi namazın şartlarındandır. Şart, şart koşulduğu şeyden [meşruttan] önce gelir.

 

 

B. CUMA NAMAZININ İKİ HUTBESİNİN RÜKÜNLERİ

 

1-2. Allah'a hamd etmek ve Nebi (s.a.v.)'e salavat okumak

 

Cuma namazının rükünleri beştir:

 

[Birincisi] Allah'a hamd etmek ve [ikincisi] Resulullah (s.a.v.)'a salavat okumaktır. Bu ikisinin lafızlan [hamd ve salavatın nasılokunacağı] belirlidir. [Yani hamd ederken hamd lafzını, salavat getirirken salat lafzını söylemek zorunludur].

 

Hutbenin rükünlerinin birincisi Allah'a hamd etmektir Bunun sebebi Müslim'de yer alan hadistir.(Muslim Cuma, 2003)

 

Hutbenin rükünlerinin ikincisi ise Resulullah (s.a.v.)'a salavat okumaktır.

 

Çünkü hutbe; Allah'ı zikretmeyi gerektiren bir ibadettir. Allah'ı zikretmek gerekli olunca tıpkı ezan ve kamette olduğu gibi Resulullah (s.a.v.)'ı zikretmek de gerekli olmuştur.

 

Kamuli şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)'a salavat okumanın farz kabul edilmesi şu açıdan problemlidir; Nebi (s.a.v.)'den rivayet edilen hutbelerde kendisine salavat okuduğu belirtilmemiştir. Salavat okuma önceki alimlerin ve onlardan sonra gelenlerin yaptığı bir uygulamadır. Bu kadar kişinin sünnet olan bir şey üzerinde bu şekilde ittifak etmeleri uzak bir ihtimaldir. İmam Şafii (r.a.), hutbede Nebi (s.a.v.)'e salavat okumayı farz gören tek kişidir.

 

İmam Şafii (r.a.)'nin görüşünü, yukarıda zikredilen kıyas [yani hutbenin ezan ve kamete kıyas edilmesi] desteklemektedir.

 

[*] - Ayrıca Beyhaki'nin Delailü'n-nübüvve adlı eserinde Ebu Hureyre aracılığıyla Nebi (s.a.v.)'den şu hadis nakledilmiştir: Allah şöyle buyurmuştur: Senin benim kulum ve Resulüm olduğuna şahitlik etmedikleri sürece ümmetinin hutbelerinin geçersiz olmasına hükmettim. (Beyhaki, Delailü'n-nübüvve. )

 

Hamd ve salavat sözcüklerini söylemek zorunludur. Bu konuda rivayetlere uyulur. Ayrıca Nebi (s.a.v.) döneminden günümüze değin hamd ve salavat o rivayetlerde yer aldığı şekilde yapılmaktadır, bu yüzden hutbede [Elhamdülillah, yani "Allah'a hamd ederim ifadesi yerine] eş-Şükrü lillah [şükür Allah'adır}, es-Senau lillah [sena Allah'adır}, la ilahe illallah [Allah'tan başka ilah yoktur}, el-Azametü lillah [Azam et Allah'ındır}, el-Celalü lilllah [Ululuk Allah 'ındır}, el-Medhu lillah [medih Allah 'adır} gibi ifadelerin söylenmesi yeterli değildir.

 

Hamd'in mutlaka "el-Hamdü lillah" şeklinde yapılması zorunlu değildir. [Aynı kökten gelmek şartıyla] Ahmedullahe, Lillahi'l-hamd, Allahu Ahmedu gibi ifadelerle de ham d edilebilir. Bu, et-Ta'lika adlı eserin yazarının el-Havi fi şerhi'I-Lübab adlı kitabın yazarına tabi olarak naklettiği görüştür. Cili ene hamidün lillah [Ben Allah'a ham d ediyorum] ifadesinin yeterli olduğunu açık olarak ifade etmiştir. İtimad edilecek olan görüş de budur. Ezrai ise bu konuda görüş belirtmekten kaçınarak şöyle demiştir: "eş-Şerhu'l-kebir ve eş-Şerhu's-sağİr adlı eserlerde yer alan ifadelerden anlaşıldığına göre el-Hamdü lillah ifadesini söylemek zorunludur."

 

Hamd ederken "Allah" sözcüğünü söylemek zorunludur. Buna göre el-Hamdü li'r-Rahman, el-Hamdü li'r-Rahim demek -Rafiı'nin Gazall'nin ifadesinden çıkardığı ve naklettiği üzere- yeterli değildir. Rafii "ben bu görüşü [kitaplarda] yazılı olarak [başka bir alimde] görmedim, ancak tekbir sözcüğünde olduğu gibi burada da bunu kabul etmek uzak bir görüş değildir" demiştir. EI-Mecmu'da bu tek görüş olarak nakledilmiştir.

 

Salavat okurken Allahümme salli ala Muhammed ifadesini söylemek zorunlu değildir. Usalli (veya Nusalli) ala Muhammed (veya Ahmed / er-ResuI / en-Nebi / el-Mahi / el-Akib / el-Haşir / en-Naşir / en-Nezir) gibi ifadelerle de salavat yapılabilir. Rahimallahu Muhammeden [Allah muhammed'e rahmet etsin], Sallallahu aleyhi ve sallallahu ala Cibril

[Allah ona ve Cibril'e salat etsin] vb. ifadeler yeterli değildir.

 

Not:  Nevevi'nin "hamd ve salavatın lafızları belirlidir" ifadesi ile kastettiği, benim Şarih Celaleddin el-Mahalli'ye tabi olarak yukarıda şerhettiğim gibi ise ve bununla "Allah" ve "Resulullah" lafızlarının belirlenmediği kastediliyorsa bu görüş "Allah" sözcüğünü söylemenin de zorunlu olduğu belirtilerek reddedilmiştir.

 

Şayet bununla yukarıda geçtiği şekilde hamd ve salavatın bütününü kastediyorsa "resulullah" sözcüğünü söylemenin gerekli olmadığı söylenerek görüş reddedilmiştir.

 

"Yalnızca zamir söylemek [yani Allahümme salli ald resulik demek] yeterli değildir" şeklinde aktardığım görüş sonraki alimlerin fetvası olup itimad edilecek görüştür. Bu, teşehhüde kıyas edilerek söylenmiştir. Hocamız Zekeriya el-Ensari er-Ravd'ın şerhinde bunu tek görüş olarak belirtmiştir.

 

3. Allah'tan korkmayı tavsiye etmek

 

[Hutbenin üçüncü rüknü] Allah'tan korkmayı [takvayı] tavsiye etmektir. Doğru olan görüşe göre bu sözcüğü [takva kelimesini veya vasiyet kelimesini] kullanmak zorunlu değildir.

 

[Yukarıda geçen iki rükne bu rüknü de dahil ettiğimizde] bu üçü iki hutbedede rükündür.

Hutbenin üçüncü rüknü "Allah'tan korkmayı [takvayı] tavsiye etmek"tir. Bunun delili Müslim'in rivayet ettiği hadistir.(Müslim, Mukaddime, 2002)

 

Ayrıca hutbenin amacı va az vermek ve [Allah'a karşı gelmekten] sakındırmaktır.

Allah'tan korkmayı tavsiye ederken "takva" sözcüğünü kullanmak [gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş vardır]

 

[Birinci görüş]

 

Doğru olan görüşe göre bu zorunlu değildir. Çünkü hutbenin amacı vaaz vermek ve insanları Allah'a itaat etmeye yönlendirmektir. Bu sebeple ''Allah'a itaat edin ve onu sürekli hatırınızda tutun / gözetin" vb. şekilde uzun olsun kısa olsun öğüt içeren şeyler yeterlidir.

 

Dünyaya ve onun süsüne / cazibesine aldanmaktan sakındırmak yeterli değildir; çünkü yeniden dirilişi inkar eden birisi de bunu bir başkasına tavsiye edebilir. Bu yüzden hutbede insanları Allah'a itaat etmeye yönlendirip, O'na karşı gelmekten sakındıracak şeylerden bahsetmek zorunludur. İtaate yönlendirmek zaten günahtan sakındırmayı gerektirmektedir.

 

[İkinci görüş]

 

Diğer bir görüşe göre "hamd" ve "salat" sözcüklerini kullanmak zorunlu olduğu gibi, bunlara kıyasla "takva" sözcüğünü kullanmak da zorunludur.(Kıyas)

 

Not:  Nevevi "bu sözcüğü kullanmak zorunlu değildir" ifadesiyle iki şeyi kastetmiş olabilir:

1) Bununla kastettiği "tavsiye" kelimesi olabilir -er-Ravda'nın ifadesi de bu şekildedir- ki bu durumda "takva" sözcüğünün kullanılması şart olur. Bu[nu kastetmiş olması], vasiyet sözcüğüne daha yakındır.

 

2) Bununla "takva sözcüğünü de vasiyet sözcüğünü de söyle-

mek zorunlu değildir" demeyi de kastetmiş olabilir.

 

Ben, Şarih Celaleddin el-Mahalli'ye tabi olarak Nevevl'nin sözünü bu şekilde açıkladım.

 

İsnevi ilk ihtimali tek görüş olarak nakletmiş ve Nevevi'nin sözünü de bu şekilde açıklamıştır.

 

Sonrakilerden biri şöyle demiştir: er-Ravda'daki ifade ile görüş ayrılığının "vasiyet" sözcüğü üzerinde olduğunu anlatmayı kastetmiş olabilir. Takva sözcüğünün kullanılmasında kesin olarak zorunluluk yoktur.

 

Rafii ve Nevevi'nin İmam Cüveyni'den nakledip onayladıkları "Allah'a itaat edin, demek yeterlidir" şeklindeki görüş de bunu desteklemektedir.

 

[Yukarıda geçen iki rükne bu rüknü de dahil ettiğimizde] bu üçü iki hutbedede rükündür.

 

Bu üç rükün [yani hamd okumak, salavat getirmek ve takvayı tavsiye etmek] her iki hutbede de rükündür. Bunun delili önceki ve sonraki alimlerin uygulamalarıdır.

 

Ayrıca her bir hutbe diğerinden ayrı [müstakil bir hutbedir].

 

4. Bir ayet okumak

 

[Hutbenin] dördüncü rüknü iki hutbeden birinde bir ayet okumaktır.

 

[Zayıf] bir görüşe göre birinci hutbede ayet okumak rükündür. [Zayıf] bir başka görüşe göre her iki hutbede bir ayet okumak rükündür.

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre ayet okumak farz değildir.

 

Hutbenin dördüncü rüknü bir ayet okumaktır. Bunun delili Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği hadistir.(Müslim, Cuma, 1992; Ebu Davud, Salat, 1094; Nesai, Cuma, 1419; İbn Mace, İkametü's-salat, 1106)

 

Bu ayet bir vaad, korkutma, hüküm veya kıssa ile ilgili olabilir.

 

İmam [Cüveynı] şöyle demiştir: Uzun bir ayetin bir kısmı ile yetinilebileceğini kabul etmek uzak bir görüş değildir.

 

Hocam Remli'nin de dediği gibi bu görüşün esas alınması gerekir. Oysa el-Mecmu'da Nevevi şöyle demiştir: "Meşhur görüşe göre, ayet okumanın şart olduğu konusunda tek bir görüş vardır".

 

Buveyti'nin "imam Kur'an'dan bir şeyokur" şeklindeki ifadesi de önceki görüşü desteklemektedir. (.....) gibi ifadeler bir ayet bile olsa bunları okumanın yeterli olmadığında şüphe yoktur; çünkü sadece bunlar okunduğunda herhangi bir anlam anlaşılmaz. El-Mecmu'da "bu konuda görüş ayrılığı yoktur" denilmiştir.

 

[Ayet hutbenin neresinde okunmalıdır? Bu konuda dört görüş vardır]

 

[Birinci görüş]

 

[Mezhepte genel kabul gören görüşe göre] hutbede okunacak ayetin iki hutbenin birinde olması yeterlidir; çünkü çoğunlukla hutbede herhangi birisini belirlemeksizin ayet okunur.

 

Maverdı, Şafii'nin el-Mebsut adlı eserinden kendi ifadesi olarak "[imamın] ayeti iki hutbenin arasında okuması yeterlidir" görüşünü nakletmiş ve şöyle demiştir: "Hutbeden önce veya iki hutbeyi okuduktan sonra ayet okumak da yeterlidir".

 

İbnü'I-Kecc de bunu Şafii'nin açık ifadesi olarak nakletmiştir. Darimı de benzer bir şey zikretmiş,

 

Ezrai bunun mezhebin görüşü olduğunu söylemiştir.

 

Nevevi de el-Mecmu'da "ayetin birinci hutbede okunması sünnettir" demiştir.

 

[İkinci görüş]

 

[Zayıf] bir görüşe göre ayetin ilk hutbede okunması farzdır, ikinci hutbede okunması yeterli olmaz. Buveytı'nin kitabında ve Müzenl'nin Muhtasarında Şafii'nin ağzından aktarılan ifade budur. Bunun gerekçesi birinci hutbede okunacak ayetin, ikinci hutbeye özgü duanın mukabili olmasıdır. Ayrıca ilk hutbenin [diğerinden daha] uzun olması daha uygundur.

 

[Üçüncü görüş]

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre her iki hutbede de ayet okunması gerekir.

 

[Dördüncü görüş]

 

[Zayıf] bir başka görüşe göre iki hutbede de ayet okunması farz değildir, müstehaptır. Bu görüşte olanlar, hutbenin neresinde ayetin okunacağı konusunda bir görüş ortaya koymamışlardır. Bu, okunması farz olan yere kıyas edilerek belirlenir.

 

ilk görüşe göre birinci hutbede "kaf" suresini okumak, Nebi (s.a.v.)'in uygulaması sebebiyle müstehaptır.(Müslim, Cuma, 2012)

 

Ayrıca bu süre türlü türlü vaaz ve nasihatları içermektedir.

 

Ezrai görüş belirtmekten uzak durmuş olsa da [hutbede kaf suresini] okuma konusunda hutbede hazır bulunanların rızası aranmaz. Nitekim sünnet olan davranış namazı hafif i kısa kıldırmak olsa bile Cuma ve Münafikun surelerini okumak için de izin rıza almak gerekmez. Bendenıcl şöyle demiştir: Şayet kaf suresini hutbede okunmazsa o zaman "Ey iman edenler! Allah 'tan korkun ve doğru söz söyleyin" [Ahzab, 70J ayetini okur.

 

İmam hutbe esnasında secde ayeti okusa, şayet bir külfet söz konusu değilse minberden inerek tilavet secdesi yapar. Şayet [secde yapmak için minberden indiğinde, secde sonrası tekrar hutbeye Çlkıncaya kadar] aradan uzun zaman geçmesinden korkarsa bulunduğu yerde secde yapması mümkünse orada yapar, aksi takdirde secde yapmaz.

 

Hutbenin rükünlerinin tümünü içeren bir ayeti okumak yeterli olmaz; çünkü buna hutbe denmez.

 

Bu görüş şu açıdan problemli bulunmuştur: Bizim Nebi (s.a.v.)'e salavat okumamızı içeren bir ayet bulunmamaktadır.

 

Hutbe'nin rükünlerinin bir bölümü, hutbede okunan ayetin içinde yer alsa; örneğin el-Hamdü lillahi fatiri's-semavati ve'l-ard ayeti hutbede okunsa bunun söz konusu rükün yerine geçmesi imkansız değildir. Bu ayet, hutbenin rüknünün bir bölümü için yeterli olur, ancak Kur'an okuma rüknü için yeterli olmaz. Çünkü bu ayet, hem içinde yer alan rükün hem de Kur'an okuma yerine geçse bir tedahül söz konusu olmuş olur. 

 

Şayet kişi hamd ve salavat için geçerli olmak üzere bir ayet okusa bu onlar yerine geçerli olmaz, yalnızca Kur'an okuma rüknü yerine geçerli olur. Bunu Nevevi el-Mecmu'da açık olarak belirtmiştir.

 

Bir grup alim, hutbelerde, mektuplarda vb. şeylerde Kur'an'dan herhangi bir ayetin tazmın yoluyla [ayeti okurken zımnen ayetin içinde yer alan bir şeyi belirtmek için] okunmasını mekruh görmüşlerdir. Bir grup alim ise bunu yalnızca hutbe ve mektuplarla sınırlı tutmuşlardır ki zahir olan görüş de budur. İbnü'l-Cevzı, İbn Nebbate ve diğer bazı alimler bu konuyla ilgili uzun açıklamalarda bulunmuşlardır.

 

5. Mü'minlere dua etmek

 

Hutbenin beşinci rüknü. ikinci hutbe esnasında "Mü'mİnlere dua etme" adı verilecek şekilde bir söz söylemektir. [Zayıf] bir görüşe göre bu farz değildir.

 

[Hutbe esnasında Mü'minlere dua etmek hutbenin bir rüknü müdür, yani bu farz mıdır? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır]

 

[Birinci görüş]

 

Hutbenin beşinci rüknü, ikinci hutbe esnasında "Mü'minlere dua etti" denilecek şekilde bir ifade kullanmaktır. Çünkü sonrakiler bunu öncekilerden nakletmiştir. Duanın ikinci hutbede yapılmasının sebebi, duanın ibadetlerin sonlarında yapılmasının uygun olmasıdır.

 

[Soru]

 

Metnin Arapçasında yer alan "mü'minın" ifadesi yalnızca mümin erkekleri ifade etmekte olup mümin kadınları kapsamamaktadır.

 

[Cevap]

 

"Mü'minın" ifadesi ile kadınları da kapsamına alan mümin cinsi kastedilmektedir.

 

El-Vasft'te "mü'minın ve mü'minat" şeklinde hem erkek hem de kadınları kapsayan bir ifade kullanılmıştır.

 

Ayette Hz. Meryem'den bahsederken -fe kanet minel kanitin- ''O itaat edenlerdendi" [Tahrim, 12] buyrulmuş [erkekler için kullanılan ismi failin içine Hz. Meryem dahil edilmiştir.]

 

İmam, yalnızca cemaatte hazır bulunanlara özgü dua yaparak rahimekumullah [Allah size merhamet etsin] dese bu yeterli olur. Ancak orada bulunmayanlara özgü dua yaparsa bu yeterli olmaz. Bu, imamların sözünden anlaşılmakta olup [herhangi bir kitapta] yazılı olarak görmedim.

 

[İkinci görüş]

 

[Zayıf] bir görüşe göre hutbede dua etmek farz değildir. Çünkü dua -tıpkı Allah'ı tesbih etmek gibi- hutbe dışında farz olmayınca hutbede de farz olmamıştır. Dua etmek müstehaptır. El-İmla'da bu Şafiı'nin kendi ifadesi olarak aktarılmış, İbn Hamid de tek görüş olarak aktarmıştır.

 

Bazı alimler ilk görüşü tek görüş olarak, bazıları da ikincisini tek görüş olarak nakletmişlerdir. Bu durumda aktarılan görüşün "mezhepte esas alınan görüş" şeklinde ifade edilmesi daha uygun olurdu.

 

El-Mecmu'da ve Ziyadetü'r-Ravda'da tercih edilen görüşe göre duada aşırıya kaçmamak [olmayan şeyi var göstermemek şartıyla] belirli bir yöneticiye ismi verilerek dua edilebilir.

 

İzz b. Abdüsselam "bir zorunluluk olmadıkça, yöneticiyi yalancı sıfatlarla nitelemek caiz değildir".

 

Müslümanların yöneticileri ve işlerini üstlenenler hakkında onların salih kimseler olmaları, hakka yardım etmeleri, adaleti yürürlükte tutmaları için dua etmek müstehaptır.

 

 

C. CUMA NAMAZININ İKİ HUTBESİNİN ŞARTLARI

 

Nevevi iki hutbenin rükünlerini bitirdikten sonra şartlarını saymaya başlamıştır. Bu şartlar dokuz tanedir:

 

1. Hutbenin Arapça olması ve ilk üç rüknü arasında tertibe riayet edilmesi

 

[Her iki] Hutbenin [rükünlerinin]; ilk üç rüknü arasında tertibe riayet edilmiş olarak Arapça verilmesi şarttır .

 

Her iki hutbenin rükünlerinin Arapça olması şarttır. Bu konuda selef alimleri ve onlardan sonra gelenlerin uygulaması budur. Ayrıca namaza başlama tekbiri nasıl farz bir zikir ise, bu da farz bir zikir olup Arapça olması şarttır.

 

[Burada iki durum söz konusudur]

 

[Birinci durum: Arapçayı öğrenmenin mümkün olması]

 

Şayet Arapça öğrenmek mümkün ise topluluk içinden birilerinin bunu öğrenmesi farz-ı kifayedir. Diğer farz-ı kifaye amellerde olduğu gibi bunda da bir kişinin Arapça öğrenmesi yeterlidir. Şayet [Cuma namazı ile yükümlü olanlardan] hiç kimse Arapça öğrenmezse hepsi günaha girmiş olurlar, kıldıkları Cuma namazı kabulolmaz, onlar öğle namazı kılarlar.

 

[Soru]

 

Cemaat Arapça bilmiyorsa hutbeyi Arapça okumanın yararı [ve anlamı] nedir?

 

[Cevap]

 

Burada cemaat imamın genel anlamda bu sözleri okuyarak va az verdiğini bilmektedir. Ayrıca alimlerimiz "cemaat hutbeyi işitse ancak anlamını anlamasa hutbe sahih olur" demişlerdir.

 

[İkinci durum: Arapçayı öğrenmenin mümkün olmaması] Şayet Arapça'yı öğrenmek mümkün değilse imam, cemaat anlamasa bile kendi dili ile hutbeyi okur. Şayet imam hiçbir dili düzgün konuşamıyorsa cemaat Cuma namazını kılmaz; çünkü cumanın şartı ortadan kalkmıştır.

 

Hutbenin ilk üç rüknünün, daha önce geçen sıraya uygun olarak verilmesi şarttır. Buna göre hutbe veren kişi önce Allah'a hamd eder, sonra Nebi {s.a.v.)'e salavat okur, sonÜ ra Allah'tan korkmayı [takvayı] tavsiye eder. Nitekim uygulama hep bu şekilde olmuştur. ş-Şerhu's-sağİr'de bu görüş sahih bulunmuş, eş-Şerhu'l-kebir'de ise bu konuda herhangi bir sahih görüş nakledilme miştir.

 

Birazdan geleceği üzere Nevevi "bunun şart olmadığı" görüşünü doğru bulmaktadır.

Hutbede "ayet okumak" ve "dua etmek" arasında bir sıralama bulunmadığı gibi bu ikisi ile diğer rükünler arasında da bir sıralama yoktur.

 

Bir görüşe göre ise bu şart olup, hutbe veren kişi "takva"yı tavsiye ettikten sonra ayet okur, sonra Müslümanlar için dua eder. Bu görüş el-Mecmu'da nakledilmiştir.

 

2. Hutbenin, güneşin batıya dönmesinden [zevalden] sonra olması

 

Hutbenin [ikinci şartı] güneşin batıya dönmesinden [zevalden] sonra olmasıdır.

 

[*] - Bunun delili Buharl'nin Saib b. Yezıd'den rivayet ettiği şu hadistir: Resulullah (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in dönemlerinde Cuma günü eza n imam minbere oturduktan sonra okunurdu.

 

[*] - Buhari, Enes'ten şunu rivayet etmiştir: Nebi (s.a.v.) Cuma namazını, güneşin batıya dönmesinden sonra kılardı. (Buhari, Cuma, 904)

 

[*] - Rivayete göre; Nebi (s.a.v.) güneşin batıya dönmesinden sonra hutbe verirdi.

 

Nevevi el-Mecmu'da "Cuma namazının kılın ış şekli" konusunu

anlatırken şöyle demiştir: Nebi {s.a.v.)'in Cuma günü namaza zeval vaktine bitişik olarak çıktığı bilinmektedir. Aynı şekilde diğer şehirlerdeki imamların uygulaması da böyledir.

Şayet hutbenin daha önce verilmesi caiz olsaydı, Nebi (s.a.v.) erkenden şehre gelmiş insanların köylerine dönmesinde kolaylık olsun diye namazı daha önce kıldım, namazı [ve hutbeyi] ilk vaktinde yapmış olurdu.

 

3. İmamın hutbe verirken -gücü yetiyorsaayakta durması

 

Hutbenin üçüncü şartı [imamın] -gücü yetiyorsa- hutbe esnasında ayakta durmasıdır.

 

[*] - Bunun delili Müslim'in rivayet ettiği hadistir.(Müslim, Cuma,1993)

 

Şayet hutbe veren kişi ayakta duramıyorsa -tıpkı namazda ayakta durmaya gücü yetmeyen kimsenin durumunda olduğu gibi oturarak hutbe verir, buna da gücü yetmiyorsa yatarak hutbe verir. (Kıyas)

 

Hutbe veren kişi "benim ayakta durmaya gücüm yetmiyor" demese bile kendisine uymak sahih olur. Çünkü görünürdeki duruma göre o gücü yetmediğinden bunu yapmıştır. Böyle bir durumda imamın yerine başkasını vekil tayin etmesi daha iyidir.

 

Oturarak veya yatarak hutbe veren imamın aslında ayakta durmaya gücünün yettiği sonradan anlaşılsa bu durumda hüküm, namaz kıldırdıktan sonra abdestsiz olduğu anlaşılan imamın durumundaki gibi olur.(Kıyas)

Bunun hükmü daha önce geçmişti.

 

4. Hutbe veren kişinin iki hutbe arasında oturması

 

[Hutbenin dördüncü şartı, hutbe veren kişinin] iki hutbe arasında oturması [dır].

 

[*] - Bunun delili, Müslim' in rivayet ettiği hadistir. (Müslim, Cuma, 1991)

 

Bu oturma esnasında -tıpkı iki secde arasında oturmada olduğu gibi- organların bir süre hareketsiz kalması şarttır.

 

Hatip, ayakta duramadığından oturarak hutbe veriyorsa, iki hutbe arasını bir süre sessiz kalarak birbirinden ayırır. İki hutbe arasında uzanarak yatması yeterli olmaz.

 

[Soru]

 

Hutbede ayakta durma ve oturma hutbenin şartları olarak kabul edildiği halde namazda ayakta durma ve oturma namazın rükünleri kabul edilmiştir. Bunun hikmeti nedir?

 

[Cevap]

 

Hutbe yalnızca Allah'ı zikretme ve insanlara va az vermektir. Şüphesiz ki ayakta durma ve oturma, zikir ve vaazın parçaları değildir. Oysa namaz bir takım amellerin toplamından oluşan bir ibadettir. Bu ameller zikirlerden oluşabildiği gibi zikir dışında fiillerden de oluşmaktadır.

 

5. Kendilerine Cuma namazı farz olan kırk kişiye hutbeyi duyurmak

 

[Hutbenin beşinci şartı] kendilerine Cuma namazı farz olan kırk kişiye hutbeyi duyurmaktır.

 

Hutbenin beşinci şartı, hatibin hutbenin rükünlerini yerine getirirken sesini, Cuma namazının kılınma şartını temin eden kırk kişilik cemaate duyuracak şekilde yükseltmesidir. Çünkü hutbenin amacı cemaate vaaz vermektir. Bu amaç, yalnızca onların hutbeyi duymasıyla yerine gelir. Bundan anlaşıldığına göre cemaat hutbeyi anlamasa bile imamın onlara işittirmesi onların da bunu işitmesi şarttır. Bu, Kur'an'ın manasını bilmeyen bir kimsenin namazda Fatiha suresini okuyup da anlamını anlamamasına benzer. (Kıyas)

 

Ezanda olduğu gibi burada da hutbeyi kısık sesle okumak yeterli değildir.

 

Yine hutbeyi, Cuma namazı kendilerine farz olan kişilerin dışındakilere işittirmek de yeterli değildir.

 

"Kırk kişi" ifadesinin içine imam da girer.

 

[Kırk kişilik] cemaat veya bir kısmı sağır olsa hutbe yeterli olmaz.

 

İmamların sözlerinden anlaşıldığına göre hatip kırk kişiye dahil olduğunda onun kendi sözlerini işitmesi şarttır. Şayet kendisi sağır olsa bu hutbe yeterli olmaz.

 

İsnevI'nin dediği gibi bu uzak bir görüştür, hatta bu görüş anlamsızdır. Çünkü kişi kendisinin ne söylediğini -kendisi işitmese bilebilir.

 

İmamın kendisini dinlemeleri için cemaate susup dinlemelerini emretmesinin bir anlamı yoktur.

 

ZerkeşI'nin görüşünün aksine hatibin "hutbenin rükünlerinin anlamını bilmesi" şart değildir. Bu, bir topluluğa imamlık yaparken Fatiha okuyan, ancak fatiha'nın anlamını bilmeyen imamın durumu gibidir. (Kıyas)

 

[Huthe esnasında konuşmak]

 

İmam Şafii (r.a.)'nin yeni görüşüne göre cemaatin hutbe esnasında konuşmaları haram değildir, susmaları sünnettir.

 

Ben [NevevI] derim ki: Daha doğru olan görüşe göre rükünlerin sıra ile yapılması şart değildir. Allah daha iyi bilir.

 

[Hutbe esnasında konuşmanın haram olup olmadığı konusunda İmam Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş bulunmaktadır]

 

[Birinci görüş]

 

İmam Şafii (r.a.)'nin yeni görüşüne göre cemaatin hutbe asnasında konuşması haram değildir. Çünkü bunun caiz olduğunu gösteren rivayetler vardır.

 

[*] - Buhari ve Müslim, Enes'ten şunu rivayet etmiştir: Nebi (s.a.v.) Cuma günü hutbe verirken bir bedevı ayağa kalkarak: "Ey Allah'ın elçisi! Mallarımız telef oldu, çoluk-çocuk açlıktan perişan oldu, bizim için Allah'a dua et [de yağmur yağdırsını]" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) ellerini kaldırarak dua etti.(Buhari, İstiska, 1021; Müslim, Salatü'l-istiska, 2075)

 

Bu hadis, yukarıdaki hükme şu açıdan delil olur: Nebi (s.a.v.) hutbe esnasında bedevinin konuşmasına tepki göstermemiş, ona susmanın farz olduğunu söylememiştir.

 

Bu, yalnızca Cuma cemaatini teşkil eden kırk kişiye özgü değildir, namazda hazır bulunan bütün cemaate ilişkindir.

 

Hutbeyi dinleyenlerin ve diğer şahısların hatibe yüzlerini dönmeleri sünnettir. Çünkü edebe uygun olan davranış budur. Böyle yaparak kıbleye de dönmüş olurlar. Yine susmaları da sünnettir. Çünkü Yüce Allah "Kur'an okunduğunda susun ve dinleyin ki size merhamet edilsin" [~raf, 204] buyrulmuştur. Tefsircilerin büyük bir bölümü bu ayetin hutbe ile ilgili olduğunu söylemişlerdir. Ayette hutbeye "Kur'an" denilmiştir, çünkü hutbede Kur'an ayeti okunmaktadır.

 

Bu ayetin zahirine göre hutbeyi dinleyenlerin hutbe esnasında konuşmaları mekruhtur.

 

[*] - Ayrıca Müslim' de şu hadis de yer almaktadır: Cuma günü imam hutbe verirken arkadaşına "sus!" bile desen boş bir iş yapmış olursun. (Müslim, Cuma, 1962)

 

[İkinci görüş]

 

Şafii'nin eski görüşüne göre hutbe sırasında konuşmak haram, susmak farzdır. Şafii buna delil olarak yukarıdaki ayeti göstermiştir.

 

İlk görüşte olanlar buna şöyle cevap vermişlerdir: İki delilin arasını bulmak için ayetteki emri n farziyet değil mendupluk ifade ettiği söylenir.

 

Hatibin hutbe sırasında konuşmasının haram olmadığı ittifakla kabul edilmiştir.

 

Yukarıdaki görüş ayrılığı önemli ve acil bir amaçla yapılmayan konuşmalar hakkında söz konusudur. Ancak örneğin kişi çukura düşmek üzere olan kör bir kimseyi görse veya bir insanın üzerinde yürüyen bir akrep görse ve onu uyarsa yahut bir insana hayır bir şey öğretse yahut birini kötü bir şeyden engellese bu kesinlikle haram olmaz, aksine kişinin bunu yapması farzdır. Bununla birlikte işaret yapmak yeterli oluyorsa yalnızca işareti e yetinmek müstehaptır.

 

Hutbeden önce, hutbeden sonra, iki hutbe arasında konuşmak ve camiye yeni girip de bir yere henüz yerleşmemiş olan kimsenin konuşması mekruh değildir.

 

Kişi hutbe dinlerken camiye yeni giren bir şahıs hutbeyi dinleyene selam verse; -hutbeyi dinlemenin sünnet olduğu görüşünü kabul ettiğimizde- selama karşılık vermek farz olur. Oysa Nevevl'nin el-Mecmu'unda belirtildiğine göre hutbe esnasında selam vermek mekruhtur. Öyleyse bu selam meşru olmadığı halde ona cevap vermek nasıl farz olabilir! Rafii eş-Şerhu's-sağir'de bu selama karşılık vermenin farz olmadığını açık olarak iade etmiştir. Cürcanı de şöyle demiştir: "Hutbe sırasında konuşmanın mekruh olduğu görüşünü kabul edersek, hutbe esnasında selama karşılık vermek de mekruh olur". Bunun problemli bir durum olması, yukarıda nakledilen hükmü ortadan kaldırmamaktadır.

 

Hutbe esnasında hapşıran kimse "elhamdülillah" derse ona "yerhamükallah" demek sünnettir. Diğer konuşmalar mekruh görüldüğü halde bu mekruh görülmemiştir; çünkü bu konuşmayı gerektiren sebep [yani hapşırma] istem dışı gerçekleşmektedir.

 

Hatip hutbe vermek üzere minbere çıktığında ve oturduğunda namaz kılan kişinin namazını kısa tutması gerekir. Hatibin minbere çıkıp oturmasından sonra, cemaatte hazır bulunanlar arasından hatip dışında herhangi bir kimsenin -hutbeyi işitme se bile- nafile namaz kılması mübah değildir. Çünkü nafile namaz kılmakla hutbeden tamamen yüz çevirmiş gibi olmaktadır. Maverdı bu konuda icma bulunduğunu nakletmiştir.

 

Hatip minbere çıkmış olsa bile hutbeye başlamadıkça cemaatin konuşma yapmasında bir sakınca yoktur, buna karşılık hatip minbere çıktığında nafile namaz kılmaya başlamak haramdır. İkisi arasında şu fark vardır: Hatip konuşmaya başladığında cemaatin konuşmayı kesmesi basit bir iştir, namazı kesmek ise bu kadar basit olmadığından namaz kılan kişi hutbenin başını kaçıracaktır. Bu durumda iken namaza başlamak haram olduğundan, kişi namaza başlarsa Bulkınl'nin dediğine göre namaz başlamış sayılmaz, çünkü vakit namaza uygun bir vakit değildir. Bu, namaz kılmanın mekruh olduğu beş vakitte namaz kılmak gibidir. Hatta bunun geçerli olmaması daha önceliklidir; zira burada namaz kılmanın haram olduğu konusunda icma vardır. Diğer durumda namazın haram olduğunda ise icma yoktur.

 

Hatip minberde iken mescide giren kişinin tahiyyetü'l-mescid namazı kılması yukarıdaki hükümden istisna edilir [yani bu namazı kılmak haram olmaz], kişinin bu namazı kılması mendup, kısa bir şekilde [hızlıca] kılması farzdır.

 

[*] - Çünkü Müslim şunu rivayet etmiştir: Süleyk el-Gatafanı Cuma günü Nebi {s.a.v.} hutbe verip oturduğu esnada geldi. Nebi {s.a.v.} ona "Süleyk! Kalk ve hızlıca iki rekdt namaz kıl"(Müslim, Cuma, 2021) buyurdu. Sonra da şöyle buyurdu: "Biriniz Cuma günü imam hutbe uerirken camiye gelirse hızlıca iki rekat namaz kılsın".(Müslim, Cuma, 2020)

 

Kişi cumanın sünnetini kıldıysa hüküm böyledir. Şayet cumanın sünnetini kılmadıysa cumanın sünnetini hızlıca kılar ve bununla tahiyyetü'l-mescid namazı da yerine gelmiş olur. Herhalükarda kişi iki rekattan fazla kılmaz.

 

Şayet Cuma namazı bir mescidde kılınmıyorsa ve dışarıdan gelen kişinin tahiyyetü'l-mescid kılması söz konusu değilse o zaman gelen kişi hiçbir namaz kılmaz.

 

Alimlerimiz "nafile namaz kılınmaz" diye genel ifade kullanmışlar ve sebebi bulunduğu halde düzenli sünnet kılmayı da yasaklamışlardır. Bundan şöyle bir anlam çıkmaktadır:

 

Kişi daha önce bir farz namaz kılmadığın! imam hutbe verirken hatırlasa o anda bu namazı kılamaz. Şayet kılarsa bu namaz hiçbir şekilde başlamamış kabul edilir.

 

Sonrakilerden bir alimin de dediği gibi zahir olan görüş budur. Hutbenin sonunda camiye gelen kişi, namaza başladığında cumanın başlangıç tekbirini imamla birlikte alamayacağını anlarsa tahiyyetü'l-mescid namazını kılmaz, namaz kılınıncaya kadar bekler. Tahiyyetü'l-mescid namazı kılmadan oturmuş olmamak için oturmaz [ayakta bekler]. İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: "Kişi bu durumda iken tahiyyetü'l-mescid namazı kılsa o namazını tamamlayıncaya kadar imamın hutbeyi uzatması müstehap olur". Hocamız Zekeriya el-Ensarı "İbnü'r-Rif'a'nın bu söylediği, Şafil'nin el-Ümm'deki açık ifadesidir" demiştir.

 

"Nafile namazı hızlıca kılmak" ile kastedilen Zerkeşı'nin dediği gibi yalnızca farzları yapmaktır, hareketleri seri bir şekilde yapmak değildir. Zerkeşı şöyle demiştir: "Alimlerin ortaya koyduğu şu görüş de bunu göstermektedir: Namaz için vakit daralsa ve [kişi abdestsiz olup] abdest alması gerekse [abdest alırken] yalnızca farzlarla yetinir".

 

Nevevi şöyle demiştir: Caha doğru olan görüşe göre hutbe okurken rükünleri sıra ile söylemek şart değildir. Allah daha iyi bilir.

 

Çünkü rükünler sıra ile söylenmese bile hutbenin amacı olan öğüt verme gerçekleşmektedir. Rükünlerin sıra ile yapılmasına dair İmam Şafii (r.a.)'den açık bir ifade de bulunmamaktadır. Şafil el-Üm m ve el-Mebsut adlı eserlerinde bunu [yani rükünleri peşpeşe söylemenin farz olmadığını] açık olarak ifade etmiştir. Iraklıların çoğunluğu da bunu tek görüş olarak benimsemiştir. Rükünleri sıra ile söylemek sünnettir.

 

6. Peşpeşe [ara vermeksizin] yapmak

 

[Hutbenin altıncı şartı] daha güçlü görüşe göre peşpeşe [yani ara vermeksizin] yapmaktır.

 

[Rükünler arasında, iki hutbe arasında, hutbe ile nam~z arasında ara vermeden peşpeşe yapmak şart mıdır? Bu konuda Imam Şafii (r.a.)'ye ait iki görüş vardır]

 

[Birinci görüş]

 

Hutbenin altıncı şartı, Nevevi'nin "daha güçlü görüşe göre peşpeşe yapmak" şeklinde ifade ettiği şarttır. Yani rükünler arasında, iki hutbe arasında, iki hutbe ile namaz arasında ara vermeden bunları peşpeşe yapmak hutbenin şartıdır. Çünkü buna dair rivayetler bulunmaktadır. Ayrıca peşpeşe yapmak insanların kalbini namaza ve hutbeye yönlendirmede açık bir etkiye sahiptir. Hutbe ve namaz, cem edilerek kılınan namazlara benzemektedir.

 

[İkinci görüş]

 

Diğer bir görüşe göre bu şart değildir; çünkü hutbenin amacı öğüt vermek ve hatırlatmaktır. Bu amaç, kelimeler arasında ara verildiğinde de gerçekleşmektedir.

 

Not:  Bu mesele "cemaatin bir kısmının hutbe esnasında camiyi terk etmesi" meselesinde de geçmişti. Burada tekrar edilmiştir.

 

7. Hadesten ve necasetten tahitret

 

[Hutbenin yedinci şartı, büyük ve küçük] hadesten [yani abdestsizlikten] ve [beden, elbise ve namaz kılınacak yerde bulunan ve dince mazur görülmeyen] necasetten temizlenmektir.

 

8. Avret yerleri örtmek

 

[Hutbenin sekizinci şartı] Avret yeri örtmektir.

 

Bunun delili konu ile ilgili hadislerdir. Ayrıca namazda avret yerleri örtmek şart olduğu gibi burada da şarttır. (Kıyas)

 

Hatip hutbe esnasında bayılsa veya abdesti bozulsa hutbeyi tekrar okuması gerekir.

 

Hatip hutbe okurken abdesti isteği dışında bozulsa, abdest alması ile hutbeye devam etmesi arasında kısa zaman geçse bile hutbeyi tekrar okuması gerekir. Çünkü hutbe de tıpkı namaz gibi farz olan bir ibadettir, iki farklı abdestle eda edilemez.

İmamın abdesti hutbe ile namaz arasında bozulsa, aradan uzun zaman geçmeden abdest alsa, -alimlerin sözlerinden anlaşıldığına göre- iki namazın cem edilerek kılınmasında bunun zararı olmadığı gibi burada da zararı olmaz.

 

Hutbeyi işiten kişilerin abdestli olması ve avret yerlerinin örtülü olması şart değildir. Ezrai bu görüşü bazı alimlerden naklettikten sonra şöyle demiştir: "Bunu şart görenler garip bir görüş ortaya koymuşlardır. "

 

9. Hutbenin namazdan önce olması

 

Yukarıda yapılan açıklamalardan, hutbenin dokuzuncu şartının namazdan önce okunması olduğu anlaşılmaktadır.

 

EI-Mecmu'da "abdest" konusunda tek görüş olarak belirtildiği üzere hutbe okurken "hutbeye niyet etmek" şart değildir. İzz b. Abdüsselam da fetvalarında bunu kabul etmiş ve şöyle demiştir:

 

Hutbe zikirlerden, iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamadan, dua ve Kur'an okumadan oluşmaktadır. Bunların herhangi biri için niyet etmek şart değildir. Çünkü bu sayılanlar kendi başlarına diğer sözlerden ayrılmakta, söylendiğinde hakikat olarak yalnızca Allah için söylenmiş kabul edilmektedir. Bu yüzden bu sözleri, "Allah için söylenen sözler" durumuna getirmek üzere niyet edilmesine gerek yoktur.

 

Bir görüşe göre tıpkı namazda olduğu gibi hutbede de hutbeye ve hutbenin farzına niyet etmek farzdır. Çünkü hem namaz hem de hutbe abdestin, setr-i avretin ve peşpeşe yapmanın şart olduğu ibadetlerdendir. Kadı [Hüseyin] bu görüşü esas almış, İbnü'l-Mukrı de er-Ravd adlı eserinde ve el-En var yazarı eserinde bu görüşe tabi olmuştur. Kadı Hüseyin'in esas aldığı görüş -[İsnevI'nin] el-Mühimmat'ta belirttiği gibi- hutbenin öğle namazının iki rekatına bedelolduğu görüşüne dayanmaktadır.

 

 

D. CUMANIN HUTBESİNİN MÜSTEHAPLARI

 

Nevevi [iki hutbenin rükünleri ve şartlarını belirttikten sonra] hutbenin müstehapları

konusuna başlayarak şöyle demiştir:

 

1. Minber üzerinde hutbe vermek

 

[Cuma hutbesinin] minber üzerinde verilmesi sünnettir

 

[*] - Bu konuda Buhari ve Müslim' de rivayetler yer almaktadır. (Buhari, Salat, 448; Müslim, Mesacid, 1216. )

Minber sözcüğü Arapça "nebr" sözcüğünden türetilmiş [bir mekan ismi]dir. Nebr, yükselme anlamına gelir. Minberin mihrabın sağ tarafında olması, yani imam ın namaz kıldığı yerin sağında olması sünnettir. Rafii "Nebi (s.a.v.) minberini bu şekilde koymuştur" demiştir. Saymerı de şöyle demiştir: "Minber ile kıble arasında bir veya iki arşınlık bir mesafe olması uygundur".

 

Not:

["'] - Nebi (s.a.v.) bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe verirdi. Hutbe vermek üzere bir minber edinince onun üzerine çıktı. Bunun üzerine hurma kütüğünden inlemeye benzeyen sesler duyuldu. Nebi (s.a.v.) kütüğün yanına gelerek ona dokundu [bir rivayette onu okşadı]. [Bir başka rivayette, rivayeti yapan sahabi diyor ki:] biz onun on aylık develer gibi ses çıkardığını duyduk. Nebi {s.a.v.)'in minberi "dinlenme basamağı" denilen basamak hariç üç basamaklıydı. Hatibin -Nebi {s.a.v.)'in yaptığı gibikendisine bitişik olan basamak üzerinde durarak hutbe vermesi müstehaptır.

 

[Soru]: HZ. Ebu Bekir, Nebi (s.a.v.)'in hutbe verdiği basamağın bir basamak altında durarak hutbe vermiştir. Hz. Ömer onun bir basamak altında, Hz. Osman da onun bir basamak altında durmuştur. Daha sonra Hz. Ali, Nebi {s.a.v.)'in durduğu basamakta durarak hutbe vermiştir.

 

[Cevap]: Onların birinin yaptığı fiil diğerine karşı bağlayıcı bir delil değildir. Her birinin bunu yaparken doğru bir kastı vardı. Nebi {s.a.v.}'e uymayı emreden genel nitelikli emirler tercihe şayan olan görüş Nebi {s.a.v.)'in yaptığına uygun yapmaktır. Şayet Maverdi'nin dediği gibi minber uzun olursa yedinci basamakta durarak hutbe vermek daha uygundur; çünkü Mervan b. Hakem, Muaviye döneminde birinci minbere altı basamak daha eklemiş, basamakların sayısı dokuz olmuştur. Halifeler yedinci basamakta duruyorlardı. Bu, önceki minberin ilk basamağıdır. Çünkü eklenen basamaklar eski basamakların altında yer alıyordu.

 

Alimlerin sözlerinden anlaşıldığına göre Mekke'de bile olsa hutbenin minber üzerinde verilmesi müstehaptır. Güçlü olan görüş de budur. Buna karşılık Subki şöyle demiştir: "Mekke' de minber üzerinde hutbe vermek bidattır. Sünnet olan Nebi {s.a.v.)'in Mekke'nin fethedildiği gün yaptığı gibi Kabe'nin kapısında hutbe vermesidir. Mekke'de minberde hutbe vermeyi Muaviye b. Ebu Süfyan icat etmiştir."

 

Namaz kılanlara namaz alanını daraltacak kadar büyük minber

yaptırmak mekruhtur.

 

2. Minber yoksa yüksek bir yerde hutbe vermek

 

[Minber yoksa] yüksekçe bir yerde hutbe vermek sünnettir.

Geniş olan minberde sağ tarafta durmak sünnettir.

Şayet minber yoksa yüksekçe bir yerde hutbe vermek sünnettir; çünkü bu, duyurunun daha iyi yapılmasını sağlar.

 

"Yüksekçe bir yerde hutbe vermek" eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu'ssağir ve er-Ravda'daki ifadelere göre minber yoksa söz konusudur. Ancak Nevevi'nin el-Minhac'daki ifadesinden her iki durumda da yüksekçe bir yerde hutbe vermenin sünnet olduğu anlaşılmaktadır.

 

Şayet minberde veya yüksekçe bir yerde hutbe vermek mümkün olmazsa, imam, -minber yapılmadan önce Nebi (s.a.v.)'in yaptığı gibi- kütüğe dayanarak hutbe verir.

 

3. Minberin yanında olanlara selam vermek

 

İmam mescide girdiğinde orada bulunanlara, kendisine yöneldikleri için selam verir. Ayrıca -el-Muharrer'de yer aldığı üzere- minberin yanına vardığında orada bulunanlara da selam vermesi menduptur. Bu konuda Beyhakl'nin rivayet ettiği rivayetler bulunmaktadır.(Beyhaki, Cuma, III, 205)

Minberin yanından ayrılırken de oradakilere selam verir. Başkaları muhalif görüş belirtse bile Zevaidü'r-Ravda'da belirtildiğine göre imamın tahiyyetü'l-mescid namazı kılması sünnet değildir.

 

4-5. Hatibin minbere çıkınca cemaate dönmesi ve onlara selam vermesi

 

Hatibin, minbere çıkınca cemaate dönmesi sünnettir. İmam cemaate selam verir.

Hatibin minbere veya yüksek çe yere çıktığında yahut yukarıda geçtiği üzere kütük vb. bir şeye dayandığında; oturacağı yere oturduktan sonra veya dayanacağı yere dayandıktan sonra cemaate dönmesi ve onlara selam vermesi sünnettir. Bu konuda rivayetler bulunmaktadır. Ayrıca cemaate yöneldiği için selam vermesi sünnettir.

 

Nevevi el-Mecmu'da şöyle demiştir: Her iki durumda da imamın selamını almak farzdır. Diğer selamlarda olduğu gibi bu selamı almak da farz-ı kifayedir.

 

İmamın cemaate dönmesi kıbleye arkasını dönmek suretiyle gerçekleştiği halde bunu yapmanın sünnet olmasının sebebi şudur:

 

[a] - Şayet imam kıbleye yüzünü dönse-adet olduğu üzerecemaatin en önünde bulunuyarsa bu durumda cemaate hitap etme amacının dışına çıkmış olacaktır.

 

[b] - İmam cemaatin en arkasında olsa ve cemaat imama arkalarını dönseler yine hitap etmenin amacı gerçekleşmeyecektir.

 

[c] - Şayet imama dönseler o zaman pek çok kişinin kıbleye arkasını dönmesi söz konusu olacaktır.

 

[Bütün bu ihtimaller içinden] tek kişinin kıbleye arkasını dönmesi daha hafif bir durumdur.

 

6. İmamın oturması ve sonra ezan okunması

 

İmam oturur daha sonra [cami içindeki ikinci] ezan okunur.

İmam, istirahat etme yerine gelip de selam verdikten sonra, min-

bere çıkmanın yorgunluğunu atmak için oturur. Daha sonra -Şarih Celaleddin el-Mahaltl'nin dediği gibi- imam otururken ezan okunur. Demlrl şöyle demiştir: Arapça ibaredeki ezan okuma kelimesi "[yüezzenü şeklinde mechul değil] yüezzinü [şeklinde malum olarak] anlaşılmalıdır. Böylece el-Minhac'ın ifadesi, el-Muharrer'deki ifadeye uygun olur ve bu "ezanı -Ebu Ali et-Taberı ve bir grup alimin müstehap saydığı görüşün aksine- cemaat değil bir kişi okur" anlamına gelir.

 

İmam Şafii (r.a.)'nin bu konudaki ifadesi şöyledir: İmam minberde iken müezzin topluluğunun değil yalnızca bir müezzinin eza n okumasını hoş karşılarım. Çünkü Resulullah (s.a.v.)'ın [Cuma günü ezan okuyan] yalnızca bir müezzini vardı. Şayet müezzinler topluluk halinde eza n okurlarsa bunu mekruh görürüm. Ancak bundan dolayı namaz fasid olmaz. Çünkü ezan namazın içine dahil değildir, yalnızca namaza çağrıdır.

 

Buhari'de şu ifadeler yer almaktadır: Resulullah (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer devrinde Cuma ezanı imam minbere oturduğunda okunurdu. Hz. Osman döneminde insanların sayısı artınca Zevra'da başka bir ezan daha okunmasını emretti.(Buhari, Cuma, 912)

 

Uygulama bundan böyle bu şekilde yerleşti.

 

7. Hutbenin beliğ [etkileyici], anlaşılır ve kısa olması

 

Hutbenin belığ [etkileyici], anlaşılır ve kısa olması sünnettir.

Hutbenin etkileyici, yani açık ve net olması sünnettir. Çünkü bu sıradan ve bozuk bir sözden daha fazla insanların gönlüne etki eder.

 

Hutbenin anlaşılır olması, anlaşılmayan, belirsiz unsurlar içermemesi sünnettir; çünkü hutbe anlaşılmaz olduğunda insanların çoğunluğu bunun yararını göremez.

 

[*] - Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: İnsanlara bildikleri anladıkları dilden konuşun. Siz, Allah'ın ve elçisinin yalanlanmasından hoşlanır mısınız?

 

imam Şafii (r.a.) de şöyle demiştir: Hatibin hutbesi tane tane, açık ve net, dil kurallarına uygun bir şekilde olmalı, ne çok kısa ne de çok uzun olmamalıdır.

 

Mütevelli şöyle demiştir: Hutbede, "birden fazla anlama gelen" veya "anlaşılması zor olan" yahut "hazır bulunanların akıllarının kabul etmeyeceği" kelimeleri kullanmak mekruhtur.

 

Hutbenin namaza göre kısa olması sünnettir.

 

[*} - Çünkü Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Nebi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Namazı uzun kılın, hutbeyi kısa tutun. (Müslim, Cuma, 2006)

 

Er-Ravda ve Aslü'r-Ravda'da belirtildiği üzere hutbe ne uzun ne de kısa, orta uzunlukta olur. Bunun delili Müslim'in rivayet ettiği şu hadistir: Nebi {s.a.v.)'in namazı da hutbesi de orta uzunluktaydı. (Müslim, Cuma, 2001)

 

Bu hadis bir öncekiyle çelişmez; çünkü uzunluk ve kısalık göreceli kavramlardır. ilk hadiste geçen "hutbeyi kısa tutun" ile kastedilen "hutbenin namazdan daha kısa tutulması"dır. "Namazı uzun kılmak" ile kastedilen ise namazin hutbeden uzun olmasıdır. Hocamız Zekeriya el-Ensari şöyle demiştir:

 

Bazıları şu hükümler arasında bir çelişki olduğunu söylemiştir: Alimler "ilk hutbede kaf suresinin okunmasının sünnet olduğu"nu söylemişlerdir. Diğer yandan hutbenin kısa tutulmasının sünnet olduğu söylenmektedir.

 

İşte yukarıdaki yorum bazılarınca çelişki olarak görülen söz konusu durumu çözmektedir.

 

8. Hutbenin hiçbir bölümünde hatibin sağa ve sola dönmemesi

 

Hatip hutbe verirken hutbenin hiçbir bölümünde sağa ve sola dönmez. Çünkü bu bidattır. Hatip, hutbe bitinceye kadar cemaate dönük bir şekilde durmaya devam eder.

 

Hatip hutbe verirken boş şeyler yapmaz, tıpkı namazda olduğu gibi organlarını hareketsiz bir şekilde tutar.

 

İmam hutbe verirken kıbleye dönse veya cemaat imama arkalarını dönseler mekruh bir iş yapmış olmakla birlikte bu hutbe [geçerli] ve yeterli olur.

 

Not:

Eş-Şerhu'l-kebir ve er-Ravda'da olduğu gibi, Nevevl'nin el-Minhac metninde de "ve şimaJen" yerine "ve la şimalen" demesi gerekirdi. Çünkü sadece sola veya sadece sağa dönen kişi hakkında "sağa ve sola dönmedi" dersek doğru söylemiş oluruz. Nevevi "sağa ve sola" ifadelerini zikretmeksizin yalnızca "hatip hutbe verirken dönmez" deseydi daha kapsamlı ve kısa bir ibare olurdu.

 

9. Hutbe verirken hatibin kılıç, sopa vb. bir şeye dayanması

 

Hatip, hutbe verirken kılıÇ, sapa vb. bir şeye dayanır.

Hatibin, hutbe verirken; kılıç, sapa, yay vb. bir şeye dayanması menduptur.

 

[*} - Çünkü Ebu Davud, sahih bir senetle şunu rivayet etmiştir: Nebi {s.a.v.} Cuma hutbesinde bir yaya veya sopaya dayanarak ayakta durdu.(Ebu Davud, Salat, 1096)

 

Bunun hikmeti "bu dinin silah üzerine dayandığına" işaret etmektir. Bu sebeple silah la cihad etmek isteyen kimsenin yaptığı gibi kılıç, sapa vb. şeyler de imamın sol elinde olmalıdır. İmam sağ elini minberin köşesine koyar.

 

Şayet belirtilen aletlerden hiçbirini bulamazsa sağ elini sol elini üzerine koyarak veya iki yana salarak ellerini hareketsiz olarak tutar.

 

[Hutbenin mekruhları]

 

Hutbe verirken cahil hatiplerin bidat olarak çıkardığı şu fiilleri

yapmak mekruhtur:

 

> El vb. bir şeyle işarette bulunmak,

> İkinci hutbe sırasında sağa sola dönmek,

> Minbere tırmanırken kılıç, ayak vb. bir şeyle basamağa vurmak

 

İzz b. Abdüsselam ise bunun müstehap olduğunu söylemiş, Şeyh İmadüddin b. Yunus bunda bir sakınca olmadığını söyleyerek "bu bidat olsa bile bunda hutbenin önemini arttırma, dinleyenlerin himmetini coşturma söz konusudur" demiştir.

 

> Minbere çıktığında ezanın okunması için oturmadan önce dua etmek Cemaat bu hareket sebebiyle o vaktin "dualara icabet edilen vakit" olduğunu zannebilir. Oysa bu bir cehalettir, dualara icabet edilen vakit imamın oturmasından sonradır.

 

Beydavi tuhaf bir görüş ortaya koyarak şöyle demiştir: Hatip, her bir basamakta kısa süre durarak Allah'tan yardım ve doğru yolda olmayı isteyerek dua eder.

 

> ikinci hutbeyi çok hızlı okumak ve okurken sesini alçaltmak.

> Yöneticilere dua ederken onların niteliklerini saymada mübalağa yapmak. Bir mübalağa ve yağcılık söz konusu olmadığı sürece yöneticiler için dua etmekte bir sakınca yoktur. Çünkü Allah'ın yöneticileri ıslah etmesi için dua etmek sünnettir.

 

> imam hutbe okurken imam i dinleyen kişinin sırtını ve iki bacağını / iki elini veya başka organlarını bir elbisenin içinde toplaması [ihtiba oturuşu yapması] mekruhtur; çünkü bu konuda yasak bulunmaktadır. Zira bu şekilde oturuş insanın uykusunu getirir, hutbeyi dinlemesini engeller.

 

10. İki hutbe arasındaki oturuşun ihlas suresi uzunluğunda olması

 

imamın iki hutbe arasındaki oturuşunun ihlas suresi uzunluğunda olması sünnettir.

imamın iki hutbe arasındaki oturuşunun ihlas suresi uzunluğunda olması müstehaptır. Bir görüşe göre bu farzdır. Bir görüşe göre bu esnada imam Kur'an okur veya Allah'ı zikreder yahut susar.

 

Alimler bu meseleye temas etmemişlerdir.

 

[*] - Ancak ibn Hibban'ın sahihinde "Nebi (s.a.v.}'in iki hutbe arasında Kur'an okuduğu" rivayet edilmiştir. (İbn Hibban, Salat, 2806)

 

Kadı [Hüseyin] şöyle demiştir: İki hutbe arasında otururken yapılan dua. icabet edilen bir duadır.

 

Hatibin ikinci hutbeyi estağfirullahe if ve leküm [Kendim ve sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim] diyerek bitirmesi müstehaptır.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

HUTBE SONRASI