531. Aşk uğrunda çektiğim dertler, cefalar, belalar geldiler, gözyaşlarıma karıştılar.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c. III, 1138)
• Ben şu ana kadar sevgiliden ne dertler çektim, ne cefalar gördüm, ne acılara, ne ıstıraplara katlandım. Onun yüzünden çok belalara uğradım. Sonunda çekdiğim dertler, cefalar, belalar geldiler, gözyaşlarıma karıştılar. Oradan ayrılmaz oldular, orayı vatan edindiler.
• Binlerce ateş, binlerce ah, duman, binlerce gam; bunların adı aşk! Binlerce dert, binlerce cefa; bunların adı da sevgili!
"Hz. Mevlana'nın çok tesiri altında kalan Şeyh Galip merhum bir şiirinde:
"Dert ve mihnettir beladır, adı aşk,
Bir marazdır ibtiladır, adı aşk,
Andadır raz-ı adem, sırr-ı vücud,
Hiçtir, yoktur, bekadır adı aşk" diye aşkı hoş bir şekilde anlatmışlır.• Kim kendi canına düşmansa, kendi canına susamışsa, buyursun; işte can verme meydanı burada! Ağlayıp inleyenleri, aşktan şikayetçi olanları, feryad edenleri öldürme zamanı geldi. Haydi buraya geliniz!
• Sevgilim yalvarırım sana, bana bak! 0 güzel bakışın nice yüzlerce cana deger. Ben sevgilinin beni öldürmesinden ne kaçıyorum, ne de korkuyorum.
• Öd ağacı gibi, mum gibi aşığını yakıp yandırmadıktan sonra aşkın ne değeri kalır? Yanmadıkça öd ağacı ile kuru dikenin ne farkı vardır?
• Arslan yüzlerce naz ettikten, sağda solda oyalandıktan sonra avını avlar. Ona av olma hevesi ile avlar, katar katar koşuşup durulur.
• Kanlar içinde can veren av; "Allah için olsun beni bir kere daha öldür!" diye ağlar durur.
• Aşk uğrunda can verenin, ölenin iki gözü, diri olan kişiye bakar da; "Ey akıllara dalmış, buz gibi dona kalmış zavallı! Gel aptalca kulağını kaşıyıp durma, ölümde hayat vardır!" der.
532. Biz günde beş vakitte, beş kere gayb aleminden gizlice ibadete çağrılmaktayız.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c. III, 1140)
• Bir kere daha seher rüzgarı gibi eserek geldin, bir kere daha güneş gibi nurlar saçarak geldin.
• Şiddetli soğukların hüküm sürdüğü kış mevsimine rağmen Temmuz güneşi gibi gül bahçelerine sevinç uğultuları, neşeler saçmaya geldin.
• Binlerce üveyik kuşu; "Ku ku ku" (=Nerede, nerede, nerede?) diye bizi aramada. Binlerce bülbül, binlerce dudu bize doğru uçmadalar.
• Balıklar bizim haberimizi aldılar da denizi coşturdular, deniz mest oldu, kabına sığamaz oldu. Binlerce dalgalar kabardı, köpürdü, feryad ederek başlarını kıyılardaki kayalara çarpmaya başladı.
• Bıze can kulağı gönül kulağı veren, akıl fikir bağışlayan Allah'a yemin ederimı ki, dünyada bir tek ayık, bir tek akıllı bırakmayacağız.
• Mustafa (s.a.v.) hakkı için, o mübarek zatın dört üstün dostu hakkı için, haber veriyorum: Gizliden gizliye gayb aleminden biz günde beş vakitte beş ibadete çağrılmaktayız.
533. Senin aşkının şarabından içtik, mest olduk.
Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü,, Fa'ilat
(c. III, 1120)
* Mestiz, kendimizde değiliz, sen ise perde arkasına girmişsin, bizden gizlenmişsin. Ey ay yüzlü güzelim! Bundan fazla bulut altında kalma!
• Kuşluk vakti senin yüzünden bir güneş doğdu, onun parlaklığını, güzelliğini tam görmek için damlara çıktık.
* Aşkının şarabından içtik, mest olduk. Güzellik güneşinin nuru başımızda parladı da, başımız elden gitti.
* Ey ruh aşıklarının gönül hevasına uyan çalgıcı! "Ten, tene nen ten" diye daha hoş, daha güzel bir can nağmesi çal!
* Çal da canlar ten hırkasından çıksınlar, herşeyden haberi olan can da hırka gibi kendinden geçsin!
* Saf şarabı sun, beden çer çöpünü yücelt de talihle kucaklaşalım, göğüs,öğüse gelelim!
* Gözler, perdelerin arkasında ne varsa onları görsün; görsün de evden barkdan, maldan mülkten kurtulsun!
534. 0 şarabı sun ki, kokusu ölüleri bile diriltir, mezarlardan çıkarır.
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c.III, 1160)
• Ey ay gibi yedi kat göğün tanıdığı güzel! Nurunu göster, bizden gizleme!
• Biz aşıklarınız, seni görmek sevdasına kapıldık da çok uzun bir yoldan geldik.
• Ey gönlünde, canının içinde yüzbinlerce cennet, yüzbinlerce huri, yüzbinlerce köşkün bulunduğu sevgili!
• Damdan başını eğ de, hasta aşıklarına bir hoşça bak!
• Ey süfîlerin sakîsi! Üzümden yapılmamış olan, küplerde bulunmayan o mana şarabından bize sun!
• 0 şarabı sun ki, coşkunluğunun kokusu ölüleri bile diriltir, mezarlarından çıkarır.
535. Sen aşkı kimseye sorma, aşka sor.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. III, 1097)
• Akıl aşk yoluna düşenlerin yolunu keser. Ey oğul; yol apaçık görünüyor. Akıl bağım çöz kopar!
• Aslında akıl bağdır. Duygu insanı yanıltan bir his, hayvanî ruh da bu gerçeğı bizden gizleyen bir perdedir. Hakîkatin, gerçek aşkın yolu, bu üçünden de gizlidir ey oğul!
• Akıldan, duygudan, hayvanî ruhun etkisinden kurtulunca; gerçek inanca Bu da senden umulur ey oğul!
• Kendinden, kendi benliğinden geçmeyen bir aşık, aşık değildir! Ey oğul! Şunu iyi bil ki: Dertsiz aşk bir masaldır!
• Aşk, ızdıraptan, dertten korkan nazlı, nazenin kişilerin harcı değildir. Ey oğul! Aşk, nefsine hakim olan yiğitlerin, pehlivanların işidir.
• Sen aşkı kimseye sorma, ancak aşka sor! Ey oğul! Aşk, inciler yağdıran bir buluttur.
• Aslında, aşkın benim tercümanlığıma, benim anlatmama ihtiyacı yoktur! Ey oğul; aşk kendi kendinin tercümanıdır.
• Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan, aşk senin için çok güzel bir merdivendir ey oğul!
536. Sen zamanın emrindesin, onun hükmü altındasın.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c.III, 1155)
• İnsanın huzur bulamadığı, içinde bir hoşluk bulamadığı, çabucak gelip geçen makamı, mevkii bırak da; sana da altın gibi değer veren, senin kıymetini takdir eden kişinin yanına git!
• Sonra bir yere takılıp kalma, çalış, çabala! Çünkü, ağaç bir yere takılıp kalmasaydı, bir yerden bir yere gidebilseydi, ne testere eziyeti çekerdi, ne de balta yaraları alırdı.
• Haberin yok; sen zamanın emrindesin, onun hükmü altındasın, mekan ise geçeceğin yerdir! Şu halde aklını başına al da, kendine muvakkat da olsa huzur bulacağın bir mekan seç! Zamanın değerini bil! Onu boş yere harcama, yerinde ve güzel harca!
• Sonunda öyle bir hale gelirsin ki, mekan da, zaman da; mekandakiler de, zamandakiler de sana bir şey yapamazlar. Çünkü sen mekan ve zaman kaydından kurtulursun.
• Gecenin karanlığı bastı da, gök aynası gibi karardın, bir şeyler göstermez oldun, ama sonbahar rüzgarları yüzünden ağaç gibi betin benzin sararmadı, solmadı.
537. Sen güneşe doğduğu zaman bakma;
akşam üstü onu batarken seyret! Nasıl da sararır solar!Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c. III, 1143)
• Neden böyle kupkuru dal halini almışsın? Sevgilinin yüzüne baksana; neden böyle sararmış bir yapraksın? İlkbaharı seyretsene!
• Rindler arasına gir; yapılması gereken en uygun iş bu! Çünkü, orada bitmez tükenmez şaraplar var! Sayısız güzeller var, sakîler var!
• Bil ki, aşk kararsız bir cihandır! Sen o cihandaki binlerce cansız ve kararsız aşığı seyret!
• Adını söyleyemediğim, gizlediğim o padişaha ulaşır, kavuşursan; o padişahın padişahlığı hakkı için ona, padişaha layık bir şekilde saygı göster!
• Gözüne sürme çekince, yüzünü tekrar bu tarafa doğru çevir de dertlerle, üzüntülerle, günahlarla kirlenmiş, tozlu dumanlı bu cihana bak!
• Bu cihanı kaplamış bulunan binlerce kirli duman, sis nedir? Sis sıyrılsın da sen ondaki güzel renge, yeşilliklere bak!-
"Tevfik Fikret merhüm, meşhur "Sis" manzumesinde yalnız İstanbul'u düşünmüş:
"Örtün, evet ey haile örtün, evet ey şehr'
Örtün ve müebbed uyu ey facire-i dehr!
Milyonla barındırdığın ecsad arasından,
Tek nasiye yoktur çıkacak pak ve dırahşan!"(Ey kötülüklerle kirliliklerle dolu facia şehir, sis ile örtün! Ey dehrin kötü kadını olan İstanbul, örtün ebedî olarak uyu! Senin içinde barındırdığın milyonla ölü insan arasında lekesız tek bir insan bulunmaz!" diye seslenmiş. Halbuki Mevlana bir şehri değil; bütün dünyayı sisli görüyor, kirli, dumanlı buluyor.
• Sen, güneşe doğduğu zaman bakma; onu akşam üstü batarken seyret! Nasıl da sararır solar, gücünü kaybettiği için utanır.
20-Rıza Tevfik merhum "Akşam Garipliği" adındaki şiirinde:
"Mağribi yakmıştı fırkat ateşi,
Yuvaya dönmüştü her kuşun eşi,
Dağlara yaslanıp batan güneşi,
Yaralı, hastadır, yorgundur sandım.Nuş ettim güneşin akan rengini,
Ruhumu haz ile yakan rengini,
Ufukta görünce o kan rengini,
Felekler ben gibi dilhundur sandım.' diye batan güneşi anlatmıştı.• Ay da yusyuvarlak olduğu zaman, sanki dilenmek için zenbilini gökyüzünde dolaştırır ama, sen onu, onbeş gün sonra seyret! Nasıl hor ve zavallı bir hale gelir! Nasıl süzülür, erir!
• Aklını başına al da şu dünyadaki fanî güzellere gönlünü kaptırma; sen ebedî sürecek olan güzellik denizine gel! Gel de buluşma kaynağına git! 0 gerçek ölümsüz sevgilinin iki mahmur gözünü seyret!
538. Aşktan haberi olmayan sürüyü, köpek sürüsü say!
Mefu'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c. III, 1154)
• Şemseddin, Tebriz şehrinden ay gibi doğup gelince; güneş ile ay, onun kölelik hizmetinde bulunmak için, bellerini bağlayıp divan durdular.
• Onun nurlu yüzü, gözlere göz olunca, insanların gözleri, yarattığı eserlerde Hakk'ı görme gücünü elde etti.
• Melekler, çavuşlar gibi onun önünde nara atarak yürümede idiler. Gökler başla, gözle huzurunda secdeye kapanmışlardı.
• Bu fanî baş gözü ile, onun yüzünü görmeye imkan yoktur! Çünkü nefis padişaha bakmaz, o güç onda yoktur.
• Ona saygı göstermeyen, önünde eğilmeyen kişinin ağacı, yokluk testerelerinden, balta yaralarından kurtulamadı.
• Şimdi o ay ayrılık bulutu içinde gizlendi. 0 ayrılık bulutu yüzünden iki gözümden yağmurlar yağıyor.
• Saray kethüdasının, nasıl padişahın cemalinden, güzel yüzünden haberi varsa, tıpkı bunun gibi evdeki eşyanın, herşeyin aşktan haberi vardır.
• Ondan haber almak istiyorsan, ondan haberi olmayanlarla az görüş, aşktan haberi olmayan sürüyü, köpek sürüsü say!
• Kalbi ölü arkadaş, seni ölü yıkayıcı yapar. Ölü koca ise, ölü yıkayandan beterdir.
539. Şu gördüğümüz gök kubbe döner ama, aşk gökleri daha da hızlı döner.
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c. III, 1159)
• Aşk candır! Senin aşkınsa, candan da daha can, candan da daha kıymetlidir. Aslında lütuf bir derman gibidir. Fakat o lütuf senden gelirse, dermandan da daha güzel bir derman olur.
• İnsan aşık olursa, pervane gibi sevgilisi uğrunda can vermek kolaydır. Sana aşık olan ise canını daha kolayca verir.
• Herkes, dünyada bulunan bütün canlı varlıklar, senin misafirindir, hepsi de senln ziyafet sofrandadır. Ama senin bu kölenin oğlu, daha da aziz bir misafirdir.
• Senin aşkın ebedî devlet madenidir. Fakat güzel yüzünü görmek, sana kavuşmak daha da zengin bir madendir.
• Bir Hint kılıcı gibi olan ayrılık keskindir. Fakat aşk kılıcı daha da keskindir.
• Her gönül senin arkandan dört kanatla uçuyor. Fakat bizim gönlümüzün yüz kanadı var! 0 yüzden daha da fazla uçuyor.
• Şu gördüğümüz gök kubbe döner ama, aşk gökleri daha da hızlı döner.
• Herkes aşk göklerinden korkar. Fakat o gök de senin gamınla senden daha da fazla korkuyor.
540. Bir insan hem aşık olsun, hem mest olsun,
sonra kalksın tövbe etsin. Sen buna inanma!Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c. III, 1162)
• Ey çalgıcı, aşka dair nağmelere yeniden başla, sazını da bir iki tel daha pesten al, sesini de birazcık yavaşlat!
" Bu gazelin ilk beyti Piruzanfer baskısı Divan-ı Kebîr'in 1161 numaralı gazelinin ilk beytinin aynıdır.
• Felek sana şarap sununca, yüksel, yücelere çık ve gök kubbesinin damında ev kur!
• Mestlik mülkünü elde edersen, kendinde olmamak şerefine nail olursun da, Büyük Selçuklu hükümdarı Sencer'in mülkü gözünden düşer.
• Mest ol, dostlarını da mest et! Kırmızı şarabın atına bin, ötelere doğru yol al!
• Mestlik dimağın damının yolundan çıkageldi. Ey akıl, ey düşünce! Sen de defol git, sen de artık kapının yolunu tut!
• Yeryüzünde, şu kara toprakta çok yol vardır. Kendine bir gemi yap da aşk denizine açıl!
• Manevî kanatlarım çıktı da uçtum. Sen de benim gibi aşk yemeği ye de kanatlan!
• Şu kara toprakta hiç üzüm yetişmese de iyi bil ki, aşk mestleri, yine bu aşk yolunda yürür giderler.
• Şişeci artık hiç kadeh yapmasa da, aşk şarabının görünmez kadehi yine bizim elimize geçer.
• Bir ruh zerresine şekil, nakış verirsen, onu beden elbisesi ile süslersen, o da sana; "Beni süslenmiş, şekil verilmiş bir dilber say!" der.
• Tövbe ettim, artık söylemeyeceğim, ama sen yine de mest olmuş aşığın tövbesini yalancı tövbe say!
• Bir insan hem aşık olsun, hem mest olsun, sonra da kalksın tövbe etsin; sen buna inanma!
Mefa'îlün, Pe'ilatün, Mefa'îliln, Fa'ilün
(c. III, 1151)
* Kadeh kırıldı, şarabım kalmadı. Ben de mahmurum. Benim bu perişan halimi, manevî yıkınlığımı ancak Şems-i Tebrizî mamur edebilir.
* Çünkü o görüş aleminin padişahıdır. Keşif aleminin ışığıdır. Ruhlar onu uzaktan görünce canla başla ona secde ederler.
* Harap olmuş binlerce can, binlerce gönül, elini uzatsın da, onları şaşkınlık denizinden çıkarıp kurtarsın diye ona secde etmedeler.
* Gökler ve yerler küfür karanlığına gömülmüş olsalar, onun ışığı parlayınca her taraf aydınlanır, her taraf nurlanır.
* Meleklerin ondan elde ettikleri, temizlik, paklık, şeytanlara da nasip olsa onların her biri güzelleşir, birer huri olurlar.
* 0 nur, şeytana nasip olmasa bile yine de kerem perdeleri ile onu gizler.
* Bayram gelerek lütuflara ve ihsanlara başlayınca, her tarafta düğün dernek kurulur. Her ağlayan neşeye gark olur, güler.
• 0 güneş Tebriz'den doğunca, bütün alemin zerreleri, sür sesi duymuş gibi canlanır, dirilirler.
• Ey seher rüzgarı! Allah aşkına tuz ekmek hakkı için lütfet! Bilirsin ki her seher vakti ben onun yüzünden sevinirim, neşelenirim. Sen de onun yüzünden sevinir, tatlı tatlı esersin.
• Ey seher rüzgarı! Gayb aleminin ta ötelerinden esip gelirken bir de oralara, gayb alemine uğra, bu işi ihmal etme, tenbellik etme!
• Oradan elde ettiğin kanatla üç bin yıllık yol bile olsa uç, onun verdiği kanatlarla o yol uzun gelmez!
• Kanadın yorulup uçamayacak kadar yorgun düşersen, ona secdeye kapan, gönlü yaralı, ayrılıktan canı hasta olan aşığın halinden bahset!
• Gözyaşları dökerek ona de ki: "Senden ayrıldığı andan beri günleri karardı, gece oldu, saçları kafur gibi ağardı."
• Sen öyle affedicisin ki, dünyadaki bütün suçluları merhamet denizine daldınr, hepsinin suçunu örter ve bağışlarsın.
• Gören can gözü bile senin canını göremezken, gözü olmayan elbette mazurdur.
• Gözleri yaş dökerek ona yalvarırken, bir yolunu bul, ayağının bastığı topraktan al getir de, gözlerime sürme olarak çekeyim. Çünkü bu dert gittikçe artmada.
• Ey seher rüzgarı! Bu yolculuktan saadetle, kutlulukla dönünce, varlık alemini de, yokluk alemini de ateşlere yakarsın.
• Sürme olarak gözlerime çekeceğim toprağı bana getirirsen, sana, senin canına sayısız yıllar boyunca rahmetler olsun!
552. Kimin nabzı aşk ile atmıyorsa, Eflatun bile olsa sen onu eşek say!
Fe'ilatün, Mefa'ilün,Fe'ilat
(c. III, 1161)
• Ey çalgıcı! Zevk ve işrete yeni baştan başla! Sazmı da bir iki tel daha pesten al, sesini yavaşlat!
• Kavgayı bırak da dostlarla uzlaş, hoş geçin, savaştan vazgeç! Eline kadehi ve sürahiyi al!
• Gülün Iutfuna bak! Dikenin suçunu görme! Sevgilinin saçlarının örgülerini aç, düğümleri çöz de etrafa miskler, anberler saç!
• Gökyüzü de yeryüzü de senin yüzünden semirmiş, güzelleşmiştir. Bir tek yıldızı da zayıf olarak kabul buyur!
• Baht da, devlet de senin ayağının toprağıdır. Sana lazım olan her şey kolaylaşmıştır. Onlar senin ayağına gelirler.
• Mademki saadet ve zafer senin kulun, kölen olmuştur. Senin düşmanların binlerce olsa ne çıkar?
• Ey gönül! Sana Kevser ırmağının suyu gerekse, sen aşk ateşini Kevser say!
• Kimin nabzı aşkla atmıyorsa, Eflatun bile olsa, sen onu eşek say!
• Aşktan kanadı olmayan başı, sen kuyruktan da aşağı, değersiz bil!
553. Yıkılan beden evinin hikayesi
Mefa'îlün, Fe'iiatün, Mefa'îlün, Fa'îlün
(c. 111, 1134)
• Neden değerli ve aziz ömrün varını, yoğunu nefis hırsızı çalıp götürüyor da, hayat kervanında yol alanlardan hiç bir ses çıkmıyor?
• Neden senin ömrünü çalan, seni Hakk'tan habersiz bırakan uykuya ve nefis hırsızına incinmiyorsun, kızmıyorsun da, sana doğru yolu haber veren, gösteren dosta inciniyor, kızıyorsun?
• Seni kıran, seni inciten, senin şeyhindir. Sana öğüt verendir. Dünya sevgisi, su üstüne yapılan resme benzer. Kararı yoktur, geçer gider.
• Birisi durmadan içinde oturduğu eve gizlice; "Ey ev, sakın yıkılma, eğer yıkılacaksan bana haber ver!" diyordu.
• Bir gece ev, birdenbire yıkıldı. Adam ne dedi, bilir misiniz? Dedi ki: "Ey ev, bunca zamandır, sana söylediğim sözler, ettiğim vasiyetler ne oldu? Sözlerim sana hiç mi tesir etmedi?
• Yıkılmadan önce bana haber ver, haber ver de çoluğumla çocuğumla kaçmak için bir çare bulayım, demedim miydi?
• Ey ev, bir habercik bile vermedin. Bu vefasızlık değil midir? îkimiz de senelerce beraber yaşamadık mı? Bunca yıllık dostluk, bunca yıllık sohbetler ne oldu? İnsafsızca başıma çöktün, yıkıldın da beni çoluk çocuğumla perişan bir halde, ağlar, inler vaziyette bıraktın."
• Ev dile geldi de dedi ki: "Gece gündüz kaç kere, ama kaç kere sana haber verdim.
• 'O tarafta, bu tarafta çöküntüler, yıkıntılar oldu. Gücüm kuvvetim kalmadı. Aklını başına al, vakit geldi, çökeceğim!' diye ağız açtım. Durumumu sana açıkça haber verdim.
• Sense çatlayan, ağız gibi açılan yerime öfke ile balçık sıvamaktaydın. Duvarlarım baştan başa deliklerle doldu. Sen o delikleri balçıkla tıkadın.
• Nerede ağız açtımsa, sen ağzımı kapattın, bırakmadın ki söyleyeyim! Ne diyeyim sana ey mimarbaşı?"
• Bu anlatılan ev beden evidir. Bunu böyle bil! Ağrılar sızılar, çöküntüleri, çatlakları göstermektedir. Ey hasta! Bedende hasıl olan ağrı ve sızı deliklerini sen ilaçla sıvamaktasın.
• 0 ilaç, o macun samanlı balçığa benzer, haydi bakalım sen durmadan yarıkları, çatlakları, delikleri samanlı balçıkla sıva!
• Senin bedenin de ağzını açar, hal dili ile sana der ki: "Ben gittim, fakat hekim gelir onun ağzını kapatır, bedeni söyletmez."
• Mahmurluğu, sersemliği ölüm şarabından bil! Menekşe şarabını, nar şarabım bırak, vazgeç onlardan, ölüm şarabı sana yeter.
• Eğer içersen adet olarak iç! Çünkü bu bir yüz örtüsüdür. Fakat bütün sırları bilen Allah'tan içyüzünü nasıl gizlersin? Nasıl örtersin?
• înabe şarabını yani pişman oluş, Allah'a yöneliş şarabını iç, hakkın sevgi ekmeğini ye, tövbeyi macun yap, günahın açtığı yaralara sür! îstiğfar gıdası ile gıdalan!
• Gönlünün, dininin nabzını tut, bak bakalım nasılsın? Bir kerecik de ibadet şişesini gözden geçir, manevî hastalığının ne olduğunu anlamaya çalış!
• Aklını başına al da Allah'a sığın, ona doğru kaç! Çünkü ab-ı hayat ondadır. Her nefeste ondan aman dile!
• Eğer bir kimse sana; "îstemek fayda vermez!" derse sen ona de ki: "îstek Allah'tan istenirse nasıl olur da fayda vermez?"
• Mürid nedir? Koşarak murad isteyendir. Dilek isteyenin, av avlayanındır.
• Sevgilim eğer beni istemediyse bana neden istek verdi? Ve o güzel yanaklarının hasreti ile yüzümü sararttı?
• Bakışları beni aşk okları ile paralamasaydı, neden şu gönlüm kan kesildi? Neden gözlerimden kanlı yaşlar akıyor?
• Sonbahar, ilkbaharı dilediği, özlediği için sararıp soldu, ah edip durmada. Bu sararıp solmalar, bu ah edişler sonunda bahar şeyhi onun baş ucuna gelip, îrişmedi mi?
• Baharı diledin, sonbahar dirildi, ölü bir halde kalmadı. Şu halde nasıl olur da Allah'ı dileyen leş kesilir, yol ortasında kalakalır, toprak olur gider?
• Bahçeye gel de; "Her şey nasıl yaptığını buluyor?" bir seyret! Her temiz tohum layık olduğu çiçeği açmadadır.
• Ey benim canım, baharın elbisesi de kürsüde vaaz edenlerin elbiseleri gibi vemyeşil. Ey dost! Artık sen sus da hal dilini, can dilini aç da o söylesin.
554. Münacat
Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilat
(c. III, 1180)
• Efendim ben yorgunum, perişanım, bilgisizlik karanlıkları içinde kalmışım. Sen aydınlık içindesin, gündüzlerdesin. Ben gecemin uzayıp gitmesinden şikayetçiyim. Kaçmak kurtulmak istiyorum ama, nereye kaçacağımı bilemiyorum.
• Sanki benim gecem ellerini uzatmış gündüzün eteğini tutmuş, onu bir yere bırakmıyor. Gecem kaçılacak yer, fakat sığınılacak yeri yok!
• Rabbimiz sana kavuşacağımız, seninle buluşacağımız gün bizi nurlandırdıkça nurlandır. Rabbimiz günahlarımızı affet, bize mağfiret elbisesi giydir!
• Rabbimiz bizim insanlarla aramızda olan dargınlıklar, kırgınlıklar, ancak bedenimiz yüzündendir. Rabbimiz şu beden duvarının ötesindeki dostluk bahçesi, aşk bahçesi ne de güzel bir bahçedir, ne de hoş bir bahçedir.
• Rabbimiz şu duvarı kaldır da aradaki engel, aradaki düşmanlıklar yok olsun! Rabbimiz gerçekten de günahlarımız yüzünden senden utanıyoruz, özür dilemedeyiz.
555. Herkes kendi cinsiyle uzlaşmış, kendi cinsiyle kaynaşmıştır.
Mef'ulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. III, 1116)
*Ey aziz dost, ey eşsiz sevgili! Herkes kendi cinsiyle uzlaşmış, kendi cinsiyle kaynaşmıştır. Herkes kendi tabiatına layık, kendi ruhuna uygun birisini dost edinmiştir.
*Madem lütfun, sevgin bizi bizden aldı, kendimizden geçirdi. Lütfunu bizden esirgeme, sensiz bırakma bizi!
*Cins cins herkes, herşey kendi cinsiyle kaynaşır. Herkes, her şey kendi cinsinden birisini, bir şeyi seçer.
*Bu yüzdendir ki birisi cinsinden olmayanla düşüp kalkarsa, o, münafık sayılır. Bu hal su ile yağın, katranla karın beraber bulunuşuna benzer.
*0 bahtsız kişi, cinsinden olmayandan ayrılıp, kendi cinsine kavuşuncaya .dar, bulunduğu yerde susadıkça susar, susuzluğu arttıkça artar.
*Kim senden kaçar da başkasından hoşlanırsa, kim senden ürker, seni bırakır başkasıyla karar kılarsa;
*0 aslından, kendi cinsinden ayrı düştüğü için sevdiği sandığının yanında suratını ekşiterek bulut gibi somurtkan oturur. Kendi cinsinden olanın yanındaysa ilkbahar gibi gönlü açılır, neşelenir.
*0 kendi cinsiyle beraber olunca susam çiçeği gibi dil kesilir, cinsinden başkasının yanında dilsiz kalır. Kendi cinsiyle bir arada olunca gül gibi açılır, güzel kokular saçar. Cinsinden başkasına ise diken olur.
556. Yine gönül kuşum göğsümden uçmaya başladı.
Mef'ulü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. III, 1198)
• Kaf Dağı'ndaki zümrüd-ı anka yine geldi. Yine gönül kuşu göğsümden uçmaya başladı.
• Aynlık gecesi kanlara gark olan göz, yine vuslat sabahının yüzünü görmeye başladı.
• Hz. Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebubekir bir mağarada buluştular. Örümcek de mağaranın ağzına yine ağ örmeye başladı.
• Mısır'daki iffetli kadınlar yine Hz. Yusufun yüzünü gördüler, onun güzelliğine hayran oldular da turunç yerine ellerini doğradılar.
• Beden sarayında oturup duran ruh kadını aşık oldu da yine çarşafını başına aldı. Koşmaya başladı.
• Halil îbrahim'i seyret, yine kendi parmağından belki süt emmeye başladı.
• Uyuyanların, uykuya dalanların fikir damına çıkan gönül, yine aşkımızla yıldızlan saymaya başladı.
557. Ben bedenden kurtuldum, ruh oldum.
Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. III, 1200)
• Ey ruhanîlerin sakîsi! Ben bedenden kurtuldum ruh oldum. Kalk, kalk da halk kıyametin ihtişamını debdebesini görsün.
• Dün gece sevgili beni çağırdı. Benim hakkımdaki hükmünü verdi. Korkudan bedenimde kan kalmadı. Sen bana acı da özümün gönül kanını doldur!
* Ben öyle şaşılacak bir hale geldim ki, canın da, gönlün de düşmanı oldum. Onları içimden kovdum, artık ben bundan sonra cansız ve gönülsüz yaşayacağım. îçim padişaha av olmuş ama, dışım ondan kaçmadadır.
* Ben her nefeste Circis peygamber gibi huzurunda ölürüm. Senin önüne baş koymak benden, keskin kılıcı vurmak da sendendir.
* Ben kumlardan daha susuzum. Testiyi, kabı bırak! Can sakîsi de bir işe yaramaz. 0, talihsiz ciğerimle dünden beri savaştadır.
• Ben gönlümün içkisini içdiğimden beri ciğerimden vazgeçtim. Beni kabre oydukları zaman, sen gönül kadehini çeyiz olarak benim yanıma koy!
* Ey sevgili! Kadehi bırak, testi ile bana şarap sun! Çünkü benim küçücük kadehim ancak testidir. Ben kepçeyi ne yapayım?
558. Sen bugün rahmetten bir merdiven yaptın,
yücelere, ötelere göçmek istiyorsun.Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. III, 1189)
*Bu kış günü sen de bizim gibi düşünüyorsun, bugün zevk peşindesin, gezip dolaşmak, gönlünü eğlendirmek istiyorsun.
*Sen bir güneşsin, biz de senin ışığındaki zerreleriz. Sen bugün bizi başsız ve ayaksız ettin.
*Sen bugün bizi Hz. îsa gibi dördüncü kat göğe çıkardın, güneşin yanına oturttun.
*Ey gönül! Sen bugün kayaların gönlünden yüzlerce kaynak fışkırt! Bugün sözünde duruyor, bol bol bağışlarda bulunuyorsun.
*Sen bugün rahmetten bir merdiven yaptın, yücelere, ta ötelere göçmek istiyorsun.
*Bu ne devlet; senin yücelere çıkışın, göklere şereftir, mutluluktur.
559. Gel bugün seninle bir işim var!
Ben bugün gül sevdasına düştüm, gül arıyorum, gül!..Mefa'îlün, Mefa'îliin, Fe'ülün
(c. III, nr 1184)
• Gel bugün seninle bir işim var! Ben bugün gül sevdasına düştüm. Gül arıyorum, gül!...
• Gönlüm elbiselerini yırtmada; bugün sevgili ile buluşma günüdür.
• Gel ey benim sevgilim gel! Gönlümü al! Çünkü bugün lütuf günüdür, bağış günüdür.
• Ne olur sevgilim gel de güllerle, nar çiçekleri ile dolu olan güzel yüzünle bugün bizi neşelendir, güldür!
• Niçin canlar o dudakları görünce mest oldu, kendinden geçti bilir misin;
bugün o dudaklarda bol bol mezeler var da, onun için!
560. Ey kırık gönlü sevindiren sevgili! Gönlüm kırılmadan önce kalk!
Mef'ülü, Mefa'ilün,Fe'ulün
(c. III, 1190)
*Ey uyuyup kalan aşık! Sevgiliyi anarak kalk, o mağara dostu geliyor.
*Halka emniyet veren, huzur veren o üstün varlık geldi. Kalk, kalk da ondan nan dile!
*Binlerce îsa'ya can veren geldi. Kalk ey geçen senenin ölmüş kişisi, kalk! Ey kullarını besleyip yetiştiren sakî! îki üç mahmurun hatırı için kalk! Ey yüzbinlerce hastaya ilaç olan; işte o kararsız biçare hasta şurada, kalk!
*Ey lütfu hastanın elinden tutan aziz varlık; kalk ayağıma diken battı, sana îldim.
*Ey güzelliği tertemiz canlara tuzak olan! îşte sana zavallı bir av; kalk da avla
*Senin aşkının yüzünden gönül kan oldu. Kan da coştu kaynadı. Bütün bunları bize reva görme, kalk!
*Zorda kaldım da hep sana; "Kalk, kalk!" dediysem, sen beni mazur gör;benim özürümü kabul et de kalk!
*Ey mest bir halde uykuya dalmış nergis! Ey yanağı ve yüzü hoş olan diIber, haydi kalk!
*Kalk kulunun ve senin bildiğin o şarapla kadehi doldur, bana sun! Ey kırık gönlü sevindiren sevgili! Gönlüm kırılmadan önce kalk!