751. Aşk dersi, çalışmakla öğrenilmez.
Mef'ulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c.IV,1710)
• Senin güzel yüzünü görünce, yeşil çimenlerden, gül bahçelerinden vazgeçtik. Gözünü görünce de şarabı ve şarapçıyı görmez olduk.
"Gözün döktüğü kanlı yaşlar, şaraba benzetilmiştir. Bir ilahide: "Gözüm ki kana boyandı, şarabı neyleyeyim?" denmiştir.
• Oturduğumuz evi rehine verdik, geldik, senin mahalleni yurt edindik. Dükkanı yıktık, işten, kazançtan vazgeçtik.
• Neyimiz varsa hepsini aşk yağma etti. Kardan, zarardan, alış verişten vazgeçtik.
• Aşk davasına girişmek, sonra da hayadan, utanmaktan bahsetmek olamaz. Bu sebeple biz aşk yoluna düşünce hayadan, utanmaktan vazgeçtik.
"Bir başka beyitte Mevlana şöyle buyurmuştu:
"Eğer sen aşkın aşığı isen ve aşkı arıyorsan, keskin hançeri al, utanmanın boğazını kes!"
• Gamın haddine mi düşmüş ki bizim adımızı ansın? Elini çırp, bizi alkışla ki artık biz gamdan da, gam çeken gönülden de kurtulduk.
• Neşe yürüdü, gönül hoşluğu ülkesi bize verilmiş. Azın, çoğun varından da yoğundan da vazgeçtik.
• Biz söz söylüyoruz, sen inkar ediyorsun. Biz iki alemin ikrarından da, inkarından da vazgeçtik.
• Dünya işini paylaşmayan şu köpeklere bak! Nasıl da birbirlerine düşmüşler. Biz köpekten doğmadık, köpek de değiliz. Bu sebeple biz dünya işinden vazgeçtik.
"Bu beyitte şu hadîse işaret var: "Dünya bir leştir. Köpekler onu isterler."
• Gönül sırlarını ancak Allah bilir. Bu bize kafi. Bizler kötünün kötülüğünden, hilecinin de hilesinden kurtulduk.
• Aşkın verdiği ders hiç unutulur mu? Ona çalışmaya ihtiyacımız yok. Zaten o ders çalışmakla öğrenilemez.
752. Ben eskiden ettiğim tövbelerden tövbe ettim.
Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstefilün, Fe'ulün
(c.IV,1685)
• Ey çalgıcı! Şu gazeli oku: Ben sevgiliden, her çeşit gülden, her çeşit dikenden vazgeçtim. Çünkü artık tövbe ettim.
• Bazen işime çok düşkün olurum. Adeta işimin mesti olurum. Bazen mahmur olurum. Artık işten de, mahmurluktan da vazgeçtim. tövbe ettim.
• Boğazıma kadar tövbe etmek suçuna gömülmüşüm. Tövbeden o kadar canım yandı ki, eskiden ettiğim tövbelerden de şimdi tövbe ettim.
" Tövbe etmekten tövbe etmek ne demektir? Ariflere göre bir insanın: "Ben bu işi bir daha yapmayacağım." diye tövbe etmesi, o kişinin kendinde bir güç, bir varlık hissetmesi anla-mına gelir. Ey zavallı insan! Sen kimsin ki: "Ben bunu bir daha yapmayacağım." diyor-sun. Her şey Hakk'tan geldiğine göre, senin bir yapma gücün var mıdır? Tövbe etmekten tövbe etmek hali, bize ait değildir. Kamil insanlara aittir. Arifler, kamil insanlar, Hakk'ta fanî olduklan için, bıitiin isteklerinden, bütiin iradelerinden kurtulmuşlardır. Tamamıyla Hakk'a teslim olmuşlardır. Bizim gibi insanların yaptığı hatalardan tövbe etmesi, o suçu bir daha işlememek için ahitte bulunması ve Hakk'ın verdiği cüz'î iradeyi kullanması şart-tır. tnsanın işlediği giitidhlardan tövbe etmesi, Kur'an-ı Kerîm'in bir çok yerlerinde emre-dilmektedir. Peygamber Efendimizin bir çok hadîslerinde tövbe üzerinde durulmaktadır. Bu konu hassas bir konudur. Yanlış anlaşılmamalıdır. Peygamberler ve onlann varisleri olan gerçek veliler niçin geldiler? Hepsi de cüz'î iradelerimizi kullanarak imana gelmemizi, günahlardan arınmamızı emretmiyorlar mı?"
• Ey şarap satan, kadehi elime ver. Ben sıkılmayı bıraktım. Arlanmaktan tövbe ettim.
• Allah Allah! Ey çalgıcı! Ben yolumu şaşırdım. Sen kendi yolunu, kendi işini iyi bilirsin. Çengi eline al da telleri üzerine tövbe ettiğimi çal!
• Düşünmekten, çare aramaktan gönlüm parça parça olmuştu. Anladım ki çare, çaresizliktedir. Çaresiz tövbe ettim.
• Sen ay yüzünü göster de karanlık geceyi nurlandır, güzelleştir! Ben o günahın zevkinden çok tövbe ettim.
• Tövbe vaktidir dedim. Bir çılgın aşık bana: "Ben eski bir tövbe eden kişiyim, ben geçen sene tövbe ettim." dedi.
753. Bana tas tas şarap ver de; beni varlığımdan kurtar!
Müfte'ilün, Fa'ilatü, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. IV, 1716)
• Bu gece şu ben zavallının bedeninden canı tamamıyla al, al da bundan sonra dünyada, kimse benden bahsetmesin!
• Şu anda senin mestinim. Bana bir kadeh sun da iki cihandan da vazgeçip, büsbütün sende yok olayım.
• Ben sende yok olunca, hani o senin bildiğin hal başına gelince, yokluk kadehini elime alırım da kadeh kadeh senin aşk şarabını içerim.
• Can senin yüzünden yandı, yakıldı. Mum senden nur aldı, aydınlandı. Bir insan da eğer senden yanmazsa, o hamdır, ham!
• Sen bana birbiri ardınca yokluk şarabını sun! Ben tamamıyla yok olunca, yokluğa dalınca, artık evi damdan ayırdedemem.
• Ey yokluğuna binlerce varlık kul olan, köle olan! Yokluğun arttıkça can sana yüzlerce secde eder.
• Bana tas tas şarap ver de, beni varlığımdan kurtar! Şarap olgun kişilere Hakk'ın bir nimetidir. Akıl ise ham kişilere mahsus bir şeydir.
• Yokluk denizini dalgalandır da, beni kapsın götürsün! Ne zamana kadar korku ile deniz kıyısında adım adım duracağım?
754. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilat
(c. IV, 1682)
• Ben kederle dolsam da, gülsem de o padişahın devletine aşığım.
• Padişahın aşkına gönül vermek, benim tacımdır. Bana bundan başka bir tac verse bile, ben onu almam.
• Onun gül dalının rengi, benim varım yoğumdur. Çünkü ben onun gül bahçesinin bülbülüyüm.
• Ben onun kapısının toprağından başka bir yere oturmam. Onu gönlümden, canımdan başka bir yere oturtmam.
• Gece gündüz ben onun nimeti ile besleniyorum. Ben onun aşk bahçesinde güller, reyhanlar, yaseminler içindeyim.
• Dünya ister harap olsun, ister mamur olsun, benim için önemi yok! Şunu biliyorum ki, ben onun yıkılmış, harap olmuş bir kuluyum.
• Aslım toprak olduğu için, yeryüzünün toprağı ile dostum, onunla birim! ama yine de padişahım bana büyük bir lütufta bulunmuştur. Bana hiç bir yaratığa vermediğini vermiştir. Bana kendinden can bağışlamıştır.
755. Biz dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.
Mefulü, Fa'ilatü, Mefa'îlii, Fa'ilat
(c. IV, 1709)
• Biz kıtlık içinde kalmış susuzlarız, çok nimetler görmüş, çok yemekler yemiş kişileriz. Çaresiz değiliz, dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.
• Mecliste şaraba benzeriz, neşe dağıtırız, gamlılara neşe bağışlarız. Savaşta Hz. Ali'nin Zülfikar'ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz.
• Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.
• Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!
• Biz saman altında kalmış gizli, uçsuz bucaksız bir deniziz. Yahut da göklerde parlayan güneşiz.
• Mest bir halde aşk evinin damı kenarında durduğumuza bakma! Dam da bilir ki, bizim kıyımız kenarımız yoktur.
• Ay ışığı dam kenarına vurmaktan hiç korkar mı? Peki biz neden gam yiyelim? Biz üstün bir varlığız, göklerde dolaşan aya binmişiz.
• Biz Ahmed(s.a.v.)'in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz. îsa gibi çocukken beşikte konuşuruz. Bütün bunlara rağmen, biz artık konuşmayalım, susalım.
756. Kan oldum, aşkın damarlarında dolaşmaya başladım.
Gözyaşı oldum Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.Fa'ilatün, Fallatün, Fa'ilat
(c. IV,1661)
• Hakk yoluna düşenlere mahrem oldum. Herkesin madde peşinde koştukları bir zamanda manaya önem verenlere hemdem oldum, arkadaş oldum.
• Altı yönden de dışarda manevî bir kubbe gördüm. Ben o kubbeye toprak aldum. Döşeme oldum, kan oldum, aşkın damarlarında coşarak dolaşmaya başladım. Gözyaşı oldum, Hakk aşıklarının gözlerinden aktım.
• Bazen beşiğinde konuşan İsa gibi baştan başa dil kesildim. Bazen de Hz. Meryem gibi susan bir gönül oldum.
• Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in kaybettikleri bir şey vardı ya, eğer bana inanırsan bil ki; o kaybedilen şey ben oldum.
• Zevalsiz aşk neşterine karşı yüzlerce defa yara oldum, merhem oldum.
• Her adımda Azrail (a.s.) benim yol arkadaşım olmuştu. Ondan korktum, perişan oldumsa canım çıksın.
• Ölümle yüzyüze savaşa giriştim. Korkmak şöyle dursun, karşıma çıktığı için ölürnün kendisinden neşeler aldım, sevinçler elde ettim.
• Varlık yükünü tamamıyla sırtımdan attım, ölümsüzlük üzengisine ayak bastım, ölümsüzlük atına bindim.
• Gerçi belim çeng gibi büküldü ise de, yine de sen ölümsüzlük "ney"inin sesini benden duy, benden işit!
• Benim için Şems-i Tebrizî bayramların en büyüğü olan "îd-i ekber" idi. İşte ben o bayrama büyük bir kurban oldum.
757. Ben neyim?
Fe'ilatün, Mefa'ilün, Fe'ilat
(c. IV,1759)
• Ah ben ne biçim bir insanım, ne renkteyim, ne haldeyim? Ne olduğum belirsiz, acaba ne zaman kendimi olduğum gibi göreceğim?
• Sen bana dedin ki: "Gönlündeki sırları gizleme, ortaya dök, benim içinde bulunduğum orta nerede; göster bana'."
• Hem hareketsizim, hem de koşup duruyorum. Şu ruhum ne zaman süküta kavuşacak?
• Ben kıyısı bulunmayan öyle şaşılacak bir denizim ki, denizim de kendisinde gark oldu gitti.
• Beni bu dünyada da arama, öte dünyada da! Benim bulunduğum alemde her iki dünya da kayboldu.
• Ben yokluk gibi kardan da ziyandan da kurtulmuşum. Ben kardan da ziyandan da haberi olmayan acaip bir kişiyim.
• Ona dedim ki: "Ey can, sen bizim ta kendimizsin." Dedi ki: "Şu görünen maddî varlığımda ben kendimi göremiyorum, kendim neyim ki, siz olayım."
• Şu halde: "Sen o'sun." dedim. "Haydi sus; öyle söyleme!" dedi. "Ben öyle bir şeyim ki dile gelemem."
• Dedim ki: "Dile gelmiyorsun, söze sığmıyorsun ama, işte ben şimdi seni dilsiz, dudaksız, sözsüz söylemedim."
• Ben yokluktan ay gibi doğdum, dünyaya geldim, parlamaya başladım. îşte gökyüzünde ayaksız olarak koşup duruyoruz.
• "Ne koşuyorsun, dur da bak! Ben apaçık ortadayım ama aynı zamanda gizliyim!" diye bir ses geldi.
• Ben Şems-i Tebrizî'yi görünce eşsiz bir deniz oldum. Görülmemiş bir inciyim, emsali bulunmayan bir hazineyim.
758. Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk.
Fa'ilatün, Fa-ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1670)
• Can harman yerine yine geldik. Doğan kuşu gibi padişaha doğru yine uçtuk geldik.
• Gariplikten, ayrılıktan bıktık; aslımızın, başlangıcımızın yanına geldik.
• Dilencilikten, niyazdan, yalvarmadan kurtulduk. Oynayarak nazlanmanın yanına geldik.
• Sırra mahrem olanların sofrasında can besleyelim. Çünkü bizler sır perdelerinin arkasına geçtik.
• Takdir ezel kemendi attı, bizi kendine çekti. Böylece biz de sebepleri hazırlayanın yanına geldik. Sebeplere ihtiyacımız kalmadı.
• Ecel beden evini yıkmadan, biz beden evini yapana kavuştuk. Allah'a hamdolsun, biz "Ölümden evvel ölünüz!" sırrına mazhar olduk.
• Somunumuz pişti, kokusu burnumuza geliyor. Biz o kokuyu aldık da ekmekçinin yanına geldik.
• Artık sen sus da, can, duygularımıza tercümanlık etsin; "Kötülüklerden,
kirliliklerden, bayağılıklardan kurtulduk, yücelikten yüceliklere ulaştık." desin.
759. Ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.
Fe'ilStiin, Fe'iiatün, Fe'ilat
(c. IV, 1677)
• Bir an beni gül bahçesi gibi hoş bir hale sokar, bir an da kış mevsimi gibi soğuk bir hale getirir.
* Bir an beni faziletli bir insan, üstad bir kişi yapar, bir an da beni okula yeni başlamış bir çocuk eder.
• Bir an olur taş atar, beni kırar, bir an olur beni gerçekler padişahı eder.
• Bir an olur, beni güneş kaynağı yapar, bir an olur baştanbaşa karanlık bir gece haline sokar.
• İki elimle eteğini tuttum. Bakalım beni ne hale sokacak?
• 0 beni mest olmuş kişilere sakî yapar, ama ben onun tortulu şaraba benzeyen derdine kadeh olurum.
• Bana şeker kamışlığı lakabını verir diye gece gündüz onun şekerini satın alır dururum.
760. însanın kendinden geçmedikçe, kendine gelmesine imkan yoktur.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1669)
• Varlığı ateşe attık yaktık. Yeni baştan yokluğa gittik.
• Ey kardeş! Şunu bil ki, iyi de kötü de varlık dünyasındadır. Yokluğa gittiğimizden ötürü, biz ne iyiyiz, ne de kötüyüz.
• Hayırsız felek, neyimizi çaldı, götürdü ise, biz gece bekçisi gibi gittik, çalınanların hepsini ondan geri aldık.
• Yüzlerce ben ve biz arasında biz bir kişi idik. 0 tekten arpa kadarı bile kalmadı. Biz şimdi yüzlerceyiz.
• İnsanın kendinden geçmedikçe kendine gelmesine imkan yoktur. Bu yüzden biz de kendimizden geçtik de sonra kendimize geldik.
• Aşkın boyuna, bosuna göre bizim boyumuz kısaldı. Bizim boyumuz, bosumuz kısaldıktan sonra, biz yüce bir boya, bosa sahip olduk.
• İnsanlığı, kemal mertebesini Hakk'tan öğrendik. Biz aşk pehlivanıyız. Bu yüzden de Ahmed(s.a.v.)'in dostuyuz.
• Varlık levhinde yirmi dokuz harf vardır. Biz bu harfleri sildik, ebced içine daldık da elif gibi tek kaldık.
761. Aşıkların okuyup bilgi elde ettikleri mektep, ateşlerle doludur.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1657)
• Dudaklanmdan içimin yanık kokusu geliyor. "Ya Rabbi, ya Rabbi!" derken ağzımdan duman tütüyor.
• Gökler bile ahımdan ağlamaya başladı. Her an can vermek benim adetim, yolum oldu.
• Senin uyku ile geçirdiğin gecenin, benim uykusuz ve feryadlarla geçen gecemden haberi olsaydı, benim halimi birazcık olsun anlardın.
• Aşıkların okuyup bilgi elde ettikleri mektep ateştir, ateşlerle doludur. îşte ben gece gündüz böyle bir mektebin içindeyim.
• Yüzünü sapsarı yüzüme koy! Elini göğsüme daya! Ateşler içinde tir tir titriyorum.
• Sevgiliye; "Kulağına bir şey söylemek istiyorum!" dedim. Çekindi; "Yanağımın yanmasından korkarım." dedi.
762. Aşk ötelerden kalktı geldi. Bu yanmış, yakılmış aşığa misafir oldu.
Fa-ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1656)
• Ben bu derde, dertle derman edeceğim. Bu işi sabırla kolaylaştıracağım.
• Ya canın ayağını bu balçık bedenden kurtaracağım, yahut da canımı da, gönlümü de güzellere vakfedeceğim.
• Ben "Elest mumuna" atılmış canını dağlamış, kanatlarını yakmış bir pervaneyim. Şimdi de padişahımın mumuna hizmet etmedeyim.
• Aşk ötelerden kalktı, geldi. Bu yanmış, yakılmış aşığa misafir oldu. Çok mutluyum. Benim bir tek gönlüm var, onu da misafirim olan hazret-i aşkın şerefine kurban etmem gerekir.
• Nefis, gönül evine gelen bu mübarek konuktan hoşlanmaz, kedi gibi miyavlar da aşka gelme derse, nefsi tutayım, kedi gibi dağarcığa atıvereyim.
• Melal kimin başını döndürürse, onu sema'a çekeyim, fırır fırıl döndüreyim.
763. Benim gönlüm hasta! Ey gönül derdimin devası; ben hoş değilim!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. )IV,1659
» Oğlum elimi tut, ben hoş değilim! Ey fidan boylum, ben hoş değilim!
• Hayır hayır! Elimi bırak, benim hastalığım başka türlü bir hastalık! Benim gönlüm hasta! Ey gönül derdimin devası! Ben hoş değilim!
• Sen beni bırakıp gittiğinden beri gücüm, kuvvetim, sabrım, takatım gitti. Sen gittin gideli ben hoş değilim!
• Kollarını aç; kemer gibi bana sarıl! Dikkat et, bu kemer olmadıkça ben hoş değilim!
• Ey doktor ! Benim kuvvetim yok. Elini nabzıma koy da anla, ben hastayırn, hoş değilim!
• "Sen gönül hastası değil misin?" diye ne soruyorsun? Dudağının kadehi olmadıkça ister haberim olsun, ister olmasın, ben hoş değilim!
• Her an gözlerimi kapıyorum. Çünkü sen olmayınca bir şeyi görmek isterniyorum. Sensiz görüşten, bakıştan hoşlanmıyorum. Zaten ben gönül hastasıyım, hoş değilim!
764. Tek başına insan bir hiçten ibarettir!
Fa-ilatün, Fa-ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1671)
• Neşeden de bahsetsek, gamdan da dem vursak, hep bir arada oturalım, birbirimizle dertleşelim!
• Sevgilimiz ileri giderse, biz de ileri gidelim. Sevgilimiz az konuşursa, biz de az konuşalım!
• Gerçi biz yiğit kişileriz ama, yalnız başımıza yola düşünce kadınlar gibi güçsüz, kuvvetsiz oluruz. Acılara dayanamayız, feryada başlarız.
• Hiç yoluna yapayalnız düştün mü? Yolda çok tehlikeler vardır. Yalnız başımıza zemzem kuyusuna ulaşacağımızı sanma!
• Tek başına insan bir hiçten ibarettir. Hepimiz bir araya gelince insan olurmuşuz. Haydi tekrar bir araya gelelim de insan olalım!
• Yaratılıştaki nüktenin üstü örtülür, pek anlaşılamaz. İnsan bir vasıtadır. Haydi gidelim, o pek büyük, uçsuz bucaksız olan vahdet denizinin kıyısına çadırımızı kuralım, birlik olalım, bir olalım!
765. Toprak onun yüzünden yeşermiş, çayır, çimen olmuştur.
Gökler onun yüzünden kararsızdır.Müfte'ilün, Fe'ulün, Müfte'ilün, Fe'ulün
(c. IV,1655)
• Dün gece can gökyüzüne diyordu ki: "Ey sonsuz, ey pek büyük gökyüzü! Ne de çok dönmede, takla atmadasın. Karnında sayısız yıldızların ışıkları parlıyor.
• Suçsuz günahsız olduğun halde, sonu gelmez bir dönüşe mahkum edilmişsin. Haklı olarak sızlanıyorsun, şikayet ediyorsun, feryad ediyor, gürlüyorsun. Mavi renkte matem elbiselerine bürünmüşsün.
• Görünüşte korkunçsun, bazen insanlara yıldırım okları atmadasın, fakat içyüzünden de dertlisin, değirmen gibi dönersin, alaca yılan gibi kıvranır durursun.
• Mukaddes gökyüzü cevap verdi de dedi ki: "Ben insanoğlundan nasıl olur da korkmam? Yeryüzüne sürgün edildiğinden beri o, dünya cennetini cehenneme çevirmiştir."
• Halbuki Cenab-ı Hakk insanı insan şeklinde hayvan olarak değil de, insan olarak kendisine ibadet etsin, iyilikler yapsın diye yaratmıştır. 0 büyük yaratıcının avucunda toprak muma döner. 0 toprağı zenci şekline kor, yine o, topraktan Rum ülkesi halkı gibi güzel birini yaratır. 0 doğan kuşu yapar, baykuş yapar. 0 topraktan hem zehirli, hem şekerli bitkiler bitirir.
• Ey dost! 0 gizlidir de kendisi gizli kalsın diye bizi böyle apaçık ortaya at-îuştır.
• Senin topraktan yaratılmış olan şu bedenin, suya benzeyen canının üstünde îerdedir. Can düğünde, neşeli gününde gamlı kederli olduğu zaman da îedeni perde olarak, duvak olarak kullanır.
• Duvak altında sert huylu, ters yeni bir gelin var. Dünyanın iyisi ile de, kö-;üsü ile de alay edip duruyor.
• Toprak onun yüzünden yeşermiş, çayır, çimen olmuş, gökler onun yüzün-ien kararsız hale gelmiş, her tarafta onun yüzünden bütün kötülüklerden curtulmuş bir talihli var.
• Akıl ondan tam bir inanç istemede, sabır ondan yardım beklemede, aşk înun yüzünden gizli şeyleri bilmede, toprak onun yüzünden insan şekline
766. Allahın aşkı pek sağlam bir kaledir.
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. IV, 1663)• Hergün yeni bir yük çekmedeyim. Bütün bu yükü, bu belayı bir iş için ^ekiyorum.
• Kış mevsiminin dondurucu soğununa, karına, tipisine ilkbahara kavuşma imidi ile katlanıyorum.
• Beni ikiyüz şehirden de sürüp çıkarsalar, ben onun, padişahın aşkı ile bu iürgüne katlanmm.
• Allah'ın aşkı pek sağlam bir kaledir. Ben can yükümü o kaleye çekerim.
• Onun nergise benzeyen iki mahmur gözü için mahmurluk çekmedeyim.
• Gönül bir mağara, Tebrizli Şems de bir dost. Bir dost için bu mağaranın îahmetine katlanmaya mecburum.
767. Biz ilahî nürla aydınlanmış eve kuluz, köleyiz.
Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c.IV, 1672)• Bugün yağmurlu bir gün. Rahmet yağıyor. Biz de susuz kalan aşk bahçe-sine ark açıyoruz ve rahmetine kavuşma ümidi ile el çırpıyoruz.
• Rahmet yağdıran bulutlar, aşk denizinden gebe kalmışlardır. Biz de aşk bulutundan gebeyiz.
• Sen kendini inkar ederek; "Ben mutrip, yani çalgıcı değilim!" deme, gel bi-zim aramıza katıl da seni mutrip yapalım.
• Şu ev aydınlıktır. Sen; "Kimin evi?" diye soruyorsun. Kimin evi olursa ol-sun, biz ilahî nürla aydınlanmış eve kuluz, köleyiz.
• Biz kendimizden habersiz yaşıyoruz. Kendi ab-ı hayatımıza kendimiz per-deyiz. 0 ab-ı hayatın üstüne dökülmüş yağ gibi ab-ı hayata örtü oluyoruz.
768. Ben deve gibi senin gamını geviş getirmedeyim.
Mef'ulii, Mefa'iliin, Fe'ulün
(c. 111, 1562)• Sevgilim nazlandı da bana; "Ben sana ateşim!" dedi. Ben de; "Evet!" dedim, "Sen beni yakan bir ateş oldun ama sevgin de gönlümde!"
• Senin sevgin olmadan bir gül koklasam, acımadan, dikenmişim gibi hemen beni !
• Balık gibi sessiz sedasız ama dalgalar gibi, deniz gibi çırpınıp duruyorum kararım, huzurum yok!
• Deve gibi senin gamını geviş getirmedeyim. Sarhoş deve gibi ağzım köpürmede.
• Her ne kadar gizlesem, söylemesem de aşkın huzurunda apaçık meydandayım.
• Tohum gibi toprak altındayım, topraktan baş kaldırmam için baharın işaretini bekliyorum.
769. Toz gibi yolundan kalktım, sonra yine toz olarak çiğnenmek için senin yoluna kondum.
Mefülü, Mefa'ilün, Fe'ulün
(c. 111, 1559)
• Dün yeniden ahdettim. Hem de senin canına yemin ettim.
• Gözümü yüzünden ayırmayacağım. Kılıcı çekip beni öldürsen dahi senden yüz çevirmeyeceğim.
• Başka birisinden derman aramayacağım. Çünkü derdim senin ayrılığındandır.
• Beni başaşağı ateşe atsan, "ah" dersem erkek değilim.
• Toz gibi yolundan kalktım, toz halinde yükseldim, sonra yine toz olarak senin yoluna kondum.
770. Mademki aşkının kılıcını canıma vurdun, bedenime de vur da bu işi tamamla!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün
(c. III, 1543)
*Ev sakî! Neredesin? Biz aşıklara şarap verdiğin için, ben candan senin kölenin kölesiyim. Haydi bana şarap sun!
*Senin neyin var? Nasıl şarabın var? Benim elim boş, bana şarap sun! Çünkü ben çok dertliyim, kadehim ciğerimin kanı ile dolu.
• Benim durumumdan utanıyorlar da kimse benim adımı bile anmıyor. Zaten benim gibi perişan bir adamın ad kaygısı olur mu?
• Mademki aşkının kılıcını canıma vurdun, şu işi tamamla, bedenime de vur! Çünkü yarı ölüyüm, yarı diri.
• Bana bazen zahid diyorlar, bazen da rind. Ben zavallı bilmiyorum ki hangisiyim?
• Bende mum gibi bir zerre varlık kalsa, gideceğim yer ateştir. Ateşi bağrıma basacağım.
• Benim için yanmaktan başka çare kalmadı. Gel de hoşça yanıp yakılayım. Çünkü ben çok hamım.