![]() ![]() ![]() |
Birinci Şua - s.837 |
cümlesinin makam-ı ebcedîsi ile 1316 ederek Risale-i Nur Müellifinin tedrisiyle
istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu en hararetli tarihi olan 1316 adedine tamtamına tevafuk
eder.
DOKUZUNCU ÂYET
Hem el-Bakara Sûresinde, hem Lokman Sûresinde cümlesidir. Yani, "Allah'a
iman eden, hiç kopmayacak bir zincir-i nuranîye yapışır, temessük eder."
Risale-i Nur ise, iman-ı billâhın Kur'ânî burhanlarından bu zamanda en nuranîsi ve
en kuvvetlisi olduğu tahakkuk ettiğinden, bu
külliyetinde hususî dahil
olduğuna teyiden, makam-ı cifrîsi 1347 ederek Risaletü'n-Nur intişarının fevkalâde
parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar ve bu on dördüncü asırda Kur'ân'ın
icâz-ı mânevîsinden neş'et eden bir urvetü'l-vüska ve zulümattan nura çıkaracak
bir vesile-i nuraniye Risale-i Nur olduğunu remzen bildirir.
ONUNCU ÂYET 1
ON BİRİNCİ ÂYET 2
ON İKİNCİ ÂYET 3
âyetleridir. Meâl-i icmalîleri der ki: "Kur'an hikmet-i kudsiyeyi size
bildiriyor, sizi mânevî kirlerden temizlendiriyor."
Bu üç âyetin küllî ve umumî mânâlarında Risalei'n-Nur kastî bir surette dahil olduğuna iki kuvvetli emâre var.
Birisi şudur ki: Risalei'n-Nurun müstesna bir hassası ism-i Hakem ve Hakîmin mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın aynasında ism-i Hakem ve Hakîmin cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'âniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi hikmet-i Kur'âniyedir.
İkinci emâre: Birinci âyet: 1322 ederek makam-ı ebcedî ile
Risalei'n-Nur Müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden
başını kaldırıp hikmet-i Kur'âniyeye müteveccih olarak hâdimü'l-Kur'ân
vaziyetini aldığı tarihtir ki, bir sene sonra İstanbul'a gitmiş, mânevî
mücahedesine başlamış.
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi 1302 ederek Risale-i Nur Müellifinin Kur'ân dersini aldığı tarihe tam tamına tevafukla remzen Kur'ân'ın bâhir bir burhanı olan Resâili'n-Nur'a bakar.
Üçüncü âyet ise, 1338 olduğundan, hikmet-i Kur'âniyeyi Avrupa hükemasına karşı parlak bir surette gösterebilen ve gösteren Risalei'n-Nur Müellifi Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyede hikmet-i Kur'ânîyeyi müdafaa etmekle, hattâ İngilizin Başpapazı sual ettiği ve 600 kelimeyle cevap istediği altı sualine altı kelimeyle cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle Kur'ân'ın ilhamatından Risale-i Nur'un meselelerini iktibasa başladığı aynı tarihe tam tamına tevafukla remzen bakar.
ON ÜÇÜNCÜ ÂYET
Sûre-i Âl-i İmrân'da
ON DÖRDÜNCÜ ÂYET
Sûre-i Nisâ'da 5
Bu iki âyet bu asra da hususî bakarlar.
Birincisinin meâli gösteriyor ki: Ehl-i dalâlet müteşabihat-ı Kur'âniyeyi
yanlış tevilât ile tahrifine ve şüpheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda
ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur'âniyenin hakikî tevillerini
beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder. Bu küllî mânânın her asırda
mâsadakları ve cüz'iyatları var. Harb-i umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur'ân
aleyhinde terâküm eden Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol
bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu
şübehatı ve itirazları bu zamanda def eden, başta Risalei'n-Nur ve şakirtleri
göründüğünden, bu âyet bu asra da baktığından, Risalei'n-Nur ve şakirtlerine
remzen bakmakla beraber, ulema-i müteahhirînin mezhebine göre da
vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen 6
nın makamı gibi 1344 ederek
Resâili'n-Nur ve şakirtlerinin meydan-ı mücahede-i mâneviyeye atılmaları tarihine
tam tamına tevafukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor
Birinci Şua - s.838
Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir burhanı olan Onuncu Sözün etrafa yayılması
tarihine ve Kur'ân'ın kırk vecihle mucize olduğunu beyan eden Yirmi Beşinci Sözün
iştiharı hengâmına, hem adedine tam tamına tevafukla bakar. Eğer mezheb-i selef gibi
da
vakıf olsa, o halde
deki şeddeli
, iki
sayılsa bin üç yüz altmış küsur
ederek Risaletü'n-Nur şakirtlerinin bundan on beş yirmi sene sonraki râsihâne ve
muhakkikane olan ilimlerine ve imanlarına remzen baktığı gibi, şeddeli
, asıl
itibarıyla bir
, bir
sayılsa 1212 ederek, bundan bir buçuk asır evvel Mevlâna Halid
Zülcenâheynin Hindistan'dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rusuhuyla o zamanda
meydan alan tevilât-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan
ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine tam
tamına tevafukla bakar."
İkinci âyet olan
şeddeli
, aslına nazaran bir
, bir
sayılmak cihetiyle, makam-ı ebcedîsi 1344 etmekle her asra
baktığı gibi, bu asra da hususî remzen bakar. Ve ilm-i hakikatte râsihâne çalışan
ve kuvvetli iman eden bir taifeye işaret eder. Ve çok âyetlerin ehemmiyetle
gösterdikleri bu 1344'te Risaletü'n-Nur ve şakirtlerinden daha ziyade bu vazifeyi
müşkül şerait içinde sebatkârâne yapan zâhirde görülmüyor. Demek bu âyet
onları dahi daire-i harîmine hususî dahil ediyor.
ON BEŞİNCİ ÂYET
Şu âyet bu zamana dahi hitap eder. Çünkü tamam- hariç kalsa-1360 küsur eder.
Eğer
den sonraki olsa
ve
kelimelerindeki tenvinler, nun
sayılsa 1310 eder. Demek bu asra da hitap eder. Hem
cümlesi yalnız dört farkla
Furkan adedine tevafukla sarîhan baktığı gibi, o kudsî burhan-ı İlâhînin bu
zamanda parlak ve kuvvetli bir burhanı olan Resâili'n-Nur'a dahi, ikinci cümlesi olan
adedi, iki tenvin vakıfta iki elif sayılmak cihetiyle 598 ederek aynen tam
tamına Resâili'n-Nur'a ve Risaleti'n-Nur adedine tevafukla o semâvî burhan-ı
kudsînin yerde bir burhanı, Resâili'n-Nur olduğunu remzen haber veriyor.
İHTAR: Sözlerin üç ismi olan Risalei'n-Nur veya Resâili'n-Nur veya
Risaleti'n-Nurdaki şeddeli , iki
sayılmak, cifirce ağlebî bir kaidedir. Şeddeli harf bazan
bir, bazan iki sayılabilir.
ON ALTINCI ÂYET
8 dur.
Şu şifalı âyet çok zamandır benim dertlerimin şifası ve ilâcı olduğu gibi
eczahane-i kübrâ-yı İlâhiye olan Kur'ân-ı Hakîmin tiryakî ilâçlarından,
Risalei'n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak, belki bin mânevî dertlerime bin
kudsî şifayı buldum ve Resâili'n-Nur şakirtleri dahi buldular. Ve fenden ve
felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka
hastalığına müptelâ olanlardan çokları onunla şifalarını buldular.
İşte her derde şifa olan Kur'ân'ın ilâçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde bulunan Resâili'n-Nur dahi bu şifadar âyetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuvvetli bir emâre şudur ki: Bu âyetin makam-ı cifrîsi olan 1346 adedi Resâili'n-Nur'un 1346'da şifadarâne etrafa intişarının tarihine ve Mucizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm nâmında olan risale-i harikanın zaman-ı telifine tam tamına tevafukudur. Şu tevafuk hem münasebet-i mâneviyeyi teyid ve onunla teeyyüd eder, hem remizden işaret derecesine çıkarıyor.
ON YEDİNCİ ÂYET
9
deki
nün makam-ı cifrîsi şeddeli lâm'lar birer lâm ve şeddeli kâf
bir kâf sayılmak cihetiyle 1329 ederek, harb-i umumînin başlangıcı zamanında
Resâili'n-Nur'un başlangıcı olan İşârâtü'l-İ'câz tefsirinin tarih-i
telifine tam tamına tevafukla beraber, şeddeli kâf iki kâf sayılmak
cihetiyle 1349 ederek, harb-i umumînin verdiği sarsıntılar zamanında
Resâili'n-Nur'un
diyerek ehl-i dünyadan hiçbir yerde himaye görmeden, belki
tehacüme hedef olmakla beraber çekinmeyerek yalnız başlarıyla müşkülât içinde
envâr-ı Kur'âniyeyi neşrettikleri aynı tarihe
Birinci Şua - s.839
tam tamına tevafuku ise, her cihetiyle ayn-ı şuur olan âyâtta elbette tesadüfî olamaz. Belki bu gibi âyetler, en müşkül zaman olan bu asra dahi hususî bakarlar ve o âyâtı kendilerine rehber ittihaz eden bir kısım şakirtlerine hususî iltifat edip iltifatlarıyla teşci ederler.
Bu âyet, sâbık âyetler gibi münasebet-i mâneviyesi gerçi zâhiren görünmüyor; fakat bir cihetle Resâili'n-Nur ile bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki:
On üç senedirHAŞİYE
1 bu âyet Risaletü'n-Nur Müellifinin ve sonra has şakirtlerinin mağripten
sonra bir vird-i hususîleridir. Hem bu âyetin mânâsına bu zamanda tam mazhar ve
herkes onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek deyip mütevekkilâne
müşkülât-ı azîme içinde envâr-ı imaniyeyi ve esrar-ı Kur'âniyeyi neşreden,
ehl-i imanı meyusiyetten kurtaran, başta Risaletü'n-Nur ve şakirtleridir.
ON SEKİZİNCİ ÂYET
10
dir. Bu âyet meâliyle hizbullahın zâhirî mağlûbiyetinden gelen meyusiyeti izale
için kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur'ânînin hakikatte ve akibette
galebesini haber verir ve bu asırda hizb-i Kur'ânînin hadsiz efradından Resâili'n-Nur
şakirtleri tezahür ettiklerinden, bu âyetin küllî mânâsında hususî dahil
olmalarına bir emâre olarak, makam-ı cifrîsi olan 1350 adedi ile Resâili'n-Nur
şakirtlerinin zâhirî mağlûbiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde mânevî
galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müthiş imha plânını akîm bırakan
ihlâsları ve kuvve-i mâneviyeleri tezahür etmesinin Rûmî tarihi olan 1350 ve 51 ve
52 adedine tam tamına tevafuku elbette şefkatkârâne, teselliyettârâne bir remz-i
Kur'ânîdir.
ON DOKUZUNCU ÂYET
Şu âyetin umum mânâsındaki tabakalarından bir tabaka-i işariyesi bu asra dahi
bakıyor. Çünkü hem mânâca kuvvetli münasebeti var; hem cifirce 1326 ederek,
o tarihteki hürriyet inkılâbından neş'et eden fırtınaların hengâmında herşeyi
sarsan o fırtınaların ve harplerin zulümatından kurtulmak için nur arayan mü'minler
içinde, Resâili'n-Nur şakirtleri az bir zaman sonra tezahür ettiklerinden, bu âyetin
efrad-ı kesiresinden bu asırda bir mâsadakı onlar olduğuna bir emaredir.
cümlesi 1360'a bakıyor. Demek bundan beş altı sene sonra istiğfar devresidir.
Resâili'n-Nur şakirtleri o zamanda istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmadır.
YİRMİNCİ ÂYET
12
Şu âyet-i azîme sarîhan Asr-ı Saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktığı gibi sair
asırlara dahi mânâ-yı işârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir
surette gelen şifadar nurlara işaret eder. İşte, doğrudan doğruya tabib-i kulûb
olan Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü'n-Nur, benim
çok tecrübelerimle umum mânevî dertlerime şifa olduğu gibi, Resâili'n-Nur
şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin
bir mânâ-yı işârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emare olarak,
nin
makam-ı cifrisî 1339 ederek, aynı tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resâili'n-Nur bu
asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya
başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi
kanaatimi yazdım; kanaate itiraz edilmez.
YİRMİ BİRİNCİ ÂYET VEYA ÂYETLER
sekiz-dokuz âyetlerde sırat-ı müstakime nazarı çeviriyorlar. Ve bu doğru, istikametli yolu bulmak için daima Kur'ân'ın nurundan her asırda o asrın zulmetlerini dağıtacak ve istikamet yolunu tenvir edecek, Kur'ân'dan gelen nurlar olmakla ve bu dehşetli ve fırtınalı asırda o doğru yolu şaşırtmayacak bir surette gösteren başta şimdilik Risaletü'n-Nur tezahür ettiğinden, hem bu "sırat-ı müstakîm" kelimesinin makam-ı cifrîsi-tenvin, nun sayılmak cihetiyle-bin eder. Medde olmazsa 999 ederek, yalnız bir veya iki farklaHAŞİYE 2 Risaletü'n-Nur adedi olan 998'e tevafukla,