SİYER |
III. EHL-İ HARPTEN ELE
GEÇİRİLEN ŞEYLERİN HÜKMÜ
1. Kafirlerin kadınları
ve çocukları esir edildiğinde köleleştirilirler. Onların köleleri de böyledir.
2. Devlet başkanı hür ve
tam ehliyetli kişiler hakkında içtihadına göre hareket edip öldürme,
karşılıksız serbest bırakma, Müslüman esirlere karşılık veya mal karşılığında
serbest bırakma yahut köleleştirme seçeneklerinden hangisi Müslümanların
menfaatine daha uygun ise onu yapar. En uygun olanın ne olduğu belli olmazsa
durum netlik kazanıncaya kadar onları hapseder. [Zayıf] bir görüşe göre
putperest köleleştirilmez. İmam ŞafiI'ye ait bir görüşe göre [kafir olan] Arap
da böyledir.
3. Bir esir Müslüman
olursa onun canı koruma altında olur, diğer seçenekler arasında tercihte
bulunma hakkı devam eder. İmam ŞafiI'nin bir görüşüne göre bu durumda
köleleştirmek tek sçeçenek olarak kalır.
4. Bir kafirin ele
geçirilmeden önce Müslüman olması onun canını, malını ve küçük çocuklarını [öldürme,
telef ve ganimet olarak ele geçirilmek gibi davranışlardan] korur.
Mezhepte esas alınan
görüşe göre karısını [bu davranışlara karşı] koruma altına almış olmaz. Kadın
köleleştirilirse kocanın onun üzerindeki nikahı derhal sona erer. [Zayıf] bir
görüşe göre [kadının köleleştirilmesi] kocanın onunla zifaf yapmasından sonra
olmuşsa kadının iddet içinde azat olması muhtemel oluğundan iddeti bitinceye
kadar beklenir.
5. Zımmınin karısını
köleleştirmek caizdir. Daha dOğru görüşe göre onun azat ettiği köle de
böyledir. Mezhepte esas alınan görüşe göre Müslüman bir kimsenin azat ettiği
şahsın ve Müslümanın karısının köleleştirilmesi caiz değildir.
6. Karı-koca veya biri
esir edildiğinde ikisi de hürse nikahları kendiliğinden fesholur. [Zayıf] bir
görüşe göre her ikisi de köle olduğunda da böyledir.
7. Kişi borçlu iken
köleleştiriise borcu düşmez. Köleleştirildikten sonra malı ganimet olarak
alınmışsa borç, onun malından ödenir.
8. Harbt biri harbt birinden
borç aldıktan veya bir şey satın aldıktan sonra her ikisi de Müslüman olsa veya
cizye vermeyi kabul etse, [ikili arasındaki] hak devam eder.
9. Bir kimsenin malını
harbt bir şahıs telef ettikten sonra Müslüman olsa, daha doğru görüşe göre
tazminle yükümlü olmaz.
152. Kafirlerin
kadınları -yani kafir kadınlar-, çift cinsiyetli şahıslar, kafirlerin çocukları
ve akıl hastaları esir olarak alındığında bizatihi esir almakla köle olmuş
olurlar. Bunların beşte biri, ganimeti n beşte birinde hak sahibi olan
kimselere, kalanı ise ganimet almayı hak eden savaşçılara aittir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) [savaş sonucu elde edilen] malları taksim ettiği gibi
esirleri de taksim ederdi. Burada "seby / esir" derken kastedilen
kadınlar ve çocuklardır.
Not: Akıl hastalığı zaman zaman görülen bir
kimsenin esir edildiği zamanki durumu dikkate alınır. Bunu Cüveyni kendi görüşü
olarak aktarmış, Gazalı de sahih kabul etmiştir.
153. Kafirlerin köleleri
de -isterse bu köleler mürted veya Müslüman olsunlar- esir alındıklarında bizim
kölemiz olurlar.
Not: Burada kölelerin [yukarıda geçen şahıslara]
atfedilmesi problemlidir; çünkü köle olan kişi köleleşmez. Bununla kastedilen
şey onda köleliğin yeni meydana gelmesi değil eski köleliğinin devam etmesidir.
Kısmen köle olan kimselerde de -can dokunulmazlığı yönü baskın kabul edilerek-
kölelere ait hüküm uygulanır.
Kadınlar ve çocukların
öldürülmesinin yasaklanması sebebiyle onlarla aynı konumda olan diğer şahıslar
da öldürülmez. Devlet başkanı, kötülükleri ve güçlü olmaları sebebiyle onları
öldürürse -tıpkı diğer malları telef etmesi durumunda olduğu gibi- öldürdüğü
şahısların değerini, ganimette hak sahibi olanlara tazmin eder.
154. Devlet başkanı veya
ordu komutanı, esirler içinde aslen kafir, hür ve tam ehliyetli -yani akıl,
baliğ ve erkek- kimselerin durumu hakkında ictihadda bulunarak onların esir
edilmesinden sonra -onları karşılıksız serbest bırakmak vb.- İslam için en
yararlı olan ne ise onu yapar.
155. Müslümanlar
açısından en yararlı olan uygulama şu dördünden biridir:
> Boyunlarını vurarak
öldürmek. Yakmak veya boğmak suretiyle öldürme yapılamaz.
> Onları herhangi bir
bedel almaksızın karşılıksız serbest bırakmak.
> Müslüman esirlerle
takas etmek. Bunu İmam ŞafiI açık olarak belirtmiştir. Bu esirler erkek olsun
başkası olsun fark etmez. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiğine göre
ehl-i zimmetten olan esirler karşılığında da takas yapılabilir.
> İster kendi
malları, isterse onların elinde Müslümanlara ait bulunan mallar [fidye]
karşılığında serbest bırakmak.
> Köleleştirmek.
Bu dört alternatif
konusunda nasslara ittiba söz konusudur.
Ayetlerde şöyle
buyrulmuştur:
> Haram aylar çıkınca
müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları
her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar,
zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan,
esirgeyendir. [Tevbe, 5]
> (Savaşta) inkar
edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup
sindirince bağı sıkıca bağlayın. Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya
fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam
alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince,
Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. [Muhammed, 4]
Bu ayetteki "bağı
sıkıca bağlayın" ifadesi "onları köleleştirmek suretiyle bağı sıkıca
bağlayın" anlamına gelmektedir.
Not: Nevevi'nin "köleleştirmek"
ifadesini mutlak olarak kullanması şahsın tamamen köleleştirilmesini kapsadığı
gibi bir kısmını köleleştirmeyi de kapsamaktadır. Daha doğru görüş de böyledir.
Rafii şöyle demiştir:
"Bu, ödeme gücüne sahip olmayan ortağın çocuğunda hissesi miktarınca
hürriyetin bölüneceği şeklindeki hükme dayalıdır."
Şayet onun bir kısmının
köleleştirilmesini engellersek o zaman bu, onun bütününün köleletirilmesinden
farklı olur.
Bu mesele şu şekilde
ifade edilir: "Mezhebimizde, köleliğin, tıpkı azat olma gibi başkasına
sirayet ettiği mesele budur."
156. Devlet başkanı,
yukarıdaki seçeneklerden hangisinin Müslümanlar için en yararlı olduğuna karar
veremezse durum netlik kazanıncaya kadar esirleri hapseder. Çünkü bu mesel e
şahsı arzulara göre değil içtihada göre belirleneceğinden doğrunun ortaya
çıkmasına kadar karar vermek ertelenir.
157. Esir [kendisiyle
herhangi bir antlaşma yapılmadan] cizye verse bunu kabul edip etmeme konusunda
mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır.
el-Beyan yazarı şöyle
demiştir: "Mezhebin gerektirdiği görüşe göre bunu kabul etmenin caiz
olduğu konusunda bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı, bunu kabul etmenin
zorunlu olup olmadığı konusundadır. Çünkü esiri karşılıksız olarak veya
kendisinden bir defada alınacak bir mal karşılığında serbest bırakmak caiz
olunca yılda bir alınacak cizye karşılığında serbest bırakmak evleviyetle caiz
olur. "
eş-Şamil adlı eserde
şöyle denilmiştir: "Esir, kendiliğinden cizye verdiğinde -tıpkı Müslüman
olması halinde olduğu gibi- onu öldürmek haram olur. Devlet başkanı öldürme
dışında diğer seçeneklerden birini seçer."
Rafii "cizye"
bölümünde bu görüşü doğru kabul etmiştir.
158. Nevevi'nin devlet
başkanına alternatiflerden birini seçme hakkı verdiği durum bir kitabı bulunan
kafir hakkındadır. Kitabı bulunmayanlarda köleleştirme ile ilgili görüş
ayrılığına şu şekilde işaret etmiştiir:
"[Zayıf] bir görüşe
göre putperest olan kişi köleleştirilmez." Nitekim onun cizye karşılığı
İslam ülkesinde yaşaması da caiz olmaz. Bu görüş "Kitaba sahip olan
kafirlerin durumunda olduğu gibi karşılıksız serbest bırakılması caiz olan
kişinin fidye karşılığında serbest bırakılması da caizdir" denilerek
reddedilmiştir.
159. İmam Şafii'nin eski
görüşüne göre konu ile ilgili bir hadis sebebiyle Arap olan kafirin
köleleştirilmesi de caiz değildir.
Bu görüş, hadisin
uydurma olduğu, Buharl'nin rivayet ettiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
Mustalıkoğulları, Hevazin ve diğer Arap kabilelerini esir aldığı ve onları
köleleştirdiği söylenilerek reddedilmiştir. (Buhari, Farzu'l-humus, 3131)
Not: 1. Nasıl ki kafirlere silah satmamız caiz
değilse aynı şekilde onlardan ele geçirdiğimiz silahları kendilerinden
alacağımız mal karşılığında kendilerine geri vermemiz de caiz olmaz. Mezhep
içinde iki görüşten birine göre bizim esirlerimize karşılık onların silahlarını
geri vermemiz caizdir. Bu görüşü Hocamız Zekeriya el-En sarı güçlü görmüştür,
bana göre de böyledir. Nitekim esirlerimizi fidye karşılığında geri almamız da
caizdir.
Ayrıca böyle yaparak
düşmandan aldığımız şeyonlara verdiğimizden daha kıymetlidir.
Diğer görüşe göre
onların silahlarını mal karşılığında onlara geri vermek caiz olmadığı gibi
Müslüman esirlere karşılık geri vermek de caiz değildir.
"Asıl
kafirler" ifadesi mürtedleri dışarıda bırakmaktadır. Devlet başkanı
onların Müslüman olmasını kendilerinden ister, şayet buna yanaşmazlarsa tek
seçenek savaşmaktır.
2. Bir kimse, kendi
kafasına göre hareket edip bir esiri öldürürse bakılır:
a. Devlet başkanı esirin
öldürülmesine hükmettikten sonra bunu yapmışsa onu öldüren kişi için sadece
tazir cezası verilir, çünkü devlet başkanından bağımsız hareket etmiştir.
b. Devlet başkanı
esirlerin karşılıksız salınmasını uygun gördüğü halde bir kimse esirin güvenli
bölgeye gitmesinden önce onu öldürürse onun mirasçılarına diyetini tazmin eder.
Esir güvenli bölgeye
ulaştıktan sonra öldürmüşse kanı heder olur [herhangi bir diyet ödenmez].
c. Devlet başkanı,
esirin fidye karşılığı serbest bırakılmasına karar verdikten sonra henüz
fidyeyi teslim almadan önce bir şahıs esiri öldürse onun diyetini tazmin eder
ve bu tazminat ganimet malları arasına konur. Diyetin teslim alınmasından ve
kendisinin güvenli bölgeye gitmesi için serbest bırakılmasından sonra birisi
onu öldürürse, o şahıs, esir alınmadan önceki durumuna geri döndüğünden onu
öldüren kimse herhangi bir şeyi tazminle yükümlü olmaz. Bu gerekçeden şu sonuç
çıkar: "Bu hüküm, ilgili şahıs güvenli olacağı bölgeye ulaştığında söz
konusu olur. Aksi takdirde onun diyeti, mirasçılarına ödenir." Zahir olan
da budur.
160. Mükellef olan bir
esir henüz devlet başkanı kendisi hakkında karşılıksız veya fidye karşılığında
serbest bırakma gibi bir seçimde bulunmadan önce Müslüman olsa, Müslüman olması
onun canını koruma altına almış olur. Buhari ve Müslim'de geçen şu hadis
sebebiyle öldürülmesi haram olur:
> İnsanlar Allah'tan
başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik
edinceye, namaz kılıncaya ve zekat verinceye kadar onlarla savaşmakla
emrolundum. Bunu yaptıklarında canlarını ve mallarını -can ve malın hakkı
dışında- bana karşı koruma altına almış olurlar.(Buhari, İman, 25; Müslim,
İman, 128)
"Mallarını"
ifadesi ," can ve malın hakkı dışında" ifadesinin de gösterdiği üzere
esir kılınmadan öncesine yorulur. Malın haklarından birisi de esir alındıktan
sonra kişinin malının ganimet olmasıdır.
161. Devlet başkanının o
kişi hakkında geriye kalan seçeneklerden birini seçme hakkı devam eder. Bu da
"karşılıksız serbest bırakma", "köleleştirme" ve
"fidye karşılığı serbest bırakma" seçenekleridir. Çünkü birkaç şeyden
birini seçme hakkının söz konusu olduğu durumda, seçeneklerin bir kısmı
imkansız hale gelip ortadan kalktığında kalan seçenekler arasında tercihte
bulunma hakkı ortadan kalkmaz. Nitekim keffaret[le yükümlü olan kimse
açısından] köle azadının mümkün olmaması durumunda diğer seçeneklerden birini
seçme hakkı devam eder.
Not: Fidye karşılığı serbest bırakma, ancak ilgili
kişi kavmi içinde üst konumda ise veya kendisinin kavmi içinde bir aşireti var
ve dini yahut canı konusunda fitneten korkulmuyarsa caiz olur. Devlet başkanı
onun Müslüman olmasından önce karşılıksız olarak veya fidye karşılığı serbest
bırakılmasını tercih etmişse artık seçim hakkı sona erer ve devlet başkanının
tercih ettiği şey tek şık olarak kalır.
162. İmam ŞMil'nin bir
görüşüne göre esir edilen kişi Müslüman olduğunda [başka herhangi bir şeye
gerek olmaksızın otomatik olarak] köleleştirme tek yololarak kalır; çünkü o,
tıpkı çocuklar ve kadınların durumunda olduğu gibi öldürülmesi haram olan bir
esir olduğundan karşılıksız serbest bırakılması imkansız olmuş olur.
Bu görüş şu şekilde
reddedilmiştir: "Devlet başkanı esirler meselesinde olduğunun aksine
çocuklar ve kadınlar konusunda tercih yapma hakkına sahip değildir."
163. İster erkek ister kadın
olsun, ister harp ülkesinde ister İslam ülkesinde olsun bir kMirin ele
geçirilmeden -yani İmam Şafii'nin el-Muhtasar'da açık olarak belirttiği üzere
esir olarak alınmadan önce Müslüman olması yukarıda geçen hadis sebebiyle
canını ve malını koruma altına alır. Yine küçük ve hür çocuklarını esir
olmaktan kurtarır; çünkü onlar Müslümanlık konusunda kendisine tabidir.
Daha doğru görüşe göre
baba hayatta olsa bile dedenin Müslüman olması durumunda da bu hüküm
geçerlidir.
164. Kişinin akıl
hastası olan çocuğu veya çocuğunun çocuğu da küçük hükmündedir. Akıl hastalığı
buluğdan sonra ortaya çıkmış olsa bile -yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle-
hüküm böyledir.
165. Kişinin Müslüman
olması onun ana karnında bulunan yavrusu da kendisine bağlı olduğundan koruma
altına alır. Ancak babanın Müslüman olmasından önce ana karnındaki yavrunun
annesi köleleştirilmişse sonradan babanın Müslüman olması -tıpkı doğmuş olan
çocuğun durumunda olduğu gibi- ana karnındaki çocuğun Müslüman olduğuna
hükmedilse bile köleliğini geçersiz kılmaz.
166. Akıl ve baliğ olan
bir kimsenin babasının Müslüman olması kendisini koruma altına almış olmaz;
çünkü burada babanın Müslüman olması çocuğundan bağımsızdır.
167. Kocanın Müslüman
olması [karısının köle leşti rilmesi ni engeller mi? Bu konuda iki rivayet
bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan ve
bizzat İmam Şafii tarafından ifade edilen görüşe göre kocanın Müslüman olması
karısının köleleştirilmesini engellemez. Çünkü kadın kocasından bağımsızdır.
Daha doğru görüşe göre kocasından hamile olsa bile böyledir.
İkinci rivayet
Tahric yoluyla ortaya
konan bir görüşe göre kocanın nikah üzerindeki hakkı geçersiz kalmasın diye
kadın köleleştirilemez. Bu şuna benzer: Bir Müslüman, kafir bir köleyi azat
ettikten sonra harp ülkesine iltihak etse, İmam Şafii tarafından belirtildiğine
göre azat edilen o şahsı tekrar köleleştirmek caiz olmaz.
ilk görüş sahipleri buna
şöyle cevap vermişlerdir: Nikahtan farklı olarak vela bir kere sabit olduktan
sonra artık hiçbir şekilde kaldırılamaz.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Esir alınan kişi kendiliğinden cizye ödese, böyle yapmakla
karısının ve yetişkin kızının köleleştirilmesini engellemiş olur. [Cizye
verince böyle oluyorsa] Müslüman olduğunda evlveiyetle böyle olmalıdır.
Buna şöyle cevap
verilir: Bir kimsenin bağımsız olarak gerçekleştirmesi mümkün olan bir fiilde
kişi başkasına tabi olmaz. Yetişkin olan kadın bağımsız olarak Müslüman
olabilir, ama cizyeyi kendi başına veremez.
168. Kadın
köleleştirilirse, yani "[kafirlerle yapılan savaşta] şahıs ele
geçirilmeden önce Müslüman olsa bile [onun Müslüman olması, Müslüman olmamış
olan karısına etki etmez] karısı köle olur" görüşünü kabul edersek [karı
ile koca arasında nikah ne zaman sona erer? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Kadının esir alınması
kocanın onunla zifaf yapmasından önce olsun sonra olsun kadın esir alındığı
anda nikah sona erer; çünkü kafir olan cariye ile ilk olarak [doğrudan]
evlenilemediği gibi kafir olan cariye nikahta da tutulamaz. Ayrıca Hz.
Peygamber (s.a.v.) Evtas ve Mustalıkoğulları esirleri hakkında şöyle
buyurmuştur:
> Dikkat edin! [Ele
geçirdiğiniz esirlerden] hamile olanla doğum yapıncaya kadar, hamile olmayanla
da bir adet geçirinceye kadar ilişkide bulunulmaz. (Eba Davud, Nikah, 2157)
Hz. Peygamber (s.a.v.)
bunu söylerken esir alınan kadının kocasının olup olmadığını sormamıştır. Bu
kadınlar arasında kocası bulunanların olduğu bilinmekteydi.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
kadın, kocasıyla zifaf yaptıktan sonra esir alınmışsa -tıpkı bu halde iken
irtidat etmesi durumunda oldUğu gibiiddet bitinceye kadar beklenir. Çünkü
kadının azat olup da nikahının devam etme ihtimali vardır.
Daha doğru görüşe göre
ise [zifaf öncesinde ve sonrasında kadının esir alınmış olmasa arasında] fark
yoktur. Çünkü tıpkı süt emzirme olayında olduğu gibi köleliğin meydana gelmesi
evlilik bağını keser.
169. Zımm} bir şahsın
karısı [İslam ülkesi vatandaşı değil de] harp yaptığımız ülke vatandaşı ise onu
köleleştirmek caizdir. Yani o bizzat esir alındığı anda kendiliğinden köle olur
ve nikahı sona erer.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bu hüküm, alimlerin şu görüşleriyle çelişmektedir: "Harp
ülkesi vatandaşı, [arada herhangi bir antlaşma yapılmış olmaksızın] kendiliğinden
cizye öderse kendisi ve karısını köleleşmekten korumuş olur."
Buna şöyle cevap
verilir: Cizye meselesinde kastedilen şey, akit anında mevcut olan kadın olduğu
için akit, başkasına tabi olma şekS linde o kadını da kapsar. Burada ise
akitten sonra yenilenen eş kastedilmektedir; çünkü akit onu kapsamamaktadır.
Yahut da diğer meseledeki kadın "akit anında kadına el konulmuşsa"
şeklinde buradaki ise "akit anında el konulmamışsa" şeklinde
yorumlanır.
170. [Ehl-i harpten
birinin az at etmiş olduğu kişi esir alındığında onu köleleştirmek caiz midir?
Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru olan ve İmam
Şafii tarafından açıkça belirtilen görüşe göre onu köleleştirmek caizdir; çünkü
zımmı şahıs, harp ülkesine katılmış olsa kendiliğinden kölelik statüsüne
geçtiğine göre onun azat ettiği şahıs evleviyetle böyle olur.
İkinci görüş
Zımmı şahsın, vela
konusundaki hakkı iptalolmasın diye o şahıs köleleştirilemez.
171. Müslüman şahsın azat
etmiş olduğu kişi harp ülkesine katılmış olsa köleleştirilemez; çünkü vela
hakkı bir kere sabit olduktan sonra ortadan kalkmaz. Azat eden kişi ister azat
anında zaten Müslüman olmuş olsun isterse azat edilen şahsın esir edilmesinden
önce Müslüman olmuş olsun fark etmez.
Bulkini şöyle demiştir:
"Bu konuyla ilgili yani kafir bir kimsenin bir köle az at ettikten sonra
kölenin esir alınmasından önce Müslüman olması meselesiyle ilgili ayrıntıya
temas eden çok az kişi vardır." Nevevi'nin ifadesinden onun köleleştirileceği
anlaşılmaktadır; çünkü bu şahıs hakkında "Müslümanın azat ettiği şahıs
değildir" denilebilmektedir.
172. Müslüman bir
şahsın, harp ülkesi vatandaşı olan karısı esir alındığında [bu kadın otomatik
olarak köle olur mu? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre kadın köleleştirilmez. Her ne kadar Ravdatü't-talibin,
eş-Şerhu'l-kebir ve eş-Şerhu's-sağir'deki ifadeden bu kadının
köleleştirilebileceği gibi bir anlam çıksa da el-Muharrer'de sahih kabul edilen
görüş bu görüştür. Çünkü bu kadın ile harbı iken Müslüman olan şahsın karısı
görüş ayrılığının bulunması açısından birbirine denktir. Çünkü ilk baştan beri
var olan aslı Müslümanlık, sonradan meydana gelen Müslümanlıktan daha güçlüdür.
İbn Kecc şöyle demiştir:
"Bir Müslüman İslam ülkesinde zımmı bir kadınla evlendikten sonra kadın
harp ülkesi vatandaşlığına geçse onun köleleştirilemeyeceği tek görüş olarak
kabul edilir."
173. Karı-koca veya
bunlardan biri esir edildiğinde şayet her ikisi de hür ise aralarındaki nikah
kendiliğinden sona erer. Bu, ister zifaf öncesinde isterse sonrasında olsun
fark etmez. Çünkü Müslim'in rivayet ettiğine göre ashab-ı kiram, Evtas
savaşında esir aldıkları kadınların kocası da bulunduğundan kendileriyle
ilişkide bulunmaktan uzak durunca şu ayet indirilmiştir:
> (Harp esiri olarak)
sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. [Nisa,
24]
Bu ayet, harp esiri
olarak sahip olunan kadınlar dışındaki evli kadınları haram kılmıştır. Bu durum,
harp esiri olan kadınların nikahının ortadan kalktığını göstermektedir, aksi
takdirde bu kadınlar [onları esir alan erkeklere] helal olmazdı.
Bir diğer delil de
"hamile olan [esir] kadın doğum yapıncaya kadar kendisiyle ilişkide
bulunulmaz." hadisinin genel ifadesidir. Bu hadis, kadının evli olup
olmaması arasında bir ayrım yapmamıştır.
Aklı delil de şudur:
Kadın üzerinde kölelik meydana geldiğinde kadının kendisi üterindeki sahipliği
sona ermektedir. Hal böyle olunca kendisi ile kocası arasındaki evlilik bağı
evleviyetle sona ermiş olur.
Not: 1.
Kocanın esir edilmesi durumunda onun nikahının kendiliğinden fesholacağı durum
kocanın küçük olduğu, akıl hastası olduğu yahut tam ehliyetli olsa bile devlet
başkanı tarafından köleleştirilmesinin tercih edildiği durumdur. Devlet başkanı
kocanın fidye karşılığı veya herhangi bir karşılık almaksızın serbest
bırakılmasını tercih ederse onun evliliği devam eder.
Kadının esir edilmesi
durumunda onun nikahının kendiliğinden fesholacağı durum ise kocasının kafir
olduğu durumdur. Şayet kocası Müslüman ise burada hüküm "böyle bir kadın
esir olarak alınır mı alınmaz mı?" konusundaki görüş ayrılığına dayalı
olarak verilir.
2. Nevevi'nin "her
ikisi de hür ise" şeklinde kayıt koyması karıkocadan biri hür diğeri köle olduğunda
nikahın kendiliğinden sona ermemesini gerektirirse de bu kastedilmemiştir.
Kadın hür, kocası köle
olsa ve kadın tek başına yahut kocası ile esir alınsa nikah yine fesholur. Aksi
durumda ise şayet koca mükellef değilse yahut mükellef olsa bile devlet başkanı
onu köleleştirmişse hüküm yine böyle olur. Çünkü nikahın fesholması konusunda
illet, kişinin kendisi üzerindeki mülkiyetinin ortadan kalkmasıdır. Kendisi
üzerindeki mülkiyeti ortadan kalktığında karısı üzerindeki nikah mülkiyeti de
ortadan kalkmış olur.
174. [Zayıf] bir görüşe
göre karı-koca köle iseler esir olma durumunun meydana gelmesi sebebiyle
aralarındaki nikah fesholur. Daha doğru görüşe göre ise yeni bir kölelik durumu
meydana gelmediği için nikah fesholmaz. Burada köle olan şahısların mülkiyeti
bir malikten diğerine intikal ettiğinden bu durum satıma benzemiştir. Her ikisi
Müslüman olsun ya da olmasın görüş ayrılığı burada da söz konusudur.
Not: Bir Müslüman, harp
ülkesi vatandaşı olan bir kimseyi ücretle tuttuktan sonra o şahıs köleleştirilse
veya o şahsın evini kiraladıktan sonra bu ev ganimet olarak Müslümanların eline
geçse, kiralayan şahıs süre sonuna kadar kiraladığı şeyden yararlanabilir;
çünkü mallardan elde edilecek menfaatler tıpkı malların kendisi gibi tam bir
mülkiyete konu olur ve üzerinde zilyetlik kurmakla tazmine tabi hale gelir. Bir
Müslümana ait olan mal nasıl ki ganimet olarak alınamazsa Müslümana ait olan
menfaat de ganimet olarak alınamaz. Cinsellikten yararlanma hakkı ise böyle
olmayıp tam mülkiyete konu olmaz, sadece istifade hakkı verir. Bu sebeple
cinsellikten yararlanma, üzerinde zilyetlik kurulmakla tazmine tabi hale
gelmez.
175. Harp ülkesi
vatandaşı bir kimse, bu şekilde olmayan bir şahsa borçlu iken köleleştirilse
borç düşmez; çünkü onun zimmeti bir kere borçla dolmuş, bu borcu düşürecek bir
durum meydana gelmemiştir. Bu kişi, [kendisi gibi] harp ülkesi vatandaşı birine
borçlu ise onun alacağının dokunulmazlığı bulunmadığından bu alacak düşer.
176. Yukarıdaki
meselede, harp ülkesi vatandaşı olan şahsın kendisi gibi olmayan kişiye borcu
düşmediğine göre [bu borç nasıl ödenir? Burada iki durum söz konusudur:]
Birinci durum
Bu şahsın malı varsa
malından borcu ödenir. Bu, köleleştirildikten sonra malının ganimet olarak
alınmasından sonra olur. Köleleştirilmesinin ardından mülkiyetinin ortadan
kalktığına hükmedilse bile hüküm böyledir. Bu şuna benzer: Kişi mürted olduktan
sonra her ne kadar onun
mal varlığı üzerindeki mülkiyetinin sona erdiğine hükmedilse bile borçları o
malvarlığından ödenir. Ayrıca borç nasıl ki vasiyetten önce geliyorsa
ganimetten de önce gelir.
İkinci durum
Söz konusu kişinin malı
yoksa onun zimmetindeki borç, azat edilip de ödeme imkanı buluncaya kadar
zimmetinde kalmaya devam eder.
177. Nevevi'nin
"köleleştirilmesinden sonra" ifadesi şu durumu dışarıda
bırakmaktadır: Söz konusu şahsın malı, onun köleleştirilmesinden önce ganimet
olarak alınmışsa o şahsın borcu bu maldan ödenmez; çünkü ganimet alanlar o mala
sahip olmuştur. Daha doğru görüşe göre köleleştirilmesine karar verildiği anda
ganimet olarak alınan mallar da böyledir; çünkü ganimette hak sahibi olanların
hakkı malın kendisine iliştiği halde alacaklının hakkı, borçlunun zimmetine
ilişmiştir. Mala ilişen hak, zimmete ilişen haktan önce gelir.
178. Şahsın köle haline
gelmesiyle birlikte vadeli borcu peşin hale dönüşür mü? Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmakta olup daha doğru olanına göre peşine döşünür; çünkü kişinin
köle leştirilmesi malı üzerindeki mülkiyetini kaldırıp nikahını sona erdirmesi
açısından ölmesine benzer.
Not: 1.
Harp ülkesi vatandaşının üzerindeki borç esir alınan diğer bir şahsa ait ise ne
olur? Rafii ve Nevevi şöyle demişlerdir: "Bu meselede, şu meseledeki iki
görüş söz konusudur: Bir kimsenin başkasına ait bir köle üzerinde alacağı olup
sonradan o köleye sahip olsa bu alacak düşer mi düşmez mi?" Buna göre bu
borç düşer. İsnevl'nin belirttiği üzere bu kişinin ganimetteki hissesi olan
beşte dört açısından açık bir hükümdür. Beşte birlik kısma gelince buna tekabül
eden kısmın kesin olarak düşmemesi gerekir. Bu sebeple İbnü'l-Mukrı bu ifadeyi
eserine bu şekilde almayıp "alacaklı şahıs ona sahip olursa alacağı
düşer" demiştir. Bundan anlaşılacağı üzere, alacağın yalnızca kişinin
sahip olduğu miktara tekabül eden kısmı düşer.
4. Harp ülkesi vatandaşı
olan bir şahsın böyle olmayan bir şahısta alacağı olsa, alacaklı şahıs köle
olarak alınsa alacağı düşmez, beklemede kalır. Şayet azat olursa alacağını
alır, köle olarak ölürse onun alacağı fey olur.
179. Harp ülkesi
vatandaşı olan bir kişi, bir başka harbıden bir malı borç olarak alsa veya
kendisinden mal karşılığı bir şey satın alsa sonra;
> Her ikisi aynı anda
veya sırayla Müslüman olsalar,
> Veya Müslüman
olmayıp cizye vermeyi kabul etseler,
> Yahut ikisine eman
verilse,
> Yahut da sonrakilerden
bir alimin belirttiği üzere bunlardan biri ikisinden biri için, başka bir şahıs
da diğeri için eman alsa,
Bu durumlarda hak [borç]
varlığını korur; çünkü bu borç bir akitle üstlenilmiştir.
180. "Mal
karşılığı" ifadesi şarap ve domuz gibi [dinde mütekavvim mal sayılmayan]
ve talep edilmesi sahih olmayan şeyleri dışarıda bırakmaktadır.
Not: Nevevi'nin ifadesinden şöyle bir anlam
çıkabilir: "Bunlardan yalnızca biri Müslüman olsa veya cizye vermeyi kabul
etse, borç devam etmez." Alacaklının Müslüman olması halinde bu anlaşılan
anlam kesinlikle kastedilmiş değildir. Borçlunun Müslüman olması halinde de
daha güçlü görüşe göre bu anlam kastedilmiş değildir. [Yani her iki durumda da
borç varlığını korur.]
181. Harbı birisi diğer
bir harbınin malını telef etse veya gasp etse sonra her ikisi Müslüman olsa
veya telef eden yahut gasp eden şahıs Müslüman olsa, yahut her ikisi de cizye
vermeyi kabul etse [telef veya gasp ı yapan kişi tazminle yükümlü olur mu? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
tazmin gerekmez; çünkü herhangi [bir akit yapmak suretiyle] bir şey [ödemeyi]
üstlenmemiştir. İtlaf, varlığı sürdürülmek istenen bir akit değildir. Ayrıca
bir harbı diğer bir harbınin malını zorla ele geçirdiğinde ona sahip olur. Malı
telef etmek de bir tür zorla ele geçirmek gibidir. Yine harbınin malını telef
etmek Müslümanın malını telef etmenin ötesinde bir sonuç do ğurmaz. Müslümanın
malını telef etmesi halinde harbı şahıs tazminle yükümlü olur.
İkinci görüş
Tazminle yükümlü olur;
çünkü bu tazmin onların kendi hükümlerine gere gereklidir.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
IV. EHL-İ HARBİN
[HARBİLERİN] MALLARININ HÜKMÜ