MUĞNİ’L-MUHTAC

CİZYE

 

I. CİZYE ANLAŞMASININ RÜKÜNLERİ

 

Cizyenin beş rüknü vardır:

 

1. Sıga (cizye akdi yaparken kullanılan ifadeler),

2. Akdi yapan,

3. Lehine akit yapılan,

4. Mekan,

5. Mal.

 

Nevevi konuya bunların ilki ile başlamıştır.

 

A. Cizye Akdi Yapılırken Kullanılan İfadeler

B. Cizye Akdini Yapan Kişi

C. Lehine Cizye Akdi Yapılan Kişi

D. Cizye Anlaşması ile Oturmaya Hak Kazanılan Yer

E. Ödenecek Mal

 

A. Cizye Akdi Yapılırken Kullanılan İfadeler

 

Cizye akdinin ilk rüknü, akit yapılırken söylenen sözlü ifadeler olup Nevevibu konuda şunları söylemiştir:

 

1. Cizye anlaşması şu ifadelerle akdedilir: "Sizleri, cizye ödemeniz ve İslam idaresine boyun eğmeniz şartıyla İslam ülkesinde bırakıyorum" veya "İslam ülkesinde kalmanıza izin verdim."

 

2. Daha doğru görüşe göre cizyenin miktannı zikretmek şarttır ancak "Allah'a, Resulüne ve dinine dil uzatmama" ifadesini zikretmek şart değildir.

 

3. Mezhepte esas alınan görüşe göre süreli olarak cizye akdi yapmak geçerli değildir.

 

4. Kabul sözcüğünün zikredilmesi şarttır.

 

5. Bizim ülkemizde bir kafir bulunsa ve "İslam ülkesine Kur'an'ı dinlemek [dini öğrenmek] için geldim" veya "elçi olarak geldim" yahut "bir Müslümanın emanı ile geldim" dese onun  sözü kabul edilir. Emanla geldiğini söylediğinde sözünün kabul edilmeyeceğine dair de mezhep içinde bir görüş bulunmaktadır.

 

1. Cizye akdi yapılırken icapta bulunan kişi tarafından şu ifadeler kullanılır:

 

> "Sizleri, cizye ödemeniz ve İslam idaresine boyun eğmeniz şartıyla İslam ülkesinde bırakıyorum."

 

"Bırakıyorum" ifadesi yerine "bıraktım" şeklinde geçmiş zaman ifadesi de kullanılabilir. Bu durumda geçmiş zaman ile şimdiki zaman arasında bir fark yoktur. Bulkınl'nin "muzari fiil kullanılırken şimdiki veya gelecek zamanın kastedilmesi şarttır, ta ki bu ifade vaad anlamı taşımaktan çıkmış olsun" ifadesi kabul edilemez; çünkü [Arapçada] karinelerden soyutlanmış muzari fiil şimdiki zaman için kullanılır.

 

İbn Şühbe şöyle demiştir: "Karafl'nin belrttiğine göre "eşhedü (şahitlik ederim ki)" ifadesinde olduğu üzere muzari Hil, inşa [bir tasarrufu ilk olarak meydana getirme] için de kullanılır.

 

Nevevi'nin "İslam ülkesinde" ifadesi zorunlu bir kayıt değildir.

 

Devlet başkanı, cizye alarak onları darulharpte de ikamet ettirebilir.

 

> "Cizye ödemeniz ve İslam idaresine boyun eğmeniz şartıyla İslam ülkesinde ikamet etmenize izin verdim."

 

Ayrıca "ödeyeceğiniz cizye yıllık şu kadardır" ifadesini de söyler.

 

Cürcanı "senenin başında" veya "senenin sonunda" ifadesini de söylemek gerektiğini belirtmiştir.

 

"İslam idaresine boyun eğmeniz" ifadesi ibadetler dışında muamelat ve telef edilen malların tazmini gibi insanlar arası haklarla ilgili konuları kapsar. Yine onların haram olduğuna inandığı zina ve hırsızlık bunun kapsamına dahildir. Haramlığına inanmadıkları "şarap içmek" ve "Mecusilerle evlenmek" gibi hususlar ise bunun kapsamına dahil değildir.

 

Ayetteki "cizye vermek" ifadesi "cizye vermeyi kabullenmek" şeklinde, "sağar / küçülerek" ifadesi ise bizim hükümlerimizi benimseyerek şeklinde yorumlanmıştır.

 

Alimler şöyle demişlerdir: Kişi için en alçaltıcı şey, inanmadığı bir şeyle kendisine hükmedilmesi ve onun da buna tahammül etmek zorunda kalmasıdır.

 

2. Cizye anlaşması yapmak için icapta bulunurken bu ifadelere temas edilmesi şundan gerekli olmuştur: Cizye, veren kişinin boyun eğip itaat etmesi durumunda İslam ülkesinde bırakılmanın bedeli olmaktadır. Bu sebeple tıpkı satım akdinde bedele, kira akdinde ücrete temas etmek nasıl gereidi ise burada da bu gereklidir.

 

3. Yukarıdaki hüküm erkek ile cizye anlaşması yaparken geçerlidir. Kadınla yaparken onun İslam idaresine boyun eğmesinden bahsetmek yeterlidir; çünkü kadın üzerine cizye verme sorumluluğu yoktur.

 

Not:  Cizye için icapta bulunmak yalnızca Nevevi'nin zikrettiği ifadelerle sınırlı değildir. Kafir olan şahıs ilk olarak "beni şu kadar cizye karşılığında İslam ülkesinde bırak" dediğinde devlet başkanı "bıraktım" dese bu da yeterli olur; çünkü icaba davet de kabul gibidir.

 

4. [Cizye anlaşması yapılırken, cizye miktarını zikretmek şart mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre cizyenin miktarını belirtmek şarttır. Çünkü daha önce belirttiğimiz üzere cizye .[satım akdinde] bedel, [kira akdinde] ücret gibidir.

 

İkinci görüş

 

Miktar zikretmek şart değildir. Nevevi'nin [ilk görüşten söz ederken "daha doğru görüş"] ifadesinden ilk anda anlaşılanın aksine bu görüş son derece zayıftır. Akitte bir bedel zikredilmezse en alt miktara yorulur.

 

Not:  Nevevi'nin görüş ayrılığını yalnızca cizyenin miktarının zikredilmesiyle sınırlı tutmasından akit esnasında onların İslamı hükümlere boyun eğmesinin şart koşulacağı konusunda görüş ayrılığı bulunmadığı anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Kadı Hüseyin ve Cüveyni bu konuda görüş ayrılığı bulunduğunu belirtmiştir.

 

Çünkü hükümler akdin gereklerindendir. Akdin sahih olması için akdin gereği olan bir şeyi akit esnasında zikretmek şart değildir.

 

5. Cizye anlaşması yaparken kafirlerin "Allah Teala'ya, O'nun resulüne ve dinine dil uzatmamaları" şartını açıkça zikretmek şart değildir; çünkü bu husus onların İslamı hükümlere boyun eğmeleri kapsamındadır. [Zayıf] bir görüşe göre bu şarttır; çünkü her iki taraf arasında barış ve birbirine ilişmeme ancak bu şekilde sağlanabilir.

 

6. [Cizye anlaşması süreli olarak yapılabilir mi? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre cizye akdinin süreli olarak yapılması geçerli değildir; çünkü bu can dokunulmazlığı sağlayan bir akit olduğundan -tıpkı İslam'a girme gibi- süreli olamaz.

 

İkinci rivayet

 

İmam Şafii'ye veya mezhepteki alimlere ait bir görüşe göre süreli cizye akdi sahihtir.

 

Not:  Görüş ayrılığı, "bir yıl" vb. gibi sürenin belli olduğu duruma özgüdür. Şayet süre "ülkemizde bizim dilediğimiz / Allah'ın dilediği kadar / Zeyd'in dilediği kadar cizye karşılığında kalmanıza izin verdik" şeklinde zikredilirse mezhepte esas olan rivayete göre bu kesinlikle geçerli olmaz.

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hayber Yahudileri ile anlaşma yaparken "Allah sizin burada kalmanıza müsaade ettiği sürece biz sizi burada bırakırız" ifadesine gelince; bu ifade Hayberlilerle ateşkes anlaşması yaparken söylenmiş olup zimmet akdi esnasında söylenmiş değildir. (Buhari, Farzu'l-humus, 3125; Müslim, Müsakat, 3944)

Bu ifadeyi, Resulullah (s.a.v.) dışında başka bir devlet başkanı söylemiş olsa geçerli olmazdı; çünkü Resulullah (s.a.v.), başkasından farklı olarak Allah katında olanı vahiy sayesinde biliyordu.

 

Alimlerin ifadesinden akit esnasında "ebedilik" ifadesini zikretmek şart olmayıp akit mutlak olarak yapılabilir. Bu, zaten eb edi liği gerektirir.

 

Devlet başkanı "dilediğiniz kadar bu ülkede kalmanıza müsaade ediyorum" derse bu geçerli olur; çünkü onların dilediği zaman akdi sona erdirme hakları var olduğundan bu ifade zaten akit gereği olan bir şeyin açıkça söylenmesinden başka bir şey değildir.

Ateşkes ise bundan farklı olarak bu lafızIa yapılırsa geçerli olmaz. Çünkü bu ifade ateşkes anlaşmasını süreli olmaktan çıkarıp akdin gereğine aykırı olacak şekilde ebediliğe çevirir.

 

7. Cizye akdinin sahih olması için -konuşabilir durumda olan kişinin tıpkı diğer akitlerde oldUğU gibi "kabul ettim" veya "razı oldum" gibi ifadelerle sözlü olarak kabulde bulunması gerekir. Dilsizin anlaşılabilir işareti ise yeterlidir; çünkü bu onun konuşması gibidir.

ZerkeşI'nin şahsi görüşü olarak belirttiğine göre niyetle birlikte kinaye ifade kullanmak da -tıpkı satım akdinde olduğu gibi- yeterlidir,

 

hatta burada daha evladır. Nitekim alimler eman verme konusunda bunu açık olarak ifade etmişlerdir.

 

Not:  Alimler kabulün icaba bitişik olmasının şart olup olmadığından söz etmemişlerdir. Her ne kadar Ezrai "bunun şart olmaması akla daha yakındır" demiş olsa da Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin belirttiği üzere bu şarttır.

 

8. Bizim ülkemizde bulunan bir kafir "ben Allah'ın kelamını dinlemek [İslam'ı öğrenmek] için ülkenize girdim" dese veya yanında bir mektup bulunsun ya da bulunmasın "elçi olarak geldim" dese yahut "emanı geçerli bir Müslümanın emanı ile girdim" dese onun sözü tasdik edilir, kendisine ilişilmez; çünkü iddia ettiği şeyin doğru olma ihtimali vardır.

Onun bunu kastetmesi, eman vermeye gerek olmaksızın kendisini güvende kılmaktadır.

 

Yine kişi "Müslüman olmak için", "cizye vermek için ülkenize girdim" dediğinde de hüküm böyledir.

 

Not:  Bu hüküm, söz konusu olay kişi bizim elimize esir olarak düşmeden önce gerçekleştiğinde geçerlidir. Aksi taktirde Bulkini'nin belirttiği üzere bir delil olmadıkça onun sözü kabul edilmez.

 

Kişi eman ile İslam ülkesine girdiğini iddia ettiğinde onun sözünün kabul edilmeyeceği, kendisinden delil isteneceği şeklinde mezhep içinde bir görüş de bulunmaktadır; çünkü çoğunlukla böyle bir şey yapmak mümkündür.

 

İlk görüşte olanlar buna şöyle cevap vermiştir: Zahir olan, harbinin bizim ülkemize emansız girmeyeceğidir.

 

9. Şayet elçi olduğunu iddia eden kişinin doğru söylediği konusunda bir töhmet söz konusu olursa Rafii'nin İbn Kecc'den belirttiğine göre ona yemin ettirilir. İbnü'l-Mukri diğer kişiler için de bunu tek görüş olarak belirtmiştir.

 

 

B. Cizye Akdini Yapan Kişi

 

Cizye anlaşmasının ikinci rüknü, cizye akdini yapan kişi olup Nevevi bu konuda şunları söylemiştir.

 

1. Cizye akdini devlet başkanı veya onun yetki verdiği bir kimsenin yapması şarttır.

 

2. [Kafirler] cizye anlaşması yapmak istediklerinde devlet başkanının [veya yetki verdiği kimsenin] bu isteğe icabet etmesi gerekir. Ancak [hıyanet etmesinden] korktuğumuz bir casus talepte bulunursa onun isteğini yerine getirmek gerekmez.

 

10. Cizye akdini devlet başkanı veya onun bu konuda genel veya özel yetki verdiği kimsenin yapması şarttır; çünkü bu büyük maslahatlardan olduğu için inceleme-araştırma ve ictihadda bulunmayı gerektirmektedir. Bu sebeple devlet başkanı veya vekili dışında birinin cizye anlaşması yapması geçerli değildir. Bununla birlikte [şayet başkası anlaşma yaptıysa] lehine akit yapılan kişiye saldırıda bulunulmaz, bu kişi güvende olacağı yere götürülür, İslam ülkesinde bir yıl veya daha fazla kalmış olsa bile [cizye ödemek vb.] herhangi bir şeyle yükümlü tutulmaz; çünkü akit geçersizdir.

 

11. Kafirler cizye akdi yapmayı istediklerinde bu akdi yapma yetkisine sahip olan kişinin buna olumlu cevap vermesi gerekir. Çünkü Müslim'in Büreyde'den rivayet ettiğine göre Resulullah (s.a.v.) bir ordu veya seriyyenin başına bir komutan tayin ettiğinde kendisine bir takım talimatlar verdikten sonra şöyle buyururdu:

 

> Eğer Müslüman olmaktan kaçınırlarsa kendilerinden cizye vermelerini iste. Buna yanaşırlarsa kendilerinden kabul et ve onlardan elini çek [saldında bulunma}.(Müslim, Cihad, 4497}

 

Not:  Cizye akdi yapma talebine icabetin gerekliliği, kafir olan şahsın esir alınmasından öncedir. Esir olan şahıs cizye akdi yapmak istediğinde -Nevevi'nin Ravdatü't-talibın'deki ifadesinden çıkan sonuca göre- buna icabet etmek gerekmez.

 

12. Cizye akdini, hile yapmasından korkulan bir kimse talep ederse örneğin korktuğumuz bir casus talep ederse o zaman endişe edilen zarar sebebiyle onun isteğine olumlu karşılık verilmez, kendisinden cizye kabul edilmez.

 

 

C. Lehine Cizye Akdi Yapılan Kişi

 

Cizye anlaşmasının üçüncü rüknü, lehine cizye akdi yapılan kişi olup Nevevi bu konuda şunları söylemiştir.

 

1. Cizye akdi sadece Yahudiler, Hristiyanlar, Mecusiler, dinleri neshedilmeden önce Yahudileşen veya Hristiyanlaşanların çocukları ile [Yahudileşme ve Hristiyanlaşmalarının] ne zaman olduğundan şüphe ettiğimiz kimseler için yapılır.

 

2. Mezhepte esas alınan görüşe göre Hz. İbrahim'in sahifeleri ne verya] Hz. Davud'un (Allah kendilerine salat ve selam eylesin) Zebur'una bağlı olduğunu iddia eden kişiyle ve yine ana-babasından biri kitabı diğeri putperest olan kişiyle de cizye akdi yapılır.

 

3. Kadın, çift cinsiyetii şahıs, kendisinde kölelik bulunan kişi, çocuk ve akıl hastası cizye ile yükümlü değildir. Akıl hastalığı ayda bir saat gibi kısa süreli oluyor [kişi geri kalan zamanda şuurlu davranıyorlsa cizye gerekli olur. Akıl hastalığı bir gün gelip bir gün giden kimsede olduğu gibi çokça kesintiye uğrayan kimseye gelince aklının başında olduğu zamanlar birleştirilir. Bunlar bir yıla ulaştığında cizye vermesi gerekir.

 

4. Zımmınin oğlu buluğa ulaştığında cizye vermezse [İslam ülkesinden sınır dışı edilerek] güvende olacağı yere ulaştmlır. Cizye verirse kendisi için akit yapılır. [Zayıf] bir görüşe göre babasının cizye anlaşmasında olduğu gibi cizye anlaşması yapılır.

 

5. Mezhepte esas alınan görüşe göre felçli, çok yaşlı, kör, rahip, işçi, çalışmaktan aciz olan fakir kimsenin cizye vermesi gerekir. Bir yıl dolduğunda bu kişi veremeyecek durumda olursa maddi imkanı elde edinceye kadar zimmetinde borç olarak kalır.

 

13. Cizye anlaşması ancak, Araplar ve acemlerden olan Yahudi ve Hristiyanlar içinden bu din e ehl-i kitap hakkında neshedilmesinden sonra girdiği bilinmeyenler ile [ve bir de birazdan sayılacak şahıslar ile] yapılır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. [Tevbe, 29]

 

14. Cizye anlaşması Mecusiler ile de yapılır; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) onlardan cizye almış ve "onlara, ehl-i kitaba yaptığınız uygulamayı yapın" buyurmuştur.(Muvatta, Zekat, 628)

Ayrıca onların, [Allah tarafından gönderilen] bir kitaba sahip olduklarına ilişkin bir ihtimal de söz konusudur. Daha güçlü görüşe göre onların bir kitabı vardı, ancak sonradan bu kitap kaldırıldı.

 

15. Dininin [insanlar tarafından] değiştirilmesinden sonra olsa bile [Allah tarafından] neshedilmesinden önce Yahudileşen veya Hristiyanlaşanların çocuklarıyla onlar değiştirilmiş olan dinden uzak durmasalar bile cizye anlaşması yapılır. Burada canın korunması yönüne ağırlık verilir. Daha önce geçtiği üzere onlarla evlenmek ve kestiklerini yemek helal olmaz. Çünkü evlilik ve ölmüş [kesilmiş] hayvanlar konusunda aslolan haramlıktır.

 

Not:  "Nesh" ile kastedilen, Yahudilerde Tevrat'ın İncil ile neshedilmesi, Hristiyanlarda da İncil'in, Resulullah (s.a.v.)"ın gönderilmesiyle neshedilmesidir. Bizim peygamberimizin şeriatının önceki şeriatları yürürlükten kaldırmasından sonra Yahudileşen veya Hristiyanlaşanların veya Hz. İsa'nın gönderilmesinden sonra Yahudileşenlerin çocukları ile cizye anlaşması yapılmaz. Nitekim onların babalarıyla da cizye anlaşması yapılmaz; çünkü onlar batıl olan ve fazileti ortadan kalkmış olan bir dine bağlanmışlardır.

 

16. Durumu bilinmeyen yani ne zaman Yahudileştiği veya Hristiyanlaştığı konusunda şüphe ettiğimiz, nesihten önce mi sonra mı o din e girdiğini bilemediğimiz kimselerle de -kan dökmeyi önleme yönüne ağırlık vererek- tıpkı Mecusilerde olduğu gibi cizye anlaşması yapılabilir. Sahabe, Hristiyan Araplar olan Nehera, Tenuh ve Benu Tağlib kabilelerine bu şekilde uygulama yapmıştır.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesinden Hayber Yahudilerinin de diğerleri gibi olduğu anlaşılmaktadır. Alimler içiinde sadece İbn Ebı Hureyre onlarla cizye anlaşması yapılamayacağını ileri sürmüştür; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) onlarla müsakat [yarıcılık] anlaşması yaparak onları köle kılmıştır.

 

Hz. Ali'nin onlara kendilerinden cizye yükümlülüğünün düştüğüne ilişkin bir mektup yazdığı şeklindeki iddiaları İbr Süreyc' e sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Müslümanlardan hiç kimse böyle bir şey nakletmemiştir."

 

Sabiiler ve Samirılere gelince; şayet Yahudiler ve Hristiyanlar onları kafir saymıyor ve dinlerinin temel ilkeleri konusunda onlardan ayrılmıyorlar ise onlarla cizye anlaşması yapılır, aksi taktirde yapılmaz. Durumları netlik kazanmazsa yine onlarla cizye anlaşması yapılabilir.

 

İster Arap ister acem olsun putperestler, güneşe ve meleklere tapanlar gibi herhangi bir semavı kitabı bulunmayan veya kitaba sahip olması ihtimali bulunmayan kimseler ile onlarla aynı durumda bulunan mesela "felek diri ve akıl sahibidir", "yedi yıldız ilahtır" gibi inançlara sahip olanlar, cizye anlaşması yaparak İslam ülkesinde durdurulmazlar. Ebu Hanıfe'ye göre bunların Arap olmayanlarından cizye alınır. İmam Malik'e göre Kureyş müşrikleri dışında bütün müşriklerden cizye alınabilir.

 

17. Hz. İbrahim' e indirilen sayfalara, Hz. Davud'a indirilen Zebur'a, Hz. Adem'in sulbünden oğlu olan Hz. Şit'e indirilen sayfalara bağlı olduğunu ileri süren kişilerle cizye anlaşması [yapılır mı? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre bu kimseler cizye karşılığında İslam ülkesinde bırakılırlar. Çünkü Yüce Allah Hz. İbrahim ve Hz. Davud'a sahifeler indirmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmuştur:

 

> İbrahim'in ve Musa'nın sayfaları" [el-A'la, 9].

> Andolsun ki o [Kur'an], öncekilerin kitaplarında mevcuttur. [Şuara, 196]

 

Onlara indirilenlere [sahife / suhuf denildiği gibi] kitap da denilmektedir. İmam Şafii bunu açık olarak belirtmiştir. Şu halde bu sayfalar bağlı olanlar, "kendilerine kitap verilenler" ifadesinin kapsamına dahil olmaktadır.

 

İkinci rivayet

 

Onlarla cizye anlaşması yapılmaz; çünkü bu sayfalarda hükümler bulunmayıp bunlar yalnızca vaazlardan ibarettir. Bu sebeple bu sayfaların, hükümler gibi saygınlığı yoktur.

 

18. Yukarıdaki üç durumda da mezhepte esas alınan görüşe göre ihtiyatla hareket edilerek onlarla evlenme ve kestiklerini yeme helalolarak görülmez.

 

19. Ana-babasından biri kitabı diğer putperest olan kimse ile cizye anlaşması [yapılır mı? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır: ]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan rivayete göre canın korunması ilkesine ağırlık verilerek -kitabı olan ana cariye bile olsa- o kişiyle cizye anlaşması yapılır. Ancak ihtiyaten onunla evlenmek ve kestiğini yemek haram olur.

 

İkinci rivayet

 

Onunla evlenmek sahih olmadığı gibi onunla cizye anlaşması da yapılamaz.

 

Not:  "Mezhepte esas alınan" ifadesi hem bu mesele hem de bir önceki meseleyle ilgilidir.

 

Bir topluluğu ele geçirip onlara hakim olduğumuzda onların tümü veya bir kısmı babalarının nesih öncesinde bir kitaba bağlı olmaları sebebiyle kendilerinin de [cizye akdi yapılabilecek kimselerin] dinine bağlı olduğunu iddia etse, babalarının o dine bağlanması dinlerinin insanlar tarafından değiştirilmesinden sonra bile olsa kendileriyle cizye anlaşması yapılır; çünkü onların dini ancak kendilerinin ifadelerinden bilinebilir. İki güvenilir kişi onların yalan söylediğine şahitlik etse bakılır: Onların yalan söylediklerinin ortaya çıkması halinde kendileriyle savaşacağımıZ! şart koşmuşsak onlara saldırabiliriz. Mezhep içindeki iki görüşten birine göre bunu şart koşmadığımızda da saldırabiliriz; çünkü bize yanlış bilgi vermişlerdir. Bunu Ezrai ve başkaları İmam Şafii'nin ifadesi olarak aktarmıştır.

 

Güvenli bölgeye [İslam ülkesi dışına] çıkan bir Hristiyan putperest olsa sonra Hristiyan olan anadan doğup putperest olmuş olan kişilerin çocukları Hristiyan olsa, aynı şekilde putperest olan analardan doğan Hristiyanların çocukları Hristiyan olsa onlar içinden buluğa erenlerle cizye anlaşması yapılır; çünkü bu durumda olan kişide Hristiyanlaşmanın etkisi sabit olmuştur. Bu, daha sonra meydana gelen [putperestleşme gibi] bir şey yüzünden ortadan kalkmaz.

 

20. Kadın üzerine cizye ödeme sorumluluğu yoktur; çünkü cizye ile ilgili [yukarıda zikredilen] ayette geçen "küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar" ifadesinde hitap erkekleredir. İbnü'l-Münzir bu konuda icma bulunduğunu söylemiştir.

 

Beyhakl'nin rivayet ettiğine göre Hz. Ömer orduların komutanlarına "kadınlardan ve çocuklardan cizye almayın" diye yazmıştır.(Sünen-i Beyhaki, Cizye, 9, 195)

 

Not:  Kadınlar cizye karşılığında zimmet akdi yapmak isteseler, devlet başkanı onlara kadınlar üzerine cizye ödemenin gerekli olmadığını bildirir. Şayet kendiliklerinden cizye ödemeyi kabul ederlerse bu bir hibe olup ancak teslim alındığında bağlayıcı olur.

 

21. Çift cinsiyetli şahıs üzerine de cizye yükümlülüğü yoktur; çünkü onun dişi olma ihtimali bulunmaktadır. Şayet cizye akdi yapıldıktan sonra kendisinin erkek olduğu ortaya çıkarsa -hakikatteki durumu esas alarak- kendisinden geçmiş zamanın cizyesini de talep ederiz.

Ancak bir harbı bizim ülkemize girip bir müddet kaldıktan sonra onu ele geçirsek, kendisiyle cizye akdi yapılmamış olduğu için ondan geçmiş zaman için herhangi bir şey almayız. Aynı şekilde çift cinsiyetli şahsın erkek olduğu ortaya çıksa ve kendisiyle cizye akdi yapılmamış olsa ondan herhangi bir şeyalınmaz. Çift cinsiyetli şahıstan cizye alınacağını ve alınmayacağını mutlak olarak sahih gören kimselerin ifadesi -Bulkini'nin de işaret ettiği gibi- bu şekilde yorumlanır.

 

22. Kendisinde kölelik bulunan kimseyle de cizye anlaşması yapılmaz. Bütünüyle köle olan kişiyle -sözleşmeli bile olsa- evleviyetle yapılmaz; çünkü sözleşmeli köle, üzerinde bir dirhem bile borç kaldığı sürece köledir. Köle maldır, malda cizye yoktur.

 

23. Köle üzerine cizye gerekli olmadığı gibi köle sebebiyle efendisi üzerine de cizye gerekli değildir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Akıl hastalığı kesintili olan bir kimsenin aklının başında olduğu zamanlar toplanarak kendisi üzerine cizye gerekli kılınmaktadır. Aynen bunun gibi kısmen köle olan kimse üzerine de sahip olduğu hürriyet oranında cizye gerekli olmalıdır.

 

Buna şöyle cevap verilir: Akıl hastalığı ve akılsağlığı aynı anda bir kişide birleşemez ama kölelik ve hürriyet birleşebilir.

 

24. Çocuk üzerine de cizye ödemek gerekli değildir; çünkü Resulullah (s.a.v.), Muaz'ı

Yemen'e gönderirken kendisine "buluğa eren her erkekten bir dirhem al" buyurmuştur. (Ebu Davud, Zekat, 1576; Tirmizi, Zekat, 623)

 

25. Devlet başkanı, erkeklerle cizye anlaşması yaparken onlara kendileri adına ödeyecekleri cizyeden ayrı olarak kadınları ve çocukları için de bir şeyler ödemelerini şart koşsa bakılır: Bu ödeme erkeklerin kendi mallarından yapılacaksa şart geçerli ve bağlayıcı olur. Şayet kadınların ve çocukların mallarından olacaksa Cüveyni'nin belirttiği üzere bu şart geçerli olmaz.

 

26. Akıl hastalığı sürekli olan kişi üzerine de cizye ödemek gerekli değildir; çünkü o mükellef değildir. Şayet akıl hastalığı ayda bir saat gibi kısa süreliğine söz konusu oluyorsa cizye ödemesi gerekir, bu kısa zaman dikkate alınmaz. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin görüşüne göre bu şekilde kısa süreli şuurluluk hali de dikkate alınmaz.

 

27. Akıl hastalığı gün aşırı gibi çok zamanlı olarak söz konusu oluyorsa [bu kişiden cizye alınır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre kişinin aklının başında bulunduğu zamanlar bir araya getirip toplanır. Dağınık haldeki şuurluluk hali bir sene veya daha fazla yaptığında farklı zamanlar bitişik zamanlar gibi değerlendirilerek kişi üzerine cizye gerekli olur.

 

İkinci görüş

 

Noksanlığı sebebiyle -bir kısmı köle olan şahısta olduğu gibi- bu kişi üzerine de cizye gerekli olmaz.

 

Not:  Görüş ayrılığı, zamanları toplamanın mümkün olması haline özgüdür. Bu mümkün olmazsa Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin güçlü gördüğü görüşe göre ona akıl hastasının hükümleri uygulanır.

 

Bu hüküm, akıl hastalığı ve şuurluluk hali birbirini takip ettiğinde söz konusu olur. Şayet kişi aklı başında iken sene ortasında akıl hastalığına yakalansa onun durumu senenin devamı esnasında ölen zımmınin durumu gibi olur. Akıl hastası iken senenin devamı esnasında aklı başına gelse sene o andan itibaren başlar.

 

28. Bir zımmınin oğlu -velev ki kasıklarında tüy bitmesi yoluyla olsun- buluğa erse veya akıl hastası iyileşse yahut köle azat edilse ve bu kişilerden her birinden cizye talep etmemiz sonrasında cizye vermese -köleyi ister zımmı ister Müslüman azat etmiş olsun- o şahıs [İslam ülkesinin dışında] güvende olacağı bir yere ulaştırılır. İmam Malik'ten bir rivayete göre Müslüman bir kimsenin azat ettiği köle [üzerinde Müslümanın vela hakkı bulunduğundan ve bu] vela hakkının dokunulmaz olması sebebiyle ona cizye konulmaz.

 

29. Bu şahıslar cizye vermeyi kabul etse kendisiyle cizye anlaşması yapılır. Babası "oğlum buluğa erdikten sonra onun cizyesini ödemeyi ben üstleniyorum" diyerek buluğa erdikten sonra, köleyi de efendisi "kölem azat olduktan sonra cizyesini vermeyi ben üstleniyorum" diyerek azat olduktan sonra cizye anlaşmasının kapsamına dahil etmiş olsa bile, çocuğun babasının ve kölenin efendisinin yaptığı anlaşma yeterli olmaz.

 

[Zayıf] bir görüşe göre babanın yaptığı akit çocuk için yeterli olur. Çocuk üzerine babasının cizyesi gibi cizye ödemek gerekli olur, yeni bir akit yapmaya gerek olmaz.

 

30. [Güçlü görüşe göre] babanın akdi yeterli olmayınca çocukla yeni bir akit yapılır. Artık bu kişinin ehliyeti kemale erdiğinden babasına [veya efendisine] bağlılığı ortadan kalktığı ve yeni bir cizye ödemesi gerekli olduğu için tıpkı diğer şahıslarda olduğu gibi onunla cizye akdi yapılırken de pazarlık yapılır. Daha önce geçtiği üzere ayetteki cizye verme ifadesi cizyeyi üstlenmek anlamındadır.

 

31. Devlet başkanı, cizyeyi kolayca tahsil edebilmek için tabi olan ve tabi olunan kimselerin cizye yıllarını aynı yapabilir. Şayet tabi olan şahıs razı olursa onun üzerine ehliyetinin kemale erdiği yılın kalan kısmında gerekli olanı tahsil edebileceği gibi bunu ertesi yıla da erteleyip tabi olunanın cizyesi ile birlikte sene sonunda tahsil edebilir. Böylece yıl sonları birbirinden farklı olmamış olur. Devlet başkanı dilerse her birini farklı yıla tabi kılar. Bu durumda her birinin ödemesi gerekli olan cizyeyi, kendi yılı tamamlanınca tahsil eder.

 

Not:  Bir çocuk sefih olarak buluğa erse ve ya kendisi ya da velisi onun adına senede bir dinar cizye vermek üzere anlaşma yapsa bu anlaşma sahih olur; çünkü bu anlaşmada onun canını koruma maslahatı bulunmaktadır. Bir dinardan daha fazlasına cizye anlaşması yaparsa sahih olmaz; çünkü bir dinara canını koruma altına almış olması mümkündür.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Kendisine kısas uygulanmasını hak etmiş bir sefih, diyet miktarından daha fazlasını ödeme şartıyla hak sahibi ile sulh yapsa, canını korumak amacıyla bu anlaşma geçerli olur. Burada da böyle olmalıdır.

 

Buna şöyle cevap verilir: Cizyede kişinin canını koruması bir dinarla sağlanmaktadır.

Kısasta ise canın korunması ancak diyetten daha fazlasını ödeyerek mümkün olmaktadır.

Çünkü devlet başkanının bu kişiden bir dinarı kabul etmesi zorunlu olduğu halde kısasta hak sahibi olan kişinin [sulh yapmak için] diyetin ödenmesini kabul etmesi zorunlu değildir.

 

Sefih, güvenli bölgeye [İslam ülkesi dışına] gitmek isterse velisi ona engelolamaz; çünkü sefihin kısıtlılığı canıyla değil malıyla ilgilidir.

 

32. Felçli, çok ihtiyar, kör, rahip ve işçi üzerine cizye ödemek gerekli [midir? Bu konuda iki rivayet söz konusudur:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre bunlar üzerine cizye gereklidir. Bu konuda özür sahipleriyle özür sahibi olmayanlar birbirine eşittir.

 

İkinci rivayet

 

"Bunlar da kadınlar ve çocuklar gibi öldürülmez" görüşünü tercih ettiğimiz taktirde cizye ile yükümlü olmazlar.

 

33. Kazanç sağlamaktan aciz olan fakir de -isterse Hayber halkından olsun- ayetin genel ifadesi sebebiyle cizye ödemekle yükümlüdür. Ayrıca o, canının korunması ve İslam ülkesinde oturma hakkı elde etmesi açısından zenginle aynı durumdadır. Bir yıl dolduğunda ödeme güçlüğü içindeyse ödeme imkanını buluncaya kadar bu onun zimmetinde borç olur. Ödeme güçlüğü içinde olan kişinin teamülünde olduğU üzere ikinci yıl ve sonrasının hükmü de böyledir. Bu kişi ödeme imkanı elde ettiğinde kendisinden cizye talep edilir.

 

Nevevi'nin fakir şahsı felçli şahsa atfetmesi her ne kadar konuyla ilgili görüş ayrılığının iki rivayet arasında olduğunu ifade ediyorsa da meşhur olmayan bir görüşe göre o, cizye ödemekle yükümlü değildir.

 

Not:  Rafii ve Nevevi, burada "fakir" ile kimin kastedildiğini açıklamamışlardır. Bu konuda Oariml'nin ve bir de Razl'nin Ta'lik adlı eserinde nakletlikleri mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre "Müslüman olsaydı zekat almayı hak edecek durumda olan kişi", ikinci görüşe göre -ki Zerkeşi'nin belirttiği gibi bu daha uygun olan görüştür- tıpkı fıtır sadakasında olduğu gibi sene sonunda günlük azığının dışında cizye ödemeye yetecek kadar parası olmayan kişidir.

Sonrakilerden bir alim bu konuda ödün esas alınacağını söylemiştir.

 

 

D. Cizye Anlaşması ile Oturmaya Hak Kazanılan Yer

 

Cizye anlaşmasının dördüncü rüknü, anlaşma yapılan kimselerin oturtulmasına müsait olan mekandır. Nevevi bu konuda şunları söylemiştir:

 

1. Bütün kafirlerin Hicaz'ı vatan edinmelerine engelolunur.

Hicaz Mekke, Medine, Yemame ve bunların köyleridir. [Zayın bir görüşe göre Hicaz'ın uzayan yollarında ikamet edebilir.

 

2. [Kafir] Hicaz'a devlet başkanının izni olmaksızın girse, oradan çıkarılır ve bunun yasak olduğunu biliyorsa kendisine tazir cezası verilir. İzin isterse şayet elçilik, Müslümanların ihtiyaç duyduğu bir şeyi getirme gibi Müslümanların maslahatına olan bir şey ise buna izin verir. Büyük bir ihtiyaç duyulmayan ticaret gibi bir sebeple izin istiyorsa yalnızca bu ticaret sebebiyle onların malından bir şeyalma şartıyla izin

verir.

 

3. [Hicaz'a girmesine izin verilen kafir] orada sadece üç gün kalabilir.

4. Mekke'nin harem bölgesine girmesine izin verilmez. Şayet elçi olarak gelmişse devlet başkanı veya onun vekili kendisini dinlemek üzere harem bölgenin dışına çıkar.

 

5. [Hicaz'a giren gayri müs!im şahıs] orada hastalanırsa, ölmesinden endişe edilse bile başka yere taşınır. Ölürse oraya gömülmez, gömülmüşse kabri açılıp çıkarılır. Hicaz'ın başka bir yerinde hasta olur da başka bir yere nakledilmesinde büyük zorluk olursa ona ilişilmez, aksi taktirde nakledilir. Ölürse ve başka yere nakletmek imkansız olursa orada defnedilir.

 

34. Her kMirin, Hicaz'ı vatan edinmesine engelolunur. Bu ister cizye karşılığı olsun ister olmasın fark etmez. Bu hüküm, Hicaz'ın şerefi sebebiyledir. Ayrıca Beyhaki'nin Ebu Ubeyde bin Cerrah'tan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'in en son söylediği söz: "Yahudileri Hicaz'dan çıkarın" ifadesidir.(Sünen-i Beyhaki, Cizye, 9, 208)

Ayrıca Buhari ve Müs!im'in rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) "müşrikleri Arap yarımadasının dışına çıkarın" buyurmuş(Buhari, Cihad ve's-siyer, 3053; Müs!im, Vasiyyet, 4208),

Müs!im'in rivayet ettiği hadiste ise "yemin olsun ki Yahudi ve Hristiyanları Arap yarımadasının dışına çıkaracağım" buyurmuştur(Müs!im, Cihad, 4569)

Burada Arap yarımadası ifadesinden kastedilen Hicaz bölgesi olup bütün arap yarımadası kastedilmemiştir. Çünkü Hz. Ömer onları Hicaz bölgesinden sürmüş, Arap yarımadasından olmasına rağmen Yemen' e yerleştirmiştir.

 

Not:  NevevI. "vatan edinmek" yerine Ravdatü't-talibln'de yaptığı gibi "ikamet etmek" demiş olsa daha iyi olurdu. Çünkü ikamet etmeyi engellemek vatan edinmeyi engellemeyi zaten gerektirir ama aksi söz konusu olmaz. Buna göre kafir bir kimse Hicaz bölgesinde oturmadığı ve orayı vatan edinmediği halde orada evalmak istese bu caiz olmaz; çünkü [edinilmesi haram olan] kaplar ve müzik aletlerinde olduğu gibi kullanılması haram olan şeyin edinilmesi de haramdır. İmam Şafii'nin el-Ümm'deki "Zımm! Hicaz bölgesinde herhangi bir ev edinemez" ifadesi de buna işaret etmektedir.

 

35. Hicaz bölgesi Mekke, Medine ve Yemame'den oluşur. Yemame, Yemen'e yakın bir şehir adı olup Mekke'den dört merhale TaH'ten iki merhale uzaklıktadır. Bu bölgeye, orada oturan ve binitli kişiyi üç günlük mesafeden görebilen mavi gözlü bir cari yeni n adı verilmiştir.

 

Bu üç şehrin köyleri de Hicaz'a dahildir. Mesela Mekke'nin köylükleri olan Taif ve Vecc, Medine'nin köylüğü olan Hayber böyledir.

 

[Zayıf] bir görüşe göre kafir olan şahıs, bu şehirler arasında normalde insanların ikamet etmeyi adet edinmediği uzun yollar boyunca ikamet edebilir; çünkü buralar insanların toplandığı ve ikamet ettiği yerlerden değildir. Meşhur görüşe göre ise onların bunu yapmasına da izin verilmez; çünkü haramlık, bölgeden kaynaklanmaktadır.

 

Not:  Görüş ayrılığı, Mekke haremi dışındaki bölgelerdedir. Harem bölgesinde bulunan yerlere gelince kafirlerin burada oturmasına kesinlikle engelolunur.

 

Kafirlerin Hicaz bölgesine yakın deniz yolunu kullanmalarına engel olunmaz; çünkü burası ikamet edilen bir yer değildir. Onların buralardaki adalarda ve meskOn sahillerde ikamet etmelerine engelolunur, meskun olmayan sahillerde oturmalarına engel olunmaz. Ezrai ve başkaları buna muhalefet ederek onların oturmalarına mutlak olarak engelolunacağını söylemişlerdir.

 

Bu bölgeye ["engelolmak" anlamına gelen] Hicaz adı verilmiştir. Bunun sebebi Esmal'ye göre buranın Necd ve Tihame arasında bir engeloluşturmasıdır.

 

Arap yarımadası uzunluk olarak Aden'in en uç noktalarından Irak'ın kırsal kesimlerine kadar uzanır. Genişlik olarak ise Cidde ve ona bitişik deniz sahilinden Şam'ın civar bölgelerine kadar uzanır. Buraya Arap yarımadası denilmiştir; çünkü bu bölgenin etrafı Habeş denizi (Kızıldeniz), İran denizi (Basra körfezi), Dicle ve Fırat ile çevrilmiştir.

 

36. Kafir bir şahıs, devlet başkanından izin almaksızın Hicaz bölgesine girmiş olsa izinsiz girdiği için devlet başkanı onu oradan çıkarır. Şahıs, oraya girmenin yasak olduğunu bildiği halde girmişse bu cüz'etkarlığı ve girmemesi gereken yere girmesi sebebiyle tazir cezasıyla cezalandırılır. Bunu bilmiyorsa oradan çıkarılır ama kendisine ceza verilmez.

 

37. Kafir şahıs devlet başkanından Hicaz bölgesine girmek için izin istese bakılır:

 

> Bu şahıs elçilik yapmak, zimmet veya barış anlaşması yapmak, bizim ihtiyaç duyduğumuz yiyecek maddesi ve eşyaları getirmek vb. Müslümanların maslahatına olan bir şey sebebiyle girmek istiyorsa ona izin verir.

 

> Şahıs, güzel koku vb. bizim çok ihtiyacımız ın olmadığı bir malın ticaretini yapmak için girmek istiyorsa devlet başkanı ancak onun malından bir miktarını [gümrük vergisi olarak] almak şartıyla girmesine izin verir. Bunun miktarı devlet başkanının uygun göreceği miktardır. Devlet başkanı bunu Hz. Ömer'in uygulamasına tabi olarak yapar. Zira o, Medine'ye kadife vb. bazı mallarını satmak için gelen Kıbtiilerden mallarının onda birini [gümrük vergisi olarak] alıyordu. Buğday ve arpaya ihtiyaç olduğu için onların bu malları Medine'ye getirmelerini sağlamak üzere kendilerinden yirmide bir vergi alıyordu.

 

38. Ülkemize elçi olarak gelen veya bizim ihtiyaç duyduğumuz zorunlu malları getiren kafirlerden [gümrük vergisi olarak] herhangi bir şeyalınmaz. Şayet bizim zorunlu ihtiyaç duyduğumuz şeylerden değilse ve devlet başkanı onlara izin verirken kendilerinden gümrük vergisi alınmasını şart koşmuşsa -bu miktar onda birden fazla olsa bile- bu caiz olur. Vergi miktarı bundan daha az da olabilir. Bazı mallarda diğerinden daha fazla olabilir. Devlet başkanı onlardan hiç vergi de almayabilir. Şayet [mallarını satma sonucunda elde ettikleri] satım bedellerinin onda birini almayı şart koşmuşsa satım yapıncaya kadar kendilerine süre tanınır. Ancak ticaret mallarının kendisinden vergi alınması şart koşulmuşsa [satım yapmaları] beklenmez.

 

39. Kişi sene içinde birkaç defa gelip gitse bile [gümrük vergisi] senede yalnızca bir kere alınır.

 

40. Vergi memurları Müslümanlara da aynı uygulamayı yapar.

 

41. Cizye akdi yapılırken özelolarak şart koşulmadıkça zımm! erkek ve zımm! kadının yaptığı ticaretten vergi alınmaz. Yine -Hicaz bölgesine girmiş olsa bile- İslam ülkesine eman ile giren ve ticaret yapmayan kişiden de vergi alınmaz.

 

42. Gümrük memuru, kendisinden gümrük vergisi alınan kimseden sene içinde tekrar vergi istenmesin diye bir belge verir.

 

Not:  Alimlerin "Hicaz bölgesine ticaret yapmak için giriş yapmak" konusundaki ifadelerinin zahairinden bu konuda zımmı ile başkası arasında bir fark olmadığı anlaşılmaktadır ki bu doğrudur. Bulkini ise bunu zımmıye tahsis etmiş ve şöyle demiştir: "Harbınin Hicaz bölgesine ticaret için girmesine müsaade edilmez."

 

43. Devlet başkanı, kafir bir şahsın Hicaz bölgesine girmesine izin verince bu kişi ancak üç gün veya daha az süreyle burada kalabilir. Bu konuda da Hz. Ömer'in uygulamasına uyulur.

Yolcunun namazı konusunda geçtiği üzere kişinin giriş ve çıkış yaptığı gün dikkate alınmaz. Üç günden fazlasına izin verilmez; çünkü üç günden fazlası ikamet süresidir. Oysa onun ikamet etmesi yasaktır. Devlet başkanı bunu, girişte kendisine şart koşar.

 

44. Bu kişinin, borcunu ödemek için beklemesine izin verilmez. Şahıs borcunu ödemek için bir şahsı vekil tayin eder.

 

Not:  Kafir şahsın Hicaz bölgesinde aynı yerde üç günden fazla kalmasına engelolunur.

Şayet bu kişi üç gün bir yerde ikamet etikten sonra başka yere intikal eder, sonra başka yere intikal eder ve bu şekilde hareket ederse buna engel olunmaz.

 

Zerkeşi, el-Vafi yazarına tabi olarak şöyle demiştir: İki yer arasında namazların kısaltılabileceği kadar mesafe olmalıdır, aksi taktirde şahsın bunu yapmasına engelolunur.

 

Bu, güzel bir çıkarımdır; çünkü bu mesafeden daha azı, ikamet hükmündedir.

 

45. Müslümanların maslahatı sebebiyle bile olsa kafir bir şahsın Mekke'nin harem bölgesine girmesine engelolunur. Çünkü Yüce Allah "onlar [müşkikler] mescid-i harama yaklaşmasınlar" [et-Tevbe, 28] buyurmuştur. Bundan kasıt, müfessirlerin icmaıyla harem bölgesidir. Nitekim "şayet fakirlikten korkarsanız Allah sonra sizi kendi lütfundan zengin kılacaktır" [Tevbe, 28] ifadesi "onların harem bölgesine girmesinin yasaklanması sebebiyle ticaretinizin kesintiye uğraması ve bu sebeple fakir olmaktan korkarsanız" anlamına gelir. Ayrıca bilindiği üzere ticaret malı, mescidin kendisine değil beldeye getirilir. Bunun akli gerekçesi de şudur: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.v.)'i Mekke'den çıkarmışlar, buna karşılık Mekke'ye her türlü girişleri yasaklanmıştır.

 

46. Devlet başkanı harem bölgesindeyken kafir bir elçi gelirse şayet bu elçiliğin mutlaka devlet başkanına veya onun yetki verdiği kimseye iletilmesi gerekiyorsa elçinin söyleyeceklerini dinlemek üzere devlet başkanı veya onun yetkilendirdiği kişi Harem bölgesinin dışına çıkar. Aksi taktirde elçiyi dinlemek ve haberi kendisine ulaştırmak üzere başkasını gönderir. Kafir şahıs, Müslüman olmak üzere bizimle münazarada bulunmak isterse bizden onunla münazarada bulunacak kişi harem bölgesinin dışına çıkar. Şayet ticaret için gelmişse kendisinden mal satın alacak kişi harem bölgesinin dışına çıkar.

 

47. Nevevi'nin mutlak ifadesinden anlaşıldığına göre onun girmesinin yasaklanması konusunda zaruret hali olup olmaması arasında fark yoktur. İmam Şafii, el-Ümm'de bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

Not:  Kafir şahıs, harem bölgesine girmek için mal vermeyi teklif etse bu kabul edilmez. Şayet kabul edilirse akit fas id olur. Şahıs gitmek istediği yere giderse oradan çıkarılır ve akitte zikredilen bedeli ödemesi gerekli olur. Gideceği yere ulaşamazsa, ulaştığı yerin gideceği yere yakınlığı oranında zikredilen bedelden almayı hak eder.

 

Genel kural:

 

Bu mesele haricinde fasit olan her akitte zikredilen bedel düşer. Çünkü burada kişi amacını elde etmiştir. Bunun emsal ücreti olmadığından akitte zikredilen bedel alınır.

 

48. Kişi Mekke'nin harem bölgesinde hastalansa nakledilmesi halinde ölmesinden korkulsa bile oradan başka yere nakledilir. Çünkü oraya haksız olarak girmiştir. Orada ölürse harem bölgesini kafir birisinden temiz tutmak amacıyla oraya defnedilmez. Şayet defnedilmiş se kabri açılır ve harem bölge dışına taşınır; çünkü onun cenazesinin orada kalması oraya sağ olarak girmesinden daha kötü bir durumdur.

 

Not:  Cenaze çürümediği sürece kabrinden çıkarılır. Şayet çürümüşse orada bırakılır. Bu hüküm Medine'nin harem bölgesinde geçerli değildir; çünkü hac ve umre gibi ibadetler Mekke harem bölgesine özgüdür. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kafirleri kendi mescidine soktuğu sabittir. Üstelik bu, tevbe suresinin nüzulünden sonra idi. Zira tevbe suresi hicretin

9. yılında indirildi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelen kafir heyet ise hicretin 10. yılında geldi. Bunlar arasında Necranlı Hristiyan heyet de vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) cizyeyi ilk olarak onlar üzerine gerekli kıldı, onları mescidinde konuk etti. Hz. İsa'nın durumu ve başka konularda kendileriyle münazarada bulundu.

 

49. Kafir şahıs Hicaz'da Mekke şehri dışında başka bir yerde hastalansa ve nakledilmesinde büyük bir sıkıntı söz konusu olsa -ister bununla birlikte ölüm korkusu da söz konusu olsun ister olmasın- iki zarardan daha büyük alanını engellemek üzere şahsın orada kalmasına müsaade edilir; çünkü genel anlamda şahsın hicaz bölgesine girmesi caizdir. Şayet nakledilmesinde büyük bir sıkıntı söz konusu değilse, bulunduğu bölgenin saygınlığını korumak adına oradan nakledilir. Orada ölür de başka yere nakledilmesi -cesedinin parçalanmış olması vb. bir sebeple- imkansız olursa zorunluluk sebebiyle oraya defnedilir. Herhangi bir imkansızlık söz konusu deiğlse oraya defnedilmez. Defnedilmişse orada bırakılır.

 

Not:  Yukarıdaki hükümler zımml hakkında geçerlidir. Harbi ve mürtede gelince onlar hicaz bölgesinde defnedilmez. Orada ölmüşse cesedi köpeklere verilir. İnsanlar onun cesedinin kokusundan rahatsız olursa hayvan cesedi gibi gömülür.

 

 

E. Ödenecek Mal

 

Nevevi daha sonra "fasıl" şeklinde başlık koyarak cizye anlaşmasının beşinci rüknü olan "mal" konusunu ele almaya başlamış ve şöyle demiştir:

 

1. Cizyenin en azı yıllık bir dinardır.

 

2. Devlet başkanının orta halli şahıslardan iki dinar, zengin olanlardan dört dinar almak üzere pazarlık yapması müstehaptır .

 

3. Cizye anlaşması [bir dinardan] daha yüksek bir bedel karşılığında yapıldıktan sonra onlar bir dinara da anlaşma yapmanın caiz olduğunu öğrenseler üstlendikleri bedeli ödemeleri gerekir. Bunu yapmaktan kaçınırlarsa daha doğru görüşe göre anlaşmayı bozmuş kabul edilirler.

 

4. Bir zımmı birkaç yıl sonra Müslüman olsa veya ölse terikesi üzerinde vasiyetler yerine getirilmeden önce geçmiş yılların cizyesi onun terikesinden alınır. Mezhepte esas alınan görüşe göre cizye borcu ile şahsın insanlara olan borcu birbirine eşittir.

 

5. Şahıs sene devam ederken ölürse senenin o zamanına kadarki bölümünün cizyesi [terikesinden] alınır. İmam ŞafiI'ye ait bir görüşe göre [o yılın cizye borcu] düşer.

 

6. Cizye, veren kişinin daha düşük konumda olduğu bir halde

iken alınır. Buna göre cizyeyi alan oturur, zımmı ise ayakta bekler, boynunu büker, sırtını eğer, cizyeyi [altın ve gümüş paraların tartıldığı] teraziye koyar. Alan kişi [veren şahsın sa-

kalı varsa] sakalından tutar, avurtlarına vurur. Bütün bu hareketleri yapmak müstehaptır. Bunun vacip olduğu da söylenmiştir. İlk görüşe göre, cizye borçlusu onu ödemek için

bir Müslümanı vekil kılabilir ve cizye borcunu Müslümana havale edebilir. Müslüman bir şahıs bu borca kefil olabilir ..

 

7. Ben [Nevevi] derim ki: "Cizyenin bu şekilde alınması batıldır.

 

Bunun müstehap olduğunu söylemek ise daha büyük bir hatadır. Doğrusunu en iyi Allah bilir."

 

8. Devlet başkanı, zimmet ehli ile onların ülkesinde barış anlaşması yaptığında en az miktardaki cizyeden başka "Müslümanlar kendilerine geldiğinde onları misafir etmek" şeklinde bir şart ileri sürmesi mümkün ise bu şartı ileri sürmesi müstehap olur. Bir görüşe göre bunun cizyeden sayılması caizdir.

 

9. Zengin ve orta halli kişiler misafir etme ile yükümlü tutulur, fakir kişi bununla yükümlü tutulmaz.

 

10. Devlet başkanı piyade ve süvari olarak kaç kişinin misafir edileceğini, onlara hangi yiyecek ve azığın ne miktarda verileceğini, her birine ne kadar verileceğini, hayvanlarının nasıl yemleneceğini, misafirlerin kilisede mi yoksa fazla olan meskenlerinde mi ağırlanacağını, ne kadar kalacaklarını anlaşmada belirtir. Bu, üç günü geçemez.

 

11. Herhangi bir topluluk "biz cizyeyi sadaka adında verelim, cizye adında vermeyelim" diye istekte bulunursa devlet başkanı bunu uygun görüyorsa onların isteğini yerine getirir. Bu durumda onlardan [Müslümanlardan alınan] zekatın iki katını alır. Yani beş devesi olandan iki koyun, yirmi beş devesi olandan iki tane iki yaşına basmış deve, yirmi dinarı olandan bir dinar, iki yüz dirhemi bulunandan on dirhem, onda bir alınan tarım ürünlerinden beşte bir alır.

 

12. Şayet yükümlünün iki tane iki yaşına basmış deve ve telafi ödemesi yapması gerekiyorsa daha doğru görüşe göre telafi ödemesi ikiye katlanmaz.

 

13. Yükümlüde nisap miktarının bir kısmı bulunuyarsa daha güçlü görüşe göre ondan orantılı olarak alınmaz.

 

14. Bu şekilde alınan mal cizyedir. Dolayısıyla cizye ödemekle yükümlü olmayan kimsenin malından alınmaz.

 

50. Cizyenin en azı kişi başına yıllık bir dinardır. Çünkü Tirmizi ve başka hadisçilerin naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Muaz bin Cebel'i (r.a.) Yemen'e gönderirken kendisine buluğ çağına gelmiş her erkekden bir dinar veya bunun dengi Yemen giysisi almasını emretti. (Tirmizi, Zekat, 623; Ebu Davud, Zekat, 1567)

 

Not:  Bu rivayetin zahirinden cizyenin en azının bir dinar veya bir dinara denk bir malolduğu anlaşılmaktadır. Bulkın! de bunu esas almıştır. Alimlerimizin açık ifadesine göre ise -ki bu Nevevi'nin ifadesinden de anlaşılmaktadır- cizyenin en azı bir dinardır. Buna göre cizye anlaşması bir dinar üzerine yapıldıktan sonra kişi bunun yerine bir dinar değerinde bir mal da ödeyebilir. Anlaşma yapılırken "bir dinar değerinde mal" ifadesinin anlaşmaya dahil olmaması şundandır: Süre sonunda malın değeri bir dinarın altına düşer.

 

Cizyenin en azının bir dinar olması bizim Müslümanlar olarak güçlü olmamız halinde söz konusudur. Aksi taktirde Dariml'nin nakletliğine göre mezhepte esas alınan görüş doğrultusunda cizye bir dinardan az olabilir. Bunu Ezrai nakletmiş ve "zahir ve mantıklı olan da budur" demiştir.

 

Nevevi'nin ifadesinden, cizye ödeme senenin bitmesiyle gerekli olur. Kaffal şöyle demiştir: "Cizyenin akitle gerekli olup senenin tamamlanmasıyla kesinleştiği veya senin bitmesiyle gerekli olduğu konusunda İmam Şafii'nin görüşü ihtilaf halindedir. Kişi yıl içinde öldüğünde cizye yükümlülüğünün düşüp düşmediği meselesi de bu iki görüşe bağlıdır.

Şayet cizyenin akit sebebiyle gerekli olduğunu söylersek cizye düşmez. Aksi taktirde düşer. Bunu Kadı Hüseyin el-Esrar adlı eserinde nakletmiştir.

 

Cizyenin en çoğu için bir sınır yoktur.

 

51. Devlet başkanının, gerek kendisi için cizye akdi yapan gerekse müvekkili adına cizye akdi yapan kişi ile cizye miktarının bir dinardan fazla olması için pazarlık yapması müstehaptır. Hatta bir dinardan daha fazla miktar üzerinde akit yapması mümkün iken ortada bir maslahat söz konusu olmaksızın bunun altında akit yapması caiz değildir.

 

52. Devlet başkanının cizye anlaşması yaparken zımmılerin ödeyecekleri miktarda farklılıklar yaparak orta halliden iki dinar, zenginden dört dinar, fakirden bir dinar almak üzere anlaşma yapması sünnettir. Çünkü Beyhakl'nin rivayet ettiğine göre Hz. Ömer böyle yapmıştır. (Beyhaki, Cizye, 9, 196)

Ayrıca devlet başkanı Müslümanlar adına tasarrufta bulunduğundan görüş ayrılığından kurtulmak adına onlar için ihtiyatlı davranması uygun olur; çünkü Ebu Hanlfe cizye anlaşmasının bunun dışında bir şekilde yapılmasına cevaz vermemektedir.

 

Not:  Bu, akdin ilk yapıldığı ana nispetledir. Belirli bir bedel üzerinde anlaşılarak akit yapıldıktan sonra İmam Şafii'nin Siyerü'I-Vakıdi adlı eserdeki açık ifadesine göre anlaşılan bedelden fazlasını almak caiz olmaz. Zerkeşi bunu İmam Şafii' nin el-Ümm'deki ifadesi olarak aktarmıştır.

 

Rafii ve Nevevi, devlet başkanının cizye akdi yapılırken pazarlık yapmasının müstehap olduğunu mutlak olarak söylemiştir. Hocamız Zekeriya el-Ensari bu mutlak ifadeden pazarlığın akitte olabileceği gibi cizyenin alınmasında da olabileceği sonucunu çıkarmış ve alimlerimizin şu sözünü de buna delil olarak göstermiştir: "Devlet başkanının pazarlık yaparak zenginden dör dinar, orta halliden iki dinar alması müstehap olur." Bu, hocamızın zikrettiği hükme delil olmaz; çünkü alimlerin "alması" derken kastettiği akit esnasında pazarlık yaparak bu mikar üzerinde anlaştıktan sonra almasıdır.

 

Kafir şahıs cizye akdi yapılırken bir dinardan fazla ödemekten kaçınsa onun istedğine olumlu cevap verilir; çünkü ödenmesi gerekli olan budur.

 

Geçenlerden anlaşılacağı üzere sefihin kendisiyle de velisi ile de pazarlık yapılmaz; çünkü onun bir dinardan fazla miktar ile cizye anlaşması yapması sahih olmaz.

 

53. Kafirlerle bir dinardan fazla cizye ödemeleri şartıyla cizye anlaşması yaptıktan sonra onlar bir dinara cizye anlaşması yapılmasının caiz olduğunu öğrenseler, anlaşmayla üstlendikleri miktarı ödemeleri gerekir. Bu kişinin durumu, bir malı emsal fiyatından daha pahalıya aldıktan sonra aldandığını öğrenen kimsenin durumu gibidir. 

 

54. Bu kimseler akit yaptıktan sonra bir dinarın üzerindeki miktarı ödemekten kaçınırlarsa [ne olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre tıpkı cizyenin aslını ödemekten kaçınmaları durumunda olduğu gibi burada da anlaşmayı bozmuş kabul edilirler. Bu sebeple -ileride geleceği üzere- [İslam ülkesi dışında] güvende olacakları bir yere ulaştırılırlar [sınırdışı edilirler].

 

ikinci görüş

 

Anlaşmayı bozmuş sayılmazlar. ilk olarak onlarla bir dinara anlaşma yapmak caiz olduğu gibi burada da bir dinarla yetinilir.

 

55. ilk görüşe göre sınırdışı edildikten sonra gelip bizimle bir dinar üzerinden cizye akdi yapmak isteseler ilk olarak talep etmeleri durumunda olduğu gibi burada da onların isteğine olumlu karşılık verilir.

 

Not:  Devlet başkanı cizye anlaşması yaparken "zenginden şu kadar, orta halliden şu kadar" şeklinde bir şart ileri sürse ve şarta herhangi bir kayıt koymasa bu şart sahih olur ve zenginlik ve diğer maddi durumlar, cizyenin alınması esnasında dikkate alınır. Şayet bu durumlar belirli bir zaman dilimiyle kayıtlanırsa bu kayıt esas alınır.

 

Kendisinin ortahalli veya fakir olduğunu iddia eden kimsenin yeminle birlikte sözü kabul edilir. Ancak onun durumunun farklı olduğuna dair bir delil ortaya çıkarsa veya malı olduğu bilinirse o zaman sözü kabul edilmez.

 

Şafii'nin el-Ümm'de açık olarak belirttiğine göre ortadan kaybolup sonra Müslüman olarak geri dönen kimsenin "ben şu vakitte Müslüman oldum" demesi halinde de aynı şekilde yeminle birlikte sözü kabul edilir.

 

56. Bir zımmı [zimmet anlaşması yaptıktan] birkaç yıl sonra;

 

> [Cizye borcunu ödemeden] Müslüman olsa,

> Veya zimmet anlaşmasını bozsa,

> Yahut ölse ve kendisinin terikesinin tümünü alacak mirasçıları bulunsa,

 

ilk iki durumda kendisinden cizye alınır. Üçüncü durumda ise mirasçıların hakkını almasından ve vasiyetlerin yerine getirilmesinden önce terikesinden -tıpkı haraç ve diğer borçlarda olduğu gibi- cizye alınır.

 

Not:  Nevevi, bu şahsın Müslüman olmasının hükmü açık olduğundan benim zikrettiğim şekilde zikretmemiştir.

 

Bu şahıs geride mirasçısı bırakmasa ve terikesi fey olarak kalsa terikeden cizye alıp sonra bunu devlet hazinesine koymanın bir anlamı olmaz.

 

Şahsın geride mirasçısı olmakla birlikte bu mirasçı terikenin tümünde hak sahibi olmadığından kalan kısım devlet hazinesine ait olsa mirasçının payından ona ilişen cizye alınır, devlet hazinesinin payına düşen cizye ortadan kalkmış olur.

 

57. [Cizye borcu ile diğer şahıslara olan borçlar arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre cizye ile diğer şahıslara olan borç eşittir; çünkü cizye bir ibadet olmadığından zzekat gibi değerlendirilmez. Bu durumda ölen zimmınin terikesi yeterli oluyorsa cizyenin tamamı terikeden alınır. Şayet yeterli olmuyorsa devlet başkanı cizyedeki alacağı oranında diğer alacaklıların arasına katılır.

 

İkinci rivayet

 

Bu konuda, "Allah hakkı ile insan hakkı bir arada bulunduğunda hangisi öncelenir?" sorusuna ilişkin İmam Şafii'ye ait olan üç görüşe dayalı olarak çözülür. Bir görüşe göre cizye öncelenir. Bir görüşe göre insanlara ait olan borç öncelenir. Bir görüşe göre ise bunlar eşit tutulur.

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre aradaki fark şudur: Cizye bir tür ücret olduğundan bunda insan hakkı öncelenmiştir.

 

58. Cizye yükümlüsü sene devam ederken Müslüman olsa veya anlaşmayı bozsa yahut ölse [ne olur? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Senenin geçen kısmının bütününe oranında o kişiden cizye alınır. Bu tıpkı ücret gibidir; çünkü cizye, İslam ülkesinde oturma karşılığında gerekli olmuştur. Kişi senenin bir kısmında oturduğundan oturduğu oranda cizye gerekli olur.

 

İkinci görüş

 

İmam ŞafiI'nin bir görüşüne göre herhangi bir şey gerekmez; çünkü burada senenin bütünü dikkate alınır. Bu sebeple -tıpkı zekatta olduğu gibi- sene devam ederken kişinin ölmesi durumunda cizye borcu düşer.

 

Not: Alimlerin ifadesinden şu sonuç çıkmaktadır: "Sene devam ederken cizye yükümlüsü olan kişinin iflas etmesi sebebiyle malı tasarruflarına kısıtlama getirilse, senenin o zamana kadar geçen kısmı oranında cizye alınmaz".

 

Bulkini şöyle demiştir: "Genel kurallara uygun olan budur. Ancak İmam ŞafiI, el-Ümm' de ondan zekat alınacağını söylemiştir."

 

Hocam Remli, İmam ŞafiI'nin ifadesini "kişinin malı sene devam ederken taksim edilirse" şeklinde Bulkini'nin ifadesini de "taksim edilmezse" şeklinde yorumlamıştır. Bu, yerinde bir yorumdur.

 

İbn Şühbe ve Üşmuni yalnızca İmam ŞafiI'nin ifadesi ile yetinerek Bulkınl'nin dediği gibi demişlerdir.

 

Bulkini "bu, güzel bir detayolup bu konuya temas edeni görmedim." demiştir. İbn Şühbe ve Üşmuni, Bulkınl'nin "genel kurallara uygun olan budur" ifadesinden söz etmemişlerdir.

 

Cizye yükümlüsü, sene devam ederken akıl hastalığına yakalansa ve sene tamamlandığında akıl hastası olsa, daha önce işaret edildiği üzere akıl hastalığına yakalandığı zamana kadarki sürenin cizyesi alınır.

 

Nevevi daha sonra cizyenin nasıl alınacağı [tahsil yöntemi] konusunu ele almaya başlamıştır.

 

59. Cizye, onu veren kişinin düşük bir konumda bulunmasını hissettirecek şekilde [küçültücü davranışlarda bulunmak suretiyle] tahsil edilir. Buna göre cizyeyi tahsil eden Müslüman oturur halde iken zımmı ayakta durur, başını ve sırtını öne eğer, cizyeyi terazinin kefesine koyar. Ondan cizye alan kişi veren şahsın sakalını tutar ve iki yanağına vurur.

Çünkü bazıları ayette "onlar küçülmüş olduğu halde cizye verinceye kadar" ifadesini bu şekilde tefsir etmişlerdir.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden çıkan sonuca göre cizye alan kişi, veren şahsın her bir yanağına bir darbe vurur ki doğru olan budur.

 

Rafii "iki taraftan birine vurmak yeterli olsa gerektir" demiştir.

 

Bulkini'nin belirttiğine göre alan kişi avucu açık bir şekilde [yumruk değil de tokat şeklinde] vurur.

 

Ezrai ve başkalarının belirtitğine göre alan kişi "Ey Allah'ın düşmanı! Allah'ın hakkını öde!" der.

 

60. Yukarıda sayılan davranışları [yapmanın hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Bunların tümü müstehaptır. Çünkü -ileride geleceği üzere[zımmılerin talebi üzerine cizyenin cizye ismiyle değil de] zekatın iki katı kadar alındığı durumda bu davranışlar yapılmaz.

 

İkinci görüş

 

Ayette belirtilen "küçülme"nin gerçekleşmiş olması için bu hareketlerin yapılması zorunludur.

 

61. İlk görüş [yani söz konusu davranışların müstehap olduğu görüşü] esas alındığında zımmı olan kişi cizyesini ödemek için bir Müslümanı vekil tayin edebilir. Cizye borcunu bir Müslümana havale edebilir, cizye borcuna kefil olunabilir. Çünkü küçülme zaten cizye ödemeyi üstlenmekle ve Islam hükmüne istemeyerek de olsa boyun eğmekle gerçekleşmektedir. İkinci görüş esas alındığında ise cizye yükümlüsü bunların hiçbirini yapamaz.

 

Not:  Nevevi'nin "Müslüman" ifadesi zımmınin Müslümanı vekil tayin etmesinin kesinlikle sahih olduğu gibi bbir anlam çağrıştırabilir. Rafiı ve Nevevi, Cüveyni'den bu konuda da görüş ayrılığının devam ettiğini aktarmışlardır; çünkü bu iki davranışın her biri küçülmenin gerçekleşmesi için yapılması amaçlanan şeylerdir. Rafii ve Nevevi, Cüveyni'nin bu görüşünü onaylamışlardır. Nevevi bunu kitabına almamış olsa daha kapsamlı olurdu.

 

"Eda" sözcüğünü zikretmekle zımminin Müslüman şahsı cizye anlaşması yapmak üzere vekil tayin etmesi dışarıda bırakılmıştır. Zira bunun caiz olduğu kesindir; çünkü küçülme, cizye anlaşması yapılırken değil cizye ödenirken dikkate alınır. Rafii şöyle demiştir: "Bu, cizye adıyla ödenen vergide böyledir. Şayet bu, sadaka adıyla ödeniyorsa o zaman alçaltıcı davranışlarda bulunmaktan kesin olarak kaçınılır. "

 

62. Nevevi şöyle demiştir: "el-Muharrer'de zikredilen bu küçültücü davranışların tümü geçersizdir." Çünkü bunların sünnetten herhangi bir dayanağı olmadığı gibi seleften herhangi birinden de nakledilmemiştir. Hal böyle iken bir de "bunun müstehap olduğunu söylemek, caiz olduğunu söylemekten daha büyük hatadır." Vacip olduğunu söylemek ise müstehap olduğunu söylemekten daha büyük bir hatadır. "Allah en doğrusunu bilir."

 

Nevevi'nin "batıldır" sözüyle uyumlu olması için [cümlesinin ikinci kısmında "daha büyük hatadır" demek yerine] "daha da batıldır" demesi kıyasa daha uygundur. İbn Kasım şöyle demiştir:

 

"Muhtemelen o, batıldır derken hatalıdır anlamını kastetmiştir.

 

Nevevi, Ravdatü't-talibın'de şöyle demiştir:

 

Bu görüşü, Horasanlılardan bir grup ileri sürmüştür. Alimlerimizin çoğunluğu ise şöyle demiştir: "Tıpkı diğer borçların tahsilinde olduğu gibi cizye de yumuşak bir yolla tahsil edilir."

 

Şarih Celaleddin el-Mahalli şöyle demiştir: "Bu ifade, söz konusu görüşü dile getirenleri eleştirmektedir. Bu konudaki görüş ayrılığı, belirtilen meseleleri n kendisine dayandırıldığı ayette yer alan "küçülmü" ifadesinin tefsirine dayanmaktadır."

 

İbnü'n-Naklb şöyle demiştir: "Bu davranışlarda bulunmanın haram mı mekruh mu olduğu konusuna temas eden birini görmedim. Şayet cizye tahsilini diğer borçların tahsiline kıyas edersek o zaman bu küçültücü davranışların haram olması gerekir."

 

Nevevi'nin "batıldır" şeklindeki açıklaması da bu davranışların haram olmasını gerektirir.

 

63. Zımmı bir kimsenin ehl-i zimmetten cizye vergilerini ve ticaret sebebiyle alınan onda birlik vergileri toplaması caizdir.

 

64. Ehl-i zimmet ile kendi beldelerinde zimmet anlaşması yapıldığında devlet başkanının veya vekilinin onlara, kendilerine uğrayan Müslümanları misafir olarak ağırlamalarını şart koşması müstehaptır. Uğrayan kişi feyde hak sahibi olan bir kişi olmasa da veya zengin olsa da hüküm böyledir.

 

Bunun delili Beyhaki'nin rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.v.) Eyle halkı ile 300 dinar karşılığında anlaştı. Bunlar içinde 300 erkek vardı. Anlaşmada ayrıca olara uğrayan Müslümanları misafir olarak ağırlamak da vardı.

 

Ayrıca bunda Müslüman fakir ve zenginler için açık bir maslahat söz konusudur. Zira bu Müslümanlar o halkın yanına vardığında onlar Müslümanlarla alış veriş yapmayabilir ve bu durumda Müslümanlar bundan zarar görür. Şayet onları ağırlamanın kendilerinin görevi olduğunu bilirlerse bu şahıslar kendilerine misafir olarak gelmesin diye onlara satış yapmaya can atarlar.

 

Not:  Nevevi'nin "onların beldesinde" ifadesi, cizye anlaşmasının bizim beldemizde yapılması halinde bu hükmün geçerli olmamasını gerektirir.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Süleym er-Razı, el-Mücerred adlı eserinde ve el-İstiksa adlı eserin yazarı eserinde bunu belirtmiştir."

 

Ezrai şöyle demiştir: "Bana göre onlarla bizim beldemizde anlaşma yapılsa ve onlar kendilerine ait bir köyde yalnız yaşıyor olsalar hüküm yine böyle olur." Alimlerin pek çoğunun ifadesi de bunu gerektirmektedir.

 

Nevevi'nin "şart koşma" ifadesi, "yüstehabbu" ifadesinin naibü'lfailidir. Yani imkan bulunduğunda misafir etmelerini şart koşmak müstehaptır. Bu, "imkan bulunduğunda" ifadesinin faili değildir.

 

65. [Kafirlerle zimmet anlaşması yaparken onların Müslümanları misafir edip ağırlamaları şartı cizyenin dışında bir şart mıdır, yoksa cizye yerine sadece bu şart ileri sürülebilir mi? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Bu zikredilen "misafir etme" cizyenin en düşük miktarının dışında ayrıca alınan bir şeydir. Çünkü cizye, [zımmılerin verdiği şeylerin Müslümanlar tarafından] temellük edilmesine dayalı bir vergidir. Misafir olarak ağırlama ise [ev sahibinin verdiği şeyleri] mübah kılmasına dayalıdır. Bu sebeple [onlarla anlaşma yapılırken cizyeyi zikretmeyip] yalnızca misafir etmelerini şart koşmak caiz olmaz. Nitekim keffaret yükümlüsünün sabah ve akşam fakirlere yemek yedirmesi de keffaret yerine geçmez.

 

İkinci görüş

 

[Zayıf] bir görüşe göre misafir edip ağırlamanın cizye kapsamında hesap edilmesi caizdir. Çünkü zımmılerin cizye ödeme dışında herhangi bir sorumlulukları yoktur.

 

Bu ikinci görüşe göre ağırlanan misafirin "feyde hakkı olan kimselerden" olması şarttır.

 

66. Bu görüşe göre misafir ağırlama zengin ve orta halli kimseler üzerine gerekli kılınır, daha doğru olan -ve İmam ŞafiI tarafından açık olarak ifade edilen- görüşe göre fakir üzerine gerekli kılınmaz; çünkü ağırlama işi tekrarlandığından fakir kişi bunu yapamaz.

Diğer görüşe göre ise tıpkı cizye gibi fakir kişinin de misafir ağırlama yükümlülüğü vardır.

 

67. Cizye akdini yapan Müslüman, misafir olarak ağırlama şartından söz ederken ağırlanacak misafirlerin piyade ve süvari olarak sayısını zikreder; çünkü bu, anlaşmazlığı gidermeye daha uygun, belirsizliği ortadan kaldıran bir açıklamadır.

 

Not:  Nevevi'nin sözü şu iki anlamda da anlaşılabilir:

 

a) Bunun onlardan her bir fert üzerine şart kılınması. Bu da akdi yapan [devlet başkanı veya yetki verdiği] kişinin şöyle söylemesiyle olur: "Sizden zengin olanların dört dinar cizye vermesi ve [Müslümanlar kendilerinin bölgesine uğradığında] günlük şu kadarı yaya şu kadarı da atlı olmak üzere on misafiri ağırlaması şartıyla cizye anlaşması yapıyorum."

 

b) Bunu toplu olarak belirtmesi. Bu da akdi yapan kişinin şöyle söylemesiyle olur: "Her yıl bin Müslümanı ağırlamanız şartıyla sizinle cizye anlaşması yapıyorum." Bu durumda onlar kendi aralarında kimin ne kadar ağırlayacağını belirlerler veya bir kısmı diğerinin yükünü üstlenir.

 

Bu şahısların ödeyecekleri cizye miktarları farklı yapıldıysa onların ağırlayacakları misafir miktarında da farklılık yapılması iyi olur. Bu da zenginin mesela yirmi kişiyi, orta hallinin on kişiyi ağırlamasıyla olur. Bu ağırlamada yedirilecek yemek açısından bir ayrım yapılmaz; çünkü zengin şahsın lüks yemekler yedirmesi şart koşulursa misafir olarak gidenler hep onun yanına doluşur. Misafirler bir kişiye toplanırsa veya aksi olursa, evi kalabalık olan kişi seçim hakkına sahip olur. Misafirlerin sayısı çok olunca önce gelenin öncelik hakkı olur.

Eşitlerse o zaman kur'a çekilir. Ravdatü't-talibın'de belirttiği üzere misafirlerin, kendi aralarında işlerini düzenlemek üzere bir temsilcisinin bulunması uygun olur.

 

68. Cizye anlaşması yapan [devlet başkanı veya vekili olan] kişi, misafir olarak ağırlanan Müslümanlara zımmılerin vereceği yemek ve katığın cinsini, miktarını ve öde göre her bir misafire yedirilecek ekmek, tereyağı, zeytinyağı vb. yiyecekleri zikreder. Çünkü bu, belirsizliği gidermeye daha uygun bir davranıştır. Bu konuda onları zor duruma düşürmemek için onların kendi yiyecek ve katıkları dikkate alınır. Maverdrşöyle demiştir: "Onlar buğdayı temel gıda maddesi olarak alıyor ve bunun yanında et yiyorlarsa misafirlerini de bu yiyecekle ağırlamaları gerekir. Şayet arpa ekmeği yiyorlar ve sütleri katık olarak tüketiyorlarsa o zaman misafirlerine de bunları ikram ederler."

 

Not:  Nevevi'nin yalnızca temel gıda maddesi ve katıktan bahsetmesi, bu ikisi dışında sebze ve meyveleri ikram etmelerinin gerekli olmamasını gerektirir. Oysa bu konuda bir ayrım söz konusudur. Şayet bu şahıslar hergün bu sebze ve meyveleri yiyorlarsa, bu sebze ve meyvelerin bulunduğu zamanda misafirlerine bunları ikram etmeleri de şart koşulur. Ancak nadinen bulunan meyveler ile her gün yenmeyen tatlılar bunun dışındadır.

 

Bu şahısların, misafir olan gelen Müslümanlardan hasta olanların tedavisi için doktor ücreti, hamam ücreti ve ilaç parasını ödemeleri gerekmez.

 

Zımmllere konuk olan müslümanlar, zımmıleri onların yaygın olan yiyecek maddeleri dışında başka bir yiyecek maddelerini ikram etmeye ve tavuklarını kesip ikram etmeye zorlayamazlar.

 

Nevevi'nin "her bir kişi için şu" ifadesi kendi el yazısıyla yazılmış olup burada "vav" harfini koymanın bir anlamı yoktur. ElMuharrer'deki ifade şöyledir: "Yiyecek ve katık öncelenir.

Anlaşmayı yapan kişi her bir kişiye şu kadar ekmek, şu kadar yağ gibi ifadeler kullanır."

 

69. Cizye anlaşması yapan kişi hayvana verilecek yemi de zikreder. Bunun cins ve miktarını açıklaması şart olmayıp mutlak olarak zikretmek yeterlidir. Bu durumda yemden saman, yonca ve ot anlaşılır. Bu konuda örf esas alınır. Arpa vb. şeyler açıkça zikredilmişse bunları vermek gerekmez. Anlaşmayı yapan kişi hangi yemin verileceği zikrederse miktarını da açıklar .

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden, zımmınin ağırladığı her bir şahsın hayvanını yemleyeceği anlaşılmakta ise de şayet herhangi bir sayı belirtilmemişse İmam Şafii'nin ifadesine göre yalnızca bir kişinin hayvanına yem verir.

 

70. Anlaşmayı yapan kişi, zımmılerin yanında konaklayacak kişilerin kilise, ailesinin bulunmadığı boş ev gibi konaklayacağı yeri de zikreder. Ev dar olsa bile ev sahiplerini evden çıkaramazlar. Maverdi şöyle demiştir: "Hz. Ömer'in Şam halkına şart koştuğu üzere Müslümanların binekleri üzerinde konaklara girebilmeleri için kapılarının askıda olması gerekir. "

 

71. Anlaşmayı yapan kişi, misafirlerin orada ne kadar süreyle kalacağını da zikretmesi gerekir. Mesela "senede yirmi gün" vb. zaman zikreder.

 

72. Misafir, üç günden fazla konaklamaz. Çünkü Buhari ve Müslim'de yer alan hadiste "misafirlik üç gündür" buyurmuştur(Buhari, Edeb, 6135; Müslim, Lukata, 4488)

Ayrıca üç günün aşılması zorluk doğurur. Şayet tevafuk eseri üç günden fazla kalınırsa Cüveyni'nin açık ifadesine göre bu caiz olur.

 

73. Ez-Zehair adlı eserde alimlerimizden nakl edildiği ne göre zımmılerin, misafirleri uğurlarken bir gün ve bir gece yetecek şekilde azıklandırmaları şart koşulur.

 

Not:  Devlet başkanı, zımmılerin misafirleri ağırlaması yerine kendilerinin rızasıyla buna karşılık dirhem ve dinar şeklinde para alsa bu caiz olur. Bu paralar yalnızca feyde hakkı olanlara ait olur.

 

Misafirler -düğün ziyafetinin aksine- burada yiyecekleri yemeyip yanlarında götürebilirler.

Düğün yemeği bir ikram ve ziyafet, bu ise bedelli bir akittir.

 

Misafir, zımmıden yiyeceği bedel karşılığı isteyemeyeceği gibi ertesi günün veya yemeğine gelmediği dünün yemeğini isteyemez. Bu, "misafir ağırlamak, cizye dışında fazladan ileri sürülen bir şarttır" görüşüne dayalıdır.

 

Bir grup zımmı misafir ağırlamaktan kaçınsa bunu yapmaya zorlanırlar. Şayet hepsi bundan kaçınırlarsa kendileriyle savaşılır. Şayet onlar bunun için savaşırlarsa anlaşmaları bozulur. Bu, elMücella adlı eserde belirtilmiştir.

 

74. Kafirlerden cizye anlaşması yapacak olan bir grup "biz cizyeyi cizye adıyla değil de sadaka [zekat] adıyla ödeyelim" dese ve zekatın hüküm ve şartlarını da bilseler şayet devlet başkanı bunu uygun görürse onların isteğine olumlu karşılık verebilir. Bu durumda onlardan tahsilde bulunurken al çaltı cı davranışlarda bulunulmaz ve cizye sözcüğü kullanılmaz. Bunun delili Beyhaki'nin şu rivayetidir: Hz. Ömer, Resulullah (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderilmesi öncesinde Araplardan Hristiyanlaşmış olan Tenuh, Nehera ve Benu Tağlib kabilelerinden cizye istediğinde onlar cizye vermekten kaçınarak şöyle dediler: "Biz Arabız. Arap olmayanların ödediği vergiyi ödemeyiz. Bizden, [Müslümanlar olarak] birbirinizden ne alıyorsamz onu alın" dediler. Bununla zekat! kastediyorlardı. Hz. Ömer onlara "zekat, Müslümanlar için bir temizliktir, siz buna ehil değilsiniz" dediler. Onlar "bizden bu isimde dilediğin şeyi al, ama cizye ismiyle alma" dediler. Hz. Ömer bundan kaçındı. Bu kabileler RumIara iltihak etmeye yeltenince Hz. Ömer onlarla "zekatın iki katının alınması ve cizyenin zekat adı altında alınması" karşılığında anlaşma yaptı. Sahabeden hiç kimse buna muhalefet etmedi. Böylece icma gerçekleşmiş oldu. Hz. Ömer, onlarla süresiz zimmet anlaşması yaptı. Hiç kimse Hz. Ömer'in yaptığı anlaşmayı bozma hakkına sahip değildir. (Beyhaki, Cizye, 9, 186)

 

75. Daha doğru görüşe göre bu konuda Araplarla Arap olmayanlar arasında bir fark yoktur.

Bu hüküm onların anlaşmaya vefa göstereceklerini kesin olarak biliyorsak geçerli olur, aksi taktirde onların isteğine olumlu karşılık verilmez.

 

76. Şayet onların isteğine olumlu cevap vermek, onların birbiri yerine cizyeyi teslim etmeleri sonucunu dOğuruyorsa bu isteklerine olumlu karşılık verilir. Bu durumda onların bir kısmı hem kendisinin hem de başkasının borcunu üst\enebilir. Neticede bizim amacımız her bir fert adına para tahsilinde bulunmaktır.

 

77. Devlet başkanı akit yapılırken "sizi, zekatın iki katını ödemekle yükümlü tuttum", "sizinle zekatın iki katı karşılığında sulh yaptım" vb. bir ifade kullanır.

 

Not:  Nevevi'nin "devlet başkanı olumlu karşılık verebilir" ifadesi onun bunu kabulle yükümlü olmadığını göstermektedir ki -onların kendiliklerinden bize para ödemeleri meselesinin aksine- burada doğru olan budur. Ancak onlar cizyeyi sadaka / zekat dışındna bir isimle verme dışındaki seçenekten kaçındıklarında onlar güçlü olup biz zayıf olduğumuz için veya başka bir sebeple anlaşmayı bu şekilde yapmamız bizim maslahatımıza olacaksa o zaman devlet başkanı bunu kabul etmek zorundadır. Çünkü bu -ileride geleceği üzere- hakikatte cizyedir.

 

78. Nevevi daha sonra zekatın onlardan iki kat alınışının nasıl olacağını açıklamıştır. Buna göre beş devesi olandan iki koyun, on devesi olandan dört koyun, on beş devesi olandan altı koyun, yirmi devesi olandan sekiz koyun, yirmi beş devesi olandan iki tane iki yaşına basan deve alınır.

 

79. Kırk koyunu olandan iki koyun, otuz sığırı olandan iki tane iki yaşına basmış sığır alınır. İki yüz devesi olandan ya sekiz tane beş yaşına basan deve veya on tane üç yaşına basan deve alınır. Devlet başkanı bunları birbirinden ayırarak dört tane beş yaşına basan, beş

tane üç yaşına basan deve almaz. Nitekim zekatta da bunlar ayrılmaz. Rafil ve Nevevi böyle söylemiştir. İbnü'l-Mukrı şöyle demiştir.

 

"Bu konu itiraza açıktır; çünkü zekatın aksine burada verilecek olanı parçalama söz konusu değildir." Zahir olan da budur.

 

80. Yirmi dinardan bir dinar, iki yüz dirhemden on dirhem, definelerden beşte iki, masrafsız sulama yapılan tarım ürünlerinde beşte, sulama için masraf yapılan tarım ürünlerinde onda bir alınır.

 

81. Kafir bir kimsenin iki tane iki yaşına basmış dişi deve ve bunun yanında telafi bedeli vermesi gerekli olsa, mesela kendisinin otuz aldı devesi olup bunlar içinde iki tane üç yaşına basmış tişi deve olmasa, [telafi bedelinin iki katı alınır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru olan ve İmam Şafii tarafından el-Ümm'de belirtilen görüşe göre telafi bedelinin iki katı alınmaz; çünkü bu durumda katlama artmış olur. Ayrıcabu kıyasa aykırı bir uygulama olduğu için yalnızca nasslarda varid olduğu şekliyle yetinilir. Diğer yandan telafi bedeli bazen zekat yükümlüsünden alınmakta, bazen kendisine verilmektedir. Şayet ondan alırken iki katını alırsak o zaman verirken de iki katını vermemiz gerekir. Oysa böyle bir şey kesinlikle reddedilir.

 

İkinci görüş

 

Telafi bedelinin iki katı alınır. Buna göre tahsildar, iki yaşına basmış her bir dişi deve için dört koyun veya kırk dirhem alır. Yükümlü iki tane üç yaşına basmış dişi deve yerine iki tane dört yaşına basmış dişi deve verse, kendisine ödenecek telafi bedeli -yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle- iki kat arttırılarak ödenmez.

 

Not:  Ezrai şöyle demiştir: Nevevi'nin ilk görüşe "daha doğru görüş" demesi tartışmaya açıktır; çünkü bunun mukabilindeki görüş dikate alınmayacak olan bir görüştür. Hatta Cüveyni o görüş için "yanlış olduğu şüphesiz olan bir görüştür" demiştir. Şu halde bu görüşü mezhep içindeki bir görüş olarak ifade etmek uygun değildir.

 

Devlet başkanı telafi bedeli aldığında bunu fey bütçesine dahil ettiği gibi telafi ödemesi yaptığında da bunu feyden verir.

 

82. KMirin elinde, zekata tabi malın nisabının bir kısmı bulunsa, mesela yüz dirhemi olsa elindeki miktarın tam nisaba oranında ödeme yapması [gerekir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır: ]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre ödeme yapması gerekmez. Mesela yirmi koyunda bir koyun ödeme veya on koyunda yarım koyun ödeme gibi bir uygulama yapılmaz; çünkü Hz. Ömer' den nakledilen rivayet yalnızca Müslümanın ödemesi gereken bedelin iki katının alınmasıyla ilgili olup Müslüman üzerine gerekli olmayan bir şeyi onlara gerekli kılma konusunda bir uygulama yoktur.

 

İkinci görüş

 

Zekatı ikiye katlama ilkesine riayet ederek onlardan, sahip oldukları malın nisaba oranında vergi alınır.

 

Not:  Bu, kişinin malını başkasının malı ile karıştırmadığında [ortaklık yapmadığında] söz konusudur. Şayet yirmi koyunununu başkasının yirmi koyunuyla karıştırırsa, zekatın iki katını almayı tercih ettiğimizde bu kişiden bir koyun alınır.

 

Nevevi ilk görüşe "meşhur görüş" demiş olsa daha iyi olurdu, çünkü ilk görüşün karşısındaki görüş son derece zayıftır.

 

Görüş ayrılığı iki nisap arasındaki miktarlar hakkında da söz konusudur.

 

Nisap senenin bütününde mi yoksa sene sonunda mı dikkate alınır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmakta olup elKifaye adlı eserde belirtildiği ne göre konuyu zekata kıyas edersek ilkinin tercih edilmesi gerekir. Cizyede zenginlik, fakirlik ve orta halliliğin sene sonunda belirlenmesine kıyas ettiğimizde ikinci görüşün tercih edilmesi gerekir.

Sonraki alimlerden birinin kendi görüşü olarak belirttiğine göre ikinci görüş güçlüdür.

 

83. Kafirlerden "zekat" adıyla iki kat olarak veya katlanmaksızın alınan bu ödeme her ne kadar adı değiştirilmiş bile olsa cizyedir, fey gelirlerinin harcandığı yere harcanır. Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bunlar ahmak insanlar. Cizye adını telaffuz etmekten

kaçınıyorlar ama cizyenin manasına razı oluyorlar."

 

Not:  Metindeki "cizye" kelimesi haber olarak medudur. Metnin bazı nüshalarında "cizye" kelimesinden sonra "hakikaten" ifadesi yer almaktadır. Bu, harf-i cerin düşmesi ile mansup yapılmış bir kelimedir. Nitekim el-Muharrer'de "ale'l-hakika" ifadesi yer almaktadır. Yahut da bu kelime başkasını pekiştiren müekkid masdar (mef'ul-i mutlak)tır.

 

84. Alınan bu ödemeyi cizye kabul ettiğimizde onlardan bir dinarın altında ödeme alınmaz. Öyle ki bir dinarlık miktar, iki katına katlama veya yarıya indirme söz konusu olmaksızın zanna dayalı olarak değil kesin olarak zekata yeterli gelse bir dinar almak yeterli olur.

Şayet şahısların sayısı çok olup bir dinar ödemenin o sayıdaki kişi için yeterli olup olmadığını hesaplamak zor olsa, galip zanna dayanarak bunu almak yeterli olmaz. Bu durumda kişi başına bir dinar alındığından kesin emin olmak şarttır. Bunun ikiye katlanması veya yarıya bölünmesi zorunlu değildir. Yukarıda zikredilen şart doğrultusunda bunun dörde, beşe vb. bölünmesi caizdir.

 

85. Çocuk, deli, kadın ve çift cinsiyetli şahıslar gibi kendilerine cizye düşmeyen kişilerden [zekat adı altında] cizye alınmaz, fakirden ise alınır.

 

eş-Şerhu'l-kebır'de şöyle denilmiştir: "Kafirlerden, zekatın iki katını almak şart koşulur ve bunun miktarı bir dinardan fazla olur da onlar fazlalığın düşürülmesini ve alınan malın cizye adıyla alınmasını isteseler, doğru görüşe göre onların bu isteğine olumlu karşılık verilir. "

 

Bu hüküm, yukarıda geçen "bu anlaşma bir dinardan fazlası üzerine yapılsa ve onlar sonradan bir dinar üzerinden yapılan anlaşmanın geçerli olduğunu öğrenseler bile üstlendikleri bedeli ödemeleri gerekir" hükmüyle çelişmez; çünkü burada fazlalık [cizye yerine zekat] ismi karşılığındadır. Onlar ise yaptıkları ödemeden bu ismi düşürmüşlerdir [yeniden cizye adıyla ödeme yapmayı istemişlerdir].

 

Not:  Onlarla anlaşma yapıp arazilerini onların elinde bıraksak ve bu arazilere her yıl bir cerib için şu kadar ödemeleri için vergi koysak ve bu haracın onlardan her bir ferdin ödeyeceği cizyeyi karşılayacağını belirtsek bu şart caiz olur. Bu durumda onlardan alınan cizye olarak kabul edilir ve fey gelirinin harcandığı yere harcanır.

 

Çocuk, akıl hastası, kadın ve çift cinsiyetli şahsın arazisinden alınmaz.

 

Onlar arazilerini ekmeseler bile ve başkasına satıp hibe ettikleri halde teslim etmedikleri taktirde kendilerinden haraç alınır. Çünkü bu -yukarıda da belirttiğimiz gibi- cizyedir.

 

Bu araziyi bir Müslüman satın alırsa oranın satım bedelini kendilerine ödemekle yükümlü olur, kiralarsa ücretini öder. Haraç ise satıcı ve kiraya veren üzerinde kalır.

 

Ölü toprak olduğu halde kafirlerin savunduğu topraklardan haraç alınır. Ancak ihya etmiş olsalar bile savunmadıkları topraklardan haraç alınmaz. Şayet anlaşma yapılırken "ihya ettikleri arazilerden haraç alınması" şart koşulmuşsa o zaman alınır.

 

Şayet kafirlerle anlaşma yaparken arazinin biz Müslümanlara ait olmasını, kafirlerin burada oturacaklarını ve her yıl cerib başına şu kadar vergi ödeyeceklerini şart koşarsak onlardan bu alınan bedel ücret olur; çünkü bu aslında kira akdidir. Bu ücret onların Müslüman olmasıyla düşmez. Bunun bir dinara ulaşması şart koşulmaz, bunlar üzerinde cizye vergisi de ücretle birlikte varlığını korur. Bunların araziyi satması, hibe etmesi caiz olmaz ama kiraya verebilirler; çünkü kiracı, kiraladığı şeyi [kullanıcısının kullanım tarzı açısından değişiklik göstermediği durumlarda] başkasına kiraya verebilir. Bu ücret, cizye yükümlülüğü bulunmayan kadınların, çocukların ve başkalarının arazisinden de alınır; çünkü bu hakikatte kira bedelidir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

II. CİZYE AKDİNE İLİŞKİN BAZI HÜKÜMLER