1321. Nerdesiniz, ey gök kapılarını açmasını bilenler?

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI,2707)

• Ey aşk kerbelası çölünün belasını candan arayanlar, ey Allah yolunda şehit olan aziz varlıklar; neredesiniz?

• Ey tez canlı aşıklar, ey havadaki kuşlardan daha hızlı uçanlar; neredesiniz?

• Ey gökyüzünun padişahları, ey gök kapılarını açmasını bilenler; neredesiniz? Geliniz; bize, gökyüzünün kapılarını açınız, bizi ötelere gönderiniz!

• Ey benlik zindanının kapısını kıranlar, ey nefsin esaretine düşmüş rahmanî duyguları uyandıranlar, hapisten kurtaranlar; neredesiniz?

• Ey gizli hazinenin, gönül hazinesinin kapısını açanlar, ey mana yoksullarının varı yoğu olanlar; neredesiniz?

• Ey "Nerdesiniz, nerdesiniz?.." diye sorduklarım, aradıklarım! Siz, öyle bir denizdesiniz ki, şu alem, o denizin köpükleridir! Zaten, sizin, çok önceden o denizle aşinalığınız vardı; siz, o denizde yüzmeyi çok önceden bilirdiniz!

• Şu içinde yaşadığımız dünyada görülen şekiller, suretler o vahdet denizinin köpükleridir! Eğer senin aşkın ve aklın varsa, eğer sen temiz kişilerdensen, şu köpüklerle uğraşma, onlarla meşgul olma, onları geç!

• Eğer sen bizden isen, eğer sen de Hakk'ı arıyorsan, şekli sureti bırak da gönüle doğru yürü, gönüle gel!..

• Ey Tebrizli Şems! Doğudan doğ; çık, görün! Çünkü, her ışığın aslının  aslının aslı sensin!

1322. Bütün bu sesler, kıyısı olmayan denizdendir!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ülün 

(c. VI,2693)

• Bedenin burada ama, gönlün, mana bahçelerinde dolaşıyor! Sen avlanmayı   düşündükçe, seni avlarlar!

• Bedenin ile, kamış gibi belini bağlamış, düğümler atmışsın, buraya bağlanmışsın, buradasın! Fakat, iç yüzün kararsız, rüzgar gibi dolaşıyor!

• Bedenin, denize dalmak için soyunan dalgıcın elbisesi gibi kıyıda kumlar üstünde; gönlün ise, balık gibi denize dalmış, yüzüp durmada!

• Bu denizde asil ruhlu, iyi huylu damarlar da vardır, kapkara, kötü ruhlu damarlar da bulunmaktadır. Çünkü bu alem, zıtlar alemidir!

• Gönül temizliği, asil ruhluluk, faziletli oluş, o temiz damarlar yüzündendir! Kanadını açıp uçmaya başlayınca, o damarların izini bulursun!

• Sen, kan gibi o damarlardan gizlisin; bir parmağını bassan, yani kendi içine inip kendi kusurunu görsen, kendinden utanırsın!

• Güzel telli çengin sesi de, o damarlar yüzündendir; bu ağlayış, o ağlayıştaki güzelliğin duruşudur! Yani, çengin de insan gibi bir dış yüzü, tellerinin sesi var, bir de iç yüzünün, gönlünün sesi var!

• Bütün bu sesler, bu nağmeler, kıyısı bulunmayan denizdendir! Deniz kıyısızdır fakat, coşar, dalgalanır, köpürür!

 

1323. Sen, nereden geldiğini biliyor musun?

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. VI, 2927)

• Nereden gelmişsin, biliyor musun? Sen, Hakk'ın hareminden gelmişsin;

• 0 ruhanî alem, o güzellikler hiç hatırına gelmiyor mu?

• Onları unuttun da, bu dünyada şaşkına döndün, böyle şaşırıp kaldın!

• Senin başın dönüp durmada! Bir avuç toprak karşılığında canını veriyorsun;  bu ne ucuz alış veriş?

• 0 toprağı geri ver; kendi değerini bil! Sen, köle değilsin; sen padişahsın, sultansın haberin yok!

• Gökyüzünden nice güzel yüzlüler, senin için gizlice yeryüzüne inmişler!

 

1324. Dünya, güzellerin ateşlerinden yandı!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI,2690)

• Aşk bana geldi de; "Benim yolumda can verir misin?" diye sordu! Arkasından; "Neden hemen; 'Evet, evet; can veririm!' demiyorsun?" dedi!

• Dünya, güzellerin ateşlerinden yandı yakıldı! Aşkın güzelliği, aşkın yüzü hertarafı sardı!

• Can, aşkın yüzünü görünce; "Ben elden çıktım; öyle olduğu halde, bana yine de el vermiyorsun!" dedi!

• Ben, aşkı, bir nur burcu olarak gördüm! Fakat, o nur burcunun içinde ne yakıcı ateş var; ah bir bilsen!

• Canlar, aşkın yüzüne karşı birer hayaldir! Üstünde yaşadığımız şu kocaman dünya, onun atının ayağında bir toz zerresidir!

• Onun atının nalından yükselen tozdan ovalarda, tarlalarda güzeller, güzel yüzlüler bitmekte, boy atmaktalar!

• Benden, başka bir şeycikler sormayınız; ben, yalnız şunu biliyorum: "Aşk yolunda yüzlerce kişi bir pula satılmaz!"

 

1325. Benimle beraber olduğun halde neden gizleniyorsun?

Mütefa'îlün, Fe'ülün, Mütefa'îlün, Fe'ulün 

(Dîvan-ı Kebîr, Külliyat-ı Şems-i Tebrîzî, 3238)

• Allahım! Beni, ezelde yarattığın zaman aşkım kemal derecesinde idi! 0 zamanlar ne yer vardı, ne dünya vardı, ne güneş mevcuttu, ne de ay mevcuttu! Sen, benim duamı, yalvarışlarımı işittiğin zaman;

• Ne bir insan başı vardı, ne de onun külahı vardı. Beni kendi aşkın için seçtiğin zamanlar, hiç bir şey mevcut değildi!

• Ben, ezelde, en eski zamanlarda Sen'inle beraber idim, Sen'in nedimin, dostun idim! Böylece, mademki ben Sen'inle beraber oldum, Sen de benimle oldun! Şu halde, niçin görünmüyorsun.?

• Gören göz de Sen'sin, söyleyen, işiten de Sen'sin; gözümüze perdeler çeken, hakikati bize göstermeyen de Sen'sin, perdeleri yırtan da Sen'sin!

1326. Ey gönül; oruçlu iken Allah'a misafirsin!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe-ülün

 (c. VI,2672)

• Ey gönül! Oruçlu iken Allah'a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!

• Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın! 118

118 Bu beyit, Fuzülî'nin şu beytini hatırlattı:

"Ramazan ayı gele, açıla cennet kapısı 

 Ne reva kim kala meyhane kapısı bağlı"

• Topraktan, ateşten, sudan, rüzgardan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!

• Can, aşkın kapısına geldi de; "Beni affet; sen, özürlerin canısın!" diye yalvardı!

• "Ey aşk!" diye sızlandı. "Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!"

• Aşk da, gülerek cana dedi ki: "Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!

• Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve  ümidin hastasısın!

• Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine   gelmeyesin!"

• Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü, onun gözü, canlara can katar!

1327. Şu dünya üstünde hayat, aslında, bir ölümdür!

Müfte'ilün, Müfte'ilün, Fa'îlün 

(c. VII, 3172)

• Ey bu dar ten kafesinde uçan kuş! Sen, varını yoğunu aldın, göklerin üstüne yücelttin!

• Bundan sonra yepyeni, taze bir zindelik, bir dinçlik gör! Ne zamana kadar bu yeryüzündeki serseri zindeliği, dağınık, zevksiz hayatı sürdüreceksin?

• Şu dünya yüzündeki hayat, aslında, bir ölümden ibarettir! Bizi korkutan ölüm de, hakikatte, hayattır! Bunu ters düşünmek, yani, ölümü, bir başka aleme doğmak değil de yok olup gitmek gibi sanmak imansızlıktır!

• Eğer Hakk ten hanesini yıkarsa, sakın inleme, şikayet etme! Şunu iyi bil ki, aslında sen, ten zindanında mahbussun; ölüm gelip de orası yıkılınca kurtulacaksın!

1328. Sen, hile ile gönül şekline girmişsin!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'lün 

(c. V, 3071)

• Ey gönül! Sen, buluşma devlet kuşusun; kimin başına konarsan, o, gerçek sevgiliye kavuşur! Böyle olunca, neden uçmuyorsun, ne diye insanları mutluluğa götürmüyorsun? Seni kimse tanımaz; sen ne insansın, ne de peri!

• Sen, çok güzel bir sevgilisin; gönül değilsin! Fakat sen, binlerce insanın gönlünü elde edesin, onları aşk yoluna düşüresin diye, hile ile, düzen ile "gönül" şekline girmişsin!

• Sen, bir an vefalı ol, toprağa karış, onunla arkadaş ol, ayaklar altında ezil;   sonra kal, bir an da göklere yüksel, arşın da, ferşin de, iki dünyanın da hududunu aş, ötelere git!

• Ruh, neden seni bulamaz? Sen, onun kolusun, kanadısın! Göz, neden seni göremez? Sen, gözün de, görüşün de aslısın, temelisin!  119

  119 Bu beyit, Namık Kemal merhumun şu beytini hatırlatıyor:

                                             "Münferid vasıta-i ru'yet iken 

                                              Göremez kendini dîde bile" 

Yani; yalnız görme vasıtası olduğu halde göz, kendisini göremiyor!

• Tövbenin haddine mi düşmüş ki sana tövbe etsin? Haber kim oluyor ki, seninle bulunduğu halde başka bir şeyden haberi olsun?

• Bütün bilgiler, akıllar, gökteki yıldızlar gibidir; sen ise, onların perdelerini yırtan bir dünya güneşisin!

• Şu dünya, sanki kardır, buzdur; sense Temmuz ayısın! Senin etkin başlayınca ondan eser bile kalmaz; erir gider!

• Zavallı ben kim oluyorum; bana söyle !  Kimim ben ki, seninle beraber olayım da, yine varlığıma sahip bulunayım! Sen, bana doğru bir baktın mı, ben de yok olur giderim, benim gibi yüzlercesi de!..

 

1329. Sen şaraptan, ben de onun kokusundan mest oldum!

Müstefilün, Fe'ulün, Müstefilün, Fe'ulun 

(c. VI,2947)

• Ya ben tuhaflaştım, ya sen tuhaflaştın; birçok kadeh içtin de, bana bir kadeh bile vermedin! 

• Sen şaraptan, ben de onun kokusundan mest oldum! Büyük bir padişahın  meclisinde şarap kokusu ile mest olmak, kendinden geçmek de az bir lütuf değildir!

• Birçok aşıkları öldürdün ama, sen, yine de suçsuzsun! Çünkü, onları eziyet vererek, gamlara, kederlere düşürerek öldürmedin; zevkle, neşe ile öldürdün!

• Dünya, seninle karanlıklardan çıkar, aydınlanır; insan seninle muradına erer, istediğini bulur! Durum böyle iken, neden gittin de sen muratsızlık köyünde ev tuttun, oraya yerleştin?

• Neden böyle yaptığını anlıyorum: Zira, aydın ışık, gece karanlığında daha iyi belli olur! Dünyada dert olmasaydı derman da bulunmazdı; derman, derde  gelir, dertliye gelir! Zaten işin ustalığı da buradadır; her şeyi zıddı ile belirtiyorsun!

• Senin gamından başka bir şey içmeyeyim; ne Amîd'in nüktesini, ne de   İmad'ın sözünü duymayayım! Bir şöy söylemeyeyim diye ağızımı tuttun, kulağımı tıkadın! 120

 120   Amîd (Mansur oğlu Amîd): İran Selçukluları hükümdarı Turgut Bey'in veziri. Çok güzel konuşan bir kimse olduğu için, sözleri darb-ı mesel haline gelmiştir. Ne yazık ki bu büyük insan, bu büyük edip ve hatip, siyasete kurban gitmiş, 1064 tarihinde idam edilmiştir.  İmad'a gelince; 949 senesinde Şiraz'da vefat eden Al-i Büveyh Devleti'nin kurucusunun adı. Bu da edip bir kişi imiş.

• Tebrizli Şemseddin'e, hakikatle mest olmuş, kendinden geçmiş olanların   selamlarını götür, önünde yere kapan da de ki; "Ey ruhum, canım efendim! Kaçtın, halvete mi çekildin?"

 

1330. Bu dünyada hayat, bir zehir gibidir;   sen de, o zehri etkisiz bırakan bir panzehirsin!

Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe'ülün 

(c. VI, 2734)

• Sevgilim! Sensiz yaşamak, benim için haramdır; sen olmayınca, bu dünyada nasıl yaşanılır, nasıl hayat sürülür? 121

  121 Mevlana'mızın bu lirik beyitleri, eski şairlerimizden Neşatî ve Faruk Nafîz merhumların şu mısralarını hatırlattı:

"Bağa sensiz bakamam, çeşmime ateş görünür

Gül-i handanı değil, serv-i hıramanı bile" 

 Faruk Nafîz de şunları söylemiş:

"Bir goncasın ki ıtrını senden alır bahar 

 Sensiz kalınca yapma çiçekten ne farkı var? 

 Mevsim seninle kol kola gelmezse gelmesin!"

• Senin bulunmadığın yerde hayat sürmek, senin güzel yüzünü görmeden yaşamak, yaşayış zannedilen, yaşayış adı verilen bir ölümdür!

• Dünya acılarla, kederlerle, ızdıraplarla dolu; adeta zehir gibidir... Sen ise, bu zehri etkisiz bırakan bir panzehirsin! Dünya bir tuzaktır, sen de o tuzağın yemisin; senin yüzünden biz, dünya tuzağına düşmüşüz, yaşıyoruz!

• Sen bir incisin; bu cihan da, sanki inci kabı, hokkadır! Yaşayış bir kadehtir;  sen de o kadehte bulunan bir şarap!..

• Senin sevgi suyun olmasa, gül bahçesi çoraklaşır, dikenlerle dolu bir çöl olur! Senin coşup kaynaman, heyecanın olmasa, hayatın hiç bir tadı kalmaz;  ham, çiğ bir meyve gibi olur!

• Kusursuz olan, her bakımdan tam olan güzelliğin olmazsa, yaşayışın tadı, zevki tam olmaz, tam yaşayış sayılmaz; hayat, zevksiz ve manasız bir şey olur!

• Sen olmadıktan sonra kabul edilen dualar, ulaşılan muratlar, dilekler ne işe yarar? Bu hal; duaların kabul edilmemesi, muratların, dileklerin olmaması ve bizim yaşayış muradına ulaşmamamız olur.

1331. Güzellerin gözlerine mahmurluk, büyücülük, gönül alıcılık vermişsin!

Mef'ülü, Mefa'ilün, Fe'ulün 

(c. VI,2733)

• Ey vuslatı ab-ı hayat olan sevgili; dünya isteklerinden kurtuluşumuzun çaresini ancak sen bilirsin!

• Sen, gözden kaybolma; çünkü sen, göz nurusun! Gönülden de ayrılma;  sen, cansın! Ben, sensiz yaşayamam!

• Gözümden kaybolduğun zaman canım, gizli gizli ağlamaya başlar!

• Ben kim oluyorum ki vuslatı, sana kavuşmayı arayayım; sen lütfediyorsun, güzelliğinle, beni kendine doğru çekiyorsun!

• Birisi bana; "Aşıklık nedir?" diye sordu. Ona dedim ki: "Sen, bu manaları bana sorma!

• Aşıklığın ne olduğunu, benim gibi olursan görürsün, anlarsın! Seni çağırdıkları zaman, sen de onları çağırırsın! 122 Yani, sevilirsen, sen de seversin!

  122 Hz. Mevlana, MesnevTnin ikinci cildinin önsözünde de şöyle buyurmuştur:

"Birisi; 'Aşıklık nedir?' diye sordu. Ona dedim ki: 'Benim gibi olursan bilirsin, anlarsın

• Sevgilim! Sen, güzelliğinin baharı hevesine kapıldığın, yani gençlik çağında güzelliğinin gururunu yaşarken ben, ömrümün son baharında, her nefesimde son bahar rüzgarı estirmedeyim.

• Sevgilim; sen, güzelliğin ile bağı bahçeyi sonbaharın soğuk rüzgarlarından, cevrinden, cefasından kurtamadasın!

• Allahım! Sen, küçük bir et parçasına söylemek ve dinletmekte, tercümanlık vazifesi vermişsin!

• Peygamberlerin dillerine kadîm olan, evveline evvel olmayan o tek varlığın sırlarını vermişsin, onları söyletiyorsun! Yani, vahiy yolu ile peygamberlerin dilleri ile konuşuyor, onları hidayete erdiriyorsun! 123

  123  Bir Mesnevî beytinde Hz. Mevlana şöyle buyurmuştur:

"Gerçi Kur'an Peygamber'in dudağı ile söylenmiştir; bu yüzden kim ki; 'Kur'an'ı Hakk soylemedi!' derse, o, kafir olur!"

• Velilerin ruhlarına, ölümde ölümsüzlük yaşayışını lütfetmişsin! 124 

  124  Hallac-ı Mansur hazretleri;  "Muhakkak ki benim ölümümde hayat vardır!" demişti.

• İyi düşünemeyen, anlayışsız akla, beden şehrinin baş damında bekçilik vazifesi  vermişsin!

• Sen, her gece uykuya dalınca, insanların ellerinden beş duyguyu alırsın!

• Gül yanaklı güzellerin gözlerine mahmurluk, büyücülük, gönül alıcılık vermişsin!

• İki damla gönül kanına (ana rahmine düşen iki damlaya), ince şeyleri anlama ve düşünme kabiliyeti vermişsin!

• Aşka da lütfetmişsin, yiğitlik, pehlivanlık, cesaret vermişsin!

• Senaî hazretlerinin bir nasihati şu: "Eğer Hakk'ı apaçık, ayan olarak hissetmek istiyorsan, canınla oyna; riyazet ve ibadetle nefsini yen, sıkıntılara katlan!"

• Ey Tebrizli Şems; sen, baştan başa nurdan ibaretsin! Çünkü sen, göklerin nurlar saçan çerağısın!

1332. Biz, varlığımızı yok ederek, tamamıyla aşk olduk!

Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'nlün 

(c. VI,2942)

• Biz, savaşta yüzümüze kalkan tutmayız! Yani, biz aşıklar, nefisle savaşırker korkmadan, kahramanca savaşırız! Sema' ederken de kendimizden geçeriz ne neyden, ne de deften haberimiz olur!

• Biz, zaten, Hakk'ın aşkı ile yok olmuşuz, aşkının ayakları altına serilmişiz' Biz, kat kat aşkız; biz kel değiliz, biz sağır da değiliz!..

• Biz, kendi kendimizle, kendi benliğimizle savaşmış, varlığımızı yok ederek  tamamıyla aşk olmuşuz; bizde, bakıştan ve görüşten başka bir şey kalmadı! Artık, bize, göze çekilen sürmenin faydası yoktur!

• 0 yanıp eriyişin tesiri ile aşkın beni okşamasından ötürü, ciğerim kan kesildi; artık, bende ciğer yok!

• Gönlüm de yüz parça oldu, avareleşti. Bugün arayacak olsan, bende, gönülden bir eser bile bulamazsın!

• Yusyuvarlak aya baksana; o, her gün erimede; ayın sonunda göğe baktığın zaman, gökteki ayı göremezsin!

1333. Cihanın her cüz'ü, her şeyi aşktır!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI, 2674)

• Haydi ey ab-ı hayat, yani aşk! Bir nağmeye başla da, beni şevkle, heyecanla değirmen taşı gibi döndür!

• Böyle yap! Böyle yap da, hep böyle olsun; perişan, darmadağın olarak, ben bir tarafta, gönül bir tarafta olsun!

• Ağaçların dalları ve yaprakları, rüzgar olmasa oynamaz; kehribar olmadan saman çöpü de uçup gitmez!

• İnsaf et; saman çöpü bile rüzgar esmedikçe hareket etmez ise, dünya nasıl olur da rüzgarsız, rüzgar olmadan, bir tesir eden bulunmadan kendi kendine hareket eder?

• Aslında, dünyanın her cüz'ü, her şeyi aşıktır; her şeyin, her zerrenin, her atomun bile içine bir aşk ateşi düşmüştür! Her şey, sevgili ile buluşmak için çırpınır durur; her şey buluşma sarhoşudur!

• Fakat onlar, kendi sırlarını sana söylemezler! Çünkü sır, layık olandan başkasına söylenmez!

• Bütün varlıklar, ev sahibinin, yani Allah'ın tatlı sofrasından yemekte içmektedirler!

• Her şey canlı, her şey yiyor içiyor, konuşuyor! Böyle olmasaydı, karıncalar Süleyman'a sır söylerler miydi, dağ Davud Peygamber'le beraber ilahî okur muydu, seslenir miydi?

• Şu gökler aşık olmasaydı, göğsü böyle saf, temiz, masmavi olur muydu?

• Eğer güneş de aşık olmasaydı, yüzünde bir nur, bir ışık bulunmazdı!

• Yerler, dağlar aşık olmasalardı, gönüllerinden bir ot bile bitiremezlerdi!

• Deniz aşktan habersiz olsaydı, aşkı anlamasaydı, böyle çırpınıp durur muydu, köpürüp coşar mıydı?

• Ey insan! Sen de aşık ol, aşkı tanı; vefalı ol da, vefa bul!

• Gökyüzü, emanet yükünü kabul etmedi! Çünkü, aşıktı; hata etmekten korktu!

1334. Ey gülen bahar; ne kadar da hoşsun!

Müstef'ilün, Fe'dlün, Müstef'ilün, Fe'ulün 

(c. VI,2936)

• Ey gülüp duran ilkbahar; ne kadar da neşelisin! Sen, mekansızlık aleminden geldin; bize bir şey getir! Sevgilimizden ne gördük?..

• Gülüyorsun, yüzün terütaze; yemyeşilsin, misk gibi kokuyorsun! Sen, ya bizim sevgilimizle aynı renktesin, yahut bu güzel rengi ondan aldın!

• Ey mevsim; sen, ruh gibi hoşsun! Gözlerden gizlisin; eserlerinle meydandasın, görünüyorsun ama, kendin meydanda değilsin!

• Ey gül; ne diye gülmüyorsun neşelenmiyorsun? Ayrılıktan kurtuldun, bahara kavuştun!.. Ey bulut; sen de neden ağlamıyorsun, göz yaşı dökmüyorsun? Sevgilinden ayrılmadın mı?..

• Ey gül; bahar yeşilliğini süsle, açıkça gülmeye başla! Çünkü, üç ay gizlice, kimseye görünmeden soğuk dikenler arasında koşup durdun, baharı bekledin!..

• Ey bahçe; şu yeni yetişen çimenleri, fidanları güzelce besle, yetiştir, geliştir! Çünkü, o zavallıların nasıl geldiklerini gök gürültüsünden duymadasın!

• Ey rüzgar; dalları oynat! Bir gün güllere doğru eseceğini hatırla da, dalları neşe ile oynat!

• Bak; ağaçlar, talihli insanlar gibi neşeli! Ey menekşe; senin boynun neden gamdan bükülmüş?

• Süsen, goncaya; "Gözün kapalı ama, bahtın açık! Günden güne uğurlu bir talihe kavuşmadasın! Açılacaksın, güleceksin; güzel renkle boyanacaksın, hoş kokular saçacaksın!" dedi.

 

1335. Bütün ağaçların dalları oynuyor;  hepsi de neşeli, hepsi de gülüyor!

Mütefa'îlün, Fe'ulün, Mütefa'îlün, Fe'ulün

(c. VI,2849)

• Ey baharın nefesi, ey baharın hoş kokular getiren rüzgarı; ey bahar mevsimi! Bize ötelerden, bize can baharından haber ver; senin çiçeklerinin kokularından, renklerinden, hafif hafif sallanışlarından anlıyorum ki, sen de can baharından mest olmuşsun!

• Ey çiçekler! Açılınız; bakınız, ben de açıldım! Can baharından bir şeyler anlatın; ben de dilimin döndüğü kadar söylüyorum, anlatıyorum! 0 tertemiz varlıktan, o padişahlar padişahının güzelliğinden, büyüklüğünden, eşsizliğinden bir şeyler bahsediniz!

• İlkbahar kendini gösterince, kış mevsiminin ödü kopar; fani bir insan gibi, onun da eceli gelmiştir, onun da sayılı nefesleri tükenmek üzeredir!

• Bütün bağlar, bahçeler, gönülleri avlamak için tuzak olmuşlar; her yer yeşil bir renge bürünmüş! Gül ile lale, ellerine şarap kadehlerini almışlar, insanlara sesleniyorlar: "Buraya gelin; neyiniz var, söyleyin!" diyorlar!

• Zaten gülle lale, renkleri ile, kokuları ile gönülleri avlayan tuzağa benzerler, kendilerini seyredenleri avlarlar! Öteki çiçekler de öyle; onlar da gözleri, gönülleri avlayan birer tuzak! Meyveler de, onlara av olmuş!

• Güzel kokulu susam, parlak gözlerini yasemine çevirdi de dedi ki: "Toprak topraklıktan çıktı, güzeller doğuran bir ana oldu! Diken de yumuşadı, kimseye batmaz bir hale geldi; dikenliği bıraktı!

• Ey lale; ne güzel rengin var! Sana bu rengi kim verdi? Hakk'ın lütuf şarabı ile sersem olmuşsun, bir şey söylemiyorsun! Güzelsin, güzel yanaklısın; bu özrün padişaha yeter!"

• Lalenin yanakları alev alev nar gibi kızarmış; bu hal, nergisin gözünden kaçmadı da, sanki ona; "Güzellere kötü gözle bakma!" diyordu!

• Rüzgar, bahçeler arasında eserek dalları neşelendirdi, onları oynattı ve çiçekleri de okşayarak geçti, kırlara, ovalara açıldı; oraları misk kokusu ile doldurdu!

• Bütün ağaçların dalları oynuyor; hepsi de neşeli, hepsi de gülüyor! Yeni gelinler gibi hepsinin de elleri kınalı!

• Ağaçların çiçeklerle dolu dallarının hepsi de, sanki Hz. Meryem gibi meleklerin nefesi ile gebe kalmışlar ve zamanı gelince güzel kokulu, hoş renkli, tatlı meyveler dünyaya getirecekler! Zaten ağaçların, fidanların hepsi de, kara topraktan doğmuş birer huri!

• Yeryüzü, sanki cennet olmuş; bütün güzeller, gece gündüz neşeden kararsız bir hale gelmişler, ayaklarını vurarak, başlarını yenlerini sallayarak oynaşıp duruyorlar!

• Bulut, bahar mevsimine sesleniyor ve diyor ki: "Kış mevsiminde yeryüzüne ne döktümse, ne saçtımsa, hep senin için döktüm ve saçtım; sen, bunlara layıksın!"

• Ey gönül; şu baharı seyret! Bu hal, gerçekten de bir kıyamet! Bütün yıl, iyi-kötü ne ekildiyse bahar mevsiminde onlar bitmekteler, kendilerini göstermekteler!

• Bahar da diyor ki: "Ey can! Sen, nefesini bir tohum gibi bil; iyi tohum ek de, karşılık olarak şu kara topraktan sana güzel fidanlar başkaldırsın, bitsin!"

• Gerçekten de, gizli şeyler, gizli sırlar, kıyamet kopmuş gibi meydana çıktı. Ey güzeller güzeli, ey efendimiz, sahibimiz, eşsiz sevgili! Sen, ne diye kendini gizlersin artık? Zaten Sen de, yarattığın, dünyayı süslediğin eserlerinle ortadasın, açıkça görünmedesin!

 

1336. Aşk aleminde bilgi, bilgisizliktir!

Müstefilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'ulün 

(c. VI, 2956)

• Ey can! Meşhur olmayı, iyi bir nam bırakmayı gönlünden tamamıyla çıkar at da; benlikten kurtulduğun, manen arındığın için, herkesin anlayamadığı sırları birer birer anla!..

• Ey Hakk aşığı! Halkın kınamasından korkuyor, ar, haya kaydına düşüyorsan, aşk aleminde ar, haya kaydına düşmek, böylece mana padişahı görünmek, ayıplanmanın, çekiştirilmenin zevkine varmamak hamlıktır!

• Aşk aleminde bilgi, bilgisizliktir; bilginin şerefi, pek de o kadar önemli sayılmaz! Aşkın cahili, şu dünya işlerinin alimlerinden daha değerlidir!

• İzi, nişanı belirmeyen taraftan, o bilgi ve bilgisizlik yönünden, o canının canına can olan yerden aşk geldi, sana selamlar getirdi!

• Gönülleri çekip alan saçlarla perdelenmiş o güzel yüz, o nurlu yüz yok mu, işte can, o saçların tuzağına düştü, o halkaları boynuna geçirdi, böylece,  kendi isteği ile aşkın kölesi oldu!

• Gamın sertçe, şiddetle; "Kan dökme zamanı geldi; senin kanını dökeceğim!" diyor. Ey gönül, ey can; siz kim oluyorsunuz ve ona karşı ne yapabilirsiniz?

• Ey can; doğduğun, dünyaya geldiğin gece ona teslim oldun; vereceğini  verdin, ona baş eğdin, itaat ettin!

• Ey ruh! Uçtun, bir kıyıya gittin; orada gezdin tozdun, geliştin ve gönül verdiğin, kul köle olduğun güzeli elde ettin!

1337. Fanî bir güzelin hayalini gönlüne yerleştiriyor, sonra ona tapıyorsun!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'lün 

(c. VI,3045)

• Ben, senin gördüğün adam değilim; sen, beni görebilsen de, tanıyamazsın. Sen, beni bir hayalden, bir gölgeden başka bir şey göremezsin! Çünkü sen, uykudasın, uyku sarhoşu, uyku sersemisin!

• "Bu dünyada nicesin, ne haldesin?" diye sen, beni bana sor! Bir gör esirci   eline düşen Yusuf nasıl olabilir!

• Şunu iyi bil ki; Can Yusufu'nun yüzü, ancak aşk gözü ile görülebilir;   sende ise aşk gözü yok! Sen, vehim adamısın, kıyaslara düşmüş bir kişisin!

• Göze görüş ve bakış nimetini verdiği için Allah'a şükretmek gerekir; bunu böyle bil! Kalp gümüş gibi, kalp altın gibi potadan kaçma! Sen, şükrediş madenisin; bundan haberin yok!

• Potadan, yani yanarak, ızdırap çekerek arınmadan korkarsan, gerçekten de sen, hayale taparsın; hayalinde bir put yontarsın, sonra da o puttan korkarsın! Yani, arınarak, ızdırap çekerek gerçek sevgiliyi bulamayınca, fani bir güzelin hayaline gönlünde yer verirsin, sonra; "Onu kaçırırım!" diye üzülür durursun!

• Sen zavallı, gerçek sevgiliyi bulamadığın için, hayalinde bir put yapıyor, fani bir güzelin hayalini gönlüne yerleştiriyor, sonra ona secde ediyorsun;  kafır gibi putlara tapıyorsun!

1338. Kulağın sağır değilse, dünyaya ait söylenenleri tersine duy!

Mef'ulü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün

 (c. VI,2625)

• Eğer hakikat meyhanesi bilgisi senin içine sinseydi, dünyada öğrendiğin bu bilgi, bu hüner, sana bir rüzgardan, bir hevesten ibaret görünürdü!

• Ruh aleminin kuşu, ga'ib kuşu, senin başına gölgesini düşürseydi, dünya zümrüdankası senin gözüne adi bir sinek gibi görünürdü!

• Eğer saadet sabahı seni karşılasaydı, seni aydınlığa kuvuştursaydı, gece bekçisinden korkar mıydın?

• Seni dünyada bırakıp gidenler, sana küçük bir yardımda bulunsalardı gönlündeki emeller, arzular ve düşünceler, sana manasız görünürdü!

* Can kulağın sağır değilse, hakikatin sesini duyabiliyor isen, dünyaya ait söylenilenleri tersine işit, tersine duy! Yani, dünya malının mülkünün, yüksek makamlarının faydasından bahsettikleri zaman, bunları ters duy, faydalı olmadıklarını anla ve mana aleminin yararlı olduğunu kabul et! Zaten aşıklar defterinden bir harf bile kafıdir, yeter!

• 0 bilgin geçinen ahmak; "Bizden evvel ölenlerin hepsi de gitti; bir tanesi bile geri gelmedi!" diyor; eğer o gönlü uyanık bir adam olsaydı, geri geleni görürdü!

• Can alevin, ömrünün mumu, ölüm kasırgasından tir tir titriyor; eğer onun ötelerden bir haberi, ölümsüzlükten bir sezgisi olsaydı, titremezdi!

1339. Şu benlik, bizlik de ne oluyor?

Müstef'ilün, Fe'ulün, Müstef'ilün, Fe'ulün (c. VI, 2965)

• Ey bizim yapma gücümüzü, cüz'î irademizi elimizden alan! Aslında, bizim irademiz yoktur; bizim irademiz Sen'sin! Biz, safran dalları gibiyiz; bizim lale bahçemiz Sen'sin!

• "Beni Sen'in gamın öldürdü!" dedim; cevap olarak dedi ki: "Gamda o cesaret, o güç var mıdır? Senin bizim dostumuz olduğunu gam bilmiyor mu?"

• Ben, bağım bahçeyim fakat, sonbahar beni vurdu, yaktı yandırdı; benim bağımı bahçemi dirilt, güldür! Çünkü Sen, bizim baharımızsın!

• Bana; "Sen, bizim çengimizsin!" dedi. "Senin çıkardığın ses, bizim sesimizdir! Sen, bizim kucağımızda olduğun halde ne diye ağlayıp duruyorsun?"

• "Her hayal başımı ağrıtıyor, beni rahatsız ediyor!" dedim. Dedi ki: "Hayallerin başını kes de kurtul; sen, bizim zülfıkarımız, kılıcımızsın!"

• Elimi başıma götürdüm; yani; "Mahmurum!" dedim. Dedi ki: "Mahmursun ama, bu mahmurluğu sana Biz vermedik mi; bizim mahmurumuz değil misin?"

• "Vallahi" dedim. "Dönüp duran şu gök gibi kararsızım, bir yerde durabilyorum!" "Evet!" dedi. "Kararın yok; ama sen, bizim kararsızımız değil misin' ?"

• "Sevgilim; Sen'in dudakların şeker gibi tatlı!" dedim; dudaklarını ısırdı! Yani;  'Bu sırrı gizle!" dedi. "Sen, bizim sırdaşımız değil misin?"

• Ey seher vakti öten bülbül! Hep ötüp durma; arada sırada bizim hatırımızı sor! Cünkü, sen de bizim gibi bir garipsin; sen de bizim diyarımızdansın!

* Sen, göklerde uçan bir kuşsun; şu kirli toprağa konan kuş değilsin! Sen, bu dünyaya mensup değilsin; öteki dünyanın avısın! Sen de bizim çayırlığımızdansın, bize yabancı değilsin!

• Sen, kendi varlığından kurtulmuş, yok olmuşsun da, sevgilinin varlığına bürünmüşsün, onun varlığı ile var olmuşsun! Sen, ya Hakk'ın nurusun, yahut sende Hakk tecelli etmiştir!

• Sudan, topraktan, dolayısıyla balçıktan doğdun; sonra, bir ateş içine düştün! Mademki bizimle aynı hayatı yaşıyor, bizimle kumar oynuyorsun, karı da, ziyanı da bir say!

• Buraya ikilik sığmaz; şu benlik, bizlik de ne oluyor? Mademki bizim sayımızdansın, yani bizdensin, şu ikisini de bir say!

• Sus; artık senin her nüktende, her manalı sözünde bir can var! Herkese can verme; sen, bize can vermedin mi?

 

1340. Sen de gönül Meryemi'ne gebe kalabilirsin!

Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îliin, Fe'ilün

 (c. VI, 3072)

• Bana bak; benden başka her neye, her kime bakarsan, Allah'ın aşkından habersiz olduğun anlaşılır!

• Cenab-ı Hakk'ın nuru, güzelliği hangi yüzde varsa, o yüze bak! Olabilir ki, o yüz hürmetine bahta, devlete, saadete erişirsin!

• Arifler, aklı, baba yerine koyarlar; bedeni de ana sayarlar! Sen, gerçek bir oğul isen, babanın yüzüne bak!

• Şunu iyi bil ki, pîr, mürşid, baştan başa Hakk'ın sıfatları ile sıfatlanmıştır! 0, insan şeklinde görünür ama, iş göründüğü gibi değildir!

• 0, sana karşı köpük gibi görünür ama, kendi sıfatına göre, kendince deryadır! Halkın gözü, insanlar, onu bir yerde oturtuyor, orada ikamet ediyor görüyorlarsa da o, her an seferdedir, yoldadır, hakikat yolculuğundadır! 0, gönüllerde dolaşmaktadır!

• Kuruluktan, yaşlıktan, her şeyden münezzeh olan Hakk'tan gönül Meryemi'ne bir suret geldi!

• Gönüllerde dolaşan elçi, içinde ruhun gizli olduğu bir nefes ile gönül Meryemi'ni gebe bıraktı!

• Ey gönül; sen, o padişahlar padişahına gebe kaldın! Çocuk karnında oynamaya başlayınca, işi anlarsın!

• Tebrizli Şems'ten mana yolu ile gebe kalırsan, sen de bir gönül olursun ve gönül gibi, gayb alemine uçar gidersin!

1341. Yer kapısını çalma; gök kapısını çal!

Müstef'ilün, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'dlün 

(c. VI,2933)

• Ey aşk imamı! Sen, mademki Allah aşkı ile mest olmuşsun, kendinden geçmişsin, sevgili ile manen buluşmak için namaza dur! Niyet et, tekbir getir ve bir ölü gibi iki elini yanına sal! Şu dünya hayatını, varlığını artık düşünme;  onlardan usanç getir, yaka silk! Benlikten de vazgeç, kurtul!..

• Namaz kılmak için vakti bekliyordun, acele ediyordun; işte namaz vakti geldi! Haydi kalk; neden oturuyorsun?

• Aslında sen; "Gerçek kıbleyi, Hakk kıblesini bulurum!" ümidi ile yüzlerce varlığa yöneldin, kendine yüzlerce kıble icad ettin; o güzelin aşkı ile yüzlerce puta tapmadasın; bundan haberin yok! 125

   125 Neyzen Tevfık merhum da aynı fikirde. Allah'a hitap ederek diyor ki:

    "Değil binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanlar 

     Sen'in hep gölgeni sevmiş, özünden bîhaber gitmiş!"

• Ey can! Şu fani varlıklara gönül vererek yerlerde sürünme; aşk kanadını aç da, birazcık yüksel, uç! Çünkü ay, yerde değildir, yücelerdedir; gölge ise aşağılardadır!

• Dilenciler gibi her kapıyı çalma, her kapıdan bir şey bekleme! Aklını başına al, yer kapılarını çalma da gök kapısını çal! Korkma; sen, üstün bir varlıksın! Elin göklere kadar uzanır; gök kapısını çalabilirsin!

• Gökyüzü şarabıyla mest olup bu hale geldiğin için, artık kendinden kurtul, kendini bırak, kaç ve şu fani dünyada bir yabancı gibi yaşa!

• Ben sana; "Nasılsın, nicesin?" diye soruyorum! Soruyorum ama, göze görünmeyen, nasıl olduğu, niceliği, niteliği bilinmeyen üstün bir varlığa bu soruları kim sorabilir?

• Ey gönlümüzün içinde gizli resimler yapan, bizi çeşitli hayallere düşüren eşsiz ressam! Sen'in, aydan başka, daha yüzlerce, binlerce resimlerin var!

• Allahım! Sen, bir kapıyı kaparsan yüzlerce kapı açarsın; bir gönlü kırarsan, yüzbinlerce can, yüzbinlerce gönül bağışlarsın!

• Ben, deli oldum; ne söylersem, deliliğimden söylüyorum! Elest dostu, elest alemi mahremi isen, yürü sen; benim akıl almaz delice sözlerime; "Evet, evet!" de!..

1342. Dünya bir hiçtir; biz de hiçleriz!

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün, Mefa'îlün 

(c. V, 2501)

• Ben zengin olsaydım, gümüşüm, altınım olsaydı, hiç ahbabım, dostum, arkadaşım az olur muydu? Eğer sevgilim fakir olsaydı da, fakir olduğu halde altına, gümüşe değer vermeseydi, benim de ne gamım kalırdı, ne de derdim!

• Ey güzel! Alımlısın, gönül çekicisin; dilenci gibi görünmeyi bırak! Senin gözün tok olsaydı, felek bize kul köle kesilirdi!

• Akrabanın, dostların bile yabancı görünmesi, insanın tamahı yüzündendir! İnsan tamah sahibi olmasaydı, herkes ona amca olurdu, dayı olurdu!

• Ey ay yüzlü güzel! Gel, bize benze; ne nimet ara, ne devlet iste! Şeytan da böyle olsaydı, bayrak sahibi bir padişah olurdu!

• 0 şeytanlıktan ayrılırdı da, kötü söz bile ona medh ü sena, övgü gibi gelirdi; cefayı vefa sayardı, sakatlık ve hastalık, ona kerem gibi görünürdü!

• Yokluk, yoksulluk Allah'ın bir lütfudur! Kendinden geçiş, benlikten kurtuluşda öyle sırlar vardır ki, bunları bilseydin, sence bütün varlık, yokluk alurdu!

• Dünya bir hiçtir; biz de hiçleriz! Dünya da, biz de hayalden, rüyadan ibaretiz! İş böyleyken, dünyalık elde etmek için çırpınır dururuz! Uyuyan kişi uykuda olduğunu bilseydi, rüya gördüğünü anlasaydı, hiç üzülür müydü?

• Şu uykuya dalmış kişi, bir hayal görür, düşüncelere dalar! Şu dağınık uykudan sıçrayıp kalksaydı, rüyadaki sıkıntıların gittiğini ve nimetler içinde olduğunu anlardı!

* Birisi, rüyada kendini gam zindanına düşmüş görür, birisi îrem Bağı'na ulaşır! Uyandıkları zaman ne zindan kalır, ne de îrem Bağı!

1343. Berrak ve kutlu gönül aynasında, daha dünyada iken, cennetteki güzelleri gör!

Müstef'ilun, Fe'ülün, Müstef'ilün, Fe'ulün 

(c. VI,2931)

• Gözlere görünmeyen, gizlenip duran o güzelden bir can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir nişan bulursan, coşar taşar, yüzlerce cihana sığmazsın!

• Can güneşini görürsen, ordusuz bir padişah olursun; hem öteleri, gayb mülkünü elde edersin, hem de gizli sırları bilene kavuşursun!

• Hani, duyduğun gizli define yok mu, eğer onun sevdasına kapıldın da, onu aradın ve yeryüzünde bulamadıysan, onu, ancak gökyüzünde bulabilirsin!

• Eğer aşkta hainlik yapmadınsa, emniyet kazandınsa, nice Çin güzellerini hem kolayca görür, hem kolayca bulursun!

• Şüpheden temizlenmiş, berrak ve kuvvetli gönül aynasında, daha dünyada iken, cennetteki güzelleri, güzellikleri birbir bulursun, görürsün!

• Aşk oku seni yaraladı, sevgili de seni sevda şarabıyla mest ettiyse ve bu durumda can seni terkedip giderse, sakın üzülme; onun gibi yüzlerce can elde edersin!

• Eğer gönül vesveselerinin elinden bir an kurtulursan, çözülmesi zor olan tılsımın anahtarını bulursun, o tılsımı bozarsın!

• Can padişahının aşkına düş, putları kır, dök; yani, gönül verdiğin fani güzelleri gönlünden at da, onları yaratanı apaçık hisset!

1344. Ben, Sen'in bana giydirdiğin ateşten gömleğin kuluyum, kölesiyim!

Mefulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'ilün

(c.V,2611)

• Sevgili, yol arkadaşı olan Hakk dostları birbirinin dostluk ateşinden ne diye yanarlar; buna dair bir örnek ver, bir nükte söyle! Ben söylemeyeceğim;  çünkü ben, aşk denizine dalmış bir balık gibiyim; balığın sesi çıkmaz!

• Ey göklerin efendisi, ey üstün varlık! Sen, dün gece gökyüzü çadırının konuğu idin; ay sana secde edip duruyordu!

• Güneş, senin yüzünden taç sahibi oldu, göklerin padişahı kesildi; ay da, senin lütuf ve ihsanınla güzelleşti ve karanlık gecelerde nurlar saçmaya başladı! ,

• Sevgilim; ne zaman birleşeceğiz, ne zaman her ikimiz bir olacağız? Sen, ateş olacaksın, ben de yağ olup yanacağım, sende yok olacağım! Ne vakit kısmet olacak da sen Yusuf olacaksın, ben de kuyu olacağım; seni çekip alacak, gönlüme düşüreceğim?

• Şunu iyi bil ki, benim bu coşkunluğum, senin ateşinden meydana gelmektedir! Fakat beni saran, yakan yandıran ateşse, bana giydirdiğin o ateşten gömleğe, ben kulum köleyim; sen, beni bir düşman gibi kovsan da, yahut bir dost gibi çağırsan da, o ateşten gömlek sırtımdadır!

• Benim şu çok az olan bilgim, senin bilgine perdedir, örtüdür! Ben, seni gereği gibi anlayamadığım, bilemediğim için feryad ediyorum!

• Ey Tebrizli Şems; seni neşelendiren, güldüren sabahın arkasında, nasıl olur da gece bulunabilir? Hiç gece senin rahmet sabahınla beraber bulunabilir mi?

1345. Aşk susuzu

Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün 

(c. V, 2474)

• Kum, suya kandı; fakat ben, aşk suyuna kanamadım! Hey gidi hey; bu nasıl bir susuzluk! Şu dünyada benim sert ve kaskatı yapıma uygun bir kiriş yok mudur? Yani, cihanda benim gibi bir aşk susuzu var mıdır; bu hususta bana kim eş olabilir?

• Ben öyle bir aşk susuzuyum ki, deniz, benim için bir yudum sudur; dağ ise küçük bir lokma! Allahım! Ben, ne biçim aç bir timsahım; ben ne ile doyacağım? Bana bir çare bul, yol göster!..

• Ben, insanları birer birer yutan, fakat bir türlü kanmayan ecelden de daha susuzum; cehennem gibi çırpınmadayım! Acaba, bana çok büyük, kocaman bir lokma nasip olacak mı?

• Aşk hastasına vuslattan başka çare yok; ona, vuslattan başka ilaç bulunamaz! Sen, aşkın ağzına ne verileceğini nerden bileceksin? Senin avucun, ona, ancak alaf verir! Sanki sen, aşk arslanına ot veriyorsun!

• Akıl, kendini beğenmiştir, çeviktir ama, aşkın tuzağına düşünce başını da, her şeyini de kaybeder!

• Seni tanıyanların, bir bilenlerin (muvahhidlerin) gönüllerine iman doğruluğunu veren Sen'sin Allahım! Sen'i, insanlara ve başka mahluklara benzetenlerin gönüllerine, şekilleri, hayalleri veren de yine Sen'sin;126 hikmetinden sual olunmaz.

 126  Allah'ı, haşa, mahluka benzeten, O'na hayallerinde şekil verenler, cisim gibi gösterenlere mücessime=müşebbihe denir. Bu inançta olanlar, Kur'an'daki bazı benzetmelere dayanarak Allah'ı insan şeklinde ve arşta oturuyor gibi tahayyül ederler. Halbuki Allah, her şeyden münezzehtir. Kur'an'daki bazı ayetler, müminler anlasınlar diye istiare yoluyla belirtilmiştir; "Sen atmadın, Ben attım!" gibi.

• Nuh, Sen'in köpürüp coşan, kabaran dalgaların yüzünden bir tahta parçasına sığındı; ruh da, Sen'in ötelerden gelen manevî hoş kokunla şaşırıp kaldı, mest oldu, harap oldu!

• Hakk'ın büyüklüğü, kudreti, yaratma gücü, eşsizliği hakkında konuşanlar gibi konuşma! Bunları anlatmaya kimin gücü yeter? Sen sus; sus da O'nun eserlerine hayran olarak konuşmayanların, susanların köşküne gir! Ey Hakk yolunda yürüyen kişi; sen lafı bırak da, yine kendi şehrine, asıl vatanına geri dön!

 

1346. Aşk ile dert ortağı ol!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilün

 (c. VI,2865)

• Aşkın yüzüne bak da, sıfat bakımından da, huy bakımından da er ol! Manadan haberi olmayan soğuk kişilerle düşüp kalkma ki, sen de soğuklaşmayasın!

• Aşkın yüzünden, suretten, görünüşten başka bir şey ara! Çünkü asıl iş, asıl mesele şu ki: Sen, aşkla dert ortağı ol, onunla derdini paylaş! ,

• Sen, kerpiç gibi duygusuz ve kaskatı oldukça, havaya yükselemezsin, ötelere gidemezsin! Fakat kırılır, parçalanır, yerlerde, ayaklar altında sürünür, çiğnenir de toz haline gelirsen; işte o vakit, havanın üstünde dolaşırsın!

• Sen kendi kendini kıramazsan, yani, kötü huylarını yok ederek ölmeden önce kendini öldürmezsen, seni yaratan öldürerek kırar; ölüm seni kırınca da, sen ne vakit tek bir inci haline gelirsin, ne zaman sende bulunanı keşfedersin?

• Yapraklar sararınca, ıslak gök yine onları yeşertir! Aşk yüzünden sararıp solmaktan ne diye korkuyorsun? Seni bir yeşerten bulunur!

1347. Gönüldeki bahar

Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe'ulün 

(c. VI, 2697)

• Bu gönül, kendinde, kendi gönlünün içinde bir bahar mevsimi gördü Seher vakti herkes uykuda iken o, kendi gönlüne indi ve orada, görülmemis bir çayırlık, işitilmemiş bir gül bahçesi seyretti!

• 0 çayırlıkta, dünya hayatından bıkmış usanmış aşığın ruhuna huzur veren, rahat ettiren bir de köşk bulunuyordu; orada, dudaksız öpüşme ve kolsuz kucaklaşma vardı!

• Cennet bahçesi bile o gül bahçesinin kulu kölesi olurdu; onun yeşilliğini ve güllerini görünce utanır, şaşırır kalırdı!

• 0 yemyeşil çayırlığın her yerinde bir neşe, bir sema' meclisi vardı; her ağacın altında da, eşsiz bir güzel bulunuyordu!

• Oraya saçı sakalı ağarmış, kafür gibi bembeyaz olmuş bir ihtiyar gelse, gül yanaklı, misk saçlı bir delikanlı olur!

• Can bu güzellikleri görünce, arslan gibi, zincirlerini kırdı da, deli divane kesildi ve çıldırmışçasına koşmaya başladı!

• Ben; "Nereye gitti?" diye canın peşine takıldım! Takıldım ama, bu gidiş, benim başıma büyük bir iş açtı!

• 0 geniş çayırlıkta, o gül bahçelerinde gönül çekici, göz okşayıcı, eşsiz köşkler gördüm; fakat, canın izinin tozunu bile göremedim!

• Sen, aziz dost; gel de, bu sırrı bana söyle! Acaba, can geri dönecek mi;  dönmeyecekse, bari sen geri dön!

• Oradan armağan olarak bir şeyler getir de, beni kötülüklere, günahlara doğru çekip götüren şu gölge varlığımı, bedenimi tutup oraya götürüp darağacına asayım, ondan kurtulayım!

1348. Dünyanın hayrına da, şerrine de gülüyorsun!

Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fa'lün 

(c. VI, 2868)

• Sevgilim; gönlünde ne var ki, tatlı tatlı gülüyorsun? Görüyorum ki, bugün, seher vakti gibi pek hoşsun, neşelisin, gülüyorsun! Dün gece kiminle beraberdin; söyle bakalım!

• Ey bahara benzeyen güzel varlık; dünya, senin güzel dudaklarının yüzünden gülmede! Sen, yaseminler arasında bir çiçek gibi açılmışsın; çiçek açmış ağaç gibi gülüyorsun!

• Mest bir halde, güle oynaya Hakk aşıkları meyhanesinden geliyorsun; hakikati sezmiş, hayatın manasını anlamışsın da, bir kıvılcım gibi, dünyanın hayrına da, şerrine de gülüp duruyorsun!

• Anlıyorum ki, senin göbeğini Allah, gül gibi gülerek kesmiş de, bu yüzden hiç somurtmuyorsun, suratını asmıyorsun; hep gülüp duruyorsun! Fakat, ey ay yüzlü sevgili, bugün sen, bir başka türlü gülüyorsun!

• Sonbaharda, bağlardaki bahçelerdeki bütün ağaçlar yapraklarını dökerler ve kuru dallar da soğuktan donmuş bir halde rüzgarda titreşir dururlar! Laleler de, güller de, solarlar, ölür giderler! Fakat sevgili, sen hangi bağın, hangi bahçenin gülüsün ki, kış mevsiminde bile solmuyorsun, daima gülüyorsun?

• Seni neye benzeteyim, bilmem ki? Sen, hava atına binmiş bir misk kokususun; atını kırlarda, ovalarda koşturuyor, her tarafa güzel kokular yayıyorsun! Sen, güzellikte göz kamaştıran bir güneşsin; çok uzaklardan, kendini göstermeden, ayın hasta, solgun ışıklarına bakıp gülüyorsun!

• Sen, apaçık görülen bir yakînsin, tam inançsın! Artık sen, zanna da, şüpheye de, taklide de gülüyorsun; tamamıyla görüş olmuşsun da, rivayete de, habere de gülüyorsun!

• Sonsuzluk makamında gören de sensin, görünen de sen! Bu yüzden gerçeği anlamışsın da, yola da gülüyorsun, yolcuya da; göçe de gülüyorsun, sefere de! Sonsuzluk makamında bütün bunlar gülünç olur!

• Yoklukla yok oluş arasından varlık başını meydana çıkardın da, başa da gülüyorsun, taca da, hükümdarlık kemerine de gülüyorsun!

• Bütün halk, bütün insanlar, bir türlü doymayan aç köpek gibi, ağzını, dünya lokması kapmak peşinde açmış. Sense, öyle bir arslansın ki, insanların bu açlığına, doymazlığına gülüyorsun!

1349. Hem insanın gönlüne derdi sen verirsin, hem de devayı lutfedersin!

Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat 

(c. VI,2796)

• Ey ayağının bastığı yere canların kurban olması gereken aziz varlık; bir takım endişeler, bahaneler icad ederek gelmişsin! Yalvarırım sana; elini uzat, kapıyı aç, içeri gir! Sen, zaten yabancının evine gelmedin ki; kendi evine geldin!

• Vara yoğa vurdun kırdın, toz yükselttin; sen de o toz içinde kendini gizledin! Ne olurdu, yarattıklarının ötesinde saklanmasaydın da, kendini bize gösterseydin!

• İki dünyada da kaide, kural budur: Önce zahmet, ızdırap, cefa, sonra zevk, safa! Fakat Sen, bu iki halin de, iki duygunun da ötesindesin; Sen, iki dünyaya da mensup değilsin; Sen, zahmetsiz zevksin, acısız tatlısın; Sen, eşi benzeri bulunmayan, üstün bir varlıksın!

• Bildiğin ayrı bir zevki vardır, yabancının ayrı! Sen'se, hem evveline evvel olmayansın, hem de yepyenisin; Sen, hem bildiksin, hem yabancı!

• Kalenderin, gönül ehlinin gönlüne de, canına da ızdırabı, derdi veren, onu inleten, onu yaralayan Sen'sin; onu teselli eden, dertten kurtaran ve açtığın yaraya merhem olan da Sen'sin! Fakrın ve yokluğun da, hem yarası, hem merhemi sensin!

 

1350. Sen, henüz bir çocuksun;  aşk meyhanesinde senin ne işin var?

Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün

(c. VI,2619)

• Gül bana dedi ki: "Senin aklın yok mu? Dikenden ne beklersin? Onun kimseyi incitmemisini, batmamasını, yumuşaklık göstermesini mi istersin?" Dedim ki: "Sen de, ne diye aşık olanlarda, kendilerini bir sevdaya kaptıranlarda akıl ararsın?"

• Gül bana dedi ki: "Aşık olduğun, gönül verdiğin sevgili kimdir? Onu bana gösterebilir misin?" Ona dedim ki: "Sen, aşık değilsin; kimseye gönül vermedin! Şu halde, ne diye sevgiliyi sorarsın, ararsın? Senin aşktan, haberin yok ki!.."

• Gül bana dedi ki: "Mademki sen aşıksın, sevgi seni mest etmiş, ben de mest olmak istiyorum! Ne olur, lütfet, aşk meyhanesinin yolunu bana göster!" Dedim ki: "Senin o meyhaneye gidecek halin yok; sen, henüz bir çocuksun! Aşk meyhanesinde senin ne işin var?"

• Dedi ki: "Sen ne kadar da fazla içmişsin, ne kadar da kendinden geçmişsin! Seni bu hale getiren, seni kendinden alan o şarap nasıl bir şaraptır? Ben onu nerede bulabilirim? Lütfen bana söyler misin?" Ona cevap verdim de dedim ki: "Aptalca konuşma; haydi, defol git! Aklını başına al! Sen ne arıyorsun? Aradığın şarap, senin bildiğin üzümden yapılan şarap değildir; sen, o şarabı bulamazsın!"

• Dedi ki: "Dünyada kokusu gelmeyen, kokusu olmayan bir gül bahçesi var mıdır?" Ona dedim ki: "Gül bahçelerinden sana koku gelmiyorsa, senin burnun koku almıyorsa, ne yüzle gül bahçesi ararsın, sorarsın?"

• Gül bana dedi ki: "İnsanlardan vefa bekleyenler, vefa umanlar, uykuya dalmışlar, rüya görüyorlar!" Dedim ki: "Sen, neden uyanık iken rüya görmek istiyorsun; onun hayaline kapılır da, onu arar durursun?"