ŞAHİDLİKLER |
1. Şahit
1.1. Şahitte Bulunması
Gereken Şartlar
Şahidin Müslüman, hür,
mükellef, adalet sahibi, kişilik sahibi ve töhmet altında olmayan bir kimse
olması şarttır.
1. Şahitte bulunması
gereken şartlardan biri onun -velev ki başkasına tabi olarak bile olsa-
Müslüman olmasıdır. Buna göre kMir bir kimsenin bir Müslüman aleyhine şahitliği
kabul edilmez. Ebu Hanife'nin görüşünün aksine kMirin kMire şahitliği de kabul
edilmez.
Ona göre ise bu kabul
edilir. Ahmed bin Hanbel'e göre ise vasiyet konusunda onların şahitliği kabul
edilir.
Bizim delilimiz
"içinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun" [etTalak, 2]
ayetidir. Kafir adalet sahibi olmadığı gibi bizden de değildir. Ayrıca o,
fasıkların en fasığı olup Allah'a karşı yalan söyleyen birinin insanlara karşı
yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz.
2. Şahitte bulunması
gereken şartlardan biri de -velev ki içinde bulunduğu ülkeye tabi olarak bile
olsa- hür olmasıdır. Buna göre Ahmed bin Hanbel'in görüşünün aksine köleliği
kısmen bile olsa veya efendisiyle özgürlük sözleşmesi yapmış olsa bile kölenin
şahitliği kabul edilmez; çünkü şahitliği eda etmede velayet özelliği vardır.
Kölede ise velayet yoktur.
3. Şahitte bulunması
gereken şartlardan biri de mükellef olmasıdır. Buna göre akıl hastasının
şahitliğinin kabul edilmeyeceği nde icma vardır. Çocuğun şahitliği de kabul
edilmez. Çünkü ayette "adamlarınızdan [şahit tutun]" [Bakara, 282]
buyrulmuştur.
Not: NevevI'nin el-Muharrer, Ravdatü't-talibin ve
başka eserlerde olduğu gibi "[Şahitte bulunması gereken şartlar] İslam,
hürriyet ve mükellefiyettir" demesi daha iyi olurdu.
4. Şahitte bulunması gereken
şartlardan biri de adalet sahibi olmasıdır. Buna göre fasığın şahitliği kabul
edilmez; çünkü Allah "Size bir fasık haber getirirse onu iyice
araştırın" [el-Hucurat, 6] buyurmuştur.
5. Şahitte bulunması
gereken şartlardan birisi de şahsiyet sahibi olmasıdır. Bu, istikamet üzere
olması [yani hal ve hareketlerinin, gidişatının düzgün olması]dır. Çünkü
şahsiyet sahibi olmayan kişinin utanma özelliği de yoktur. Utanma özelliği
olmayan kişi ise aklına estiği gibi [doğru, yalan demeden] konuşur. Zira Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Utanmadıktan sonra
dilediğini yap. (Buhari, Edeb, 6120; Ebu Davud, Edeb, 4797)
Bu hadis ileride
açıklanacaktır.
6. Şahitliğin
şartlarından birisi de yaptığı şahitlikte töhmetin söz konusu olmamasıdır.
Nitekim Allah T eala şöyle buyurmuştur:
> Böyle yapmanız
Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için
daha uygundur. [el-Bakara, 282]
[Töhmetin olduğu durumda
şüphe olur; çünkü] şüphe, töhmetler sebebiyle olmaktadır.]
Ayrıca Hakim, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'den şunu rivayet etmiştir.
> Töhmet sahibi ve
düşmanlık sahibinin şahitliği geçerli değildir. (Hakim, Müstedrek, 4, 99)
Not: Nevevi'nin zikretmediği bazı şartlar du
bulunmaktadır. Bunları şu şekilde belirtebiliriz:
a. Şahidin konuşabilir
olması. Dilsiz kimsenin işaretleri anlaşılabilir olsa bile şahitliği kabul
edilmez.
b. Şahidin uyanık
olması. Bunu et-Tenbıh yazarı, CürczlDI ve başkaları belirtmiştir. Buna göre
sıkça gaflete düşen kişinin şahitliği kabul edilmez.
c. Sefihlik sebebiyle
tasarruflarının kısıtlanmamış olması. eşŞerhu'l-kebir'de "tevbe"
konusunun hemen öncesinde Saymerf den naklen belirtildiğine göre onun şahitliği
kabul edilmez. Rafiı "vasiyet" bölümünde bunu tek görüş olarak nakletmiştir.
1.2. Adalet Şartının
Açıklanması
Adaletin şartı büyük
günahları işlemekten ve küçük günahta ısrar etmekten kaçınmaktır.
[Günahlara gelecek
olursak] doğru görüşe göre tavla oynamak haramdır.
Satranç oynamak mekruhtur.
Şayet her iki taraftan mal ödenmesi şart koşulursa o zaman bu, kumar olur.
[Develeri yürütmek için]
nağme söylemek ve bunu dinlemek mubahtır.
Aletsiz [enstrümansız]
olarak şarkı söylemek ve dinlemek mekruhtur.
Şarap içenlerin şian
olan tanbur, ud, zil, Irak sazı kullanmak ve dinlemek haramdır. Daha doğru
görüşe göre kaval / ney haram değildir. Ben [NevevI] derim ki: Daha doğru
görüşe göre haramdır. Allah en doğrusunu bilir.
Düğün ve sünnet için def
çalmak caizdir. Daha doğru görüşe göre bu ikisi dışındaki şeyler için de
-zilleri olsa bile- caizdir.
Darbuka çalmak haramdır.
Bu, uzunca olup ortası dar olan bir tür davultur.
Muhannes [kadınlara
benzemeye çalışan erkeklerlin yaptığı gibi kıntma olmadığı sürece raks [dans]
etmek haram değildir.
Şiir söylemek ve okumak
mubahtır. Ancak birini hicvetmek, fuhşiyattan olan şeyler söylemek veya belirli
bir kadından söz eden şiir söylemek mübah değildir.
7. Adalet kelimesi
sözlükte orta yolda bulunmak demektir. Adaletin şer'an gerçekleşme şartı büyük
günahların tümünden kaçınmak ve bir türden veya farklı türlerden küçük
günahlarda ısrar etmekten kaçınmaktır.
8. Bir grup alim
"büyük günah" ifadesini "Kitap ve Sünnet'in açık ifadelerinde,
işleyen kimse hakkında şiddetli tehdidi n söz konusu olduğu günahtır"
şeklinde açıklamıştır.
Bir görüşe göre
"had cezasını gerektiren masiyet " tir.
eş-Şerhu'l-kebir'de
zikredilen ifadelerden alimlerin bu ikinci görüşe daha çok meylettikleri, ilk
olarak zikredilen görüşün ise alimlerin büyük günahları ayrıntılı olarak
zikrettikleri esnadaki ifadelerine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü alimler,
karşılığında had cezası olmadığı halde faiz, yetim malı yemek ve yalancı
şahitlik gibi günahları büyük günahlar arasında saymışlardır.
Cüveyni şöyle demiştir:
"Büyük günah, işleyen kimsenin dini çok önemsemediğini hissettiren her
türlü günahtır."
9. Yukarıda zikredilen
tariflerin işaret ettiğine göre [şahitlik konusunda] büyük günah ile kastedilen
günahlar bid'atlar kapsamında olan "inanca ilişkin büyük günahlar"
değildir.
Çünkü tercihe şayan olan
görüşe göre -ileride geleceği üzere- sahibinin kafirliğine hükmetmediğimiz
durumda bu gibi bid'at inançların sahiplerinin şahitliği kabul edilir.
10. Yukarıdaki ifadeler,
büyük günahın tanımlanması için zikredilen ifadelerdir. Büyük günahların
sayılmasına gelince bunlar pek çoktur.
İbn Abbas (r.a)
"büyük günahlar yetmişe yakındır" demiş, Said bin Cübeyir ise
"yedi yüze yakındır" demiştir. Bu, türlerinin sınıfları
itibarıyladır. Bunun dışındaki masiyetler ise küçük günahlardır. Her iki gruba
giren günahlardan bir miktar zikretmekte bir sakınca yoktur.
11. İlki [büyük
günahlar] kapsamında şunlar zikredilebilir:
Bir özür söz konusu
değilken namazı vaktinden önceye almak veya geciktirmek, zekat vermemek,
iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaya gücü yettiği halde bunu terk etmek,
Kur'an'ı unutmak, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, Allah'ın imtihanına karşı
kendisini güvende görmek, kasten veya kasıt benzeri yolla adam öldürmek,
savaştan kaçmak, faiz yemek, yetim malı yemek, Ramazan'da özürsüz olarak oruç
bozmak / tutmamak, ana-babaya asi olmak, zina etmek, liavata yapmak, yalan yere
şahitlik etmek, az da olsa şarap içmek, hırsızlık yapmak, gasp etmek, özürsüz
yere şahitliği gizlemek, haksız yere Müslümana vurmak, akrabalık bağlarını
kopartmak, kasten Allah Resulü (s.a.v.) adına yalan uydurmak, sahabeye sövmek,
rüşvet almak, laf taşımak, gıybet etmek, haram olan bakış, karşılığında had
cezası olmayan e zarar verme de olmayan yalan söylemek, insanların evlerini
dikizlemek, bir Müslümanla ilişkisini üç günden fazla süreyle kesmek, çokça
düşmanlık yapmak, namazda iken gülmek, ağıt yakmak, musibetle karşılaşınca
yaka-paça yırtmak, yürürken çalım satmak, fasıklar arasında onlarla hoşça vakit
geçirerek oturmak, akıl hastaları / çocuklar ve necasetleri ile mescidi
kirleteceği zannı olan kimseleri mescide sokmak, bir ihtiyaç yokken kişinin
bedeninde veya elbisesinde necis bir şey kullanması.
12. Kişi büyük günah
işlediğinde veya tek bir türden yahut farklı türlerden küçük günah üzerinde
ısrar ettiğinde bu durum onun adalet vasfını ortadan kaldırır. Ancak Nevevi'nin
ifadesinden bu durumda adaletin mutlak olarak ortadan kalkacağı anlaşılmaktaysa
da alimlerin çoğunluğuna göre kişinin taati, isyanından fazla ise adalet vasfı
ortadan kalkmamış olur.
Not: Israr kelimesinin "büyük günah
[kebair]" ifadesine atfedilmesi has olan bir sözcüğün amm olan bir sözcüğe
atfedilmesi [özelin genele atfedilmesi] kabilindendir; çünkü dah doğru görüşe
göre küçük günahta ısrar etmek de büyük günahtır. [Zayıf] bir görüşe göre nasıl
ki büyük günaha devam etmekle kafir olunmazsa küçük günahta ısrar etmek de onu
büyük günah yapmaz.
Adalet sahibi bir kimse
mesela yarın büyük bir günah işlemeye mesela zina etmeye niyet etse bununla
[sırf niyet etmekle] fasık olmaz. Ancak küfre niyet etmek bundan farklıdır.
[Kişi kafir olmaya niyet
ettiği anda kafir olur.]
13. [Tavla oynamanın
hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Doğru görüşe göre tavle
oynamak haramdır. Çünkü hadisde
şöyle buyrulmuştur:
> Tavla oynayan,
Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur.(Ebu Davud, Edeb, 4938)
Bu görüşe göre tavla
oynamak küçük günahlardandır.
İkinci görüş
Tavla oynamak tıpkı
satranç oynamak gibi mekruhtur.
İlk görüş sahipleri tavla
ile satranç arasında şu farkın olduğunu söylemişlerdir: Satranç doğru düşünmek
ve karar vermek amacıyla bulunmuş bir oyun olup savaş taktikleri ve hesap
yapmaya yardımcı olur. Tavla ise zar nasıl çıkarsa ona göre oynanan bir oyun
olup tıpkı fal oklarına benzemektedir.
Tab adı verilen oyuna
gelince Subki bunun haram olduğuna dair fetva vermiştir; çünkü bu oyunda dört
küçük çubuğun nasıl Çlkacağına bağlı olarak oyun oynanır. Başkaları ise tıpkı
satranç gibi mekruh olduğunu söylemiştir. Rafii'nin sözü sebebiyle zahir olan
ilkidir.
Burada genel kuralolarak
şu söylenebilir: Zadada oynanan oyunların hükmü tavlanın hükmü gibi, düşünerek
oynanan oyunların hükmü ise satrancın hükmü gibidir.
14. Satranç oyununda her
iki taraftan para konulup galip gelen kişinin bu parayı alması şart koşulursa
bu işlem kuram olur ve o zaman -İmam Şafii'nin el-Ümm'de işaret ettiği üzere-
haram olduğu konusunda icma vardır. Bu şekilde oyun oynayan kişinin şahitliği
reddedilir.
15. İki oyuncudan
birinin [kaybetmesi halinde] para ödemesi şart koşulursa o zaman bu kumar
değildir. Bununla birlikte fasit akitlerle uğraşmak olduğu için bu da haram
olur.
Bunu yapanın şahitliği
ise reddedilmez; çünkü bu, bir tür yoruma dayalı olarak yapılan yanlıştır.
16. Satranç oynama
esnasında kötü konuşma veya bir farzı kasten vaktinden sonraya geciktirme
-sehven geciktirme de böyledirsöz konusu olursa haramlık söz konusu olur.
Bunun tekrarlanması
haram olur; çünkü bunda şahitliği reddettiren bir durum bulunmaktadır. Yine
satrancın haram olduğuna inanan bir kimsenin satranç oynaması -Subkl ve
başkalarının tercih ettiği görüşe göre- haramdır.
17. Bir tahta parçasının
içine üç satır içinde bir takım küçük delikler açılıp bu deliklerin içine küçük
taşlar konularak oynanan ve "hazze", "münakkıle" veya
"on dört" diye isimlendirilen oyun, yere kare bir çizgi çizilip
ortasına haç gibi iki çizgi çizilen ve her bir köşeye küçük taşlar konularak
sürekli taşların yer değiştirdiği [üç taş] oyununa gelince; bu iki oyunun hükmü
konusunda mezhepte iki görüş bulunmaktadır. Rafifnin daha önce geçen görüşünün
gerektirdiği daha güçlü görüşe göre bu oyunları oynamak caizdir. İbnü'l-Mukrı
ise bunların tavla gibi olduğu görüşünü esas almıştır.
18. Yüzük oyunu oynamak
caizdir. Bunu salıncaklı olarak oynamak mekruhtur.
19. İmam ŞafiI,
güvercinlerle oynamanın mutlak olarak mekruh olduğunu söylemiştir.
Kadı Hüseyin şöyle
demiştir: Bu, güvercinlerle oynayan kişinin başkalarına ait kuşları çalmaması
halinde söz konusu olur. Aksi takdirde haram olur ve şahitliği reddedilir.
20. Kişinin civciv ve
yumurta elde etmek ve vakit geçirmek, kanatlarına yazılı kağıt koyup göndermek
gibi amaçlarla kuş beslemek mekruhluk söz konusu olmaksızın caizdir.
21. HalimI'nin belirttiği
üzere horoz ve köpek dövüştürmek, maylunlara dans yaptırmak, keçileri
tokuşturmak haram olduğu gibi bunları seyretmek de haramdır. Yine resimlerle
oynamak ve insanları bunun için toplamak da haramdır.
22. Develeri harekete
geçirmek için şarkı okumak mubahtır. Hatta Nevevi, Menasik adlı eserinde
konuyla ilgili sahih hadisler sebebiyle bunun mendup olduğunu söylemiştir.
Ayrıca bu develeri yürüyüş esnasında dinç tutar, uyuyanı uyandırır.
İhya'da Ebu Bekir
ed-OlneverI'den nakledildiğine göre bir defasında o çöldeyken bir adam
kendisini misafir etti. Onun yanında bağlı bir köle görünce onun durumunu
sordu. Adam "bunun güzel sesi var. Benim ak develerim vardı, üzerlerine
ağır yükler vurmuştum. Bu köle söylediği kasidelerle develeri coşturdu ve
develer üç günlük yolu bir günde kat etti. Üzerindeki yükler indirildiğinde
bütün develer öldü." Ben, kölenin affedilmesi için aracılık ettim. Benim
aracılığımı kabul etti ve köleyi bıraktı. Sonra ben köleye benim için de kaside
söylemesini istedim. Köle sesini yükseltince onun sesinin güzelliğinden yüzüme
bir haloldu. Bunun üzerine efendisi köleye " sus" diye işaret etti.
23. Develeri coşturmak
için söylenen nağmeli kasideyi işitmek de özelolarak dinlemek de mubahtır.
Çünkü Nesai'nin , Amelü'lyevm ve'l-leyle adlı eserinde rivayet edildiğine göre
Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdullah bin Revaha'ya hitaben "şu kavmi harekete
geçir" deyince o da derhal kaside söyledi.
24. Şarkı söylemek
mekruhtur. Bu, şiiri sesini yükselterek [nağmeli olarak] okumaktır.
Bunun mekruhluğunun
delili "insanlardan kimileri de boş sözü satın alır" [Lokman, 6]
ayetidir. İbn Mesud şöyle demiştir: "Burada kastedilen, şarkıdır.
"(Hakim, Müstedrek, 2, 412; Beyhaki, Şehadat, 10, 223)
Bu hadisi Hakim
enNisaburı rivayet etmiştir. BeyhakI de bunu İbn abbas ve tabiundan bir grup
alimden rivayet etmiştir.
25. Şarkı söylemenin
mekruhluğu, haram kılınmış olan enstrümanlar kullanılmadığı takdirdedir. Bu
halde iken şarkıyı duymak -yani dinlemek- de mekruhtur. Nevevi
"duymak" yerine "dinlemek" demiş olsa daha iyi olurdu.
26. Enstrüman
kullanılması halinde ise hem söylemek hem de dinlemek haram olur.
27. Enstrümansız olarak
söylenen şarkıyı yabancı bir kadından dinlemek daha şiddetli mekruhtur. Şayet
ondan veya tüysüz bir erkekten dinleme halinde fitneden korkulursa o zaman
kesinlikle haram olur.
Not: Kur'an okurken sesi güzelleştirmek sünnettir.
Kur'an'ı döndürerek okumakta bir sakınca yoktur. Bu da bir topluluğun
Kur'an'dan bir bölümü, sonra da diğer topluluğun devamını okuması şeklinde
olur.
Bir ayeti düşünmek
amacıyla tekrar tekrar okumakta, Kur'an okumak için bir araya gelmekte,
Kur'an'ı nağmeli olarak okumakta bir sakınca yoktur. Ancak harfleri uzatına ve
işba' konusunda işi aşınya vardınp harekelerden bir harf meydana getirmek veya
bazı harfleri düşürmek haramdır. Bu şekilde Kur'an okuyan kişi fasık oIur. Bunu
dinleyen günaha girer. Çünkü -Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de Maverdl'den
aktardığı üzere bu, Kur'an'ı normaIdeki düzgün halinden çıkarmaktır.
Kur'an okurken tertil
üzere okumak, okuduğunu düşünmek, okurken ağIamak, güzeI sesli birisinden
dinlemek, karşılıklı oIarak birinin okuduğunu diğerinin dinlemesi şeklinde ders
usulü okumak sünnettir. BunIarın bir kısmına abdesti bozan şeyler ele alınırken
işaret edilmişti.
28. Haram olan içecekleri
içmek üzere bir araya toplanan kimselerin şiarı olan müzik aletlerini kullanmak
ve edinmek haramdır. Bunları kullanmak derken tanbur, ud, zil, Irak sazı gibi
enstrümanları çalmak kastedilmektedir. Bu enstrümanları çalmak haram olduğu
gibi bunları dinlemek de haramdır; çünkü bunlar insana keyif veren / eğlendiren
şeylerdendir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Ümmetimden bazıları
atlası, ipeği, çalgıları helal sayacaktır.(Buhari, Eşribe, 5590; EbG Davud,
Libas, 4039. )
Cevheri ve başkaları, bu
hadisin aslında geçen .... kelimesinin müzik aletleri olduğunu söylemiştir.
Keman ve tanbur da çalgıIara dahildir.
29. [Ney / kaval çalmak
haram mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
[Rafil'nin el-Muharrer'de
belirttiğine göre] kaval / çalmak daha doğru görüşe göre haram değildir. Buna
içi boş olduğu için Arapçada "boşluk" anlamına gelen <e.ft)
denilmiştir. Bu haram değildir; çünkü yolculukta kişiyi seyre karşı
hareketlendirir, dinç tutar.
İkinci görüş
Nevevi ise daha doğru
görüşe göre bunun haram olduğunu söylemiştir. Beğavı bu görüşü doğru kabul
etmiştir. Alimlerin çoğunluğunun ifadesi de bunu gerektirmektedir.
Rafii, ilk görüşü tercih
etme konusunda Gazall'ye tabi olmuştur. Bulkini ve başkaları da bunun
haramlığını gerektiren muteber bir delilin sabit olmaması sebebiyle ilk görüşe
meyletmiştir. Bulkini, iki güvenilir doktor tarafından ney / kaval dinlemesinin
hastalığına iyi geleceği söylenen kişinin bunu dinlemesinin caiz olduğu görüşünü
kendi çıkarımı olarak belirtmiştir.
İzzeddin bin Abdüsselam
alimlerin çalgı aletleri, def ve ney dinleme konusunda alimlerin farklı
görüşleri bulunduğunu nakletmiştir.
Subki şöyle demiştir:
Bilinen şekilde bunları dinlemek münker ve dalalettir. Bu, cahil ve şeytanların
fiillerindendir. Bunları dinlemenin kişiyi Allah'a yaklaştırdığını iddia eden
kimse yalan söylemiş ve Allah'a iftira etmiştir. Bunları dinlemenin insanın
[ibadetten aldığı] zevki arttıracağını söyleyen kişi ya cahil veya şeytandır.
Resulullah (s.a.v.)'ın bunu dinlediğini iddia eden kimse şiddetli bir şekilde
tedip edilir. Bu kişi Allah Resulü'ne iftira atan kimseler zümresine dahil
olur. Kim de Allah Resulü adına yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.
Bu, Allah'ın dostlarının ve hizbinin, Resulullah (s.a.v.)'a uyanların yolu
değil, oyun-eğlence ve batıla düşkün olanların yoludur. Bu davranışı gösteren
kimseye elle, dille ve kalple karşı çıkılır, tepki gösterilir. Alimlerden şarkı
dinlemenin mübah olduğunu söyleyenlerin ifadesi içinde def ve kavalolmayan,
erkek ve kadınların ve bakılması haram olanların bir arada bulunmadığı şeyleri
dinlemektir.
30. Düğün için def
çalmak caizdir. Çünkü Tirmizi ve İbn Mace'nin süneninde Hz. Aişe'den (r.a.)
rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Bu nikahınızı ilan
edin, mescitte yapın ve de! çalın. (Tirmizi, Nikah, 1089; İbn Mike, Nikah,
1895. )
31. [Çocuğun] sünnetli]
için def çalmak da caizdir. Çünkü İbn Ebı Şeybe'nin Hz. Ömer'den rivayet
ettiğine göre o, def sesi duyduğunda birini gönderirdi. Şayet nikah ve sünnet
için çalınıyorsa ses çıkarmazdı. Başka bir sebeple çalınıyorsa [çalana]
sopasıyla vururdu. (İbn Eöi Şeybe, Musannef, 3, 321)
32. [Düğün ve sünnet
dışında başka bir sebeple def çalmak caiz midir? Bu konuda mezhep içinde iki
görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
düğün ve sünnet dışında insanların mutluluğunu gösterdikleri doğum, bayram,
uzakta olan birinin gelmesi, hastanın şifa bulması vb. durumlarda da def çalmak
caizdir. Çünkü Tirmizive İbn Hibban'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber
(s.a.v.) savaşların birinden Medine'ye döndüğünde esmer bir cariye kendisine
gelerek şöyle dedi:
"Ey Allah'ın
elçisi! Allah seni sağ salim Medine'ye döndürürse senin huzurunda def çalmayı
adak olarak adadım"." Bunun üzerine Peygamberimiz ona "madem ki
adak olarak adadın, o zaman adağını yerine getir" buyurdu. (Tirmizi,
Mendkıb, 3695; İbn Hibban, Nüzur, 4386)
Ayrıca def çalmakla
insan mutluluğunu göstermeyi amaçlamış olabilir.
Beğavı, Şerhu's-sünne adlı
eserinde şöyle demiştir: "Düğünde, düğün yemeğinde, nikah akdi yapılırken
ve zifafta [zifaf öncesinde] def çalmak müstehaptır."
İkinci görüş
[Düğün ve sünnet
dışında] def çalmak caiz değildir. Bunun delili yukarıda geçen Hz. Ömer ile
ilgili rivayettir.
Bulkini bir alimin veya
devlet başkanının gelmesi gibi önemli bir olay sebebiyle def çalmayı, görüş
ayrılığının bulunduğu konulardan istisna etmiştir.
33. Oef çalmak, defin
zilleri olsa bile caizdir; çünkü konu ile ilgili rivayet mutlaktır.
Rivayette geçen defin,
zili olmayan def olduğunu iddia eden kimsenin bunu ispat etmesi gerekir.
Not: Nevevi, metinde geçen [ve zil anlamına gelen]
.... "celacil" kelimesiyle neyi kastetliğini belirtmemiştir. İbn
Ebi'd-Oem bununla kastedilenin defin içine konulan halka şeklindeki ziller ve
tunçtan yapılıp defin yuvarlağının içindeki yarıklara konulan daireler olduğunu
söylemiştir.
Alimlerin çOğunluğunun
mutlak ifadesinin gerektirdiği üzere def çalmanın caiz olması açısından
erkeklerle kadınlar arasında fark yoktur. Halımı ise bunu yalnızca kadınlara
özgü kabul etmiştir.
34. Oarbuka çalmak
haramdır. Oarbuka iki tarafı geniş, ortası dar uzunca bir davuldur. Bunun
haramlığının delili Ebu Davud ve İbn Hibban'ın rivayet ettiği şu hadistir:
> Şüphesiz ki Allah
şarabı, kuman ve darbukayı haram kılmıştır.(Ebu Davud, Eşribe, 3696; İbn
Hibban, Eşribe, 5365)
Bunun aklı gerekçesi de
şudur: Oarbuka çalmak, bunu çalmayı adet edinen kimselere özenmek anlamına
gelir. Bunu çalmayı adet edinenler genellikle kadınsı tavırları olan
erkeklerdir.
Çalgılar konusunda
geçtiği üzere bunu dinlemek de haramdır.
Not: Nevevi'nin ifadesi, ez-Zehair adlı eserin
yazarının da belirttiği üzere bunun dışındaki vurmalı çalgıların herhangi bir
ayrıma tabi tutmaksızın mübah olmasını gerektirmektedir.
Ezrai şöyle demiştir:
Ancak alimlerimizin kastı, birden fazla alimin açık ifadelerinde de görüleceği
üzere eğlence için kullanılan vurmalı çalgıların dışındaki çalgılardır. Eğlence
için olan vurmalı çalgıların haram olduğunu kesin olarak aktaranlar arasında
İmranı, İbn Ebı AsrO.n ve başkaları bulunmaktadır.
İsnevi, el-Mühimmat adlı
eserinde şöyle demiştir: Darbukayı davul diye anlatmak sözlüklerdeki meşhur
kullanıma aykırıdır. Hattabı bunun davul olduğunu söyleyenler yanıimıştır, aksine
bu tavladır, demiştir.
Ancak el-Muhkem adlı
eserde davul ve tavla şeklinde iki kelimeyi aynı hükümde eşitlemiştir. Şu halde
bunun davul olduğunu söyleyenleri hatalı görmek uygun değildir.
35. Raksetmek haram
değildir; çünkü bu düz bir şekilde veya eğilerek hareket etmekten ibarettir.
Furani ve başkalarının belirttiğine göre bu mekruh da olmayıp mubahtır. Bunun
delili şu hadistir:
Allah Resulü, mescitte
oynayan ve rakseden Habeşlileri seyretmek isteyen Hz. Aişe'nin önünde durarak
ona örtü olmuş, o da bunları izlemiştir. (Buhari, salat, 455; Müslim,
Salatü'l-iydeyn, 2061)
Hz. Aişe o esnada
küçüktü veya henüz [Hz. Peygamber (s.a.v.)'in eşlerinin perde gerisinden
konuşmasını emreden] hicab ayeti gelmemişti. Yahut da Hz. Aişe onların
bedenlerine değil oyunlarına bakıyordu.
[Zayıf] bir görüşe göre
raksetmek mekruhtur. Kaffal bu görüşü esas almıştır.
Gazalı, İhya'da şöyle
demiştir:
Bu konuda şöyle bir
ayrım yapılabilir: Hal ehlinin vecd içinde yaptıkları raks, mekruhluk söz
konusu olmaksızın caizdir. Başkalarının raksetmesi ise mekruhtur.
Bulkini "hal
ehlinin" istisna edilmesine gerek olmadığını söylemiştir. Çünkü onların
raksetmesi kendi istekleri ile olmadığından bu raksetme mübah olup olmamakla
nitelenemez.
Onlar gerçekten bu
sıfatla niteleniyorIarsa Bulkım'nin bu söylediği doğrudur. Ancak bunu
yapanların çoğunun bu nitelikle vasıflanmadığını görüyoruz. Bu sebeple İzzeddin
bin Abdüsselam şöyle demiştir: "Raksetmek ancak aklı eski olanın yapacağı
bir şeydir. Bu, ancak kadınlara yakışmaktadır."
36. Nevevi daha sonra
raksetmenin mübahlığı hükmünden şu durumu istisna etmiştir: Ancak raksetmede
kadınlara benzeyen erkeklerin kırıtması gibi kırıtma olursa o zaman hem
erkeklere hem de kadınlara haram olur. Bunu Rafii, eş-Şerhu'l-kebir'de
HalımI'den aktarıp onaylamıştır.
"Muhannes",
hal ve hareketlerinde, duruşunda kadınların tarz ve davranışlarına benzemeye
çalışan erkeklere verilen isimdir.Şayet bu benzerlik doğuştan ise günah söz
konusu olmaz.
Sıkça görülen
davranışlardan biri Nil nehrinin yakınlarındaki bölgelerde bir erkeği kadın
gibi süsleyip ona deniz gelini adını vermeleridir. Bu, lanetlik bir
davranıştır. Çünkü Resulullah (s.a.v.) kadınlara benzemeye çalışan erkekleri
lanetlemiştir. (Müsned, 1, 339)
Gerek devlet başkanının
gerekse bunu gidermeye gücü yeten herkesin bunu önlemesi farzdır.
37. İlk olarak şiir
söylemek [yazmak] mübah olduğu gibi [yazılmış bir] şiirli] okumak ve dinlemek
de mubahtır. Çünkü Allah Resulü'nün kendisine kulak verdiği pek çok şairi
vardı.
Hassan bin Sabit ve Abdullah
bin Revaha bunlardandi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kab bin Züheyr'in öldürülmesini
emretmişti. Kendisi Medine'de iken gizlice buraya geldi. Bir sabah namazı
vaktinde ayağa kalkıp peygamberimizi methetmek üzere "banet Suad"
diye başlayan kasidesini [kaside-i bürde] okudu. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun bu
davranışından hoşnut oldu ve kendisine bürdesini [hırkasını] verdi. Muaviye bu
hırkayı daha sonra ondan ı o bin dirheme satın almıştır. (Beyhaki,
Delailü'n-nübüvve, 5, 207-211)
Demırı şöyle demiştir: Bu
hırka, günümüze kadar halifelerde bulunan hırkadır.
Asma'ı şöyle demiştir:
Hüzelilerin Muhammed bin İdris ile ilgili şiirlerini dinledim.
İmam Şafii ve başkaları
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini nakletmiştir:
> Şiir bir sözdür.
Onun güzeli güzel, çirkini çirkindir.(Beyhaki, Hac, 5, 68; Müsnedü'ş-Şafii, 366
no'lu hadis)
38. Nevevi daha sonra
şiir söyleme ve okumanın mübah olmadığı bazı durumları istisna etmiştir.
Bunlardan birisi hicivdir. Kişi hicvederken doğruyu söylese bile bu şiir mübah
değildir; çünkü başkasını rahatsız etmektedir. İmam Şafii, Müslim'de yer alan
şu hadisi bu şekilde yorumlamıştır:
> Sizden birinizin
karnını kusmukla doldurması şiirle doldurmasından daha iyidir. (Müslim, Şiir,
5853)
Not: Hicvin haram olması Müslümanlara yönelik
olduğunda olur. Şayet dokunulmazlığı bulunmayan bir kafire karşı olursa Ruyani
ve başkalarının belirttiği üzere caiz olur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.),
Hassan bin Sabit'e, kafirleri hicvetmelerini emretmiştir.(Buhari, Edeb, 6153;
Müslim, Fedailü's-sahabe, 6337)
Hatta Şeyh Ebu Hamid
bunun mendup olduğunu söylemiştir. Gazali'nin İhya'da belirttiğine göre
bid'atçıyı hicvetmek de böyledir. İmranl'nin belirttiğine ve İsnevl'nin de
mümkün mümkün kabul ettiğine göre fıskını ilan eden kişi de böyledir.
Alimlerin ifadesinin
zahirinden, dokunulmazlığı bulunan muayyen kafir dışındaki kafirlerin
hicvedilmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre bu durum, ona lanet
etmenin caiz olmaması hükmünden farklıdır; çünkü lanet etmek hayırdan
uzaklaştırmak anlamına gelir. Oysa ona lanet edilen kişinin hayırdan uzak
olduğu kesin değildir; zira kişinin ömrü hayırla bitebilir. Hiciv ise böyle
değildir.
39. Fuhşiyattan olan
şiir söylemek / okumak caiz değildir. Bu, şairin bir kimseyi övmede aşırıya
gitmesi şeklinde olup bunun mübalağaya yorulması mümkün görülmediğinde olur.
Tirmiz! ve İbn Mace,
Enes aracılığıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözünü rivayet etmişlerdir:
> Fuhş [haddi aşma]
her neyin içinde bulunursa onu çirkinleştirir. Haya her nerede bulunursa onu
süsler.(Tirmizi, 1974; İbn Mace, 4185)
İzzeddin bin Abdüsselam,
Kavaid adlı eserinde şöyle demiştir: "Nerede bir dalkavuk görsen [bil ki]
yalancıdır. Nerede bir hicivci görsen [bil ki] ağzı bozuktur."
40. Bir kimsenin karısı
ve cariyesi dışında muayyen bir kadının fiziksel özellikleri anlatan bir şiir
söylemesi caiz değildir. Bu, bir kadının uzunluk-kısalık, zayıflık vb.
özelliklerini zikretmek olup haramdır. Bunu yapan kişinin şahitliği reddedilir;
çünkü bunda diline kötü şeyleri almak vardır.
41. Nevevi
"muayyen" ifadesini zikrederek belirsiz bir kadından söz etmeyi
dışarıda bırakmıştır. Bunu yapan kişinin şahitliği reddedilmez. Bunu, İmam
Şafii, el-Ümm'de açık olarak ifade etmiştir. Bunu Beyhak!, Sünen adlı eserinde
söyledikten sonra Kab bin Züheyr'in şiirini ve bunu Allah Resulü'nün huzurunda
okumasını dile getirmiştir. (Beyhaki, Şehadat, 10, 243)
Ayrıca fiziksel
özelliklerden söz etmek şairin sanatıdır. Şairin amacı güzel söz söylemek olup
belirli bir kimseye özgü söz söylemek değildir.
42. Kişinin kendi karısı
veya cariyesi gibi helali olan kimse lerin fiziksel özelliğini anlatan şiir
söylemesi ise Rafil'nin kendi görüşü olarak belirttiğinin aksine İmam Şafii'nin
el-Ümm'de açık olarak ifade ettiği üzere haram değildir. Nevevi'nin mutlak ifadesinden
de bu anlaşılmaktadır. el-Bahr adlı eserde bu durumda şahitliğin
reddedilmeyeceği görüşü alimlerin çoğunluğundan aktarılmıştır. Bunun şartı bunu
çokça yapmamasıdır, aksi takdirde şahitliği reddedilir. Bunu Cürcanı
söylemiştir.
43. Kişi, karısı veya
cariyesine ait fiziksel özelliklerden gizlemesi gerekenleri şiir yoluyla ifşa
etse, şahsiyet sahibi bir kimse olma vasfım yitirmiş olacağından şahitliği
reddedilir.
Yine karısının veya
cariyesinin gizli organlarından söz etmesi de böyledir. Bu konuda itiraz söz
konusu olmuş olsa da İbnü'l-Mukrı, şerh ettiği metne tabi olarak bu görüşü
seçmiştir.
44. Kişi, şiirinde genç
bir erkekten söz ederek ona aşık olduğunu belirtirse, onun kim olduğundan söz
etmese bile fasık olur. et-Tehzib ve başka eserlerde ise tıpkı kadında olduğu
gibi belirli bir kimseden söz etmek dikkate alınmıştır. Bu, dtaha uygun bir
görüştür.
Leyla vb. bilinmeyen bir
kadından söz etmek onu belirlemek anlamına gelmez.
1.3. Şahsiyet Sahibi
Olma Şartının Açıklaması
Şahsiyet sahibi olma,
kendi zaman ve mekanında kendisi konumunda bulunan kimselerin ahlakıyla
ahlaklanmadır.
Çarşı-pazarda yemek
yemek, başı açık dolaşmak, insanların huzurunda karısını ve cariyesini öpmek,
çokça fıkra anlatmak, fakih bir kimsenin mutad olmayan bir yerde cübbe ve takke
giymesi, satranç oynama ve şarkı söyleyip dinlemeye düşkünlük, sürekli raks
etmek kişinin şahsiyet sahibi olma özelliğini ortadan kaldırır.
Bu konuda durum
şahıslara, durumlara ve mekanlara göre değişir.
Hacamatçılık, süpürme
işi [temizlikçilik], deri tabaklama işi gibi işleri buna layık olmayan kişinin
yapması onun şahsiyetini sedeler. Şayet bunu yamaya alışık ise ve bu onun
babasının mesleği ise daha doğru görüşe göre şahsiyetini zedelemez.
45. Kişinin şahsiyet
sahibi olması konusunda yapılan en güzel açıklama kişinin kendi döneminde
yaşayan insanlar içinden kendi zaman ve bölgeSinde olup da dinin ölçü ve
adabına uyanların ahlakı ile ahlaklanmasıdır. Çünkü öde bağlı şeyleri bir
ölçüye bağlamak nariden mümkün olur. Aksine bunlar şahıslara, zamanlara ve
şehirlere göre değişir. Adalet [güvenilirlik] vasfı böyle olmayıp o kişilere
göre değişmez; çünkü fasıklık konusunda şerefli ile düşük kimse eşittir. Oysa
şahsiyet böyle olmayıp değişkenlik gösterir.
Bir görüşe göre şahsiyet
sahibi olmak, dalga geçilip gülünecek şeylerden uzak durmaktır.
Bir başka görüşe göre
kişinin kendisini pisliklerden uzak tutması ve insanlar nezdinde bundan dolayı
kötü görülmemesidir.
Bu konuda başka şeyler
de söylenmiştir. Bulkini, Nevevi'nin ifadesine itiraz ederek şöyle demiştir:
Kişinin emsalinin
benimsediği ahlak, kalenderiyye denilen kimsede olduğu gibi haya ahlakı olmakla
birlikte bu kimselerde şahsiyet bulunmayabilir.
Ben "dinin ölçü ve
adabına uyanlar" ifademle bunun reddine işaret ettim.
46. [Şu davranışlar,
insanın kişilik / karakter sahibi olmasıyla çelişen davranışlardır. Dolayısıyla
onun şahitliğinin kabul edilmesini engeller]:
> çarşı-pazarda bir
şey yemek: Bu, Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de Kadı Hüseyin ve başkalarına tabi
olarak belirttiği üzere pazarcı olmayan kimselerle ilgilidir. [Pazarcıların ise
orada yiyip içmeleri, şahsiyetli kimselerin fiillerine aykırı değildir.]. Yine
bu, açlık ve susuzluğu ilerri boyuta varmayan kimseler içindir. Bulkini çarşıda
yemek ifadesinden bir dükkanda başkasına gizli olacak şekilde yiyip içmeyi
dışarıda bırakmıştır. İbn Şühbe ise bunu itiraza açık görmüştür.
> Çarşıda başı açık
gezmesi uygun olmayan bir kimsenin başı veya bedeninin avret olmayan kısmı açık
olarak dolaşması: Bu, hac veya umre için ihrama girmemiş olan kimse içindir.
Avret yeri açık dolaşmak ise zaten haramdır.
> İnsanların
huzurunda karısını veya cariyesini öpmesi veya elini, kendisinden [cinsel
yönden istifade ettiği] göğüs vb. yerlerine koyması: Burada bir kişi olsa bile
cins kastedilmiştir. Nevevi "yabancı bir kişinin huzurunda" demiş
olsa daha iyi olurdu.
Bulkini şöyle demiştir:
"Burada insanlar ile kastedilen kendisinden bu konuda utanacağı inanlar ve
orta yerde yapılmasından utanılan öpmedir. Buna göre kişi karısını cariyelerinin
yanında öpse veya başka karılarının yanında öpse bu, şahsiyetli davranışı terk
etme olarak görülmez."
Başı öpme vb.
davranışlar şahsiyeti zedelemez.
Ravdatü't-talibin'de
öpme yanında, karısı ve cariyesi ile başbaşa iken yaşadıklarından anlatılmasından
haya edilenleri anlatması da zikredilmiştir. Nevevi nikah bölümünde bunun
mekruh olduğunu açıkça belirtmiş, Müslim şerhinde ise haram olduğunu
söylemiştir.
İbn Ömer'in, ganimetten
kendi payına düşen cariyeyi insanların huzurunda öpmesi meselesine gelince;
Zerkeşi şöyle demiştir: "Bu cariyeden cinselolarak yararlanma amacıyla
öpme değil onu güzel gördüğü için yaptığı öpmedir. Veya bunun caiz olduğunu
beyan etmek için yapmıştır. Yahut orada kendisini gören kimsenin olmadığını
zannetmiştir. Yahut da İmam Şafii'nin ifadesinden anlaşılacağı üzere bu fiili
bir kere yapmak kişilik sahibi olmaya zarar vermez."
> İnsanların
huzurunda bir zaruret bulunmaksızın ayaklarını uzatmak da onların huzurunda
cariyesini öpmek gibi şahsiyetle bağdaşmayan bir harekettir.
Ezrai şöyle demiştir:
"Bunun, yanında kendisine saygı duyulan bir kimse bulunması halinde böyle
kabul edilmesi gerekir. Kişinin yanında kardeşleri veya öğrencileri gibi
kimseler varsa, bu şekilde ayaklarını uzatması onun şahsiyetli davranışı terk etmesi
değildir.
> Artık kendisinin
adeti olacak şekilde insanları güldürecek fıkraları çokça anlatmak:
"Çokça" ifadesi bu şekilde olmayan kimseyi dışarıda bıraktığı gibi
bazı sahabeler hakkında söz konusu olduğu gibi bunu tabi olarak yapan, yapmacık
olarak yapmayan kişileri de dışarıda bırakmaktadır. Sahih hadiste şu şekilde
belirtilmiştir:
"Birlikte oturduğu
arkadaşlarını güldürmek için bir söz söyleyen kimsenin söylediği bu söz onu
cehennemde yetmiş yıllık mesafeye düşürebilir.(Buhari, Rikak, 6478)
Not: Nevevi'nin fıkra anlatmayı "çokça"
şeklinde kayıt altına alması, kişilikle bağdaşmayan diğer hareketleri çokça
yapmasının gerekli olmadığını, bir defa yapma halinde de kişilik sahibi olma
özelliğinin ortadan kalkacağını ifade etmektedir.
İbnü'n-Nakib bunun
itiraza açık olduğunu söylemiştir.
Bulkini ise "bu
konuda itimad edilmesi gereken şudur: Bu fiilin onun şahsiyetini zedelemesi
için fiilin, kişinin o meseleyi önemsemediğini gösterecek kadar tekrar edilmesi
gerekir. Nitekim İmam Şafii şöyle demiştir: Kişide çoğunlukla görülen durum
itaat ve şahsiyet sahibi olma ise onun şahitliği kabul edilir."
Beyhaki,
Ma'rifetü's-sünen adlı eserinde İbn Süreye'ten şunu nakletmiştir: "Adalet
sahibi kişi, geneli itibarıyla şahsiyet sahibi olma özelliğini bırakmayan
kişidir."
Beyhaki "bu, İmam
Şafii'nin söylediğinin özetle ifadesidir."
Bu, "çokça
yapma" kaydının diğer bütün fiiller için de geçerli olduğunu
göstermektedir.
> Bir fakihin cübbe
ve takke giymesi mutad olmayan bir yerde bunları giymek şahsiyete aykırıdır.
Nevevi Ravdatü't-talibin'de fakihin bunları giymesini "sokakta böyle
dolaşması " ifadesiyle kayıtlamıştır. Bundan anlaşıldığına göre bu
elbiseleri evde giymek şahsiyete aykırı değildir.
> Haram bir şeyle
birleştirilmiş olmasa bile görevlerini aksatacak şekilde satranç oyununa aşırı
düşkünlük de şahsiyeti zedeler. Düşkünlüğün olup olmadığını tespit için
örf-adete bakılır. Az miktarda satranç oynamak kapalı bir yerde olursa kişiliği
zedelemez. Ancak umuma açık yollarda bunu yapmak böylede olmayıp kişiliği
zedeler.
> Güvercinlerle
oynamaya düşkünlük de satranca düşkünlük gibidir. [Aşırı olursa kişiliği
zedeler]
> Şarkı söyleme ve
dinlemeye aşırı düşkünlük de -haram olmayı gerektiren bir şey bitişmiş olsun ya
da olmasın- şahsiyeti zedeler.
> Kişinin görevlerini
aksatacak derecede şiir söylemeye ve şiirden delil getirmeye düşkünlüğü de
yukarıda zikredilen şeylere düşkünlük gibidir.
> Yine insanlara
şarkı söylemesi için cariye veya köle edinmek, şiirden para kazanmak kişiliği
zedeler.
> Rafii kendi görüşü
olarak şunu söylemiştir: Şarkı söylemek, ona layık olan kişiyi küçük düşürmezse
onun açısından şahsiyeti zedeleyici bir durum olmaz.
> Devamlı surette
raks etmek [raks etmeye düşkünlük] de şahsiyeti zedeler.
Yukarıda sayılan
durumların tümü, işaret edildiği üzere insanın şahsiyetini ortadan kaldırır.
47. Şahsiyeti ortadan
kaldıran şey şahıslara, durumlara ve mekanlara göre değişiklik gösterir; çünkü
bu konuda esas alınan şey örftür. Bir fiil bir şahıs tarafından / bir durumda /
bir bölgede yapıldığında kötü / çirkin görüldüğü halde başka bir şahıs
tarafından / başka bir durumda / başka bir bölgede yapıldığında böyle
görülmeyebilir. Mesela cimrilik göstererek değil de her türlü tekellüfü /
yapmacıklığı terk eden selefe uymak amacıyla kişinin evine su veya yiyecek
taşıması, bunu yapması uygun olmayan kişi tarafından yapıldığında şahsiyeti
zedeler ama bunu yapması uygun olan kişi tarafından selefe uyarak yapıldığında
şahsiyeti zedelemez. Yeme-içme ve giyinme konusunda azla yetinme de böyledir.
Not: Bir şeyin çokluğunu belirlemede örf-adet
dikkate alınır. Alimlerin, yukarıda geçen hususları çoklukla kayıtlamalarından
anlaşıldığına göre bunların dışındakilerde çokluk şartı aranmaz. Ancak İmam
Şafii, Iraklılar ve başkalarının ifadelerinin zahirinden bu kaydın bütün
durumlarda var olduğu anlaşılmaktadır. Zerkeşi bunu zikrettikten sonra şöyle
demiştir: "Bir defa yapılması halinde kişiliği zedeleyen şey ile böyle
olmayanı birbirinden ayırt etmek gerekir. Pazarcı olmayan birinin pazarda bir
defa yemek yemesi pazarda başı açık gezmesi gibi değildir."
48. Hacamatçılık,
çöpçülük, deri tabaklama, hamam işletmek, bekçilik, kasaplık, ayakkabıcılık,
hurma ağaçlarının bakımını yapmak gibi yapılması mübah olmakla birlikte düşük
görülen meslekleri bu mesleklere layık olmayan kimselerin yapması onların
kişiliklerini ortadan kaldırır; çünkü bu, kendisinin şahsiyetinin düşüklüğünü
göterir.
Not: Metinde geçen (-deniete-) kelimesi
"denaet" anlamına gelmiş olup "düşük" manasındadır.
Şayet hemzesiz yazılırsa
"yakınlık" anlamından türetilmiş olur.
49. Şayet necasete
bulaşan kimse bu mesleği adet edinmiş olmakla birlikte namazı temiz elbiseler
içinde vakitlerini muhafaza ederek kılmaya özen gösteriyorsa ve bu meslek de
kendisinin baba mesleği ise [bu durum onun şahsiyetini ortadan kaldırır mı? Bu
konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bu durum onun şahsiyetini ortadan kaldırmaz; çünkü kişi bunu yaptığı için diğer
insanlar tarafından ayıplanmaz. Bu, insanların ihtiyaç duyması sebebiyle farz-ı
kifaye olan mübah mesleklerdendir. Şayet bu sebeple kişinin şahitliği geri
çevrilecek olsa o zaman insanlar bu meslekleri bırakır ve insanların işleri
geri kalır.
İkinci görüş
Bu mesleği yapmak
kişinin şahsiyetini ortadan kaldırır, çünkü ortada başka kazanç yolları seçme
imkanı olduğu halde kişinin bu mesleği seçmesi onun kişiliğinin düşüklüğüne
işarettir.
Not: NevevI'nin zikrettiği bu ["babasının
mesleği" olması] kaydı Rafii, Gazalfden aktarıp güzel bulmuştur. NevevI,
Ravdatü't-talibin'de "alimlerin çoğunluğu bu kayda yer vermemiştir. Burada
bakılması gereken şey bunun babalarının mesleği olup olmadığı değil o kişiye
layık olup olmadığıdır." NevevI burada ise el-Muharrer'e uymuş ve itiraz
etmemiştir. İtimad edilmesi gereken, bu kaydın olmamasıdır.
Meslek hakkında hem
farz-ı kifaye deyip hem de bunların düşük meslek olarak görülmesine itiraz
edilmiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: "Bu hüküm, başkasının bu mesleği
seçmesi yeterli geldiği halde kendisi için bu mesleği seçen kimseye
yorulur."
Müneccimlik, falcılık,
kahinlik, ressamlık gibi meslek sahiplerine gelince; onları nşahitlikleri kabul
edilmez. Saymerı şöyle demiştir: "Çünkü onların şiarı, halkın kafasını
karıştırmaktır. Sanatkarlar içinden çokça yalan söyleyen ve sözünde durmayan
kimselerin şahitliği reddedilir."
Zerkeşi şöyle demiştir:
"İki kişinin birlikte iş yapmak üzere şirket kurması batılolduğu halde
zamanımızda şahitlik yaparak para kazanmak normal karşılanır olmuştur. Oysa bu,
adaleti zedeleyen bir durumdur. Özellikle de şahitliği yüklenmek için ücret
almayı yasak saydığımız durumda. Yahut da ücreti alıp şahitliği yazmadığında.
Çünkü ortakların gönlü bunu hoşnutlukla kabul etmez."
Sonrakilerden biri şöyle
demiştir: Bu konuda en salim yolortak bir kağıt alarak yazması ve aldığı
ücreti, kağıdın satım bedelinden her birine düşen miktara göre bölmesidir.
Çünkü şirkette, yapılan işte eşit olma şartı yoktur. Kur'an okutan ve vaaz
yapan kimselerin durumu da böyledir.
Bazı ayrıntılar
Revatib sünnetleri ve
namazın müstehaplarını sürekli bir şekilde terk etmek, bunu yapan kişinin dini
hafife alması ve önemli işleri önemsemediğini göstermesi açısından o kişinin
şahitliğinin kabul edilmesini engelleyen bir kusurdur. Ezral'nin belirttiğine göre
bu, hazır olan kişi ile ilgilidir. Kaptan, kiralık hayvan sahibi ve bazı
tüccarlar gibi sürekli seyahat halinde olan kimseler açısından ise bu durum
şahitliği zedelemez.
Kişinin nebizi helal
sayanlarla ve sefihlerle sürekli bir arada bulunması da şahitliğini zedeler.
Yine onlarla birlikte bunu çokça içmesi de böyledir; çünkü bu, kişiliği
zedeleyen bir durumdur.
Bir kimse mübah bir
yoldan kendisine yetecek kazancı elde edemiyorsa ihtiyacını karşılamak için
kapı kapı dolaşıp dilenmek durumunda kalsa bile dilenmek onun şahitliğini
zedelemez. Çünkü bu durumda dilenmesi helal olur. Ancak ihtiyacı olduğuna dair
çokça yalan söylüyorsa veya alması helal olmayan şeyi alıyorsa bu durum onun
şahitliğini zedeler. İkinci defada alınan şey az ise o zaman -benzer meselede
geçtiği üzere- bu işi tekrarlaması dikkate alınır.
1.4. Töhmetin Olmaması
Şartı
Nevevt, şahidin şartları
arasında onun hakkında şahitliğinin reddedilmesini gerektirecek bir töhmetin
söz konusu olmaması şartını daha önce zikretmişti. Burada bu şartı aşağıdaki
sözleriyle açıklamıştır.
Töhmet, kişinin yaptığı
şahitlikle kendisine bir yarar sağlaması veya bir zararı def etmesidir. Buna
göre kişinin kölesi, mükatebi, ölmüş olan veya üzerinde iflas sebebiyle
kısıtlama bulunan borçlusu lehine şahitliği kabul edilmez.
Kişinin vekil olduğu
konuda, kefil olduğu şahsın borçtan beri olduğuna ilişkin ve murisinin
yaralanmasına ilişkin şahitliği kabul edilmez.
Kişi ölüm hastalığında
olan veya yaralı olup henüz iyileşmeyen murisi lehinemail konuda şahitlikte
bulunsa daha doğru görüşe göre şaihtliği kabul edilir.
Adam öldürme konusundaki
şahitlerin fasık olduğuna dair [katilin] akılesinin şahitliği reddedilir.
Yine iflas etmiş olan
kişidten alacaklı olan şaphısların, o şahsın başka bir borcu bulunduğuna
şahitlik eden kimselerin fasıklığına ilişkin şahitlikleri reddedilir.
İki kişi, iki şahsın
vasiyetten alacaklı olduğuna dair şahitlik etseler, bu iki kişi de o şahitlerin
aynı terikeden vasiyet yoluyla alacaklı olduklarına şahitlik etseler daha doğru
görüşe göre her iki şahitlik de kabul edilir.
Kişinin üst ve alt soy
hısımı lehine şahitliği kabul edilmez, bunların aleyhine şahitliği kabul
edilir. Yine iki kişinin babaları aleyhine ["babamız, anamız dışındaki
karısını boşamıştır" diyerek] babalarının analarının kumasını boşadığına
veya ona zina iftirasında bulunduğuna dair şahitliği daha güçlü görüşe göre
kabul edilmez.
Kişi alt soy hısımı ile
birlikte yabancı bir şahıs lehine şahitlikte bulunsa daha güçlü görüşe göre bu
şahitlik yabancı şahıs açısından kabul edilir.
Ben [Nevevi] derim ki:
Karı-kocanın, erkek kardeşleri ve arkadaşların birbiri lehine şahitliği kabul
edilir. Allah en doğrusunu bilir.
Düşmanın şahitliği kabul
edilmez. Düşman, kişiye kin duyan ve elindeki nimetin gitmesini isteyen, onun
mutlu olması ile üzülen, başına musibet geldiğinde sevinen kişidir. Kişinin
düşmanı lehine şahitliği kabul edilir.
Kafir ve bid'atçı kimse
aleyhine olan şahitlikte olduğu gibi dinden kaynaklanan düşmanlıkta onun
aleyhine şahitlik kabul edilir.
Töhmet, kişinin yaptığı
şahitlikle kendisine bir yarar sağlaması veya bir zararı def etmesidir. Bu
açıklama şu itirazı def etmektedir: "Nevevt'nin sözünde geçen zamir şahide
dönmektedir. O zaman sözün açılımı: Şahidin şahide yarar sağlaması şeklinde
olmaktadır. Bu ifadede bir uyumsuzluk vardır. Ayrıca yarar isme değil o ismin
verildiği kişiye yönelik olur. Bunun yerine Nevevi; kişinin kendisine bir yarar
sağlaması veya kendisinden bir zararı def etmesi dese daha iyi olurdu."
50. Nevevi daha sonraki
ifadelerinin kapsamında kişinin kendisine yarar sağladığı örnekleri ele
almıştır. Bunlardan birisi kişinin kendi kölesi lehine şahitlikte bulunmasıdır.
Bu köle el-Muharrer'de belirtildiği üzere ister tİcaret yapmasına izin verilmiş
köle olsun, isterse buradaki mutlak ifadede olduğu gibi tİcaret yapmasına izin
verilmemiş köle olsun fark etmez; çünkü kişinin kölesi lehine şahitlik ettiği
şey kendisine dönmektedir.
51. Kişinin mükatep
[sözleşmeli] kölesi lehine şahitliği de böyledir; çünkü kişinin, mükatep
kölesinin malı ile bir ilgisi bulunmaktadır. Zira mükatep köle, kitabet
bedelini ödeyemediğinde veya ödemeye devam etmek istemediğinde onun malı
yeniden efendisine dönecektir. Ancak mükatep kölesinin bir maldan hisse satın
aldığına şahitlik eder ve kendisinin de bu hissede şuf'a hakkı olursa bu
şahitlik kabul edilir. Buna Zerkeşi dikkat çekmiştir.
52. Kişinin kendisine
borcu olan ölmüş bir şahıs lehine şahitlik etmesi -velev ki bu borç onun bütün
terikesini kaplamamış olsunveya iflas sebebiyle kısıtlama altına alınmış olan
şahıs lehine şahitlik etmesi [töhmet sebebiyle] reddedilir. Çünkü kişi borçlu
şahıs lehine bir şey ispat ettiğinde kendisinin bu ispat edilen mal üzerinde
talepte bulunma hakkını da ispat etmiş olacaktır.
53. Maverdi şu durumu da
buna katmıştır: Bir kadının kocası onun nafakasını veremeyecek kadar fakir
olsa, kadın bu kocanın birisinde alacağı oldUğuna şahitlik etse bu şahitlik
reddedilir.
54. Kişinin, kendisine
borcu olmakla birlikte ödeme imkanı bulunan bir kimse lehine şahitliği kabul
edilir. Yine ödeme güçlüğü olan kişi lehine kısıtlama veya ölüm öncesinde
şahitlik etmesi de kabul edilir; çünkü hak onun zimmetine ilişmiştir. Kısıtlama
veya ölümden sonra ise böyle değildir; çünkü bu durumda, kısıtlama altına
alınan veya öln şahsın malının alacaklılara ait olduğuna hükmedilir.
55. "İflas
sebebiyle kısıtlama altına alınan" ifadesi sefihlik ve ölüm hastalığı
sebebiyle kısıtlama altına alınan kimseyi dışanda bırakmıştır. Ancak mürted bir
kimsede alacağı olan şahıs o mürtedin birinde malı bulunduğuna şahitlik etse bu
şahitlik kabul edilmez; çünkü mürtedin durumu müflisinkinden daha ötede olup
ölüye yakındır.
56. Kişinin veli, vasi
veya vekil olduğu konuda -velev ki bunun için bir ücret almıyor olsun-
şahitliği reddedilir; çünkü burada kişi [yaptığı bu şahitlikle] şahitlik ettiği
şey üzerinde kendisi lehine tasarruf yetkisi bulunduğunu ispat etmeye
çalışmaktadır.
Not: Yukarıdaki kimselere, emanet bırakılan
kişinin bırakan lehine, rehin alan kişinin rehin veren lehine şahitliği de
katılır; çünkü bu şahitlik, şahitlik eden kişinin mal üzerindeki zilyedliğinin
devamını sağlamaktadır.
Nevevi'nin ifadesinden
kişinin kendisini zilyetlikten azlettikten sonra şahitlik etmesi halinde
şahitliğinin kabulolacağı anlaşılmaktadır. Ancak bu, dava açılmadan önce
gerçekleştiğinde söz konusu olur. Şayet hasım olduktan sonra kendisini
zilyetlikten azledip şahitlik yaparsa bu şahitlik kabul edilmez.
Nevevi'nin ["vekil
olduğu konuda"] ifadesinden anlaşıldığına göre kişinin, müvekkili lehine
vekil olmadığı konudaki şahitliği kesinlikle kabul edilir. Ancak Maverdi bu
durumla ilgili olarak mezhep içinde iki görüş olduğunu belirtmiştir. Daha doğru
olanına göre bu şahitlik geçerlidir Nevevi, e[-Muharrer ve eş-Şerhu'l-kebir'de
olduğu gibi "vekil olduğu konuda" demiş olsaydı bu ifade şu hususu da
kapsaması bakımından daha iyi olurdu. Bir kimse bir konuda avukatlık yapmak
üzere veya o konuda akit yapmak, onu korumak vb. üzere vekil tayin edilse o
kişinin o konuda müvekkili lehine şahitliği kabul edilmez; çünkü her ne kadar
vekil kılındığı konuda şahitlik etmemiş olsa bile malını bu konuda tasarrufta
bulunmaktan elde ettiği için kendisi lehine yarar sağlamaktadır.
57. Kişinin, kendisine kefil
olduğu kişinin borcunu ödeme veya karşı tarafın ibrası ile borçtan kurtulduğuna
dair şahitliği kabul edilmez; çünkü bu şahitlikle kendisinin ödeme yapmasını
ortadan kaldırmaktadır.
Not: Kölesi, mükatep kölesi, ölmüş veya iflas
sebebiyle kısıtlama altına alınmış borçlusu tarafından kendisine kefil olunan
veya üst ve alt soy hısımları tarafından kendisine kefil olunan kişinin borcun
sona erdiği ne dair şahitliği de bu kapsamdadır. [Yani kabul edilmez.]
58. Şahitlik ettiği
esnada mirasçı konumunda bulunan bir kimsenin, murisinin yaralandığına ilişkin
şahitliği, el-Min hac metninin "kasame" bölümünde açıkça ifade
edildiği üzere yara kapanmadan önce yapılırsa reddedilir; çünkü muris bu
yaradan ölse, yara sebebiyle ödenecek erş [tazminat] şahidin olacaktır. Muris
bu kişinin aslı ve fer'i değildir.
59. Şayet kişi şahitlik
ettiği esnada -mesela hacb sebebiylelehine şahitlik ettiği kişinin mirasçısı
konumunda değilse bu şahitlik kabul eilir. Kişi şahitlik edip de hüküm
verildikten sonra aradaki mirasçılık engelinin kalkmasının hükme bir zararı
yoktur.
60. Bir kimse üst ve alt
soy hısımı olmayan ve ölüm hastalığına yakalanmış murisi lehine veya yaralı
durumda olup yarası iyileşmemiş olan murisi lehine şahitlik etse [onun
şahitliği kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
şahitliği kabul edilir.
İkinci görüş
Tıpkı yaralamaya
şahitlik etmede olduğu gibi bu şahitlik de kabul edilmez.
İlk görüş sahipleri
arada şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir: Yaralama ölüme sebeptir. Ölüm ise
ölen ahsın malını ondan alıp şahitlik eden kişiye nakletmektedir.
61. Yaranın
iyileşmesinden sonra şahitlik kesin olarak kabul edilir; çünkü töhmet söz
konusu değildir. Hüküm verilmeden önce muris ölse o zaman hüküm verilmez. Bunu
Maverdi söylemiştir.
62. Nevevi, yarar
sağlayan şahitlik konusunu bitirdikten sonra zararı def eden şahitlik konusunu
ele alarak şöyle demiştir: "Adam öldürme fiiline şahitlik edenlerin fasık
olduğuna dair katilin akılesinin yapacağı şahitlik reddedilir." Buradaki
akıle yanlışlıkla veya kasıt benzeri adam öldürme sebebiyle diyeti
üstlenenlerdir. Ancak buna dair ikrarın bulunduğuna şahitlik edenler veya
kasten adam öldürmeye dair şahitlik edenlerin şahitliği böyle değildir.
Şöyle bir soru
sorulabilir:
Bu mesele "öldürme
iddiası ve kasame" konularında geçmişti. Burada tekrar zikredilmesinin
anlamı nedir?
Buna şöyle cevap
verilir:
Nevevi orada iki açıdan
kayıtlanması gereken hükmü mutlak olarak zikretmiştir:
1. Murisin yaralandığına
ilişkin şahitliğin reddedilmesi. Bu, yaranın iyileşmesinden öncedir.
2. Akılenin
reddedilmesi. Bu da onların yüklendikleri diyet borcu ile ilgili konudadır.
Nevevi bu iki meseleyi burada doğru bir şekilde zikretmiştir.
Ayrıca Nevevi orada bu
meseleyi hüküm ifade etmek için burada ise örnek vermek için zikretmiştir.
Not: İki kişi murisleri lehine şahitlik ettikten
sonra henüz hüküm verilmeden önce muris ölse hüküm verilmez; çünkü onlar an
itibarıyla kendileri lehine şahitlik etmiş olmaktadırlar. Bunu, Maverdi
söylemiştir.
63. İflas edip kendisine
kısıtlama getirilmiş bir kimseden alacağı olan şahıslar, o şahısta ortaya çıkan
bir alacağa dair başka bir şahsın getirdiği şahitlerin fasık olduğuna dair
şahitlik etseler onların bu şahitliği reddedilir; çünkü onlar bu şahitlikle
alacağa başkalarının da ortak olması sebebiyle uğrayacakları zararı def
etmektedirler.
Not: Bulkın! bu durumdan şunu istisna etmiştir:
Şahitlik eden alacaklı şahsın alacağına karşılık elinde rehin bulunsa, iflas
eden kimsenin bundan başka malı olsun ya da olmasın şayet rehin olan malın
rehne karşılık gelen borcu ödemeye yeterli olacağı kesin ise o zaman bu
şahitlik kabul edilir; çünkü diğer alacaklıların bu şahısla rekabet etmeleri
söz konusu değildir. Bulkın! "genel kurallar bunu gerektirmektedir. Ben
buna temas eden birini görmedim" demiştir. Bu, gerekçeden anlaşılmaktadır.
Bir kimsenin, murisinin
ve onun lehine vasiyette bulunduğu şahsın öldüğüne dair şahitliği kabul
edilmez. Alacaklının öldüğüne dair borçlunun şahitliği kabul edilir.
64. İki kişi, başka iki
kişinin bir terikede vasiyet alacaklısı olduğuna şahitlik etseler, bu iki kişi
de o şahitler lehine aynı terikeden vasiyet alacaklısı olduğuna şahitlik
etseler bu iki şahitlik [kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
bu iki şahitlik kabul edilir; çünkü her birinin şahitliği diğerinden ayrı olup
bu şaihtlikle kendisine bir yarar sağlamamakta, bir zararı def etmemektedir.
İkinci görüş
Bu şahitlik kabul
edilmez; çünkü bunların aralarında anlaşmış olmaları ihtimali söz konusudur.
İlk görüş sahipleri,
"aslolan, aralarında anlaşmamış olmalarıdır" diyerek bu görüşü
reddetmiştir.
Not: [Bir kafilenin yolunu bir şahıs kesse, bu olay
daha sonra mahke-
meye intikal ettiğinde]
yol kesici aleyhine kafilede bulunanların (:;:;\ bir kısmı diğer bir kısım
lehine şahitlik ederken onlar da bunlar lehine onların şahitlik ettiği gibi
şahitlik etseler, şayet her biri "yol kesici, falan kişinin malını
aldı" diye şahitlik etmişse bu kabul edilir. Şayet kafiledekiler
"bizim mahmızı aldı" deseler bu kabul edilmez.
Bir mahn erkeklere
vakfedilmesi örneğinde olduğu gibi şayet erkek olsaydı mal üzerinde hak sahibi
olacağı bir konuda çift cinsiyetli şahsın malla ilgili şahitliği kabul edilmez.
65. Şahitliği engelleyen
hususlardan birisi de [lehine şahitlik edilen ile eden arasında] "onun bir
parçası olma" ilişkisinin bulunmasıdır. Buna göre kişinin kendi lehine
şahitliği nasıl kabul edilmezse aynı şekilde ne kadar yukarı çıkarsa çıksın üst
soyu lehine ve ne kadar aşağı inerse insin alt soyu lehine şaihtliği de kabul
edilmez. Çünkü lehine şahitlik edilen kişi ondan bir parçadır. Sahih hadiste
Resulullah (s.a.v.) "Fatıma bendendir" buyurmuştur. (Buhari,
Fedailü's-sahabe, 3714)
66. Kişinin, üst veya
alt soy hısımına ait mükatep köle veya ticarete izinli köle lehine şahitliği de
kabul edilmez.
Not: 1.
Nevevi'nin ifadesinden kişinin üst soyundan olan veya alt soyundan olan iki
kişiden biri lehine diğeri aleyhine şahitliğinin kabul edilmeyeceği
anlaşılmaktadır. Gazall'nin tek görüş olarak belirttiğine göre hüküm böyledir.
Kişinin babası ve oğlu arasında hüküm vermesinin yasak olması da bunu teyid
etmektedir. İzzeddin bin Abdüsselam ise şöyle diyerek buna itiraz etmiştir:
"Burada insanın iç dünyasında iki duygu [bir yakını lehine diğer yakını
aleyhine şahitlik etmek] birbiriyle çeliştiğinden şahidin doğru söylediği
ortaya çıkmıştır; çünkü töhmet zayıftır."
Babanın çocuğunu
tezkiyesi ve onun reşid olduğuna şahitlik etmesi kabul edilmez. Bu çocuk
kendisinin denetimi altında olsun ya da olmasın fark etmez. Babayı, kendi
bakımından olan bir kişinin reşid olduğunu ikrar etmesinden sorumlu tutsak bile
hüküm böyledir.
2. Üst soyun alt soy
lehine şahitlik etmesi ve aksinin kabul edilmemesi bu şahitlik zımnı
olmadığında böyledir. Şayet zımnı şahitlik söz konusu olursa bu şahitlik sahih
olur ve iki durumda ortaya çıkar:
a) Bir kimse aleyhine
bir çocuğun nesebi idida edildiğinde o kişi bunu inkar etse, babası yabancı bir
şahısla birlikte onun, o çocuğun kendisine ait olduğunu ikrar ettiğine dair
şahitlik etse Kadı Hüseyin'in fetvalarında belirtildiğine göre bu şahitlik
kabul edilir. Burada her ne kadar zımnen o çocuğun kendisinin torunu olduğuna
şahitlik etmek söz konusu olsa da nesep konusunda ihtiyat sebebiyle bu şahitlik
kabul edilmiştir.
b) Bir kimse Zeyd'in
elindeki köleyi Amr'dan satın aldığını, Amr'ın da daha önceden bu köleyi, onu
şu an elinde tutan Zeyd'den satın aldığını, teslim aldığını ve daha sonra
teslimini talep ettiğini idiad etse, Zeyd bütün bunları inkar ettiğinde onun
iki oğlu davacı lehine şahitlik etseler bu ikisinin şahitliği kabul edilir;
çünkü şahitlikten şu anda amaç, davacıdır. O ise kendilerine yabancıdır.
67. İster ceza
meselelerinde ister başka meselelerde olsun kişinin üst ve alt soy hısımları
aleyhine şahitliği kabul edilir; çünkü töhmet yoktur. Bundan şu durum istisna
edilir: Kişi ile üst veya alt soy hısımı arasında düşmanlık olsa, el-Envar'da
belirtildiğine göre onun hısımı lehine ve aleyhine şahitliği kabul edilmez.
68. Yine kişinin iki alt
soyunun [yani çocuklarının] babaları aleyhine annelerinin kumasını babalarının
boşamış olduğuna veya ona zina iftirasında bulunduğuna dair şahitliği İmam
ŞafiI'nin daha güçlü görüşüne göre kabul edilir; çünkü bu şahitlikle annelerine
yarar sağlamaya çalıştıkları hususundaki töhmet zayıftır. Zira babaları ne
zaman dilerse analarını boşayabilir ve onu nikahında tuttuğu halde başka bir
kadınla evlenebilir. Diğer görüşe göre ise bu şahitlik kabul edilmez; çünkü
onlar bu şahitlikle annelerine yarar sağlamaktadırlar.
Bu da babalarının sırf
annesi ile evli kalmasıdır.
Not: Nevevi'nin "babalarının aleyhine"
ifadesinden anlaşıldığına göre görüş ayrılığı, onların bu şahitliği
kendiliklerinden veya kumanın dava açmasından sonra yerine getirdiklerinde
olur. Şayet baba, geçmiş zamanın nafakasını düşürmek için karısını daha önceden
boşamış olduğunu iddia etse veya karısının kendisine mal ödeyerek boşama
talebinde bulunduğunu iddia etse burada iki oğlunun babalarının kuması aleyhine
şaihtliği kabul edilmez; çünkü bu, baba aleyhine değil onun lehine şahitlik
etmektir. Ancak baba hulu iddiasında bulunduğunda -daha önce ilgili bölümde
geçtiği üzere- ayrılık gerçekleşmiş olur.
69. Bir kimse alt veya
üst soy hısımı ile birlikte yabancı bir şahıs lehine bir hakka şahitlik etse,
mesela "şu köle babamın ve falan kişinindir" diyerek bir kölenin
babasıyla birlikte başka bir şahsa ait olduğuna şahitlik etse veya bunun aksi
söz konuus olsa [bu şahitliğin yabancı şahısla ilgili olan kısmı kabul edilir
mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Bir akdin bölünüp
bölünemeyeceği konusundaki iki görüşten [bölünebilir diyen] daha güçlü görüşe göre
yabancı lehine olan şahitlik kabul edilir.
İkinci görüş
Bu şahitlik bölünmez ve
dolayısıyla da kabul edilmez.
70. [Karı-kocanın
birbiri lehine şahitliği kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Nevevi-tıpkı RaHI'nin
eş-Şerhu'[-kebır'de belirttiği üzere- karıkocadan her birinin diğeri lehine
şahitliğinin kabul edileceğini belirtmiştir; çünkü aralarında var olan evlilik
akdi sonradan meydana gelmiş bir akit olup ortadan kalkması muhtemeldir. Şu
halde nasıl ki işçinin kendisini çalıştıran kişi lehine şahitliği kabul
ediliyorsa veya aksi söz konusu ise burada da şahitlik kabul edilir.
Not: Bazılan bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in,
Hz. Aişe'ye iftira atanlar aleyhine verdiği hükmü delil göstermişlerse de bunu
delil göstermek doğru değildir; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi lehine de
alt soyu lehine de hüküm verebilir.
İkinci görüş
Karı-kocanın birbiri
lehine şahitliği kabul edilmez; çünkü her biri diğerine hacbolunmayacak şekilde
mirasçı olduğundan eşin durumu babaya benzemektedir. Diğer üç imamın [Ebu
Hanife, İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel] görüşü de böyledir.
İlk görüş sahipleri şu
durumu istisna etmişlerdir. Kişi "falan kişi karıma zina iftirasında
bulundu" diye karısı şahitlik ettiğinde iki görüş içinden Bulkınl'nin
tercih ettiği görüşe göre bu şahitlik kabul edilmez.
71. Nevevi "birbiri
lehine" ifadesiyle eşlerden birinin diğeri aleyhine şahitlik etmesini
dışarıda bırakmıştır; çünkü bunda herhangi bir töhmet olmadığından bu şahitlik
kesin olakak kabul edilir. Ancak kocanın karısının zina ettiğine dair şahitliği
kabul edilmez; çünkü bu durumda o, kanının evliliklerine ihanet ettiğini iddia
etmiş olmaktadır.
72. Kişinin kardeşi
lehine şahitliği kabul edilir. Aynı şekilde [amca, hala, dayı, teyze vb.] diğer
yan soyları lehine şahitliği de kabul edilir. Bunlar birbirlerine gidip-gelen,
iyilik yapan kimseler bile olsalar hüküm böyledir. Yine kişinin arkadaşı lehine
şahitliği de kabul edilir.
Arkadaş, sana olan
sevgisinde sadık olan, yani seni ilgilendiren şeyonu da ilgilendiren kimsedir.
İbn Kasım "bu, çok
azdır" demiştir. Bunu kendi zamanı için söylemiştir. Zamanımızda ise
[azdan da öte] nadirdir.
Bu şahitliğin kabul
edilme sebebi töhmetin az olmasıdır; çünkü yan soylar ve arkadaşların birbiri
lehine şahitliğinde bunlar üst ve alt soylar gibi töhmet altında değildir.
Yukarıda
zikredilenlerden her birinin diğeri aleyhine şahitliği ise kesin olarak kabul
edilir.
73. Birbirine düşman olan
kişilerin birbiri aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v.) "birbirine kin duyan kimsenin, kardeşi aleyhine şahitliği kabul
edilmez" buyurmuştur. (Eba Davud, Akdiye, 3600)
Ayrıca bunda töhmet söz
konusudur.
Not: Burada düşmanlık ile kastedilen dünyevi ve
zahir düşmanlıktır; çünkü güzli olan düşmanlığı ancak her türlü gaybı bilen
Allah bilir.
Taberanı'nin Mu'ceminde
belirtildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ahir zamanda,
açıktan dost gibi görünen ama gizlide düşman olan kimseler olacaktır. "
Allah'ın nebisi Hz.
Eyyüb'e "başına gelen musibetlerin en şiddetlisi neydi?" diye
sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Düşmanların sevinmesiydi" .
Resulullah (s.a.v.)
bundan Allah'a slğınırdı.(Buhari, Deavdt, 6347) Yüce Allah'tan bizi bundan
korumasını niyaz ederiz.
74. Düşman, aleyhinde
şahitlik ettiği kişiye karşı kin ve nefret besleyen, öyle ki onun elindeki
nimetin gitmesini isteyen, onun mutluluğu ile üzülen, onun başına bir musibet
geldiğinde sevinen kişidir. Çünkü düşmanın bu anlama geldiği konusunda örf
şahittir.
Düşmanlık karşılıklı
olabileceği gibi tek taraflı da olabilir. Bu durumda sadece düşmanlık eden
kişinin karşı taraf aleyhindeki şahitliği reddedilir.
75. Şahitlik etmesi
istenen kimseye karşı kişi düşmanlık etse ve onunla olan tartışmasında mübahada
bulunsa, diğer şahıs buna karşılık vermese ve sonradan o kişi aleyhinde
şahitlik etse onun şahitliği reddedilmez. Aksi takdirde bu durum şahitliğin
reddedilmesi konusunda vasıta olarak kullanılır. Düşmanlık, fısk noktasına
varsa o zaman şahitlik kesinlikle reddedilir.
Not: Bu ölçüyü Rafiı, Gazall'nin sözlerinden
özetlemiştir.
Bulkini şöyle demiştir:
"Kin / nefret ifadesi el-Muharrer, Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de yoktur. Bunu alimlerimizden hiç kimse zikretmemiştir. Bunu
burada zikretmenin bir anlamı da yoktur; çünkü düşmanlık kinden farklıdır. Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: "Aramızda düşmanlık ve kin ortaya
çıkmıştır." [Mümtahine, 4] Aralarında şu fark vardır: Kin kalple olur, düşmanlık
ise fiille olur. Düşmanlık daha ağırdır. Bu durumda daha ağır olan, daha hafif
olanla açıklanmaz.
Zerkeşi şöyle demiştir:
Ölçü konusunda en uygun olan el-Matlab adlı eserde de işaret edildiği üzere
örfü hakem tayin etmektir. Halk arasında, lehine şahitlik edilen kişinin
düşmanı olarak görülen kimsenin onun aleyhine şahitliği reddedilir. Çünkü ne
dinde ne de dilde düşmanlığın başka bir ölçüsü yoktur.
Bir ayrıntı:
Kişinin kendi kavmini /
milletini sevbesi asabiyet [ırkçılık] olarak görülmez ve bu sebeple onlar
lehine şahitliği reddedilmez. Aksine asabiyet yani kişinin bir kimseye bir
kabileden olduğu için öfke duyması sırf bu sebeple şahitliğin reddedilmesini
gerektirmez.
Bir grup insan bir şahsın
kavmine düşmanlık hususunda icma etse ve bu kişi de o grupla birlikte onların
içinde yer alsa, bunun onlar aleyhine şahitliği reddedilir.
76. Kişinin düşmanı
lehine şahitliği -bu düşman onun üst veya alt soy hısımı değilse- kabul edilir;
çünkü burada töhmet söz konusu değildir. Fazilet, düşmanların bile lehinde
şahitlik etmesidir.
77. Düşmanın düşmanı
tezkiye etmesi de kabul edilir. Ancak İbnü'r-Rif'a'nın kendi görüşü olarak
belirttiğine göre kişinin kendisi aleyhine şahitlik ettiği kişiyi tezkiye
etmesi kabul edilmez.
78. "Düşman"
ifadesi, düşman olan şahsın üst ve alt soy hısımlarını dışarıda bırakmaktadır.
Kişinin onlar hakkındaki şahitliği kabul edilir; çünkü bunlar ile aleyhinde
şahitlik ettiği kimse arasında şahitliğe engel bir durum yoktur.
79. Yine kişinin bir
Müslümanın bir kafir aleyhine veya ehl-i sünnetten olan bir kimsenin bid'at
mezheplerinden olan biri aleyhine şahitlik etmesi durumunda olduğu gibi dinden
kaynaklanan bir düşmanlık durumunda kişinin düşmanı aleyhine şahitliği kabul
edilir; çünkü dini düşmanlık şahitliğin reddedilmesini gerektirmez.
Not: Bir alim bir topluluğa "falan kişiden
hadis dinlemeyin; çünkü o rivayetleri birbirine karıştınyor" veya
"falan kişiye fetva sormayın, o güzel fetva veremiyor" dese, bunu
diyen kişinin şahitliği reddedilmez; çünkü bu insanlara hayırhah olmaktır. İmam
Şafii bunu el-Ümm'de açık olarak belirttikten sonra şöyle demiştir: "Bu,
kendisine uyulmasından korkulan ve uyulduğunda hata edilecek olan kimse için
söylendiğinde düşmanlık ve gıybet olmuş olmaz."
80. Bid'atı sebebiyle
kendisini kafir kabul etmediğimiz bid'atçının şahitliği kabul edilir. Zerkeşi
"ve kendisini günahı sebebiyle fasık saymadığımız" demiştir. Nevevi
bid'atı sebebiyle kimin kafir sayımıh sayılmayacağından söz etmemiştir. İrtidat
ile ilgili konuda bunların birkısmı geçmişti.
İlk kısımda [yani
bid'atı sebebiyle kendisini kafir saymadığımız kimseler arasında] Allah'ın
sıfatlarını inkar eden, O'nun kulların fiillerini yaratmasını, kıyamet gününde
görülmesinin caizliğini inkar eden kimseler gerekmektedir. Bunların şahitliği
reddedilmez; çünkü bunlar kendileri nezdinde var olan bir takım delillerden
hareketle bu konuda doğruya ulaştıkları na inanmaktadırlar. Ebu Davud, sahih
senetle Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmiştir:
> Ümmetim yetmiş üç
fırkaya ayrılacaktır.(Ebu Davud, Sünnet, 4596)
Hz. Peygamber (s.a.v.)
bunların tümünü kendi ümmetinden kabul etmiştir.
İkinci kısımda [yani
bid'atı sebebiyle kendisini kafir saydığımız kimseler arasında] alemin sonradan
yaratıldığını, yeniden dirilmeyi, insanların mahşerde bedenen toplanmasını,
Allah'ın var olmayan şeyleri ve cüz'ileri [tikelleri] bilmesini inkar edenler
yer almaktadır.
[Bunları kafir kabul
ederiz;] çünkü bunlar, Resuluilah (s.a.v.)'ın Allah'tan getirdiği zorunlu
olarak bilinen şeyleri inkar etmişlerdir. Bunların şahitlikleri kabul edilmez.
81. İnsanları kendi
bid'atına davet eden [davetinin propagandasını yapan] kimseler ile Hattabı
fırkasına mensup olan kimsenin kendi fırkasından olan kimse lehine şahitliği
kabul edilmez. Bunlar Ebu'l-Hattab el-Esedı el-KOf!'nin fırkasına bağlıdır. Bu
kişi, Ebu Cafer es-Sadık'ın ilah olduğunu kabul ediyordu. Daha sonra da
kendisinin ilah olduğunu iddia etmiştir. Bunlar yalan söylemenin kafirlik
oldUğuna inanırlar ve kendi mezheplerinden olan bir kimsenin yalan
söylemeyeceğini kabul eder, onun söylediği her şeyi doğru kabul eder, sırf onun
haber vermesine binaen bu konuda şahitlik yaparlar. Bu, onların şahitlik
yaparken lehine şahitlik yapılan kimseye itimad ettikleri ihtimalini ortadan
kaldıran bir şey zikretmemeleri halinde söz konusu olur. Şayet" onun
lehine şunu ikrar edilirken işittik" veya "onun şu malı borç
verdiğini gördük" gibi bu ihtimali ortadan kaldıran bir şey zikrederlerse
o zaman şahitlikleri kabul edilir.
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesinden sahabeye sövmek
ile başkasına sövmek arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. Ravdatü
'ttalibın'de bu görüş tercihe şayan görülerek şöyle denilmiştir: "Hz.
Aişe'ye (r.a.) iftira atan kişinin durumu ise farklı olup o kafirdir; çünkü o,
Allah adına yalan söylemiştir.
Subki el-Halebiyyat
adll! eserinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e sven kimselerin kafir kabul edilmesi
konusunda alimlerimize ait iki görüş bulunduğundan söz etmiştir. Şayet bunu
yapanı kafir kabul etmezsek fasık olur ve şahitliği kabul edilmez. Diğer
sahabelere söven kişi fasık olup şahitliği reddedilir. Onun şahitliğinin kabul
edileceği söylenerek hata yapılamaz.
Böylece Subki,
Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de tercih ettiği görüşü yanlış saymıştır.
Ezrai "durum onun
gibidir" demiştir.
Bir grup alimden bu
ifade açık olarak nakledilmiştir. Maverdi de şöyle demiştir: "Sahabeye
söven, lanet ven veya onları tekfir eden kimse fasıktır, şahitliği reddedilir.
Rafii ve Nevevi'nin
mutlak ifadelerinden Hattabiye dışındaki bid'at fırkalarının şahitliğinin kabul
edileceği ve bu konuda mal ve canı helal sayanlarla saymayanlar arasında bir
farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Nevevi,
Ravdatü't-talibin'de bunu İmam Şafii'nin açık ifadesi olarak aktarmıştır.
Rafii ve Nevevi
"isyancılar" bölümünde muteber alimlerden isyancıların şahitliğinin
kabul edilmeyeceği ve -şayet bizim canlarımızı ve mallarımızı helal
sayıyorlarsa- onların hakimlerinin hükmünün geçerli olmayacağını söylemiştir.
Aradaki farkı orada açıklamıştık, bunun için oryaa müracaat edilebilir.
Not: İzzeddin bin
Abdüsselam şöyle demiştir:
Bid'at vacip, haram,
mendup, mekruh ve mübah olmak üzere çeşitli kısımlara ayrılmaktadır. Bu konuda
izlenmesi gereken yol, bid'atın şeriatın kurallarına arz edilmesidir. [Buna
göre;]
Şayet bir şey, farz
kılma kurallarının kapsamına giriyorsa bu şey farzdır. Bunun örneği nahiv
ilmiyle uğraşmaktır.
Bir şey haram kılma
kurallarının kapsamına giriyorsa o şey haramdır. Bunun örneği
Kaderiyye, Mürcie,
Mücessilem ve Rafıza gibi mezheplerdir. Bunları reddetmek, farz olan
bid'atlerdendir. Çünkü bid'atçı şeriatta Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde
olmayan bir şeyortaya koyan kişidir.
Bir şey, mendupluğa
ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey menduptur. Bunun örneği köprüler
ve medreseler yapmak ve yine teravih namazı[m sürekli olarak cemaatle kılmak]
gibi ilk dönemde olmayan her türlü iyiliktir.
Bir şey mekruhluğa
ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey mekruhtur. Buna mescitlerin
süslenmesi, Mushafların süslenmesini örnek olarak verebiliriz.
Bir şey mübahlığa
ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey mubahtır. Buna sabah ve
ikindi namazıarının ardından musafaha yapmak, yeme-içme ve giyinme konusunda
[Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde olmayan şeyleri giyme hususunda] genişlik
göstermek zikredilebilir.
Beyhaki,
Menakıbu'ş-Şafii kitabında senetli olarak İmam Şafii'nin şu sözünü rivayet
etmiştir: "Sonradan ortaya çıkan şeyler iki kısımdır:
Birinci kısım: Kitap, Sünnet
ve icmaya aykırı olanlar bid'at ve dalalettir.
İkinci kısım ise hayır
olarak ihdas edilen şeyler olup bunlar kötülenmiş değildir."
1.5. Şahidin Gifit
Olmaması
[Duyup gördüğünü]
aklında tutamayan gafil kimsenin şahitliği kabul edilmez.
82. Duyup gördüğünü
hiçbir şekilde veya genellikle aklında tutamayan gafil kimsenin şahitliği kabul
edilmez; çünkü onun sözüne güvenilmez. Nadiren aklında tutamamakla birlikte
genellikle koruyup aklında tutabilen kimsenin şahitliği kesinlikle kabul
edilir; çünkü hiç kimse bu durumdan kurtulamaz. Kişinin yanlışı ile aklında
tutması birbirine denk ise Ezrainin belirttiğine göre zahir olan, bu kişinin,
hatası çok olan kişi gibi kabul edilmesidir.
Not: Şahitlik edeceği konuda yanlış yapması ve
bunu yanlış yapmaksızın aklında tutması eşit olan kişinin şahitliğinin
reddedileceği durum, şahitlik açık olarak ifade edilmediğindedir. Şayet
açıklarsa ve şahitliğin hangi vakitte yüklendiğini, yerini belirtirse Rafii ve
Nevevi'nin esas aldığı görüşe göre onun sözü kabul edilir.
Cüveyni şöyle demiştir:
Hakim, şahitlerde gaflet olabileceğini hissettiği anda onlardan şahitlik
ettikleri konuda ayrıntı istemesi zorunludur. Yine bir durum onu
şüphelendirdiğinde de böyledir. Hakim, şahitlere tafsilat sorduğu halde onlar
ayrıntı vermezse onların durumunu araştırır. Onların gafil olmadığını tespit
ederse mutlak şahitlikleriyle hüküm verir. Halkın şahitliklerinin genelinde
onlar adalet sahibi olsalar bile aldanma, yanılma, bilgisizlik söz konusu
olmaktadır. Öyleyse belirttiğimiz gibi onlara ayrıntının sorulması
kaçınılmazdır. Ayrıntı istemek doğrudan amaçlanan bir şeyolmayıp amaç onların
şahitlikte kesin emin olup olmadıklarını tespit etmektir.
1.6. Şahitlikte Acele
Eden Kimsenin Durumu
Şahitlikte acele eden
kimsenin şahitliği kabul edilmez.
83. Mahkemede dava
açılmadan şahitlik yapmaya kalkışan kimsenin şahitliği kesinlikle kabul
edilmez. Yine daha doğru görüşe göre dava açıldıktan sonra henüz kendisinden
şahitlik etmesi is• tenmediği halde şahitlik eden kimsenin şahitliği de kabul
edilmez. Çünkü bunda töhmet bulunmaktadır. Ayrıca sahihaynda yer alan bir
hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Çağların en
hayırlısı benim çağımdır. Sonra onların ardından gelenler; sonra da onların
ardından gelenlerdir. Daha sonra şahitlik etmeleri istenmediği halde şahitlik
eden kimseler gelecektir. (Buhari, Şehadat, 2651; Müslim, Fedailü's-sahabe,
6422)
Bu ifade, yermek
amacıyla söylenmiş bir ifadedir. Yine Müslim'de geçen bir hadiste ise Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Size şahitlerin en
hayırlısını söyleyeyim mi? Kendisinden istenmeden önce şahitliğini yerine
getirendir.
Bu hadis, hisbe
şahitliği olarak şahitliği dinlenilen kimselere yorulmuştur.
Not: Bir şeylere şahit olmak için bir köşeye gizlenip
oturan kimsenin şahitliği kabul edilir; çünkü buna ihtiyaç duyulmaktadır.
Kişinin aleyhinde
şahitlik yaptığı şahsa "ben senin aleyhinde şahitlik ettim" diye
bildirmesi sünnettir. Böylece diğer şahıs hemen bunu yalanlama yoluna
başvurmamış olur ve hakim de ona tazir cezası vermemiş olur.
İki kişi, bir üçüncü
şahsa "aramıza gir hesaplaşahm, olan bitene dair aleyhimize şahitlik
yapma" dese, bu şart batılalup şahitlik yapması gerekir.
İbnü'l-Kass "bana
göre, böyle bir şeye girmemesi daha iyidir" demiştir.
1.7. Re'sen Şahittik
Etmek / Hisbe Şahittiği
Nevevi, şahitlikte acele
edildiğinde şahitliğin kabul edilmeyeceği hükmünden istisnada bulunarak şöyle
demiştir:
Allah haklarından olan
şeylerde şahitlik etmesi istenmeyen kişinin şahitlik etmesi kabul edilir. Yine
boşama, köle azadı, kısasm affedilmesi, iddetin devam etmesi ve bitmesi, kişi
lehine had cezası uygulanması gibi Allah'a ait güçlü bir hak bulunan konularda
da kabul edilir. Doğru görüşe göre nesep de böyledir.
84. Hisbe şahitliği [yani
kişinin şahit olarak çağrılmadığı bir davada re'sen şahitlik etmesi] kabul
edilir. "Hisbe" kelimesi "ihtisab" kelimesinden gelir. Bu,
"ecir / sevap talep etmek" anlamındadır. Hisbe şahitliğinde şahitlik
etmeden önce bir davanın olup olmaması fark etmez. Yine aleyhinde şahitlik
yapılan kimsenin gıyabında olması ve olmaması da eşittir.
Hisbe şahitliği,
yukarıda geçen şartlar açısından diğer şaihtlikler gibidir.
85. Hisbe şahitliği
namaz, zekat ve oruç gibi sırf Allah hakkı olan şeylerde kabul edilir. Kişi
mesela bir şahsın bu ibadetleri terk ettiğine dair şahitlik ettiğinde şahitliği
kabul edilir.
86. Yine Allah'a ait
güçlü bir hak bulunan konularda da hisbe şahitliği kabul edilir. Bu konular
insanların rızasından etkilenmeyen konulardır. Mesela bain ve ric'i talak
bunlardandır. Hul' a gelince Rafii ve Nevevi'nin Beğavi'den aktardığına göre bu
konunda hisbe şahitliği kabul edilmez; çünkü hul' malolmaksızın olmaz.
Cüveyni'den boşamanın malsız olarak da sabit olması sebebiyle hul'da hisbe
şaihtliğinin dinlenileceği konusunda görüş aktarılmıştır. el-Mühimmat'ta
"tercihe şayan olan, Cüveyni'nin görüşüdür" denilmiştir. Zahir olan
da budur. İbnü'l-Mukri, Ravd adlı kitabında bunu esas almıştır.
Çünkü mal kul hakkı
olmakla birlikte evliliğin sonlanması böyle değildir.
87. Zımnen olmayan [yani
doğrudan gerçekleşen] köle azadına ilişkin hisbe şahitliği kabul edilir. Azadın
derhal gerçekleştirilmesiyle şarta bağlanmış olması, köle veya cariye olması
arasında fark yoktur.
Ebu Hanife şöyle
demiştir: Hisbe şahitliği kölenin değil cariyenin azat olduğu konusunda kabul
edilir.
Zımnen olan şahitliğe
gelince; mesela bir kimsenin köle olan yakınını satın aldığına şahitlik etme
durumunda daha doğru görüşe göre şahitlik geçerli olmaz; çünkü bu, mülkiyete
şahitlik etmektir. Azat da mülkiyetin peşinden gelmektedir.
Not: Azat ile kastedilen kişinin özelolarak buna
şahitlik etmesidir. Şayet azada yol açacak şeye şahitlik ederse
"ümmüveled" bölümünde nakledilen görüşe göre bunun kabul edilmesi
gerekir. Köleyi müdebber kılma veya azadını bir şarta bağlama veya özgürlük
sözleşmesi yapma gibi konularda bu şahitlik kabul edilmez. Bu, ümmüveled
kılmaktan şu açıdan farklıdır: Ümmü veled kılmak, böyle olmayan tasarruflardan
farklı olarak her halükarda azat ile sonuçlanır. Kişinin, yakın bir akrabası
tarafından satın alınma, kölenin müdebber kılınması, kölenin azadının bir şarta
bağlanması veya kölesiyle kitabet akdi yapılmasına dair şahitlik sahihtir.
88. Gerek can gerekse
organlarda kısasın affedildiğine dair şahitlik yapmak kabul edilir; çünkü bunda
canı koruma vardır. Bu da Allah hakkıdır.
89. Kişinin iddetin
devam ettiğine veya bittiği ne dair hisbe şahitliği kabul edilir; çünkü ilki
iffeti korumakta ve şer'! bir yol olmadıkça mübah sayılmasını engellemektedir.
İkincisi ise nikah yoluyla iffetini koruma amacıyla olan bir korumadır. Süt
veya sıhriyet yoluyla haramlık meselesi de bu mesele gibi değerlendirilir.
90. Allah'a ait olan
zina haddi, hırsızın elinin kesilmeside hisbe yoluyla şahitliğe elverişlidir.
Yine doğru görüşe göre
hırsızlık haddine şahitlik etmek de -bunu gerektiren şeye şahitlik etmekle
olur- böyledir. Şayet masıahat bunun örtülmesi ise, örtmek müstehaptır.
91. Nesep konusunda
hisbe yoluyla şahitlik doğru görüşe göre muteberdir; çünkü nesebi iddia edilen
kişiyi iddiada bulunan şahsın ne se bine bağlamakta Allah hakkı bulunmaktadır.
Zira şeriat nesepleri birbirine bağlamaya büyük önem vermiş nesep bağını
kopartmayı yasaklamıştır. Mesele bu açıdan boşama ve köle azadına
benzemektedir. Diğer görüşe göre ise bu şahitlik kabul edilemez. Çünkü din,
neseb bağlarına büyük önem vermiş, bunları koparmayı yasaklamıştır. Şu halde bu
yönüyle mesele boşama ve köle azadına benzemektedir. Diğer görüşe göre insan
hakkı ona taalluk ettiğinden bu caiz
değildir.
Not: Nevevi'nin zikrettiği hususun kapsamına [yani
hisbe şahitliğinin kabul edildiği konuların kapsamına] muhsanlık, şahidin
adalet sahibi olduğunu tespit, zekatlar, keffaretler, çocuğun buluğa ermesi,
kişinin kafir veya Müslüman olması, sıhriyet yoluyla haramlık, vasiyet ve genel
niteliği ertelenmiş olsa bile [sonuç itibarıyla] genel nitelikli olan vakıf da
girer. Buna göre Beğavi'nin fetvalarında da yer aldığı üzere kişi bir evi
çocuklarına, sonra da fakirlere vakfetse, mirasçılar bu vakfa el koyup onu mülk
edinseler, iki şahit çocukların soyu kesilmeden önce kendiliklerinden buranın
vakıf olduğuna dair şahitlik etseler onların şahitliği kabul edilir; çünkü
bunun sonu fakirlere yapılan vakıftır. Ancak vakfın vakfedildiği kimseler özel
şahıslar ise bu, özel menfaatleri ilgilendirdiğinden kişi bu konuda şahitlik
yapamaz.
Nevevi "Allah
hakları" diyerek kısas, zina iftirası haddi, alım-satımlar ve *rarlar gibi
kul hakkı olan hususları devre dışı bırakmıştır. Ancak hak sahibi durumu
bilmiyorsa ona şahit olan kişi bunu kendisine bildirir ki o şahıs dava açtıktan
sonra bu kişiyi şahit göstersin.
Re'sen yapılan hisbe
şahitliği ancak ihtiyaç söz konusu olduğunda dinlenir. Buna göre iki kişi bir
şahsın kölesini azat ettiğine veya onun falan kadının süt kardeşi olduğuna şahitlik
etse bu kişilerin ifadesi [ilk durumda] "o şahıs, [azat ettiği kişiyi]
köle yapmak istiyor" veya "[o şahıs, süt kardeşi olan kadınla]
evlenmek istiyor" demedikçe kabul edilmez.
Re'sen yapılan hisbe
şahitliği şöyle olur: Şahitler hakime gelerek "biz falan kişi aleyhine şu
duruma şahitlik ederiz. Sen, aleyhine şahitlik etmemiz için o kişiyi mahkemeye
çağır" derler. Şayet doğrudan "falan kişi zina etti" derlerse
zina iftirası atmış olurlar.
Hisbe şahitliğinin kabul
edildiği durumda kişinin bunu re'sen dava etmesi dinlenir mi? Bu konuda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır.
Birinci görüş
İbnü'l-Mukn'nin
İsnevi'ye tabi olarak esas aldığına göre -ki Cüveyni de bu görüşü Iraklılara
nispet etmiştir- bu dava dinlenmez; çünkü davacının, şahitliğe konu olan şey
üzerinde hakkı yoktur. Hakkı olan kişi ise talep ve ispat konusunda izin
vermemiştir. Bu durumda imkan ölçüsünde yüz çevirmek ve davayı def etmek
gerekir.
İkinci görüş
Bulkini'nin tercih ettiği
görüşe göre bu dava dinlenir. Bu, Allah'a ait had cezalarının dışındaki
davalara hamledilir. Sonrakilerden bazıları da bu şekilde ayrım yaparak şöyle
demiştir: "Tamamen Allah hakkı olan had cezaları dışında bu dava
dinlenir."
1.8. Şahitterin Durumunun
Sonradan Anlaşılması
Hakim iki kişinin
şahitliğine göre hüküm verdikten sonra bunların kafir, köle veya çocuk olduğu
ortaya çıksa bu hükmü kendisi veya bir başka hakim bozar.
Daha güçlü görüşe göre
fasık da böyledir.
Kafir, köle veya çocuk
şahitlik etseler, daha sonra kemale erdikten sonra şahitliklerini tekrarlasalar
onların şatilkiği kabul edilir. Fasık bir kişi tövbe etse onun şahitliği kabul
edilmez. Fasığın bu konu dışındaki şahitliği, kendisinin tövbe ettikten sonra
tövbesinin doğru olduğu düşünülebilecek kadar imtihan edildikten sonra kabul
edilir. Alimlerin çoğunluğu bunu bir sene olarak belirlemiştir.
Sözlü günahtan tövbe
için söz söylemek şarttır. Buna göre zina iftirasında bulunan kişi "benim
yaptığım zina isnadı batıldır, ben bundan dolayı pişmanım ve bir daha
yapmayacağım" der. Yalancı şahitlik yapan kişi de bu şekilde yapar.
Ben [NevevI] derim ki:
Sözlü olmayan günahlarda kişinin günahtan vazgeçmesi, pişman olması ve bir daha
yapmamaya azmetmesi, şayet kul hakkıyla ilgili ise haksız olarak aldığı şeyi
geri vermesi gerekir. Allah en iyisini bilir.
92. Bir hakim, iki
kişinin şahitliği ile hüküm verecekken şahitler şahitliğini eda ettiği esnada
veya hakimin hüküm vermesi esnasında şahitlerin her ikisinin veya birinin
kafir, köle, çocuk, kadın veya çift cinsiyetli olduğu ortaya çıksa hakimin
hükmünü kendisi veya bir başkası nakzeder; çünkü hükümde hata yapıldığı kesin
olarak ortaya çıkmıştır.
"Hükmü
nakzetmek" ile kastedilen hükmün batıl / geçersiz olduğunu ortaya
çıkarmaktır.
eş-Şerhu'l-kebir'de
şöyle denilmiştir:
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Alimler kölenin şahitliği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Şu halde ihtilaflı olup
içtihada açık olan bir meselede hakimin hükmü nasıl bozulabilir?
Buna şöyle cevap
veririz: Burada mesele kölenin şahitliği ile hüküm verilmeyeceğine inanan ve
her iki şahidin de hür olduğunu zannederek hüküm veren hakim hakkındadır. Bu
hükme itibar edilmez. Aynca bu, celi kıyasa aykın bir hükümdür; çünkü köle
velayet yetkileri ve diğer hükümler bakımından eksik olduğu gibi şahitlik
bakımından da böyledir.
93. [Hakim iki şahsın
şahitliğine dayanarak hüküm verdikten sonra bunların fasık olduğu ortaya çıksa,
o hüküm bozulur mu? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
fasık oldukları hakim nezdinde sabit olan ki kişinin şahitliğine dayanılarak
verilen hüküm de -tıpkı yukarıda zikredilen meselelerde olduğu gibi-
nakzedilir.
Çünkü nass ve icma,
şahitte [fasıklık özelliğinin bulunmayıp] güvenilirlik özelliğinin bulunmasını
dikkate almayı gerektirmektedir.
İkinci görüş
Bu hüküm nakzedilmez;
çünkü onların şahitliğinin kabul edilmesi ictihadla olmuştur.
Onların fasıklığına
ilişkin şahitlerin sözünü kabul etmek de içtihada dayalıdır. İctihad, başka bir
ictihadıa nakzedilmez.
Buna şöyle itiraz
edilmiştir: İetihadla verilmiş olan hüküm, güvenilir bir kişinin verdiği
haberle bozulur. Oysa onun güvenilir olduğu da ictihadıa sabit olmaktadır.
Not: Kadı Hüseyin ve Beğavı, hükmün bozulmasını
"kişinin fasık olduğu açık olup içtihada bağlı değilse" diye
kayıtlamışlardır. Şayet nebiz içmek gibi içtihada bağlı bir durumsa hüküm
kesinlikle bozulmaz; çünkü ictihad ictihadıa nakzedilmez.
İki güvenilir kişi, iki
şahidin fasık olduğuna [herhangi bir ayrıntıya girmeksizin] mutlak olarak
şahitlik etseler ve bunu hükmün verildiği ana isnad etmeseler hakimin hükmü
nakzedilmez; çünkü fasıklık hükmün verilmesinden sonra ortaya ÇıkmıŞ olabilir.
Bunu el-Kafi yazarı söylemiştir. Rafil'nin "gıyaben hüküm verme"
meselesindeki ifadeleri de bunu gerektirmektedir.
Not: İki kişi şahitlik yaptıktan sonra henüz hüküm
verilmeden önce fasık olsalar veya irtidat etseler onların şahitliğiyle hüküm
verilmez; çünkü bu durum, geçmişe ilişkin de bir şüphe meydana getirir ve bu
şahısların iç dünyasında bir kötülüğün var olduğu düşüncesini akla getirir.
Ayrıca fısk genellikle gizli olur. Belki de bu, şahitlik esnasında da mevcut
olmuş olabilir.
İki kişi şahitlik
yaptıktan sonra kör olsa, dilsiz hale gelse, delirse veya ölseler onların
şahitliği ile hüküm verilir; çünkü bunlar, geçmişe dönük olarak bir şüphe
meydana getirmezler. Aksine bu olaylar meydana geldikten sonra onların
şahitliğe elverişli oldUğU ortaya konulabilir ve onların şahitliğiyle hüküm
verilebilir.
Hakim iki kişinin şahitliğiyle
hüküm verdikten sonra bu şahitler fasık olsa veya irtidat etse, henüz [hakimin
hükmü gereğince davalıdan] mal tahsil edilmemiş olsa tahsil edilir. Nitekim iki
şahit şahitlikten döndüğünde de böyledir.
"Mal" ifadesi
had cezalarını dışarıda bırakmaktadır. Zira bu durumda had cezaları uygulanmaz.
Hakim hüküm verdikten
sonra "bu iki şahidin fasık olduklarını anladım" dese ancak bunların
fasık olduğuna dair şahit ortaya ÇıkmıŞ olmasa "hakim kendi bilgisine göre
hüküm verebilir" şeklindeki daha doğru görüşü kabul edersek ve hakimin
töhmet altında olmasını gerektiren bir durum yoksa hakimin önceki hükmü
bozulur.
Hakim, "ben bu
ikisinin fasık olduğunu bildiğim halde onların şahitliği ile hüküm vermeye
zorlandım" dese zorlamaya dair şahit getirmemiş olsa bile onun sözü kabul
edilir.
Şahitlik eden
kimselerin, lehine şahitlik ettiklerinin ana-babası veya çocukları yahut
düşmanı oldukları anlaşılsa veya aleyhine şahitlik ettikleri kişinin düşmanı
oldukları anlaşılsa şahitlerin fasık çıkması durumunda olduğu gibi hüküm
bozulur.
Hakim "ben hüküm
verdiğim esnada fasıktım" dese Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiği
üzere onun bu sözü dikkate alınmaz. Bu tıpkı şahitlerin "biz nikah akdi
esnasında fasıktık" demeleri gibidir.
Şöyle bir itiraz söz konusu
olabilir: Bu, "şahitlerin fasık olduğunu anladım" demeleri gibi
olmalıydı.
Buna şöyle cevap
verilir: Hakim, kendisinin niteliğini başkasından daha iyi bilir. Bu sebeple
kendisi hakkında hata etmesi daha fazla görülür.
94. Küfrünü açıktan ilan
eden bir kafir -veya Kaftal'in belirttiğine göre bir mürted- köle veya çocuk
şahitlik etseler ve daha sonra Müslüman olmak, azat olmak veya buluğa ermek
suretiyle ehliyetleri kemale erdikten sonra şahitliklerini tekrarlasalar
şahitlikleri kabul edilir; çünkü töhmet söz konusu değildir. Zira bu vasıfta
olan birisi şahitliğinin reddedilmesinden dolayı ayıplanmaz.
95. Bir fasık fıskından
tövbe ettikten sonra, bir düşman düşmanlık etmekten tövbe ettikten sonra,
şahsiyet sahibi olmayan bir kimse şahsiyet sahibi bir duruma geldikten sonra
şahitliğini tekrarlasa veya kişi mükatep kölesi lehine şahitlik ettikten sonra
kölenin azad edilmesinin ardından şahitliğini tekrarlasa, küfrü gizli olan bir
kimse Müslüman olduktan sonra şahitliğini tekrarlasa bu kimselerin şahitliği
kabul edilmez; çünkü bu vasıflarla vasıflanan kimse şahitliğinin
reddedilmesinden utanır.
96. Fasığın şahitliği,
fasıkken şahitlik etmiş olduğu dava dışındaki davalarda, tövbe etmesinden sonra
tövbesinin doğru olduğu konusunda zan oluşuncaya kadar sınanması şartıyla kabul
edilir. Çünkü tövbe kalple yapılan fiillerdendir. Fasık, şahitliğinin geçerli
sayılması ve velayetinin geri dönmesi için tövbe etmiş gibi görünme ithamı
altındadır. Bu sebeple din, onun iddiasını takviye etmek için bunu [sınanmasını]
dikkate almıştır. Ayette, zina iftirasında bulunanlar hakkında "ancak
bundan sonra tövbe edip durumunu düzeltenler hariç" [en-Nur, 5] Bir başka
ayette de "şayet o ikisi tövbe ederler ve durumlarını düzeltirlerse"
[Nisa, 16] buyurmuştur.
97. Alimlerimizin
çoğunluğu bu süreyi bir yılolarak belirlemişlerdir. Çünkü içinde dört mevsimin
bulunduğu bir yılın geçmesinin insanların nefislerini arzuladıkları şeylere
doğru sevk etme özelliği vardır. Bu sürenin [kötülüğe bulaşmaksızın] selametle
geçirilmesi kişinin içinin düzeldiği izlenimi doğurur. Şari, erkeğin
iktidarsızlığı, zina edenin sürgün edilmesi, zekat ve cizye gibi hususlarda bir
yılı dikkate almıştır.
98. Bir yıllık süre
kesin mi yoksa yaklaşık mıdır? el-Havi ve el-Bahr'da bu konuda mezhep içinde
iki görüş olduğu belirtilmiştir. BulkınI, Ezrai ve onlara tabi olanlar
ikincisini tercih etmiştir. Alimlerin çoğunluğunun ifadelerinden ilki
anlaşılmaktaysa da zahir olan budur.
99. Fasığın tövbesinin
denenmesinden şu durumlar istisna edilmiş [olup aşağıdaki durumlarda denemeye
gerek yoktur]:
> Fıskı gizli olan
bir kimse tövbe edip ikrarda bulunsa ve kendisini had cezası için teslim etse.
Bunu Maverdi ve Ruyani söylemiştir.
> Veli, velayeti
altındaki kızın evlenmesine mani olarak günaha girdikten sonra tövbe etse kız
derhal evlendirilir, Ram'nin Beğavl'den naklettiğine göre kişinin fısktan beri
olması için beklenmez.
> Zinaya şahitlik
eden kişiye şahit sayısı tamamlanmadığı için had cezası vurulması gerekli olsa
tövbe ettikten sonra bir yıl sürenin geçmesine gerek yoktur.
eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre mezhepte esas alınan görüş
doğrultusunda bu kişinin şahitliği derhal kabul edilir.
> Vakfı kuran kişinin
şartı gereği vakıf yöneticisi olan kişi fasık olup tövbe edince bir yıl
beklemeye gerek olmaksızın yönetim yetkisi geri döner.
> Hakimlik yapması
farz-ı ayn hale geldiği halde bundan kaçınan kişi tövbe ettiğinde -ilgili
bölümde geçtiği üzere- bir yıl beklenmez.
> Muhsan olmayan bir
kimseye zina isnad eden kimse Bulkınl'nin belirttiğine göre tövbe ettiğinde bir
yıl beklemeye gerek yoktur. Çünkü İmam Şafii'nin el-Ümm'deki görüşünün mefhum-i
muhalifinden bu anlaşılmaktadır. Muhsan bir kimseye zina isnad eden kimsenin
şahitliği ise denenmedikçe kabul edilmez.
> Yetişkin bir kimse yaptığında
fasık olacağı bir şeyi bir çocuk yapsa, sonra tövbe etse ve tövbe etmiş olarak
buluğa ulaşsa Bulkınl'nin belirttiğine göre burada da bir yıl bekleme dikkate
alınmaz. Nitekim bu İmam Şafii ve alimlerimizin görüşlerinden açık olarak
anlaşılmaktadır.
> Birinci derecde
şahitte bir kusur meydana geldikten sonra bu durum ortadan kalksa, ikinci
dereceden şahit, şahitliği tekrar yüklenmeye gerek duyar. Zerkeşi
"alimlerimiz bu süreyi burada zikretmemişlerdir" demiştir.
> Mürted Müslüman
olduğunda mürtedlikten önce güvenilir bir kimse ise şahitliğinin kabul edilmesi
için bir yıl beklenmez. Bunu Maverdi söylemiştir. Başkalarının sözlerinden de
anlaşılmaktadır.
Şayet "o da fasık
gibi kabul edilmeliydi" diye itiraz edilecek olursa buna şöyle cevap
verilir: "Mürted Müslüman olduğunda küfrün zıddı olan bir şey yapmış,
bundan sonra herhangi bir ihtimal kalmamıştır. Kişi zina edip daha sonra tövbe
ettiğinde ise durum böyle değildir; çünkü tövbe günahı ortadan kaldıracak
şekilde ona izafe edilmez.
Maverdi ve Ruyani
mürtedin Müslüman olmasını "serbest iken" şeklinde kayıtlamışlardır.
Şayet öldürülmek üzere getirildiğinde Müslüman olursa o zaman [bir yıllık
sürenin] geçmesi dikkate alınır.
Not: Nevevi'nin tıpkı Rafii gibi fısk ile
yetinmesi şunu gerektirir: "Kişi, şahsiyet sahibi olmasıyla bağdaşmayan
şeyden tövbe ettiğinde bir yıl süre geçmesine gerek yoktur." Bu
kastedilmemiştir. et- Tenbih yazarı bu durumda bekleye gerek olduğunu
söylemiştir.
Bulkini şöyle demiştir:
Bunun şöyle bir delili vardır: Şahsiyeti zedeleyen şey kişinin buna alışması
sebebiyle artık onda karakter halini almıştır. Dolayısıyla bu kişinin durumunu
test etmek şarttır.
el-Matlab adlı eserde
belirtHdiğine göre düşmanlıktan tövbe etme durumunda ister zina iftirası ister
gıybet ve nemime, ister yalan şahitlik olsun bir yıl beklemek gerekir.
100. Nasıl ki
mürtedlikten tövbe etme durumunda kişinin kelime-i şehadeti getirmesi
gerekiyorsa buna kıyasla sözlü bir günahtan tövbe ederken söz söylemek şarttır.
Buna göre mesela zina iftirasında bulunmuş bir kimse tövbe ederken "benim
falan kişiye yönelik zina isnadında bulunmam geçersizdi", "bu zina
isnadında haklı değilim" dedikten sonra "ben bundan pişmanım ve bir
daha bunu yapmayacağım" demesi gerekir. Böylece iftiranın meydana
getirdiği utanç ortadan kalkmış olur. Kişi "yalan söyledim" demekle
yükümlü tutulmaz. Zira doğru söylemiş de olabilir. Hal böyle iken nasıl yalan
söylemesi emredilir?
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Nevevi'nin "benim ona zina isnadım geçersizdir /
batıldır" ifadesi kişinin kendisini yalanlaması konusunda açık bir
ifadedir. Alimlerin çoğunluğundan ise kişinin kendisini yalanlamayacağı
belirtilmiştir. Şu halde kişinin el-Muharrer'de yer alan ve çoğunluk tarafından
belirtilen ifadeyi söylemesi daha iyidir. Bu da "zina isnadı
batıldır" yani insanlara zina isnadında bulunmak batıldır.
Buna şöyle cevap
verilir: Nevevi'nin ifadesi, muzafun ileyh elif lam'dan bedelolabilir
şeklindeki kurala göre yorumlanır. Nitekim ...."De ki: Ben dinimi yalnız
AlIah'a özgü kılarak ona kulluk ederim" [ez-Zümer, 14] ayetinde
"dinı" ifadesi aslen "ed-Oln" şeklindedir.
Nevevi'nin mutlak
ifadesinden kişiye eziyet etmek amacıyla zina isnadında bulunmakla şahitlerin
sayısının dörde tamamlanmadığı durumda şahitlik etmek amacıyla zina isnadında
bulunma arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. eş-Şerhu'l-kebir ve
Ravdatü't-talibin 'de belirtildiği üzere durum böyledir.
Rafii şöyle demiştir:
Bana göre kişinin kendisini yalanlaması [yalan söylediğini söylemesi] işleminin
hakim huzurunda yapılması uygundur.
İbn Şühbe'nin de
belirttiği üzere bu, hakim nezdinde zina isnadında bulunan ve zina isnadında
bulunduğu şahitler yoluyla veya kendisinin itiraf etmesiyle sabit olan kimse
açısından zahirdir ancak hakimi e hiçbir şekilde ilişkili olmayan kimse açısından
bu hüküm zahir değildir. Aksine bu kişinin hakime gidip de kendisinin zina
isnadında bulunduğunu haber vermesi konusu itiraza açıktır; çünkü bunu yapması
başkasına rahatsızlık verip kötülüğü yayma anlamına gelecektir.
101. Yalancı şahitlikte de
tövbe eden kişi yukarıda geçen uygulamaya benzer bir şekilde "benim
şahitliğim batıldır ve ben bundan dolayı pişmanım, bir daha yapmayacağım"
der.
Çünkü yalancı şahitlik
de yukarıda geçenle aynı özelliktedir. Ancak Ravdatü't-talibin ve
eş-Şerhu'l-kebir'de el-Mühezzeb'ten nakledildiğine göre kişi şöyle der:
"Söylediğim şey yalandı, bir daha böyle bir şey yapmayacağım." Rafii
ve Nevevi bunu onaylamıştır.
102. Nevevi, tıprı
Rafii'nin eş-Şerhu'l-kebir'de dediği gibi şöyle demiştir:
Hırsızlık, zina ve içki
içmek gibi sözlü olmayan günahlarda kişinin tövbe etmesi için [şunları yapması
gerekir:]
> Günahı terk etmesi,
> O günahtan dolayı
pişman olması,
> Bir daha dönmemeye
azmetmesi
> Şayet işlediği
günah kul hakkına taalluk ediyorsa o zaman aldığı mal vb. şeyleri geri vermesi,
kısas cezası ve zina iftirası haddinin uygulanmasına müsaade etmesi gerekir.
Bu kişi [zekatını
ödememişse] zekatı hak sahibine verir. Gasp ettiği mal aynen duruyorsa sahibine
verir, telef etmişse hak sahibine bedelini verir veya kendisinden yahut
mirasçısından helallik alır. Karşı taraf durumu bilmiyorsa ona bildirir. Şayet
hak sahibi yoksa veya onunla iletişim kopmuşsa bunu güvenilir bir hakime teslim
eder. Bunu yapmak mümkün olmazsa tasadduk eder. Tazminat borcu varsa bunu öder
veya bunu karşı tarafa bırakır.
103. [Birisinin hakkını
yemiş olan ve] ödeme gücü olmayan kişi tövbe ettikten sonra ödeme gücüne
kavuştuğunda borcunu ödemeye azmeder. Şayet ödeme gücünü bulamadan ölürse
bakılır: Eğer borç alırken günaha girmişse ahirette bu kendisinden talep
edilir. Mesela bir günaha yardımcı olmak için borç almışsa böyledir. Aksi
takdirde mübah bir işi sebebiye ihtiyaç duyduğu için borç almışsa, açık bir yön
veya açık bi sebebe dayalı olarak borcunu ödeyebileceğine güveniyorsa borç alması
caizdir. Bu durumda böyle bir borç ahirette kendisinden talep edilmez. Allah
Teala'nın, bu kişinin hasmına o borcun karşılığını vereceği ümit edilir.
Bazı Uyanlar:
1. Nevevi "bir
insana yaptığı haksızlıktan kurtulması" demiş olsa "geri vermek"
ifadesinden daha iyi olurdu. Zira bu durumda onun ifadesi geri verme, ibra
etme, malın telef olması durumunda yerine bedelini teslim etmeyi kapsadığı gibi
mal, ırz ve kısası da kapsayacaktı.
Kısas, zina iftirası
haddi gibi suçlarda heallik almak için karşı tarafın cezayı uygulamasına
müsaade etmek veya af talep etmek şarttır. Şayet hak sahibi durumu bilmiyorsa
ona kısası bildirerek şöyle demesi gerekir: "Senin babam öldüren kişi
benim. Bana kısas uygulanması gerekiyor. İstersen kısası uygula!" Kazif
haddi de böyledir.
Gıybetten tövbe etmeye
gelince; şayet gıybeti yapılan kişiye gıybet yapıldığı bilgisi ulaşmışsa şahsın
ona gidip ondan helallik istemesi şartır. Eğer o kişi öldüğü için bu mümkün
olmazsa veya uzun süreyle gıybet etmiş olması sebebiyle bunu yapması zor olursa
Allah'a tövbe istiğfar eder. Mirasçıların helal etmesi dikkate alınmaz. Şayet
gıybet karşı tarafa ulaşmamışsa pişman olup istiğfar etmek -Hannatl'nin
fetvalarında belirtildiği üzere- yeterlidir. Şayet bundan sonra gıybete ilişkin
bilgi diğer şahsa ulaşırsa mümkün ise helallik istemek gerekir; çünkü helallik
istemeyi gerektiren gerekçe -yani eziyet etme- burada da vardır.
Gıybetin ne olduğunu
söylemeden helallik istemek yeterli midir? Nevevi, Ravdatü't-tCilibın'de bu
konuda sulh bölümünde geçen iki görüş bulunduğunu belirtmiştir.
Ancak bu iki görüş sulh
bölümünde değil tazminat bölümünde geçmiştir. Bu iki görüş içinden herhangi
birisi tercih edilmemiştir. Nevevi, el-Ezkar'da bunun yeterli olmadığı görüşünü
tercih etmiştir. Bu konudaki iki görüş, meçhulolan borçtan ibra konusundaki iki
görüş gibidir. Şeyh İmaduddin el-Hüsbanı şöyle demiştir: "Bu konuda,
malların aksine bir müsamahadan söz edilebilir." Hallmı ve başkalarının
sözlerinde bunun caizliğyle yetinileceği belirtilmektedir. el-Ezkar'daki
açıklama tazmin bölümündedir. Ancak bu ikisi ile mal arasındaki fark açıktır.
Haset kişinin başkasının
elindeki nimetin gitmesini istemesi ve onun musibete uğramasına sevinmesidir.
Rafii ve Nevevi'nin Abbadi'den naklettiklerine göre haset de gıybet gibidir.
Dolayısıyla aynı
hükümler burada da geçerlidir. Nevevi, Ravdatü 'ttalibın 'de şöyle demiştir:
"Tercihe şayan olan hatta doğru olan, bunun haset edilen kişiye
söylenmesinin gerekli olmadığıdır." Bunun mekruh olduğu söylense bu da
uzak bir ihtimal değildir.
2. Nevevi'nin
"harsızlık yapılan şeyi geri vermek" ifadesini mutlak söylemesinden
kısasta tövbenin kişinin kendisini teslim etmesine bağlı olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Ravdatü't-talibin'de Cüveyni'den aktarıp onayladığı görüşe
göre katil pişman olduğunda kendisini kısas için teslim etmeden öcne onun
tövbesi Allah hakkı açısından sahih olur. Bunun geciktirilmesi de ayrı bir
günah olup bundan dolayı da tövbe etmek gerekir. Bu, ilkini zedelemez.
3. Nevevi'nin
"imkan olduğu durumda" demesi daha uygun olurdu, böylece geri
vermenin mümkün olmadığı durumda tövbenin sahih olmayacağı gibi bir anlam
anlaşılmazdı.
Zerkeşi şöyle demiştir:
"Nevevi'nin, kul hakkıyla ilgili olursa ifadesi sırf kul hakkı olan veya
içinde Allah hakkı olmakla birlikte kul hakkının daha fazla olduğu zekat gibi
hakları da kapsamaktadır.
Kişinin zekat ödeme
imkanı olup da ödememesi buna örnektir. Yine Bendenıci'nin belirttiği üzere
keffaretler de böyledir. Bundan amaç derhal verilmesi gerekendir. Buna göre
"NeveVi'nin kul hakkı ile kayıtlaması zekat gibi Allah haklarını dışarıda
bırakmaktadır" şeklinde bir itirazda bulunulamaz.
4. Nevevi'nin
ifadesinden sözlü günahta bunun şart olmadığı, sadece sözün yeterli olduğu
sonucu çıkmakla birlikte bu kastedilmemiştir. Aksine ilk üçü ister sözlü ister
fiili olsun bütün günahlardan tövbe etmenin rüknüdür.
Günaha -zina ve şarap
içme günahlarında olduğu gibi- Allah'a ait had cezalarından birisi iliştiğinde
şayet hiç kimse bu günaha şahit olmamışsa kişi kendise had cezasının
uygulanması için bunu ortaya çıkarıp ikrarda bulunabileceği gibi gizleyebilir
de. Gizlemesi daha faziletlidir. Şayet bu günah ortaya çıkmışsa artık gizleme
imkanı elden gitmiştir. Bu kişi hakime giderek cezanın kendisine uygulanması
için ikrarda bulunur.
5. Alimlerin ifadesinden
günahın ortadan kalkması için had cezasının uygulanmasının yeterli olmadığı,
bunun yanında tövbenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda "yaralama
suçları" kitabının başlarında bilgi vermiştim, oraya müracaat edilebilir.
6. Bir kimse öldüğünde
kendisinin insanlarda alacakları ve kendisine yapılmış haksızlıklar söz konusu
olsa ve bunlar mirasçılara ulaştırılmamış olsa onu ahirette talep eder.
Denildiğine göre bu hak
sahibinin son mirasçısına ulaşmadığında böyledir. Kadı Hüseyin'in belirttiğine
göre borçlu bunu mirasçıya verse veya mirasçı onu ibra etse bile böyledir.
"Harsızlık"
ifadesi, borcunu ödemeyi geciktiren dışındaki kimseyi dışarıda bırakmaktadır.
7. İşlenen günah küçük
bile olsa tövbeyi derhal yapmanın gerekli olduğu konusunda ittifak vardır.
Bir günahtan tövbe edip
bir günahtan etmemek sahihtir.
Kişi tekrar tekrar tövbe
edip günah işlese bile tövbe etmek sahihtir. Bununla tövbe batıl olmaz. Kişi
ikinci defa günah işlediğinde bu defa ilk günah için değil ikinci günah için
tövbe etmesi talep edilir.
İbnü'-Mukn'nin tercih
ettiği görüşe göre kişi günahını her hatırladığında tövbesini yenilemesi
gerekmez.
8. Tövbenin şartlarından
biri de yukandaki şartlara ek olarak tövbenin Allah için yapılmasıdır. Kişi
marı bir günahtan fakirliği veya cimriliği gibi bir sebeple tövbe etse bu sahih
olmaz. Yine tövbenin can boğaza gelmeden veya güneşin batıdan dOğması gibi
artık iman etmenin zorunlu hale geldiği andan önce yapılması gerekir. Bunu
Bulkini söylemiştir.
9. Günahın tövbe ile
düşmesi kesin olmayıp zanna bağlıdır.
Kafirlikten pişmanlık
duyarak Müslüman olmakla küfür kesin olarak düşer. Bu, icma ile sabittir.
eş-Şerhu'l-kebir'de
şöyle denilmiştir: "Kafirin Müslüman olması küfürden tövbe etmek anlamına
gelmez. Onun tövbesi küfürden pişman olmakla olur. Pişman olmadıkça iman etmesi
düşünülemeyeceğine göre imanı, küfürden pişman olmaya bitiştirmek
gerekir."
Kafirin tövbesinin kesin
olması şundandır: İman küfürle bir arada bulunamaz, ama günah tövbe ile bir arada
bulunabilir.
1.9. Sadece Erkeklerin
Şahittiğinin Dikkate Alındığı ve Alınmadığı Durumlar
Bu bölümde erkeklerin
şahitliğinin ve şahitlerin sayısının dikkate alındığı ve dikkate alınmadığı
durumlar ile bunlarla ilgili çeşitli meseleler ele alınacaktır.
Daha güçlü görüşe göre
Ramazan hilalinin görülmesi dışında tek bir şahitle hüküm verilmez.
Zina için dört erkek
şahit gerekir. Daha güçlü görüşe göre zina ikranna iki kişinin şahit olması
şarttır. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre dört erkek şahit gerekir.
Mal konusunda ve satım,
ikale, havale, kefalet gibi mali bir akit konusunda ve görme muhayyerliği, vade
gibi mali hakka ilişkin konularda iki erkeğin veya bir erkek ve iki kadının
şahitliği şarttır.
Bunun dışında Allah veya
kul hakkı olan cezalarda ve erkeklerin genellikle muttali olacağı nikah, talak,
ric'at, Müslümanlık, mürtedlik, cerh, tadil, ölüm, fakirlik, vekalet, vesayet,
şahitlik üzerine şahitlik gibi konularda iki erkeğin şahitliği şarttır.
Yalnızca kadınların
bildiği veya erkeklerin genellikle görmediği bekaret, doğum, hayız, süt
emzirme, elbisenin altında kalan vücut bölgesine ilişkin kusurlar gibi hususlar
belirtilen kimselerin şahitliği ile sabit olacağı gibi dört kadının
şahitliğiyle de sabit olur.
Bir erkek ve iki kadının
şahitliğiyle sabit olmayan şey bir erkek ve yeminle de sabit olmaz.
Bunlarla sabit olan şey
bir erkek ve yeminle sabit olur. Ancak kadınların kusurlan vb. konular bundan
hariçtir.
Hiçbir şey iki kadın ve
yeminle sabit olmaz.
[Davacının bir şahidinin
olduğu durumda] davacı ancak şahidinin şahitlik etmesi ve buna elverişli
[güvenilir] olduğunun tespitinden sonra yemin eder.
Yemin ederken şahidinin
doğru söylediğini belirtir.
Şayet yemin etmeyi terk eder
de hasmının yemin etmesini isterse bunu yapma hakkına sahip olur. Hasmı
yeminden çekinirse daha doğru görüşe göre kendisi, döndürülmüş yemini eder.
Bir şahsın elinde köle
olarak bulunan bir cariye ve onun çocuğu hakkında başka bir kişi "bu
cariye benim ümmü veledimdir. Bu çocuğa, benim mülkiyetimdeyken hamile
kaldı" dese ve bir şahitle birlikte yemin etse ümmüveledlik sabit olur.
Daha güçlü görüşe göre çocuğun nesebi ve hürriyeti ise sabit olmaz.
Bir kimsenin elinde bir
köle olsa ve bir şahıs "bu köle benimdi, ben onu azat ettim" dese ve
bir şahitle birlikte yemin etse, mezhepte esas alınan görüşe göre çocuk onu
elinde bulunduran şahsın elinden alınır ve hür olur.
Mirasçılar, murislerine
ait bir mal iddiasında bulunup buna dair bir şahit getirseler ve içlerinden
biri o şahitle birlikte yemin etse o, maldan kendi payını alır, kendisine ortak
olunmaz. Orada kamil [tam ehliyetli] olarak hazır bulunup da yemin etmekten
kaçınan mirasçının hakkı geçersiz olur. Şayet orada yoksa veya çocuk yahut akıl
hastası ise mezhepte esas alınan görüşe göre kendi payını alamaz. Özrü ortadan
kalkınca yemin eder ve şahitliği tekrarlamaya gerek olmaksızın payını alır.
104. Daha güçlü görüşe
göre tek bir şahitle yalnızca Ramazan ayının hilali konusunda hüküm verilir. Bu
konu daha önce oruç konusunda geçmişti.
Şu sorulabilir: Daha
önce bu konu geçtiği halde Nevevi burada niçin bunu tekrarladı?
Buna şöyle cevap
verilir: Nevevi konuyu burada meseleyi sınırlandırmak için zikretmiştir.
İkinci görüşe göre bu
iki erkek şahitle sabit olur.
105. Nevevi'nin bunu
sadece Ramazan hilaline hasretmesine bazı itirazlar yöneltilmiştir:
1. Bunlardan birisi
şudur: Bir kimse mesela Recep ayında oruç tutmayı adasa ve bir kişi Recep
ayının hilalini gördüğüne şahitlik etse "bir kişinin hilali görmesiyle
Ramazan sabit olur" görüşünü kabul ettiğimizde bu kişinin oruç tutması
gerekir mi? İbnü'r-Rif'a, el-Bahr adlı eserden bu konuda iki görüş bulunduğunu
nakletmiştir. İbnü'lMukrı, oruç bölümünde bunun gerekli olduğunu söylemiştir.
2. el-Mecmu"un
"cenaze namazı" bölümünün sonunda Mütevelli'den şu görüş
nakledilmiştir: Bir zımmı öldüğünde güvenilir birisi onun Müslüman olduğuna
şahitlik etse bu durum mirasçılık açısından yeterli değildir. Onun cenaze
namazını kılma ve buna bağlı hususlarda bu şahitlikle yetinilir mi? Bu konuda
Ramazan hilali meselesindeki İmam
Şafii'nin iki görüşüne
binaen alimlerimize ait iki görüş bulunmaktadır. Meselenin bu iki görüşe bina
edilmesinin gereği bu şahitliğin kabul edilmesidir. Kadı Hüseyin bunun kabul
edilmeyecğini belirtmiş olmakla birlikte doğru olan da budur.
3. Kasame konusunda
el-Minhac metninde "güvenilir bir kişinin şahitliği [kesin delilolmasa da]
bir karine oluşturur" hükmü geçmişti.
4. Yine el-Minhac'ın
"bitkilerin zekatı" bölümünde tarladan çıkacak ürünün rekoltesini
tahmin etmek üzere bir kişinin yeterli olacağı hükmü geçmişti. Bu, "ürün
rekoltesini tahmin, şahitliktir" görüşüne dayalıdır.
5. Zilhicce ayının
hilali güvenilir bir kimsenin şahitliğiyle sabit olur mu? Bu konuda Darimı ve Kadı
Hüseyin'in Arafat vakfesi, tavaf vb. konulara ilişkin rivayet ettiği iki görüş
vardır.
Ezrai "meşhur görüş
aksi yönde olsa da kıyasa göre kabul edilir" demiştir.
6. Ramazan hilalinin bir
güvenilir kişinin şahitliğiyle sabit olmasına tabi olarak Ramazn ayının
otuzuncu gününde Şevval görülmediğinde hilalin bir güvenilir kişinin
şahitliğiyle sabit olması meselesi de böyledir. Daha doğru görüşe göre bu
durumda oruç tutulmaz.
7. Daha önce
"yargı" bölümünde geçtiğ üzere hakimin kişiyi mahkemeye getirmek
üzere gönderdiği görevli, şahsın mahkemeye gelmekten kaçındığını bildirdiğinde
bu bir kişinin haberi, o şah sa tazir cezasının uygulanması konusunda
yeterlidir.
8. Bir davada hasım olan
kişiye hakimin sözünü işttiren veya hasmın sözünü hakime işittiren güvenilir
bir kişinin sözü kabul edilir. Bu da şahitlik türündendir. Rafii "gıyaben
hüküm verme" konusunun hemen öncesinde bunu zikretmiştir.
106. [Bir] zina
[davasın]da [had cezasına hükmedebilmek içi] dört erkek şahit gerekir; çünkü
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
> Namuslu kadınlara
zina esnasında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere
seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin.
Onlar tamamen günahkardırlar. [en-Nur, 4]
Müslim'in sahihinde
rivayet edildiğine göre Sad bin Ubade, Resulullah (s.a.v.)'a şöyle demiştir:
"Ben karımın yanında [onunla zina eden] bir adam görsem, dört şahit
buluncaya kadar adama süre mi tanıyacağım?", Resulullah (s.a.v.)
"evet" dedi. (Müslim, Lian, 3741)
Ayrıca zina fiili ancak
iki kişi tarafından yapılan bir şeyolduğu için bu şahitlik iki fiile şahitlik
gibi olmuştur. Yine zina, en ağır suçlardan olduğu için bu durumu örtmek üzere
zina şahitliğinde de
şartlar ağırlaştınlmıştır.
107. Zinaya şahitlik
edenlerin şahitliği ancak "biz tesadüfen onları zina ederken gördük"
veya "şahitlik yerine gelsin diye kasten baktık" dediklerinde kabul
edilir. Şayet "şahitlik etme dışındaki sebeple kasten baktık"
derlerse Maverdl'nin tek görüş olarak belirttiğine göre bununla fasık olurlar
ve şahitlikleri reddedilir. Şayet şahitliği mutlak olarak yaparlarsa bunun
hükmünün ne olacağına temas eden kimseyi görmedim. Bu durumda şayet mümkünse
kendilerine ayrıntı sorulur. Aksi takdirde onların şahitliğinin kabul
edilmesine ilişkin yukarıda geçen ve hasr ifade eden açıklamalardan
anlaşılacağı üzere şahitliklerine uygun davranılır.
108. Maverdl'nin
belirttiği durum onlardan bu hususun tekrarlanması ve taatlerinin günahlarına
baskın olmadığı durumdur. Aksi takdirde onların şahitlikleri kabul edilir;
çünkü bu küçük bir günahtır.
109. Şahitlerin
"biz, erkeğin cinselorganının sünnet bölümünü kadının cinselorganının
içine soktuğunu gördük" demeleri şarttır. Bunu derken "sürmenin
sürmedanlığa girdiği gibi" veya "parmağın yüzüğe girdiği gibi"
demeleri şart değildir. Kadı Hüseyin'in sözünden anlaşıldığına göre bu konuda
görüş ayrılığı yoktur.
Not: Bu konuda livata [Iutilik / homoseksüel
ilişki] zina gibidir. Yine mezhepte esas alınan ve İmam Şafii'nin el-Ümm'de
açık olarak ifade ettiğine göre hayvanla ilişkide bulunmak da böyledir. Nevevi,
Ravdatü't-talibin'de şöyle demiştir: "Çünkü bu da ilişkide bulunmak
gibidir. Burada cezanın eksik olması -tıpkı cariyenin zina fiiline şahitlik
etmede olduğu gibi- sayının az olmasını engellemez."
Bulkini şöyle demiştir:
"Daha doğru görüşe göre ölmüş bir kimse ile ilişkide bulunmak had cezasını
gerektirmez. Bu, mutemed görüşe göre yalnızca dört şahitle sabit olması
açısından hayvanla ilişkide bulunmak gibidir."
Nevevi'nin söylediği husus,
kişinin dava açarken mal almayı amaçladığı veya re'sen şahitlik ettiği
"şüphe yollu ilişki" meselesini ve öpme, kucaklama gibi zinanın
öncüsü olan fiilleri dışarıda bırakmaktadır. Bu gibi durumlarda dört şahide
gerek yoktur. Aksine ilk mesele ilk kayıtla birlikte malın sabit olduğu şeyle
sabit olur. Bu husus ileride gelecektir.
Burada zina şahitliğinde
dikkate alınan, şahitlerin "biz onun sünnet mahallini soktuğunu
gördük" demelerine gerek yoktur.
110. Bir kimsenin zina
ikrarında bulunduğuna dair [şahitlikte kaç şahidin bulunması gerekir? Bu konuda
İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
tıpkı diğer ikrarlarda olduğu gibi burada da iki şahidin bulunması şarttır.
Yukarıda zikredilenlerden zinaya benzetilenler için de durum böyledir.
İkinci görüş
İmam Şafii'ye ait bir
görüşe göre zina fiiline şahitlikte olduğu gibi burada da dört kişinin
şahitliği gereklidir.
İlk görüş sahipleri buna
şöyle cevap vermiştir: İkrarda bulunan kimseye had cezasının uygulanması, zina
ettiği şahitler tarafından görülen kişiye haddin uygulanması gibi kesin
değildir. Bu sebeple gözle görme meselesinde şahitlik ağırlaştırılmıştır.
111. [Şu durumlarda iki
erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği şarttır:]
> İster somut mal
isterse zimmet borcu şeklinde olsun mal davalarında,
> Satım, ikale,
havale, kefalet, sulh, rehin, şuf'a, müsabaka, yarışta kazanma gibi mail bir
akdin yapılması veya feshedilmesi konusunda,
> Meclis
muhayyerliği, şart muhayyerliği, vade gibi malı bir hak konusunda,
> Mal [diyet]
ödenmesini gerektiren öldürme / yaralama suçlarında.
Yukarıdaki davalarda iki
erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği yeterlidir. Çünkü şu ayetin
ifadesi geneldir:
> Erkeklerinizden iki
de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden
bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın
(olsun). [el-Bakara, 282]
Bu ayette insanların
yaptığı akitlerde şahısların umumı olması, durumların da umumı olmasını
gerektirmektedir. Bu ise dört erkeğin şahit olmasının şart koşulduğu ve bir
erkek ve iki kadının şahitliğiyle yetinilmeyen şeylerin kapsamından
çıkarılmıştir.
Bu davalarda şahitliğin
kolaylaştırılmasının aklı gerekçesi insanların birbirine borçlanmalarını gerektiren
yönlerin çokluğu ve insanların bu meselelerle sürekli içli dışlı olmalarıdır.
Seçenek sunulmasından
anlaşıldığına göre iki erkekle birlikte iki kadının kabul edilmesidir.
Ayetin zahirinden
anlaşılan anlam kastedilmemiş olsa da İbnü'l-Münzir ve başkaları bu konuda icma
bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda çift cinsiyetli şahıs da kadın gibidir.
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesi şirket ve mudarebe
akitlerini de kapsamakla birlikte eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de bu
akitlere ilişkin davada iki erkek şahidin şart koşulduğu belirtilmiştir.
İbnü'r-Rif'a şöyle
demiştir: Burada şunu söylemek gerekir: Şayet bu ikisini iddia eden kişi
tasarrufun gerçekleştiğini ispatlamak istiyorsa onun durumu vekilin durumu gibi
olup iki şahidin bulunması şarttır. Şayet kendisinin karda payı olduğunu ispat
etmek istiyorsa bu, bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olur; çünkü
amaç maldır.
Bu, güzel bir ayrımdır.
Nevevi'nin malı akitle
yetinmesi akitlerin feshinin bu şekilde olmadığı izlenimini uyandırmaktaysa da
bu kastedilmemiştir.
İkalenin akit örnekleri
içine alınması ancak bunun satım olduğu şeklindeki zayıf görüşe göre mümkündür.
Daha doğru görüşe göre ise ikale bir fesihtir.
Nevevi'nin havaleyi
satım akdine atfetmesine ihtiyaç yoktu; çünkü havale de borcun borç
karşılığında satımıdır.
Nevevi, benim
açıklamamda yaptığım gibi "malı akit ve feshi" demiş olsaydı daha iyi
olurdu.
112. Yukarıda zikredilen
zina vb. şeyler ve malolmayan, kendisinden mal da kastedilmeyen konuların
dışındaki konularda;
> Allah hakkı olan
bir cezayı gerektiren irtidat, yol kesme ve şarap içme gibi suçlarda,
> Kul hakkı sebebiyle
ceza verilmesini gerektiren adam öldürme, organ kesme, zina iftirası gibi
suçlarda,
> Ceza meseleleri
dışında genellikle erkeklerin muttali olduğu nikah, boşama, ric'at, köle azadı,
vela, ay beklemek suretiyle iddetini geçiren kadının iddetinin bitmesi, buluğ,
ila, zıhar, bir kimsenin Müslüman olması, mürted olması, bir şahidin şahitliğe
elverişli olması ve olmaması, bir kimsenin ölümü, ödeme güçlüğü içinde olması,
vekalet, vesayet, şahitlik üstüne şahitlik gibi konularda,
Bütün bu konularda iki
erkeğin şahitliği geçerlidir. Çünkü Allah T eala boşama, ric'at ve vasiyet
konusunda iki erkeğin şahitliğinin geçerli olduğunu açık olarak ifade etmiştir.
Daha önce "veli ve iki güvenilir şahit olmadıkça nikah yoktur" hadisi
geçmişti.(Ebu Davud, Nikah, 2083; Tirmizi, Nikah, 1102)
İmam Malik, Zührl'den
şunu rivayet etmiştir. "Sünnet had cezalarında, nikah ve talakta
kadınların şahitliğinin geçerli olmaması şeklinde uygulanagelmiştir.
"(Muvatta, Akdiye, 1470)
Belirtilen şart
açısından bu zikredilenlerle ortak olan diğer hususlar da bu zikredilenlere
kıyas edilmiştir.
Vekalet ve vasiyetin sonuç
itibarıyla mala ilişkin olması dikkate alınmamıştır; çünkü bunlarda amaç mal
değil velayet yetkisidir.
Not: Nikahta iki erkek şahidin şart olması
hükmünden şu durumlar istisna edilir: Bir kadın, bir adamın kendisini
nikahlayıp sonra da boşadığını iddia ederek mehrin yarısını talep etse veya bir
kadın ölmüş bir şahsın karısı olduğunu iddia ederek onun mirasını talep etse,
kadının iddia ettiği şey bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle veya bir erkek
şahit ve bir de kendisinin yeminiyle sabit olur. Bununla her ne kadar bununla
nikah sabit olmasa da hüküm böyledir; çünkü kadının bu davadaki amacı maldır.
Rafii ve Nevevi, eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de davalar bölümünün
sonunda bunu Kaffal'in fetvalarından aktarıp onaylamışlardır. Bulkini ise buna
itiraz ederek şöyle demiştir: "Bu, amel edilen bir görüş değildir. "
Talakta iki erkek
şahidin şart koşulması hükmünden şu durum istisna edilir: Boşama bir bedel
karşılığında ggerçekleşmiş olsa ve koca, [bu boşama sebebiyle karısında alacağı
olduğunu] iddia etse bu dava bir şahit ve yeminle sabit olur. Bu mesele bir
bilmece olarak şöyle sorulur: Bir şahit ve bir yemin ile sabit olan talak
hangisidir?
Müslümanlığın sabit
olması ile ilgili husustan şu durum istisna edilir: Kafirlerden birisi esir
alınmadan önce Müslüman olduğunu iddia etse ve buna dair bir erkek ve iki kadın
şahit gösterse bu yeterli olur; çünkü amaç kendisinin köle yapılmaması ve
kendisinden fidye alınmamasıdır. Bu, öldürmeyi nefyetmez. Bunu Maverdi
zikretmiştir.
el-Bahr adlı eserde
Saymerı'den şu nakledilmiştir: Bir kimse, murisinin Müslüman veya kafir olarak
öldüğüne dair bir erkek iki kadın şahit getirse veya bir şahide birlikte
kendisi yemin etse bu şahitlik kabul edilir; çünkü bununla amaç mirasın
ispatıdır. el-Bahr yazarı bu görüşa garip bulmuştur.
113. Genellikle yalnızca
kadınların bildiği veya erkeklerin genellikle görmediği bakirelik ve dulluk,
cinsel organda kemik veya et bulunması, kadının doğurması, hayız, emzirme,
kadınlara ait elbiselerinin iç tarafından bulunan [dışarıdan görülmeyen] mesela
cinsel organda yara bulunması gibi kusurlar -kadın ister hür ister cariye
olsun-, bir çocuğun sağ olarak doğması gibi konular yukarıda zikredilenlerle
yani iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olduğu gibi sadece
dört kadının şahitliğiyle de sabit olur. Çünkü İbn Ebı Şeybe, Zührl'den şunu
rivayet etmiştir: "Kadınların doğum yapması ve [cinsel] kusurları gibi
kadınlardan başkalarının muttali olamayacağı konularda kadınların şahitliğinin
geçerli olacağı öteden beri uygulanagelen sünnettir. "(İbn Ebı Şeybe,
Musannef, 5, 82)
Diğer hususlar da ,
belirtilen ölçü bakımından ona ortak olana kıyas edilmiştir.
Kadınların bu konularda
tek başlarına şahitliği kabul edilince, iki erkeğin veya bir erkek ve iki
kadının şahitliği evleviyetle kabul edilir.
Not: Nevevi'nin hayızı örnek vermesi buna ilişkin
delil getirmenin mümkün olduğu konusundna açık bir ifadedir. Zerkeşi şöyle
demiştir:
"Doğru olan budur.
Talak bölümünde geçen şu hüküm doğru değildir:
Kişi karısının boşanmasını
onun hayız görmesine bağlasa, kadın da "hayız gördüm" dese ve koca
bunu inkar etse, yeminle birlikte kadının sözü kabul edilir; çünkü buna delil
getirmek mümkün deiğldir. Zira kan görülse bile bunun adet kanı olduğu
bilinemez. Çünkü istihaza olabilir.
Rafii ve Nevevi bunu
diyetler bölümünde de açık olarak ifade etmiştir."
İbn Şühbe'nin belirttiği
üzere bu şöyle yorumlanır: "Buna dair delil getirmek tamamen imkansız
olmamakla birlikte zordur." Böylece ortada bir çelişki yoktur.
Nevevi fetvalarında
kadınların şaihtliğinin onların bu konuda tecrübeli olmalarına binaen kabul
edileceğini söylemiştir. Bunu İbnü's-Sabbağ ve Beğavl'den aktarmış ve bu konuda
görüş ayrılığı olmadığını söylemiştir. Ancak onun ortaya koyduğu gerekçeye göre
bu hüküm iki erkeğin şahitliğiyle veya bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle
sabit olmaz. Ancak bunu kastetmemiştir.
Kaffal ve başkaları süt
emzirme meselesini "süt emzirme memeden olursa" şeklinde
kayıtlamışlardır. Şayet sağıimış sütün kaptan içirilmesi yoluyla olursa o zaman
bu meselede kadınların şahitliği kabul edilmez. Ancak onların "bu süt, şu
kadındandır" şeklindeki şahitliği kabul edilir. Çünkü erkekler genellikle
buna muttali olamazlar.
NevevI" elbise
altında" ifadesi ile Ravdatü't-talibin'de Beğavl'den aktarıp onayladığı şu
durumu dışarıda bırakmıştır: Hür kadının yüz ve ellerinde bulunan kusur ancak
iki erkeğin şahitliğiyle sabit olur. Cariyenin yüzünde ve iş yaparken görünen
yerlerinde var olan kusur bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olur;
çünkü bundan amaç maldır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bu ve önceki hüküm ancak kadına bakmanın helal olduğu görüşü
esas alındığında söz konusu olabilir. Rafii ve NevevI'nin ilk konuda,
NevevI'nin ikinci konuda doğru saydığı "kadının yüzüne bakmak
haramdır" görüşü esas alındığında ise bu konuda yalnızca kadınların
şahitliği dikkate alınır.
Buna şöyle cevap
verilir: yüz ve ellere yabancı erkeğin bakmasının haram olduğu görüşünü kabul
etsek bile genellikle buralara erkekler de muttali olur; çünkü kadının
mahremleri ve kocanın buralara bakması caizdir. Ayrıca yabancı erkeğin öğretim,
[ticari] muamele ve şahitliği yüklenmek için kadının yüzüne bakması caizdir.
Veliyyü'I-lraki şöyle
demiştir: "Maverdi, kadınların yüz ve ellerindeki kusurlar konusunda ancak
erkeklerin şahitliğinin kabul edileceği konusunda mutlak icma aktarmış, bu
konuda cariye ve hür arasında ayrım yapmamıştır. Kadı Hüseyin de her iki konuda
bunu açık olarak belirtmiştir."
Yani bu durumda cariye
konusunda sırf kadınların şahitliği kabul edilmez, daha önce geçtiği üzere
-orda belirtilen sebeple- abir fii\ erkek ve kadının şahitliği kabul edilir.
Nevevi'nin
"genellikle yalnızca kadınların bildiği" ifadesinden anlaşıldığına
göre yalnızca kadınların bildiği meselelerde kadının ikrarı konusunda
kadınların şahitliği yeterli değildir.
Bu doğrudur; çünkü
erkekler genelde diğer ikrarları duyduğu gibi bunu da duyar.
Nevevi'nin daha önce
geçen "dört kadınla" ifadesi bunun bir şahit ve yeminle sabit
olmayacağı anlamına gelmektedir ki Maverdl'nin süt emzirme konusunda açık
olarak ifade ettiği üzere hüküm böyledir.
Rafii "bu,
alimlerimizin genelinin mutlak ifadesine uygun olandır" demiştir.
Nevevi yalnızca dört
ifadesi ile yetinmiş olsaydı bundan bu dört sayısının kadınlara özgü olduğu
anlaşılmış olacaktı. Çünkü dört kelimesinin sonundaki müenneslik ta'sı, sayılan
şey müennes olduğunda bulunmaz.
Çift cinsiyetli
şahıslara gelince, tercihe şayan görüşe göre onlar konusunda ihtiyata riayet
edilir. O, buluğa erdikten sonra kendisini erkekler de kadınlar da göremez. Bir
görüşe göre ise küçüklük hükmü ıstıshab yoluyla devam ettirilir. Rafii'nin
Tehzm'te aktardığı üzere iziksel kusurlar konusunda şahidik edecek kimsenin tıp
bilgisine sahip olması şarttır.
114. Nevevi daha sonra
bir şahit ve yeminle sabit olan ve olmayan şeyin bilinmesini sağlayacak bir
ölçü ortaya koyarak şöyle demiştir: Haklardan bir erkek ve iki kadının
şahitliğiyle sabit olan her şey, bir erkek ve yeminle de sabit olur. Çünkü bir
erkek ve iki kadın daha güçlüdür. Daha güçlü ile sabit olmayan şeyondan daha
düşük olanla da sabit olmaz.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Nevevi'nin sözlerine "kasıt benzeri adam öldürmede karine
oluşturan durum" bir itiraz noktası teşkil eder. Çünkü bunun için bir
şahit ve birden fazla yemin yeterlidir. Oysa bu, bir erkek ve iki kadının
şahitliğiyle sabit olmaz.
Buna şöyle cevap
verilir: Nevevi burada birden fazla edilen yeminleri değil tek olarak edilen
yemini kastetmiştir.
115. Bir erkek ve iki kadın
ile sabit olan her şey bir erkek ve yeminle de sabit olur.
Çünkü Müslim'in rivayet
ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şahit ve yeminle hüküm vermiştir.
(Müslim, Akdiye, 4447) Yine Beyhaki,
HilMiyyat adlı eserinde "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şahit ve yeminle hüküm
vermiştir" şeklindeki hadisi yirmi küsür sahabıden rivayet etmiştir.
ZerkeşI şöyle demiştir:
Bu, HanefIlerin "bu hüküm haber-i vahidle sabit olup bununla Kur'an
neshedilmez" şeklindeki iddialarını bertaraf etmektedir.
Bir şahit ve yemin ile
hüküm vermeyi önceki ve sonraki alimlerin çoğunluğu kabul etmiştir.
Dört halife de bunlar
arasındadır. Bunu, Ömer bin Abdülaziz bütün şehirlerdeki memurlarına yazmıştır.
İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel'in görüşü de bu şekildedir. Ebu HanIfe bu konuda
bu saydıklarımızın tümüne muhalefet etmiştir.
116. Sadece kadınların
kusurları gibi konular bundan istisna edilmiş olup bu, bir şahit ve yeminle
sabit olmaz; çünkü mal konusunun aksine bu önemli bir konudur.
Not: Demırınin de söylediği gibi mutlak ifadenin
"hür kadın" şeklinde kayıtlanması gerekir. eariyeye gelince ona
ilişkin davada şahitlik bu belirtilenlerle kesin olarak sabit olur, çünkü o bir
maldır. Maverdi bunu kesin olarak belirtmiştir.
Nevevi'nin istisnayı bu
şekilde sınırlandırılmasına itiraz ederek mal davasında tercüme veya şahitlik
konusu zikredilmiştir. Çünkü bu, bir erkek ve iki kadınla sabit oldUğU halde
tercümede şahit ve yeminin yeri yoktur; çünkü bu mal değildir. Bu yalnızca
davacı veya şahidin sözünü man en haber vermektidr.
117. Haklar içinde iki
kadın ve bir yeminle sabit olan bir hak yoktur. Bu husus mal davasında
kesinlikle kabul edilirken kadınların tek başına şahitliğinin kabul edildiği
davalarda ise daha doğru görüşe göre böyledir; çünkü dinde böyle bir şey varid
olmamıştır. Ayrıca dinde, bu konu dışında iki kadının şahitliğinin bir erkeğin
şahitliği gibi değerlendirildiği bir konu yoktur.
118. Nevevi daha sonra
bir şahit ve yeminle yetinmenin şartından söz ederek şöyle demiştir:
Davacı bu davada ancak
şahidinin şahitlik etmesi ve şahitliğe elverişli olduğunun tespit edilmesinden
sonra yemin eder. Çünkü davacınm tarafı ancak bundan sonra güçlenir.
Yemin daima güçlünün
yanında olur. Bu mesele erkeğin şahitliğinin iki kadının şahitliğinden önce
yapılmasının şart koşulmamasından şu açıdan farklıdır: İki kadın kesin olarak
bir erkek yerine geçmektedir. Oysa iki erkek arasında tertip söz konusu
değildir.
Not: Bir şahit ve yeminle hükmetmek [konusunda üç
ihtimal söz konusudur:]
a) İkisi birlikte olur.
b) Yalnızca bir
şahitlikle hüküm verilir, yemin ise şahitliği pekiştirir.
c) Bunun aksi söz
konusudur. Yani yeminle hüküm verilir, şahitlik onu pekiştirir.
Bu görüşlerin ilki en
güçlüsüdür. Görüş ayrılığının pratiğe etkisi şurada görülür: Şahit rücu etse ilk
görüşe göre dava konusu şeyin yarısını tazmin eder. İkinci görüşe göre tümünü
tazmin eder. Üçüncü görüşe göre tazmin gerekmez.
119. Kişi yemin ederken
şahidinin doğru söylediğini ve kendisinin iddia ettiği şeyde hak sahibi
olduğunu kesin olarak belirtir. Bunu şu ifadelerle yapar: "Vallahi benim
şahidim, şahitlik ettiği meselede doğru söylemektedir. Ben dava konusu şey
üzerinde hak sahibiyim.
Not: Nevevi'nin "-ve" bağlacı ile
meseleyi ifade etmesinden hakkı ispat etmek için yemin etmesiyle şahidinin
doğru söylediği konusunda yemin etme arasında bir tertip bulunmadığı
anlaşılmaktadır. Cüveyni bu konuda ittifak bulunduğunu nakletmiştir. Kişi yemin
ederken şahidinin doğru söylediğine temas eder; çünkü yemin etmek ve kişinin
şahit tutması cinsleri farklı iki delildir. Bu sebeple tek türden bir delilmiş
gibi olabilmesi için ikisinin birbiriyle irtibatlandırılması dikkate
alınmıştır.
120. Davacı, getirdiği
bir şahidin şahitlik etmesinden sonra yemin etmeyip hasmının yemin etmesini
istese bunu talep edebilir; çünkü kendisi yemin etmekten sakınan bir kimse
olabilir. Şayet hasmı yemin ederse dava düşer. Rafii'nin İbnü's-Sabbağ'dan bu
şekilde nakletmiştir. Ancak davaiının yemin etmesinden sonra şahitler getirirse
o zaman bu şahitler dinlenir; çünkü davacının şahitleri getirmesi mümkün
olmamış olabilir. Bu sebeple mazur görülür. Tek bir şahidin şahitlik etmesinden
sonra yemin davacıya döner, bundan kaçmmakta mazur değildir.
121. Davalı yemin
etmekten kaçmırsa davacı [geri döndürülen yemini edebilir mi? Bu konuda İmam
Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
geri döndürülmüş yemini edebilir. Nitekim kendisinin hiçbir şahidi olmamış
olsaydı veya davalı yeminden kaçmmış olsaydı bunu yapabilirdi. Zira bu yemin,
kendisinin [ilk baştan] kaçmmış olduğu yeminden farklıdır. Zira diğer yemin,
kendi tarafı bir şahitle kuvvetlenmiş olan yemindir. Diğeri ise kendi tarafı,
davaiının yeminden kaçmmış olmasıyla kuvvetlenmiş olan yemindir. Ayrıca diğer
yeminle ancak mal davasmda hüküm verilir. Bu yeminle ise her türlü hakta hüküm
verilir.
İkinci görüş
Davacı geri döndürülmüş
yemini edemez; çünkü ilk başta yemin etmeyi terk ettiğinden bir daha buna
dönemez.
Bu görüş yukarıda
belirtilen gerekçeyle reddedilmiştir.
122. İlk görüşe göre davacı,
geri döndürülmüş yemini etmezse yemin etme hakkı düşer.
Davalar bölümünde
geleceği üzere hasmından talepte bulunamaz.
123. Bir şahsın elinde
kölesi olarak bulunan cariye ve onun çocuğu hakkında başka bir şahıs "bu
cariye benim ümmüveledimdir. Bu çocuğa benim mülkiyetimdeyken hamile
kaldı" dese ve bir şahit getirip bir de yemin etse kadının ümmüveled
olması sabit olur; çünkü ümmüveledin hükmü, malın hükmüdür. Bu durumda
ümmüveled, onu bulunduran şahsın elinden alınır ve tıpkı diğer mallarda olduğu gibi
davacıya teslim edilir. Davacı öldüğünde onun azat olduğuna ikrarı sebebiyle
hükmedilir. el-Minhac ve Ravdatü't-talibin'deki ifadenin çağrıştırdığının
aksine bu, onun getirdiği şahitlik ve yemin sebebiyle değildir. Çünkü
ümmüveledlik, eksik olan hüccetle sabit olmaz.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Kişinin dava esnasında "bu cariye ümmüveledlik hükmüne
binaen şu ana kadar benim mülkiyetimdedir" demesi gerekir; çünkü cariyeyi
ümmüveled edindikten sonra onun üzerindeki mülkiyeti ortadan kalkmış olabilir.
Bu şöyle olabilir; mesela cariye bağlayıcı bir şekilde rehin verilmişken ve
rehin alan kişi, cariyenin sahibinin onunla ilişkide bulunmasına izin vermediği
ve borçlu da fakir olduğu halde [bir şekilde cariye ile ilişkide bulunmuş ve
cariye çocuk doğurmuş olsa] bu durumda cariyenin ümmüveled olması rehin alan
kişi hakkında geçerli olmaz. Suç işlemiş olan cariye de böyledir.
Bu itiraza şöyle cevap
verilir: Bu, uzak bir ihtimalolup davada bu ihtimal esas alınamaz.
124. Yukarıdaki durumda çocuğun
nesebi ve hürriyeti [sabit olur mu? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
bu ikisi bir şahit ve yeminle sabit olmaz; çünkü bu eksik hüccettir.
İkinci görüş
Bu ikisi [cariyenin
ümmüveled olmasına tabi olarak] sabit olur. Bu durumda çocuk, onu elinde
bulunduran kişinin elinden alınır. Davacının ikrarına binaen hür ve onun ne se
bine bağlı olur.
125. İlk görüşe göre
çocuk, onu elinde bulunduran kişinin elinde kalmaya devam eder. Onun nesebinin
ikrar yoluyla davacıya bağlanması meselesinde ise ilgili konuda geçen hükümler
geçerlidir. Rafii şöyle demiştir.
Buna göre çocuk küçükse,
vela bağını efendi için korumak adına çocuğun nesebi sabit olmaz. Çocuk büyük
olup da ikrarda bulunan kişinin sözünü tasdik ederse daha doğru görüşe göre
nesep sabit olur.
126. Bir kimsenin elinde
köle olarak tutuğu bir şahıs hakkında başka bir şahıs "bu benim kölemdir,
onu ben azat ettim. Sen haksızlık yaparak onu köle olarak tutuyorsun" dese
ve buna dair bir şahitlek birlikte yemin etse veya bir erkek ve iki kadın bu
konuda onun lehine şahitlik etse [hüküm ne olur? Bu konuda iki rivayet
bulunmaktadır:]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre köle olarak tutulan şahıs onu tutan kişinin elinden alınır ve hür
kabul edili. Nevevi'nin sözünün zahirinden anlaşıldığının aksine bu, şahitlik
sebebiyle değil ikrar sebebiyledir. Nitekim Nevevi "onun nesebini
kendisine bağlaması velayı içerse de" diyerek bunu açık olarak ifade
etmiştir. Çünkü vela, buna bağlıdır.
İkinci rivayet
Bazıları ümmüveled ile
ilgili meseleden bunun nefyedilmesine bağlı olarak iki görüş çıkarmıştır.
Bazıları ilk rivayeti
tek görüş olarak nakletmiştir ki eş-Şerhu'l-kebir'de tercih edilen budur.
Arada şu fark vardır:
Burada davacı mülkiyet iddiasında bulunmaktadır. Onun delili bunu ispat etmeye
elverişlidir. Azat da kendisinin ikrarına dayalı olarak gerçekleşmektedir.
127. Ölen şahsın
mirasçılarının tümü veya bazıları murislerine ait somut bir mal, bir alacak
veya menfaat iddiasında bulunarak murislerinin öldüğüne ve kendilerinin de onun
mirasçısı olduklarına dair delil getirdikten sonra bu mala dair bir şahit
getirseler ve mirasçılardan birisi buna dair yemin etse sadece o kişi o maldaki
/ alacaktaki hakkını alır, ister orada olmadığı için isterse orada olup da
yeminden kaçındığı için olsun yemin etmeyenler buna ortak olamaz, çünkü delil
yalnızca yemin eden kimse hakkında tamamlanmıştır.
İmam Şafii burada bu hükmü
açık olarak belirtmiştir. Sulh bölümünde ise şöyle demiştir: İki kişi bir ev
veya miras iddiasında bulunsalar, davalı bu şahıslardan yalnızca birinin kendi
payına ilişkin iddiayı kabul edip diğerininkini yalanlasa yalanlanan kimse
tasdik edilen kimseye ortak olur.
Bazıları sulhe ilgili bu
hükümden hareketle bu meselede tahrk yoluyla bir görüş ortaya koyarak yemin
etmeyen kimsenin yemin edene ortak olacağını söylemiştir; çünkü mirasçılık şayi
hisseli olarak sabit olur. Alimlerin çoğunluğu ise İmam Şafii'nin buradaki açık
görüşünü esas almışlar ve arada şöyle bir fark olduğunu belirtmişlerdir: Burada
hükmün sabit olması bir şahit ve yeminle olmaktadır. Şayet ortaklığı sabit
kabul etse k o zaman kişiye başkasının yeminine dayalı olarak bir şeyi temlik etmiş
oluruz. Diğer meselede ise mülkiyetin sabit olması davalının ikrarıyla olmakta,
daha sonra bu ikrar, tasdik edilen şahsın da mirasçı olduğu ikrarını peşinden
getirmektedir. Ayrıca burada yemin etmekten kaçınan kimse yemin ederek hakkına
ulaşma imkanına sahiptir. Bunu yapmadığında hakkını terk etmiş olmaktadır.
Not: Nevevi'nin ifadesinden mirasçıların bir
kısmının / birinin kendisinin hissesi üzerine yemin edeceği gibi bir anlam
anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine eş-Şerhu'l-kebir'de Ebu'lFerec'ten
aktarıldığı üzere yemin eden kişi mirasın bütünü ÜZerine yemin eder. Rafii daha
sonra "başkalarının ifadesinde buna aykırı sözler yer almaktadır"
demiştir.
128. [Yukarıdaki davada]
mirasçılar içinden o şehirde hazır bulunup da kendisine yemin ettirilmesi
mümkün olanlardan şahitle birlikte yemin etmekten kaçınan ve ehliyeti tam olan,
yani baliğ ve akılolan kişinin hakkı geçersiz olur. Bu kişi yeminden
kaçındıktan sonra ölse, onun mirasçısı ne o şahitle birlikte ne de getireceği
başka bir şahide birlikte yemin edebilir.
129. Bu ikinci mirasçı
[da bir şahit getirse] kendisinin getireceği şahidi ilk şahide ekleyerek iki
şahitten oluşan bir delil ortaya koyabilir mi? Cüveyni burada iki ihtimalin söz
konusu olduğunu belirtmiştir. Bu iki ihtimal şu meseleye dayalıdır: Bir davacı
davada bir şahit getirdikten sonra ölse ve onun mirasçısı başka bir şahit daha
getirse iki ihtimal söz konusu olabilir: Birinci ihtimale göre bu ikinci şahidi
ilkinin üzerine ekleyebilir. Diğer ihtimale göre ise mirasçı, davayı
yenileyerek ilk şahidi de dahil etmek suretiyle iki şahit getirmelidir.
Cüveyni'nin sözünden ilk
görüşün kesin olarak kabul edileceği anlaşılmaktadır.
130. Kişi yeminden
kaçınmadan önce ölse onun mirasçısı yemin edebilir. Maverdi ve Cüveyni
"şayet murisinden hakkını iptaml eden bir durum meydana gelmemişse"
demişlerdir. Bu durumda şahitliği tekrarlamaya gerek yoktur.
131. Yemin etmeyen kişi
gaib ise veya çocuk yahut akıl hastası ise mezhepte esas alınan görüşe göre
onun payı teslim alınmaz; çünkü İmam şafii, akıl hastası ile ilgili olarak onun
payının bekletileceğini açık olarak ifade etmiştir. Çocuk ve gaib de onunla
aynı özelliktedir.
Alimlerimiz İmam
Şafii'nin bu ifadesinin ne anlama geldiği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Alimlerin çoğunluğu şöyle
demişlerdir: "İmam Şafii akıl hastalığı sona erip de yemin edinceye ve
hakkını alıncaya kadar yahut da yeminden kaçınıp hiçbir şey almayıncaya kadar
beklenir." Buna göre mal, davalının elinden alınmaz.
Bir görüşe göre ise İmam
Şafii şunu kastetmiştir: Bu kişinin payı davalının elinden alınır. İlgili
şahsın yemin etmesine kadar kendisine verilmez.
132. Kişinin özrü
ortadan kalksa yani gaibolan kimse gelse, çocuk buluğa erse ve akıl hastası
iyileşse yemin eder ve kendi payını yeniden şahitMi tekrarlama ve dava açmaya
gerek olmaksızın alır; ölü lehine dava açılıp ve bir şahit getirilmesi, ölen
şahsa vekaleten mirasçılar içinden birinin bunu yerine getirmesiyle
tamamlanmıştır.
Bu durum şundan
farklıdır: Dava mirasçılıktan başka bir yön sebebiyle olsa, mesela;
> Bir kimse bir
şahsın kendisine ve kayıp olan veya çocuk olan yahut akıl hastası olan erkek
kardeşi lehine vasiyette bulunduğunu iddia etse,
> Yahut "ben ve
gaib olan erkek kardeşim senden şunu satın almıştık" diye iddiada bulunup bir
şahit getirse ve onunla birlikte yemin etse,
Bu durumda çocuk buluğa
erdiğinde, akıl hastası iyileştiğinde veya gaip olan geldiğinde davanın ve
şahitliğin tekrarlanması gerekir. Çocuk, akıl hastası ve gaibin payı kesin
olarak alınmaz; çünkü miras davası ölen şahıs adına olup bu kişi birdir,
mirasçı da onun halefidir.
Oysa başka davalarda hak
birden fazla kişiye aittir. Ortada bir izin ve velayet olmadığı sürece kişi
başkası adına dava açma ve delil getirme yetkisine sahip değildir.
Rafii ve Nevevi şöyle
demiştir: Davaya başlamamış olan veya durumdan haberi olmayan hazır ve kamil
kimsenin -yukarıda bahsi geçen kamil kimseden farklı olarak- hakkının devam
etmesi bakımından çocuk vb. gibi kabul edilmesi gerekir.
Not: Nevevi'nin davanın tekrarlanmayacağını
söylediği durum şahidin durumunda onun şahitliğini reddetmeyi gerektirecek bir
değişiklik meydana gelmemesi halinde söz konusudur. Şayet değişiklik meydana
gelirse o zaman mezhep içinde iki görüş söz konusudur. Ezrai'nin de belirttiği
üzere tercihe şayan olan, bu durumda dava tekrarlamaksızın bunun
yapılamayacağıdır. Çünkü hüküm, yemin eden kimseye değil diğer şahsın
şahitliğine bitişmiştir.
ZerkeşI'nin belirttiğine
göre şahidin durumunda değişim meydana gelse de gelmese de şahitliği
tekrarlamaya gerek olmayan durum ilk şahsın hakkın bütününü iddia ettiği
durumdur. Şayet yalnızca kendi hissesinde hak iddia etmişse o zaman şahitliği
tekrarlamak şarttır.
[Konunun girişinde
Şirbinı, şahitliğin beş rüknü olduğunu belirtmiş ve bunları sayarken
"şahit", "lehine şahitlik edilen kişi", "aleyhine
şahitlik edilen kişi", "şahitliğe konu olan şey" ve
"şahitlikte kullanılan sözlü ifade" olarak belirtmiştİ. Bunların ilki
olan "şahit" konusunda bilgi verilirken yer yer lehine ve aleyhine
şahitlik edilen kişi ve şahitlikte kullanılan sözlü ifade konusu da geçtiği
için Şirbinı onlara dair müstakil başlık açmamıştır. Aşağıda şahitliğe konu
olan şey meselesi ele alınacaktır.]
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN