191. Ey kervanbaşı! Develer baştan başa sarhoş!
Fa'üatün, Fa'ilatiin, Pa'ilatün, FS'ilat
(c.I, 387)•Ey kervanbaşı; develere bak! Katar baştan başa sarhoş! Bey de sarhoş, hoca sarhoş, dost da sarhoş, yabancı da sarhoş!
•Ey bahçıvan! Gökgürültüsü şarkıcı oldu, bulut sakîliğe girişti. Bahçe de sarhoş, ova da sarhoş, gonca da sarhoş, diken de sarhoş! •
Ey gökyüzü; ne zamana kadar dönüp duracaksın? Unsurların dönüşünü seyret! Su da sarhoş, rüzgar da sarhoş, toprak da sarhoş, ateş de sarhoş!
•Görünüşte hal böyle! Ya iç yüzdeki hal?! Onu hiç sorma! Rüh da sarhoş,akıl da sarhoş, vehim de sarhoş, sırlar da sarhoş!
•Yürü, zorbalığı bırak! Toprak ol da toprağı gör! Her şeyi halk eden Allah'ın lutfu ile varlıkların hepsi de zerre zerre, her zerresi de sarhoş!
•Kış mevsiminde bağda bahçede sarhoş kalmadı!" dememek için bir müddet sarhoş bir halde hileci gözden gizlenmişti. Bahar yaklaşınca;
• 0 ağaçların kökleri gizlice şarap içmeğe koyuldular. Bir iki gün sabret bir uyansınlar, sarhoş bir halde kalksınlar da onları seyret!
• Sana birisi çarparsa, birisi ile kavgaya başlarsan sakın sarhoşların hallerinden, gidişinden, çarpışından incinme! Böyle bir çalgıcı bulundukça, sarhoş nasıl olur da düzgün yürüyebilir?
192. Aşk defterde, kitap sayfalarında yazılı değildir. Aşk, kendinde kendini bulmaktır.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, FS'ilat
(c.I, 395)• Aşk üstünlükte, bilgide, defterde, kitap sayfalannda değildir! Halk dedikoduya düşmüştür. 0 yol da aşıkların yolu değildir!
• Aşk öyle bir nür ağacıdır ki, dalları ezelde, gökleri de ebeddedir. Bu ağaç ne arşa dayanır, ne de yeryüzüne! Bu ağacın gövdesi de yoktur!
• Biz aklı işten güçten attık. Hevesi de bir iyice dövdük. Çünkü bu ululuk şu akla, şu huylara layık değildir!
• Sende fanî güzellere karşı bir iştiyak, bir özlem var ya... Bil ki bu iştiyak senin için bir puttur. Sen kendinde kendini bulur da kendin sevgili olursan, sende özlem kalmaz.
193. îsteyen hep O'dur, biz gölgeler gibiyiz.
Mef'Olü, Fa'ilat, Mefa'îlü,
(c.I, 442)•Aşıklara dostu araştırmak farzdır. Aşıkların coşkun akan bir sel gibi yüzleri, başlarını yerlere sürerek, taşlara vurarak dostun deresine vanncaya kadar koşması gerektir.
•Zaten dileyen, isteyen hep O'dur. Bizler gölgeler gibiyiz. Bizlerin konuşup güşmemiz, dedikodularımız hep dosta aittir. Fakat hakîkatte kendi kendinden bahseden, konuşan hep O'dur.
•Bazen akar su gibi, dostun deresine doğru çağlar, gideriz. Bazen de durgun gibi dostun testisinde haps olur kalırız.
•Bazen ateşin üstündeki güveç toprak tencere gibi kaynar dururuz, coşarız. ise birşeyler düşünerek fazla taşmayalım diye kepçe ile başımıza vurur. dostun huyu böyledir.
•Ne şaşılacak şeydir ki; nazla, işve ile seni eritir, zayıflatır, kıla döndürür de, yine sen, dostun bir kılına iki dünyayı bile vermezsin.
•Dostla oturmuşuz. Onunla bir aradayız da dosta; "Ey dost! Dost nerede?" diyee soruyoruz. Dostun mahallesindeyiz de gafletimizden; "Dost nerede? dost nerede?" deyip duruyoruz.
•Kötü, hoş olmayan kuruntular, uygunsuz düşünceler bizim gevşek tabiatımızdan meydana gelmededir. Bu, dostun huyu değildir.
194. Rüh ve beden.
Mefülü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.I, 454)• Ruh geldi bedene girdi. Beden ruh tarafına gitmedi. Gerçekten de, okun uçup gittiği yere yay gitmez.
• Rüh bedenden uçup gitmek için çevikleşti. Sıçradı gitti. Şu hantal bedense toprağa, yere uzandı. Gökyüziine yükselmedi.
• Rüh balçıktan yapılmış evde, bedenin ev sahipliğini yaptı. Fakat bedeni, evi sevdi. Eve öyle bir bağlandı kaldı ki, ev sahibi ile beraber çıkıp gidemedi.
• Beden yeryüzünde öyle yapayalnız kaldı ki, bu hiç umulmazdı. Halbuki ruh şüphenin bile gidemediği bir yere gitti, ulaştı.
• Dünya dünya olalı her şeyin sonunun ayrılık olduğunu gör! Şu dünyada dünyaya gelip de gitmeyen kişiyi kim gördü?
• Bir gün ölüm gelir çatar, boğazını sıkar da şaşırır kalırsın. "Sanki habercı gelmedi. Sanki ölümün geleceğini sana söylemedi" dersin.
195. Her an sağdan soldan ilahî aşkın sesi geliyor.
Müfte'ilün, FS'iIat, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.I, 463)• Her an sağdan soldan ilahî aşkın sesi geliyor. Biz göklere yükseliyoruz. bizi kim seyretmek ister?
• Vaktiyle biz göklerde idik, meleklerle dostluk. Biz tezce yine oraya diyoruz. Zaten orası bizim şehrimizdir.
• Aslında biz, gökten de yüceyiz, melekten de üstünüz. Bizim konak yerimiz, kibriya (ululuk yeri) iken, ne diye biz göklerden de meleklerden de ileri geçrniyelim?
• Tertemiz ilahî inci nerede? Toprak alemi nerede? Ne maksatla o yüce menzilden aşağı indiniz? Denginizi bağlayın, yükünüzü yükleyin! Burası nasıl bir yerdir?
• Genç talih, bizim yarimiz. Sevgiliye can vermek de işimiz, gücümüz. Bizim kafilemizin başı, yol göstereni Hz. Muhammed Mustafa'dır.
• O'nun mübarek ay yüzünü görmeye, ay dayanamadı da ikiye bölündü. Ay ondan nür dilenen, onun niyazkar, adî bir kölesi iken, o talihe kavuştu.
• Sabah rüzgarının bu güzel kokusu onun mübarek saçlarının büklümünden geliyor. Bu hayalin parıltısı, kuşluk güneşine benzeyen cemalindendir.
• Sen bizim gönlümüze bak da, her an ayın ikiye bölünmesini seyret! gözünü onun bakışından ayırıyor da, ne diye öte yana bakıyorsun?
• Halk su kuşları gibi can denizinden doğmuşlardır. 0 denizden doğup gelen kuş, burada nasıl yerleşir? Nasıl konak tutar?
• Aslında biz hepimiz can denizinin içindeyiz ve Hakk'ın huzurundayız. öyle olmasa, gönül denizinden birbiri ardınca dalgalar gelir miydi? Biz, bu manevî zevkleri duyabilir miydik?
• Elest dalgası, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" nidası geldi. Şu beden misi rüh için hazırlandı. Derken zamanı gelip de gemi kırılıp parçalanınca, artık buluşma, sevgiliye kavuşma çağı gelir.
• Buluşma, kavuşma çağı nedir? Haşr olma, ölümsüzlüğe erme çağıdır. Hakk'ın lütuf ve ihsan çağı, safa içinde safa çağıdır.
• Bu gördüğünüz insan, bu resim, bu şekil kimdir? Bu padişah, bu bey kimdir? Bu ihtiyar akıl nedir? Bütün bunlar birinin, gizli sevgilinin yüz örtüleridir.
• Örtüleri açmanın, sevgiliyi bulmanın çaresi bu çeşit coşuşlar, köpürüşler, heyecanlardır. Bu tatlı duyguların, bu mana suyunun çeşmesi sizin başınızın ve gönül gözünüzün içindedir.
• Size göre, başınızda hiç böyle bir şey yok! Fakat aslında sizin iki başınız vardır. Birisi yerden gelen görünen şu toprak başı, birisi de gökten gelen ve görünmeyen tertemiz manevî baş!
• Senin şu görünen başın, öbür gizli başından meydana gelmiş. Bunu bilesin, anlayasın diye nice tertemiz başlar, toprağın ayağına dökülüp saçılmış, toprağa karışmıştır.
• Asıl olan baş, gizli, görünmüyor da ona uyan baş ortada... Bil ki, şu dünyanın ötesinde, sonsuz, sonu gelmeyen bir alem vardır.
196. 0 söze gelmeyeni, kelimelerle açıklamaya
imkan olmayanı anlatmaya çalışmayayım.Fe'ilStün, MefS'ilün, Fe'ilat
(c.I, 501)• Sevgilim, içeriye gel! Sensiz zevkin tadı yok! Acaba dünyada seni görüp de, güzelliğine hayran olmayan, sana kul köle olmayan bir kimse var mıdır?
• Ey hem canımıza, hem de bedenimize can veren aziz varlık! Sen can gibi pek gizlisin ama aslında gizli de değilsin.
• Sen nereye el koysan orası candır. Fakat cana el koymak kolay değildir.
• İbadetlerle, iyiliklerle, bedende tertemiz, lekesiz, saf bir hale gelen can, sevgiliye ayna tutan olmuş, hatta kendisi sevgiliye ayna olmuştur.
• Ben pek fazla mest oldum. Korkuyorıım, sözlerime dolaşacak meydan Kalrnayacak.
• En iyisi sen elini ağzıma koy da, o söze gelmeyeni. kelimelerle açıklamaya imkan olmayanı anlatmaya çalışmıyayım.
197. Uyku bu gece aşkın pençesine düştü de hayli acılar çekti.
Fe'ilatiin, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c.1, 500)• Bu gece uyku gönlümü yaralı, perişan, harap görünce gözden de baştan da kaçtı, gitti.
• Zavallı uyku, bu gece aşkın pençesine düştü de hayli acılar çekti, ızdıraplar duydu. Sonunda dayanamadı, kaçtı gitti.
• Aşk timsah gibi ağzını açınca uyku balık gibi suya daldı, kaçtı gitti.
• Uyku düşmanını böyle insafsız, merhametsiz görünce acele acele kaçtı gitti.
• Bizim ay yüzlü sevgilimiz de karanlık gecede gönlümüze doğunca, uyku, güneşin önünden kaçan gölge gibi kaçtı gitti.
• Aşk uykuya bir soru sordu. Fakat uyku bu ince soruya cevap veremedi.aciz kaldı da kaçtı gitti.
• Uyku kendisine soru soran aşkı hapsetmek istedi. Altı yönden de kapıları kapattı. Fakat Allah aşka acıdı da, kapı açtı, onu kurtardı.
198. 0, bir köşeye çekilmiş gizlenmiş, dünya ise onun mesti olmuş.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.1, 503)
• Kalk, bugün dünya bizim. Can da bizim, cihan da bizim. Sakî de bugün bizim misafirimizdir.
• Hz. Yusuf, gönül Mısır'ımıza padişah oldu. Bu şeref bize yetmez mi?
• Kalk, cana da, cihana da lutfu ile keremi ile emirler veren büyük padişah bugün bizim emrimizdedir.
• Ay da, zühre yıldızı da bizim neşemizi gördüler de def çalmaya başladılar. Can bülbülü ise, gül bahçemizin güzelliğine hayran olmuş, mest olmuş, kendini kaybetmiş.
• Can ve gönül memleketinin padişahı geldi. Bizim perişan canımızda, perişan gönlümüzde yer aldı.
• Gelip bu can evinin bir köşesinde gizlenen kim? Şeker kamışlığımızı ona bağışladığımızı söyle!
• 0 bir köşeye çekilmiş, gizlenmiş. Dünya ise onun mesti olmuş, 0 bizim Hızır 'ımızdır, 0 bizim ab-ı hayatımızdır.
• 0 yemekteki tuz, bedendeki can gibi herşeyden, herkesten açıkça görülmede, hissedilmede; böyle olduğu halde yine de gizli kalmada.
• Görünen o değil, zaten her şeyi 0 yarattığı için, onu kendimizde hissettiğimiz zaman herkes, herşey biziz, herşey bizden ibarettir.
• O'nun varlığını anlatmak için bundan fazla belge gösterme, burhandan bahsetme. Çünkü bizim delilimiz, burhanımız süküt alemindedir, o alemden görünür.
199. Aklını başına al da kendi varlığından kurtul, varlıktan, benlikten beter bir suç yoktur.
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c,1,498)• Aşk manevî devletten, Allah'ın lütfundan, yardımından, gönül ferahlığından yolunda yürümekten başka birşey değildir.
• Büyük imamlardan Ebu Hanife hazretleri aşktan bahsetmedi. Şafıî hazretleride aşkı açıklamadı. Bir rivayette bulunmadı.
• Din ilmindeki; "Bu caizdir, bu caiz değildir!" münakaşasının bir sonu yoktur.. Aşıkların ilmine ise bir son yoktur!
• Kimi dertli, kederli, asık suratlı görürsen bil ki, o aşk şehrinde doğmamıştır.aşık değildir.
• Ezelden haberi olmayan kimse aşk yolunda acemidir. Bu yola yeni düşmüştür.
• Aklını başına al da, kendi varlığından kurtul, yok ol yok! Çünkü senin varlığından beter bir suç, bir cinayet yoktur!
• Sürücü güdücü olma! Yani yüksek mevkiye, yüksek makama, başkanlığa heves etme! Sürüde, halk arasında kal! Yüksek mevkide bulunmak baş belasından başka birşey değildir.
200. Aşk şehrinde kötü huylu insanların ne işi var?
MUfte'ilün, Fa'ilat, MUfte'ilün, Fa'ilSt
(c.I, 470)• Böyle güzel bir ay yüzlüyü görünce, şaşırıp kalmak gerek! Pervanenin neşelenmesi için, mum lazım, şamdan lazım!
• Senin gamının hazîn hazîn çaldığı çengden kulaklarım feryatlarla doldu. Her nefesimin gamının çengi ile "ten ten ten" demesi gerek!
• Ay yüzlü olan dilbere ulaşmak için ne yapmalı? Ona aşık olan kişinin çok iyi huylu olması, insan olması gerek. Kötü huyla güzele varılmaz.
• Ey benzeri olmayan güzel! Saçlarını elime ver. Aşk kuyusuna düşene ip uzatmak gerektir.
• Aşk güzel bir şehirdir. Güzeller şehridir. Fakat bu şehirde yabancıların, huysuz, ahlaksız insanların ne işi var? Böyle bir şehri kötü insanlardan korumak için akıl hisarı, iman burcu lazım!
• Bu gam yükleri altında ezilen gönlün gıdası nedir? Temiz kalpli güzel bir sevgili ile buluşmaktır. Yoksul bir devenin su içmesi, ıslak bir otlağa çökmesi gerek!
201. Gönül zamanenin kötülüklerinden kaçtı, aşkın koltuğunun altına sığındı
Mefte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.I, 508)• Gönlümün kuşu yine uçmağa başladı. Can dudusu yine şeker kamışlıgında... Benim deli divane sarhoş devem yine akıl zincirini kırdı.
• Yıne şu ırmakta sular aktı. Irmağın kıyılanndaki çimenler yeşermeye başladı.
• Seher rüzgarı yine bahçeye geldi. Gülleri, gül bahçelerini okşamaya başladı.
• Aşk bir ayıbımı gördü de beni sattı. Sonra acıdı. Yüreği yandı, yine beni satınaldı.
• Düşmanım, beni dostla beraber görünce haset etti de elini dişlemeğe başladı.
• Gönül zamanenin kötülüklerinden, hilelerinden kaçtı. Aşkın koltuğunun altına sığındı, orada emeklemeye başladı.
.• Aşk, gönlü kendi yanına çağırınca, gönül bütün insanlardan kaçmağa başladı.
202. Aşık olmayan kişi, padişah bile olsa, o, ipek bir kefene sanlmış bir ölüdür.
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.I, 504)• Seni yakından görmek istiyorum. Ne olur, biraz daha yakına gel! Çünkü senin yüzün tamamıyla nürdan ibaret. Nurdan başka birşey değil. Dünyada senin aşkınla mahmur olmayan kimdir?
• Bu sözü yanlış söyledim. Canlar canını isterken; "Yakına gel!" denir mi? Sen uzakta değilsin, sen benim canımdasın, canımın içindesin. Kendinde bunana; "Yakına gel!" demek büyük bir hatadır.
• Düşünce, düşünceye perde olur. Bu sebeple, şu veya bu şekilde düşünceyi bırak! Zaten o gizli değil ki!..
• Senin ay gibi güzel olan yüzün meydanda iken, herkes tarafından görülürken senin yüzünü göremediği için gussaya dalan, derde düşen kişinin özrü kabul olamaz!
• Şunu iyi bil ki, aşksız gönüle sahip olan, aşık olmayan kişi, padişah bile olsa o, ipek kefene sarılmış, mezara gömülmüş bir ölüden başka birşey ğildir.
• İhtiyar olsun, genç olsun, ab-ı hayat için kişiye ölüm bir şey yapamaz. Onun ölümü kolay değildir!
203. İlahî şarap öyle bir şaraptır ki, güneş bile aydınlığını ondan alıyor.
Mef'ülü, Mefa'îlün, Fe'Olün
(c. 1,517)• Ruhum dostun hevasında göklere doğru yükselir de, arifler meclisinde sevgi şarabının kadehlerinin döndüğünü gördükçe daha neşeli olarak ötelere doğru uçmadadır.
• 0 alıp içmek için elini mana şarabına uzatıyor. Tarif edilmez olan o şarap, öyle bir şarap ki, güneş bile nurunu, aydınlığını ondan alıyor. Güneşi bile o aydınlatıyor.
Hz. Mevlana'nın bu beyti, Ibn-i Fariz hazretlerinin "Hamriyye" ismindeki ilahî şarabı öven şiirindeki şu beytini hatırlattı:
"İlahî şarap bir güneştir, ayın ondördüncü günü, bedir, dolunay da onun kadehidir. 0 şarabı hilal, genç ay dolaştırır, o şarabın karışmasından yıldızlar meydana gelir." Yani güneş gibi olan ilahî aşk şarabı, dolunay gibi olan ariflerin gönüllerinden, yıldızlar gibi olan Hakk sunulur.
• Ruh o şarabı içince, daha da ruh oluyor, hafifliyor, yükseliyor. Ötelerden bile ötelere uçmak istiyor.
• Ruh ötelerde rnana ayını bulup da onunla manen beraber olunca, güneş utancından gizleniyor, görünmez oluyor.
• Ruh onunla manen buluşunca, tazeleniyor, gençleşiyor, artık ne kimseye bakıyor, ne de birisine bir şey danışıyor.
204. Biz benlikten, senlikten kurtulunca hepimiz bir oluyoruz.
Fe'ilatün, Mefa'iliin, Fe'ilSt
(c.I, 497)• Çalgı, saz nasıl insanı şarap içmeğe teşvik ederse, iyilerin yaptığı işler, iyiliklerde insanı iyilik yapmaya yöneltir.
Marifetname sahibi Erzurumlu îbrahim Hakkı hazretleri: "Musikî zahidin zühdünü, fasıkın fıskını artınr" buyurmaktadır. Yani müzik zahide manevî zevkleri verir, onu Hakk'a yaklaşır.. Zevkine düşkün insanı da içmeğe, şehevanî zevklere teşvik eder. Bu yüzdendir ki, eyhanelerde müzik olduğu gibi, eski tekkelerde de müsikî vardır.
•Allah, insanı iyiliğe teşvik için iyiliğe şükreder, kötülükten de şikayette bulunur. Firavun'dan bahs eder. Hz. Musa'nın şükrünü anlatır, bunlar hep bahanedir. Bunlar hep bizim halimizi hikayedir.
.• Benlikte olan, benlik güden Firavun cinsindendir. Benlikten yakasını sıyırmış, temiz, pak, günahlardan kurtulmuş kişi de Hz. Müsa'dandır. Onun cinsindendir.
• Şunu iyi bil ki, gamın, kederin arkasında neşe vardır. Neşenin arkasında da gam ve keder pusudadır.
• Ahmed (s.a.v.) toprak olmayı, yani mütevazi yaşamayı huy edindi de, o yüzden miraca yükseldi ve göklerin manevî padişahı oldu.
• Sen de toprak ol da, senden bitkiler yetişsin. Toprak olan, gönül hazinesini bulur.
.• Madem ki biz benlikten, senlikten kurtulunca hep bir oluyoruz. Yeter sus ! Sen bu sözleri kime söylüyorsun?
205. Tur Dağı seslendi ama, Müsa'nın gönlündeki gizli hazine sessiz kaldı.
Fe'ilatiin, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'iliin,
(c. I, 414)• Gece gündüz elsiz ve ayaksız gönülle senin hizmetinde bulunmak ne hoştur! Senin mana şekerleri ile dolu olan yurdunda şeker yiyen kuş ne mutlu kuştur. Yani senin manevî nimetlerinden yararlanan Hakk yolcusu ne talihli kişidir.
• Senin manevî bahçende gizlice gülen goncanın başucunda bulunan uzun boylu selvinin gölgesinde bulunmak ne hoştur. Yani kamil bir insandan manen yararlanmak ne güzel şeydir.
• Karga gübreye aşıksa ona de ki: "0 sevgi ona yaraşır, ama gül bahçesinde yeşillikler içinde bülbüllerin gülü sevmeleri ne de hoştur." Yani şehvet peşinde koşarak fanî güzellere gönül verenler, koşsun dursunlar ama, sonu utanç olan kirli arzulardan kendilerini kurtararak gerçek sevgiliyi bulanlar ne mutlu kişilerdir.
• İnsanlar geceleri uykuya dalınca, gündüz kendilerini rahatsız eden düşüncelerden kurtulurlar ama, ibadetle geçirdikleri gecenin karanlığında, kuşluk vakti güneşinin nürunu bulanlar ne mutlu kişilerdir?
• Ey puta tapan kişi! Senin ayağın balçığa şaplanmış kalmış. Şu gökkubbenin derinliklerinde ne güzellikler bulunduğunu sen ne bileceksin? Ey fanî güzele gönül vererek beden balçığından, nefsanî arzulardan kurtulamıyan zavallı! Sen ötelerde mana göklerindeki güzelliklerden nasıl haberdar olabilirsin?
• Hz. Musa'ya olduğu gibi, Hakk'ın rahmetinden sana da bir tecellî olursa mana şekerleri yağdıran o manevî buluşmanın yüzünden Tur Dağı'nın göğsü, yani Hakk aşığının gönlü ne güzel bir hale gelir.
• Dağ ses verir ama, madende ses vermeyen, susan altın var. Bazen susmak, bazen de ona cevap verip konuşmak ne hoştur. Yani tecellîye mazhar olan Tur Dağı seslendi ama, Müsa'nın gönlündeki gizli hazine sessiz kaldı. Her iki hal de hoştur.
206. Allah kendini, yarattığı güzel eserlerin arkasında gizlemiştir.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün,
(c.I, 477)• Benim varlığım sevgilinin elindeki kadehten başka bir şey değildir. Eğer dilimle söylediğim bir söze inanmadınsa, gönülden söylediğimi anlaman için gözüme dikkatle bak!
• Gönlüm kadeh gibi kanlarla dolu. Zayıf düşmüş bedenim ise, hiç bir zaman zayıflamayan, sararıp solmayan, eriyip gitmeyen, daima güçlü ve kuvvetli olan aşkın elinde bulunmaktadır.
• Benim varlığımı bir kadeh gibi elinde tutan, bazen dolduran, bazen boşaltan, o tek olan, eşi olmayan sevgilim, çok kudretlidir. Her an Adem gibi, havva gibi yüz binlerce insanı yaratır. Dünyaya getirir. Yine yüz binlerce insanı öldürür. Ötelere gönderir. Dünyayı yaptığı resimlerle, nakışlarla süsler, doldurur. Fakat o büyük yaratıcı, o eşsiz san'atkar kendini gizler, göstermez. akla. fikre sığmaz. Nasıl olduğu tasvir edilemez, anlaşılamaz.
• Zerrenin de, ovanın da, katrenin de, deryanın da ne ile nasıl en iyi bir hale gelip düzene gireceğini bilir. Bütün kainatı, koyduğu şaşmaz değişmez kanunlarla saat gibi işletir durur. Her şeye her yarattığına gereken duyguyu, gereken vasfı, yaşama zevkini, yaşama gücünü verir. Bütün yarattıklarına yardımda bulunur. Bütün canlı varlıklar onun açtığı dünya sofrasına çağırılmışlardır. îyi, kötü herkese rızkını verir, yedirir. Süslü elbiseler, kürkler giydirir. Çeşit çeşit renklerle onları süsler. Onun bilgisine de hudut, sınır yoktur.
"Açıklamalı tercüme ettiğim bu beyitler Hz. Mevlana'nın Cenab-ı Hakk'ın yaratma gücüne, sanatına, kudretine hayranlığını ifade etmektedir. Bizler bugünün insanları ilmin fennin yardımı ile, yeni buluşlarla, yenî keşiflerle, büyük yaratıcının harika eserlerini gözlerimizle seyretmedeyiz. Mevlana'nın zamanında insanlar mikroskopu bilmedikleri gibi, gök yüzünde 15 milyar ışık yılı uzaklıktaki güneşleri de keşf etmemişlerdi. Aya ayak basmamış-lar, Merih (=Mars) yıldızına uzay aracı göndermemişlerdi. Denizlerin derinliklerine inip orada yaşayan çeşit çeşit renklerde, şekillerde balıkları, deniz yaratıklarını görmemişlerdi.
Bu sebeple bizler eski devirlerde gelen insanlardan daha bilgiliyiz daha talihliyiz. Cenab-ı Hakk'ın yaratma gücünü, sanatını, kudretini, büyüklüğünü eskilere göre daha iyi idrak etmemiz gerekirken, ne yazık ki gözlerimizde gaflet perdesi var. Allah'm kendini gizliyerek sergilediği şaheserler müzesini, sergisini heyecan duymadan, hayran olmadan seyredip duruyoruz. Mevlana bulunduğumuz şu zamanda dünyayı şereflendirseydi, acaba büyük yaratıcı neler söylerdi?
• Gönlümüzü bazen sıkar, bağlar, hayatı zehir eder. Bazen bağlarımızı çözer, sıkıntılarımızı giderir, bizi rahatlandırır, mutlu eder, huzura kavuşturur. Eğer senin gönlün eşek değilse, bu hallerin nereden geldiğini, kimin işi olduğunu anlar, bilir; o işin sahibini, o işleri vereni tanır.
• Eşek bile senin gibi üstün bir varlık olmadığı halde, sahibi, efendisi olan eşekcinin bağlamasını, çözmesini bilir, tanır; bir başkası olmadığını anlar.
• Efendisini görünce eşekcesine başını sallar. Kulaklarını oynatır. Sesini bile tanır. Çünkü sahibinin sesi ona yabancı değildir.
• Çünkü onun elinden yem yemiştir, hoş sular içmiştir. Ne tuhaf, ne şaşılacak şeydir ki, Allah bu kadarcık olsun sana bir anlayış, bir seziş vermedi mi? Sana lutuflarda bulunan, seni yediren, içiren, seni zevkler içinde yaşatan, seni yarattıklarının en şereflisi seçerek hiç bir varlığa vermediğini sana veren, sahibini, efendini, seni yaratanı tanımıyorsun, yazıklar olsun sana!
• Seni yaratan yüzlerce defa sıktı, derde düşürdü. Feryat edip durdun. Nasıl ,olur da onu tanımaz olursun? inkara kalkarsın. Allah sana akıl verdi. Cüz'î irade verdi. Peygamberler vasıtasıyla yol gösterdi. Allah seni kurtarmaya mecbur değildir.
• Kafirler gibi ancak belaya uğrayınca onu hatırlamadasın, başını eğmedesin, teslim olmadasın. Zaten ötelere mensup olmayan, öteleri düşünmeyen baş, yarım habbeye bile değmez.
207. Hakkı görmeye gücün yetmez. Gözünü aç da onun sıfatlarını gör!
Fa'ilatiin, Fa'ilatün. Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.1, 386)• Madem Hakk'ın zatını görmeye tahammülün yok; gözünü aç da O'nun sıfatlarını gör! Madem yönlere, cihetlere sığmayanı göremiyorsun; O'nun yarattıklarındaki nnru seyret!
• Şu mavi gök perdesinin altında dolaşan hüri gibi güzelleri gör! Yüzleri nurlu kişileri seyret de gözlerin kamaşsın! 0 nürlu insanların hepsi de; müslüman, inanmış, yumuşak huylu, utangaç, suçsuz.
" Maide Süresi, 5/66. ayetten iktibas var."
• Gördüğün güzellerin her biri nazlı, kıvrak, cilveli. Herbiri de Hakk aşığının gönlünü kapar, alır. Her biri Tıraz mumu gibi, her biri kurtuluş sabahı.
" Tıraz, Türkistan'da beyaz tenli güzelleri ile meşhur bir şehir adı."
• Her biri dudağını yummuş, ağzını kapatmış. Fakat anlatışında bir kılı kırk yarar. Her biri mana şekeri almada, her biri şeker kamışı madeni olmada.
• Eski, yıpranmış köhne canı ver gitsin! Geniş, yeni bir can almaya, kendini yenilemeye bak! Yokluk, yoksulluk aleminde salınarak yürü de ermişlerden zekat al!
• Aşıkları sıkıntılı zamanlarında şaşkın ve perişan sanma! Onların ızdıraplara, acılara tahammülüne, sebatına Cudi Dağı bile dayanamaz, aciz kalır.
• Bütün zorlukların, bütün sıkıntıların, neşelerin, her türlü işin, gücün aslı, temeli aşktır. Fakat gönlün ne olduğunu bilmeyen, saçma, sapan sözlere takılır kalır.
208. Sen aşkı sarhoş ettin ey güzel!
Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'îlün
(c.I, 427)• Sonunda gönülde ve canda yurt edindin de, her ikisini deli divaneye çevirdin...
• Bu alemi ateşlere yakmak için geldin, sonunda yakmadan dönemedin.
• Ey aşkı ile dünyayı yakıp, yıkan! Sonunda bu viraneye, bu yıkık yere de kasdettin, yani dünyayı yıkmakla için rahat etmedi, harabesini bile yıktın, altını üstüne getirdin.
• Ey gönül! Ben seninle uğraşıyordum. Fakat sonunda sen yine o aşk masalını hatırladın.
• Aşkı sarhoş ettin, kendinden geçirdin de içeri aldın. Aşkla buluşunca sonunda aklı gösterdin, bana yabancı ettin.
• Kurtuluş çarelerini arayanın lutfu dünyayı aydınlatan bir mum gibiydi. Sen sonunda o mumu da pervane ettin, ateşe attın.
• Ben toprağın altında kalmış çaresiz zavallı bir tane idim. Sonunda aşkınla, o değersiz taneyi inci haline getirdin.
• Bir daneyi, bir tohumu bağ, bostan haline getirdin. Sonunda topraktan bir köşk yaptın.
• Kafatasım hem seninle dolu, hern senin yüzünden boşalıyor. Sonunda kafa tasımı şarap kadehi yaptın.
209. Zindanda uyumuş kalmış kimse uyanırsa hoş olmaz.
Mefa'îliin, Mefa'îlun,
(c.I, 339)• Sema Hakk aşıkı ile diri olan kişilerin canlarına rahatlık verir, huzur verir. arif olan, canında can bulunan yani hayvanî ruhu değil de insanî ruhu taşıyan, bunu, bu hakîkati bilir...
• Gül bahçesinde yatıp uyuyan kişi, gül kokusu duymak için uyanmayı arzu eder.
• Fakat zindanda uyumuş kalmış kimse, uyanırsa hoş birşey olmaz, ziyana düşmüş olur.
• Sema düğün evinde olur, düğün olan yerde olur. Yas olan yerde sema olmaz. Çünkü yas yeri feryat, figan yeridir.
• Kendinde bulunan cevherden, ilahî emanetten habersiz olan o eşsiz ay'ı gönül gözü ile göremeyen kişi var ya;
• Öyle kişiye sema da gerekmez, def, yani müsikî de gerekmez. Sema aşıklar içindir. Gönüller alan, o eşsiz, görünmez sevgiliye manen kavuşmak içindir.
• Yüzlerini kıbleye çevirmiş kişiler, manen mirac edenler, bu dünyada da, öteki dünyada da sema'dadır.
210. Dünyada aşktan başkasına gönül verme!
Mefülü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. r, 455)• Gerçek aşka tutulmamış, o sevgiyi kendine iş edinmemiş rühun yok olması daha iyi. Çünkü onun varlığı ayıptan, ardan başka birşey değildir.
• Hakîki aşkla mest ol! Kendinden geç! Çünkü dünyada ne varsa hep aşktan ibarettir. Aşkla meşgul olmaktan başka dosta layık bir iş güç yoktur.
• "Aşk nedir?" diye sorarlarsa de ki: "Aşk dileği, isteği, yapıp yapmama arzusunu, iradeyi terk etmektir. îhtiyarı terk etmeyende hayır yoktur, iyi insan değildir."
• Ebedî olarak bakî kalan ancak aşktır. Bundan başkasına gönül verme, hepsi eğretidir.
• Ne vakte kadar fanî olan, ölü sayılan sevgiliyi kucaklıyacaksın? Öyle bir canı kucakla ki, ona son yoktur.
• Baharda doğan şey, güz mevsiminde ölür. Aşk gül bahçesine bahardan imdat yoktur. Aşk çiçeklerinin ilkbaharın yardımına ihtiyaçları bulunur mu?
• Beden atının üstünde titreyip durma! în aşağı! Yaya olarak yürü! Git, yani bedene ait arzulardan kurtul! Beden atına binmeyenlere Allah manevî kanatlar verir.
• Dünya ile, maddî isteklerle ilgili düşüncelerle kafanı yorma! Gönlün, içine fanî sevgililerin hayali aksetmeyen bir ayna gibi tertemiz olsun.