1061. Bulunduğun hale şükret! Cefadan değil, vefadan bahset!

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefî'îlün 

(c. V, 2149)

• Ey gönlü sözlerle dolu olduğu halde susan aşık; ötelerden bir haber var mı?Sen "(Hel eta)" süresini oku (=La feta)" nüktesini söyle! 37

  37 Kur'an-ı Kerîm'in 76. "Hel eta" süresi "Dehr" ve "İnsan" adlan ile de anılır, bu surede insanın insan haline gelmeden önce maddî varlığının geçirdiği safhalara işaret edilir. "İnsanı erlik tohumundan yarattık, ona işitme, görme vasıfları verdik." diye buyurulmuştur. Bu surenin 8. ayetinden sonra Hz. Ali ve ehl-i beytine sevgi saygı duyulmasına işaret edilir. " nüktesi odur. Ehl-i beytten olmayanlara değil, ehl-i beytine saygı gerekir.

• Can çadırını göklerin üstüne kur! Denizin gönlünden dalgalar kopar. Varlık tulumunu yırt. Şu iki üç sakayı bırak gitsin.

• Varlığından yola düşüp, benliğinden kurtulursan, iki dünyadan da vazgeçersin. Sen kimden çekiniyorsun; korkma söyle!

• Manevi incilerle dolu, la'l renkli şaraptan haberin var mı; yok mu? Gönlümüze kıvılcımlar saç, başımıza çık da şu sorulara cevap ver!

• Gökyüzü sakîsi neşeli bir halde; yeryüzü meclisinde şarap içenlerin, eğlenenlerin dudakları kupkuru. Bu iki halden gece ile gündüz meydana gelmiş. Neden bu böyle olmuş; söyle!

• Gökyüzünün gönlünden rahmetler yağmış, yeryüzünde bağlar, bahçeler, güller, yaseminler bitmiş. Sonbahar rüzgarı ise pusuda bekliyor. Bu neden böyle oluyor; söyle!

• Cimrilik, cömertlik, hayır, şer birbirinden ayrı değil. Bir de değil, iki de değil, iki görünen nedir, öyle!

• Ey mest olmuş bülbül, gelmekte olan kış mevsiminin rüzgarlarından, soğuklarından ne vakte kadar feryad edeceksin? Cefayı hatırlayarak feryad edip durma! Bulunduğun hale şükret! Cefadan değil de, vefadan bahset!

• Şu fanî dünyada, şu iki konaklık yolda hiçbir şükrün yok ki, şikayetsiz olsun. Yok ol, yokluğa dal da safa aynasını seyret, onu anlat!

• Cüz'ü bırak, küllden bahset! Dikeni bırak, gülden bir şeyler anlat! Onun sıfatlarından geç, zatına yönel, Allah'tan bahset!

 

1062. Ey balçığa bulanmış, kirlenmiş insan, şu tozdan, topraktan yıkan, temizlen!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün

 (c. V, 2160)

• Dünyada hiç kimseyi görmedim ki, baştan başa kanatlı olmasın. Herkes isteklerınin havasında uçmada, herkes coşkun, herkes ateşli, herkes pusuda, herkes sevmek için bir bahane arıyor.

• Herkes aşktan meydana gelmiş, herkesin ciğeri yaralı, herkes dudağını yummuş konuşmuyor ama, herkesin can bahçelerinde şakayıklar açılmış.

• İyi, kötü bütün hakîkatler arslana benzerler, onlara dokununca alemi birbirine katarlar.

• Her insanın topraktan yaratılmış olan bedeninde nice gökyüzü güneşi vardır. Orada nice güçlü, kuvvetli kükremiş arslanlar ceylanlar şekline girmiş, gizlenmişlerdir.

• Bu gizli gerçek, insanların yaratılışı gibi balçık ile havadan doğmamıştır. Bu damatla bu gelinden, yani toprakla havadan çok eşsiz çocuklar doğmuştur. Ama bu hakîkatler onlardan meydana gelmemiştir. Bunlar görünmez alemde tasarlanmışlardır.

• Düşüncenin ayağı balçığa saplanmıştır ama, o nice yerleri dolaşır, Zuhal yıldızının bile üstüne ayak basar.38

38-Hz. Mevlana bir Mesnevî beytinde; "Ey kardeşim, sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan bir yığın et, kemiktir." diye buyurmuştur.

• "Ey balçığa bulanmış, kirlenmiş insan; şu tozdan, topraktan yıkan, temizlen!" diye ta yücelerden peygamberler eliyle lütuf ve merhamet suyu akıtılmıştır.

 

1063. Dilersen akik ol, elmas ol! Dilersen kerpiç ol, taş ol! Bu ülkeye o da lazım, bu da.

Müstef'ilün, Müstefiün, Müstef'ilün, Müstefilün, 

(c.V, 2134)

• Dünyada böyle bir ay, böyle büyük bir varlık olamaz. Ey gönül aksak yürü, inada kalkışma! Beni savaşla korkutuyorsun. Haydi savaş bakalım, savaş!

• Biz ebediyet şarabı içmiş, Hakk sevgisi ile mest olmuş kişileriz. Sen ise akıllısın, hünerlisin; tanınmak istiyorsun, şöhret peşinde koşuyorsun.

• Sevgilinin aşkı ile can ver! Bu varlık, benlik dövüşü aşksız çözülmez. Ey ruh, burada mest ol! Ey akıl, sen de burada topalla!

• Onun aşk ayranına düşmüşsün. Zaten sen onun aşkından doğmuşsun. Esirsen yüzlerce fersah ileriye koş; bu puttan, bu güzelden kurtulmana imkan yok.39

  39-Eski insanların kullandıkları "Fersah" mesafe , bugünün beş kilometrelik bir mesafesidir.

• Mümin isen o seni aramadadır. Kafir isen seni imana çağırmadadır. istersen bu tarafa git, sıddık ol, doğru bir insan ol. istersen o tarafa git, fırenk ol, sapık ol!

• Gözün onun bağında bahçesinde kalmış. Kulağın onun tatlı sözlerinde. Sen onun gelirine, ihsanına dal, bal arısı gibi ol! Onun hurma fidanına sarıl, salkım salkım meyve ver! insanlara yararlı ol!

• Gökyüzünün beli bükülmüş, onun okuna yay olmuştur. Su onun emrine uymuş çağlayarak denize doğru koşmadadır. Doğru isen git bir eren ol! İnsanca doğru yürümesini bilmiyorsan, eğri büğrü gidiyorsan, yengeç ol!

• Onun yüce, geniş bir ülkesi var. Nasıl olursan, ne olursan ol sen ona lazımsın. Dilersen akîk ol, la'l ol, elmas ol! Dilersen kerpiç ol, taş ol! 0 büyük ülkeye o da lazım, bu da.

• La'l isen de gel, taş isen de gel, onun bela seline düş, yuvarlana yuvarlana onun "Ehadiyyet" (=birlik) denizine doğru koş, koş da ilahî aşkla çırpınıp duran aşk denizine misafir ol!

• Bu deniz Hızır(a.s.)'ın ab-ı hayatına benzer. Ne kadar içersen iç eksilmez. 0 denizin suyu eksilirse, senin gönlün de o zaman daralsın, senin canın sıkılsın.

 

1064. Hepimiz, bütün insanlar, ayrı ayrı dillerle dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama, dillerimiz ayrı.

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ülü, Mefa'îlün, 

(c. V, 2173)

• Akıl çengimdem benlik, senlik telini kopar; onun yerine sevgi telini tak! Vakit geçirmeden gönül nağmelerini seslendirmeye başla, bir benim için çal, bir de senin için çal!

• Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta, özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle dosta sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama, dillerimiz ayrı.

• Bir mağaraya girince Hz. Muhammed'le, Hz. Ebubekir gibi oluruz. Birbirimize çok yakın oluruz. Çünkü ikilik benim için ayrı bir mağaradır, senin için ayrı bir mağaradır.

• Çeşitli hadiselerle çalkanıp duran ve manevî dikenlerle dolu olan şu dünyada çok sefer ettik, çok dolaştık durduk. Artık sen ayağından benlik senlik dikenini çıkar at!

• Ey gönül, sen kendi Mesîh'inin gölgesine sığın da orada mest bir halde yat, uyu! 0 gitmiş idi, onu kaybetmiştik. Sen de ben de onun için ağlayıp inlemede idik.

• Ben altın sevdasına düştüm. Dünya malı için didinip duruyorum. Sense ey baş, ibadetle meşgulsün. Secde edip duruyorsun. Evet, senin de işsiz güçsüz durman doğru değildir. Benim için de işsiz güçsüz durman doğru değil.

• Beni arayan kişi, beni senin mahallende aramalı. Çünkü ikimiz Leyla ile Mecnun gibiyiz. Birisi Leyla olsa, ancak sen olabilirsin. Mecnun olsa o da ben olabilirim.

• Sus ki, susmak bana da övünülecek bir şeydir, sana da. Söylemede sabredememek, durmadan konuşmak sana da ayıptır, bana da.

 

1065. Ondan başka hiçbir şeyden bahsetme!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. V, 2219)

• Ben, bir ay yüzlü dilberin kölesiyim. Bu yüzden benim yanımda ay'dan, ay ışığından, şekerden başka şeylerden hiç bahsetme!

• Dün deli oldum, aklımı kaybettim. Aşk, beni gördü de dedi ki, "Ben geldim, aklını başına al, artık bağırıp çağırma, elbiselerini yırtma, hiç söylenme!"

• Ben dedim ki: "Ey aşk! Ben başka bir şeyden korkarım." Aşk dedi ki "Ondan başka bir şey yoktur. Yalnız ondan bahset, ondan gayrısından söz açma!"

• Ben senin kulağına gizli bir şeyler söylemek istiyorum. Başını salladı da  "Evet!" dedi. "Sen bana yalnız sır söyle, başka bir şey söyleme!"

• 0 sırada can gibi bir ay, gönül yolunda belirdi. Gönül yolunda sefer  etmek ne hoştur, ne güzeldir; hiç sorma!

• Ben dedim ki: "0 ay yüzlü güzel, acaba melek midir; insan mıdır?" Aşk cevap verdi de dedi ki: "0 ne melektir, ne de insan, bunu bana hiç sorma!"

 

1066. Sen ve ben!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. V, 2214)

• Sevgilim! Sen ve ben, iki ayrı beden, iki ayrı suret, fakat bir can, bir ruh olarak avlunun kapısında oturduğumuz zaman ne mutlu bir zamandır.

• İkimiz birlikte meyve bahçesine girince, bahçenin rengi ve kuşların ötüşleri, bize can bağışlar, ab-ı hayat sunardı.

• Gece olunca, gökyüzündeki yıldızlar bizi' seyretmeğe geldikleri zaman sen ve ben onlara kendi ay'ımızı gösterirdik, yani birbirimizi gösterirdik.

• Sen ve ben senlikten ve benlikten kurtularak, sensiz ve bensiz olarak zevk yönünden manen birleşiriz, bir oluruz. 0 zaman perişan hayalleri, yersiz endişeleri, boş düşünceleri bırakırız. Ne güzel neşeleniriz, mutlu oluruz.

• Fakat bunların ve duyulan manevî zevklerin hepsinden de daha çok şaşılacak bir şey ki, sen ve ben şu anda burada, aynı yerde, aynı köşede bulunduğumuz halde, aynı zamanda hem Irak'ta, hem de Horasan'da yine beraber bulunuruz.

• Sen ve ben, görünen maddî suretimizle, bedenimizle, şu yeryüzünde kederlerle, ızdıraplarla dolu, gizli dünyadayız. Öbür suretimizle, manevî yüzümüzle ebedî cennette huzur ve tatlılıklar içindeyiz.

 

1067. Ben, benzeri olmayan bir mana ay'ının kuluyum.

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c.V, 2219)

• Ben benzeri olmayan bir mana ay'ının kuluyum, kölesiyim. Bana yalnız ay'dan bahset, onun nurundan söz aç, onun tatlılıklarını anlat! Ondan başka bir şeyden söz etme!

• Dünya zahmetlerinden, sıkıntılarından bahsetme de, gizli defineden başka hiçbir şeyden söz açma! Eğer gizli defıneden haberin yoksa, kendini yorma, zahmet etme, bize başka bir şey söyleme!

• Dün perişan bir halde idim. Adeta deli, divane oldum, aşk beni gördü de dedi ki: "Feryad etme, elbiseni yırtma, hiçbir şeye aldırma; işte ben geldim."

• Ona; "Ey aşk!" dedim. "Ben başka bir şeyden korkuyorum." 0; "Başka şey yok!" dedi. Ondan hiç söz açma!

• Ben senin kulağına gizli sözler söyleyeceğim. Aşkımdan bahsedeceğim. Fakat, sen yalnız "peki", "evet" diye başını salla, başka hiçbir şey söyleme.

• Aşk yolunda, gönül yolunda can huylu, ilahî nurlar saçan bir ay beliriverdi. Gönül yolunda sefere çıkmak, yol olmak ne de güzel, ne de hoş. Sakın bundan hiç söz etme!

• "Ey gönül!" dedim. "Bu aşk yolunda beliriveren ay, ne biçim bir ay?" Gönül; "Bu senin anlayacağın bir şey değil. Bunu geç, bundan hiç bahsetme!" diye bana işaret etti.

• "Bu gönül yolunda beliren ay yüzlü güzeller güzeli, melek midir; yoksa insan mıdır?"diye sordum. "Bu" dedi, "Melekten de başka bir şey, insandan da. Sen bundan hiç söz etme, bir şey sorma!"

• "Bu nedir?" dedim, "Söyle! Bunu görünce kendimden geçtim. Altüst oldum." "Sen altüst ol, kendinden geç, fakat, ondan hiç söz açma, ne olduğunu sorma!"dedi.

• Ey şu hayallerle insanı oyalayan; güzel nakışlarla, şekillerle dopdolu olan dünya evinde oturup kalan kişi; kalk şu evden çık, pılını pırtını topla al götür! Bu hususta hiçbir söz söyleme!

• "Ey gönül!" dedim. "Gel, bana babalık et de söyle; sevmek Allah'ın huyu değil mi?" "Evet" dedi, "Bu böyle ama, ey babasının canı, bu hususta da sen hiçbir söz söyleme!"

 

1068. Şu gaddar dünyadan bahsetme, onu bırak!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. V, 2187)

• Sevgilim; tembellik etme! 0 saçlardan bahset; o gül yanağı anlat!

• Can bahçesinden iki üç gül demeti yap! Sen bize o gül bahçesinin hikayesini söyle!

• Senin güzelliğinden söylenecek çok şeyler vardır. Melali bir tarafa bırak da o güzellikleri çok çok söyle!

• Dünyada dostu yad etmekten daha hoş ne vardır? Böyle sessiz sedasız durma! Gel, dosttan haber ver, dosttan bahset!

• Dün ne söylemiştin de beni coşturmuştun? Gel, bugün de o sözü bir kere daha tekrar et!

• Şu gaddar dünyadan bahsetme, onu bırak! Sen, gizli şeyleri bilenin lutfundan, ihsanından bahset!

1069. Senin gibi bir sakî her an bana Mansur şarabı sunarsa, bende akıl düşünce kalır mı?

Fa'ilatün, Fa'ilatiin, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. V, 2209)

• Ey yüzünden her zaman yeni bir nur parlayan güzel, ey nuru her an yeni bir güneş meydana  getiren sevgili!

• Eğri otur da doğru söyle; senin gibi bir sakî, her an bana Mansur şarabı sunarsa bende akıl, düşünce kalır mı?

• Ateşle şişeyi çatlatmamak kimin elinden gelir? Yahut taze üzümden yıllanmış eski şarabı kim çıkarabilir?

• Gönlü uyanık kişilere çok çok şaraplar sunarak, onları coştur. Şu köhne dünyayı onlara tazeleştir.

• Sen işi gücü zevk olan bir aşıksın. Senin devletin ebedî olsun. Her günün bayram günü olsun. Her günün yeni bir düğün dernek olsun.

 

1070. Bir ölüye sesleniş.

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c. V, 2180)

• Şu kirli dünyadan göklere doğru yüksel, ruhun şad olsun, ötelerde manevî yürüyüş yap!

• Kötülüklerle dolu, günah ateşleri ile yanıp kavrulan bu dünya şehrinden sıçradın, çıktın. Neşe ile kurtuluş evini yurt edin, orada yaşamaya başla!

• Ey ruh! Şu dünyada içinde yaşadığın beden öldü, yok oldu ise olsun. Ser o bedeni yaratana git! Beden yıkıldı, toprağa düştü ise düşsün. Sen kendin baştan başa can ol, ruh ol!

• Ecel gelip çattığı için yüzün safran gibi sararıp soldu ise üzülme, ötelerde erguvan renkli lalelikte oturmaya başlarsın.

• Ahbaplarından, dostlarından ayrıldın, yapayalnız kaldıysan, gam yeme, dostlukla Hakk'a yakın ol!

• Eğer sudan o ekmekten uzak kaldıysan, sen kendin manevî ekmek ol da canlara, gönüllere güç kuvvet ver!

1071. bende kendi kokusunu buldu.

Mefulü, Fa'ilat, Mefa'îlü, Fa'ilat 

(c. V, 2235)

• Sevgilim, senin gül bahçesi gibi olan yüzünün hayali geldi. Bana dudaklarından şeker destanları getirdi.

• Ona dedim ki: "Mademki, sen canın içindeki her gizli şeyi biliyorsun. Böyle olduğu halde, can ve cihan nasıl oluyor da senin aleminden habersizdirler?"

• Sen nesin? Nereden geldin? Nerelisin? Asıl vatanın neresidir? Nasıl bir cevhersin, madenin nerededir?

• Ancak, aşk yol gösterdi de beni çekti, sana getirdi. Bu yüzden ben önce aşkın kuluyum, kölesiyim.

• Sonra senin o elini, benim kan ağlayan gönlümün üstüne koydu da; "Bu kimindir?" diye sordu. Ben utanarak ona yavaşça; "Senindir." dedim.

• Sonra güzel gözleri ile gözlerime baktı. "Peki, bunlar nedir? Kimindir?" diye sordu. "Bunlar senin inciler saçan iki nemli bulutundur dedim.

• Zağferan renginde olan ve kan ağlayan gönlümü, lale bahçesi sandı. Ona;  "Ey gül yanaklı, yanılma, bu gördüğün lale bahçesi değil, bunlar senin gül bahçesi gibi olan güzel yüzünün aksidir, nakşıdır."dedim.

• 0 beni kokladı, her neremi kokladı ise, bende kendi kokusunu buldu. Ona dedim ki: "Gül yanaklı güzelim, iyi bak, senin canın hakkı için söylüyorum, ben böyle bulduğun gibiyim."

 

1072. Göklere çıkan gizli merdivenden cimriler, kötü kişiler yararlanamaz.

Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün

 (c. V, 2257)

• Allah'ım ben senin büyüklüğünü, üstünlüğünü, güzel sıfatlarım yazınca, kalem aşkından, hayranlığından yarılır. Sen'in gibi eşsiz bir varlıktan ayrı düştüğüm için aklım şaşırır, yolunu kaybeder.

• Ben Halil İbrahim gibi aşk ateşine düştüm, yanıyorum. Fakat Sen'in ateşinin alevlerinden şikayetçi değilim. Amansız gamından, verdiğin sayısız dertlerinden de baş çekenlerden değilim. Çünkü Sen'i seviyorum.

• Allah'ım, müşkül işlerimi kolaylaştır! Sen bana gönül ver, gönül ihsan et! Çünkü beni gönülsüz yaptın, bende gönül bırakmadın.

• Ey dost! Bana gül bahçenden başka bir menzil verme!

• Melek, insan, peri, padişah, ordular, güller, güneş, müşteri yıldızı hepsi Ser'in sultanlık sarayının eşiğinin ihtişamından utançtadırlar.

• Bütün insanlar, yarattığın bütün varlıklar, karıncalar gibi Sen'in harmanını koşuyorlar, Sen'in nimetlerinden rızıklanıyorlar. Sen öyle cömert, öyle büyük bir ihsan sahibisin ki, bütün cihan, lütuflarının sofrasının bir nevalesi, bir lokmasıdır.

• Her derde Sen'in merhamet hazinen ne devalar veriyor, Sen'in mekansızlık alemin her mekana, her yere ne ihsanlarda, ne iyiliklerde bulunuyor sayılamaz ki!

• Beden, ten Sen'in nevalelerinin, rızıklarının peşinde; onları ummakta, gönül ise, senin cemalinin, güzelliğinin sevdasındadır. Ten, gözünü ekmeğine dikmiş, ona bakıyor. Gönül, Sen'in mana zevkini, can zevkini arıyor.

• Göklere çıkmak için kullarının önüne koyduğun gizli merdivenden cimriler, kötü kişiler faydalanamaz.

• Ancak emin kişilere, iyi kişilere merdivenini gösterirsin ki, ruhlar kervan oradan çıkarak Sen'in göklerine doğru yükselsinler.

• Ey gönül, sus artık söyleme! Artık onun gizli sırlarını araştırma; çünkü Sen onun gizli şeylerini bilmezsin. Ama o Sen'in gizli şeylerini bilir.

  

1073. Sararmış, solmuş yüzümü gör de, bana hiç bir şey söyleme!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün 

(c. V, 2217)

• Sararmış solmuş yüzümü gör de, bana hiç bir şey söyleme! Sayısız dertlerimi seyret de, Allah aşkına olsun, hiç bir şey sorma!

• Kanlarla dolmuş gönlüme bak, ırmağa dönmüş gözyaşlarımı seyret! Ne görürsen geç hepsinden; neymiş, nasılmış diye bir şey sorma!

• Dün gece hayalin gönül evinin kapısına geldi de, kapıyı çaldı. "Gel!" dedi. Kapıyı aç, fakat hiç bir şey söyleme!"

• Senin verdiğin ıztıraptan, gamından feryad diye elimi ısırdım. "Ben artık seninim, elini ısırma, hiç bir söyleme!" dedi.

• "Sana bağlanan şu canı, ne zamana kadar dünyanın etrafında döndürüp duracaksın?" diye sordum. "Hiç ses çıkarma, nereye çekersem tez gel!" dedi.

• "Sussam, hiçbir şey söylemesem, gönlün buna razı olur mu?" dedim. "Bir ateş yaktın, yandırdın, alevlendirdin. Sonra da gir içine; hiç bir şey söyleme!" diyorsun.

• Benim bu sözlerime karşı sevgili gül gibi güldü de; "Gir ateşe!" dedi. "Gir de o ateş içinde yaseminler, yapraklar, çayır, çemenler gör ve hiç bir söz söyleme!"

• Aşk ateşi, baştanbaşa söz söyleyen gül oldu. Gül yapraklan ateşten dil kesildi de; "Bizi yaratan sevgilinin lütfundan, ihsanından, büyüklüğünden, güzelliğinden başka hiç bir söz söyleme!" dedi.

 

1074.. Gökyüzü senin matbahın, bütün insanlar da senin çoluk çocuğundur.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2150)

• Senin hilale benzeyen kaşlarını seyretmedikçe, bayram insana bir ferahlık vermiyor. Senin tokmağının şerefi olmadıkça davulun sesi çıkmıyor.

• Her nefeste gönlüm sana meyl ediyor. Sense her nefeste benden biraz daha usanıyorsun. Yazıklar olsun ki, gönlümün sana olan meyli, senin benden usanmandan utanıyor.

• Her güzellik ayetini senin ay'a benzeyen yüzün okudu. Dünyaya her çeşit saadet mayası senin ay yüzündür.

• Akan tertemiz sular senindir. Bağlar, bahçeler, fidanlar da hep senindir. Senin fidanın, senin tertemiz suyundan başka içmez.

• Mülkler, tahtlar senin, saraylar, bağlar, bahçeler dünyada ne varsa hepsi senindir. Seher rüzgarın esince ağaçlar neşelenir, oynamaya başlarlar.

• Gökyüzü senin matbahındır. Matbahta bulunanlar da yıldızlardır. Ateş, su senin malındır. Bütün insanlar da senin çoluğun çocuğundur.40

  40- 1892 numaralı gazelde şöyle bir beyit vardır:

Gönlün gıdası, senin aşk mutfağından olunca, yeryüzü sofrasından el çekerek uzakta durmak gerek

• Aşk, senin en değersiz adın, gökyüzü en alçak damın. Güneşlerin parlaklığı bile, senin zevalsiz olan ay'ından bir ışıktır.

• Buluşma ümidine kapılınca ağacın hali değişir, yeşerir, boy atar. Ey ay yüzlüm; canın, gönlün hali nice olur?

 

1075. Sen kendini yabancı say, kendine yabancı ol!

Müstef'ilün, Milstef'ilün, Müstef'ilün, Müstefilün,

(c.V, 2131)

• Ey aşık; hileyi bırak! Aklı terk et, divane ol, divane! Ateşin tam ortasına atıl, adeta gönlüne gir! Pervane ol, pervane!

• Kendini yabancı say, kendine yabancı ol! Hem de evini yık, harap et! Sonra gel; aşıklarla, aynı evde otur, onlarla düş, kalk!

• Git, gönlünü siniler gibi yedi kere yıka, kinden, nefretten temizlen! Sonra gel aşk şarabına kadeh ol!

• Sevgiliye layık olmak için tamamıyla can halini al! Mest olanların yanına gidince sen de mest ol mest!

• Güzellerin takdıkları küpelerin sohbet yeri, buluşma yeri onların yanaklarıdır. Güzel yanaklarla, güzel kulaklarla dost olmak istiyorsan; inci tanesi ol, inci  tanesi!

• Düşüncen nereye giderse seni peşinden sürükler, oraya çeker götürür. Sen düşünceden vazgeç de, kaza ve kader gibi en ileride yürü, en öne geç!

• Şehvete kapılmak, heva ve hevese meyl etmek bir kilittir ki, gönüllerimiz onunla kilitlenir. Sen anahtar ol, anahtarın dişi ol!

• Mustafa (a.s.) Hannane direğini okşadı. Sen bir ağaçtan da aşağı değilsin ya, haydi Hannane direği ol, Hannane direği! 41

  41 Medine'de ilk mescitte minber yoktu. Peygamber Efendimiz, bir hurma kütüğüne oturarak hutbesini okurdu. Üç basamaklı ilk minber yapılınca Peygamber Efendimiz, kenara alınan kütüğe oturmamış, minbere oturmuştu. Kütük Peygamber'den ayrı düşünce ağlamaya başlamıştı. Ona Hannane kütüğü dendi.

• Hz. Süleyman sana; "Kuş dilini duy, öğren!" diyor. Halbuki sen öyle bir tuzaksın ki, kuş senden ürker kaçar, sen tuzak olma, yuva ol, yuva!

• Bir güzel sana yüz gösterirse, ona ayna ol, onu içine al, onunla dol! Güzel sana karşı saçlarını yüzer açarsa, sen ona tarak ol, tarak.

• Zenginleştin, armağanlara, mallara sahip oldun da bunlara karşılık şükran olarak aşkı verdin. Malı bırak, mal şöyle dursun, sen aşka şükrane olarak kendini ver, kendini.

• Bir müddet ateş oldun, rüzgar oldun, su oldun, toprak oldun. Bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık aleminde dolaştın. Madem ki, bir müddet can haline geldin, hiç olmazsa sevgiliye layık bir can ol, sevgiliye layık bir can.

 

1076. Söz herkese kolay görünür ama, binlerce kişi arasında onu anlayan bir kişi bile çıkmaz.

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün 

(c.V,2141)

• Tatlı gülüşüne hayran olarak beden ve can onun kölesi olmuşlardır. Akıl ve fikirde onun güzelliğini görünce şaşırıp kalmışlar, gönül de onun ihsanlarına şükretmekle meşgul.

• Bizim başımızın dileği nedir? Onun insanı mest eden kadehi! Gönlümüzün isteği nedir? Devletinin ebedî olarak yaşaması!

• 0 bir leşin yanına varsa, leş dirilir kalkar. Yamalı bir hırka giyinmiş dervişin yanına varsa, dervişin hırkası parıl parıl parlayan bir atlas olur.

• Onun sureti, şekli hiç bir zaman gönlümden gitmedi, gitmez. Ona benzer, ona eşit kimse dünyaya gelmemiştir. Ve bundan sonra da gelmez.

• Dünyanın mülkü nedir ki, onunla övünsün? Aksine dünya onunla övünür:  çünkü dünyanın sahibi odur.

• Ne mutlu o gönle ki, onun derdi, düşüncesi sensin; ne mutlu o köye ki, onun vergi alıcısı sensin.

• Aşk bizim sevgilimizdir. Bizce onun şekli, kılığı yoktur. Zaten onun gönlüne karşı suretin, şeklin ne değeri vardır?

• Sevgili bana dedi ki: "Ben bundan sonra sinekleri şekerden kovacağım. Ne mutlu o sineklere ki, onları kovan sensin."

• Felek bir hırsızdır. Ömür kesesini ondan koru! Onun tanesi tuzaktır. Onur dirisi de ölü olur.

• Sus artık; zaten söz herkese kolay görünür. Ama, binlerce kişi arasında onu anlayan bir kişi bile çıkmaz.

 

1077. Biz senin güzelliğinin mestiyiz.

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün

 (c. V.2144)

• Dünyanın işi ne olursa olsun, o nerede? Senin işin nerede? îki cihan güzellerle dolu olsa, o güzeller nerede, senin kurnaz güzelin nerede?

• Farz et ki, dünyayı kıtlık kaplamış, ne yemek var, ne ekmek. Ey gizli, ey aşıkar Sultan! Senin zahîre ölçeğin, ambarın nerede?

• Farzet ki, dünya dikenlerle, akreplerle, yılanlarla dolmuş. Ey canın neşesi, sevinci; senin bağın, çiçeklerle, güllerle dolu gül bahçen nerede?

• Farzet ki, cömertlik ölmüş, hasislik herkesi öldürmüş. Ey bizim gözümüz, ey bizim gönlümüz! Senin lütfun, ihsanın, giydiğin süslü elbiseler nerede?

• Farzet ki, ayla, güneş, ikisi de yola düşmüş, gitmişler, görünmez olmuşlar;   o kulağa, göze yardımcı olan güzelliğin, nurun nerede?

• Farzet ki, müşteriye inci satacak sarraf kalmamış, sen nasıl olur da ihsanlarda bulunmazsın? Senin inciler yağdıran bulutun nerede?

• Farzet ki, dünyada senin sırlarını söyleyecek ağız, dil kalmadı. Peki senin sırlarının coşması, köpürmesi nerede?

•Sen kendine gel de hepsinden vazgeç! Biz senin güzelliğinin, buluşmanın mestiyiz. Geç oldu, erken gel, senin meyhanen nerede?

• Bir yabancı gelmiş. Ezelî şarapla mest olanların yolunu kesmede. Niçin şehnelik, polislik etmiyorsun? Senin yiğitliğin, onu bunu yaralaman, kurduğun darağacı nerede kaldı?

• Ey sözler söyleyen, harfler saçan, sus artık! Mezarlıkta yatan, konuşmayan, susanlar gibi kulak kesil; halka tercümanlık etme! Kendi halin, senin hal yönünden, hal dile ile söyleyen sözlerin nerede?

 

1078. Ey akıl; yanımdan çekil git de, iyiden de kötüden de kurtulayım.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2148)

• Ey oğul! Senin canına, başına yemin ederim ki, güzellikte eşin benzerin yoktur. Aynaya bak, kendi güzelliğini seyret! Aslında aynada görünen güzel sen değilsin. Senin ötende bulunan kimdir; biliyor musun?

• Kendi yanağını öp, kendi kulağına sır söyle, kendi güzelliğini seyret, kendi kendini methet!

• Sırrın mecaz değildir, bir gerçektir. Sen boş yere nazlanmıyorsun. Nazın senin kendin içindir.

• Ey akıl, yanımdan çekil git de, iyiden de kötüden de kurtulayım. Ey gönül, seni de istemiyorum, sen de benden uzaklaş da senin hak ettiğin sözleri söyleyerek seni kırmayayım.

• Sen hem babasın, hem oğul, hem şeker kamışısın, hem şeker. Senin yerini tutacak kim var; söyle!

• Kapadığın dudaklarını aç, değer biçilmez akîk nedir; söyle! Zaten akîk madeni sensin. Ben sana, nasıl baha biçebilirim?

• Ey oğul! Bu dünyada ne bitti ise, ne yetişti ise hepsi senin gölgendir. Ey oğul! iki dünyaya da gölge salan senin devlet kuşundur.

 

                      1079. Hepimiz, bütün insanlar hep sana sığınmaktayız.

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2153)


• Ey başa gelen her bela için aman olan, kendisine sığınılan aziz varlık' Biz hepimiz, bütün insanlar, sana sığınmaktayız. Bizler hep senin emanındayız. Herkesin, her şeyin canı, Sen'in canının lütfu ile hoştur, güzeldir.

• Bütün dünyanın, bütün insanların manevî padişahı sensin. Herkesin, her şeyin aslı sensin. Mademki, Sen bizimsin; Sen'in olanlardan, sana mensup olanlardan bizim bir gamımız, bir şikayetimiz yoktur.

• Ey benim ay yüzlüm! Dün gece Sen'in gam bulutun ciğerime geldi de Sen'in dilinden bana sağdan soldan olmayacak yüzlerce şeyden bahsetti.

• Onun perişan sözleri yüzünden gönlüm sıçradı. Onun hayaline doğru gitti. Ey şeker huylum! Yaptığın her şey yerindedir, güzeldir. Bütün bu işler, bizlere layıktır.

• Ağzımıza Sen'in sevgi ateşin düşmüştür de, bu yüzden sana kavuşma hevesi ile, Sen'in dünyana ulaşma arzusu ile bizim canlarımız bu dünyada çırpınıp durmadadır.

• Sen'in aşkının yolunda ne bedenimde, ne de hanemde bir nişan, bir iz vardır! Sen'den perişan bir iz bulurum ümidi ile ben, ateş gibi gidiyorum.

• Bu değersiz kul, senin mücevherini gördü de kapında topalladı kaldı. Ey mücevherat sahibi! Ben Sen'in dükkanının yanında ayakta kalmış, içeri giremiyorum, bana acı!

 

1080. Güller, susamlar, bütün çiçekler senindir.

Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün 

(c. V, 2256)

• Sen'in aşkınla kararsız olan kişi, sana kavuşunca karar bulur, huzura erer. Böylece, ayrılık dikeninle gönlü yaralanan kimse, Sen'in gül bahçene ulaşır da mutlu olur.

• Şu dünyada görülen güller, susamlar, bütün çiçekler, bütün gül bahçeleri Sen'indir, Sen'in yarattıklarındır. 0 güllerin, çiçeklerin solmaları, ölmeleri Sen'in sonbaharının hayırhahlığındandır. Onların topraktan baş kaldırmaları, tekrar hayata kavuşmaları, neşeli neşeli oynaşmaları da Sen'in ilkbaharının eseridir.

• Gerek yeryüzünde, gerekse göklerde bulunan canlı, cansız her varlık, her şey, her zerre aşıkların canları ve gönülleri gibi Sen'in aşkına düşmüşler de kararsız olmuşlardır. içlerinden yanıyorlar, koşuyorlar.

• Yarattıklarının hepsi de, Sen'in aşkınla yaşarlar. Sevdana taparlar. Bütün alem, Sen'in kudretli elindedir. Onlar, bazen Sen'in düşkünlerin, mestlerin olurlar. Bazen de Sen'in humarındadırlar.

• Varlıkların hepsi de Sen'in sevdana kapılmış, alt üst olmuşlardır. Neşeyi de, kederi de Sen'den almışlardır. Ne yazık ki, her şeyi Sen yarattığın halde, yarattıkların Sen'den habersizdirler.

• Yarattığın eserlerde Sen'in sıfatını sezmek, hadiselerde takdirini müşahade etmek ne tuhaftır? Mukadderata boyun eğerek şikayet etmeden Sen'in tecellilerini beklemek ne hoştur.

• Sen'inle beraber olunca, Sen'in sevgine ulaşınca, ölü ömrü, pörsümüş teni, ve donuk canı ne yapayım? Sayılı iki üç günlük ömür ne işe yarar?