731. Aşık olan ölür müymüş, buna imkan var mı?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1639)
• Senin gibi eşsiz bir padişahın huzurunda öleceğim gün, ne mutlu bir gündür. Senin şeker madeninin kapısında ölmek, tatlı candan ayrılmak ne hoş bir gündür.
• Senin gül bahçenin selvisi gölgesinde ölürsem, toprağımdan yüzbinlerce gül biter.
• Senin ayak ucunda sevine sevine el çırparak ölürsem, yaşayışa harîs olan nice kişi şaşkınlıklarından ellerini ısırırlar.
• Kadehime ölüm şerbetini sen dökersen kadehi öperim, sevine sevine ölüm şerbetini içerim de neşeden mest olmuş bir halde salına salına ölüme doğru gider, can veririm.
"Bu beyit, ölüme mahkum edilen Sokrates'in baldıran zehiri içerek neşe içinde can verişini hatırlattı. Sokrates'in talebesi olan Eflatun'un anlattığına göre; Sokrates baldıran zehirini hiç bir teessür göstermeden içerken talebeleri ağlamaya başlamışlar. Sokrates onlara; "Ben size ruhun ölmeyeceğini söylememiş miydim? Neden ağlıyorsunuz, ben ölmeyeceğim, bedenim ölecek." demişti.
• Can tatlı olduğu için beşer olarak ölüm haberinden sonbahar yaprakları gibi sararıp solarım, ama bahara benzeyen güller gibi gülüp duran o güzel dudaklarının yüzünden, ölümden şikayet etmeden, güle güle can veririm.
• Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil, bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm.
"Fuzülî merhum bir beytinde:
"Bin can olaydı kaş ben dil-i şikestede
Ta her biri ile bir kez olaydım feda demişti.• Anasının kucağında ölen çocuk gibi Rahman'ın rahmet kucağında, acıyış, bağışlayış kucağında ölürüm.
• Bu ne biçim söz? Aşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme imkan var mı?
"Yunus hazretlerinin;
"Aşık öldü diye sala verirler Ölen hayvan-durur aşıklar ölmez." diye beyti de var.
• Ey Tebrizli Şems! Seninle diri olmayanlar var ya, işte ben onların yanında ölürüm de senin yanında dirilirim.
732. Biz az bir zaman için bu yıkık yerde misafiriz, ama aslında aşk definesiyiz.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1645)
• Eğer sen mest isen bizim yanımıza gel! Çünkü biz de mestiz. îlahi aşk ile kendimizden geçmişiz. Şunu bil ki eğer biz mest olmasak, kimsenin işvesi ile, kimsenin durumu ile ilgilenmeyiz.
• Dertli gönüllere derman olan Yusuflar çok, fakat onlar mest oldukları için, gönüllere derman oluşlarından kendilerinin haberleri bile yoktur.
• Eğer onlar gönüllere derman olduklarını bilseler, kendilerine değer vermezler, çünkü bize karşı derman bile başını tutar da; "Biz derman değiliz." der.
• Biz yıkılmış kalmışız, meyhane de bizim yüzümüzden karışmış, alt üst olmuş. Biz az bir zaman için misafir olarak bu yıkık yerdeyiz, ama aslında aşk definesiyiz. Fakat kendimizden haberimiz yok.
• Mest olmuş bir kişi için gam, düşünce, tedbir ne işe yarar? Mest olan kişi baş köşeye mi oturmuş, kapının yanına mı çömelmiş; fark eder mi?
• Ancak kapıcı baş köşenin ne olduğunu bilir. Bizim değil baş köşeden, canımızdan bile haberimiz yok! îşte biz böyle olduğumuz için sevgiliye kavuşmuşuzdur.
• İçimiz ney gibi bom boş, saki üflüyor da söylüyoruz. Yoksa biz söz söylemek istemeyiz.
• Ne hoştur o bedeni gümüş renkli güzel ki, kim olduğunu bilmez. Onun kendinden bile haberi yoktur. 0 bizim derdimizi, yükümüzü çeker, bizse hep onu incitir dururuz.
• Sevgilimiz kendinin kim olduğunu bilir ama, bilmemezlikten gelir, bilmez görünür. Kendini değersiz sayar. "Biz pek değersiz bir varlığız, biz pek ucuza satılmış bir köyüz." der.
733. Senin güzel hayalini, yol arkadaşı olarak yanımıza aldık.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1632)
• Biz yola düştük gittik ama, senin güzelliğinin paha biçilmez hatırasını da yanımıza aldık, götürdük. Seninle buluşmanın, sana kavuşmanın tatlı zevkini, yol azığı olarak bağrımıza bastık, yola onlarla düştük.
• Sana da bana da bir buluşma hatırası olsun diye, ayrılıktan ötürü kan ağlayan yaralı gönlü senin evinde bıraktık. Ve senin güzel hayalini yol arkadaşı olarak yanımıza aldık, yola öyle düştük.
• Yol arkadaşı olarak yanımıza aldığımız hayaline yalnız biz değil, ay bile kuldur, köledir. Yeni doğmuş aya benzeyen eğri kaşlarının hayali de bizimle beraberdi. bile kul olduğu o tatlı gülüşünün hayalini de tatlı, uysal ve güzel olan bütün huylarının şekerliğinden aldık götürdük.
• Biz neşe ile, sevinç ile güvercin gibi uçar gidersek, güvercinin yuvasına geri dönüp geldiği gibi, biz de döner yine sana geliriz. Çünkü, biz o kanatları, senin kanatlarından elde ettik.
• Fer'ler, cüz'ler nereden uçarsa uçsun, yine döner aslına gelirler. Bizse varımız, yoğumuz nemiz varsa hepsini senin büyüklüğünden, lütfundan, ihsanından elde etmiştik.
• Ey Tebrizli Şems! Selamımızı seher rüzgarından duy! îster seher rüzgarı olsun, ister güney rüzgarı olsun, onların hepsini de biz senin rüzgarından elde ettik.
734. 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiin, Fe'ilün
(c. IV,1628)
• Senin güzel yüzünü gördüğümden beri halka gözlerimi kapadım. Herkesi, her şeyi görmez oldum. Güzelliğinin lütufları ile, bağışları ile mest oldum, kendimden geçtim, can verdim.
• Onun reyini, tedbirini görünce, kendi eğri büğrü tedbirimi fırlattım attım, onun "ney"i oldum, onun dudağında feryada başladım.
• 0 elimi tutmuş, ben ise kör gibi onun elini arayıp durmadayım. Ben onun elindeyim, işin farkında değilim de yabancılardan, ondan haberi olmayanlardan onu soruyorum.
• Sadedil idim, saftım, yahut mest idim, yahut da deliydim. Gönlümde bir şeyler yoktu. Korka korka kendi altınlarımdan kendim çalar dururdum.
• Gönül bahçesinin etrafındaki duvarın yıkık yerinden hırsızlar gibi kendi bahçeme girdim, kendi gül bahçemden yaseminler devşirdim.
• Ayın nuru da, yıldızların nuru da Tebrizli Şems'tir. Ben onun ayrılık gamından ağlar, inlersem, bayram ayına dönerim.
735. Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz,
sen ise denizsin, biz koşarak sana geliyoruz.Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatiün, Fe'ilün
(c. IV,1633)
• Kapıyı kapa, biz bu topluluğun aşığıyız! Kapıyı kapa da, tatlı dilli sevgili ile biraz konuşup sevişelim!
• Biz bu mecliste oldukça, şarap ve meze bize gerekmez. Yeşillikte selvi ile gül eksik olur mu?
• Meşalemiz sen olunca, biz gökyüzünün nur kaynağı halini alırız, seçkin sakîmiz sen olduğun için, biz de sana layık zamanın seçkin erleriyiz.
• Sen aklın da aklısın, gönlün de gönlüsün. Sen yüzlerce cansın, artık biz de senin sayende şu gölge varlığa, şu bedene sırtımızı dönmeliyiz.
• Mademki gökyüzü damına bizim için çadır kurdular. Eşeklerin yayıldığı şu yeryüzü çayırlığından niçin çadırımızı sökmeyelim?
• Biz dağlardan aşağılara doğru akan sel gibiyiz. Sen ise denizsin. Biz uzun zamandan beri senden uzak düştüğümüzden ötürü başımızı ayak yapmışız. Koşa koşa yüzümüzü yerlere süre süre denize, asıl vatanımıza gidiyoruz.
• Sana doğru koşarken bu yolda sel gibi naralar atmadayız. Yüz üstü akmadayız, denize yol bulamamış, çukur yerlerde kalmış, kendi çevresinde dönen kokmuş su gibi kendimizi bağlamamışız.
736. Eğer aklın aklı başında ise eline hançeri al, onun ciğerini deş!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün,
(c.IV, 1629)
• Acaba gönül dün gece ne içti ki, ben bugün mahmurum? Yahut kimin tuzlasını gördü ki, ben böyle acılıklar içindeyim, perişan haldeyim.
• Bugün öyle bir haldeyim ki neyi döker kırarsam mazurum. Bugün ne söyler, ne edersem suçsuz sayılırım.
• Benim her nefeste dudaklarımdan, ağzımdan can kokusu geliyor. Bu hal de canın; "Candan uzağım." diye şikayet etmemesi içindir.
• Dudaklarını dudaklarıma korsan mest olursun. Bu işi bir dene! 0 zaman anlarsın ki ben üzüm şarabından da aşağı değilim.
• Sakî, beni boğazıma kadar suya daldır, çünkü düşünce arıya benzer, bense çırçıplağım.
• Eğer akıl kendindeyse, eğer aklın aklı başındaysa; eline hançeri al, onun cigerini deş! Eğer gönlüm aşkla yaralanmadıysa, onu da param parça et!
• Şarap geldi, beni boş yere rüzgara vermek, havalandırmak arzusunda. Sakîde, mamur bedenimi yıkmaya, yere sermeye uğraşıyor.
• Ben gece gündüz, hadiselerle, dünya işleri ile dopdoluyum. Benim iç yüzümü görebilsen, bir kadeh sanırsın. Bir taraftan da dostlar beni öyle hırpalamışlar, öyle zayıflatmışlardır ki, sıçrayıp ayağa kalksam, belimde kemer olmadığı halde, belimi sıkılmış görürsün de, bu defa da bana karınca dersin.
• Kadeh hasta olmuş; "Beni tedavi et, iyileştir!" diye şarap küpünün yanına gelmiş. Küp ise; "Ben senden daha hastayım!" diye başını tutmuş inlemiş.
"Fuzulî merhum:
"Kime kim derdimi ızhar kıldım, isteyip derman,
Özümden hem beter derde mübtela gördüm." diye yazmış.• Mezarımın toprağı bir yudum su gibi bedenimi içince can; "Ben beden değilim, nurum!" diye gökyüzünün üstüne çıkar, ötelere gider.
• Ben ölüp tahtadan tabuta giren padişah değilim! Benim saltanat fermanımın yazısı - "Ölümsüz yaşarlar" ayetidir.
73-Nisa Süresi, 4/57. ayete işaret var.
737. Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV,1641)
• Sanki ben ölmüşüm de, içimin mezarlığına gömülmüşüm. Yavaş yavaş çürüyorum. Fakat sen mezarımı ziyarete gelince dirilirim, başımı kaldırır mezardan çıkarım.
• Benim için surun üfürülmesi de sensin, mahşer de sensin. Ben ne yapayım? îster ölü olayım, ister diri! Sen nerede isen ben oradayım.
• Ben ney gibi cansız bir kamış halini almışım. Senin güzel dudakların olmayınca ölü gibi susarım. Fakat sen beni elime alıp da "ney"ime üfürünce, senin sıcak nefesinle dirilirim, sesler çıkarırım, nağmeler veririm. Bazen ayrılıklardan şikayet ederek ağlarım, feryad ederim.
• Senin zavallı "ney"in, senin şeker gibi dudaklarına alışmıştır. Ben zavallıyı, hatırlı eline al, dudaklarını bana ver de, senin duygularına tercüman olayım, seni yaşatayım.
738. Kamil insan hiç kandırılabilir mi?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün
(c. IV, 1634)
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
739. Bahar geldi!
Müstef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c. III, 1336)
• Dostlar, bahar geldi. Selvi ağaçlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtı, sevgilinin bahtı gibi uyandıralım.
• Çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak, ayaksız olarak yürüyüp koştularsa, biz de hem ayağımız bağlı, hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim.
• Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan ruhun adı "akan, yürütüp giden' manasına gelen "revan"dır. Biz de, dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim.
• Akıl der ki: "Ben onu dil dökerek, meth ü sena ederek kandırırım." Aşk der ki: "Sen sus, ben onu uğrunda can vererek aldatırım."
• Can ise gönüle der ki: "Yürü git, beni de gülünç bir hale sokma, etrafındakileri de kendine güldürme! Ben onda bulunmayan, onun ihtiyacı olan şeyle onu kandırırım."
• Gamlı düşüncelere dalmış, ızdıraptan başına gelen belalardan bunalmış, sarhoş olmayı, kendinden geçmeyi düşünen biri değil ki; büyük kadehle kırmızı şarap sunarak onu kandırayım.
• Dünya nimetlerine gönlünü kaptırmış, topraktan yaratılmış şu aleme bağlı değil ki; onu altınlarla, servetle, yüksek mevki ile, dünya saltanatı ile kandıralım.
• 0 görünüşte bir insan ama, aslında insan değil, melek! Şöhret duygusu yok ki, güzel kadınlarla onu kandırabileyim.
• İçi nakışlarla, güzel resimlerle süslenmiş bir ev, o evi melek bile görse ürker, kaçar. Peki ben onu hangi nakışlarla, hangi resimlerle, hangi süslerle aldatabilirim.
• At sürülerine, saf kan Arap atlarına ihtiyacı yok! Çünkü o, kanatla uçuyor. Nefis yemekler, güzel renkli hoş kokular, meyveler yemiyor; onun yediği içtiği nur, onu nasıl olur da herkesin peşinde koştuğu ekmek ile kandırabilirim?
• Dünya pazarlarına aşık, alıcı, satıcı bir tacir değilim ki, onu kazançla, karla, ziyanla aldatayım.
• Hiç bir şey ondan gizli değil kî,kendimi hasta göstereyim, "ah vah" diyerek, feryad ederek onu kandırayım.
• Hararetim varmış gibi sirkeli bezle başımı bağlayayım. Öksürerek, aksırarak; "Mahvoldum, hastalıktan ölüyorum!" diye onu merhamete getireyim.
• Kıldan kıla, benim eğriliğimi, sapık düşüncelerimi, gizli hayallerimi, nefsani arzularımı, her şeyimi bilir. Ne yaparsam hepsini görür. Ondan gizli olan bir şey yok ki, onu o gizli şeyle kandırayım.
• Şöhret peşinde koşan, şairlerin meth ü senalarına, övmelerine düşkün olan bir padişah değil ki, güzel beyitler okuyarak, gazeller terennüm ederek akıp giden, insanı büyüleyen şiirlerle onu aldatayım.
• Gayb aleminden, ötelerden kendisinin duyduğu anlatılamaz yüce zevkler, dünya zevklerinden de ahiret zevklerinden de çok üstündür. Onu merhamete getirmek, cehennem azabıyla korkutmak, yahut ona cennetleri vaadederek hürilerle, gılmanlarla kandırmak da imkansızdır.
• Tebrizli Şems onun seçtiği tek varlıktır. Onun sevgilisidir. Olsa olsa onu ancak, o "Zamanın Kutbu" ile kandırabilirim.
• Ey yaprak; elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıktın, ne yaptın da zindandan kurtuldun? Söyle, söyle de biz de beden hapishanesinden kurtulmak için senin yaptığını yapalım.
• Ey selvi! Yerden baş kaldırdın, yüceldin. Seni yaratan sana ne seyir gösterdi? Bilelim de biz de seyredelim.
• Ey gonca! Gülün rengine boyanıp çıktın, kendinden geçip geldin, geldin ana nasıl geldin? Söyle de, ne yaptınsa biz de onu yapalım.
• Bu hoş beyaz abher rengi nereden geldi? 0 anber kokusu hangi semtten geliyor? Bu evin kapısı nerede, gösterin de; o kapıya hizmet edelim, o kapının kulu olalım.
* Ey bülbül! Feryadına acıdılar, imdadına koştular. Ben senin feryadına kul olayım, köle olayım. Sen, gül yüzünden neşelisin. Ben senin ötüşlerinden neşeliyim. 0 ihsana nasıl şükredebilirim?
* Aklını başına al da, gül bahçesinden sırlar duy! Harfsiz, sessiz, sedasız hakîkatler işit! Ey bülbül! 0 aşk masalını anlayabilirsem, sen de sazına düzen ver, güzel seslerle beni mest et!
740. Adama baktığın zaman, onun hakîkatini gör, onu, îblis gibi, su ve toprak görme!
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c.IV, 1737)
• Sarap getir, mahmurluğum var. Allah beni giriftar etti. Ben de o yüzden saraba giriftar (düşkün) oldum.
• Sarap sun aşkın şerefine, aşkın canı için. Güneşin bile kıskandığı kadehi sun, çünkü ben aşktan başka her şeyden bıktım, usandım.
• Şarap sun, o şaraba can bile desem, doğrusu yazık olur. Çünkü ben can yüzünden çok sıkıntılara katlandım. Çok baş ağrıları çektim.
• Sun o şarabı ki, adı bile ağzıma sığmıyor. 0 yüzden sözlerim perişan bir haldedir, darmadağındır.
• Şarap sun ki onsuz ahmaklaştım. Bir şeycikler bilmez oldum. Fakat onu içince, onunla beraber olunca; yiğitlerin, yol vurucuların bile şahı kesildim.
• Şarap sun ki, bir an bile başım onsuz kalınca; duygusuz, donmuş, kapkara kesilirim, nursuz kafirlerden biri olurum.
• 0 şarabı sun ki, beni; "Sun!", "Sunma!" demeden o kurtarır. "Nerede bulayım, nasıl sunayım?" diye beni başından savma! Sen o şarabı hemen sun!
• 0 şarabı sun da uzun gecelerde, tükenmek nedir bilmeyen feryatlarımdan gök kubbesini kurtar, huzura kavuştur.
• 0 şarabı sun ki, ben kadehsiz şarap eminiyim. Karnıma giren şarabı hiç zayi etmeden gereken yerlere veririm.
• Kemiğime, kanıma bakma! Beden bakımından hor, hakîr biriyim. Fakat ruh bakımından yüce bir padişahım.
• Ben bir marangozum: Yontup yaptığım merdiveni yedinci kat göğe dayadım da göklerin damına, yücelere çıktım, ötelere yükseldim.
• Adama baktığın zaman onun hakîkatini gör! Onu, îblis gibi, su ve toprak görme, toprağın ötesindeki yüz binlerce gül bahçesini gör!
• Sakın yanılma, bir kere daha balçığa girersem değişmem, neysem oyum. Çünkü ben yüzümü örttüğüm beden örtüsüne büründüğüm için utanmadayım.
741. Senin gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
Mefa'ilün, Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fa'ilün
(c. IV, 1724)
• Gözümü açınca her şeyde senin güzelliğini, san'atını, yaratma gücünü görürüm. Dudaklarımı açınca hepsinin vahdet (=birlik) şarabını içerim.
• İnsanlarla boş yere konuşmayı, onların dedi kodularını dinlemeyi haram sayarım. Fakat senden bahsettikleri, senin güzelliğini anlattıkları zaman sözü çok uzatırım.
• Beni hangi yola götürseler, bin türlü aksaklık gösteririm, fakat sana giden yolda koşarım.
• Hızır gibi elime ab-ı hayat geçse, o suyu senin bulunduğun yerin toprağı ile süslerim.
• Gamının verdiği elemlerden, keder dikenlerinden dikenler toplarım da nergis, sadberk gülü devşirmeyi düşünmem. Gamının dikenleri benim için güllerden daha değerlidir.
• Yüzümü gönüller açan, hatırlar yapan padişahlar padişahına çevirince, nurum güneşten de üstün olur, ay ışığından da!
* Güneş halini alırsam, gönlümün harareti ile herkesin, her şeyin bütün zerrelerini, sarhoş ederim aşk oyununa düşürürüm.
742. Biz yarın ihtiyarlayacak güzel değiliz. Biz ebediyyen genciz.
Mef'ülü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. IV, 1705)
• Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
• Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
• Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini manevî kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
• Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadîmiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
• Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? 0 elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanîdir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
• İblis Adem'in hakîkatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hz. Adem ona; "Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık." diye seslendi.
• İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de; "Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
• Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık." dediler.
• îhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
• Güzelin sözü mü olur? 0 Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.
743. Biz senin gibi bir güzeli rüyada bile görmedik.
Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstefilün, Fe'ulün
(c. IV, 1701)
• Sevgilim, senin güzelliğinin sesini ruhumda duyunca, su gibi, rüzgar gibi ben de senin aşkına doğru koşmaya başladım.
• Mısırlı kadınların Hz. Yusufun güzelliğini görünce, kendilerinden geçip ellerini kestikleri gibi, sen de bir kerecik olsun elini canımıza koy bak da gör ki; biz güzellikler karşısında gönlümüzde neler kestik.
• Rindlerin, müflislerin halleri meydanda, artık ne yapılabilir? Biz de varımız yoğumuz olan şu yamalı hırkayı senin ayaklarının altına döşedik.
• Aşk aleminde bizim gibi binlerce kişi can vermiştir. Fakat biz senin gibi bir güzeli rüyada bile göremedik.
* Biz sana layık bir aşık olamadık da, su içen hayvanlar gibi suda aksimizi görünce, kendi çirkinliğimizden ürktük.
744. Onun aşkının hevesi ile dokuz kat çarh edip dönüyor.
Müfte'ilün, Fa'ilat, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c.IV,1714)
• Ne zamana kadar hep böyle habersizce gideceksin? Başını yerden kaldır da jama bak; hatta dam da bir şey mi? Şöyle sen yukarılara, göklere bak!
• Hiç belli olmaz, can ansızın bir cilveye, bir cezbeye kapılır da, yüzlerce ayın, yüzlerce güneşin kendisine kul, köle olacağı bir ay halini alabilir.
• Görmüyor musun? Onun aşkının hevesi ile dokuz kat gök çarh edip dönüyor. Canla gönül de onun şarabından kadeh kadeh içiyorlar.
• 0 tecellî edince, canlara onun nuru vurunca can şarabını içmek mübahtır. yiyip içmek, yatıp uyumak da haramdır.
* Dünya; "Ey rüzgar ne haber var?" diye sordu. Rüzgar da cevap verdi ki: Korkudan başka hiç bir şeyden haberim yok!"
745. Ben derdimi sevmekteyim, derdime gönül vermişim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
(c. IV,1678)
• Ben ağlasam da, özür dilesem de sevgili duymaz, ilgilenmez. Çünkü o kulaklarına pamuk tıkamıştır.
• Bana ne cefa ederse etsin, sevgili yaptığı işlerden, cefalardan üzüntü duymaz. Yaptıkları kendinde kalır, ama ben o ne cefa ederse etsin, şikayet etmeden o cefalara katlanırım.
"Eski şairlerimizden birisi bu konuda şöyle yazmış:
"Yarın cefası cümle vefadır, cefa değil!
Yarı cefa etti diyenler ehl-i vefa değil!"
• Beni adam yerine koymasa, beni yok saysa, (varsın) saysın, ben onun sitemini kerem sayarım.• Onun bana verdiği dert, gönlüme deva olmaktadır. Bu yüzdendir ki ben derdimi sevmekteyim, derdime gönül vermişim.
"Bu beyt Niyazî-i Mısrî hazretlerinin:
"Derman aradım derdime
Derdim bana derman imiş beytini hatırlatıyor.• Onun aziz aşkı beni horlayınca, kendimde yücelik bulurum, saygı görmüş olurum.
• Bedenim, üzüm gibi onun ayakları altında ezilince, mutlu olurum, şarap haline gelirim.
• Onun sevimli ayakları altında üzüm gibi ezilmek bana can verir. Sırlarım neşe bulur, zevke erer.
• Halbuki bu mutluluktan gafil olduğu için, onun ayakları altında ezilen üzüm, kan ağlar. "Bu cevrden, bu cefadan, bu işkenceden bıktım!" der.
• Onu ezen ayaklar; "Ben seni bilgisizlikten ezemiyorum!" der de, kulaklarına pamuk tıkar, şikayetleri duymaz.
746. Sen bana o gizli dünyayı göster de, artık bu dünyayı yok sayayım, inkar edeyim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat.
(c.1V.1679)
• Ben mest de olsam ayık da olsam, sevgilinin güzel gözlerinin kuluyum, kölesiyim.
• Canın ve cihanın yüzünün hayali olmadıkça, kendimden de, candan da, cihandan da bezginim, usanmışım.
• Beni gece gündüz güller, gül bahçeleri içinde bırakan güzelimin gül yüzünün kölesiyim.
• İşte ben onun gül yüzünde böyle bir ayna görmedeyim. Gözümü bu aynadan nasıl ayırabilirim?
• Güzelim bana dedi ki: "Ben güzellerin canıyım!" "Evet ey sevgili!" dedim. 'Ben de seni öyle görüyorum."
• Dedi ki: "Başında eğer benim coşkunluğum varsa, senden kıl kadar ayrılmam, seni bırakmam.
• Ben öyle bir mumum ki pervane olanı tutar, kendi ateşimin içine çeker, yakanm."
• Ona dedim ki: "Benden ne yakarsan yak, zaten ben senin aşk dumanından ibaretim."
• Sakî geldi de: "Dostça bana bir şey ver!" dedi. "îşte sarığım; al sende rehin olarak kalsın!" dedim. ;
• "Hayır hayır yanlış söyledim." dedim. "Sarığım yerine sen başımı al da, ondan kurtulayım. Fakat biraz dur, aklım başımda. Sen bana şarap ver aklım gitsin de ondan sonra başımı al!
• Sen bana o gizli dünyayı göster de artık bu dünyayı yok sayayım, inkar edeyim."
747. Sen edepten bahsediyorsun, ama sende edep görmedim.
Müstefilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'ülün
(c. IV, 1690)
• Sevgilim, sensiz iki cihanda da neşe görmedim. Çok güzel varlıklar, şaşılacak şeyler gördüm ama senin gibi güzel göremedim.
• "Ateş kafirin nasibidir." diyorlar. Senin ateşine yanmamış Ebu Leheb'den başkasını görmedim.
• Gönül penceresine nice zaman can kulağını dayadım, dinledim. Pek çok sözler işittim ama söyleyen iki dudağı görmedim.
• Kuluna birdenbire rahmetini saçtın. Bu ihsana sebep senin hududsuz lütfundur. Başka sebep görmedim.
• Cibresi üzüm teknesine girmeyen, Halep'te bile eşi bulunmayan o billur şişedeki şaraptan,
• 0 kadar sun ki kendimden geçeyim. Çünkü ben varlıkta kendinde olmakta zahmetten başka bir şey görmedim.
• Ey nihayetsiz aşk, ey ilahi mazhar! Sen hem güvenilir dayanaksın, hem de kuvvetli arkasın. Senin şanına, haline uygun düşecek bir lakab görmedim.
• Kardeşim sus, fazileti, edebi bırak! Sen bahsediyorsun, ama sende edep görmedim.
748. Ben şaşılacak acayip bir cihanım, bir avuç toprakta gizlenmişim.
Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'ulün
(c.IV, 1693)
• Ben tertemiz olarak aşk yoluna düşmüşüm. Bu yolda gizlenmeden yürümekteyim. Ben kimseye kin gütmem, garaz tohumu ekmem. Yokluk bile bana sığınır, bana dayanır. Benim gözüm toktur. Ben hiç bir zaman tama'ın sırtını kaşımam.
• Ne halkın dedikodusu ile rahatsız oluyorum, ne de kimseden korkum var. Ben hür bir kuşum, kafes azığına ihtiyacam yok.
• Ben yağmurlar yağdıran bir bulutum. İnciler saçan bir göğüm. Yeryüzünde susuzlara ab-ı hayat sunmadayım.
• 0 ağaç, Hz. Müsa'ya uzaktan ateş gibi göründü ama o ateş gönüllere hoş gelen bir nurdu, ben de uzaktan ateş görünürüm ama ateş değilim, ben de nurum.
• Rüzgarla ağacın dah titrer, oynar ama gövdesi hiç titremez durur. Benim de görünüşte kararım yok. Hadiseler karşısında ben de ağaç gibi titriyorum ama, ruh aleminde karar etmişim. Korkmam, titremem.
• Ben şaşılacak, acayip bir cihanım. Bir avuç toprakta gizlenmişim. Her gece gönlüm gündüz gibi aydınlıktır. Her sonbaharın içinde ilkbaharlar bulunmaktadır.
• Ben tamamıyla yok olup kendimden geçtiğim zaman kendime gelirim, kendimi bulurum. Bedenimin aslı olan dört unsur ile beş duygudan kurtulunca tam adam olurum.
• İnsan haksız yere kendisinde bir ihtiyar olduğu, cüz'î iradesi bulunduğu davasına girişir. Aslında Hakk'ın ihtiyarındaki yücelik, benim ihtiyarımı elimden almış, beni ihtiyarsız bırakmıştır.
749. Ben değersiz bir saman çöpü gibiysem, benim kehribarım sen değil misin?
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c. IV,1728)
• Sen beni istemesen de ben seni canla, gönülle isterim. Sen bana kapıyı açmasan da ben kapının eşiğinden ayrılmam, orada oturur kalırım.
• Ben balık gibiyim, dalga beni karaya atsa da, sudan başka sığınacağım yer yoktur. Gönlüm sudan başka bir şey istemez.
• Kendi kendime nereye gidebilirim? Benim gönlüm mü var? Ben de, beden de, gönül de ancak padişahlar padişahının gölgesine sığınmışız.
• Mest olup gitmişsem, yıkılmış, kendimden geçmişsem, mest oluşum, yıkılıp gidişim sendendir. Bir şey biliyor, bir şey duyuyorsam bilişim, duyuşum da sendendir.
• Eğer bende bir gönül kalmışsa gönlümü alan sen değil misin? Eğer ben değersiz bir saman çöpü gibiysem, benim kehribarım sen değil misin?
• Yediğim nefis yemeklerin tatlı helvaların, çöreklerin ağzımda bıraktıkları tat, o güzel dudaklarının tadından, lezzetinden birer kırpıntı değil midir?
• Ne yüksek mevkiler düşünürüm, ne sultanlık, ne mal mülk, ne şöhret, ne ululuk! Bunların hiç birisinde gözüm yok! Senin aşkın bunların hepsinden üstündür!
750. Şu zamanda, Mansur gibi, ben senin darağacının altındayım.
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c.IV, 1726)
• Bana şarap sun, çoktanberi ben senin güzelliğinin mahmuruyum. Ben eski bir hırkaya bürünmüşüm, ama senin gerçek dostun değil miyim?
• Şu anda mahmurum, sen bana uy! Benim dediğimi yap! Mest olup kendimden geçtikten sonra zaten senin emrindeyim, senin dilediğini yaparım.
• Sen şimdi "Enel-hakk" kadehini doldur! Mansur şarabından sun! Şu zamanda Mansur gibi ben senin darağacının altındayım.
• Elest demindeki sözleri, ahitleri, şartları hatırla. Benimle nelere karar vermiştin? Ben hala o karardayım.
• Ey avucum! Tuttuğum kadehe de ki: "Sen at gibi bana binmişsin, ben seni taşıyorum. Fakat aslında şaşılacak şey şu ki; içindeki şarabı içince ben sana biniyorum, sen beni taşıyorsun.
• Ey kadeh! Ben aşıklar halkasının ortasındayım. Sen benim etrafında dönmedesin, ama aslında beni döndüren sensin. Senin etrafında dönen de benim.
• Ben nasıl kafir olurum ki, senin gibi bir puta tapıyorum? Ben nasıl fasık olurum ki, senin şarabını içiyorum?
* Gel gel! Sen zamanenin sırlarını bilensin, gönlümün sırlarını ört ki ben senin sırdaşınım