![]() ![]() ![]() |
Birinci Şua - s.834 |
5
(ilâ âhirihi) âyetinin iki kuvvetli işaret veren sayfasının mukabilindeki gayet
meşhur bir âyetidir.Makam-ı cifrîsi 1303 ederek, hem Sûre-i Şûrâ'nın ikinci
sayfasında 1
ise, 1309 ederek o tarihte umum muhatapları içinde birisine, hususan Kur'ân hesabına
iltifat edip istikametle emreder ki, birinci tarih ise, Resâili'n-Nur Müellifinin
Risale-i Nur'u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihtir. Ve ikinci âyetin
tarihi ise, o müellifin harika bir surette, pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi,
tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda ve bir kış içinde, on beş senede
medresece okunan yüz kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur
ulemasının yanında, o üç ayın mahsulü on beş senesinin mahsulü kadar netice
verdiği çok mükerrer imtihanlarlaHAŞİYE 1 ve hangi ilimden olursa
olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermekle isbat ettiği aynı tarihe tam
tamına tevafukla remzen Risale-i Nur'un istikametine bir işarettir.
ÜÇÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE
2
âyeti, kuvvetli münasebet-i mâneviyesiyle beraber, cifirce 1344 eder ki, o tarihte
Risale-i Nur'un şakirtleri gibi bu âyetin mânâsına daha ziyade mazhar olanlar
zâhiren görülmüyor. Demek bu âyet, mânâsının müteaddit tabakalarından işârî
bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur'ân'ın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur'a
bakıyor ve en evvel nâzil olan Sûre-i Alâk'ta 3
âyeti gibi mânâsıyla ve
makam-ı cifrî ile ifade ediyor ki, 1344'te, nev-i insan içinde firavunâne emsalsiz bir
tuğyan, bir inkâr çıkacak.
âyeti ise, o tuğyana karşı
mücahede edenleri senâ ediyor. Evet, Harb-i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet,
hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın, hususan Avrupa'nın mağrur
ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınâya ve paraya istinad ederek firavunâne
bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev-i beşeri mes'ul ediyor, diye
"insan" ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.
Eğer deki şeddeli
, bir
sayılsa 1294 eder ki, Risaletü'n-Nur
Müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i velâdetinin birinci senesidir. Eğer
şeddeli
, iki
ve
bir
sayılsa, o vakit 1324'te Hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i mâneviye ile
tezahür eden Risalei'n-Nur Müellifinin görünmesi tarihidir.
DÖRDÜNCÜ ÂYET-İ MEŞHURE
4
âyetidir. Şu cümle Kur'ân-ı Azîmüşşanı ve Fâtiha Sûresini müsennâ
senâsıyla ifade ettiği gibi, Kur'ân'ın müsennâ vasfına lâyık bir burhanı ve
altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-i İslâmiyet olan yedi esası, Kur'ân'ın
seb'a-i meşhuresini parlak bir surette ispat eden ve
nuruna mazhar bir aynası olan
Risalei'n-Nur'a cifirce dahi işaret eder. Çünkü
makam-ı ebcedîsi 1335 adediyle
Risalei'n-Nurun fâtihası olan İşarâtü'l-İ'caz tefsirinin Fâtiha Sûresiyle
el-Bakara Sûresinin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan 1335 veya 6'ya
tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emâredir.
BEŞİNCİ ÂYET
dir. Bu âyetin remzi lâtiftir. Çünkü hem kuvvetli münasebet-i mâneviye ile, hem
cifirle efrad-ı kesiresi içinde hususî bir surette Risalei'n-Nur ve Müellifine
bakıyor. Şöyle ki: kelimesi tenvin, nun sayılmak cihetiyle 500 ederek
"Saidü'n-Nursî" adedi olan 500'e tevafukla, işaret ediyor ki,
"Saidü'n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risaletü'n-Nur ile ihyâ edildi, onunla
hayat buldu."
Evet, deki iki tenvin, nun'durlar; 1334 eder ki, o aynı zamanda (Arabî
tarihle) Said, umumî harpte, maddî ve dehşetli bir mevtten dahi harika bir tarzda
kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen mânevî ve şiddetli bir ölümden necat
bulması ve Kur'ân'ın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihidir. Bu tevafuk-u
mânevî ve muvafakat-ı cifrîye delâlet derecesinde bir işarettir. Hem
Birinci Şua - s.835
de tenvin, nun; ve şeddeli
iki
, ve
de telâffuz edilen
sayılmak
cihetiyle 1294 eder ki, velâdetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek bu cümle ile
hayat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile de hayat-ı mâneviyesine işaret eder.
Elhasıl: Bu âyet, müteaddit ve çok tabakalarından, bir işârî tabakadan hem Risaletü'n-Nur'a, hem müellifine, hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki Risaletü'n-Nur'un mebde'ine remzen, belki işareten, belki delâleten bakar.
âyetinin tetimmesi
âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid, hem letafetlendiren üç münasebet birden
Ramazan'da kalbime geldi. Kat'î bir kanaat verdi ki, kelimesine tam münasip Said'dir. Bu âyet
Risale-i Nur tercümanı olan Said'i
unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder.
sırrına mazhar olan ehl-i ilhad, gayr-ı meşru müştehiyâtının ibâhasıyla
süslendirmesine mukabil, Risale-i Nur, mevti o aldatıcı, fâni hayata karşı
çıkarıp lezzet ve zînetini zir ü zeber eder. Ve der ve ispat eder ki, "Mevt
ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir. Ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti
mübarek bir terhis teskeresine çeviren yalnız Kur'ân ve imandır." İşte bunun
içindir ki, bu hakikat-i muazzama-i mevtiye, Risale-i Nur'da gayet mühim ve geniş bir
mevki almış; hattâ ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalâletin başına vurur,
aklını başına getirmeye çalışır.
İkincisi: Ehl-i tarikatın ve bilhassa Nakşîle'rin dört esasından biri ve en müessiri olan râbıta-i mevt Eski Said'i Yeni Said'e (r.a.) çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said'e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o rabıta, keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i iman hakkında mevtin nuranî ve hayattar ve güzel hakikatini görüp gösterdi.
Üçüncüsü: Bu âyet, cifir ve ebced hesabıyla, her tarafta Said'e hücum eden
üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek,
âyetteki kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi
adedine tam tevâfukla hususi işarete mazhar bir mâsadak Saidü'n-Nursî'dir.
Sabri'nin sadâkatinin bir kerametidir.
Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman'ın halefi Emin, Sabri'nin
âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazan'ın feyzinden onun izahı gibi nurlar
istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin'e gösterdim. Hayretle dedi: "Bu hem
Sabri'nin, hem Risale-i Nur'un bir kerametidir."
Bu âyetteki esrarlı muvazene-i Kur'ân'iyeyi düşünürken, Sûre-i Hûd'daki 7 fıkrasına karşı 8
deki muvazene hatıra geldi ve
bildirdi ki: Nasılki bu ikinci âyet ve birinci fıkra Risale-i Nur'un mesleğine,
şakirtlerine tam tamına mânen ve cifirce bakıyor. Öyle de,
âyeti dahi, Risale-i Nur'un muarızlarına ve düşmanlarına ve onların
cereyanlarının mebdeine ve faaliyet devresine ve müntehâsına cifirle, tevafukla
işaret eder. Şöyle ki: 10
gibi âyetlerin bahsinde Birinci Şuâ'da yedi, sekiz âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri
1316 ve 7 tarihi-ki Kur'ân'a karşı olan su-i kasdın mebdeidir-
cifirce aynı tarihi gösteriyor. Eğer şeddeli mim, iki mim sayılsa 1357,
eğer şeddeli lâm, iki lâm sayılsa 1347 ki, bu asrın tâğiyâne
faaliyet tarihidir. Her iki şeddeli ikişer sayılsa 1387 ki,
dehşetli bir cereyanın müntehâsı tarihi olmak ihtimali var.
Birinci Şua - s.836
ise 1361, eğer
deki okunmayan
sayılmazsa 1351 tarihini, eğer
şeddeli
, asıl itibariyle bir ,
bir
sayılsa yine 1331 tarihini ve Harb-i Umumî âfetinin feryad u
fîzar içindeki yangınını göstererek Cehennem ateşinde zefir ve şehîk eden ehl-i
şekavetin azabını haber verip, ehl-i imanı fitnelere düşüren şakîlerin hem
dünyada, hem âhirette cezalarına işaret eder. Aynen öyle de, bu asra da zâhiren
bakan, esrarlı olan Sûre-i 11
den şu âyetin
ifadesi gibi hem İstanbul'un iki harîk-ı kebîri, hem Harb-i Umumînin dehşetli yangınını Cehennem azabı gibi o fitnenin bir cezasıdır diye işaret eder.
Elhasıl: Bu âyet her asra baktığı gibi bu asra daha ziyade nazar-ı dikkati
celb etmek için cifirce bu asrın üç dört devresinin tarihlerine ve hadiselerine
işaret ve mânâsının suretiyle ve tarz-ı ifadesiyle iki cereyanın keyfiyetlerine ve
vaziyetlerine ima eder. Sabri'nin mektubu yolda iken ve gelmeden evvel o mektubun mânevî
tesiriyle bu âyeti ve 13
âyetiyle beraber düşünürken hatırıma geldi. Risale-i Nur bu derece kuvvetli
işaret-i Kur'âniyeye ve şakirtleri bu kadar kıymetli beşaret-i Furkan'iyeye ve
aktâbların iltifatına mazhariyetin sırrı ve hikmeti, musibetin azameti ve dehşetidir
ki, hiçbir eserin mazhar olmadığı bir kudsî takdir ve tahsin almış. Demek ehemmiyet
onun fevkalâde büyüklüğünden değil, belki musibetin fevkalâde dehşetine ve
tahribatına karşı mücahedesi cüz'î ve az olduğu halde gayet büyük öyle bir
ehemmiyet kesb etmiş ki, bu âyette işaret ve beşaret-i Kur'âniyede ifade eder ki,
'Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla
kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler' diye müjde veriyorlar. Evet, bazı vakit olur ki,
bir nefer gördüğü hizmet için bir müşirin fevkıne çıkar, binler derece kıymet
alır.
İHTAR: Geçmiş ve gelecek âyetlerin işaretleri yalnız tevafukla değil, belki herbir âyetin mânâ-yı küllîsindeki cüz'iyat-ı kesiresinden bir cüz'î ferdi Risale-i Nur olduğuna îmaen, münasebet-i mâneviyeye göre cifrî ve ebcedî bir tevafukla o münasebeti teyiden ve ona binaen hususî ona bakar demektir.
ALTINCI ÂYET
Sûre-i Hadid'de yani, "Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim,
ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz." Lillâhilhamd, Risale-i Nur bu kudsî
ve küllî mânâsının parlak bir ferdi olduğu gibi,
deki tenvin
sayılmak
cihetiyle 1318 adediyle Resâilü'n-Nur Müellifi tedristen telif vazifesine ve
mücahidâne seyahate başladığı zamanın beş sene evvelki zamanına ve çok
âyetlerin işaret ettikleri 1316 tarihindeki mühim bir inkılâb-ı fikrîden iki sene
sonraki zamana tevafuk eder ki, o zaman istihzarat-ı Nuriyeye başladığı aynı
tarihtir. İşte şu nurlu âyet, hem mânâca, hem cifirce tevafuku ise, umum vücuhu
ayn-ı şuur olan Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyanda elbette ittifakı tesadüfî olamaz.
YEDİNCİ ÂYET:
14
şu âyet-i meşhurenin küllî mânâsının bu zamanda zâhir bir mâsadakı
Risaletü'n-Nur olduğu gibi, lâfzullahdaki şeddeli lâm, bir lâm; ve
deki
melfuz ya sayılmak şartıyla 998 adediyle Risaletü'n-Nur'un 998 adedine
tamtamına tevafukla münasebet-i mâneviyeye binaen remzen ona bakar. Ve bu remzi
lâtifleştiren ve kuvvet veren münasebetlerin birisi şudur ki, Risaletü'n-Nur'un
eczaları "Sözler" namıyla iştihar etmişler. Sözler ise Arapça
"Kelimat"tır ve o kelimat ile Kur'ân'ın hakaikini o derece mahz-ı hak ve
ayn-ı hakikat olduğunu ispat etmiş ki, bu zamanın dinsiz filozoflarını tam
susturuyor.
SEKİZİNCİ ÂYET
15
dir. Şu âyet-i meşhure küllî mânâsının bu asırda muvafık ve münasip bir ferdi
Risaletü'n-Nur olduğu gibi, cifirle
kelimesi,
deki
tenvin, nun sayılmak cihetiyle Risaletü'n-Nur adedi olan 998'e yine iki sırlıHAŞİYE 2 fark
ile baktığı gibi,