371. Dilsiz, dudaksız söz söylemeyi huy edin! Hayat fanî,
 insan ölünce ne dudak kalır ne de dil!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün 
 (c. 11, 762)

• Ben ölmüş olsam da, beni mezara koysalar, bu haldeyken sevgilimizden bir haber gelse, hemen kefenimi yırtar, mezarımdan çıkarım.

• Diri de, ölü de ondan bir şey elde edince neler yapmaz? Dağ bile onu görse yerinden sıçrar kalkar, daha ileri, daha yakına gelir.

• Seni sevdiğim için beni çekiştirirlerse, kınarlarsa, ben bu kınanmaktan kaçmam, kaçınmam. Senden gelen acılık cana şekerden daha tatlı gelir.

• Sana, Hakk'ın nîmetlerinden ne gelirse ye, iç, bir tarafta dursun deme! Akıp giden bir ırmaktan su içtikçe arkası gelir. 

• Hakk'ın yaratma gücüne, güzel sanatına bak, gönüllere gelen vahyi seyret! Baştan başa görüş nüru ol! Çünkü bütün zevkler, bakış ve görüşten gelir.

• Ömrüm geldi, geçti de sevgiliye kavuşamadım diye ümitsizliğe kapılma, o vakitli, vakitsiz, ansızın gelebilir, her şey seher vaktinde gelmez.

• Bekle, gözetle, sabret! Zamanlı zamansız, ansızın değerli bir sürme gibi o azîz varlık, o eşsiz varlık gözümüze gelir.

• 0 bu göze gelince, bu göz deniz halini alır. Denize bakınca da denizin bütün suyu inci olur.

• 0 inci, aslını kendi inciliğini bilmeyen ölü inci gibi değildir. 0 daima söyler, daima arar, daima diridir.

• Senin aslın nedir? Sen nasıl bir madensin? Sen nasıl bir cansın? Bunu ne bileceksin? Senin insanî hünerini, marifetini ancak Allah bilir, Allah bilir.

• Fazla konuşma, dudaklarını kapa, dilsiz, dudaksız söz söylemeyi huy edin! Çünkü dünya geçip gidince, ne diş kalır, ne dudak kalır, ne de dil!

 

372. Gönül kapısında otur bekle, o gizlenen sevgili, 
ya gece yarısı, yahut seher vakti gelir.

Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
 (c. II, 595)

• Hakk aşığı olan, gönlünde bir istek bulunan kimse, gönül kapısına gider de gönül ona kapı açmazsa, elbette bunun bir sebebi vardır. Kapı açılmadı diye üzülme, git!

• Gönül kapısında otur bekle, çünkü, o gizlenen sevgili ya gece yarısı, yahut seher vakti gelir.

• Her şeyden ayrılan, yalnız Allah'ını arayan can, az bulunan eşsiz bir candır. Şaşılacak bir candır!

• Bulunduğu dünyadan başka bir dünya gören göz, görüş sahibidir. Onun hoş bir lakabı vardır.

• Böyle olan kimse, rühun en yakın dostu olur da, ölümden bile korkmaz. Can verme saatinde, onun tuhaf bir zevki, anlatılmaz bir neşesi vardır.

• Ayağı taşa çarpsa, avucuna bir inci düşer. Canı dudağına gelse, bir şeker dudaklı ile buluşur.

• Sus, sırlan her yerde açığa vurma. îyi röhlu olmayan kişilerin toplantısında Ebü Leheb de bulunabilir.

 

373. Aklını başına al da isteyen, isteneni bir bil!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilün 
(Yazma bir dergiden)

• Ey Allah'ım, önünde secde etmeme müsaade et. 0 imkanı lütfet de, secde edenin başı secde edilene yaklaşsın.

 "Secde et Allah'a yaklaş!" mealindeki Alak Suresi, 96/19. ayete işaret var.

• Duygular alemi (duygularımız) toprağa benzer. Hakkı bulmak, onu istemek arzusu da rüzgar gibidir. Rüzgar, her an toprağı yerden, aşağılardan alır, gökyüzüne, ötelere doğru yükseltir. Yani duygularımızı, topraktan yaratılan bedenimizi, hakkı istek ve sevgi rüzgarı alır, yücelere doğru yükseltir.

• İstek atına binip yükselen bu toprak ne mübarektir, ne kadar kutludur. Balçıktan onu çekip alan bu isteğin yükselttiği beden ne mesuttur!

• 0 ne kadar güzel bir istektir ki, bu cihan onunla canlıdır. Onunla yaşamaktadır. Bütün güzellikler, nergis gibi gözler, gül gibi yanaklar hep ondandır. Onun cemalinin tecellîsindendir.

• Sen aklını başına al da, isteyenle isteneni bir bil! Ayrı görünüyorlarsa da, sakın ayrıdır deme, iki görme, onlar birdir.

• Şunu iyi bil ki: Rüzgar havaya savurduğu toprağa, tozlara karışmıştır, kirli gibi görünür, ama aslında tertemiz rüzgardan başka bir şey değildir. Bu hususta hata etme, yanlış görüş sahibi olma!

• Allah birdir. Ona yalvaran, ona hamd ü senada bulunan diller, zarflar gibı ayrı ayrıdır. Yani diller, içinde aynı su bulunan çeşitli zarflara, kaselere benzerler. Türkü de, Kürdü de, Rumu da ayrı ayrı dillerle hep onu isterler.

 

374. Bu güzel koku can bahçesinden mi geliyor?

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
 (c. II, 806)

• Ya Rabbi! Bu güzel koku can bahçesinden mi geliyor? Yoksa bu, ötelerden, gayb aleminden dünyaya doğru esen hoş kokulu bir rüzgar mıdır?

• Ya Rabbi! Bu ab-ı hayat, hangi yerden coşmada? Ya Rabbî! Bu sıfatların nüru, hangi diyardan parlamada?

• Acaba bu gürültü, göklerde yaşayanların gürültüsü müdür? Acaba bu kahkahaları, cennet hürileri mi atıyor?

• Bu ne çalgı, bu ne ahenktir ki, insanın rühunu oynatmada? Bu ne ıslıktır ki, gönül kanat çırparak uçmada?

• Ey aşıklar, müjde müjde! Hepiniz de el çırpın; o elden çıkan güzel varlık, ellerini çırpa çırpa geliyor.

• Baht gözü, bahtınızı görmüş de mahmurlaşmış, bu da bir delil, bir iz! Bu baht, apaçık bir gözden, ezelî varolandan ve varedenden geliyor.

• Candan tatlı ne vardır? Can gidecekmiş, gitsin! Korkma! Gideceğinden ne diye üzülüyorsun, gam yiyorsun? Ondan daha iyisi geliyor.

 

375. Gaflet pamuğunu kulağından çıkar!

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün,
(c. II, 550)

• Gaflet pamuğunu kulağından çıkar! Kurtuluş sesi geliyor. Günahın kara suyuna dalma, ab-ı hayat geliyor.

• Müşteri yıldızının aşk nöbetini gökyüzünde çalıyorlar. Aşıkların ruhlarına yüzlerce salavat geliyor.

• Günahlardan arın da baştan başa mana balı ol, süt ol! Kendinden, kendi benliğinden fakir ol, yok yoksul ol! Çünkü ancak fakir ve yoksul olunca padişahtan vergi gelir, zekat gelir.

• İnsanın maddî varlığı olan balçık, gönül olmayı ister durur. Bu istek onun rahmetindendir. Kuluna acıdığındandır. însanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk'ın kulunu kendine çekişindendir.

• Başına gelen dertlere, musîbetlere, belalara uğrayış karanlıklarına sabret! Çekinme, çünkü Hızır (a.s) da, ab-ı hayat, karanlıklar diyarından geliyor.

 

376. Öd Ağacı.

Mefulü, Fa'ilat, Mefa'îlii, Fa'ilat
 (c. 11, 863)

• Ateş, dün dumanın kulağına eğildi de, gizlice dedi ki: "Öd ağacının benimle arası pek iyidir. Onun bensiz bir yerde kararı yoktur. Benden ayrı düşmeye hiç dayanamaz.

• Benim kaderimi ancak o bilir. Bana o, şükreder, çünkü, öd ağacının karı, benim kucağımda yanarak yok olmasındadır. Onun değeri güzel kokuları etrafa yaydığı zaman belli olur.

• Öd ağacı, baştan ayağa kadar düğüm düğümdür. Görünüşü öteki ağaçlar gibi hoşa gitmez. Fakat yanarak yokluğa açılıp saçılınca, o düğümler de çözülür, açılır, saçılır."

• Ateş öd ağacına der ki: "Ey benim alevler yiyen, ışıklar yutan dostum, hoş geldin, merhaba, merhaba! Ey yanarak benim kucağımda yok olan, bana can veren şehidim! Ey beni görenlerin tattıklarımın kendisiyle avundukları azîz varlık, sevgili dost!

• Senin gibi yanarak yok olmadan, hiç kimsecik yokluk levhinden nasibini alamaz, faydalanamaz." Ey seven ve sevilen Allah'ım, benim de yoklukla aramı uzlaştır, beni onunla barıştır. Ben de sende yok olmak arzusundayım.

• Ekmek, yemek, midede yanar yok olursa, o zaman akıl olur, can olur, hasetçilerin bile hasret çektikleri bir hale gelir.

• Geri kalanları benden gizli olarak, sana aşk söylesin! Sen, Ashab-ı Kehf gibi hem uykudasın, hem de uyanık!

 

377. Sen başka bir alemden mi geldin; 
burada leş yiyen köpeklerle uzlaşamıyorsun!

Fa'ilatiü, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 
(c. II, 745)

• Yüzümü sevgilinin ayaklarına sürmeye geldim. Yaptığım bir hatadan ötürü özür dilemeye geldim.

• Yeniden onun gül bahçesine bahçıvan olmaya geldim. Onun aşkından ateş olup kendi dikenlerimi yakmaya geldim.

• Temizlenmesi mümkün olan tozu, kiri temizlemeye, sevgilim için iyi işi, daha iyisini yapamadığım için kötü saymaya geldim.

• 0 vefasız güzelin sevgisi uğrunda döktüğüm göz yaşlarını görsün diye ona ağlayan gözlerle geldim.

• Ey hiçbir şeye benzemeyen, eşsiz olan aşk, kalk, sevgiye yeni baştan başla, merhamete yeni baştan giriş! Ben öldüm, ikrarımdan da inkarımdan da vazgeçtim.

• Çünkü senin saflığın, lekesizliğin olmadan varlık aleminde saf olmaya imkan yok! Sensiz gamdan kurtulmak, iyileşmek de mümkün değildir.

• Zahirde, görünüşte ben sustum. Sen bilirsin ki, kan ağlayan gönlümde kanlara bulaşmış sözler var.

• Ben sustuğum zaman, yüzüme dikkatle bak! Orada bıraktığın izleri gör!

• Ben bu gazeli kısa kestim. Geri kalanı gönlümde.. Eğer beni o mahmur gözlerle mest edersen söylerim.

• Ey sözünden geri kalan, susan, ey eşinden ayrı düşen, nasıl oldu da o keskin aklını kaybettin, böyle şaşınp kaldın?

• Ey kendinde konuşma gücü olmayan, susan, o ateşli düşüncelerle ne alem desin? Düşüncelerin büyük orduları geliyor.

• Sözü insanlara söylerler. Yalnızken susarlar. Hiç kimse sevgilinin sırrını kapıya, duvara söylemez.

• Yoksa sen, aşktan bahsedecek insan bulamıyor musun? Bu yüzden susup duruyorsun? Sen hiç kimseyi sözlerine mahrem görmüyor musun?

• Yoksa sen, başka bir alemden mi geldin? Tertemiz bir alemden misin? Şu leşe bulaşmış, leş yemekle meşgul tabiat köpekleriyle tabiat alemine karışamıyorsun! Şu kirli alemle uzlaşamıyorsun!

 

378. Senin sevgi ateşinle yandım yakıldım da, dumanım çıkmadı.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
 (c. II, 780)

• Ateşine atıldım, yandım, yakıldım da dumanım çıkmadı. Söndürmek için ateşine su döktüm, fayda etmedi.

• Gönlümü binlerce çeşit zevkle denedim, oyaladım. Seninle buluşmaktan başka hiçbir şey onu hoşnut etmedi.

• Gönlümün aşktan çektiğine, dağ dayanamadı, çekemedi. Ateşte yanan gönlümün kokusunu öd ağacı bile vermedi.

• Sevgiliye; "Senin bu kulun gönlünü aşka rehin vermedi mi?" diye sordum. Sevgili; "Evet rehin verdi, verdi ama, geç verdi, acele etmedi." dedi.

• Sevgilim, senin la'l dudakların, hastaların "Hz. îsa"sı ise de, benim hasta gönlüme bir türlü iyi gelmedi, sağlık vermedi.

 

379. 0, bütün kapıları kapasa bile,
 sonunda kimsenin bilmediği gizli bir yol açar.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün 
(c. II, 765)

• Aman, sevgili seni kovsa da ümitsiz olma, bugün seni kovarsa, yarın seni çağırmaz mı sanıyorsun?

• Eğer senin yüzüne karşı kapıyı kapasa bile, gitme, orada bekle, sabredersen seni alır baş köşeye oturtur.

• Bütün kapıları ve geçitleri kapasa bile, sonunda, sana kimsenin bilmediği gizli bir yol açar.

• Görmez misin? Kasap, koyunun başını keser, ama kestiği koyunu bırakmaz. Kestikten sonra onu tutar sürüye sürüye, çeke çeke dükkana götürür.

• Koyunun nefesi kalmadığı için, onu kendi nefesi ile şişirir. Artık sen, düşün! Allah'ın nefesi, seni nerelere ulaştırır, nerelere çeker götürür.

• Ben bunu bir misal olarak söyledim, yoksa onun keremi bir kimseyi öldürmez, üstelik onu ölümden, öldürülmeden kurtarır.

• Süleyman'ın bütün mülkünü bir karıncaya bağışlar, hatta her iki cihanı da verir, hiçbir gönlü kırmaz, incitmez.

• Gönlüm, dünyanın etrafında döndü, dolaştı  Onun bir eşini, benzerini bulamadı. 0, kime benziyor? Kime benziyor? Kime benziyor?

• Sen sus artık! 0 sessiz, sedasız, bu şaraptan herkese tattır, tattır.

 

380. Şu rüzgarımız da sana aşık olsun da delice essin!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Pa'ilatün, Fa'ilat 
(c. II, 748)

• Sen, dünyada bulunan bütün sakîlerin iftihar ettikleri, övündükleri bir sakîsin. Sen, boş durma! Her an gece, gündüz, işte güçte ol! Herkese aşk şarabı sun! Herkesi mest et! Senin gözün daima mahmur olsun! Canımız da hep içsin, içsin!

• Ey güzel! Senin şerefine, aşk şarapları içilen bu mecliste, akıllı kişilerin akıllan başlarından gitsin! Ey dilber; coştukça coşan aşkınla ne baş kalsın ne sarık!

• Sana aşık olan canın, Mısırlı kadınlar gibi elleri de doğransın, gönlü de!.. Mısır Yusuf'u da çarşıda, pazarda dolaşsın da güzelliğinin tesiriyle halkı birbirine düşürsün!

• Ey sakî, senin elinden ne eller elden çıktı. Senin sunduğun şarapla mest olan, senin elinden daima muradına ersin!

• Başımız senin sevdanla, kırbamız, su kabımız senin sevgi suyunla dolsun! Şu rüzgarımız da sana aşık olsun, delice essin! Suyumuz, ırmağımız da aşık olsun, ağlayarak, feryad ederek ve hiddet denizine doğru akıp gitsin!

• Güzeller padişahı da bizim emîrimiz, başkanımız olsun; aşk heyecanıyla bizi kucaklasın! Devletin, ikbalin bizim can dostumuz; talih, baht arkadaşımız ol-sun!

381. Çalgıcının ses şarabını için mest olun.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 
(c. II, 747)

• Ey neşeliler, ey zevke, ey güzel seslere düşkün olanlar! Çalgıçıdan sizi mest edecek kadehsiz sunulan şarap isteyin! Böylece "ses şarabı" için! Ses şarabının içine "ney"in sesini de karıştırın; için, için!..

• Ey bahtlı kişiler, ey Allah'ın nazarında makbul olan varlıklar! Çok usta, eşsiz biniciler olun da, neşe atlarına binin! Onları alabildiğine koşturun ve gam atını yakalayarak onu neşelerin ayakları altında kurban edin!

• Ey kendinde olanlar, ey uyanık kişiler, Hakk'ın vahdet küpünde aşk şarabını için! 0 şarap ile aklı da, sonu gören fikri de yok edin gitsin!

• Bakınız ey Hakk aşıkları; ilkbahar geldi! Gül bahçelerinde yeşilliklerde insanı şaşırtan yüzlerce renk var. Kış mevsiminin dondurucu soğuk günlerini artık bırakın, düşünmeyin!

• îstediğiniz, aradığınız "Çin güzeli" Çin'dedir. Bu ne akıldır ki, Çin'i düşünmüyor da, her an Rey şehri yoluna düşmeyi hayal ediyorsunuz.

"Yahya Kemal merhum da "Çin Klisesi" adlı şiirinde, bir Çin güzeli düşünmüştü:

"Gel ey ma'şuka Çin'den 0 şirin köşk içinden, 
Gülümser bir resimdin, Muhayyel sevgilimdin, 
Ya mektup yolla Çin'den, Ya gel hülyam içinden

• Siz sözleri, kelimeleri bırakın da ölümsüzlük meyhanesinde can kulağınızı açın, size ötelerden haber veren, sizi sizden alıp götüren çalgıcıyı dinleyin!

• Elinizdeki kaseyi, yalnız ölümsüzlük şarabıyla doldurun! Allah aşkına akıllılık örtüsünü, akıl yaygısını katlayın, bir kenara koyun!

• Ey aşıklar, benlik elbisesinden, kendinde oluş elbisesinden soyunun! Daima, diri olanın yarattığı varlıklarda onun kendi san'atını, kendi güzelliğini görün, seyre dalın, hayran olun!

 

382. Dünyada görülen bütün varlıklar, insanlar, bitkiler, hayvanlar,
 balıklar, kuşlar, bunların hepsi de birer nakıştan, hayalden ibarettir.

Mef'ulü, Mefa'ilün, Fe'ulün 
(c. II, 727)

• Kimde bizim sevgimizden bir iz, bir nişan bulunmaktadır? Kimin gönül evinde gizli bir ay yüzlü sevgilisi vardır?

• Gözlerinin yardımı olmadan, onun güzel yüzünü kim görmüştür? Bu cihanın dışında kimde başka bir cihan vardır?

• Acaba, şu canımı hedef alan oku atacak yay kimde vardır?

• Şu dünyada her tarafta, nereye bakarsanız bakın gönül alıcı bir güzel bulunmaktadır. Sufî, bak bakalım; acaba o güzel kimindir? 0 güzeli kim görebilir?

• Halkın bu görünen süreti, çeşitli bitkiler, hayvanlar, balıklar, kuşlar... gibi varlıkların hepsi aslında bir nakıştan, bir hayalden ibarettir. Bunları yaşatan, hareket ettiren canı acaba kim görmüştür?

• Dünyada gördüğün, bu varlıkların, insanların, bitkilerin, hayvanların hepsi de birer dilencidir. Allah'ın lütuf tarlasında başak toplamakla meşguldürler. Acaba bütün bu yoksullara nîmetler veren, onlara inciler saçan kimdir?

 

383. Biz kendimizin düşmanı, bizi öldürenin dostuyuz.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 
(c. II, 728)

• Biz kendimizin düşmanı, bizi öldürenin dostuyuz. Biz aşk denizine batmışız, denizin dalgası bizi öldürüyor.

• Biz severek, gülerek, tatlı canımızı veriyoruz. Çünkü ecel bizi ballar gibi tatlı tatlı öldürüyor.

• Canını seven kişi, o uğursuz ve mel'un Iblisten mühlet isteyip duruyor. 0 da, yarın değil, öbür gün öldürürüm diye ona mühlet veriyor.

• Sen, îsmail (a.s.) gibi hoş bir halde, sevine sevine hançerin önüne başını koy, sakın hançerin önünden boğazını çekme. Çekip boğazına bassa da, o basıyor, öldürürse de o öldürüyor.

• Azrail (a.s.), aşıklann canını alamaz. Aşıklan, yine aşk öldürür, yine sevda öldürür.

• Aşk uğrunda öldürülenler; "Keşke kavmim bilselerdi!" diye naralar atarlar. Görünüşte sevgili öldürüyor. Ama gizlice yüzlerce can bağışlamadadır.

" Yasîn Süresi 36/27. ayetevar."

• Yeryüzüne benzeyen bedeninden bir baş çıkar da, etrafına bak! 0, seni güle mi çekiyor, yoksa öldürüp toprakta mı bırakıyor?

• Aşıkların her biri birer Mansur'dur. Kendini seve seve öldürtür. Aşık olmayan ise, kendini bile bile öldürür.

• Ecel, insanlara her gün yüzlerce defa çatar! Hakk aşığı ise, ecel gelmeden sebepsiz olarak, kendini ölüme teslim eder. Yani ölmeden evvel ölür.

 

384. Onun nazik eline diken yakışmaz, onun eline ancak gül yaraşır!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün 
(c. II, 764)

• Ey gönül, sen başka türlü olma, başka türlü oluşunu ondan saklayamazsın. Çünkü sevgilinin gözü her şeyi görür, gönlü her şeyi bilir, sırları gizlemeye uğraşma! Gizlediğin sırlardan da onun haberi vardır.

• Nasıl ki, şarabın bütün cilvelerini, neler edip neler yapacağını meyhanecinin gönlü bilirse, o da senin bütün sırlarını bilir ve çerçöp gibi tutar, onları suyun üstüne atıverir.

• Onun nazik eline diken yakışmaz! Onun eline ancak, gül yaraşır. Dikenin gönlünde bitecek, bütün gizli güllerin hepsini de o bilir

• Sen, her gün azar azar bir şey öğrenirsin. Sen, git de her şeyi birdenbire bilene kul köle ol!

• Sen, hüküm zamanında bir şahidin ikrarına esirsin. Sufînin teni ise gönül şahadetiyle ikrar eder.

 

385. Cenab-ı Hakk, rühların ellerine birer beden çengi vermiştir.

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 
(c. II, 740)

• Misk ile anber, sevgilimin saçlarını koklasalardı, kendi kokulannı bir tarafa bırakırlar, hemen sevgilimin saçlarını koklamaya başlarlardı.

• Onun güzel yüzünden, ansızın bir güneş doğar, parlardı, perdeleri yırtardı. însanların meşgul oldukları çeşit çeşit işleri, güçleri bir tarafa atar, onları yal-nız aşk işiyle uğraştırırdı.

• Cenab-ı Hakk, rühların ellerine, birer beden çengi vermiş de, kendi zevalsiz sırrını, çenglerin feryadlarıyla duyurmak, anlatmak istemiştir.

• Rühların ellerine verilen beden çenglerinin her bir teli, ihtiyaç, öfke, şehvet, kin, haset gibi insanların çeşitli huylarını ayrı ayrı terennüm etsinler, inleyerek, feryad ederek anlatsınlar da bu ayrı ayrı feryadların birleşmesinden, insanın mahiyetini belirten bir ahenk meydana gelsin dilemiştir.

• Ne mutlu o beden çengine ki, Hakk'ın eli o çengi akort etmiştir. Sonra onu, kucağına almış, kendisi çalmaya başlamıştır.

" Bu beyit yanlış anlaşılmamalıdır. Haşa Hakk'ın eli, insan-ı kamilin elidir. Mecazî ifadelere dikkat gerekir. Kur'an'da mecazî bazı ifadeler yok mu; "Sen atmadın Allah attı." (Enfal Süresi, 8/17), "Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir (Fetih Süresi 48/10)

• Dünyada bulunan bütün çenglerin ustası o çengdir. Eyvahlar olsun, o çenge ki, onunla yarışa girişir!

• Şu esen rüzgar bile, Hakk'ın çengindeki gizli, hoş bir teldir ki, feryadlarıyla o büyüleyici nergis gözleri anlatır durur.

 

386. Aşk padişahı onu çekti bağrına bastı, o da halktan kurtulmuş oldu.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün
 (c. II, 763)

• Ne mutlu o kimseye ki, bizim gibi o da tamamıyla Allah'a teslim olarak onun verdiği her şeye razı oldu. Böylece cefadan, gamdan gussadan, kurtuldu. Baştan başa neşe vefa oldu.

" Fuzfllî merhum bir beyitinde şöyle der:

"Bütün emelleri gönülden eylemiş ib'ad, 
Ne verseler ana şakir, ne kılsalar ana şad."

(Biltün istekleri gönlünden uzaklaştırmış, ona ne verseler şükrediyor, ne yapsalar şikayetı yok, memnun!)

• Ne mutlu neşe kaynağı olana, şarapla aklını, fikrini dağıtana, aşka, deliliğe rehin olarak mana denizinde inci olana.

• Onun bakışı ay oldu, güneş oldu. Toprak onun bakışıyla altın kesildi. Kerem de incilerle dolu bir deniz haline geldi. Yürüyüşte seher rüzgarı oldu.

• Aşk padişahı, onu çekti bağnna bastı. Böylece o da bütün halktan kurtulmuş oldu. Aşk bakışı onu seçti de bütün dilekleri yerine geldi.

• Yürüyüşte tıpkı, gökteki "ay" gibi oldu. Geceleyin ayın on dördüne döndü. îlahî bakışla bir anda nerelere ulaştı, nerelere gitti!

• 0 yeryüzü gibiydi, gökyüzü oldu. Baştan başa tat, tuz kesildi. însan melek oldu, sinek de "zümrüd-i anka".

 

387. Senin sevgi darağacına asılan Hallac-ı Mansür'un gönlü,
 başına gelen belalardan gam yemez.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün 
(c. II, 758)

• Sevgilim, kendini sana vermiş, hep seninle meşgul gönlümde, senin gülün var, gül bahçen var. Dalında senin meyven bulunan ağaç ne mutlu ağaçtır!

• Yücelerde, manalar göğünde senin nürlannı saçan "ay"a ulaşan kişi, dönüp duran gökyüzünü ve zanlarla, şüphelerle, çilelerle dolu şu kirli dünyayı ne yapsın?

• Allah'ıma yemin ederim ki, lanet edilmiş şeytan bile, seni severse, senin varlığını ikrar ederse, kıyamet günü azaptan kurtulur.

• Yine Allah'a yemin ederim ki, yüzlerce nürla yoğrulup, yaratılan hürilerle melekler, seni inkar ederlerse canlarını kurtaramazlar.

• Sen kimsin? Beni bir avuç topraktan yarattığını haber veriyorsun. Sonra;"Seni öyle üstün ve şerefli bir varlık olarak yarattım ki, sana verdiğim, sende bulunan sır kimselerde yoktur!" diyorsun.

 Yunus Emre hazretleri de;

"Bir avuç toprağa bunca kîl ü kal 
Nene gerek ey Kerîm-i Zülcelal!" demiştir.

• Senin sevgi darağacına asılan "Hallac-ı Mansur"un gönlü, başına gelen büyük belalardan, felaketlerden gam yemez, gam yemez!

• Her ağacın, her bitkinin kökü, Hakk'ın ihsan ettiği nzkı yer, fakat; "Ben ne yapacağım, ben ne yiyeceğim, ben ne giyeceğim?" diye bütün bu endişeler, bu korkular, senin hasta gönlünde mevcut!

" Sa'dî-i Şirazî hazretleri de; 

"Benim değerli ömrüm; 'Yazın ne yiyeceğim, kışın ne giyeceğim?' endişesiyle sarf olup gitti." demektedir.

• Zavallı insan; canı üzen, ömrü hırpalayan rızık ümidini cennete doğru sürü, çek! Oranın her yaprağmda, her bitkisinde sana hazırlanmış şekerler, anberler var!

"Faruk Nafiz merhum da "Hamd ü Sena" başlıklı şiirinde şunları söylemişti:

"0 büyük Rabb ki, ufuklar boyu nîmetlerini,
Hüsn ü an, renk ü füsün, aşk ü cünün mahşerini 
Gayr-ı kafi görerek sevdiği biz kullarına, 
Şimdiden vaad ediyor, başka bir alem yarına, 
Ma-i tesnîme şükür, ravza-i rıdvana şükür

 

388. Ölen bir kimse için, artık yarınki gün yoktur!

Mef'ulü, Mefa'îlün, Fe'ulün 
(c. II, 717)

• Sana, gönlünü veren, candan kulluk eden bir kişiye böyle davranman uygun değildir.

• Ey yüzü de güzel, huyu da güzel olan sevgili; felek, senin gibi bir inciyi bir daha meydana getiremez.

• Senin yüzün de güzel, huyun da güzel. Bunlar güzel olunca, elbette senin gönlündeki sırlar da güzeldir.

• Ölen bir kişi için, artık yarınki gün yoktur. Iş böyleyken neden cefalar eder durursun?

• Bilmem ki, insan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi ne diye başkası hakkında denemeye kalkışır?

• Hiddete kapılıp, hiç kimseyi çiğneme de; Allah'ın gazabı seni çiğnemesin.

 

389. Gerçek bir aşık isen kendini acıya alıştır, acılar ye, acılar iç!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
 (c. II, 742)

• Aşk, aşıkı kıskandığı için, onu halka düşman eder. Aşık, tamamıyla halktan kopar ayrılırsa, işte o zaman aşk, yüzünü aşıka döndürür.

• Başkalarının işine gelmeyen, herkes tarafından reddedilen aşıkı, aşk padişahı yanına alır. Onunla dost olur, onunla diz dize oturur.

• Halk, aşkı başından atınca, aşk da halktan soğur, onları sevemez olur. îçten de dıştan da halkın huyunu bırakır, aşkın huyuyla anlaşır, aşkın huyunu huy edinir.

• Can, halk tarafından sevilirse, herkesi canlandırır, herkese gönül verir, her tarafa bakar, durur.

• Aşk onu görünce der ki: "Saçlarım, sana gölge düşürdü." Aşık o saçların gölgesine girince, artık miskler, anberler koklamaya başlar.

• Kendini aşka kaptırmış, yeni bir aşıksan; kendini acıya alıştır. Acılar ye, acılar iç de; Şirin sana Hüsrev'in balından ilaçlar versin!

• Tebrizli Şems'ten bir mestlik elde edersin de, o mestlik, iki alemin de ötesinden seni alır, sensiz bırakır.

 

390. Peygamberlerden söz ediyor ama, 
onda peygamberlerden bir huy var mı; sen ona bak!

Mefulü, Mefa'ilün, Fe'ulün
 (c. II, 700)

• 0 güzel yüzlü hocanın acaba nesi var? 0, insanlık vazîfesini, kulluk vazîfesini gereği gibi yapıyor mu? Onun gönül aynası sanıldığı gibi tozsuz mudur? Temiz midir?

• Onunla konuş, onu anlamaya çalış! Bak bakalım onda ölürnsüzlük şarabından nasıl bir koku var! Varsa eğer vakit geçirmeden ondan manevî bir koku al!

• Onun gül bahçesinin içine gir, bak bakalım, o bahçede nergislerden lalelerden ne var?

• 0, her ne kadar, peygamberlerden söz ediyorsa da, onlann mu'cizelerinden bahsediyorsa da, onda peygamberlerin huyundan bir huy var mı? Sen ona bak, lafına bakma! Söylediklerini yaşıyor mu; onu anlamaya çalış!

• Salavat verip duruyor, tesbih çekiyor ama, onda Hz. Mustafa (s.a.v.)'in safvetinden, rüh ne var?