MUĞNİ’L-MUHTAC

ŞAHİDLİKLER

 

1. Şahit

 

1.1. Şahitte Bulunması Gereken Şartlar

 

Şahidin Müslüman, hür, mükellef, adalet sahibi, kişilik sahibi ve töhmet altında olmayan bir kimse olması şarttır.

 

1. Şahitte bulunması gereken şartlardan biri onun -velev ki başkasına tabi olarak bile olsa- Müslüman olmasıdır. Buna göre kMir bir kimsenin bir Müslüman aleyhine şahitliği kabul edilmez. Ebu Hanife'nin görüşünün aksine kMirin kMire şahitliği de kabul edilmez.

 

Ona göre ise bu kabul edilir. Ahmed bin Hanbel'e göre ise vasiyet konusunda onların şahitliği kabul edilir.

 

Bizim delilimiz "içinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun" [etTalak, 2] ayetidir. Kafir adalet sahibi olmadığı gibi bizden de değildir. Ayrıca o, fasıkların en fasığı olup Allah'a karşı yalan söyleyen birinin insanlara karşı yalan söylemeyeceğinden emin olunamaz.

 

2. Şahitte bulunması gereken şartlardan biri de -velev ki içinde bulunduğu ülkeye tabi olarak bile olsa- hür olmasıdır. Buna göre Ahmed bin Hanbel'in görüşünün aksine köleliği kısmen bile olsa veya efendisiyle özgürlük sözleşmesi yapmış olsa bile kölenin şahitliği kabul edilmez; çünkü şahitliği eda etmede velayet özelliği vardır. Kölede ise velayet yoktur.

 

3. Şahitte bulunması gereken şartlardan biri de mükellef olmasıdır. Buna göre akıl hastasının şahitliğinin kabul edilmeyeceği nde icma vardır. Çocuğun şahitliği de kabul edilmez. Çünkü ayette "adamlarınızdan [şahit tutun]" [Bakara, 282] buyrulmuştur.

 

Not:  NevevI'nin el-Muharrer, Ravdatü't-talibin ve başka eserlerde olduğu gibi "[Şahitte bulunması gereken şartlar] İslam, hürriyet ve mükellefiyettir" demesi daha iyi olurdu.

 

4. Şahitte bulunması gereken şartlardan biri de adalet sahibi olmasıdır. Buna göre fasığın şahitliği kabul edilmez; çünkü Allah "Size bir fasık haber getirirse onu iyice araştırın" [el-Hucurat, 6] buyurmuştur.

 

5. Şahitte bulunması gereken şartlardan birisi de şahsiyet sahibi olmasıdır. Bu, istikamet üzere olması [yani hal ve hareketlerinin, gidişatının düzgün olması]dır. Çünkü şahsiyet sahibi olmayan kişinin utanma özelliği de yoktur. Utanma özelliği olmayan kişi ise aklına estiği gibi [doğru, yalan demeden] konuşur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Utanmadıktan sonra dilediğini yap. (Buhari, Edeb, 6120; Ebu Davud, Edeb, 4797)

 

Bu hadis ileride açıklanacaktır.

 

6. Şahitliğin şartlarından birisi de yaptığı şahitlikte töhmetin söz konusu olmamasıdır. Nitekim Allah T eala şöyle buyurmuştur:

 

> Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. [el-Bakara, 282]

 

[Töhmetin olduğu durumda şüphe olur; çünkü] şüphe, töhmetler sebebiyle olmaktadır.]

 

Ayrıca Hakim, Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şunu rivayet etmiştir.

 

> Töhmet sahibi ve düşmanlık sahibinin şahitliği geçerli değildir. (Hakim, Müstedrek, 4, 99)

 

Not:  Nevevi'nin zikretmediği bazı şartlar du bulunmaktadır. Bunları şu şekilde belirtebiliriz:

 

a. Şahidin konuşabilir olması. Dilsiz kimsenin işaretleri anlaşılabilir olsa bile şahitliği kabul edilmez.

 

b. Şahidin uyanık olması. Bunu et-Tenbıh yazarı, CürczlDI ve başkaları belirtmiştir. Buna göre sıkça gaflete düşen kişinin şahitliği kabul edilmez.

 

c. Sefihlik sebebiyle tasarruflarının kısıtlanmamış olması. eşŞerhu'l-kebir'de "tevbe" konusunun hemen öncesinde Saymerf den naklen belirtildiğine göre onun şahitliği kabul edilmez. Rafiı "vasiyet" bölümünde bunu tek görüş olarak nakletmiştir.

 

 

1.2. Adalet Şartının Açıklanması

 

Adaletin şartı büyük günahları işlemekten ve küçük günahta ısrar etmekten kaçınmaktır.

 

[Günahlara gelecek olursak] doğru görüşe göre tavla oynamak haramdır.

 

Satranç oynamak mekruhtur. Şayet her iki taraftan mal ödenmesi şart koşulursa o zaman bu, kumar olur.

 

[Develeri yürütmek için] nağme söylemek ve bunu dinlemek mubahtır.

 

Aletsiz [enstrümansız] olarak şarkı söylemek ve dinlemek mekruhtur.

 

Şarap içenlerin şian olan tanbur, ud, zil, Irak sazı kullanmak ve dinlemek haramdır. Daha doğru görüşe göre kaval / ney haram değildir. Ben [NevevI] derim ki: Daha doğru görüşe göre haramdır. Allah en doğrusunu bilir.

 

Düğün ve sünnet için def çalmak caizdir. Daha doğru görüşe göre bu ikisi dışındaki şeyler için de -zilleri olsa bile- caizdir.

 

Darbuka çalmak haramdır. Bu, uzunca olup ortası dar olan bir tür davultur.

 

Muhannes [kadınlara benzemeye çalışan erkeklerlin yaptığı gibi kıntma olmadığı sürece raks [dans] etmek haram değildir.

 

Şiir söylemek ve okumak mubahtır. Ancak birini hicvetmek, fuhşiyattan olan şeyler söylemek veya belirli bir kadından söz eden şiir söylemek mübah değildir.

 

7. Adalet kelimesi sözlükte orta yolda bulunmak demektir. Adaletin şer'an gerçekleşme şartı büyük günahların tümünden kaçınmak ve bir türden veya farklı türlerden küçük günahlarda ısrar etmekten kaçınmaktır.

 

8. Bir grup alim "büyük günah" ifadesini "Kitap ve Sünnet'in açık ifadelerinde, işleyen kimse hakkında şiddetli tehdidi n söz konusu olduğu günahtır" şeklinde açıklamıştır.

 

Bir görüşe göre "had cezasını gerektiren masiyet " tir.

 

eş-Şerhu'l-kebir'de zikredilen ifadelerden alimlerin bu ikinci görüşe daha çok meylettikleri, ilk olarak zikredilen görüşün ise alimlerin büyük günahları ayrıntılı olarak zikrettikleri esnadaki ifadelerine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü alimler, karşılığında had cezası olmadığı halde faiz, yetim malı yemek ve yalancı şahitlik gibi günahları büyük günahlar arasında saymışlardır.

 

Cüveyni şöyle demiştir: "Büyük günah, işleyen kimsenin dini çok önemsemediğini hissettiren her türlü günahtır."

 

9. Yukarıda zikredilen tariflerin işaret ettiğine göre [şahitlik konusunda] büyük günah ile kastedilen günahlar bid'atlar kapsamında olan "inanca ilişkin büyük günahlar" değildir.

Çünkü tercihe şayan olan görüşe göre -ileride geleceği üzere- sahibinin kafirliğine hükmetmediğimiz durumda bu gibi bid'at inançların sahiplerinin şahitliği kabul edilir.

 

10. Yukarıdaki ifadeler, büyük günahın tanımlanması için zikredilen ifadelerdir. Büyük günahların sayılmasına gelince bunlar pek çoktur.

 

İbn Abbas (r.a) "büyük günahlar yetmişe yakındır" demiş, Said bin Cübeyir ise "yedi yüze yakındır" demiştir. Bu, türlerinin sınıfları itibarıyladır. Bunun dışındaki masiyetler ise küçük günahlardır. Her iki gruba giren günahlardan bir miktar zikretmekte bir sakınca yoktur.

 

11. İlki [büyük günahlar] kapsamında şunlar zikredilebilir:

 

Bir özür söz konusu değilken namazı vaktinden önceye almak veya geciktirmek, zekat vermemek, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaya gücü yettiği halde bunu terk etmek, Kur'an'ı unutmak, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, Allah'ın imtihanına karşı kendisini güvende görmek, kasten veya kasıt benzeri yolla adam öldürmek, savaştan kaçmak, faiz yemek, yetim malı yemek, Ramazan'da özürsüz olarak oruç bozmak / tutmamak, ana-babaya asi olmak, zina etmek, liavata yapmak, yalan yere şahitlik etmek, az da olsa şarap içmek, hırsızlık yapmak, gasp etmek, özürsüz yere şahitliği gizlemek, haksız yere Müslümana vurmak, akrabalık bağlarını kopartmak, kasten Allah Resulü (s.a.v.) adına yalan uydurmak, sahabeye sövmek, rüşvet almak, laf taşımak, gıybet etmek, haram olan bakış, karşılığında had cezası olmayan e zarar verme de olmayan yalan söylemek, insanların evlerini dikizlemek, bir Müslümanla ilişkisini üç günden fazla süreyle kesmek, çokça düşmanlık yapmak, namazda iken gülmek, ağıt yakmak, musibetle karşılaşınca yaka-paça yırtmak, yürürken çalım satmak, fasıklar arasında onlarla hoşça vakit geçirerek oturmak, akıl hastaları / çocuklar ve necasetleri ile mescidi kirleteceği zannı olan kimseleri mescide sokmak, bir ihtiyaç yokken kişinin bedeninde veya elbisesinde necis bir şey kullanması.

 

12. Kişi büyük günah işlediğinde veya tek bir türden yahut farklı türlerden küçük günah üzerinde ısrar ettiğinde bu durum onun adalet vasfını ortadan kaldırır. Ancak Nevevi'nin ifadesinden bu durumda adaletin mutlak olarak ortadan kalkacağı anlaşılmaktaysa da alimlerin çoğunluğuna göre kişinin taati, isyanından fazla ise adalet vasfı ortadan kalkmamış olur.

 

Not:  Israr kelimesinin "büyük günah [kebair]" ifadesine atfedilmesi has olan bir sözcüğün amm olan bir sözcüğe atfedilmesi [özelin genele atfedilmesi] kabilindendir; çünkü dah doğru görüşe göre küçük günahta ısrar etmek de büyük günahtır. [Zayıf] bir görüşe göre nasıl ki büyük günaha devam etmekle kafir olunmazsa küçük günahta ısrar etmek de onu büyük günah yapmaz.

 

Adalet sahibi bir kimse mesela yarın büyük bir günah işlemeye mesela zina etmeye niyet etse bununla [sırf niyet etmekle] fasık olmaz. Ancak küfre niyet etmek bundan farklıdır.

[Kişi kafir olmaya niyet ettiği anda kafir olur.]

 

13. [Tavla oynamanın hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Doğru görüşe göre tavle oynamak haramdır. Çünkü hadisde

şöyle buyrulmuştur:

 

> Tavla oynayan, Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur.(Ebu Davud, Edeb, 4938)

Bu görüşe göre tavla oynamak küçük günahlardandır.

 

İkinci görüş

 

Tavla oynamak tıpkı satranç oynamak gibi mekruhtur.

 

İlk görüş sahipleri tavla ile satranç arasında şu farkın olduğunu söylemişlerdir: Satranç doğru düşünmek ve karar vermek amacıyla bulunmuş bir oyun olup savaş taktikleri ve hesap yapmaya yardımcı olur. Tavla ise zar nasıl çıkarsa ona göre oynanan bir oyun olup tıpkı fal oklarına benzemektedir.

 

Tab adı verilen oyuna gelince Subki bunun haram olduğuna dair fetva vermiştir; çünkü bu oyunda dört küçük çubuğun nasıl Çlkacağına bağlı olarak oyun oynanır. Başkaları ise tıpkı satranç gibi mekruh olduğunu söylemiştir. Rafii'nin sözü sebebiyle zahir olan ilkidir.

 

Burada genel kuralolarak şu söylenebilir: Zadada oynanan oyunların hükmü tavlanın hükmü gibi, düşünerek oynanan oyunların hükmü ise satrancın hükmü gibidir.

 

14. Satranç oyununda her iki taraftan para konulup galip gelen kişinin bu parayı alması şart koşulursa bu işlem kuram olur ve o zaman -İmam Şafii'nin el-Ümm'de işaret ettiği üzere- haram olduğu konusunda icma vardır. Bu şekilde oyun oynayan kişinin şahitliği reddedilir.

 

15. İki oyuncudan birinin [kaybetmesi halinde] para ödemesi şart koşulursa o zaman bu kumar değildir. Bununla birlikte fasit akitlerle uğraşmak olduğu için bu da haram olur.

Bunu yapanın şahitliği ise reddedilmez; çünkü bu, bir tür yoruma dayalı olarak yapılan yanlıştır.

 

16. Satranç oynama esnasında kötü konuşma veya bir farzı kasten vaktinden sonraya geciktirme -sehven geciktirme de böyledirsöz konusu olursa haramlık söz konusu olur.

Bunun tekrarlanması haram olur; çünkü bunda şahitliği reddettiren bir durum bulunmaktadır. Yine satrancın haram olduğuna inanan bir kimsenin satranç oynaması -Subkl ve başkalarının tercih ettiği görüşe göre- haramdır.

 

17. Bir tahta parçasının içine üç satır içinde bir takım küçük delikler açılıp bu deliklerin içine küçük taşlar konularak oynanan ve "hazze", "münakkıle" veya "on dört" diye isimlendirilen oyun, yere kare bir çizgi çizilip ortasına haç gibi iki çizgi çizilen ve her bir köşeye küçük taşlar konularak sürekli taşların yer değiştirdiği [üç taş] oyununa gelince; bu iki oyunun hükmü konusunda mezhepte iki görüş bulunmaktadır. Rafifnin daha önce geçen görüşünün gerektirdiği daha güçlü görüşe göre bu oyunları oynamak caizdir. İbnü'l-Mukrı ise bunların tavla gibi olduğu görüşünü esas almıştır.

 

18. Yüzük oyunu oynamak caizdir. Bunu salıncaklı olarak oynamak mekruhtur.

 

19. İmam ŞafiI, güvercinlerle oynamanın mutlak olarak mekruh olduğunu söylemiştir.

 

Kadı Hüseyin şöyle demiştir: Bu, güvercinlerle oynayan kişinin başkalarına ait kuşları çalmaması halinde söz konusu olur. Aksi takdirde haram olur ve şahitliği reddedilir.

 

20. Kişinin civciv ve yumurta elde etmek ve vakit geçirmek, kanatlarına yazılı kağıt koyup göndermek gibi amaçlarla kuş beslemek mekruhluk söz konusu olmaksızın caizdir.

 

21. HalimI'nin belirttiği üzere horoz ve köpek dövüştürmek, maylunlara dans yaptırmak, keçileri tokuşturmak haram olduğu gibi bunları seyretmek de haramdır. Yine resimlerle oynamak ve insanları bunun için toplamak da haramdır.

 

22. Develeri harekete geçirmek için şarkı okumak mubahtır. Hatta Nevevi, Menasik adlı eserinde konuyla ilgili sahih hadisler sebebiyle bunun mendup olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu develeri yürüyüş esnasında dinç tutar, uyuyanı uyandırır.

 

İhya'da Ebu Bekir ed-OlneverI'den nakledildiğine göre bir defasında o çöldeyken bir adam kendisini misafir etti. Onun yanında bağlı bir köle görünce onun durumunu sordu. Adam "bunun güzel sesi var. Benim ak develerim vardı, üzerlerine ağır yükler vurmuştum. Bu köle söylediği kasidelerle develeri coşturdu ve develer üç günlük yolu bir günde kat etti. Üzerindeki yükler indirildiğinde bütün develer öldü." Ben, kölenin affedilmesi için aracılık ettim. Benim aracılığımı kabul etti ve köleyi bıraktı. Sonra ben köleye benim için de kaside söylemesini istedim. Köle sesini yükseltince onun sesinin güzelliğinden yüzüme bir haloldu. Bunun üzerine efendisi köleye " sus" diye işaret etti.

 

23. Develeri coşturmak için söylenen nağmeli kasideyi işitmek de özelolarak dinlemek de mubahtır. Çünkü Nesai'nin , Amelü'lyevm ve'l-leyle adlı eserinde rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Abdullah bin Revaha'ya hitaben "şu kavmi harekete geçir" deyince o da derhal kaside söyledi.

 

24. Şarkı söylemek mekruhtur. Bu, şiiri sesini yükselterek [nağmeli olarak] okumaktır.

Bunun mekruhluğunun delili "insanlardan kimileri de boş sözü satın alır" [Lokman, 6] ayetidir. İbn Mesud şöyle demiştir: "Burada kastedilen, şarkıdır. "(Hakim, Müstedrek, 2, 412; Beyhaki, Şehadat, 10, 223)

Bu hadisi Hakim enNisaburı rivayet etmiştir. BeyhakI de bunu İbn abbas ve tabiundan bir grup alimden rivayet etmiştir.

 

25. Şarkı söylemenin mekruhluğu, haram kılınmış olan enstrümanlar kullanılmadığı takdirdedir. Bu halde iken şarkıyı duymak -yani dinlemek- de mekruhtur. Nevevi "duymak" yerine "dinlemek" demiş olsa daha iyi olurdu.

 

26. Enstrüman kullanılması halinde ise hem söylemek hem de dinlemek haram olur.

 

27. Enstrümansız olarak söylenen şarkıyı yabancı bir kadından dinlemek daha şiddetli mekruhtur. Şayet ondan veya tüysüz bir erkekten dinleme halinde fitneden korkulursa o zaman kesinlikle haram olur.

 

Not:  Kur'an okurken sesi güzelleştirmek sünnettir. Kur'an'ı döndürerek okumakta bir sakınca yoktur. Bu da bir topluluğun Kur'an'dan bir bölümü, sonra da diğer topluluğun devamını okuması şeklinde olur.

 

Bir ayeti düşünmek amacıyla tekrar tekrar okumakta, Kur'an okumak için bir araya gelmekte, Kur'an'ı nağmeli olarak okumakta bir sakınca yoktur. Ancak harfleri uzatına ve işba' konusunda işi aşınya vardınp harekelerden bir harf meydana getirmek veya bazı harfleri düşürmek haramdır. Bu şekilde Kur'an okuyan kişi fasık oIur. Bunu dinleyen günaha girer. Çünkü -Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de Maverdl'den aktardığı üzere bu, Kur'an'ı normaIdeki düzgün halinden çıkarmaktır.

 

Kur'an okurken tertil üzere okumak, okuduğunu düşünmek, okurken ağIamak, güzeI sesli birisinden dinlemek, karşılıklı oIarak birinin okuduğunu diğerinin dinlemesi şeklinde ders usulü okumak sünnettir. BunIarın bir kısmına abdesti bozan şeyler ele alınırken işaret edilmişti.

 

28. Haram olan içecekleri içmek üzere bir araya toplanan kimselerin şiarı olan müzik aletlerini kullanmak ve edinmek haramdır. Bunları kullanmak derken tanbur, ud, zil, Irak sazı gibi enstrümanları çalmak kastedilmektedir. Bu enstrümanları çalmak haram olduğu gibi bunları dinlemek de haramdır; çünkü bunlar insana keyif veren / eğlendiren şeylerdendir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Ümmetimden bazıları atlası, ipeği, çalgıları helal sayacaktır.(Buhari, Eşribe, 5590; EbG Davud, Libas, 4039. )

 

Cevheri ve başkaları, bu hadisin aslında geçen .... kelimesinin müzik aletleri olduğunu söylemiştir. Keman ve tanbur da çalgıIara dahildir.

 

29. [Ney / kaval çalmak haram mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

[Rafil'nin el-Muharrer'de belirttiğine göre] kaval / çalmak daha doğru görüşe göre haram değildir. Buna içi boş olduğu için Arapçada "boşluk" anlamına gelen <e.ft) denilmiştir. Bu haram değildir; çünkü yolculukta kişiyi seyre karşı hareketlendirir, dinç tutar.

 

İkinci görüş

 

Nevevi ise daha doğru görüşe göre bunun haram olduğunu söylemiştir. Beğavı bu görüşü doğru kabul etmiştir. Alimlerin çoğunluğunun ifadesi de bunu gerektirmektedir.

 

Rafii, ilk görüşü tercih etme konusunda Gazall'ye tabi olmuştur. Bulkini ve başkaları da bunun haramlığını gerektiren muteber bir delilin sabit olmaması sebebiyle ilk görüşe meyletmiştir. Bulkini, iki güvenilir doktor tarafından ney / kaval dinlemesinin hastalığına iyi geleceği söylenen kişinin bunu dinlemesinin caiz olduğu görüşünü kendi çıkarımı olarak belirtmiştir.

 

İzzeddin bin Abdüsselam alimlerin çalgı aletleri, def ve ney dinleme konusunda alimlerin farklı görüşleri bulunduğunu nakletmiştir.

 

Subki şöyle demiştir: Bilinen şekilde bunları dinlemek münker ve dalalettir. Bu, cahil ve şeytanların fiillerindendir. Bunları dinlemenin kişiyi Allah'a yaklaştırdığını iddia eden kimse yalan söylemiş ve Allah'a iftira etmiştir. Bunları dinlemenin insanın [ibadetten aldığı] zevki arttıracağını söyleyen kişi ya cahil veya şeytandır. Resulullah (s.a.v.)'ın bunu dinlediğini iddia eden kimse şiddetli bir şekilde tedip edilir. Bu kişi Allah Resulü'ne iftira atan kimseler zümresine dahil olur. Kim de Allah Resulü adına yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın. Bu, Allah'ın dostlarının ve hizbinin, Resulullah (s.a.v.)'a uyanların yolu değil, oyun-eğlence ve batıla düşkün olanların yoludur. Bu davranışı gösteren kimseye elle, dille ve kalple karşı çıkılır, tepki gösterilir. Alimlerden şarkı dinlemenin mübah olduğunu söyleyenlerin ifadesi içinde def ve kavalolmayan, erkek ve kadınların ve bakılması haram olanların bir arada bulunmadığı şeyleri dinlemektir.

 

30. Düğün için def çalmak caizdir. Çünkü Tirmizi ve İbn Mace'nin süneninde Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Bu nikahınızı ilan edin, mescitte yapın ve de! çalın. (Tirmizi, Nikah, 1089; İbn Mike, Nikah, 1895.  )

 

31. [Çocuğun] sünnetli] için def çalmak da caizdir. Çünkü İbn Ebı Şeybe'nin Hz. Ömer'den rivayet ettiğine göre o, def sesi duyduğunda birini gönderirdi. Şayet nikah ve sünnet için çalınıyorsa ses çıkarmazdı. Başka bir sebeple çalınıyorsa [çalana] sopasıyla vururdu. (İbn Eöi Şeybe, Musannef, 3, 321)

 

32. [Düğün ve sünnet dışında başka bir sebeple def çalmak caiz midir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre düğün ve sünnet dışında insanların mutluluğunu gösterdikleri doğum, bayram, uzakta olan birinin gelmesi, hastanın şifa bulması vb. durumlarda da def çalmak caizdir. Çünkü Tirmizive İbn Hibban'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) savaşların birinden Medine'ye döndüğünde esmer bir cariye kendisine gelerek şöyle dedi:

"Ey Allah'ın elçisi! Allah seni sağ salim Medine'ye döndürürse senin huzurunda def çalmayı adak olarak adadım"." Bunun üzerine Peygamberimiz ona "madem ki adak olarak adadın, o zaman adağını yerine getir" buyurdu. (Tirmizi, Mendkıb, 3695; İbn Hibban, Nüzur, 4386)

 

Ayrıca def çalmakla insan mutluluğunu göstermeyi amaçlamış olabilir.

 

Beğavı, Şerhu's-sünne adlı eserinde şöyle demiştir: "Düğünde, düğün yemeğinde, nikah akdi yapılırken ve zifafta [zifaf öncesinde] def çalmak müstehaptır."

 

İkinci görüş

 

[Düğün ve sünnet dışında] def çalmak caiz değildir. Bunun delili yukarıda geçen Hz. Ömer ile ilgili rivayettir.

 

Bulkini bir alimin veya devlet başkanının gelmesi gibi önemli bir olay sebebiyle def çalmayı, görüş ayrılığının bulunduğu konulardan istisna etmiştir.

 

33. Oef çalmak, defin zilleri olsa bile caizdir; çünkü konu ile ilgili rivayet mutlaktır.

Rivayette geçen defin, zili olmayan def olduğunu iddia eden kimsenin bunu ispat etmesi gerekir.

 

Not:  Nevevi, metinde geçen [ve zil anlamına gelen] .... "celacil" kelimesiyle neyi kastetliğini belirtmemiştir. İbn Ebi'd-Oem bununla kastedilenin defin içine konulan halka şeklindeki ziller ve tunçtan yapılıp defin yuvarlağının içindeki yarıklara konulan daireler olduğunu söylemiştir.

 

Alimlerin çOğunluğunun mutlak ifadesinin gerektirdiği üzere def çalmanın caiz olması açısından erkeklerle kadınlar arasında fark yoktur. Halımı ise bunu yalnızca kadınlara özgü kabul etmiştir.

 

34. Oarbuka çalmak haramdır. Oarbuka iki tarafı geniş, ortası dar uzunca bir davuldur. Bunun haramlığının delili Ebu Davud ve İbn Hibban'ın rivayet ettiği şu hadistir:

 

> Şüphesiz ki Allah şarabı, kuman ve darbukayı haram kılmıştır.(Ebu Davud, Eşribe, 3696; İbn Hibban, Eşribe, 5365)

 

Bunun aklı gerekçesi de şudur: Oarbuka çalmak, bunu çalmayı adet edinen kimselere özenmek anlamına gelir. Bunu çalmayı adet edinenler genellikle kadınsı tavırları olan erkeklerdir.

 

Çalgılar konusunda geçtiği üzere bunu dinlemek de haramdır.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesi, ez-Zehair adlı eserin yazarının da belirttiği üzere bunun dışındaki vurmalı çalgıların herhangi bir ayrıma tabi tutmaksızın mübah olmasını gerektirmektedir.

 

Ezrai şöyle demiştir: Ancak alimlerimizin kastı, birden fazla alimin açık ifadelerinde de görüleceği üzere eğlence için kullanılan vurmalı çalgıların dışındaki çalgılardır. Eğlence için olan vurmalı çalgıların haram olduğunu kesin olarak aktaranlar arasında İmranı, İbn Ebı AsrO.n ve başkaları bulunmaktadır.

 

İsnevi, el-Mühimmat adlı eserinde şöyle demiştir: Darbukayı davul diye anlatmak sözlüklerdeki meşhur kullanıma aykırıdır. Hattabı bunun davul olduğunu söyleyenler yanıimıştır, aksine bu tavladır, demiştir.

 

Ancak el-Muhkem adlı eserde davul ve tavla şeklinde iki kelimeyi aynı hükümde eşitlemiştir. Şu halde bunun davul olduğunu söyleyenleri hatalı görmek uygun değildir.

 

35. Raksetmek haram değildir; çünkü bu düz bir şekilde veya eğilerek hareket etmekten ibarettir. Furani ve başkalarının belirttiğine göre bu mekruh da olmayıp mubahtır. Bunun delili şu hadistir:

 

Allah Resulü, mescitte oynayan ve rakseden Habeşlileri seyretmek isteyen Hz. Aişe'nin önünde durarak ona örtü olmuş, o da bunları izlemiştir. (Buhari, salat, 455; Müslim, Salatü'l-iydeyn, 2061)

 

Hz. Aişe o esnada küçüktü veya henüz [Hz. Peygamber (s.a.v.)'in eşlerinin perde gerisinden konuşmasını emreden] hicab ayeti gelmemişti. Yahut da Hz. Aişe onların bedenlerine değil oyunlarına bakıyordu.

 

[Zayıf] bir görüşe göre raksetmek mekruhtur. Kaffal bu görüşü esas almıştır.

 

Gazalı, İhya'da şöyle demiştir:

 

Bu konuda şöyle bir ayrım yapılabilir: Hal ehlinin vecd içinde yaptıkları raks, mekruhluk söz konusu olmaksızın caizdir. Başkalarının raksetmesi ise mekruhtur.

 

Bulkini "hal ehlinin" istisna edilmesine gerek olmadığını söylemiştir. Çünkü onların raksetmesi kendi istekleri ile olmadığından bu raksetme mübah olup olmamakla nitelenemez.

 

Onlar gerçekten bu sıfatla niteleniyorIarsa Bulkım'nin bu söylediği doğrudur. Ancak bunu yapanların çoğunun bu nitelikle vasıflanmadığını görüyoruz. Bu sebeple İzzeddin bin Abdüsselam şöyle demiştir: "Raksetmek ancak aklı eski olanın yapacağı bir şeydir. Bu, ancak kadınlara yakışmaktadır."

 

36. Nevevi daha sonra raksetmenin mübahlığı hükmünden şu durumu istisna etmiştir: Ancak raksetmede kadınlara benzeyen erkeklerin kırıtması gibi kırıtma olursa o zaman hem erkeklere hem de kadınlara haram olur. Bunu Rafii, eş-Şerhu'l-kebir'de HalımI'den aktarıp onaylamıştır.

 

"Muhannes", hal ve hareketlerinde, duruşunda kadınların tarz ve davranışlarına benzemeye çalışan erkeklere verilen isimdir.Şayet bu benzerlik doğuştan ise günah söz konusu olmaz.

 

Sıkça görülen davranışlardan biri Nil nehrinin yakınlarındaki bölgelerde bir erkeği kadın gibi süsleyip ona deniz gelini adını vermeleridir. Bu, lanetlik bir davranıştır. Çünkü Resulullah (s.a.v.) kadınlara benzemeye çalışan erkekleri lanetlemiştir. (Müsned, 1, 339)

Gerek devlet başkanının gerekse bunu gidermeye gücü yeten herkesin bunu önlemesi farzdır.

 

37. İlk olarak şiir söylemek [yazmak] mübah olduğu gibi [yazılmış bir] şiirli] okumak ve dinlemek de mubahtır. Çünkü Allah Resulü'nün kendisine kulak verdiği pek çok şairi vardı.

Hassan bin Sabit ve Abdullah bin Revaha bunlardandi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kab bin Züheyr'in öldürülmesini emretmişti. Kendisi Medine'de iken gizlice buraya geldi. Bir sabah namazı vaktinde ayağa kalkıp peygamberimizi methetmek üzere "banet Suad" diye başlayan kasidesini [kaside-i bürde] okudu. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun bu davranışından hoşnut oldu ve kendisine bürdesini [hırkasını] verdi. Muaviye bu hırkayı daha sonra ondan ı o bin dirheme satın almıştır. (Beyhaki, Delailü'n-nübüvve, 5, 207-211)

 

Demırı şöyle demiştir: Bu hırka, günümüze kadar halifelerde bulunan hırkadır.

 

Asma'ı şöyle demiştir: Hüzelilerin Muhammed bin İdris ile ilgili şiirlerini dinledim.

 

İmam Şafii ve başkaları Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini nakletmiştir:

 

> Şiir bir sözdür. Onun güzeli güzel, çirkini çirkindir.(Beyhaki, Hac, 5, 68; Müsnedü'ş-Şafii, 366 no'lu hadis)

 

38. Nevevi daha sonra şiir söyleme ve okumanın mübah olmadığı bazı durumları istisna etmiştir. Bunlardan birisi hicivdir. Kişi hicvederken doğruyu söylese bile bu şiir mübah değildir; çünkü başkasını rahatsız etmektedir. İmam Şafii, Müslim'de yer alan şu hadisi bu şekilde yorumlamıştır:

 

> Sizden birinizin karnını kusmukla doldurması şiirle doldurmasından daha iyidir. (Müslim, Şiir, 5853)

 

Not:  Hicvin haram olması Müslümanlara yönelik olduğunda olur. Şayet dokunulmazlığı bulunmayan bir kafire karşı olursa Ruyani ve başkalarının belirttiği üzere caiz olur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), Hassan bin Sabit'e, kafirleri hicvetmelerini emretmiştir.(Buhari, Edeb, 6153; Müslim, Fedailü's-sahabe, 6337)

 

Hatta Şeyh Ebu Hamid bunun mendup olduğunu söylemiştir. Gazali'nin İhya'da belirttiğine göre bid'atçıyı hicvetmek de böyledir. İmranl'nin belirttiğine ve İsnevl'nin de mümkün mümkün kabul ettiğine göre fıskını ilan eden kişi de böyledir.

 

Alimlerin ifadesinin zahirinden, dokunulmazlığı bulunan muayyen kafir dışındaki kafirlerin hicvedilmesinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre bu durum, ona lanet etmenin caiz olmaması hükmünden farklıdır; çünkü lanet etmek hayırdan uzaklaştırmak anlamına gelir. Oysa ona lanet edilen kişinin hayırdan uzak olduğu kesin değildir; zira kişinin ömrü hayırla bitebilir. Hiciv ise böyle değildir.

 

39. Fuhşiyattan olan şiir söylemek / okumak caiz değildir. Bu, şairin bir kimseyi övmede aşırıya gitmesi şeklinde olup bunun mübalağaya yorulması mümkün görülmediğinde olur.

Tirmiz! ve İbn Mace, Enes aracılığıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözünü rivayet etmişlerdir:

 

> Fuhş [haddi aşma] her neyin içinde bulunursa onu çirkinleştirir. Haya her nerede bulunursa onu süsler.(Tirmizi, 1974; İbn Mace, 4185)

 

İzzeddin bin Abdüsselam, Kavaid adlı eserinde şöyle demiştir: "Nerede bir dalkavuk görsen [bil ki] yalancıdır. Nerede bir hicivci görsen [bil ki] ağzı bozuktur."

 

40. Bir kimsenin karısı ve cariyesi dışında muayyen bir kadının fiziksel özellikleri anlatan bir şiir söylemesi caiz değildir. Bu, bir kadının uzunluk-kısalık, zayıflık vb. özelliklerini zikretmek olup haramdır. Bunu yapan kişinin şahitliği reddedilir; çünkü bunda diline kötü şeyleri almak vardır.

 

41. Nevevi "muayyen" ifadesini zikrederek belirsiz bir kadından söz etmeyi dışarıda bırakmıştır. Bunu yapan kişinin şahitliği reddedilmez. Bunu, İmam Şafii, el-Ümm'de açık olarak ifade etmiştir. Bunu Beyhak!, Sünen adlı eserinde söyledikten sonra Kab bin Züheyr'in şiirini ve bunu Allah Resulü'nün huzurunda okumasını dile getirmiştir. (Beyhaki, Şehadat, 10, 243)

Ayrıca fiziksel özelliklerden söz etmek şairin sanatıdır. Şairin amacı güzel söz söylemek olup belirli bir kimseye özgü söz söylemek değildir.

 

42. Kişinin kendi karısı veya cariyesi gibi helali olan kimse lerin fiziksel özelliğini anlatan şiir söylemesi ise Rafil'nin kendi görüşü olarak belirttiğinin aksine İmam Şafii'nin el-Ümm'de açık olarak ifade ettiği üzere haram değildir. Nevevi'nin mutlak ifadesinden de bu anlaşılmaktadır. el-Bahr adlı eserde bu durumda şahitliğin reddedilmeyeceği görüşü alimlerin çoğunluğundan aktarılmıştır. Bunun şartı bunu çokça yapmamasıdır, aksi takdirde şahitliği reddedilir. Bunu Cürcanı söylemiştir.

 

43. Kişi, karısı veya cariyesine ait fiziksel özelliklerden gizlemesi gerekenleri şiir yoluyla ifşa etse, şahsiyet sahibi bir kimse olma vasfım yitirmiş olacağından şahitliği reddedilir.

Yine karısının veya cariyesinin gizli organlarından söz etmesi de böyledir. Bu konuda itiraz söz konusu olmuş olsa da İbnü'l-Mukrı, şerh ettiği metne tabi olarak bu görüşü seçmiştir.

 

44. Kişi, şiirinde genç bir erkekten söz ederek ona aşık olduğunu belirtirse, onun kim olduğundan söz etmese bile fasık olur. et-Tehzib ve başka eserlerde ise tıpkı kadında olduğu gibi belirli bir kimseden söz etmek dikkate alınmıştır. Bu, dtaha uygun bir görüştür.

Leyla vb. bilinmeyen bir kadından söz etmek onu belirlemek anlamına gelmez.

 

 

1.3. Şahsiyet Sahibi Olma Şartının Açıklaması

 

Şahsiyet sahibi olma, kendi zaman ve mekanında kendisi konumunda bulunan kimselerin ahlakıyla ahlaklanmadır.

 

Çarşı-pazarda yemek yemek, başı açık dolaşmak, insanların huzurunda karısını ve cariyesini öpmek, çokça fıkra anlatmak, fakih bir kimsenin mutad olmayan bir yerde cübbe ve takke giymesi, satranç oynama ve şarkı söyleyip dinlemeye düşkünlük, sürekli raks etmek kişinin şahsiyet sahibi olma özelliğini ortadan kaldırır.

 

Bu konuda durum şahıslara, durumlara ve mekanlara göre değişir.

 

Hacamatçılık, süpürme işi [temizlikçilik], deri tabaklama işi gibi işleri buna layık olmayan kişinin yapması onun şahsiyetini sedeler. Şayet bunu yamaya alışık ise ve bu onun babasının mesleği ise daha doğru görüşe göre şahsiyetini zedelemez.

 

45. Kişinin şahsiyet sahibi olması konusunda yapılan en güzel açıklama kişinin kendi döneminde yaşayan insanlar içinden kendi zaman ve bölgeSinde olup da dinin ölçü ve adabına uyanların ahlakı ile ahlaklanmasıdır. Çünkü öde bağlı şeyleri bir ölçüye bağlamak nariden mümkün olur. Aksine bunlar şahıslara, zamanlara ve şehirlere göre değişir. Adalet [güvenilirlik] vasfı böyle olmayıp o kişilere göre değişmez; çünkü fasıklık konusunda şerefli ile düşük kimse eşittir. Oysa şahsiyet böyle olmayıp değişkenlik gösterir.

 

Bir görüşe göre şahsiyet sahibi olmak, dalga geçilip gülünecek şeylerden uzak durmaktır.

 

Bir başka görüşe göre kişinin kendisini pisliklerden uzak tutması ve insanlar nezdinde bundan dolayı kötü görülmemesidir.

 

Bu konuda başka şeyler de söylenmiştir. Bulkini, Nevevi'nin ifadesine itiraz ederek şöyle demiştir:

 

Kişinin emsalinin benimsediği ahlak, kalenderiyye denilen kimsede olduğu gibi haya ahlakı olmakla birlikte bu kimselerde şahsiyet bulunmayabilir.

 

Ben "dinin ölçü ve adabına uyanlar" ifademle bunun reddine işaret ettim.

 

46. [Şu davranışlar, insanın kişilik / karakter sahibi olmasıyla çelişen davranışlardır. Dolayısıyla onun şahitliğinin kabul edilmesini engeller]:

 

> çarşı-pazarda bir şey yemek: Bu, Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de Kadı Hüseyin ve başkalarına tabi olarak belirttiği üzere pazarcı olmayan kimselerle ilgilidir. [Pazarcıların ise orada yiyip içmeleri, şahsiyetli kimselerin fiillerine aykırı değildir.]. Yine bu, açlık ve susuzluğu ilerri boyuta varmayan kimseler içindir. Bulkini çarşıda yemek ifadesinden bir dükkanda başkasına gizli olacak şekilde yiyip içmeyi dışarıda bırakmıştır. İbn Şühbe ise bunu itiraza açık görmüştür.

 

> Çarşıda başı açık gezmesi uygun olmayan bir kimsenin başı veya bedeninin avret olmayan kısmı açık olarak dolaşması: Bu, hac veya umre için ihrama girmemiş olan kimse içindir. Avret yeri açık dolaşmak ise zaten haramdır.

 

> İnsanların huzurunda karısını veya cariyesini öpmesi veya elini, kendisinden [cinsel yönden istifade ettiği] göğüs vb. yerlerine koyması: Burada bir kişi olsa bile cins kastedilmiştir. Nevevi "yabancı bir kişinin huzurunda" demiş olsa daha iyi olurdu.

 

Bulkini şöyle demiştir: "Burada insanlar ile kastedilen kendisinden bu konuda utanacağı inanlar ve orta yerde yapılmasından utanılan öpmedir. Buna göre kişi karısını cariyelerinin yanında öpse veya başka karılarının yanında öpse bu, şahsiyetli davranışı terk etme olarak görülmez."

 

Başı öpme vb. davranışlar şahsiyeti zedelemez.

 

Ravdatü't-talibin'de öpme yanında, karısı ve cariyesi ile başbaşa iken yaşadıklarından anlatılmasından haya edilenleri anlatması da zikredilmiştir. Nevevi nikah bölümünde bunun mekruh olduğunu açıkça belirtmiş, Müslim şerhinde ise haram olduğunu söylemiştir.

 

İbn Ömer'in, ganimetten kendi payına düşen cariyeyi insanların huzurunda öpmesi meselesine gelince; Zerkeşi şöyle demiştir: "Bu cariyeden cinselolarak yararlanma amacıyla öpme değil onu güzel gördüğü için yaptığı öpmedir. Veya bunun caiz olduğunu beyan etmek için yapmıştır. Yahut orada kendisini gören kimsenin olmadığını zannetmiştir. Yahut da İmam Şafii'nin ifadesinden anlaşılacağı üzere bu fiili bir kere yapmak kişilik sahibi olmaya zarar vermez."

 

> İnsanların huzurunda bir zaruret bulunmaksızın ayaklarını uzatmak da onların huzurunda cariyesini öpmek gibi şahsiyetle bağdaşmayan bir harekettir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Bunun, yanında kendisine saygı duyulan bir kimse bulunması halinde böyle kabul edilmesi gerekir. Kişinin yanında kardeşleri veya öğrencileri gibi kimseler varsa, bu şekilde ayaklarını uzatması onun şahsiyetli davranışı terk etmesi değildir.

 

> Artık kendisinin adeti olacak şekilde insanları güldürecek fıkraları çokça anlatmak: "Çokça" ifadesi bu şekilde olmayan kimseyi dışarıda bıraktığı gibi bazı sahabeler hakkında söz konusu olduğu gibi bunu tabi olarak yapan, yapmacık olarak yapmayan kişileri de dışarıda bırakmaktadır. Sahih hadiste şu şekilde belirtilmiştir:

 

"Birlikte oturduğu arkadaşlarını güldürmek için bir söz söyleyen kimsenin söylediği bu söz onu cehennemde yetmiş yıllık mesafeye düşürebilir.(Buhari, Rikak, 6478)

 

Not:  Nevevi'nin fıkra anlatmayı "çokça" şeklinde kayıt altına alması, kişilikle bağdaşmayan diğer hareketleri çokça yapmasının gerekli olmadığını, bir defa yapma halinde de kişilik sahibi olma özelliğinin ortadan kalkacağını ifade etmektedir.

 

İbnü'n-Nakib bunun itiraza açık olduğunu söylemiştir.

 

Bulkini ise "bu konuda itimad edilmesi gereken şudur: Bu fiilin onun şahsiyetini zedelemesi için fiilin, kişinin o meseleyi önemsemediğini gösterecek kadar tekrar edilmesi gerekir. Nitekim İmam Şafii şöyle demiştir: Kişide çoğunlukla görülen durum itaat ve şahsiyet sahibi olma ise onun şahitliği kabul edilir."

 

Beyhaki, Ma'rifetü's-sünen adlı eserinde İbn Süreye'ten şunu nakletmiştir: "Adalet sahibi kişi, geneli itibarıyla şahsiyet sahibi olma özelliğini bırakmayan kişidir."

 

Beyhaki "bu, İmam Şafii'nin söylediğinin özetle ifadesidir."

 

Bu, "çokça yapma" kaydının diğer bütün fiiller için de geçerli olduğunu göstermektedir.

 

> Bir fakihin cübbe ve takke giymesi mutad olmayan bir yerde bunları giymek şahsiyete aykırıdır. Nevevi Ravdatü't-talibin'de fakihin bunları giymesini "sokakta böyle dolaşması " ifadesiyle kayıtlamıştır. Bundan anlaşıldığına göre bu elbiseleri evde giymek şahsiyete aykırı değildir.

 

> Haram bir şeyle birleştirilmiş olmasa bile görevlerini aksatacak şekilde satranç oyununa aşırı düşkünlük de şahsiyeti zedeler. Düşkünlüğün olup olmadığını tespit için örf-adete bakılır. Az miktarda satranç oynamak kapalı bir yerde olursa kişiliği zedelemez. Ancak umuma açık yollarda bunu yapmak böylede olmayıp kişiliği zedeler.

 

> Güvercinlerle oynamaya düşkünlük de satranca düşkünlük gibidir. [Aşırı olursa kişiliği zedeler]

 

> Şarkı söyleme ve dinlemeye aşırı düşkünlük de -haram olmayı gerektiren bir şey bitişmiş olsun ya da olmasın- şahsiyeti zedeler.

 

> Kişinin görevlerini aksatacak derecede şiir söylemeye ve şiirden delil getirmeye düşkünlüğü de yukarıda zikredilen şeylere düşkünlük gibidir.

 

> Yine insanlara şarkı söylemesi için cariye veya köle edinmek, şiirden para kazanmak kişiliği zedeler.

 

> Rafii kendi görüşü olarak şunu söylemiştir: Şarkı söylemek, ona layık olan kişiyi küçük düşürmezse onun açısından şahsiyeti zedeleyici bir durum olmaz.

 

> Devamlı surette raks etmek [raks etmeye düşkünlük] de şahsiyeti zedeler.

 

Yukarıda sayılan durumların tümü, işaret edildiği üzere insanın şahsiyetini ortadan kaldırır.

 

47. Şahsiyeti ortadan kaldıran şey şahıslara, durumlara ve mekanlara göre değişiklik gösterir; çünkü bu konuda esas alınan şey örftür. Bir fiil bir şahıs tarafından / bir durumda / bir bölgede yapıldığında kötü / çirkin görüldüğü halde başka bir şahıs tarafından / başka bir durumda / başka bir bölgede yapıldığında böyle görülmeyebilir. Mesela cimrilik göstererek değil de her türlü tekellüfü / yapmacıklığı terk eden selefe uymak amacıyla kişinin evine su veya yiyecek taşıması, bunu yapması uygun olmayan kişi tarafından yapıldığında şahsiyeti zedeler ama bunu yapması uygun olan kişi tarafından selefe uyarak yapıldığında şahsiyeti zedelemez. Yeme-içme ve giyinme konusunda azla yetinme de böyledir.

 

Not:  Bir şeyin çokluğunu belirlemede örf-adet dikkate alınır. Alimlerin, yukarıda geçen hususları çoklukla kayıtlamalarından anlaşıldığına göre bunların dışındakilerde çokluk şartı aranmaz. Ancak İmam Şafii, Iraklılar ve başkalarının ifadelerinin zahirinden bu kaydın bütün durumlarda var olduğu anlaşılmaktadır. Zerkeşi bunu zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bir defa yapılması halinde kişiliği zedeleyen şey ile böyle olmayanı birbirinden ayırt etmek gerekir. Pazarcı olmayan birinin pazarda bir defa yemek yemesi pazarda başı açık gezmesi gibi değildir."

 

48. Hacamatçılık, çöpçülük, deri tabaklama, hamam işletmek, bekçilik, kasaplık, ayakkabıcılık, hurma ağaçlarının bakımını yapmak gibi yapılması mübah olmakla birlikte düşük görülen meslekleri bu mesleklere layık olmayan kimselerin yapması onların kişiliklerini ortadan kaldırır; çünkü bu, kendisinin şahsiyetinin düşüklüğünü göterir.

 

Not:  Metinde geçen (-deniete-) kelimesi "denaet" anlamına gelmiş olup "düşük" manasındadır.

Şayet hemzesiz yazılırsa "yakınlık" anlamından türetilmiş olur.

 

49. Şayet necasete bulaşan kimse bu mesleği adet edinmiş olmakla birlikte namazı temiz elbiseler içinde vakitlerini muhafaza ederek kılmaya özen gösteriyorsa ve bu meslek de kendisinin baba mesleği ise [bu durum onun şahsiyetini ortadan kaldırır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre bu durum onun şahsiyetini ortadan kaldırmaz; çünkü kişi bunu yaptığı için diğer insanlar tarafından ayıplanmaz. Bu, insanların ihtiyaç duyması sebebiyle farz-ı kifaye olan mübah mesleklerdendir. Şayet bu sebeple kişinin şahitliği geri çevrilecek olsa o zaman insanlar bu meslekleri bırakır ve insanların işleri geri kalır.

 

İkinci görüş

 

Bu mesleği yapmak kişinin şahsiyetini ortadan kaldırır, çünkü ortada başka kazanç yolları seçme imkanı olduğu halde kişinin bu mesleği seçmesi onun kişiliğinin düşüklüğüne işarettir.

 

Not:  NevevI'nin zikrettiği bu ["babasının mesleği" olması] kaydı Rafii, Gazalfden aktarıp güzel bulmuştur. NevevI, Ravdatü't-talibin'de "alimlerin çoğunluğu bu kayda yer vermemiştir. Burada bakılması gereken şey bunun babalarının mesleği olup olmadığı değil o kişiye layık olup olmadığıdır." NevevI burada ise el-Muharrer'e uymuş ve itiraz etmemiştir. İtimad edilmesi gereken, bu kaydın olmamasıdır.

 

Meslek hakkında hem farz-ı kifaye deyip hem de bunların düşük meslek olarak görülmesine itiraz edilmiştir. Buna şöyle cevap verilmiştir: "Bu hüküm, başkasının bu mesleği seçmesi yeterli geldiği halde kendisi için bu mesleği seçen kimseye yorulur."

 

Müneccimlik, falcılık, kahinlik, ressamlık gibi meslek sahiplerine gelince; onları nşahitlikleri kabul edilmez. Saymerı şöyle demiştir: "Çünkü onların şiarı, halkın kafasını karıştırmaktır. Sanatkarlar içinden çokça yalan söyleyen ve sözünde durmayan kimselerin şahitliği reddedilir."

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "İki kişinin birlikte iş yapmak üzere şirket kurması batılolduğu halde zamanımızda şahitlik yaparak para kazanmak normal karşılanır olmuştur. Oysa bu, adaleti zedeleyen bir durumdur. Özellikle de şahitliği yüklenmek için ücret almayı yasak saydığımız durumda. Yahut da ücreti alıp şahitliği yazmadığında. Çünkü ortakların gönlü bunu hoşnutlukla kabul etmez."

 

Sonrakilerden biri şöyle demiştir: Bu konuda en salim yolortak bir kağıt alarak yazması ve aldığı ücreti, kağıdın satım bedelinden her birine düşen miktara göre bölmesidir. Çünkü şirkette, yapılan işte eşit olma şartı yoktur. Kur'an okutan ve vaaz yapan kimselerin durumu da böyledir.

 

Bazı ayrıntılar

 

Revatib sünnetleri ve namazın müstehaplarını sürekli bir şekilde terk etmek, bunu yapan kişinin dini hafife alması ve önemli işleri önemsemediğini göstermesi açısından o kişinin şahitliğinin kabul edilmesini engelleyen bir kusurdur. Ezral'nin belirttiğine göre bu, hazır olan kişi ile ilgilidir. Kaptan, kiralık hayvan sahibi ve bazı tüccarlar gibi sürekli seyahat halinde olan kimseler açısından ise bu durum şahitliği zedelemez.

 

Kişinin nebizi helal sayanlarla ve sefihlerle sürekli bir arada bulunması da şahitliğini zedeler. Yine onlarla birlikte bunu çokça içmesi de böyledir; çünkü bu, kişiliği zedeleyen bir durumdur.

 

Bir kimse mübah bir yoldan kendisine yetecek kazancı elde edemiyorsa ihtiyacını karşılamak için kapı kapı dolaşıp dilenmek durumunda kalsa bile dilenmek onun şahitliğini zedelemez. Çünkü bu durumda dilenmesi helal olur. Ancak ihtiyacı olduğuna dair çokça yalan söylüyorsa veya alması helal olmayan şeyi alıyorsa bu durum onun şahitliğini zedeler. İkinci defada alınan şey az ise o zaman -benzer meselede geçtiği üzere- bu işi tekrarlaması dikkate alınır.

 

 

1.4. Töhmetin Olmaması Şartı

 

Nevevt, şahidin şartları arasında onun hakkında şahitliğinin reddedilmesini gerektirecek bir töhmetin söz konusu olmaması şartını daha önce zikretmişti. Burada bu şartı aşağıdaki sözleriyle açıklamıştır.

 

Töhmet, kişinin yaptığı şahitlikle kendisine bir yarar sağlaması veya bir zararı def etmesidir. Buna göre kişinin kölesi, mükatebi, ölmüş olan veya üzerinde iflas sebebiyle kısıtlama bulunan borçlusu lehine şahitliği kabul edilmez.

 

Kişinin vekil olduğu konuda, kefil olduğu şahsın borçtan beri olduğuna ilişkin ve murisinin yaralanmasına ilişkin şahitliği kabul edilmez.

 

Kişi ölüm hastalığında olan veya yaralı olup henüz iyileşmeyen murisi lehinemail konuda şahitlikte bulunsa daha doğru görüşe göre şaihtliği kabul edilir.

 

Adam öldürme konusundaki şahitlerin fasık olduğuna dair [katilin] akılesinin şahitliği reddedilir.

 

Yine iflas etmiş olan kişidten alacaklı olan şaphısların, o şahsın başka bir borcu bulunduğuna şahitlik eden kimselerin fasıklığına ilişkin şahitlikleri reddedilir.

 

İki kişi, iki şahsın vasiyetten alacaklı olduğuna dair şahitlik etseler, bu iki kişi de o şahitlerin aynı terikeden vasiyet yoluyla alacaklı olduklarına şahitlik etseler daha doğru görüşe göre her iki şahitlik de kabul edilir.

 

Kişinin üst ve alt soy hısımı lehine şahitliği kabul edilmez, bunların aleyhine şahitliği kabul edilir. Yine iki kişinin babaları aleyhine ["babamız, anamız dışındaki karısını boşamıştır" diyerek] babalarının analarının kumasını boşadığına veya ona zina iftirasında bulunduğuna dair şahitliği daha güçlü görüşe göre kabul edilmez.

 

Kişi alt soy hısımı ile birlikte yabancı bir şahıs lehine şahitlikte bulunsa daha güçlü görüşe göre bu şahitlik yabancı şahıs açısından kabul edilir.

 

Ben [Nevevi] derim ki: Karı-kocanın, erkek kardeşleri ve arkadaşların birbiri lehine şahitliği kabul edilir. Allah en doğrusunu bilir.

 

Düşmanın şahitliği kabul edilmez. Düşman, kişiye kin duyan ve elindeki nimetin gitmesini isteyen, onun mutlu olması ile üzülen, başına musibet geldiğinde sevinen kişidir. Kişinin düşmanı lehine şahitliği kabul edilir.

 

Kafir ve bid'atçı kimse aleyhine olan şahitlikte olduğu gibi dinden kaynaklanan düşmanlıkta onun aleyhine şahitlik kabul edilir.

 

Töhmet, kişinin yaptığı şahitlikle kendisine bir yarar sağlaması veya bir zararı def etmesidir. Bu açıklama şu itirazı def etmektedir: "Nevevt'nin sözünde geçen zamir şahide dönmektedir. O zaman sözün açılımı: Şahidin şahide yarar sağlaması şeklinde olmaktadır. Bu ifadede bir uyumsuzluk vardır. Ayrıca yarar isme değil o ismin verildiği kişiye yönelik olur. Bunun yerine Nevevi; kişinin kendisine bir yarar sağlaması veya kendisinden bir zararı def etmesi dese daha iyi olurdu."

 

50. Nevevi daha sonraki ifadelerinin kapsamında kişinin kendisine yarar sağladığı örnekleri ele almıştır. Bunlardan birisi kişinin kendi kölesi lehine şahitlikte bulunmasıdır. Bu köle el-Muharrer'de belirtildiği üzere ister tİcaret yapmasına izin verilmiş köle olsun, isterse buradaki mutlak ifadede olduğu gibi tİcaret yapmasına izin verilmemiş köle olsun fark etmez; çünkü kişinin kölesi lehine şahitlik ettiği şey kendisine dönmektedir.

 

51. Kişinin mükatep [sözleşmeli] kölesi lehine şahitliği de böyledir; çünkü kişinin, mükatep kölesinin malı ile bir ilgisi bulunmaktadır. Zira mükatep köle, kitabet bedelini ödeyemediğinde veya ödemeye devam etmek istemediğinde onun malı yeniden efendisine dönecektir. Ancak mükatep kölesinin bir maldan hisse satın aldığına şahitlik eder ve kendisinin de bu hissede şuf'a hakkı olursa bu şahitlik kabul edilir. Buna Zerkeşi dikkat çekmiştir.

 

52. Kişinin kendisine borcu olan ölmüş bir şahıs lehine şahitlik etmesi -velev ki bu borç onun bütün terikesini kaplamamış olsunveya iflas sebebiyle kısıtlama altına alınmış olan şahıs lehine şahitlik etmesi [töhmet sebebiyle] reddedilir. Çünkü kişi borçlu şahıs lehine bir şey ispat ettiğinde kendisinin bu ispat edilen mal üzerinde talepte bulunma hakkını da ispat etmiş olacaktır.

 

53. Maverdi şu durumu da buna katmıştır: Bir kadının kocası onun nafakasını veremeyecek kadar fakir olsa, kadın bu kocanın birisinde alacağı oldUğuna şahitlik etse bu şahitlik reddedilir.

 

54. Kişinin, kendisine borcu olmakla birlikte ödeme imkanı bulunan bir kimse lehine şahitliği kabul edilir. Yine ödeme güçlüğü olan kişi lehine kısıtlama veya ölüm öncesinde şahitlik etmesi de kabul edilir; çünkü hak onun zimmetine ilişmiştir. Kısıtlama veya ölümden sonra ise böyle değildir; çünkü bu durumda, kısıtlama altına alınan veya öln şahsın malının alacaklılara ait olduğuna hükmedilir.

 

55. "İflas sebebiyle kısıtlama altına alınan" ifadesi sefihlik ve ölüm hastalığı sebebiyle kısıtlama altına alınan kimseyi dışanda bırakmıştır. Ancak mürted bir kimsede alacağı olan şahıs o mürtedin birinde malı bulunduğuna şahitlik etse bu şahitlik kabul edilmez; çünkü mürtedin durumu müflisinkinden daha ötede olup ölüye yakındır.

 

56. Kişinin veli, vasi veya vekil olduğu konuda -velev ki bunun için bir ücret almıyor olsun- şahitliği reddedilir; çünkü burada kişi [yaptığı bu şahitlikle] şahitlik ettiği şey üzerinde kendisi lehine tasarruf yetkisi bulunduğunu ispat etmeye çalışmaktadır.

 

Not:  Yukarıdaki kimselere, emanet bırakılan kişinin bırakan lehine, rehin alan kişinin rehin veren lehine şahitliği de katılır; çünkü bu şahitlik, şahitlik eden kişinin mal üzerindeki zilyedliğinin devamını sağlamaktadır.

 

Nevevi'nin ifadesinden kişinin kendisini zilyetlikten azlettikten sonra şahitlik etmesi halinde şahitliğinin kabulolacağı anlaşılmaktadır. Ancak bu, dava açılmadan önce gerçekleştiğinde söz konusu olur. Şayet hasım olduktan sonra kendisini zilyetlikten azledip şahitlik yaparsa bu şahitlik kabul edilmez.

 

Nevevi'nin ["vekil olduğu konuda"] ifadesinden anlaşıldığına göre kişinin, müvekkili lehine vekil olmadığı konudaki şahitliği kesinlikle kabul edilir. Ancak Maverdi bu durumla ilgili olarak mezhep içinde iki görüş olduğunu belirtmiştir. Daha doğru olanına göre bu şahitlik geçerlidir Nevevi, e[-Muharrer ve eş-Şerhu'l-kebir'de olduğu gibi "vekil olduğu konuda" demiş olsaydı bu ifade şu hususu da kapsaması bakımından daha iyi olurdu. Bir kimse bir konuda avukatlık yapmak üzere veya o konuda akit yapmak, onu korumak vb. üzere vekil tayin edilse o kişinin o konuda müvekkili lehine şahitliği kabul edilmez; çünkü her ne kadar vekil kılındığı konuda şahitlik etmemiş olsa bile malını bu konuda tasarrufta bulunmaktan elde ettiği için kendisi lehine yarar sağlamaktadır.

 

57. Kişinin, kendisine kefil olduğu kişinin borcunu ödeme veya karşı tarafın ibrası ile borçtan kurtulduğuna dair şahitliği kabul edilmez; çünkü bu şahitlikle kendisinin ödeme yapmasını ortadan kaldırmaktadır.

 

Not:  Kölesi, mükatep kölesi, ölmüş veya iflas sebebiyle kısıtlama altına alınmış borçlusu tarafından kendisine kefil olunan veya üst ve alt soy hısımları tarafından kendisine kefil olunan kişinin borcun sona erdiği ne dair şahitliği de bu kapsamdadır. [Yani kabul edilmez.]

 

58. Şahitlik ettiği esnada mirasçı konumunda bulunan bir kimsenin, murisinin yaralandığına ilişkin şahitliği, el-Min hac metninin "kasame" bölümünde açıkça ifade edildiği üzere yara kapanmadan önce yapılırsa reddedilir; çünkü muris bu yaradan ölse, yara sebebiyle ödenecek erş [tazminat] şahidin olacaktır. Muris bu kişinin aslı ve fer'i değildir.

 

59. Şayet kişi şahitlik ettiği esnada -mesela hacb sebebiylelehine şahitlik ettiği kişinin mirasçısı konumunda değilse bu şahitlik kabul eilir. Kişi şahitlik edip de hüküm verildikten sonra aradaki mirasçılık engelinin kalkmasının hükme bir zararı yoktur.

 

60. Bir kimse üst ve alt soy hısımı olmayan ve ölüm hastalığına yakalanmış murisi lehine veya yaralı durumda olup yarası iyileşmemiş olan murisi lehine şahitlik etse [onun şahitliği kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre şahitliği kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Tıpkı yaralamaya şahitlik etmede olduğu gibi bu şahitlik de kabul edilmez.

 

İlk görüş sahipleri arada şu farkın bulunduğunu belirtmişlerdir: Yaralama ölüme sebeptir. Ölüm ise ölen ahsın malını ondan alıp şahitlik eden kişiye nakletmektedir.

 

61. Yaranın iyileşmesinden sonra şahitlik kesin olarak kabul edilir; çünkü töhmet söz konusu değildir. Hüküm verilmeden önce muris ölse o zaman hüküm verilmez. Bunu Maverdi söylemiştir.

 

62. Nevevi, yarar sağlayan şahitlik konusunu bitirdikten sonra zararı def eden şahitlik konusunu ele alarak şöyle demiştir: "Adam öldürme fiiline şahitlik edenlerin fasık olduğuna dair katilin akılesinin yapacağı şahitlik reddedilir." Buradaki akıle yanlışlıkla veya kasıt benzeri adam öldürme sebebiyle diyeti üstlenenlerdir. Ancak buna dair ikrarın bulunduğuna şahitlik edenler veya kasten adam öldürmeye dair şahitlik edenlerin şahitliği böyle değildir.

 

Şöyle bir soru sorulabilir:

 

Bu mesele "öldürme iddiası ve kasame" konularında geçmişti. Burada tekrar zikredilmesinin anlamı nedir?

 

Buna şöyle cevap verilir:

 

Nevevi orada iki açıdan kayıtlanması gereken hükmü mutlak olarak zikretmiştir:

 

1. Murisin yaralandığına ilişkin şahitliğin reddedilmesi. Bu, yaranın iyileşmesinden öncedir.

 

2. Akılenin reddedilmesi. Bu da onların yüklendikleri diyet borcu ile ilgili konudadır. Nevevi bu iki meseleyi burada doğru bir şekilde zikretmiştir.

 

Ayrıca Nevevi orada bu meseleyi hüküm ifade etmek için burada ise örnek vermek için zikretmiştir.

 

Not:  İki kişi murisleri lehine şahitlik ettikten sonra henüz hüküm verilmeden önce muris ölse hüküm verilmez; çünkü onlar an itibarıyla kendileri lehine şahitlik etmiş olmaktadırlar. Bunu, Maverdi söylemiştir.

 

63. İflas edip kendisine kısıtlama getirilmiş bir kimseden alacağı olan şahıslar, o şahısta ortaya çıkan bir alacağa dair başka bir şahsın getirdiği şahitlerin fasık olduğuna dair şahitlik etseler onların bu şahitliği reddedilir; çünkü onlar bu şahitlikle alacağa başkalarının da ortak olması sebebiyle uğrayacakları zararı def etmektedirler.

 

Not:  Bulkın! bu durumdan şunu istisna etmiştir: Şahitlik eden alacaklı şahsın alacağına karşılık elinde rehin bulunsa, iflas eden kimsenin bundan başka malı olsun ya da olmasın şayet rehin olan malın rehne karşılık gelen borcu ödemeye yeterli olacağı kesin ise o zaman bu şahitlik kabul edilir; çünkü diğer alacaklıların bu şahısla rekabet etmeleri söz konusu değildir. Bulkın! "genel kurallar bunu gerektirmektedir. Ben buna temas eden birini görmedim" demiştir. Bu, gerekçeden anlaşılmaktadır.

 

Bir kimsenin, murisinin ve onun lehine vasiyette bulunduğu şahsın öldüğüne dair şahitliği kabul edilmez. Alacaklının öldüğüne dair borçlunun şahitliği kabul edilir.

 

64. İki kişi, başka iki kişinin bir terikede vasiyet alacaklısı olduğuna şahitlik etseler, bu iki kişi de o şahitler lehine aynı terikeden vasiyet alacaklısı olduğuna şahitlik etseler bu iki şahitlik [kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha doğru görüşe göre bu iki şahitlik kabul edilir; çünkü her birinin şahitliği diğerinden ayrı olup bu şaihtlikle kendisine bir yarar sağlamamakta, bir zararı def etmemektedir.

 

İkinci görüş

 

Bu şahitlik kabul edilmez; çünkü bunların aralarında anlaşmış olmaları ihtimali söz konusudur.

 

İlk görüş sahipleri, "aslolan, aralarında anlaşmamış olmalarıdır" diyerek bu görüşü reddetmiştir.

 

Not:  [Bir kafilenin yolunu bir şahıs kesse, bu olay daha sonra mahke-

meye intikal ettiğinde] yol kesici aleyhine kafilede bulunanların (:;:;\ bir kısmı diğer bir kısım lehine şahitlik ederken onlar da bunlar lehine onların şahitlik ettiği gibi şahitlik etseler, şayet her biri "yol kesici, falan kişinin malını aldı" diye şahitlik etmişse bu kabul edilir. Şayet kafiledekiler "bizim mahmızı aldı" deseler bu kabul edilmez.

 

Bir mahn erkeklere vakfedilmesi örneğinde olduğu gibi şayet erkek olsaydı mal üzerinde hak sahibi olacağı bir konuda çift cinsiyetli şahsın malla ilgili şahitliği kabul edilmez.

 

65. Şahitliği engelleyen hususlardan birisi de [lehine şahitlik edilen ile eden arasında] "onun bir parçası olma" ilişkisinin bulunmasıdır. Buna göre kişinin kendi lehine şahitliği nasıl kabul edilmezse aynı şekilde ne kadar yukarı çıkarsa çıksın üst soyu lehine ve ne kadar aşağı inerse insin alt soyu lehine şaihtliği de kabul edilmez. Çünkü lehine şahitlik edilen kişi ondan bir parçadır. Sahih hadiste Resulullah (s.a.v.) "Fatıma bendendir" buyurmuştur. (Buhari, Fedailü's-sahabe, 3714)

 

66. Kişinin, üst veya alt soy hısımına ait mükatep köle veya ticarete izinli köle lehine şahitliği de kabul edilmez.

 

Not:       1. Nevevi'nin ifadesinden kişinin üst soyundan olan veya alt soyundan olan iki kişiden biri lehine diğeri aleyhine şahitliğinin kabul edilmeyeceği anlaşılmaktadır. Gazall'nin tek görüş olarak belirttiğine göre hüküm böyledir. Kişinin babası ve oğlu arasında hüküm vermesinin yasak olması da bunu teyid etmektedir. İzzeddin bin Abdüsselam ise şöyle diyerek buna itiraz etmiştir: "Burada insanın iç dünyasında iki duygu [bir yakını lehine diğer yakını aleyhine şahitlik etmek] birbiriyle çeliştiğinden şahidin doğru söylediği ortaya çıkmıştır; çünkü töhmet zayıftır."

 

Babanın çocuğunu tezkiyesi ve onun reşid olduğuna şahitlik etmesi kabul edilmez. Bu çocuk kendisinin denetimi altında olsun ya da olmasın fark etmez. Babayı, kendi bakımından olan bir kişinin reşid olduğunu ikrar etmesinden sorumlu tutsak bile hüküm böyledir.

 

2. Üst soyun alt soy lehine şahitlik etmesi ve aksinin kabul edilmemesi bu şahitlik zımnı olmadığında böyledir. Şayet zımnı şahitlik söz konusu olursa bu şahitlik sahih olur ve iki durumda ortaya çıkar:

 

a) Bir kimse aleyhine bir çocuğun nesebi idida edildiğinde o kişi bunu inkar etse, babası yabancı bir şahısla birlikte onun, o çocuğun kendisine ait olduğunu ikrar ettiğine dair şahitlik etse Kadı Hüseyin'in fetvalarında belirtildiğine göre bu şahitlik kabul edilir. Burada her ne kadar zımnen o çocuğun kendisinin torunu olduğuna şahitlik etmek söz konusu olsa da nesep konusunda ihtiyat sebebiyle bu şahitlik kabul edilmiştir.

 

b) Bir kimse Zeyd'in elindeki köleyi Amr'dan satın aldığını, Amr'ın da daha önceden bu köleyi, onu şu an elinde tutan Zeyd'den satın aldığını, teslim aldığını ve daha sonra teslimini talep ettiğini idiad etse, Zeyd bütün bunları inkar ettiğinde onun iki oğlu davacı lehine şahitlik etseler bu ikisinin şahitliği kabul edilir; çünkü şahitlikten şu anda amaç, davacıdır. O ise kendilerine yabancıdır.

 

67. İster ceza meselelerinde ister başka meselelerde olsun kişinin üst ve alt soy hısımları aleyhine şahitliği kabul edilir; çünkü töhmet yoktur. Bundan şu durum istisna edilir: Kişi ile üst veya alt soy hısımı arasında düşmanlık olsa, el-Envar'da belirtildiğine göre onun hısımı lehine ve aleyhine şahitliği kabul edilmez.

 

68. Yine kişinin iki alt soyunun [yani çocuklarının] babaları aleyhine annelerinin kumasını babalarının boşamış olduğuna veya ona zina iftirasında bulunduğuna dair şahitliği İmam ŞafiI'nin daha güçlü görüşüne göre kabul edilir; çünkü bu şahitlikle annelerine yarar sağlamaya çalıştıkları hususundaki töhmet zayıftır. Zira babaları ne zaman dilerse analarını boşayabilir ve onu nikahında tuttuğu halde başka bir kadınla evlenebilir. Diğer görüşe göre ise bu şahitlik kabul edilmez; çünkü onlar bu şahitlikle annelerine yarar sağlamaktadırlar.

Bu da babalarının sırf annesi ile evli kalmasıdır.

 

Not:  Nevevi'nin "babalarının aleyhine" ifadesinden anlaşıldığına göre görüş ayrılığı, onların bu şahitliği kendiliklerinden veya kumanın dava açmasından sonra yerine getirdiklerinde olur. Şayet baba, geçmiş zamanın nafakasını düşürmek için karısını daha önceden boşamış olduğunu iddia etse veya karısının kendisine mal ödeyerek boşama talebinde bulunduğunu iddia etse burada iki oğlunun babalarının kuması aleyhine şaihtliği kabul edilmez; çünkü bu, baba aleyhine değil onun lehine şahitlik etmektir. Ancak baba hulu iddiasında bulunduğunda -daha önce ilgili bölümde geçtiği üzere- ayrılık gerçekleşmiş olur.

 

69. Bir kimse alt veya üst soy hısımı ile birlikte yabancı bir şahıs lehine bir hakka şahitlik etse, mesela "şu köle babamın ve falan kişinindir" diyerek bir kölenin babasıyla birlikte başka bir şahsa ait olduğuna şahitlik etse veya bunun aksi söz konuus olsa [bu şahitliğin yabancı şahısla ilgili olan kısmı kabul edilir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Bir akdin bölünüp bölünemeyeceği konusundaki iki görüşten [bölünebilir diyen] daha güçlü görüşe göre yabancı lehine olan şahitlik kabul edilir.

 

İkinci görüş

 

Bu şahitlik bölünmez ve dolayısıyla da kabul edilmez.

 

70. [Karı-kocanın birbiri lehine şahitliği kabul edilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Nevevi-tıpkı RaHI'nin eş-Şerhu'[-kebır'de belirttiği üzere- karıkocadan her birinin diğeri lehine şahitliğinin kabul edileceğini belirtmiştir; çünkü aralarında var olan evlilik akdi sonradan meydana gelmiş bir akit olup ortadan kalkması muhtemeldir. Şu halde nasıl ki işçinin kendisini çalıştıran kişi lehine şahitliği kabul ediliyorsa veya aksi söz konusu ise burada da şahitlik kabul edilir.

 

Not:  Bazılan bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Hz. Aişe'ye iftira atanlar aleyhine verdiği hükmü delil göstermişlerse de bunu delil göstermek doğru değildir; çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi lehine de alt soyu lehine de hüküm verebilir.

 

İkinci görüş

 

Karı-kocanın birbiri lehine şahitliği kabul edilmez; çünkü her biri diğerine hacbolunmayacak şekilde mirasçı olduğundan eşin durumu babaya benzemektedir. Diğer üç imamın [Ebu Hanife, İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel] görüşü de böyledir.

 

İlk görüş sahipleri şu durumu istisna etmişlerdir. Kişi "falan kişi karıma zina iftirasında bulundu" diye karısı şahitlik ettiğinde iki görüş içinden Bulkınl'nin tercih ettiği görüşe göre bu şahitlik kabul edilmez.

 

71. Nevevi "birbiri lehine" ifadesiyle eşlerden birinin diğeri aleyhine şahitlik etmesini dışarıda bırakmıştır; çünkü bunda herhangi bir töhmet olmadığından bu şahitlik kesin olakak kabul edilir. Ancak kocanın karısının zina ettiğine dair şahitliği kabul edilmez; çünkü bu durumda o, kanının evliliklerine ihanet ettiğini iddia etmiş olmaktadır.

 

72. Kişinin kardeşi lehine şahitliği kabul edilir. Aynı şekilde [amca, hala, dayı, teyze vb.] diğer yan soyları lehine şahitliği de kabul edilir. Bunlar birbirlerine gidip-gelen, iyilik yapan kimseler bile olsalar hüküm böyledir. Yine kişinin arkadaşı lehine şahitliği de kabul edilir.

Arkadaş, sana olan sevgisinde sadık olan, yani seni ilgilendiren şeyonu da ilgilendiren kimsedir.

 

İbn Kasım "bu, çok azdır" demiştir. Bunu kendi zamanı için söylemiştir. Zamanımızda ise [azdan da öte] nadirdir.

 

Bu şahitliğin kabul edilme sebebi töhmetin az olmasıdır; çünkü yan soylar ve arkadaşların birbiri lehine şahitliğinde bunlar üst ve alt soylar gibi töhmet altında değildir.

 

Yukarıda zikredilenlerden her birinin diğeri aleyhine şahitliği ise kesin olarak kabul edilir.

 

73. Birbirine düşman olan kişilerin birbiri aleyhindeki şahitliği kabul edilmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) "birbirine kin duyan kimsenin, kardeşi aleyhine şahitliği kabul edilmez" buyurmuştur. (Eba Davud, Akdiye, 3600)

Ayrıca bunda töhmet söz konusudur.

 

Not:  Burada düşmanlık ile kastedilen dünyevi ve zahir düşmanlıktır; çünkü güzli olan düşmanlığı ancak her türlü gaybı bilen Allah bilir.

 

Taberanı'nin Mu'ceminde belirtildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ahir zamanda, açıktan dost gibi görünen ama gizlide düşman olan kimseler olacaktır. "

 

Allah'ın nebisi Hz. Eyyüb'e "başına gelen musibetlerin en şiddetlisi neydi?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Düşmanların sevinmesiydi" .

 

Resulullah (s.a.v.) bundan Allah'a slğınırdı.(Buhari, Deavdt, 6347) Yüce Allah'tan bizi bundan korumasını niyaz ederiz.

 

74. Düşman, aleyhinde şahitlik ettiği kişiye karşı kin ve nefret besleyen, öyle ki onun elindeki nimetin gitmesini isteyen, onun mutluluğu ile üzülen, onun başına bir musibet geldiğinde sevinen kişidir. Çünkü düşmanın bu anlama geldiği konusunda örf şahittir.

Düşmanlık karşılıklı olabileceği gibi tek taraflı da olabilir. Bu durumda sadece düşmanlık eden kişinin karşı taraf aleyhindeki şahitliği reddedilir.

 

75. Şahitlik etmesi istenen kimseye karşı kişi düşmanlık etse ve onunla olan tartışmasında mübahada bulunsa, diğer şahıs buna karşılık vermese ve sonradan o kişi aleyhinde şahitlik etse onun şahitliği reddedilmez. Aksi takdirde bu durum şahitliğin reddedilmesi konusunda vasıta olarak kullanılır. Düşmanlık, fısk noktasına varsa o zaman şahitlik kesinlikle reddedilir.

 

Not:  Bu ölçüyü Rafiı, Gazall'nin sözlerinden özetlemiştir.

 

Bulkini şöyle demiştir: "Kin / nefret ifadesi el-Muharrer, Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de yoktur. Bunu alimlerimizden hiç kimse zikretmemiştir. Bunu burada zikretmenin bir anlamı da yoktur; çünkü düşmanlık kinden farklıdır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Aramızda düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır." [Mümtahine, 4] Aralarında şu fark vardır: Kin kalple olur, düşmanlık ise fiille olur. Düşmanlık daha ağırdır. Bu durumda daha ağır olan, daha hafif olanla açıklanmaz.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: Ölçü konusunda en uygun olan el-Matlab adlı eserde de işaret edildiği üzere örfü hakem tayin etmektir. Halk arasında, lehine şahitlik edilen kişinin düşmanı olarak görülen kimsenin onun aleyhine şahitliği reddedilir. Çünkü ne dinde ne de dilde düşmanlığın başka bir ölçüsü yoktur.

 

Bir ayrıntı:

 

Kişinin kendi kavmini / milletini sevbesi asabiyet [ırkçılık] olarak görülmez ve bu sebeple onlar lehine şahitliği reddedilmez. Aksine asabiyet yani kişinin bir kimseye bir kabileden olduğu için öfke duyması sırf bu sebeple şahitliğin reddedilmesini gerektirmez.

 

Bir grup insan bir şahsın kavmine düşmanlık hususunda icma etse ve bu kişi de o grupla birlikte onların içinde yer alsa, bunun onlar aleyhine şahitliği reddedilir.

 

76. Kişinin düşmanı lehine şahitliği -bu düşman onun üst veya alt soy hısımı değilse- kabul edilir; çünkü burada töhmet söz konusu değildir. Fazilet, düşmanların bile lehinde şahitlik etmesidir.

 

77. Düşmanın düşmanı tezkiye etmesi de kabul edilir. Ancak İbnü'r-Rif'a'nın kendi görüşü olarak belirttiğine göre kişinin kendisi aleyhine şahitlik ettiği kişiyi tezkiye etmesi kabul edilmez.

 

78. "Düşman" ifadesi, düşman olan şahsın üst ve alt soy hısımlarını dışarıda bırakmaktadır. Kişinin onlar hakkındaki şahitliği kabul edilir; çünkü bunlar ile aleyhinde şahitlik ettiği kimse arasında şahitliğe engel bir durum yoktur.

 

79. Yine kişinin bir Müslümanın bir kafir aleyhine veya ehl-i sünnetten olan bir kimsenin bid'at mezheplerinden olan biri aleyhine şahitlik etmesi durumunda olduğu gibi dinden kaynaklanan bir düşmanlık durumunda kişinin düşmanı aleyhine şahitliği kabul edilir; çünkü dini düşmanlık şahitliğin reddedilmesini gerektirmez.

 

Not:  Bir alim bir topluluğa "falan kişiden hadis dinlemeyin; çünkü o rivayetleri birbirine karıştınyor" veya "falan kişiye fetva sormayın, o güzel fetva veremiyor" dese, bunu diyen kişinin şahitliği reddedilmez; çünkü bu insanlara hayırhah olmaktır. İmam Şafii bunu el-Ümm'de açık olarak belirttikten sonra şöyle demiştir: "Bu, kendisine uyulmasından korkulan ve uyulduğunda hata edilecek olan kimse için söylendiğinde düşmanlık ve gıybet olmuş olmaz."

 

80. Bid'atı sebebiyle kendisini kafir kabul etmediğimiz bid'atçının şahitliği kabul edilir. Zerkeşi "ve kendisini günahı sebebiyle fasık saymadığımız" demiştir. Nevevi bid'atı sebebiyle kimin kafir sayımıh sayılmayacağından söz etmemiştir. İrtidat ile ilgili konuda bunların birkısmı geçmişti.

 

İlk kısımda [yani bid'atı sebebiyle kendisini kafir saymadığımız kimseler arasında] Allah'ın sıfatlarını inkar eden, O'nun kulların fiillerini yaratmasını, kıyamet gününde görülmesinin caizliğini inkar eden kimseler gerekmektedir. Bunların şahitliği reddedilmez; çünkü bunlar kendileri nezdinde var olan bir takım delillerden hareketle bu konuda doğruya ulaştıkları na inanmaktadırlar. Ebu Davud, sahih senetle Hz. Peygamber (s.a.v.)'den şu hadisi rivayet etmiştir:

 

> Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.(Ebu Davud, Sünnet, 4596)

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) bunların tümünü kendi ümmetinden kabul etmiştir.

 

İkinci kısımda [yani bid'atı sebebiyle kendisini kafir saydığımız kimseler arasında] alemin sonradan yaratıldığını, yeniden dirilmeyi, insanların mahşerde bedenen toplanmasını, Allah'ın var olmayan şeyleri ve cüz'ileri [tikelleri] bilmesini inkar edenler yer almaktadır.

[Bunları kafir kabul ederiz;] çünkü bunlar, Resuluilah (s.a.v.)'ın Allah'tan getirdiği zorunlu olarak bilinen şeyleri inkar etmişlerdir. Bunların şahitlikleri kabul edilmez.

 

81. İnsanları kendi bid'atına davet eden [davetinin propagandasını yapan] kimseler ile Hattabı fırkasına mensup olan kimsenin kendi fırkasından olan kimse lehine şahitliği kabul edilmez. Bunlar Ebu'l-Hattab el-Esedı el-KOf!'nin fırkasına bağlıdır. Bu kişi, Ebu Cafer es-Sadık'ın ilah olduğunu kabul ediyordu. Daha sonra da kendisinin ilah olduğunu iddia etmiştir. Bunlar yalan söylemenin kafirlik oldUğuna inanırlar ve kendi mezheplerinden olan bir kimsenin yalan söylemeyeceğini kabul eder, onun söylediği her şeyi doğru kabul eder, sırf onun haber vermesine binaen bu konuda şahitlik yaparlar. Bu, onların şahitlik yaparken lehine şahitlik yapılan kimseye itimad ettikleri ihtimalini ortadan kaldıran bir şey zikretmemeleri halinde söz konusu olur. Şayet" onun lehine şunu ikrar edilirken işittik" veya "onun şu malı borç verdiğini gördük" gibi bu ihtimali ortadan kaldıran bir şey zikrederlerse o zaman şahitlikleri kabul edilir.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesinden sahabeye sövmek ile başkasına sövmek arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. Ravdatü 'ttalibın'de bu görüş tercihe şayan görülerek şöyle denilmiştir: "Hz. Aişe'ye (r.a.) iftira atan kişinin durumu ise farklı olup o kafirdir; çünkü o, Allah adına yalan söylemiştir.

 

Subki el-Halebiyyat adll! eserinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e sven kimselerin kafir kabul edilmesi konusunda alimlerimize ait iki görüş bulunduğundan söz etmiştir. Şayet bunu yapanı kafir kabul etmezsek fasık olur ve şahitliği kabul edilmez. Diğer sahabelere söven kişi fasık olup şahitliği reddedilir. Onun şahitliğinin kabul edileceği söylenerek hata yapılamaz.

 

Böylece Subki, Nevevi'nin Ravdatü't-talibin'de tercih ettiği görüşü yanlış saymıştır.

 

Ezrai "durum onun gibidir" demiştir.

 

Bir grup alimden bu ifade açık olarak nakledilmiştir. Maverdi de şöyle demiştir: "Sahabeye söven, lanet ven veya onları tekfir eden kimse fasıktır, şahitliği reddedilir.

 

Rafii ve Nevevi'nin mutlak ifadelerinden Hattabiye dışındaki bid'at fırkalarının şahitliğinin kabul edileceği ve bu konuda mal ve canı helal sayanlarla saymayanlar arasında bir farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.

 

Nevevi, Ravdatü't-talibin'de bunu İmam Şafii'nin açık ifadesi olarak aktarmıştır.

 

Rafii ve Nevevi "isyancılar" bölümünde muteber alimlerden isyancıların şahitliğinin kabul edilmeyeceği ve -şayet bizim canlarımızı ve mallarımızı helal sayıyorlarsa- onların hakimlerinin hükmünün geçerli olmayacağını söylemiştir. Aradaki farkı orada açıklamıştık, bunun için oryaa müracaat edilebilir.

 

Not: İzzeddin bin Abdüsselam şöyle demiştir:

 

Bid'at vacip, haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzere çeşitli kısımlara ayrılmaktadır. Bu konuda izlenmesi gereken yol, bid'atın şeriatın kurallarına arz edilmesidir. [Buna göre;]

 

Şayet bir şey, farz kılma kurallarının kapsamına giriyorsa bu şey farzdır. Bunun örneği nahiv ilmiyle uğraşmaktır.

 

Bir şey haram kılma kurallarının kapsamına giriyorsa o şey haramdır. Bunun örneği

Kaderiyye, Mürcie, Mücessilem ve Rafıza gibi mezheplerdir. Bunları reddetmek, farz olan bid'atlerdendir. Çünkü bid'atçı şeriatta Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde olmayan bir şeyortaya koyan kişidir.

 

Bir şey, mendupluğa ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey menduptur. Bunun örneği köprüler ve medreseler yapmak ve yine teravih namazı[m sürekli olarak cemaatle kılmak] gibi ilk dönemde olmayan her türlü iyiliktir.

 

Bir şey mekruhluğa ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey mekruhtur. Buna mescitlerin süslenmesi, Mushafların süslenmesini örnek olarak verebiliriz.

 

Bir şey mübahlığa ilişkin genel kuralların kapsamına giriyorsa o şey mubahtır. Buna sabah ve ikindi namazıarının ardından musafaha yapmak, yeme-içme ve giyinme konusunda [Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde olmayan şeyleri giyme hususunda] genişlik göstermek zikredilebilir.

 

Beyhaki, Menakıbu'ş-Şafii kitabında senetli olarak İmam Şafii'nin şu sözünü rivayet etmiştir: "Sonradan ortaya çıkan şeyler iki kısımdır:

 

Birinci kısım: Kitap, Sünnet ve icmaya aykırı olanlar bid'at ve dalalettir.

 

İkinci kısım ise hayır olarak ihdas edilen şeyler olup bunlar kötülenmiş değildir."

 

 

1.5. Şahidin Gifit Olmaması

 

[Duyup gördüğünü] aklında tutamayan gafil kimsenin şahitliği kabul edilmez.

 

82. Duyup gördüğünü hiçbir şekilde veya genellikle aklında tutamayan gafil kimsenin şahitliği kabul edilmez; çünkü onun sözüne güvenilmez. Nadiren aklında tutamamakla birlikte genellikle koruyup aklında tutabilen kimsenin şahitliği kesinlikle kabul edilir; çünkü hiç kimse bu durumdan kurtulamaz. Kişinin yanlışı ile aklında tutması birbirine denk ise Ezrainin belirttiğine göre zahir olan, bu kişinin, hatası çok olan kişi gibi kabul edilmesidir.

 

Not:  Şahitlik edeceği konuda yanlış yapması ve bunu yanlış yapmaksızın aklında tutması eşit olan kişinin şahitliğinin reddedileceği durum, şahitlik açık olarak ifade edilmediğindedir. Şayet açıklarsa ve şahitliğin hangi vakitte yüklendiğini, yerini belirtirse Rafii ve Nevevi'nin esas aldığı görüşe göre onun sözü kabul edilir.

 

Cüveyni şöyle demiştir: Hakim, şahitlerde gaflet olabileceğini hissettiği anda onlardan şahitlik ettikleri konuda ayrıntı istemesi zorunludur. Yine bir durum onu şüphelendirdiğinde de böyledir. Hakim, şahitlere tafsilat sorduğu halde onlar ayrıntı vermezse onların durumunu araştırır. Onların gafil olmadığını tespit ederse mutlak şahitlikleriyle hüküm verir. Halkın şahitliklerinin genelinde onlar adalet sahibi olsalar bile aldanma, yanılma, bilgisizlik söz konusu olmaktadır. Öyleyse belirttiğimiz gibi onlara ayrıntının sorulması kaçınılmazdır. Ayrıntı istemek doğrudan amaçlanan bir şeyolmayıp amaç onların şahitlikte kesin emin olup olmadıklarını tespit etmektir.

 

 

1.6. Şahitlikte Acele Eden Kimsenin Durumu

 

Şahitlikte acele eden kimsenin şahitliği kabul edilmez.

 

83. Mahkemede dava açılmadan şahitlik yapmaya kalkışan kimsenin şahitliği kesinlikle kabul edilmez. Yine daha doğru görüşe göre dava açıldıktan sonra henüz kendisinden şahitlik etmesi is• tenmediği halde şahitlik eden kimsenin şahitliği de kabul edilmez. Çünkü bunda töhmet bulunmaktadır. Ayrıca sahihaynda yer alan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Çağların en hayırlısı benim çağımdır. Sonra onların ardından gelenler; sonra da onların ardından gelenlerdir. Daha sonra şahitlik etmeleri istenmediği halde şahitlik eden kimseler gelecektir. (Buhari, Şehadat, 2651; Müslim, Fedailü's-sahabe, 6422)

 

Bu ifade, yermek amacıyla söylenmiş bir ifadedir. Yine Müslim'de geçen bir hadiste ise Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

> Size şahitlerin en hayırlısını söyleyeyim mi? Kendisinden istenmeden önce şahitliğini yerine getirendir.

 

Bu hadis, hisbe şahitliği olarak şahitliği dinlenilen kimselere yorulmuştur.

 

Not:  Bir şeylere şahit olmak için bir köşeye gizlenip oturan kimsenin şahitliği kabul edilir; çünkü buna ihtiyaç duyulmaktadır.

 

Kişinin aleyhinde şahitlik yaptığı şahsa "ben senin aleyhinde şahitlik ettim" diye bildirmesi sünnettir. Böylece diğer şahıs hemen bunu yalanlama yoluna başvurmamış olur ve hakim de ona tazir cezası vermemiş olur.

 

İki kişi, bir üçüncü şahsa "aramıza gir hesaplaşahm, olan bitene dair aleyhimize şahitlik yapma" dese, bu şart batılalup şahitlik yapması gerekir.

 

İbnü'l-Kass "bana göre, böyle bir şeye girmemesi daha iyidir" demiştir.

 

 

1.7. Re'sen Şahittik Etmek / Hisbe Şahittiği

 

Nevevi, şahitlikte acele edildiğinde şahitliğin kabul edilmeyeceği hükmünden istisnada bulunarak şöyle demiştir:

 

Allah haklarından olan şeylerde şahitlik etmesi istenmeyen kişinin şahitlik etmesi kabul edilir. Yine boşama, köle azadı, kısasm affedilmesi, iddetin devam etmesi ve bitmesi, kişi lehine had cezası uygulanması gibi Allah'a ait güçlü bir hak bulunan konularda da kabul edilir. Doğru görüşe göre nesep de böyledir.

 

84. Hisbe şahitliği [yani kişinin şahit olarak çağrılmadığı bir davada re'sen şahitlik etmesi] kabul edilir. "Hisbe" kelimesi "ihtisab" kelimesinden gelir. Bu, "ecir / sevap talep etmek" anlamındadır. Hisbe şahitliğinde şahitlik etmeden önce bir davanın olup olmaması fark etmez. Yine aleyhinde şahitlik yapılan kimsenin gıyabında olması ve olmaması da eşittir.

 

Hisbe şahitliği, yukarıda geçen şartlar açısından diğer şaihtlikler gibidir.

 

85. Hisbe şahitliği namaz, zekat ve oruç gibi sırf Allah hakkı olan şeylerde kabul edilir. Kişi mesela bir şahsın bu ibadetleri terk ettiğine dair şahitlik ettiğinde şahitliği kabul edilir.

 

86. Yine Allah'a ait güçlü bir hak bulunan konularda da hisbe şahitliği kabul edilir. Bu konular insanların rızasından etkilenmeyen konulardır. Mesela bain ve ric'i talak bunlardandır. Hul' a gelince Rafii ve Nevevi'nin Beğavi'den aktardığına göre bu konunda hisbe şahitliği kabul edilmez; çünkü hul' malolmaksızın olmaz. Cüveyni'den boşamanın malsız olarak da sabit olması sebebiyle hul'da hisbe şaihtliğinin dinlenileceği konusunda görüş aktarılmıştır. el-Mühimmat'ta "tercihe şayan olan, Cüveyni'nin görüşüdür" denilmiştir. Zahir olan da budur. İbnü'l-Mukri, Ravd adlı kitabında bunu esas almıştır.

Çünkü mal kul hakkı olmakla birlikte evliliğin sonlanması böyle değildir.

 

87. Zımnen olmayan [yani doğrudan gerçekleşen] köle azadına ilişkin hisbe şahitliği kabul edilir. Azadın derhal gerçekleştirilmesiyle şarta bağlanmış olması, köle veya cariye olması arasında fark yoktur.

 

Ebu Hanife şöyle demiştir: Hisbe şahitliği kölenin değil cariyenin azat olduğu konusunda kabul edilir.

 

Zımnen olan şahitliğe gelince; mesela bir kimsenin köle olan yakınını satın aldığına şahitlik etme durumunda daha doğru görüşe göre şahitlik geçerli olmaz; çünkü bu, mülkiyete şahitlik etmektir. Azat da mülkiyetin peşinden gelmektedir.

 

Not:  Azat ile kastedilen kişinin özelolarak buna şahitlik etmesidir. Şayet azada yol açacak şeye şahitlik ederse "ümmüveled" bölümünde nakledilen görüşe göre bunun kabul edilmesi gerekir. Köleyi müdebber kılma veya azadını bir şarta bağlama veya özgürlük sözleşmesi yapma gibi konularda bu şahitlik kabul edilmez. Bu, ümmüveled kılmaktan şu açıdan farklıdır: Ümmü veled kılmak, böyle olmayan tasarruflardan farklı olarak her halükarda azat ile sonuçlanır. Kişinin, yakın bir akrabası tarafından satın alınma, kölenin müdebber kılınması, kölenin azadının bir şarta bağlanması veya kölesiyle kitabet akdi yapılmasına dair şahitlik sahihtir.

 

88. Gerek can gerekse organlarda kısasın affedildiğine dair şahitlik yapmak kabul edilir; çünkü bunda canı koruma vardır. Bu da Allah hakkıdır.

 

89. Kişinin iddetin devam ettiğine veya bittiği ne dair hisbe şahitliği kabul edilir; çünkü ilki iffeti korumakta ve şer'! bir yol olmadıkça mübah sayılmasını engellemektedir. İkincisi ise nikah yoluyla iffetini koruma amacıyla olan bir korumadır. Süt veya sıhriyet yoluyla haramlık meselesi de bu mesele gibi değerlendirilir.

 

90. Allah'a ait olan zina haddi, hırsızın elinin kesilmeside hisbe yoluyla şahitliğe elverişlidir.

Yine doğru görüşe göre hırsızlık haddine şahitlik etmek de -bunu gerektiren şeye şahitlik etmekle olur- böyledir. Şayet masıahat bunun örtülmesi ise, örtmek müstehaptır.

 

91. Nesep konusunda hisbe yoluyla şahitlik doğru görüşe göre muteberdir; çünkü nesebi iddia edilen kişiyi iddiada bulunan şahsın ne se bine bağlamakta Allah hakkı bulunmaktadır. Zira şeriat nesepleri birbirine bağlamaya büyük önem vermiş nesep bağını kopartmayı yasaklamıştır. Mesele bu açıdan boşama ve köle azadına benzemektedir. Diğer görüşe göre ise bu şahitlik kabul edilemez. Çünkü din, neseb bağlarına büyük önem vermiş, bunları koparmayı yasaklamıştır. Şu halde bu yönüyle mesele boşama ve köle azadına benzemektedir. Diğer görüşe göre insan hakkı ona taalluk ettiğinden bu caiz

değildir.

 

Not:  Nevevi'nin zikrettiği hususun kapsamına [yani hisbe şahitliğinin kabul edildiği konuların kapsamına] muhsanlık, şahidin adalet sahibi olduğunu tespit, zekatlar, keffaretler, çocuğun buluğa ermesi, kişinin kafir veya Müslüman olması, sıhriyet yoluyla haramlık, vasiyet ve genel niteliği ertelenmiş olsa bile [sonuç itibarıyla] genel nitelikli olan vakıf da girer. Buna göre Beğavi'nin fetvalarında da yer aldığı üzere kişi bir evi çocuklarına, sonra da fakirlere vakfetse, mirasçılar bu vakfa el koyup onu mülk edinseler, iki şahit çocukların soyu kesilmeden önce kendiliklerinden buranın vakıf olduğuna dair şahitlik etseler onların şahitliği kabul edilir; çünkü bunun sonu fakirlere yapılan vakıftır. Ancak vakfın vakfedildiği kimseler özel şahıslar ise bu, özel menfaatleri ilgilendirdiğinden kişi bu konuda şahitlik yapamaz.

 

Nevevi "Allah hakları" diyerek kısas, zina iftirası haddi, alım-satımlar ve *rarlar gibi kul hakkı olan hususları devre dışı bırakmıştır. Ancak hak sahibi durumu bilmiyorsa ona şahit olan kişi bunu kendisine bildirir ki o şahıs dava açtıktan sonra bu kişiyi şahit göstersin.

 

Re'sen yapılan hisbe şahitliği ancak ihtiyaç söz konusu olduğunda dinlenir. Buna göre iki kişi bir şahsın kölesini azat ettiğine veya onun falan kadının süt kardeşi olduğuna şahitlik etse bu kişilerin ifadesi [ilk durumda] "o şahıs, [azat ettiği kişiyi] köle yapmak istiyor" veya "[o şahıs, süt kardeşi olan kadınla] evlenmek istiyor" demedikçe kabul edilmez.

 

Re'sen yapılan hisbe şahitliği şöyle olur: Şahitler hakime gelerek "biz falan kişi aleyhine şu duruma şahitlik ederiz. Sen, aleyhine şahitlik etmemiz için o kişiyi mahkemeye çağır" derler. Şayet doğrudan "falan kişi zina etti" derlerse zina iftirası atmış olurlar.

 

Hisbe şahitliğinin kabul edildiği durumda kişinin bunu re'sen dava etmesi dinlenir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır.

 

Birinci görüş

 

İbnü'l-Mukn'nin İsnevi'ye tabi olarak esas aldığına göre -ki Cüveyni de bu görüşü Iraklılara nispet etmiştir- bu dava dinlenmez; çünkü davacının, şahitliğe konu olan şey üzerinde hakkı yoktur. Hakkı olan kişi ise talep ve ispat konusunda izin vermemiştir. Bu durumda imkan ölçüsünde yüz çevirmek ve davayı def etmek gerekir.

 

İkinci görüş

 

Bulkini'nin tercih ettiği görüşe göre bu dava dinlenir. Bu, Allah'a ait had cezalarının dışındaki davalara hamledilir. Sonrakilerden bazıları da bu şekilde ayrım yaparak şöyle demiştir: "Tamamen Allah hakkı olan had cezaları dışında bu dava dinlenir."

 

 

1.8. Şahitterin Durumunun Sonradan Anlaşılması

 

Hakim iki kişinin şahitliğine göre hüküm verdikten sonra bunların kafir, köle veya çocuk olduğu ortaya çıksa bu hükmü kendisi veya bir başka hakim bozar.

 

Daha güçlü görüşe göre fasık da böyledir.

 

Kafir, köle veya çocuk şahitlik etseler, daha sonra kemale erdikten sonra şahitliklerini tekrarlasalar onların şatilkiği kabul edilir. Fasık bir kişi tövbe etse onun şahitliği kabul edilmez. Fasığın bu konu dışındaki şahitliği, kendisinin tövbe ettikten sonra tövbesinin doğru olduğu düşünülebilecek kadar imtihan edildikten sonra kabul edilir. Alimlerin çoğunluğu bunu bir sene olarak belirlemiştir.

 

Sözlü günahtan tövbe için söz söylemek şarttır. Buna göre zina iftirasında bulunan kişi "benim yaptığım zina isnadı batıldır, ben bundan dolayı pişmanım ve bir daha yapmayacağım" der. Yalancı şahitlik yapan kişi de bu şekilde yapar.

 

Ben [NevevI] derim ki: Sözlü olmayan günahlarda kişinin günahtan vazgeçmesi, pişman olması ve bir daha yapmamaya azmetmesi, şayet kul hakkıyla ilgili ise haksız olarak aldığı şeyi geri vermesi gerekir. Allah en iyisini bilir.

 

92. Bir hakim, iki kişinin şahitliği ile hüküm verecekken şahitler şahitliğini eda ettiği esnada veya hakimin hüküm vermesi esnasında şahitlerin her ikisinin veya birinin kafir, köle, çocuk, kadın veya çift cinsiyetli olduğu ortaya çıksa hakimin hükmünü kendisi veya bir başkası nakzeder; çünkü hükümde hata yapıldığı kesin olarak ortaya çıkmıştır.

 

"Hükmü nakzetmek" ile kastedilen hükmün batıl / geçersiz olduğunu ortaya çıkarmaktır.

eş-Şerhu'l-kebir'de şöyle denilmiştir:

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Alimler kölenin şahitliği konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Şu halde ihtilaflı olup içtihada açık olan bir meselede hakimin hükmü nasıl bozulabilir?

 

Buna şöyle cevap veririz: Burada mesele kölenin şahitliği ile hüküm verilmeyeceğine inanan ve her iki şahidin de hür olduğunu zannederek hüküm veren hakim hakkındadır. Bu hükme itibar edilmez. Aynca bu, celi kıyasa aykın bir hükümdür; çünkü köle velayet yetkileri ve diğer hükümler bakımından eksik olduğu gibi şahitlik bakımından da böyledir.

 

93. [Hakim iki şahsın şahitliğine dayanarak hüküm verdikten sonra bunların fasık olduğu ortaya çıksa, o hüküm bozulur mu? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre fasık oldukları hakim nezdinde sabit olan ki kişinin şahitliğine dayanılarak verilen hüküm de -tıpkı yukarıda zikredilen meselelerde olduğu gibi- nakzedilir.

Çünkü nass ve icma, şahitte [fasıklık özelliğinin bulunmayıp] güvenilirlik özelliğinin bulunmasını dikkate almayı gerektirmektedir.

 

İkinci görüş

 

Bu hüküm nakzedilmez; çünkü onların şahitliğinin kabul edilmesi ictihadla olmuştur.

Onların fasıklığına ilişkin şahitlerin sözünü kabul etmek de içtihada dayalıdır. İctihad, başka bir ictihadıa nakzedilmez.

 

Buna şöyle itiraz edilmiştir: İetihadla verilmiş olan hüküm, güvenilir bir kişinin verdiği haberle bozulur. Oysa onun güvenilir olduğu da ictihadıa sabit olmaktadır.

 

Not:  Kadı Hüseyin ve Beğavı, hükmün bozulmasını "kişinin fasık olduğu açık olup içtihada bağlı değilse" diye kayıtlamışlardır. Şayet nebiz içmek gibi içtihada bağlı bir durumsa hüküm kesinlikle bozulmaz; çünkü ictihad ictihadıa nakzedilmez.

 

İki güvenilir kişi, iki şahidin fasık olduğuna [herhangi bir ayrıntıya girmeksizin] mutlak olarak şahitlik etseler ve bunu hükmün verildiği ana isnad etmeseler hakimin hükmü nakzedilmez; çünkü fasıklık hükmün verilmesinden sonra ortaya ÇıkmıŞ olabilir. Bunu el-Kafi yazarı söylemiştir. Rafil'nin "gıyaben hüküm verme" meselesindeki ifadeleri de bunu gerektirmektedir.

 

Not:  İki kişi şahitlik yaptıktan sonra henüz hüküm verilmeden önce fasık olsalar veya irtidat etseler onların şahitliğiyle hüküm verilmez; çünkü bu durum, geçmişe ilişkin de bir şüphe meydana getirir ve bu şahısların iç dünyasında bir kötülüğün var olduğu düşüncesini akla getirir. Ayrıca fısk genellikle gizli olur. Belki de bu, şahitlik esnasında da mevcut olmuş olabilir.

 

İki kişi şahitlik yaptıktan sonra kör olsa, dilsiz hale gelse, delirse veya ölseler onların şahitliği ile hüküm verilir; çünkü bunlar, geçmişe dönük olarak bir şüphe meydana getirmezler. Aksine bu olaylar meydana geldikten sonra onların şahitliğe elverişli oldUğU ortaya konulabilir ve onların şahitliğiyle hüküm verilebilir.

 

Hakim iki kişinin şahitliğiyle hüküm verdikten sonra bu şahitler fasık olsa veya irtidat etse, henüz [hakimin hükmü gereğince davalıdan] mal tahsil edilmemiş olsa tahsil edilir. Nitekim iki şahit şahitlikten döndüğünde de böyledir.

 

"Mal" ifadesi had cezalarını dışarıda bırakmaktadır. Zira bu durumda had cezaları uygulanmaz.

 

Hakim hüküm verdikten sonra "bu iki şahidin fasık olduklarını anladım" dese ancak bunların fasık olduğuna dair şahit ortaya ÇıkmıŞ olmasa "hakim kendi bilgisine göre hüküm verebilir" şeklindeki daha doğru görüşü kabul edersek ve hakimin töhmet altında olmasını gerektiren bir durum yoksa hakimin önceki hükmü bozulur.

 

Hakim, "ben bu ikisinin fasık olduğunu bildiğim halde onların şahitliği ile hüküm vermeye zorlandım" dese zorlamaya dair şahit getirmemiş olsa bile onun sözü kabul edilir.

 

Şahitlik eden kimselerin, lehine şahitlik ettiklerinin ana-babası veya çocukları yahut düşmanı oldukları anlaşılsa veya aleyhine şahitlik ettikleri kişinin düşmanı oldukları anlaşılsa şahitlerin fasık çıkması durumunda olduğu gibi hüküm bozulur.

 

Hakim "ben hüküm verdiğim esnada fasıktım" dese Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin belirttiği üzere onun bu sözü dikkate alınmaz. Bu tıpkı şahitlerin "biz nikah akdi esnasında fasıktık" demeleri gibidir.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Bu, "şahitlerin fasık olduğunu anladım" demeleri gibi olmalıydı.

 

Buna şöyle cevap verilir: Hakim, kendisinin niteliğini başkasından daha iyi bilir. Bu sebeple kendisi hakkında hata etmesi daha fazla görülür.

 

94. Küfrünü açıktan ilan eden bir kafir -veya Kaftal'in belirttiğine göre bir mürted- köle veya çocuk şahitlik etseler ve daha sonra Müslüman olmak, azat olmak veya buluğa ermek suretiyle ehliyetleri kemale erdikten sonra şahitliklerini tekrarlasalar şahitlikleri kabul edilir; çünkü töhmet söz konusu değildir. Zira bu vasıfta olan birisi şahitliğinin reddedilmesinden dolayı ayıplanmaz.

 

95. Bir fasık fıskından tövbe ettikten sonra, bir düşman düşmanlık etmekten tövbe ettikten sonra, şahsiyet sahibi olmayan bir kimse şahsiyet sahibi bir duruma geldikten sonra şahitliğini tekrarlasa veya kişi mükatep kölesi lehine şahitlik ettikten sonra kölenin azad edilmesinin ardından şahitliğini tekrarlasa, küfrü gizli olan bir kimse Müslüman olduktan sonra şahitliğini tekrarlasa bu kimselerin şahitliği kabul edilmez; çünkü bu vasıflarla vasıflanan kimse şahitliğinin reddedilmesinden utanır.

 

96. Fasığın şahitliği, fasıkken şahitlik etmiş olduğu dava dışındaki davalarda, tövbe etmesinden sonra tövbesinin doğru olduğu konusunda zan oluşuncaya kadar sınanması şartıyla kabul edilir. Çünkü tövbe kalple yapılan fiillerdendir. Fasık, şahitliğinin geçerli sayılması ve velayetinin geri dönmesi için tövbe etmiş gibi görünme ithamı altındadır. Bu sebeple din, onun iddiasını takviye etmek için bunu [sınanmasını] dikkate almıştır. Ayette, zina iftirasında bulunanlar hakkında "ancak bundan sonra tövbe edip durumunu düzeltenler hariç" [en-Nur, 5] Bir başka ayette de "şayet o ikisi tövbe ederler ve durumlarını düzeltirlerse" [Nisa, 16] buyurmuştur.

 

97. Alimlerimizin çoğunluğu bu süreyi bir yılolarak belirlemişlerdir. Çünkü içinde dört mevsimin bulunduğu bir yılın geçmesinin insanların nefislerini arzuladıkları şeylere doğru sevk etme özelliği vardır. Bu sürenin [kötülüğe bulaşmaksızın] selametle geçirilmesi kişinin içinin düzeldiği izlenimi doğurur. Şari, erkeğin iktidarsızlığı, zina edenin sürgün edilmesi, zekat ve cizye gibi hususlarda bir yılı dikkate almıştır.

 

98. Bir yıllık süre kesin mi yoksa yaklaşık mıdır? el-Havi ve el-Bahr'da bu konuda mezhep içinde iki görüş olduğu belirtilmiştir. BulkınI, Ezrai ve onlara tabi olanlar ikincisini tercih etmiştir. Alimlerin çoğunluğunun ifadelerinden ilki anlaşılmaktaysa da zahir olan budur.

 

99. Fasığın tövbesinin denenmesinden şu durumlar istisna edilmiş [olup aşağıdaki durumlarda denemeye gerek yoktur]:

 

> Fıskı gizli olan bir kimse tövbe edip ikrarda bulunsa ve kendisini had cezası için teslim etse. Bunu Maverdi ve Ruyani söylemiştir.

 

> Veli, velayeti altındaki kızın evlenmesine mani olarak günaha girdikten sonra tövbe etse kız derhal evlendirilir, Ram'nin Beğavl'den naklettiğine göre kişinin fısktan beri olması için beklenmez.

 

> Zinaya şahitlik eden kişiye şahit sayısı tamamlanmadığı için had cezası vurulması gerekli olsa tövbe ettikten sonra bir yıl sürenin geçmesine gerek yoktur. eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre mezhepte esas alınan görüş doğrultusunda bu kişinin şahitliği derhal kabul edilir.

 

> Vakfı kuran kişinin şartı gereği vakıf yöneticisi olan kişi fasık olup tövbe edince bir yıl beklemeye gerek olmaksızın yönetim yetkisi geri döner.

 

> Hakimlik yapması farz-ı ayn hale geldiği halde bundan kaçınan kişi tövbe ettiğinde -ilgili bölümde geçtiği üzere- bir yıl beklenmez.

 

> Muhsan olmayan bir kimseye zina isnad eden kimse Bulkınl'nin belirttiğine göre tövbe ettiğinde bir yıl beklemeye gerek yoktur. Çünkü İmam Şafii'nin el-Ümm'deki görüşünün mefhum-i muhalifinden bu anlaşılmaktadır. Muhsan bir kimseye zina isnad eden kimsenin şahitliği ise denenmedikçe kabul edilmez.

 

> Yetişkin bir kimse yaptığında fasık olacağı bir şeyi bir çocuk yapsa, sonra tövbe etse ve tövbe etmiş olarak buluğa ulaşsa Bulkınl'nin belirttiğine göre burada da bir yıl bekleme dikkate alınmaz. Nitekim bu İmam Şafii ve alimlerimizin görüşlerinden açık olarak anlaşılmaktadır.

 

> Birinci derecde şahitte bir kusur meydana geldikten sonra bu durum ortadan kalksa, ikinci dereceden şahit, şahitliği tekrar yüklenmeye gerek duyar. Zerkeşi "alimlerimiz bu süreyi burada zikretmemişlerdir" demiştir.

 

> Mürted Müslüman olduğunda mürtedlikten önce güvenilir bir kimse ise şahitliğinin kabul edilmesi için bir yıl beklenmez. Bunu Maverdi söylemiştir. Başkalarının sözlerinden de anlaşılmaktadır.

 

Şayet "o da fasık gibi kabul edilmeliydi" diye itiraz edilecek olursa buna şöyle cevap verilir: "Mürted Müslüman olduğunda küfrün zıddı olan bir şey yapmış, bundan sonra herhangi bir ihtimal kalmamıştır. Kişi zina edip daha sonra tövbe ettiğinde ise durum böyle değildir; çünkü tövbe günahı ortadan kaldıracak şekilde ona izafe edilmez.

 

Maverdi ve Ruyani mürtedin Müslüman olmasını "serbest iken" şeklinde kayıtlamışlardır. Şayet öldürülmek üzere getirildiğinde Müslüman olursa o zaman [bir yıllık sürenin] geçmesi dikkate alınır.

 

Not:  Nevevi'nin tıpkı Rafii gibi fısk ile yetinmesi şunu gerektirir: "Kişi, şahsiyet sahibi olmasıyla bağdaşmayan şeyden tövbe ettiğinde bir yıl süre geçmesine gerek yoktur." Bu kastedilmemiştir. et- Tenbih yazarı bu durumda bekleye gerek olduğunu söylemiştir.

 

Bulkini şöyle demiştir: Bunun şöyle bir delili vardır: Şahsiyeti zedeleyen şey kişinin buna alışması sebebiyle artık onda karakter halini almıştır. Dolayısıyla bu kişinin durumunu test etmek şarttır.

 

el-Matlab adlı eserde belirtHdiğine göre düşmanlıktan tövbe etme durumunda ister zina iftirası ister gıybet ve nemime, ister yalan şahitlik olsun bir yıl beklemek gerekir.

 

100. Nasıl ki mürtedlikten tövbe etme durumunda kişinin kelime-i şehadeti getirmesi gerekiyorsa buna kıyasla sözlü bir günahtan tövbe ederken söz söylemek şarttır. Buna göre mesela zina iftirasında bulunmuş bir kimse tövbe ederken "benim falan kişiye yönelik zina isnadında bulunmam geçersizdi", "bu zina isnadında haklı değilim" dedikten sonra "ben bundan pişmanım ve bir daha bunu yapmayacağım" demesi gerekir. Böylece iftiranın meydana getirdiği utanç ortadan kalkmış olur. Kişi "yalan söyledim" demekle yükümlü tutulmaz. Zira doğru söylemiş de olabilir. Hal böyle iken nasıl yalan söylemesi emredilir?

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Nevevi'nin "benim ona zina isnadım geçersizdir / batıldır" ifadesi kişinin kendisini yalanlaması konusunda açık bir ifadedir. Alimlerin çoğunluğundan ise kişinin kendisini yalanlamayacağı belirtilmiştir. Şu halde kişinin el-Muharrer'de yer alan ve çoğunluk tarafından belirtilen ifadeyi söylemesi daha iyidir. Bu da "zina isnadı batıldır" yani insanlara zina isnadında bulunmak batıldır.

 

Buna şöyle cevap verilir: Nevevi'nin ifadesi, muzafun ileyh elif lam'dan bedelolabilir şeklindeki kurala göre yorumlanır. Nitekim ...."De ki: Ben dinimi yalnız AlIah'a özgü kılarak ona kulluk ederim" [ez-Zümer, 14] ayetinde "dinı" ifadesi aslen "ed-Oln" şeklindedir.

 

Nevevi'nin mutlak ifadesinden kişiye eziyet etmek amacıyla zina isnadında bulunmakla şahitlerin sayısının dörde tamamlanmadığı durumda şahitlik etmek amacıyla zina isnadında bulunma arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin 'de belirtildiği üzere durum böyledir.

 

Rafii şöyle demiştir: Bana göre kişinin kendisini yalanlaması [yalan söylediğini söylemesi] işleminin hakim huzurunda yapılması uygundur.

 

İbn Şühbe'nin de belirttiği üzere bu, hakim nezdinde zina isnadında bulunan ve zina isnadında bulunduğu şahitler yoluyla veya kendisinin itiraf etmesiyle sabit olan kimse açısından zahirdir ancak hakimi e hiçbir şekilde ilişkili olmayan kimse açısından bu hüküm zahir değildir. Aksine bu kişinin hakime gidip de kendisinin zina isnadında bulunduğunu haber vermesi konusu itiraza açıktır; çünkü bunu yapması başkasına rahatsızlık verip kötülüğü yayma anlamına gelecektir.

 

101. Yalancı şahitlikte de tövbe eden kişi yukarıda geçen uygulamaya benzer bir şekilde "benim şahitliğim batıldır ve ben bundan dolayı pişmanım, bir daha yapmayacağım" der.

Çünkü yalancı şahitlik de yukarıda geçenle aynı özelliktedir. Ancak Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de el-Mühezzeb'ten nakledildiğine göre kişi şöyle der: "Söylediğim şey yalandı, bir daha böyle bir şey yapmayacağım." Rafii ve Nevevi bunu onaylamıştır.

 

102. Nevevi, tıprı Rafii'nin eş-Şerhu'l-kebir'de dediği gibi şöyle demiştir:

 

Hırsızlık, zina ve içki içmek gibi sözlü olmayan günahlarda kişinin tövbe etmesi için [şunları yapması gerekir:]

 

> Günahı terk etmesi,

> O günahtan dolayı pişman olması,

> Bir daha dönmemeye azmetmesi

> Şayet işlediği günah kul hakkına taalluk ediyorsa o zaman aldığı mal vb. şeyleri geri vermesi, kısas cezası ve zina iftirası haddinin uygulanmasına müsaade etmesi gerekir.

 

Bu kişi [zekatını ödememişse] zekatı hak sahibine verir. Gasp ettiği mal aynen duruyorsa sahibine verir, telef etmişse hak sahibine bedelini verir veya kendisinden yahut mirasçısından helallik alır. Karşı taraf durumu bilmiyorsa ona bildirir. Şayet hak sahibi yoksa veya onunla iletişim kopmuşsa bunu güvenilir bir hakime teslim eder. Bunu yapmak mümkün olmazsa tasadduk eder. Tazminat borcu varsa bunu öder veya bunu karşı tarafa bırakır.

 

103. [Birisinin hakkını yemiş olan ve] ödeme gücü olmayan kişi tövbe ettikten sonra ödeme gücüne kavuştuğunda borcunu ödemeye azmeder. Şayet ödeme gücünü bulamadan ölürse bakılır: Eğer borç alırken günaha girmişse ahirette bu kendisinden talep edilir. Mesela bir günaha yardımcı olmak için borç almışsa böyledir. Aksi takdirde mübah bir işi sebebiye ihtiyaç duyduğu için borç almışsa, açık bir yön veya açık bi sebebe dayalı olarak borcunu ödeyebileceğine güveniyorsa borç alması caizdir. Bu durumda böyle bir borç ahirette kendisinden talep edilmez. Allah Teala'nın, bu kişinin hasmına o borcun karşılığını vereceği ümit edilir.

 

Bazı Uyanlar:

 

1. Nevevi "bir insana yaptığı haksızlıktan kurtulması" demiş olsa "geri vermek" ifadesinden daha iyi olurdu. Zira bu durumda onun ifadesi geri verme, ibra etme, malın telef olması durumunda yerine bedelini teslim etmeyi kapsadığı gibi mal, ırz ve kısası da kapsayacaktı.

 

Kısas, zina iftirası haddi gibi suçlarda heallik almak için karşı tarafın cezayı uygulamasına müsaade etmek veya af talep etmek şarttır. Şayet hak sahibi durumu bilmiyorsa ona kısası bildirerek şöyle demesi gerekir: "Senin babam öldüren kişi benim. Bana kısas uygulanması gerekiyor. İstersen kısası uygula!" Kazif haddi de böyledir.

 

Gıybetten tövbe etmeye gelince; şayet gıybeti yapılan kişiye gıybet yapıldığı bilgisi ulaşmışsa şahsın ona gidip ondan helallik istemesi şartır. Eğer o kişi öldüğü için bu mümkün olmazsa veya uzun süreyle gıybet etmiş olması sebebiyle bunu yapması zor olursa Allah'a tövbe istiğfar eder. Mirasçıların helal etmesi dikkate alınmaz. Şayet gıybet karşı tarafa ulaşmamışsa pişman olup istiğfar etmek -Hannatl'nin fetvalarında belirtildiği üzere- yeterlidir. Şayet bundan sonra gıybete ilişkin bilgi diğer şahsa ulaşırsa mümkün ise helallik istemek gerekir; çünkü helallik istemeyi gerektiren gerekçe -yani eziyet etme- burada da vardır.

 

Gıybetin ne olduğunu söylemeden helallik istemek yeterli midir? Nevevi, Ravdatü't-tCilibın'de bu konuda sulh bölümünde geçen iki görüş bulunduğunu belirtmiştir.

Ancak bu iki görüş sulh bölümünde değil tazminat bölümünde geçmiştir. Bu iki görüş içinden herhangi birisi tercih edilmemiştir. Nevevi, el-Ezkar'da bunun yeterli olmadığı görüşünü tercih etmiştir. Bu konudaki iki görüş, meçhulolan borçtan ibra konusundaki iki görüş gibidir. Şeyh İmaduddin el-Hüsbanı şöyle demiştir: "Bu konuda, malların aksine bir müsamahadan söz edilebilir." Hallmı ve başkalarının sözlerinde bunun caizliğyle yetinileceği belirtilmektedir. el-Ezkar'daki açıklama tazmin bölümündedir. Ancak bu ikisi ile mal arasındaki fark açıktır.

 

Haset kişinin başkasının elindeki nimetin gitmesini istemesi ve onun musibete uğramasına sevinmesidir. Rafii ve Nevevi'nin Abbadi'den naklettiklerine göre haset de gıybet gibidir.

Dolayısıyla aynı hükümler burada da geçerlidir. Nevevi, Ravdatü 'ttalibın 'de şöyle demiştir: "Tercihe şayan olan hatta doğru olan, bunun haset edilen kişiye söylenmesinin gerekli olmadığıdır." Bunun mekruh olduğu söylense bu da uzak bir ihtimal değildir.

 

2. Nevevi'nin "harsızlık yapılan şeyi geri vermek" ifadesini mutlak söylemesinden kısasta tövbenin kişinin kendisini teslim etmesine bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Ravdatü't-talibin'de Cüveyni'den aktarıp onayladığı görüşe göre katil pişman olduğunda kendisini kısas için teslim etmeden öcne onun tövbesi Allah hakkı açısından sahih olur. Bunun geciktirilmesi de ayrı bir günah olup bundan dolayı da tövbe etmek gerekir. Bu, ilkini zedelemez.

 

3. Nevevi'nin "imkan olduğu durumda" demesi daha uygun olurdu, böylece geri vermenin mümkün olmadığı durumda tövbenin sahih olmayacağı gibi bir anlam anlaşılmazdı.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Nevevi'nin, kul hakkıyla ilgili olursa ifadesi sırf kul hakkı olan veya içinde Allah hakkı olmakla birlikte kul hakkının daha fazla olduğu zekat gibi hakları da kapsamaktadır.

 

Kişinin zekat ödeme imkanı olup da ödememesi buna örnektir. Yine Bendenıci'nin belirttiği üzere keffaretler de böyledir. Bundan amaç derhal verilmesi gerekendir. Buna göre "NeveVi'nin kul hakkı ile kayıtlaması zekat gibi Allah haklarını dışarıda bırakmaktadır" şeklinde bir itirazda bulunulamaz.

 

4. Nevevi'nin ifadesinden sözlü günahta bunun şart olmadığı, sadece sözün yeterli olduğu sonucu çıkmakla birlikte bu kastedilmemiştir. Aksine ilk üçü ister sözlü ister fiili olsun bütün günahlardan tövbe etmenin rüknüdür.

 

Günaha -zina ve şarap içme günahlarında olduğu gibi- Allah'a ait had cezalarından birisi iliştiğinde şayet hiç kimse bu günaha şahit olmamışsa kişi kendise had cezasının uygulanması için bunu ortaya çıkarıp ikrarda bulunabileceği gibi gizleyebilir de. Gizlemesi daha faziletlidir. Şayet bu günah ortaya çıkmışsa artık gizleme imkanı elden gitmiştir. Bu kişi hakime giderek cezanın kendisine uygulanması için ikrarda bulunur.

 

5. Alimlerin ifadesinden günahın ortadan kalkması için had cezasının uygulanmasının yeterli olmadığı, bunun yanında tövbenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda "yaralama suçları" kitabının başlarında bilgi vermiştim, oraya müracaat edilebilir.

 

6. Bir kimse öldüğünde kendisinin insanlarda alacakları ve kendisine yapılmış haksızlıklar söz konusu olsa ve bunlar mirasçılara ulaştırılmamış olsa onu ahirette talep eder.

Denildiğine göre bu hak sahibinin son mirasçısına ulaşmadığında böyledir. Kadı Hüseyin'in belirttiğine göre borçlu bunu mirasçıya verse veya mirasçı onu ibra etse bile böyledir.

 

"Harsızlık" ifadesi, borcunu ödemeyi geciktiren dışındaki kimseyi dışarıda bırakmaktadır.

 

7. İşlenen günah küçük bile olsa tövbeyi derhal yapmanın gerekli olduğu konusunda ittifak vardır.

 

Bir günahtan tövbe edip bir günahtan etmemek sahihtir.

 

Kişi tekrar tekrar tövbe edip günah işlese bile tövbe etmek sahihtir. Bununla tövbe batıl olmaz. Kişi ikinci defa günah işlediğinde bu defa ilk günah için değil ikinci günah için tövbe etmesi talep edilir.

 

İbnü'-Mukn'nin tercih ettiği görüşe göre kişi günahını her hatırladığında tövbesini yenilemesi gerekmez.

 

8. Tövbenin şartlarından biri de yukandaki şartlara ek olarak tövbenin Allah için yapılmasıdır. Kişi marı bir günahtan fakirliği veya cimriliği gibi bir sebeple tövbe etse bu sahih olmaz. Yine tövbenin can boğaza gelmeden veya güneşin batıdan dOğması gibi artık iman etmenin zorunlu hale geldiği andan önce yapılması gerekir. Bunu Bulkini söylemiştir.

 

9. Günahın tövbe ile düşmesi kesin olmayıp zanna bağlıdır.

Kafirlikten pişmanlık duyarak Müslüman olmakla küfür kesin olarak düşer. Bu, icma ile sabittir.

 

eş-Şerhu'l-kebir'de şöyle denilmiştir: "Kafirin Müslüman olması küfürden tövbe etmek anlamına gelmez. Onun tövbesi küfürden pişman olmakla olur. Pişman olmadıkça iman etmesi düşünülemeyeceğine göre imanı, küfürden pişman olmaya bitiştirmek gerekir."

 

Kafirin tövbesinin kesin olması şundandır: İman küfürle bir arada bulunamaz, ama günah tövbe ile bir arada bulunabilir.

 

 

1.9. Sadece Erkeklerin Şahittiğinin Dikkate Alındığı ve Alınmadığı Durumlar

 

Bu bölümde erkeklerin şahitliğinin ve şahitlerin sayısının dikkate alındığı ve dikkate alınmadığı durumlar ile bunlarla ilgili çeşitli meseleler ele alınacaktır.

 

Daha güçlü görüşe göre Ramazan hilalinin görülmesi dışında tek bir şahitle hüküm verilmez.

 

Zina için dört erkek şahit gerekir. Daha güçlü görüşe göre zina ikranna iki kişinin şahit olması şarttır. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre dört erkek şahit gerekir.

 

Mal konusunda ve satım, ikale, havale, kefalet gibi mali bir akit konusunda ve görme muhayyerliği, vade gibi mali hakka ilişkin konularda iki erkeğin veya bir erkek ve iki kadının şahitliği şarttır.

 

Bunun dışında Allah veya kul hakkı olan cezalarda ve erkeklerin genellikle muttali olacağı nikah, talak, ric'at, Müslümanlık, mürtedlik, cerh, tadil, ölüm, fakirlik, vekalet, vesayet, şahitlik üzerine şahitlik gibi konularda iki erkeğin şahitliği şarttır.

 

Yalnızca kadınların bildiği veya erkeklerin genellikle görmediği bekaret, doğum, hayız, süt emzirme, elbisenin altında kalan vücut bölgesine ilişkin kusurlar gibi hususlar belirtilen kimselerin şahitliği ile sabit olacağı gibi dört kadının şahitliğiyle de sabit olur.

 

Bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olmayan şey bir erkek ve yeminle de sabit olmaz.

Bunlarla sabit olan şey bir erkek ve yeminle sabit olur. Ancak kadınların kusurlan vb. konular bundan hariçtir.

 

Hiçbir şey iki kadın ve yeminle sabit olmaz.

 

[Davacının bir şahidinin olduğu durumda] davacı ancak şahidinin şahitlik etmesi ve buna elverişli [güvenilir] olduğunun tespitinden sonra yemin eder.

 

Yemin ederken şahidinin doğru söylediğini belirtir.

 

Şayet yemin etmeyi terk eder de hasmının yemin etmesini isterse bunu yapma hakkına sahip olur. Hasmı yeminden çekinirse daha doğru görüşe göre kendisi, döndürülmüş yemini eder.

 

Bir şahsın elinde köle olarak bulunan bir cariye ve onun çocuğu hakkında başka bir kişi "bu cariye benim ümmü veledimdir. Bu çocuğa, benim mülkiyetimdeyken hamile kaldı" dese ve bir şahitle birlikte yemin etse ümmüveledlik sabit olur. Daha güçlü görüşe göre çocuğun nesebi ve hürriyeti ise sabit olmaz.

 

Bir kimsenin elinde bir köle olsa ve bir şahıs "bu köle benimdi, ben onu azat ettim" dese ve bir şahitle birlikte yemin etse, mezhepte esas alınan görüşe göre çocuk onu elinde bulunduran şahsın elinden alınır ve hür olur.

 

Mirasçılar, murislerine ait bir mal iddiasında bulunup buna dair bir şahit getirseler ve içlerinden biri o şahitle birlikte yemin etse o, maldan kendi payını alır, kendisine ortak olunmaz. Orada kamil [tam ehliyetli] olarak hazır bulunup da yemin etmekten kaçınan mirasçının hakkı geçersiz olur. Şayet orada yoksa veya çocuk yahut akıl hastası ise mezhepte esas alınan görüşe göre kendi payını alamaz. Özrü ortadan kalkınca yemin eder ve şahitliği tekrarlamaya gerek olmaksızın payını alır.

 

104. Daha güçlü görüşe göre tek bir şahitle yalnızca Ramazan ayının hilali konusunda hüküm verilir. Bu konu daha önce oruç konusunda geçmişti.

 

Şu sorulabilir: Daha önce bu konu geçtiği halde Nevevi burada niçin bunu tekrarladı?

 

Buna şöyle cevap verilir: Nevevi konuyu burada meseleyi sınırlandırmak için zikretmiştir.

 

İkinci görüşe göre bu iki erkek şahitle sabit olur.

 

105. Nevevi'nin bunu sadece Ramazan hilaline hasretmesine bazı itirazlar yöneltilmiştir:

 

1. Bunlardan birisi şudur: Bir kimse mesela Recep ayında oruç tutmayı adasa ve bir kişi Recep ayının hilalini gördüğüne şahitlik etse "bir kişinin hilali görmesiyle Ramazan sabit olur" görüşünü kabul ettiğimizde bu kişinin oruç tutması gerekir mi? İbnü'r-Rif'a, el-Bahr adlı eserden bu konuda iki görüş bulunduğunu nakletmiştir. İbnü'lMukrı, oruç bölümünde bunun gerekli olduğunu söylemiştir.

 

2. el-Mecmu"un "cenaze namazı" bölümünün sonunda Mütevelli'den şu görüş nakledilmiştir: Bir zımmı öldüğünde güvenilir birisi onun Müslüman olduğuna şahitlik etse bu durum mirasçılık açısından yeterli değildir. Onun cenaze namazını kılma ve buna bağlı hususlarda bu şahitlikle yetinilir mi? Bu konuda Ramazan hilali meselesindeki İmam

Şafii'nin iki görüşüne binaen alimlerimize ait iki görüş bulunmaktadır. Meselenin bu iki görüşe bina edilmesinin gereği bu şahitliğin kabul edilmesidir. Kadı Hüseyin bunun kabul edilmeyecğini belirtmiş olmakla birlikte doğru olan da budur.

 

3. Kasame konusunda el-Minhac metninde "güvenilir bir kişinin şahitliği [kesin delilolmasa da] bir karine oluşturur" hükmü geçmişti.

 

4. Yine el-Minhac'ın "bitkilerin zekatı" bölümünde tarladan çıkacak ürünün rekoltesini tahmin etmek üzere bir kişinin yeterli olacağı hükmü geçmişti. Bu, "ürün rekoltesini tahmin, şahitliktir" görüşüne dayalıdır.

 

5. Zilhicce ayının hilali güvenilir bir kimsenin şahitliğiyle sabit olur mu? Bu konuda Darimı ve Kadı Hüseyin'in Arafat vakfesi, tavaf vb. konulara ilişkin rivayet ettiği iki görüş vardır.

Ezrai "meşhur görüş aksi yönde olsa da kıyasa göre kabul edilir" demiştir.

 

6. Ramazan hilalinin bir güvenilir kişinin şahitliğiyle sabit olmasına tabi olarak Ramazn ayının otuzuncu gününde Şevval görülmediğinde hilalin bir güvenilir kişinin şahitliğiyle sabit olması meselesi de böyledir. Daha doğru görüşe göre bu durumda oruç tutulmaz.

 

7. Daha önce "yargı" bölümünde geçtiğ üzere hakimin kişiyi mahkemeye getirmek üzere gönderdiği görevli, şahsın mahkemeye gelmekten kaçındığını bildirdiğinde bu bir kişinin haberi, o şah sa tazir cezasının uygulanması konusunda yeterlidir.

 

8. Bir davada hasım olan kişiye hakimin sözünü işttiren veya hasmın sözünü hakime işittiren güvenilir bir kişinin sözü kabul edilir. Bu da şahitlik türündendir. Rafii "gıyaben hüküm verme" konusunun hemen öncesinde bunu zikretmiştir.

 

106. [Bir] zina [davasın]da [had cezasına hükmedebilmek içi] dört erkek şahit gerekir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 

> Namuslu kadınlara zina esnasında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkardırlar. [en-Nur, 4]

 

Müslim'in sahihinde rivayet edildiğine göre Sad bin Ubade, Resulullah (s.a.v.)'a şöyle demiştir: "Ben karımın yanında [onunla zina eden] bir adam görsem, dört şahit buluncaya kadar adama süre mi tanıyacağım?", Resulullah (s.a.v.) "evet" dedi. (Müslim, Lian, 3741)

 

Ayrıca zina fiili ancak iki kişi tarafından yapılan bir şeyolduğu için bu şahitlik iki fiile şahitlik gibi olmuştur. Yine zina, en ağır suçlardan olduğu için bu durumu örtmek üzere

zina şahitliğinde de şartlar ağırlaştınlmıştır.

 

107. Zinaya şahitlik edenlerin şahitliği ancak "biz tesadüfen onları zina ederken gördük" veya "şahitlik yerine gelsin diye kasten baktık" dediklerinde kabul edilir. Şayet "şahitlik etme dışındaki sebeple kasten baktık" derlerse Maverdl'nin tek görüş olarak belirttiğine göre bununla fasık olurlar ve şahitlikleri reddedilir. Şayet şahitliği mutlak olarak yaparlarsa bunun hükmünün ne olacağına temas eden kimseyi görmedim. Bu durumda şayet mümkünse kendilerine ayrıntı sorulur. Aksi takdirde onların şahitliğinin kabul edilmesine ilişkin yukarıda geçen ve hasr ifade eden açıklamalardan anlaşılacağı üzere şahitliklerine uygun davranılır.

 

108. Maverdl'nin belirttiği durum onlardan bu hususun tekrarlanması ve taatlerinin günahlarına baskın olmadığı durumdur. Aksi takdirde onların şahitlikleri kabul edilir; çünkü bu küçük bir günahtır.

 

109. Şahitlerin "biz, erkeğin cinselorganının sünnet bölümünü kadının cinselorganının içine soktuğunu gördük" demeleri şarttır. Bunu derken "sürmenin sürmedanlığa girdiği gibi" veya "parmağın yüzüğe girdiği gibi" demeleri şart değildir. Kadı Hüseyin'in sözünden anlaşıldığına göre bu konuda görüş ayrılığı yoktur.

 

Not:  Bu konuda livata [Iutilik / homoseksüel ilişki] zina gibidir. Yine mezhepte esas alınan ve İmam Şafii'nin el-Ümm'de açık olarak ifade ettiğine göre hayvanla ilişkide bulunmak da böyledir. Nevevi, Ravdatü't-talibin'de şöyle demiştir: "Çünkü bu da ilişkide bulunmak gibidir. Burada cezanın eksik olması -tıpkı cariyenin zina fiiline şahitlik etmede olduğu gibi- sayının az olmasını engellemez."

 

Bulkini şöyle demiştir: "Daha doğru görüşe göre ölmüş bir kimse ile ilişkide bulunmak had cezasını gerektirmez. Bu, mutemed görüşe göre yalnızca dört şahitle sabit olması açısından hayvanla ilişkide bulunmak gibidir."

 

Nevevi'nin söylediği husus, kişinin dava açarken mal almayı amaçladığı veya re'sen şahitlik ettiği "şüphe yollu ilişki" meselesini ve öpme, kucaklama gibi zinanın öncüsü olan fiilleri dışarıda bırakmaktadır. Bu gibi durumlarda dört şahide gerek yoktur. Aksine ilk mesele ilk kayıtla birlikte malın sabit olduğu şeyle sabit olur. Bu husus ileride gelecektir.

Burada zina şahitliğinde dikkate alınan, şahitlerin "biz onun sünnet mahallini soktuğunu gördük" demelerine gerek yoktur.

 

110. Bir kimsenin zina ikrarında bulunduğuna dair [şahitlikte kaç şahidin bulunması gerekir? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre tıpkı diğer ikrarlarda olduğu gibi burada da iki şahidin bulunması şarttır. Yukarıda zikredilenlerden zinaya benzetilenler için de durum böyledir.

 

İkinci görüş

 

İmam Şafii'ye ait bir görüşe göre zina fiiline şahitlikte olduğu gibi burada da dört kişinin şahitliği gereklidir.

 

İlk görüş sahipleri buna şöyle cevap vermiştir: İkrarda bulunan kimseye had cezasının uygulanması, zina ettiği şahitler tarafından görülen kişiye haddin uygulanması gibi kesin değildir. Bu sebeple gözle görme meselesinde şahitlik ağırlaştırılmıştır.

 

111. [Şu durumlarda iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği şarttır:]

 

> İster somut mal isterse zimmet borcu şeklinde olsun mal davalarında,

> Satım, ikale, havale, kefalet, sulh, rehin, şuf'a, müsabaka, yarışta kazanma gibi mail bir akdin yapılması veya feshedilmesi konusunda,

 

> Meclis muhayyerliği, şart muhayyerliği, vade gibi malı bir hak konusunda,

> Mal [diyet] ödenmesini gerektiren öldürme / yaralama suçlarında.

 

Yukarıdaki davalarda iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği yeterlidir. Çünkü şu ayetin ifadesi geneldir:

 

> Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). [el-Bakara, 282]

 

Bu ayette insanların yaptığı akitlerde şahısların umumı olması, durumların da umumı olmasını gerektirmektedir. Bu ise dört erkeğin şahit olmasının şart koşulduğu ve bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle yetinilmeyen şeylerin kapsamından çıkarılmıştir.

 

Bu davalarda şahitliğin kolaylaştırılmasının aklı gerekçesi insanların birbirine borçlanmalarını gerektiren yönlerin çokluğu ve insanların bu meselelerle sürekli içli dışlı olmalarıdır.

 

Seçenek sunulmasından anlaşıldığına göre iki erkekle birlikte iki kadının kabul edilmesidir.

Ayetin zahirinden anlaşılan anlam kastedilmemiş olsa da İbnü'l-Münzir ve başkaları bu konuda icma bulunduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda çift cinsiyetli şahıs da kadın gibidir.

 

Not:  Nevevi'nin mutlak ifadesi şirket ve mudarebe akitlerini de kapsamakla birlikte eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de bu akitlere ilişkin davada iki erkek şahidin şart koşulduğu belirtilmiştir.

 

İbnü'r-Rif'a şöyle demiştir: Burada şunu söylemek gerekir: Şayet bu ikisini iddia eden kişi tasarrufun gerçekleştiğini ispatlamak istiyorsa onun durumu vekilin durumu gibi olup iki şahidin bulunması şarttır. Şayet kendisinin karda payı olduğunu ispat etmek istiyorsa bu, bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olur; çünkü amaç maldır.

 

Bu, güzel bir ayrımdır.

 

Nevevi'nin malı akitle yetinmesi akitlerin feshinin bu şekilde olmadığı izlenimini uyandırmaktaysa da bu kastedilmemiştir.

 

İkalenin akit örnekleri içine alınması ancak bunun satım olduğu şeklindeki zayıf görüşe göre mümkündür. Daha doğru görüşe göre ise ikale bir fesihtir.

 

Nevevi'nin havaleyi satım akdine atfetmesine ihtiyaç yoktu; çünkü havale de borcun borç karşılığında satımıdır.

 

Nevevi, benim açıklamamda yaptığım gibi "malı akit ve feshi" demiş olsaydı daha iyi olurdu.

 

112. Yukarıda zikredilen zina vb. şeyler ve malolmayan, kendisinden mal da kastedilmeyen konuların dışındaki konularda;

 

> Allah hakkı olan bir cezayı gerektiren irtidat, yol kesme ve şarap içme gibi suçlarda,

> Kul hakkı sebebiyle ceza verilmesini gerektiren adam öldürme, organ kesme, zina iftirası gibi suçlarda,

 

> Ceza meseleleri dışında genellikle erkeklerin muttali olduğu nikah, boşama, ric'at, köle azadı, vela, ay beklemek suretiyle iddetini geçiren kadının iddetinin bitmesi, buluğ, ila, zıhar, bir kimsenin Müslüman olması, mürted olması, bir şahidin şahitliğe elverişli olması ve olmaması, bir kimsenin ölümü, ödeme güçlüğü içinde olması, vekalet, vesayet, şahitlik üstüne şahitlik gibi konularda,

 

Bütün bu konularda iki erkeğin şahitliği geçerlidir. Çünkü Allah T eala boşama, ric'at ve vasiyet konusunda iki erkeğin şahitliğinin geçerli olduğunu açık olarak ifade etmiştir. Daha önce "veli ve iki güvenilir şahit olmadıkça nikah yoktur" hadisi geçmişti.(Ebu Davud, Nikah, 2083; Tirmizi, Nikah, 1102)

 

İmam Malik, Zührl'den şunu rivayet etmiştir. "Sünnet had cezalarında, nikah ve talakta kadınların şahitliğinin geçerli olmaması şeklinde uygulanagelmiştir. "(Muvatta, Akdiye, 1470)

 

Belirtilen şart açısından bu zikredilenlerle ortak olan diğer hususlar da bu zikredilenlere kıyas edilmiştir.

 

Vekalet ve vasiyetin sonuç itibarıyla mala ilişkin olması dikkate alınmamıştır; çünkü bunlarda amaç mal değil velayet yetkisidir.

 

Not:  Nikahta iki erkek şahidin şart olması hükmünden şu durumlar istisna edilir: Bir kadın, bir adamın kendisini nikahlayıp sonra da boşadığını iddia ederek mehrin yarısını talep etse veya bir kadın ölmüş bir şahsın karısı olduğunu iddia ederek onun mirasını talep etse, kadının iddia ettiği şey bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle veya bir erkek şahit ve bir de kendisinin yeminiyle sabit olur. Bununla her ne kadar bununla nikah sabit olmasa da hüküm böyledir; çünkü kadının bu davadaki amacı maldır. Rafii ve Nevevi, eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de davalar bölümünün sonunda bunu Kaffal'in fetvalarından aktarıp onaylamışlardır. Bulkini ise buna itiraz ederek şöyle demiştir: "Bu, amel edilen bir görüş değildir. "

 

Talakta iki erkek şahidin şart koşulması hükmünden şu durum istisna edilir: Boşama bir bedel karşılığında ggerçekleşmiş olsa ve koca, [bu boşama sebebiyle karısında alacağı olduğunu] iddia etse bu dava bir şahit ve yeminle sabit olur. Bu mesele bir bilmece olarak şöyle sorulur: Bir şahit ve bir yemin ile sabit olan talak hangisidir?

 

Müslümanlığın sabit olması ile ilgili husustan şu durum istisna edilir: Kafirlerden birisi esir alınmadan önce Müslüman olduğunu iddia etse ve buna dair bir erkek ve iki kadın şahit gösterse bu yeterli olur; çünkü amaç kendisinin köle yapılmaması ve kendisinden fidye alınmamasıdır. Bu, öldürmeyi nefyetmez. Bunu Maverdi zikretmiştir.

 

el-Bahr adlı eserde Saymerı'den şu nakledilmiştir: Bir kimse, murisinin Müslüman veya kafir olarak öldüğüne dair bir erkek iki kadın şahit getirse veya bir şahide birlikte kendisi yemin etse bu şahitlik kabul edilir; çünkü bununla amaç mirasın ispatıdır. el-Bahr yazarı bu görüşa garip bulmuştur.

 

113. Genellikle yalnızca kadınların bildiği veya erkeklerin genellikle görmediği bakirelik ve dulluk, cinsel organda kemik veya et bulunması, kadının doğurması, hayız, emzirme, kadınlara ait elbiselerinin iç tarafından bulunan [dışarıdan görülmeyen] mesela cinsel organda yara bulunması gibi kusurlar -kadın ister hür ister cariye olsun-, bir çocuğun sağ olarak doğması gibi konular yukarıda zikredilenlerle yani iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olduğu gibi sadece dört kadının şahitliğiyle de sabit olur. Çünkü İbn Ebı Şeybe, Zührl'den şunu rivayet etmiştir: "Kadınların doğum yapması ve [cinsel] kusurları gibi kadınlardan başkalarının muttali olamayacağı konularda kadınların şahitliğinin geçerli olacağı öteden beri uygulanagelen sünnettir. "(İbn Ebı Şeybe, Musannef, 5, 82)

 

Diğer hususlar da , belirtilen ölçü bakımından ona ortak olana kıyas edilmiştir.

 

Kadınların bu konularda tek başlarına şahitliği kabul edilince, iki erkeğin veya bir erkek ve iki kadının şahitliği evleviyetle kabul edilir.

 

Not:  Nevevi'nin hayızı örnek vermesi buna ilişkin delil getirmenin mümkün olduğu konusundna açık bir ifadedir. Zerkeşi şöyle demiştir:

 

"Doğru olan budur. Talak bölümünde geçen şu hüküm doğru değildir:

 

Kişi karısının boşanmasını onun hayız görmesine bağlasa, kadın da "hayız gördüm" dese ve koca bunu inkar etse, yeminle birlikte kadının sözü kabul edilir; çünkü buna delil getirmek mümkün deiğldir. Zira kan görülse bile bunun adet kanı olduğu bilinemez. Çünkü istihaza olabilir.

 

Rafii ve Nevevi bunu diyetler bölümünde de açık olarak ifade etmiştir."

 

İbn Şühbe'nin belirttiği üzere bu şöyle yorumlanır: "Buna dair delil getirmek tamamen imkansız olmamakla birlikte zordur." Böylece ortada bir çelişki yoktur.

 

Nevevi fetvalarında kadınların şaihtliğinin onların bu konuda tecrübeli olmalarına binaen kabul edileceğini söylemiştir. Bunu İbnü's-Sabbağ ve Beğavl'den aktarmış ve bu konuda görüş ayrılığı olmadığını söylemiştir. Ancak onun ortaya koyduğu gerekçeye göre bu hüküm iki erkeğin şahitliğiyle veya bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olmaz. Ancak bunu kastetmemiştir.

 

Kaffal ve başkaları süt emzirme meselesini "süt emzirme memeden olursa" şeklinde kayıtlamışlardır. Şayet sağıimış sütün kaptan içirilmesi yoluyla olursa o zaman bu meselede kadınların şahitliği kabul edilmez. Ancak onların "bu süt, şu kadındandır" şeklindeki şahitliği kabul edilir. Çünkü erkekler genellikle buna muttali olamazlar.

 

NevevI" elbise altında" ifadesi ile Ravdatü't-talibin'de Beğavl'den aktarıp onayladığı şu durumu dışarıda bırakmıştır: Hür kadının yüz ve ellerinde bulunan kusur ancak iki erkeğin şahitliğiyle sabit olur. Cariyenin yüzünde ve iş yaparken görünen yerlerinde var olan kusur bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olur; çünkü bundan amaç maldır.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Bu ve önceki hüküm ancak kadına bakmanın helal olduğu görüşü esas alındığında söz konusu olabilir. Rafii ve NevevI'nin ilk konuda, NevevI'nin ikinci konuda doğru saydığı "kadının yüzüne bakmak haramdır" görüşü esas alındığında ise bu konuda yalnızca kadınların şahitliği dikkate alınır.

 

Buna şöyle cevap verilir: yüz ve ellere yabancı erkeğin bakmasının haram olduğu görüşünü kabul etsek bile genellikle buralara erkekler de muttali olur; çünkü kadının mahremleri ve kocanın buralara bakması caizdir. Ayrıca yabancı erkeğin öğretim, [ticari] muamele ve şahitliği yüklenmek için kadının yüzüne bakması caizdir.

 

Veliyyü'I-lraki şöyle demiştir: "Maverdi, kadınların yüz ve ellerindeki kusurlar konusunda ancak erkeklerin şahitliğinin kabul edileceği konusunda mutlak icma aktarmış, bu konuda cariye ve hür arasında ayrım yapmamıştır. Kadı Hüseyin de her iki konuda bunu açık olarak belirtmiştir."

 

Yani bu durumda cariye konusunda sırf kadınların şahitliği kabul edilmez, daha önce geçtiği üzere -orda belirtilen sebeple- abir fii\ erkek ve kadının şahitliği kabul edilir.

 

Nevevi'nin "genellikle yalnızca kadınların bildiği" ifadesinden anlaşıldığına göre yalnızca kadınların bildiği meselelerde kadının ikrarı konusunda kadınların şahitliği yeterli değildir.

Bu doğrudur; çünkü erkekler genelde diğer ikrarları duyduğu gibi bunu da duyar.

 

Nevevi'nin daha önce geçen "dört kadınla" ifadesi bunun bir şahit ve yeminle sabit olmayacağı anlamına gelmektedir ki Maverdl'nin süt emzirme konusunda açık olarak ifade ettiği üzere hüküm böyledir.

 

Rafii "bu, alimlerimizin genelinin mutlak ifadesine uygun olandır" demiştir.

 

Nevevi yalnızca dört ifadesi ile yetinmiş olsaydı bundan bu dört sayısının kadınlara özgü olduğu anlaşılmış olacaktı. Çünkü dört kelimesinin sonundaki müenneslik ta'sı, sayılan şey müennes olduğunda bulunmaz.

 

Çift cinsiyetli şahıslara gelince, tercihe şayan görüşe göre onlar konusunda ihtiyata riayet edilir. O, buluğa erdikten sonra kendisini erkekler de kadınlar da göremez. Bir görüşe göre ise küçüklük hükmü ıstıshab yoluyla devam ettirilir. Rafii'nin Tehzm'te aktardığı üzere iziksel kusurlar konusunda şahidik edecek kimsenin tıp bilgisine sahip olması şarttır.

 

114. Nevevi daha sonra bir şahit ve yeminle sabit olan ve olmayan şeyin bilinmesini sağlayacak bir ölçü ortaya koyarak şöyle demiştir: Haklardan bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olan her şey, bir erkek ve yeminle de sabit olur. Çünkü bir erkek ve iki kadın daha güçlüdür. Daha güçlü ile sabit olmayan şeyondan daha düşük olanla da sabit olmaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Nevevi'nin sözlerine "kasıt benzeri adam öldürmede karine oluşturan durum" bir itiraz noktası teşkil eder. Çünkü bunun için bir şahit ve birden fazla yemin yeterlidir. Oysa bu, bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle sabit olmaz.

 

Buna şöyle cevap verilir: Nevevi burada birden fazla edilen yeminleri değil tek olarak edilen yemini kastetmiştir.

 

115. Bir erkek ve iki kadın ile sabit olan her şey bir erkek ve yeminle de sabit olur.

Çünkü Müslim'in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şahit ve yeminle hüküm vermiştir. (Müslim, Akdiye, 4447)  Yine Beyhaki, HilMiyyat adlı eserinde "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir şahit ve yeminle hüküm vermiştir" şeklindeki hadisi yirmi küsür sahabıden rivayet etmiştir.

 

ZerkeşI şöyle demiştir: Bu, HanefIlerin "bu hüküm haber-i vahidle sabit olup bununla Kur'an neshedilmez" şeklindeki iddialarını bertaraf etmektedir.

 

Bir şahit ve yemin ile hüküm vermeyi önceki ve sonraki alimlerin çoğunluğu kabul etmiştir.

Dört halife de bunlar arasındadır. Bunu, Ömer bin Abdülaziz bütün şehirlerdeki memurlarına yazmıştır. İmam Malik ve Ahmed bin Hanbel'in görüşü de bu şekildedir. Ebu HanIfe bu konuda bu saydıklarımızın tümüne muhalefet etmiştir.

 

116. Sadece kadınların kusurları gibi konular bundan istisna edilmiş olup bu, bir şahit ve yeminle sabit olmaz; çünkü mal konusunun aksine bu önemli bir konudur.

 

Not:  Demırınin de söylediği gibi mutlak ifadenin "hür kadın" şeklinde kayıtlanması gerekir. eariyeye gelince ona ilişkin davada şahitlik bu belirtilenlerle kesin olarak sabit olur, çünkü o bir maldır. Maverdi bunu kesin olarak belirtmiştir.

 

Nevevi'nin istisnayı bu şekilde sınırlandırılmasına itiraz ederek mal davasında tercüme veya şahitlik konusu zikredilmiştir. Çünkü bu, bir erkek ve iki kadınla sabit oldUğU halde tercümede şahit ve yeminin yeri yoktur; çünkü bu mal değildir. Bu yalnızca davacı veya şahidin sözünü man en haber vermektidr.

 

117. Haklar içinde iki kadın ve bir yeminle sabit olan bir hak yoktur. Bu husus mal davasında kesinlikle kabul edilirken kadınların tek başına şahitliğinin kabul edildiği davalarda ise daha doğru görüşe göre böyledir; çünkü dinde böyle bir şey varid olmamıştır. Ayrıca dinde, bu konu dışında iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği gibi değerlendirildiği bir konu yoktur.

 

118. Nevevi daha sonra bir şahit ve yeminle yetinmenin şartından söz ederek şöyle demiştir:

 

Davacı bu davada ancak şahidinin şahitlik etmesi ve şahitliğe elverişli olduğunun tespit edilmesinden sonra yemin eder. Çünkü davacınm tarafı ancak bundan sonra güçlenir.

Yemin daima güçlünün yanında olur. Bu mesele erkeğin şahitliğinin iki kadının şahitliğinden önce yapılmasının şart koşulmamasından şu açıdan farklıdır: İki kadın kesin olarak bir erkek yerine geçmektedir. Oysa iki erkek arasında tertip söz konusu değildir.

 

Not:  Bir şahit ve yeminle hükmetmek [konusunda üç ihtimal söz konusudur:]

 

a) İkisi birlikte olur.

b) Yalnızca bir şahitlikle hüküm verilir, yemin ise şahitliği pekiştirir.

c) Bunun aksi söz konusudur. Yani yeminle hüküm verilir, şahitlik onu pekiştirir.

 

Bu görüşlerin ilki en güçlüsüdür. Görüş ayrılığının pratiğe etkisi şurada görülür: Şahit rücu etse ilk görüşe göre dava konusu şeyin yarısını tazmin eder. İkinci görüşe göre tümünü tazmin eder. Üçüncü görüşe göre tazmin gerekmez.

 

119. Kişi yemin ederken şahidinin doğru söylediğini ve kendisinin iddia ettiği şeyde hak sahibi olduğunu kesin olarak belirtir. Bunu şu ifadelerle yapar: "Vallahi benim şahidim, şahitlik ettiği meselede doğru söylemektedir. Ben dava konusu şey üzerinde hak sahibiyim.

 

Not:  Nevevi'nin "-ve" bağlacı ile meseleyi ifade etmesinden hakkı ispat etmek için yemin etmesiyle şahidinin doğru söylediği konusunda yemin etme arasında bir tertip bulunmadığı anlaşılmaktadır. Cüveyni bu konuda ittifak bulunduğunu nakletmiştir. Kişi yemin ederken şahidinin doğru söylediğine temas eder; çünkü yemin etmek ve kişinin şahit tutması cinsleri farklı iki delildir. Bu sebeple tek türden bir delilmiş gibi olabilmesi için ikisinin birbiriyle irtibatlandırılması dikkate alınmıştır.

 

120. Davacı, getirdiği bir şahidin şahitlik etmesinden sonra yemin etmeyip hasmının yemin etmesini istese bunu talep edebilir; çünkü kendisi yemin etmekten sakınan bir kimse olabilir. Şayet hasmı yemin ederse dava düşer. Rafii'nin İbnü's-Sabbağ'dan bu şekilde nakletmiştir. Ancak davaiının yemin etmesinden sonra şahitler getirirse o zaman bu şahitler dinlenir; çünkü davacının şahitleri getirmesi mümkün olmamış olabilir. Bu sebeple mazur görülür. Tek bir şahidin şahitlik etmesinden sonra yemin davacıya döner, bundan kaçmmakta mazur değildir.

 

121. Davalı yemin etmekten kaçmırsa davacı [geri döndürülen yemini edebilir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre geri döndürülmüş yemini edebilir. Nitekim kendisinin hiçbir şahidi olmamış olsaydı veya davalı yeminden kaçmmış olsaydı bunu yapabilirdi. Zira bu yemin, kendisinin [ilk baştan] kaçmmış olduğu yeminden farklıdır. Zira diğer yemin, kendi tarafı bir şahitle kuvvetlenmiş olan yemindir. Diğeri ise kendi tarafı, davaiının yeminden kaçmmış olmasıyla kuvvetlenmiş olan yemindir. Ayrıca diğer yeminle ancak mal davasmda hüküm verilir. Bu yeminle ise her türlü hakta hüküm verilir.

 

İkinci görüş

 

Davacı geri döndürülmüş yemini edemez; çünkü ilk başta yemin etmeyi terk ettiğinden bir daha buna dönemez.

 

Bu görüş yukarıda belirtilen gerekçeyle reddedilmiştir.

 

122. İlk görüşe göre davacı, geri döndürülmüş yemini etmezse yemin etme hakkı düşer.

Davalar bölümünde geleceği üzere hasmından talepte bulunamaz.

 

123. Bir şahsın elinde kölesi olarak bulunan cariye ve onun çocuğu hakkında başka bir şahıs "bu cariye benim ümmüveledimdir. Bu çocuğa benim mülkiyetimdeyken hamile kaldı" dese ve bir şahit getirip bir de yemin etse kadının ümmüveled olması sabit olur; çünkü ümmüveledin hükmü, malın hükmüdür. Bu durumda ümmüveled, onu bulunduran şahsın elinden alınır ve tıpkı diğer mallarda olduğu gibi davacıya teslim edilir. Davacı öldüğünde onun azat olduğuna ikrarı sebebiyle hükmedilir. el-Minhac ve Ravdatü't-talibin'deki ifadenin çağrıştırdığının aksine bu, onun getirdiği şahitlik ve yemin sebebiyle değildir. Çünkü ümmüveledlik, eksik olan hüccetle sabit olmaz.

 

Şöyle bir itiraz söz konusu olabilir: Kişinin dava esnasında "bu cariye ümmüveledlik hükmüne binaen şu ana kadar benim mülkiyetimdedir" demesi gerekir; çünkü cariyeyi ümmüveled edindikten sonra onun üzerindeki mülkiyeti ortadan kalkmış olabilir. Bu şöyle olabilir; mesela cariye bağlayıcı bir şekilde rehin verilmişken ve rehin alan kişi, cariyenin sahibinin onunla ilişkide bulunmasına izin vermediği ve borçlu da fakir olduğu halde [bir şekilde cariye ile ilişkide bulunmuş ve cariye çocuk doğurmuş olsa] bu durumda cariyenin ümmüveled olması rehin alan kişi hakkında geçerli olmaz. Suç işlemiş olan cariye de böyledir.

 

Bu itiraza şöyle cevap verilir: Bu, uzak bir ihtimalolup davada bu ihtimal esas alınamaz.

 

124. Yukarıdaki durumda çocuğun nesebi ve hürriyeti [sabit olur mu? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre bu ikisi bir şahit ve yeminle sabit olmaz; çünkü bu eksik hüccettir.

 

İkinci görüş

 

Bu ikisi [cariyenin ümmüveled olmasına tabi olarak] sabit olur. Bu durumda çocuk, onu elinde bulunduran kişinin elinden alınır. Davacının ikrarına binaen hür ve onun ne se bine bağlı olur.

 

125. İlk görüşe göre çocuk, onu elinde bulunduran kişinin elinde kalmaya devam eder. Onun nesebinin ikrar yoluyla davacıya bağlanması meselesinde ise ilgili konuda geçen hükümler geçerlidir. Rafii şöyle demiştir.

 

Buna göre çocuk küçükse, vela bağını efendi için korumak adına çocuğun nesebi sabit olmaz. Çocuk büyük olup da ikrarda bulunan kişinin sözünü tasdik ederse daha doğru görüşe göre nesep sabit olur.

 

126. Bir kimsenin elinde köle olarak tutuğu bir şahıs hakkında başka bir şahıs "bu benim kölemdir, onu ben azat ettim. Sen haksızlık yaparak onu köle olarak tutuyorsun" dese ve buna dair bir şahitlek birlikte yemin etse veya bir erkek ve iki kadın bu konuda onun lehine şahitlik etse [hüküm ne olur? Bu konuda iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet

 

Mezhepte esas alınan görüşe göre köle olarak tutulan şahıs onu tutan kişinin elinden alınır ve hür kabul edili. Nevevi'nin sözünün zahirinden anlaşıldığının aksine bu, şahitlik sebebiyle değil ikrar sebebiyledir. Nitekim Nevevi "onun nesebini kendisine bağlaması velayı içerse de" diyerek bunu açık olarak ifade etmiştir. Çünkü vela, buna bağlıdır.

 

İkinci rivayet

 

Bazıları ümmüveled ile ilgili meseleden bunun nefyedilmesine bağlı olarak iki görüş çıkarmıştır.

 

Bazıları ilk rivayeti tek görüş olarak nakletmiştir ki eş-Şerhu'l-kebir'de tercih edilen budur.

 

Arada şu fark vardır: Burada davacı mülkiyet iddiasında bulunmaktadır. Onun delili bunu ispat etmeye elverişlidir. Azat da kendisinin ikrarına dayalı olarak gerçekleşmektedir.

 

127. Ölen şahsın mirasçılarının tümü veya bazıları murislerine ait somut bir mal, bir alacak veya menfaat iddiasında bulunarak murislerinin öldüğüne ve kendilerinin de onun mirasçısı olduklarına dair delil getirdikten sonra bu mala dair bir şahit getirseler ve mirasçılardan birisi buna dair yemin etse sadece o kişi o maldaki / alacaktaki hakkını alır, ister orada olmadığı için isterse orada olup da yeminden kaçındığı için olsun yemin etmeyenler buna ortak olamaz, çünkü delil yalnızca yemin eden kimse hakkında tamamlanmıştır.

 

İmam Şafii burada bu hükmü açık olarak belirtmiştir. Sulh bölümünde ise şöyle demiştir: İki kişi bir ev veya miras iddiasında bulunsalar, davalı bu şahıslardan yalnızca birinin kendi payına ilişkin iddiayı kabul edip diğerininkini yalanlasa yalanlanan kimse tasdik edilen kimseye ortak olur.

 

Bazıları sulhe ilgili bu hükümden hareketle bu meselede tahrk yoluyla bir görüş ortaya koyarak yemin etmeyen kimsenin yemin edene ortak olacağını söylemiştir; çünkü mirasçılık şayi hisseli olarak sabit olur. Alimlerin çoğunluğu ise İmam Şafii'nin buradaki açık görüşünü esas almışlar ve arada şöyle bir fark olduğunu belirtmişlerdir: Burada hükmün sabit olması bir şahit ve yeminle olmaktadır. Şayet ortaklığı sabit kabul etse k o zaman kişiye başkasının yeminine dayalı olarak bir şeyi temlik etmiş oluruz. Diğer meselede ise mülkiyetin sabit olması davalının ikrarıyla olmakta, daha sonra bu ikrar, tasdik edilen şahsın da mirasçı olduğu ikrarını peşinden getirmektedir. Ayrıca burada yemin etmekten kaçınan kimse yemin ederek hakkına ulaşma imkanına sahiptir. Bunu yapmadığında hakkını terk etmiş olmaktadır.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden mirasçıların bir kısmının / birinin kendisinin hissesi üzerine yemin edeceği gibi bir anlam anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. Aksine eş-Şerhu'l-kebir'de Ebu'lFerec'ten aktarıldığı üzere yemin eden kişi mirasın bütünü ÜZerine yemin eder. Rafii daha sonra "başkalarının ifadesinde buna aykırı sözler yer almaktadır" demiştir.

 

128. [Yukarıdaki davada] mirasçılar içinden o şehirde hazır bulunup da kendisine yemin ettirilmesi mümkün olanlardan şahitle birlikte yemin etmekten kaçınan ve ehliyeti tam olan, yani baliğ ve akılolan kişinin hakkı geçersiz olur. Bu kişi yeminden kaçındıktan sonra ölse, onun mirasçısı ne o şahitle birlikte ne de getireceği başka bir şahide birlikte yemin edebilir.

 

129. Bu ikinci mirasçı [da bir şahit getirse] kendisinin getireceği şahidi ilk şahide ekleyerek iki şahitten oluşan bir delil ortaya koyabilir mi? Cüveyni burada iki ihtimalin söz konusu olduğunu belirtmiştir. Bu iki ihtimal şu meseleye dayalıdır: Bir davacı davada bir şahit getirdikten sonra ölse ve onun mirasçısı başka bir şahit daha getirse iki ihtimal söz konusu olabilir: Birinci ihtimale göre bu ikinci şahidi ilkinin üzerine ekleyebilir. Diğer ihtimale göre ise mirasçı, davayı yenileyerek ilk şahidi de dahil etmek suretiyle iki şahit getirmelidir.

 

Cüveyni'nin sözünden ilk görüşün kesin olarak kabul edileceği anlaşılmaktadır.

 

130. Kişi yeminden kaçınmadan önce ölse onun mirasçısı yemin edebilir. Maverdi ve Cüveyni "şayet murisinden hakkını iptaml eden bir durum meydana gelmemişse" demişlerdir. Bu durumda şahitliği tekrarlamaya gerek yoktur.

 

131. Yemin etmeyen kişi gaib ise veya çocuk yahut akıl hastası ise mezhepte esas alınan görüşe göre onun payı teslim alınmaz; çünkü İmam şafii, akıl hastası ile ilgili olarak onun payının bekletileceğini açık olarak ifade etmiştir. Çocuk ve gaib de onunla aynı özelliktedir.

 

Alimlerimiz İmam Şafii'nin bu ifadesinin ne anlama geldiği konusunda ihtilaf etmişlerdir.

 

Alimlerin çoğunluğu şöyle demişlerdir: "İmam Şafii akıl hastalığı sona erip de yemin edinceye ve hakkını alıncaya kadar yahut da yeminden kaçınıp hiçbir şey almayıncaya kadar beklenir." Buna göre mal, davalının elinden alınmaz.

 

Bir görüşe göre ise İmam Şafii şunu kastetmiştir: Bu kişinin payı davalının elinden alınır. İlgili şahsın yemin etmesine kadar kendisine verilmez.

 

132. Kişinin özrü ortadan kalksa yani gaibolan kimse gelse, çocuk buluğa erse ve akıl hastası iyileşse yemin eder ve kendi payını yeniden şahitMi tekrarlama ve dava açmaya gerek olmaksızın alır; ölü lehine dava açılıp ve bir şahit getirilmesi, ölen şahsa vekaleten mirasçılar içinden birinin bunu yerine getirmesiyle tamamlanmıştır.

 

Bu durum şundan farklıdır: Dava mirasçılıktan başka bir yön sebebiyle olsa, mesela;

 

> Bir kimse bir şahsın kendisine ve kayıp olan veya çocuk olan yahut akıl hastası olan erkek kardeşi lehine vasiyette bulunduğunu iddia etse,

 

> Yahut "ben ve gaib olan erkek kardeşim senden şunu satın almıştık" diye iddiada bulunup bir şahit getirse ve onunla birlikte yemin etse,

 

Bu durumda çocuk buluğa erdiğinde, akıl hastası iyileştiğinde veya gaip olan geldiğinde davanın ve şahitliğin tekrarlanması gerekir. Çocuk, akıl hastası ve gaibin payı kesin olarak alınmaz; çünkü miras davası ölen şahıs adına olup bu kişi birdir, mirasçı da onun halefidir.

Oysa başka davalarda hak birden fazla kişiye aittir. Ortada bir izin ve velayet olmadığı sürece kişi başkası adına dava açma ve delil getirme yetkisine sahip değildir.

 

Rafii ve Nevevi şöyle demiştir: Davaya başlamamış olan veya durumdan haberi olmayan hazır ve kamil kimsenin -yukarıda bahsi geçen kamil kimseden farklı olarak- hakkının devam etmesi bakımından çocuk vb. gibi kabul edilmesi gerekir.

 

Not:  Nevevi'nin davanın tekrarlanmayacağını söylediği durum şahidin durumunda onun şahitliğini reddetmeyi gerektirecek bir değişiklik meydana gelmemesi halinde söz konusudur. Şayet değişiklik meydana gelirse o zaman mezhep içinde iki görüş söz konusudur. Ezrai'nin de belirttiği üzere tercihe şayan olan, bu durumda dava tekrarlamaksızın bunun yapılamayacağıdır. Çünkü hüküm, yemin eden kimseye değil diğer şahsın şahitliğine bitişmiştir.

 

ZerkeşI'nin belirttiğine göre şahidin durumunda değişim meydana gelse de gelmese de şahitliği tekrarlamaya gerek olmayan durum ilk şahsın hakkın bütününü iddia ettiği durumdur. Şayet yalnızca kendi hissesinde hak iddia etmişse o zaman şahitliği tekrarlamak şarttır.

 

[Konunun girişinde Şirbinı, şahitliğin beş rüknü olduğunu belirtmiş ve bunları sayarken "şahit", "lehine şahitlik edilen kişi", "aleyhine şahitlik edilen kişi", "şahitliğe konu olan şey" ve "şahitlikte kullanılan sözlü ifade" olarak belirtmiştİ. Bunların ilki olan "şahit" konusunda bilgi verilirken yer yer lehine ve aleyhine şahitlik edilen kişi ve şahitlikte kullanılan sözlü ifade konusu da geçtiği için Şirbinı onlara dair müstakil başlık açmamıştır. Aşağıda şahitliğe konu olan şey meselesi ele alınacaktır.]

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

2. Şahitliğe Konu Olan Şey