Zülfikar Mecmuası - s.2319

Hem madem en evvel nâzil olan şu sûre mecmû-u Kur'ân'ın bir nevî fihristesidir. Hem mâdem Kur'ân'ın intişar ve fütuhâtına ve Kur'ân'a âit hadisâta dâir âyât-ı kesîre vardır; elbette Sûre-i Alak'ın hurufâtının verdiği bu gibi haberler kastîdir, tesadüften münezzehtir.

Dördüncü letafetten küçük bir nümune: Sûre-i Kehf'in âyâtı yüz on birdir. Kelimâtı, tefsirü'l-mikyas hesabına göre bin beş yüz altmış dörttür. Âyâtı itibariyle yirmi dokuz sûreye tevafuk ettiği gibi, kelimatıyla dahi otuz dokuz sûre ile yalnız bin adedine tevafuk ediyor. O sûrelerin on altısının kelimatıyla ve yirmi üç sûrenin de hurûfatıyla tevafuk ederek, Kur'ân-ı Hakîm'in tam nısfında olan Sûre-i Kehf'in, mecmû-u süver-i Kur'âniyenin, takriben nısfıyla ittihad etmesi, i'câz-ı Kur'ânînin şuâıyla tanzim edildiğini gösterir.


Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Beşinci Remzi

Sûre-i esrarından iki-üç sırrı, tevafuk anahtarıyla açılmaya dâirdir. Burada nümune için bir-kaç nükte yazılacak.

Birincisi: Tevafukun, on adedden ziyade çeşit çeşit envâı var. Eğer tevafuk, ayrı ayrı cihetten bir hadiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasip ve kelâmın mânâsına muvafık ve müeyyed olsa, o vakit o tevafuk işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu âyet şu hadiseye işaret eder, denilebilir. İşte bu kâideye binâen Sûre-i Nasr'ın sırr-ı tevafukla işaret ve haber verdiği hadiselere aynen Sûre-i Kevser dahi o hadiseye tevafukla parmağını uzatmış, gösteriyor. Ve Fâtiha Sûresi, kezâlik, o iki sûrenin gösterdiği hadiseye bakıyor ve gösteriyor. Sûre-i Alak yine o hadiseye işaret ettiği ve gibi âyetler aynı hadiseye mutabakatıyla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delâlet hükmündedir.

İkincisi: Madem Sûre-i Nasr Allâmü'l-Guyûb'un kelâmıdır. Ve madem sebeb-i nüzulü feth-i Mekke'dir ve nusret-i İslâmiyedir. Ve madem sebeb-i nüzulü ne kadar has olursa olsun, mânâ-yı maksud, kâideten âmm hükmüne geçip, Hazret-i Peygamber'e (a.s.m.) ihsan edilen umum fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mânâ-yı maksudun cüz'iyatına işaretle müjde vermek i'câzlı bir kelamın şanındandır. Ve madem bu sûrenin nüzulu vaktinde sahabeler müjde-i İlahî ile mesrur oldukları halde, Ebu Bekir-i Sıddık ve Hazret-i Abbas, vefat-ı Nebeviyi mânâ-yı işârîsinden fehm ile ağlamışlar. Hem madem âlî bir kelâmın hurufatı ve hey'âtı o kelâmın mânâsına kuvvet vererek, te'yid ederek o kelâmın derece-i ulviyet ve mezâyâ-yı belâğatı ziyadeleşir. Ve madem şu Sûre-i Nasr müteaddit vecihle hurufları tevafuk münasebetiyle fütuhât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve nusret-i Ahmediyeye (a.s.m.) parmak basar bir tarzda işaret verir; elbette şu mezkûr esaslara göre bu risâlede ve sâir Rümuz-u Kur'âniye risâlelerinde bahsedilen işaret-i gaybiye ve tevafukat-ı harfiye yalnız münasebât-ı belâğat ve letaif-i kelâmiyye değillerdir. Belki o tevafukat, lemeât-ı belâğat ve reşahât-ı fesahat olmakla beraber işârât-ı Kur'âniye ve ihbarât-ı gaybiye nev'indendir.

Ezcümle: Sıddîk'ı (r.a.), Abbâs'ı (r.a.) ağlatan şu sûre, 'nun vâv'ına kadar altmış üç harf olarak, ömr-ü Nebevî'nin (a.s.m.) nihayetine tevafukla işaret etmekle beraber, cümleleriyle işaret edilen üç mühim vezâif-i nübüvveti mânâsıyla gösterdiği gibi, yirmi bir harfle o zamana, yirmi bir sene o vazifeyi ifâ ettiğine ve iki sene kaldığına imâ ederek, Sıddîk'ın (r.a.) ağlamasına gizli bir sebep olmuştur. Ve sûrenin yüz beş harfiyle, fütuhât-ı Ahmediye'nin (a.s.m.) yüz beş senesinde Şark ve Garbı tutacağına işaret; makam-ı ebcediyle dört yüz yirmi sekiz senesinde terakkiyat-ı maddiye ve mânevîyenin derece-i kemâllerine işaret etmekle beraber, cümlesinin makam-ı ebcedisi olan 1222'ye kadar o fütuhat-ı Kur'âniye ve nusret-i dîniye devam edeceğine ve ondan sonra bir derece tevakkuf ve tedennîye başlayacağına tevafukla işaret eder.

Hem, ezcümle: Şu sûrede hurufatın tekraratının adetleri manidardır. Şu Sûre-i Nasr'ın mevzuu olan feth ve nusretin cüz'iyatına işaretleri vardır. Meselâ: İki kardeş olan , sekiz tekerrürüyle feth-i Mekke'ye parmak basıyor. , yedişer tekrarıyla 7. senesindeki sulh-u Hudeybiye neticesinde feth-i Mekke mukaddemesi olan galibâne hacc-ı Peygamberîye (a.s.m.) işaret ettikleri gibi, sâir hurufatıyla meşhur fütuhât-ı Ahmediye'ye (a.s.m.) Sûre-i Kevser'e ve Alak'a muvafık olarak işaretleri var.

Ezcümle: Besmele ile beraber sekiz kelimatıyla ve kelimesinin sekiz harfiyle ve


Zülfikar Mecmuası - s.2320

'deki 'nın sekiz tekerrüriyle ve 'ın yine sekiz tekerrüriyle bu sûrenin sarâhatle beşaret verdiği feth-i Mekke'deki nusret-i İlâhiyenin tarihi olan sekizinci sene-i Hicriyeye tevafuk sırrıyla işaret ettiği gibi, dan 'ye kadar olan on dört kelimatıyla deki 'nın on dört adetleriyle ve cümlesinin on dört harfiyle, hem fıkrasının on dört harfiyle on dördüncü sene-i Hicriyesindeki feth-i Şam'da ihsan edilen nusret-i harika tarihine tevafuk sırrıyla işarî beşaret eder. Ve hâkezâ...

Bu sûrenin bu nevî tevafukâtı ve mezâyâ-yı i'câziyesi çoktur. Fakat maatteessüf, bu Beşinci Risale, remziyle üç bâb olarak niyet edilmiş iken bazı ahvâl-i rûhiye sebebiyle yalnız birinci bâbın sekiz meselesinden üç mesele yazıldı. Perde indi, mütebâkîsi kaldı.


Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Altıncı Remzi in çok esrarından, tevafuk sırrıyla münasebettâr birkaç sırrına dairdir.

O esrar sarilan gösteriyor ki, tek başıyla bir mucizedir. Nümune için, letâfetlerinden iki-üç nüktelerine işaret etmek münasiptir.

Birincisi: Sûre-i Kevser'de mevcut hurufâtın tekerrürleri 1'den 9'a kadar, yani birer, ikişer, üçer, dörder tâ dokuza kadar muntazaman bulunmasıyla beraber, yirmi sekiz huruf-u hecâiden mevcut olan on dokuz harfin içinde ikişer kardeş olan ikişer harften en güzelini ve lisana en hafifini almasıdır.

Şöyle ki: 'den var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'dan var, yok. 'den var, yok gibi, zarif ve muntazam ve manidâr bir intihab olduğu gibi, mecmû-u hurufu, Besmele ile altmış beş olup, 'yi ifade eder. Besmele'siz hurufu, vakt-i nüzulüne işaret ediyor.

İkincisi: Şu Sûre-i Kevser'e dâir remzde on üç defa on üç rakam ile beyan edilen sırrın hulâsası şudur ki: Fâtiha-i Şerife'de on üç, ile on üç meşhur suver-i Kur'âniye olan yedi , altı 'nın mecmû-u adedine tevafukla on üç ile on üç sûrenin başlarına işaret edip, parmaklarını bastığı gibi ve Fâtiha'da bulunan on beş ile ve ve ler ve bir ile on beş sûrenin başına işaret edip, 'lerine parmağını bastığı misilli; Kur'ân Fâtiha'da, Fâtiha Sûre-i Kevser'de münderic olduğunun sırrıyla Sûre-i Kevser dahi on üç elif'le Fâtiha'nın on üç 'i gibi on üç parmakla on üç meşhur sûrelerin başlarına parmağını basıyor ve kendi de, küçük bir Kur'ân olduğunu gösteriyor.

Üçüncüsü: kelimesi kudsî, câmi', küllî, nuranî bir kelime olduğundan mânâ-yı lügaviyesi olan hayr-ı kesîrden ve uhrevî bir havz-ı kevser'den ve mânevî bir havz-ı Kevser olan Kur'ân'dan tut, tâ hayr-ı kesîr ıtlakına mâsadak olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma i'tâ edilen bütün hedâyâ-yı Rahmâniye ve fütuhât-ı Rabbâniye, tâ feth-i Mekke ve feth-i Beyt-i Mukaddes, feth-i Şam ve feth-i İstanbul'a kadar mânâları olduğu gibi, o mânâlara da işareti var.

Meselâ, Âb-ı Zemzeme-i Kur'âniyye'nin menbaı ve havz-ı kevseri olan Mekke-i Mükerremenin sekizinci senesindeki tarih-i fethine tekerrürsüz harflerin sekiz adediyle ve mütekerrirlerin yine sekiz adediyle ve elif'in sekiz tekerrüriyle1 ve feth-i İstanbul'a işaret eden sekiz harfiyle tevafuk sırrıyla ve beş defa sekizlerin ittifakıyla tevafuku, şu fütuhâtı sûre-i nûrâniyede elbette tesadüfî olamaz. Belki tevafuk edilen kudsî bir işarettir.

Dördüncüsü: madem bir küllîdir, bir ferdi de İstanbul'dur. Ve madem bu sûre fütuhât-ı İslâmiyeye ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ihsan edilen atıyye-i İlâhiyeyi haber veriyor. Ve madem 'in makamı ebcedîsi 757 olup, Sultan Orhan zamanında Süleyman paşa kumandasında "Erler" tabire dilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul'u hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte, 757'de muhasara ile okumuştur. Ve madem, Kevser, kime verildiğini ifade için 'deki niçin verildiğine delaleten 'deki zammıyla 857 adediyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın vekili olan Sultan Fatih'in eliyle


Zülfikar Mecmuası - s.2321

dâire-i İslâmiyete ve bir mescid-i Ekber ve bir salât-ı ekber olarak 857'nin tarihine tevafuk ediyor. Elbette bu sûre, şu Kevser, Hilâfet-i İslâmiyeye sarahate yakın işaret eder, denilebilir.


Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzi

(Fihriste-i Rümûzât-ı Semâniye)

Dört küçük sûrenin gayet muhtasar olarak hurufatlarına ait letâif-i tevafukiye ve işârât-ı gaybiyeye dâirdir.

Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânın hâkaikında ve meânisinde ve âyâtında ve kelimâtında ve nazmında müteaddit vücuh-u i'câziye ve esrar-ı kudsiye bulunduğu misilli, hurufâtında dahi çok lemeât-ı i'câziye bulunuyor. Hattâ hurufunun vaziyetlerinde çok işârât-ı âliye ve tekerrür-ü adetlerinde çok münasebat-ı latife-i tevafukiye vardır. Hatta denilebilir ki, huruf-u Kur'âniye, nasıl ki herbir harfin sevabı 10'dan 1000'e kadar hasenât meyvelerini veriyor. Öyle de; herbir harf çok işarât meyvelerini veriyor, çok meânîleri de ifade ediyor. Âdeta Kur'ân hurufâtı muazzam ve mütenevvi ilâhî şifrelerdir.

Ezcümle: Sûre-i İhlâs'ın makam-ı ebcedîsi 1003 olmakla, hem 1003 Sûre-i İhlâs bir hatme-i hâssâ-i İhlâsiyeye ve hem mufassal bir ism-i âzam olduğuna; hem üç defa tekrar ile küçük bir hatme-i Kur'âniye olmasına, hem üçer defa tekrarının efdaliyet-i azîmesine, hem 'in müşedded iki sayılmak şartıyla, bir cihetle makam-ı ebcedisiyle tevafuk sırrı ile bin Besmele, bin İhlâs gibi ism-i âzamın mufassalı olduğuna işaret ettiği gibi hurufâtiyle çok esrara bakar. Hem Kur'ân'ın dört esasından en büyüğü olan tevhidi, altı cümlesiyle tevhidin altı mertebesini ispat ve altı envâ-ı şirki reddederek herbir cümlesi öteki cümlelere hem netice, hem mukaddime olduğu cihetiyle Sûre-i İhlâs içinde otuz Sûre-i İhlâs kadar müteselsil burhanlarla müdellel otuz sûre münderiç olduğundan, bu küçük sûre ne kadar muazzam bir bahr-i tevhid olduğunu gösteriyor. Hurufâtının lâtif münasebâtını buna kıyas ediniz ki, içinde elif beş beş beş olarak birinin tevafuku ve Lafzullahın beş harfine tevafuku ve mecmû-u hurufu altmış yedi olup, Lafzullahın makam-ı ebcedîsine tevafuk etmekle mânen makam-ı ebcedisiyle dahi dediği gibi; dört, dört, dört, tenvin ile dört olarak birbirine tevafuku ve sûrenin dört âyetine tevafuku, letâfetini ve intizamını gösteriyor. Sûre-i Felak, hurufâtının intizamı, çok işaretli olduğunu gösteriyor.

Ezcümle: elif altı, altı, altı olarak birbirine tevafuku. Besmele ile altı adet âyetlerine muvâfakâtı, 6666 olan âyât-ı Kur'âniyenin dört 6'larına gizli imâ etmek; bu sırlı sûrenin şe'nindendir.

üç, üç, üç, üç olarak birbirine tevafuku; ve sûrenin hurufâtı doksan dokuz olmakla, 99 Esmâ-i Hüsnâ'nın adedine tevafuk sırrıyla bütün Esmâ-i hüsnâ ile bir istiâze-i câmia hükmünde olduğunu imâ etmekle beraber, hurufâtının ebced-i makamı olan on bin iki yüz küsur olmakla, Fatiha-i Şerife hurûfatının makam-ı ebcedisi olan 10212 adedine dahi tevafuk etmesiyle, herbir sûre umum sûrelerle münâsebetdar olduğunu imâ etmesi, intizamını ve işaretli olduğunu gösteriyor.

Sûre-i Nâs: Hurûfatı, tekerrür noktasında gayet muntazam, 1'den 12'ye kadar terakkî ediyor. Meselâ; bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, dokuz, on, elif on bir, Sûre-i İhlâsın lâm'ı gibi on iki olması, muntazam bir letafeti gösteriyor. Kur'ân'ın şu en âhir sûresinin hurufâtı yüz dört olmakla, suhuf ve kütüb-ü enbiyânın yüz dört adedine tevafuku, Kur'ân-ı Hakîm, suhuf ve kütüb-ü enbiyânın esaslarına câmi olduğuna, en âhirki sûrenin hurufâtıyla gizli bir imâ ettiğini gösteriyor.

Fatiha-i Şerife: Hurufâtının ebcedî hesabı olan 10212 adedi, mecmû-u Kur'ân'da 'nın on bin ve hem 'nın on bin aded-i tekrarlarına tevafuku. Hem Fâtiha'nın on bin adedi yedi adet âyetine darb edilmesiyle, mecmû-u kelimât-ı Kur'âniye adedi olan 70.000'e muvafık gelmesiyle, ehl-i hakikat indinde muhakkak ve hadisçe musaddak olan "Fâtiha, Kur'ân kadardır, ona müsâvidir. Kur'ân Fâtiha'da münderiçtir.

Fâtiha'dır" diye olan meşhur hükmün ispatını imâ edip; ihtar eder.

Suver-i Kur'âniyenin başlarında olan mukattaât-ı huruf gayet mânidâr ve esrarlı bir şifre-i İlâhiye olduğu gibi, Fâtiha hurufu, belki Kur'ân'ın umum hurufâtı kudsî ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlâhi şifreler olduğunu, Rûmûzat-ı Semâniye ile dikkat edilse, hissedebilir. Ve bilhassa, Fâtiha-i Şerifenin hurûfu daha zahir ve nurânî bir şifre-i İâhiye olduğunu ehl-i keşf görmüşler ve emâreleri de vardır.