1351. Her zerre kendinden geçmiş de, Mansur gibi; "Ben Hakk'ım!" demede!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mefulü, Mefa'îlün
(c. V, 2599)
• Ey pazarında yüzlerce derviş hırkası bir'zünnara satılan dost! Sen'in yüzünden, seni bulmak ümidi ile alemde her yüz, bir duvara dönmüş, bir tarafa yönelmiştir! 127
127 Zünnar; Hristiyan papazlarının bellerine bağladıkları bir çeşit kuşak. Hz. Mevlana, bu beyitte, ahlakan düşük olan dervişleri, ibadeti gösteriş için yapan ham sofuları kınamaktadır. Aynı zamanda, dünyada bütün insanların çeşitli dinlerde, çeşitli şekillerde, çeşitli mabedlerde Allah'a yöneldiklerini, kendi dilleri ile O'na yalvardıklarını anlatmak istiyor. Bundan sonra gelecek beyitlerde de, kesretteki vahdete, yani çokluktaki tekliğe işaretler vardır. Mevlana, bu inancı, istiare yolu ile çeşitli benzetmelerle açıklamaktadır.
• Sen'in güneşinin nuru ile nurlanan her zerre, kendinden geçmiş de; "Ene'l-Hakk" (=Ben Hakk'ım!) diyor; her köşede birisi, Mansur gibi, darağacına asılmış!
• Şaşılacak şey şu ki: Herkes bir küpten başka çeşit şarap içrnede, başka bir neşe ile sarhoş olmada! Yine şaşılacak şey şu ki: Bir tek gülden, herkesin ayağına ayrı ayrı dikenler batmadadır!
• Her dal; "Ben bir başka türlü mest oldum, kendimden geçtim!" diyor! Her akıl; "Ben bir başka türlü hayran oldum, şaşırdım kaldım!" diye sesleniyor!
• Gül, yarattığı eserler arkasında kendini gizlemiş olan üstün varlığa, o güzeller güzeline duyduğu iştiyaktan, özlemden ötürü, yakasını yırtmış; aşk, onun sevgisi ile kendinden geçmiş, sarığını, külahını başından atmış!
• İnsanların bir kısmı, akıllarını beğenmişler ve akıl sarhoşu olmuşlardır; bir kısmı da, akılları başlarında yokmuş gibi akıllarını bırakmışlar, sarhoş olmuşlardır! Fakat, akıllılardan ve akılsızlardan ayrı bir kısım insan da var! 128
128 Akıl ile mest olanlar (akl-ı me'aş), dünyaya ait işlerde kullanılan akıl. Dünyada görülen uygarlık, insanı rahata kavuşturan yeni keşifler, icatlar hep akl-ı me'aşın eseridir. Ortaya koyduğu eserler yüzünden insan, aklını beğenir, onunla, adeta mest olur. Bir de, insanda "akl-ı me'ad" vardır ki, bu akıl ile insan, dünya işlerini düşünmez de, nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünür. Bu yüzden, kendisini ibadete ve insanî vazifelere verir. "Akl-ı me'ad" sahibi de, bazan yaptığı ibadetleri beğenir de, kendini başkalarından üstün görür, kendi aklına hayran olur. Bu da, bir çeşit mestlik verir. Bu iki aklı da, yani dünyayı da, ahireti de hiçe sayan ve kendisini sadece ve sadece Allah'a veren ariflerde vardır.
• Bazılarımız Tur Dağı'na benziyoruz; Hz. Musa'nın kadehinden aşk şarabı içmişiz de, kendimizden geçmişiz! Bu yüzden, nefis Firavunu'nun zahmetinden de kurtulmuşuz; ağyarın, Hakk'a ve bize yabancı olan huysuz insanların gamından gussasından azad olmuşuz!
• Şarap gibi, meyhane küpünün içinde coşuyoruz, köpürüyoruz; her ne kadar küpün ağzı anlayış ve seziş balçığı ile kapalı ise de, biz, içten içe yine kaynaşıp duruyoruz!
• Hatta, şarabın coşup kaynamasından, küpün ağzına sıvanan samanlı balçık bile sarhoş olmuş, oynamaya koyulmuş! Allah'a yemin ederim ki, dünyada bundan daha hoş bir hal, hoş bir şey yoktur!
1352. 0 sonsuza kadar kalacak olan sevgiliye gönül verseydin, her bağdan kurtulurdun!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. VI, 2612)
• Kimin mahallesinde dönüp dolaşıyorsun; ne istiyorsun? 0 çadırda mahbus bulunan dilber yüzünden, galiba, benim gibi senin de ayakların bağlandı da, başka bir yere gidemiyorsun, hep burada dolaşıyorsun!
• Yazıklar olsun sana; sen, fani bir sevgiliye değil de, sonsuza kadar kalacak, ihtiyarlamayacak, çirkinleşmeyecek o eşsiz sevgiliye bağlansaydın, her bağdan kurtulurdun; ne kimseye hizmet etmek isterdin, ne padişahlığı, ne sultanlığı arzu ederdin!
• Dünya sevgisine kendini kaptırmış, hiç öteleri düşünmez olmuş dünya sarhoşlarının hizmetleri gibi, senin hizmetlerin de bir masal oldu! Sen, kalburla su taşıyorsun; adeta, balık gibi su içinde boş yere secde ediyorsun!
• 0 sarhoş olup yıkıldı da, secde ettiği yer su oldu! 0, sevaptan da vazgeçti, yoldan, yolsuzluktan da kurtuldu; yapayalnız, tek başına kaldı!
1353. Sana öğüt vermek isterim ama, anlayışsız kişilerin yüzünden dilimde kilit var!
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'îlün
(c. VI,2866)
• Usanır da, bu sevdalı aşıktan kaçarsan, bir zaman sonra pişman olursun; yüzünü, yine o sevdalıya çevirir, ellerini çırpa çırpa döner, yine onun yanına gelirsin!
• Seni çekip duran şu hayalden vazgeç; ondan vazgeçmezsen, sonra çok pişman olursun!
• Ona yüzünü döndür de; "Efendi!" de! "Beni nereye çekiyorsun?" Gökyüzü bile bu güzellikte bir ay görmemiştir!
• Dünya, kokmuş, çirkinleşmiş bir ihtiyar kadın gibidir; yepyeni, göz alıcı bir çarşafa bürünmüştür! Dıştan cilveler, nazlar, edalar göstererek insanın gönlünü kapar ama, içi, iç yüzü çok fenadır, çok kötüdür, çok iğrençtir!
• Görünüşe aldanıp da felakete doğru gitme; ters düşüncelere kapılma; manasız heveslere düşme! Bu haller, seni aldatmasın! Nice köşkler, nice kasırlar aykırı düşünceler, ters hevesler yüzünden yıkıldı, harab oldu; şimdi harabelerinde baykuşlar ötüyor!
• Sana yol göstermek, öğüt vermek isterim ama, anlayışsız kişiler yüzünden dilim kilitlendi! Artık ben, susarak, sana gizlice, dilsiz dudaksız öğüt veriyorum!
• Bütün bu korku, bu iki yüzlülük, bu iki gönüllülük de ne oluyor? Sen, tek olan, eşi bulunmayan, merhametli Rabb'in koruması altında değil misin; O'nun devletine kul olmadın mı?
1354. Ben, kendi varlığımdan geçtim, kayboldum; sen onu bulabilirsen, benim selamımı söyle!
Müfte'ilün, Fa'îlün, Müfte'ilün,
(c. VI, 3018)
• Ey güzelliği yüzünden aynaya sık sık bakan sevgili; aynaya böyle sık sık bakmayasın diye, istiyorum ki, aynan yansın yakılsın da, artık işe yaramaz olsun!129
129 Lale Devri şairlerinden Nedim merhum bir beytinde şöyle der:
"Niçin sık sık bakarsın böyle mir'at-ı mücellaya
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kafir"
( Sevgilim! Neden aynaya sık sık bakıyorsun? Sen de kendi güzelliğine hayran mı oldun?)
• Benim canım, aşk denizinden ateş gibi bir su içti! Bu yüzden, benim can kadehimde su bile ateşe döndü, ateş oldu!
• Onun nergis gibi güzel bakışları ile ayna gülbahçesi haline gelince, can ve gönül ona hased ettiler de, yakıcı ateş kesildiler!
• Ben, varlığımdan geçtim, kayboldum; sen, eğer onu bulabilirsen, benim selamımı söyle de, ona de ki: "Nasılsın, hoş musun; eski halinden daha da hoş musun?"
• Eğer sen, benden kaçıp kaybolan beni bulabilirsen, ben'e de ki: "Ben peri gibi avare oldum, gizlendim!" ,
• Dostum! Ben sarhoş değilim; aklım da başımdan gitmedi! Onun o sihirli bakışı, benim canımı büyüledi, beni de büyücü yaptı!
• Senin aklın başında ise, ona bir bak da anla ki, sevgilim o iş yanlış değildir, doğrudur!
1355. Sen, zaten benim gönlümsün!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. VI, 2618)
• Sevgili; lütfet, o güzel gözlerinle bize bir bak! Çünkü sen, bakışların ve görüşlerin canısın; sana nasıl; "Gönlümü aldın!" diyebilirim ki; sen, zaten gönlümün ta kendisisin, sen benim gönlümsün!
• Sen, gönlümüzü ayaklar altına aldığın zaman canlar neşelenir, ayak vurarak oynamaya başlarlar! Gönlümü kırdığın, yaraladığın zaman gönül, adeta ballar yer, şekerler çiğner!
• Kollarını iki tarafa salarak oynamaya başlayınca beden, sana canını verir Böylece sen, cilvelerle, naz ve eda ile oynarken ölmüş kişi bile tuhaf bir hal alır, adeta dirilir!
• Senden gelen cevr u cefa böyle hoş ve tatlı olduğu için vefa ekinine kıtlık düşmüştür de, insanlarda vefa bulunmaz olmuştur! Ey gönül; ne duruyorsun ? Onun cefasına karşı canınla oyna, onun cefasına canını ver!
• Bugün öyle mestim, öyle mestim ki, tamamıyla kendimden geçmişim! Dostum; benim elimden tut; sen neredeysen, beni de oraya çek!
• Sana lazım olan şeyleri, gökler hemen doğurup sana sunar! Senin mana incilerin hiç azalır mı? Zaten sen, inciler denizinin dibindesin!
• Ey benim canım, sevgilim; her gözbebeği, senin sayende adam oldu! Ey görüşün özü, anlayışın temeli; sen olmayınca gözün ne değeri vardır?
• Ey can; onun mesti olmak şerefıne nail olduğun için neşelen, el çırp! Bu varlık, ne hoş bir varlıktır; sen, aynı zamanda birlik aleminin, vahdet aleminin içindesin; ne de hoşsun!
• Ey ruh; neden korkuyorsun? Sen, maddî bir varlık değilsin ki toprak olup gidesin ve sen, beden değilsin ki, seni mezara defnetsinler! Sen, nefis de değilsin! Beden, korku kaynağıdır, korku madenidir; halbuki sen, zevksin, neşesin!
1356. Eğer senin gönlün varsa, gönül kabesini tavaf et!
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa-îlün, Fe'ilün
(c. VI.3104)
• Eğer senin gönlün varsa, gönül kabesini tavaf et; topraktan yapılmış sandığın Kabe'nin manası gönüldür!
• Cenab-ı Hakk , görünen ve bilinen suret kabesini tavaf etmeyi, kirlillklerden temizlenmiş bir gönül kabesi elde edesin diye sana farz kılmıştır!
• Şunu iyi bil ki, sen, Allah evi olan bir gönlü incitip kırarsan, yaya olarak bin defa Kabe'ye gitsen de, Allah bu ziyaretini kabul etmez!
• Sen, varını yoğunu, malını mülkünü ver de, bir gönül al, al da, o gönül mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin, nur versin!
• Allah'ın huzuruna altın dolu binlerce keseler götürsen, Cenab-ı Hakk; "Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir!" diye buyurur!
• "Çünkü. altın ve gümüş, bizim için hiç bir şey değildir! Eğer bizi, bizim rızamızı istiyorsan, bizim istediğimiz gönülden ibarettir!"
• Senin değer vermediğin, bir saman çöpü saydığın yıkık gönül, Arş'tan da üstündür, Kürsi'den de, Levh'den de, Kalem'den de!..
• Harap gönül, Hakk'ın nazargahıdır, Hakk'ın baktığı, Hakk'ın sığındığı yerdir! Onu yaratan varlık ne de büyüktür, ne de kuvvetlidir!
• Kırılmış, ikiyüz parça olmuş zavallı bir gönlü yapmak, tamir etmek, Cenab-ı Hakk'ın nazarında hacdan da, umreden de değerlidir!
• Hakk'ın defineleri, harap gönüldedir! Harabelerde, pek çok defıneler gömülüdür!
• Mutlu olmak, manen yükselmek istiyorsan, gönüller almaya, gurur ve kibiri bırakmaya bak!
• Kazandığın gönüllerin yardımı seninle beraber olursa, kalbinden hikmet kaynaklan fışkırır, akar!
• Dilinden sel gibi ab-ı hayat akar; nefesin, Hz. İsa'nın nefesi gibi, hastalıklara deva olur!
• iki dünya da, bir gönül için yaratılmıştır; "Sen olmasaydın, bu kainatı yaratmazdım!" hadîsinin manasını düşün!
• Eğer böyle olmasaydı, senin varlığın, mekanın, güneşin, ayın, yeryüzünün, şu gök kubbenin varlığı nereden olacaktı?
• Sus; bedeninin her bir kılında iki yüz dil olsa da onlarla gönlü anlatmaya çalışsan, yine de anlatamazsın; gönül anlatılamaz, anlatışa sığmaz!
1357. Kendinden geçiş lütfu
Fa'îlatün, Fa'îlatün, Fa'îlatÜn, Fa'îlat
(c. VI,2775)
• İstiyorum ki, can kuşu, kendini görüş ve kendini beğeniş hevasından çıksın da, yalnız kendinden geçiş hevasında uçsun; can mumu da, benlik sarayında değil, kendinden geçiş sarayında yansın, oralara nur saçsın!
• Kendinden geçiş devlet kuşu, her şeye, herkese gölge salsın da, kendilerini üstün görenleri, gurura kapılanları, kendilerine tapanları, bu kötü huylarındar vaz geçirsin! Allah'ın lütuf güneşi de, Hakk aşıklarının başlarında parlasın, onları aydınlatsın!
• Aşık, en yüksek mevkilere çıksa, dünyanın en zengin adamı olsa, yüzbinlerce devlete erişse, yüzbinlerce nimete kavuşsa, onun nazarında bunların hiç bir kıymeti yoktur! 0, ancak Hakk'ı bulmak için kendinden geçiş belasını ister! l30
130 Hz. Mevlana, Dîvan-ı Kebîr'in bir başka yerinde bu konuya temas eder:
"Allah, bitmez tükenmez cömertliği ile bana hesapsız mülkler verse, ne kadar gizli hazineleri varsa hepsini önüme koysa, ben, candan secde ederek yüzümü toprağa korum da, derin ki: 'Bunların hepsinden filanın aşkı benim için daha değerlidir!'"
• Bu isteğin ne olduğunu anlamak için beni seyret de gör; ben, kendinden geçiş yokluğunda öyle manevî zevkler tattım, öyle mutlu oldum ki, kendimi, sevine sevine belaların önüne attım!
• Kendinden geçiş arzusu ile kendinden geçmek, Hakk'ta fani olmak, öyle anlatılamaz bir mertebe ki, bu yüksek mertebeye ulaşmak isteyen kişiye, bir can değil, yüzlerce can kurban olsun!
• Ey aşık; istediği dünya nimetlerine ulaşamadığı için kendini üzüntülere, gamlara, kederlere kaptırmış kişilerle düşüp kalkma ki, kendinden geçiş zevkini kaybetmeyesin!
• Kendinden geçmenin, kendinden kurtulmanın ne olduğunu bilir, anlarsan, sende bulunan yüksek mevki isteği, servet ve devlet arzusu yok olur gider! Ey kendinden geçiş hali; zenginlik, şöhret, beylik, paşalık bunların hepsi de senin ayağının altına serilsînler, toprak olsunlar!
• Dünya sevgisine kapılmamak, padişahlığı, yüksek mevkileri, şöhreti, serveti istememek; muhakkak ki, güzel bir şeydir! Fakat, bunların hiç biri kendinden geçmiş kişiye eş olamaz, kendinden geçmişin karşılığı olamaz!
• Ey kendinden geçmiş ve gönül evini dünyevî arzulardan temizlemiş kişi; gönül evini, kendinden de temizle! Hatta, kendinden geçme isteğini bile gönülden at gitsin; onun gelmesi için, kendin de gönül evinden çık git!
1358. Bahar mevsiminde kokusu ile insanı büyüleyen gül bahçesini, kendi güzellikleri ile 0 süsledi!
Mefa'îlün, Mefa'îlün, Fe-ulün
(c. VI, 2696)
• Bahar, güzelliği ile beni neşelendiriyor, güldürüyor; bana sunduğu manevî şarabın verdiği mahmurluk da, başımı döndürüyor!
• Bu sırada ay yüzlü bir güzel de, beni döndürüp oynatıyor; beni eşsiz dostsuz bırakarak, gönlümde yalnız kendisi taht kurmak istiyor!
• Bir çeng çalan var; çıkardığı hoş seslerle, beni büyüledi; ben öyle bir hal aldım ki, adeta, onun teline döndüm! Çengin çıkardığı ses meydanda ama, ağlayan, feryad eden, titreyen teli görmmüyor!
• Allah, göklere doğru yükselen bir toz dünyası meydana getirdi; kendisi ise, rüzgar gibi, çıkardığı toz içinde gizlendi gitti!
• 0 padişah, kıvılcım gibi bir hayat, bir yaşayış parlattı da, kendisini, yanış gibi, o kıvılcımın içinde gizledi!
• Şu bahar mevsiminde kokusu ile insanı büyüleyen gül bahçesini, kendi güzellikleriyle süsledi; sonra, etrafa güzel kokular yayan, fakat kendisini göstermeyen nadide bir gül gibi, dikenler arasında gizlendi!
• Bahar mevsiminin güzellikleri karşısında ben, mest oldum; bir şey söyleyemeyeceğim! Ey görünmez güzellikler şarabı sunan sakî; bu güzelliklerden sen bahset! Çünkü, senin aklın başında!
• Acaip bir aynacının elinde olan bu gönlüm, ayna gibi, susarak, dilsiz dudaksız bir şeyler söylüyor, gördüğü güzellikleri aksettiriyor!
• 0 aynacının, o büyük ve eşsiz yaratıcının lütfu ile, zaman zaman gönül aynasında acaip şekiller, benzeri olmayan güzellikler, insanı büyüleyen hayaller görünmede!
1359. Bir bilgin, bakışları ile, Sen'in güzel yüzünün sofrasından rızıklanırsa, ne olur?
Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fe'ilatün, Fa'lün
(c. VI,2869)
• Allahım; Sen'in verdiğin gamlarla, kederlerle perişan olmuş bir bilgin var! 0 bilgin, denenmek için çok ızdırap çekiyor, çok belalara uğruyor! 0, adeta, ateş üstünde bulunan potadaki gümüşe benziyor!
• 0 bilgin, Sen'in keremine, lütuflarına, ihsanlarına ümid bağlamış da, kalkmış, ezelden çok uzak yollar aşarak, bir çok sıkıntılara, zahmetlere katlanarak, çeşitli merhalelerden geçerek gelmiş, Sen'in merhamet kapına sığınmış!
• 0 bilgin, aşk yolunda çok ızdırap çekmiş, yolunu eşkiyalar kesmiş, hırpalanmış, yaralanmış!..
• Ey dost! Bir bilgin, bakışları ile, Sen'in güzel yüzünün manevî sofrasından rızıklanırsa, kuvvet bulursa, Sen'in güzelliğinden bir şey eksilir mi; Sen, bir zarara ziyana uğrar mısın?
• Senin güzelliğinle dolu bir çılgınlık kadehini, sen hayranlarına sunarsan, bir bilgin, nasıl olur da kaidenin, törenin dışında kalır da, sunduğun kadehi almazlık eder?
• Sen'in insafın, merhametin ve asaletin, bir bilginin boş yere na-ehiller arasında kederlerle, gamlarla öldürülmesine nasıl müsaade eder? 131
131 Şinasî merhum bir beytinde;
"Bedbaht ona derler ki, elinde cühelanın
Kahrolmak için kesb-i kemal ü hüner eyler"
(Cahiller, na-ehiller arasında kahrolmak için ilim, hüner ve olgunluk elde eden kişi, bahtsız bir kişidir!)
• Herkese ışık veren, sıcaklık bağışlayan Hakk'ın güneşi, bir bilginin buz gibi soğuk, anlayışsız kişiler arasında donup kalmasını nasıl hoş görür?
• Sen'in verdiğin derslerden yararlanması için, lütfun ve ihsanın tutmuş, bir bilgini aşk medresesine, aşk dersinin verildiği okula çekmiş almış ve böylece onu, faydasız bilgiler öğrenmekten kurtarmak istemiştir!
1360. 0 perinin yüzünün nurundan, insan, melek oldu!
Müfte'ilün, Fa'ilatü, Müfte'ilün, Fa'ilat
(c. VI, 3027)
• Peri kızının, Hz. Süleyman'ın huzurunda saygı ile elbağlayıp durmasına şaşılmaz; sen, asıl o perinin karşısında Süleyman'ın elpençe divan durmasını seyret!
• 0 öyle bir peri ki, yüzünün nurundan, insan, insan şeklini bıraktı da melek oldu; peri de, zahmetten, derman bulma gamından kurtuldu!
• 0 perinin terbiyesi, ilgisi ile insanın gözü açıldı; o perinin yüzünden şeytan da melek de can incisini buldular!
• Onun güzelliği ile, insanlar "benlik-bizlik" davasından vazgeçtiler; erlik tohumları kurudu da, şehvetten kurtuldular! Peri insan oldu, insan da peri kesildi!
• Tebriz şehrinin de, canın da övündükleri Şems-i Dîn'in yüzünün nuru ile peri neşelendi ve candan bile daha neşeli bir hale geldi!
1361. Düşüncelerden kendini kurtar; aklı fikri at gitsin!
Mefülü, Fa'ilatü, Mefa'îlü, Fa'ilat
(c. VI,3000)
• Sakî; o büyük şarap kadehini sun! Yapılması gereken bir iş, bir sevgi işi var ya, onu düşün; başka düşüncelerden kendini kurtar, aklını fikrini at gitsin!
• Çünkü, akıl fikir durağında tamamıyla korku vardır, endişe vardır, tehlike vardır, titreyiş vardır; rahat, huzur, mutluluk hep akılsızlıktadır! 132
• Akla fîkre kapılmayanlar meclisinde bulunanlar, derin düşüncelere dalmadıkları için her bağdan kurtulmuşlar, hürriyete kavuşmuşlardır! Onların hepsi de, sevgi güneşinin ışığında zerreler gibi oynar dururlar! .
132 Şu hadîs-i şerîf, bu konunun anlaşılmasında bize yardımcı olabilir: "Cennet ehlinin çoğu, ebleh, yani akılsız kişilerdir." Cenab-ı Hakk, aklını yoranları, felsefî düşüncelere varanları sevmiyor, safiyetle candan inananları seviyor. Sevgi yolunda kılı kırk yararcasına düşünmek, aşığı yoldan alıkor. Aşık, gönül yolundadır, akıl yolunda değildir. Pervane düşünseydi, kendini ateşe atıp yakmazdı. "Ben, onu bunu bilmem; ben, aşk kadehi ile mest olmuşum!" diyen Erasmus, Akılsızlığa Medhiye adlı kitabında, aynı konuyu ele almıştır.
• Ey can güneşi! Senin nurunun ışığının tek bir pencereden gelmesine gönlümüz razı olmadığı için, beden binasının kapısını, duvarını yak yandır, bizi engellerden kurtar; bizi, perdeler arkasında bırakma!
• Şunu bil ki, senin aşk nurunu bulmak için çırpınışın gibi, bütün aşıkların feryadları, hayhuyları hep bir gül bahçesinin kokusudur, ondan meydana gelmededir! Fakat, o bahçenin nasıl bir bahçe olduğundan kimsenin haberi yoktur!
1362. Ben; gönlümü de, canımı da kederin gamın önüne atmışım!
Fa'ilatü, Fa'ilatün, Fa'ilatü, Fa'ilatün
(c. VI,2850)
• Ayrılık gamınla inleyerek, sızlanarak ağlayıp durmadayım! Ama sen, benim çektiğim ızdırabı çekme; sen, şad ol, neşeli ol! Bana gamlar, kederler verdiğin için sana darılmadım; yine de seni bekliyorum; sen, şad ol, neşeli ol!
• Sen, beni aşk oku ile yaralanmış perişan bir halde görsen, tatlı bir bakışla bana bakarsın ve acımak şöyle dursun, çektiğim ızdıraptan hoşlanırsın! Zaten ben gönlümü de, canımı da gamın, kederin önüne atmışım; yeter ki sen şad ol, neşeli ol!
• Sen, benim gönlümün gamlı oluşuna sevinirsin; cefa çektirmekte eşsiz bir ustasın! Ben, neşe ile bir nefes almasam bile, sen şad ol, neşeli ol!
• Ey güzel varlık! Sen, güzelliğine yakışmayan davranışlara girişiyorsun; hançer gibi, bu zavallı kulunun kanına susamışsın! Zararı yok; ben kanlı gözyaşları dökmeye razıyım; sen şad ol, neşeli ol!
• Beni biraz neşeli görsen, canın sıkılır, bana kızarsın; gönlün, kinle ve nefretle dolu! Bense, bu davranışlarına hiç aldırmam, sana darılmam; sen şad ol, neşeli ol!
• Bana verdiğin gamlardan, çektirdiğin ızdıraplardan öyle mutluyum ki, kendimi padişah gibi görüyorum! Senin yüzünden tahta kavuştum, mevki sahibi oldum! Ben, bütün bu hallere aldırmıyorum; sadece, senin gönlünü gözetmedeyim! "Allah onu korusun!" diye niyazdayım! Ben, bu karardayım; sen, benim acılarıma bakma! Yeter ki, sen şad ol, neşeli ol!
• Zamanımızın canısın, bizim hayatımızsın; bizi yaşatan sensin! Verdiğin acılara rağmen, gönlümüzde taht kurmuşsun! Çektirdiklerine birtakım bahaneler buluyorsun! Ben, kenara çekildim; bir şeye karışmıyorum, hiç bir şikayetim yok! Yeter ki, sen şad ol, neşeli ol!
• Sevgilim; ben, kendimle uğraşmadayım! Çünkü, beden ile nefis ölmedikçe, ne gönül, ne de can günahlardan arınamaz! Benim bütün gücüm, içimi manen temizleyerek günahlardan kurtulmaya çalışmamdır; sen, beni kendi halime bırak; sen şad ol, neşeli ol!
1363. Her seher vaktinde, her sabah bu akıl, senin aşkınla deli divane olmada!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. VI,2601)
• Güzelim; her taşın başında, lal dudaklarından bir nur vardır! Saçlarının perişanlığı, karışıklığı, her tarafta bir karışıklık meydana getirmiş!
• Cennet gibi olan güzellik bağının her tarafında, ağaçlarının altında, aşk şarabı sunan sakîler var, huriler var!
• Her tarafta, aşk şarabı doldurulmuş küpler var; her tarafta, aşk şarabı içmiş, kendinden geçmiş canlar var! 0 küplerdeki şarap, üzüm şarabı gibi pek tatlı, pek nefis!
• Zaten, her seher vaktinde, her sabah bu akıl, senin aşkınla deli divane olmada ve benlik damına çıkarak tanbur çalmadadır!
• Padişahı aşk olan şehir, ne mutlu bir şehirdir! 0 şehrin her mahallesinde bir meclis kurulur, nefis aşk şarabı içilir; her evde bir düğün vardır!
• Bir manastırın önünden geçtim; karşıma bir keşiş çıktı! 0, vahdet (birlik) kapısında oturmuş, senin aşkınla bir nefir çalmada idi!
• 0 keşişe; "Bu kadar hoş, bu kadar güzel nefir çalma gücünü kimden aldın?" diye sordum. Bana; "Bu gücü öyle bir padişahtan aldım ki, o hem seven, hem sevilen, hem yardım eden, hem de yardım görendir!" diye cevap verdi!
1364. Ben, nasıl olur da, "Bende bulunan sensin; sen, benden hiç ayrılmıyorsun!" diyebilirim?
Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün, Müfte'ilün
(c. V, 2460)
• Ben, senin gibi değilim; sen de benim gibi değilsin! Ne sen benim bulunduğum haldesin, ne de ben senin bulunduğun haldeyim!
• Ben, her zaman senin emrindeyim; sen de, hep benim kanımı dökmek istiyorsun! Ben, gökyüzünde güneş olsam, ay olsam, yine de senden çok aşağıyım!
• Sen, dün, benim kapımın önünden geçtin! Ben, senden bir koku alamadım! Fakat, geçenin sen olduğunu, ruhum kulağıma gizlice fısıldadı!
• Ey benim canım, ey benim gönlüm! Sence canın da, gönlün de ne değeri vardır ki? Senin basıp geçtiğin kapının önündeki toprak, ot yerine can bitirir, gönül yetiştirir!
• Gözün bize bakmaktadır; sen de, akıl gibi, daima bizimle berabersin! Fakat, kendimde güç, cesaret bulamıyorum ki, kalkayım da sana; "Bende bulunan sensin; sen, benden hiç ayrılmıyorsun!" diyebileyim!
• Kulağımdan tuttun, beni çeke çeke bulunduğum yerden alıp götürdün! Fakat, sen beni nerelere götürdünse oralarda gördüğüm her şeyde, seyrettiğim her yerde, her manzarada hep seni buldum, seni gördüm; senden başka bir şey göremedim!
• Ben mestim; sen de, benim yüzümden mestsin! Yanıldım, hata ettim; ben, nasıl olur da; "Benim yüzümden mestsin!" diyebildim? Ben, kim oluyorum ? Benim sana ulaşmama, seni manen bulmama imkan yok; beni sana, ancak, sen ulaştırırsın!
• Dilim şaşırdı da, "sen"sin dedi; bu suçun özrü olarak, bundan sonra susayım; acı sabırlara katlanayım, zehirler içeyim!
1365. Aşkın ağzı olsaydı, bütün dünya ona bir lokma olurdu!
Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c. V, 2435)
• Ben, gönül sırrını, dün gece taş yürekli bir dilberin yüzünde gördüm!
• Aşkın ağzı olsaydı, bütün dünya ona bir lokma olurdu; aşkın kapısı olsaydı, bütün padişahların canları o kapıda kapıcılık ederdi!
• Ey can; gel de, inciler topla! Ey gönül; gel de, güzelliği gör! Ey müslümanlar; insanı felakete sürükleyen bu güzelden, bu afetten sakının!
• Beden, onun atlarının ayakları altına serilmeye layık değildir; baş da, böyle bir güzeller şahının huzurunda yerlere kapanmak şerefini kazanmamıştır!
• Onun yanağı, her an bana; "Senin, benim gibi güzel yanaklı sevgilin var mıdır?" diye soruyor! Gönlüm de ona her an; "Benim gibi sana candan bağlı bir kulun var mıdır?" diyor!
• Ey dostlar; ilkbahar geldi! Haydi; kalkın, gül bahçesine gidelim! Ama, benim ilkbaharım sensin; ben, senden başka bir şeye bakamam!
• Bahçedeki çiçeklerin, meyvelerin kendilerine mahsus bir hoş edaları var; biz de, senin gül bahçesine benzeyen yüzünde açmış bir nilüfer gibiyiz!
• Bülbül, çalgıcı gibi def çalmada, ağaçların yapraklarıysa el çırpmadadır! Gonca, kendini beğenmiş de, "Acaba dünyada benim gibi hoş, benim gibi güzel, benim gibi taze bir gonca var mı?" diye söyleniyor!
• "Bahçe, çiçeklerle süslensin; kuşlar kanatlansın, uçsun!" diye, gönlü sevgi ile, merhametle dolu olan ilkbahar, nazlı bir gelin gibi eteklerini sürüyerek, salına salına ötelerden geldi!
• Yarattıklarındaki güzellikleri göremeyen körlerin, sözünü duyamayan gönül sağırlarının inatlarına rağmen, ilkbaharın içinde kendini gizleyen sevgili, insanları hayran bırakmak, canlara can katmak için geldi!
1366. Gönül bahçesine girersen, hoş kokular elde edersin!
Miistef'ilün, Miistef'ilün, Müstef'ilün, Müstef'ilün
(c. V, 2444)
• Gönül bahçesine girersen, hoş kokular elde edersin; göklere kanat açarsın da, melekler gibi ay yüzlü olur, nurlar saçarsın!
• Aşk, seni kandildeki yağ gibi yaksa yandırsa, ne mutlu sana! 0 yanışla, etrafındakilere yararlı olursun; karanlıkları aydınlatırsın! Aşkın, başına getirdiği gamlardan, kederlerden ötürü zayıflasan, erisen, kıla dönsen, o zaman da, aşıklar meclisinin başına geçersin!
• Aşk, sana çok şeyler kazandırır; şu fanî dünyadan, mekan aleminden kurtulursun, ötelere, mekansızlık alemine gidersin! En önemlisi de, aşk yolunda sana engel olan, seni nefsanî arzulara doğru çekip götüren bedenden, kendi maddî varlığından ayrılırsın da kendinde kendi öz varlığını bulur, onunla beraber Hakk yoluna düşer, yol alırsın; tıpkı deredeki su gibi, bineksiz, ayaksız yürür gidersin! 133
133 Kendinden kurtulmakla ilgili olarak Hz. Mevlana, Mesnevî'nin V. cildinin 269-270 numaralı beyitlerinde şöyle buyuruyor: "Başkasından kaçan, ondan uzaklaşınca kurtulur! Ben ise, hem kendimin düşmanıyım, hem de kendimden kaçıp kurtulmak istiyorum! Kaçarken kendimi de beraber götürdüğüm için kendimden kurtulmama imkan yok! Bu yüzdendir ki benim işim, kıyamete kadar durmadan kendimden kaçmaktır!"
• Sen, her acıyı tatlılaştırırsın, her uzağı yakınlaştırırsın! Aşkın ve insanlığınla dokuz kat göklerin üstüne çıkarsın da, kendinden kurtulduğun için, artık maddî varlığın nura perde olmaz!
• İçindeki heva ve hevesi, nefsanî arzuları atarsın, bomboş bir hale gelirsin ve nefes almaksızın canlı kalırsın! "Ya Hu" denizine batınca, artık, "Ya Hu" diyemez olursun! 134
134 "Hu, Hüve": Arapça "0" zamiridir. "O", burada Allah'ı göstermektedir. "Ya Hü", (Ey Allah manasına gelmektedir. Dervişler Allah'ı anarken; "Ya Hu" yahut sadece "Hu" diye anarlar "Ya Hu denizi": Hakikat denizini göstermektedir. Arif hakikat denizine varınca, onda yol olur. Bir damla denize düşünce, damladan eser kalır mı?
• Sen, her eve pencere olursun; yani, Hakk yoluna düşmüş kişilerin irfar sahibi olduğun için gönüllerine senden nur doğar! Her bağ, seninle gül bahçesine döner, senlikten benlikten kurtulur. Kendi varlığını yok edersen, sen benimle olmaksızın ben olursun!
• Gerçek aydınlığa kavuştuğun için, artık, aydınlık istemezsin! Kendinle hiç, ilgilenmezsin; padişah gibi, fakirleri, kimsesizleri yedirip içirirsin! Yani, manî yoksullarını nurunla aydınlatırsın! Etrafa manevî nurlar saçtığın halde, kendin göstermek için ay gibi, bulutlar arkasına gizlenirsin, karanlıklar ararsın!
• Can istemezsin, can bağışlarsın; her derde derman olursun! Sen, kendinden geçtiğin için, kendi yarana merhem aramazsın da, başkalarının yaralarına merhem olursun!
1367. Kalk da, fanî olmayan, ölümsüz olan yaratıcının eserlerini seyret!
Mefulü, Mefa'îlü, Mefa'îlü, Fe'ulün
(c. VI,2624)
• Sevgili! Kalk da bak; can var, cihan var, gençlik var! Güneş de doğdu, etrafa parlak, göz kamaştırıcı ışıklar saçıyor!
• Ey zamanımızın Yusufu, ey güzel varlık; kalk! Hani, Züleyha'nın rüyasında arayıp durduğu, fakat bir türlü bulamadığı bir güzel, bir güzellik vardı ya, sen, ondan yüz kat daha güzelsin!
• Solda, sağda her tarafta mahluktan, yaratılmıştan, Halık'a, Yaratan'a bir işaret var, bir belge var! Yaratan'ın varlığına, yaratma gücüne en güzel belge sensin! Fakat gönülsüz aşık, bir belge ile kanaat etmez, daha çok belge arar!
• Kalk da, fani olmayan, ölümsüz olan yaratıcının yarattığı eserlerdeki ihtişamı, güzelliği seyret! Seyret de, fani dünyadan, dünyaya ait işlerden, nimetlerden çabucak vazgeç, kurtul!
• Eşsiz olan o büyük varlık, aziz bir ömürdür, bir hayattır, bir yaşayıştır! Sen, yaradanı düşünmekten, onun varlığını hissetmekten kaçamazsın! 0, dünyanın ruhudur, dünyayı yaşatan odur; sense bir şekilden, bir gölge varlıktan ibaretsin!
• 0 aziz varlık öyle güçlüdür ki, taştan yonttuğu bir şekle bile dokunsa onu canlandırır; sen taştan aşağı mısın? Sen bu candan mahrum kalırsan, sana yazık olur; kalk da, onu kendi varlığında hisset, sen de canlan!
1368. Hayalin gelmiş, gönlümü okşuyor!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. VI,2598)
• Ey bizim canımız, cihanımız; bir an için olsun lütfetsen de yüzünü bize döndürsen, yüzüne bakmamıza müsaade etsen ne zarar edersin? 135
135 Bir İranlı şair, bütün güzelliklerin Hakk'ın güzelliğinin bir tecellisi olduğu inancına vardığı için:
"Sevgilim! Senin güzelliğin, Allah'ın lütuflarının bir aynasıdır; bırak da, aynada Hakk'ı görelim!" diye yazmıştır.
• Ey yüzü ateş gibi parlak olan, nurlar saçan güzel; ey gül gibi güzel kokar varlık! Nasıl da güzel bir yüzün, nasıl da hoş bir kokun var!
• Senin güzel hayalin, her zaman gözümün önünde dolaşıyor; böylece, uyanık olduğum halde, yine de hoş bir rüya görüyorum!
• Hayalin gelmiş, gönlümü okşuyor; zavallı gönlüm de, bu iltifattan ötürü kabına sığamıyor!
• Ayın ondördüne benzeyen yüzünden mi, onun görüşündeki nurdan mı bahsedeyim? Bambaşka olan, hiç kimseye benzemeyen ruhundan mı, yoksa, senin dertlere derman oluşundan mı söz edeyim?
• Bahçedeki gül dalı seni görmüş de, utanıp başını önüne eğmiş; bülbül de, benim feryadımı duyduğu için ötmez olmuş!
• Aklını başına al da, her şeyden vazgeç! Çünkü, onun bulunduğu yerde senin bulunmana imkan yok! Hem o, hem sen bir yerde olamazsınız; onun bulunduğu yere sen sığamazsın; orada, ondan başka dost, ondan başka yardımcı olamaz!
• Her ne olursa olsun, ey göz; sakın ümitsizliğe düşme! Bahar bulutu haline gel de, aşkla inciler saç!
1369. Benden daha çok "ben" olan; gel, gözümde yerini al!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. VI,2798)
• Ey benden daha çok ben olan, benim benliğimi yok edip ben kesilen; gel! Gel benim gözümde otur! Otur da, senin nurlu, güzel yüzüne göre ayın ne kadar küçük, ışığının ne kadar hüzünlü, solgun olduğunu gör! Çünkü sen, aydan daha parlaksın; daha hoş, daha parlak ışıklar saçıyorsun!
• Bahçeye gel de, güller, senin güzelliğini, gül yanaklarını görsünler, utansınlar, renklerini, kokularını kaybetsinler! Çünkü sen, yüzlerce bağ ve bahçeden, yüzlerce gülşenden, gül bahçesinden daha güzelsin, daha edalısın! Aslında, sen kendin dünyada benzeri olmayan Hakk'ın solmaz güller ihsan ettiği, bir gül bahcesisin!
• Bahçeye gel de, uzun boyu ile öğünen selvi, senin boyunu görünce utansın, küçülsün, boyunu gizlesin! Süsen de görsün seni ve dilini yutsun! Çünkü sen, ondan daha üstün, daha güzel bir süsensin!
• Ey can mumu! Lütuf zamanında, mumdan bile daha yumuşaksın; nazlanma vaktinde ise, çelikten de sertsin!
1370. Ey benim kararsız gönlüm; sen nerelisin, nereden geldin?
Müfte'ilün, Mefa'îlün, Müfte'ilün, Mefa'îlün
(c. V, 2480)
• Ey benim kararsız gönlüm! Doğru söyle; sen, nasıl değerli bir cevhersin? Ateş misin, rüzgar mısın, insan mısın, peri misin; nesin sen?
• Sen nerelisin; nereden, ne taraftan geldin? Geldiğin yokluk aleminde neler görmüşsün ki, yine yokluğa gidiyorsun?
• Senden başka her hayvan, her canlı yokluktan kaçar, sakınır; sense, varını yoğunu yokluğa doğru çekip götürüyorsun!
• Sen, sanki bu dünya dağının üstünden aşağılara doğru akan bir selsin; başını taşlara, kayalara çarparak, köpürerek, ağlayarak hızla mekansızlık denizine doğru koşuyorsun!
• Senin, bu aşkla geldiğin yere, aslına doğru koşuşundan, bahar mevsimi de şaşırıp kalmış bahçelerde... Sen nasıl bir gülsün, nasıl bir nergissin? Senin yüzünden, hem süsen hem de selvi sarhoş olmuşlar ve süsen yerlere serilmiş, selvi ise ayakta duramıyor, yıkılacak gibi sallanıyor!
• Ben, insanların içindeyim, onların aralarındayım, onlarla beraber yaşıyorum! Fakat, toprakta gizlenen halis altın gibi, onlardan kaçmışım, onların içinde olduğum halde onlardan ayrılmışım!
• Altın, binlerce defa; "Ben altınım!" diye bağırsa, madeninden dışarı çıkmadıkça, kimse ona müşteri olmaz, kimse onu almak istemez!
1371. İnsanı Hakk'a ulaştırmayan bilgiden daha beter işkence yoktur!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'îlün
(c. VI,2922)
• Sen, hem mumsun, eriyorsun, yanıyorsun, ağlıyorsun ama, çevreni aydınlatıyorsun! Sen, hem gönül alıcı bir güzelsin, hem de güzelliğin ile insanları sarhoş eden bir şarapsın, kış ortasında bir bahar gibisin!
• Her taraf, aşkından yanmış yakılmış; güneş ve güneş gibi yüzbinlerce varlık da, senin ateşinle yanmış, kül olmuş!
• Senin ateşin, daima kuru kamışlara düşer ve onları cayır cayır yakar! Şeker bu hali görmüş de, senin ateşinle yanmak arzusu ile gelip kamışın içine girmiş, gizlenmiş!
• Aşkın ile, yüzbinlerce kişinin başını kestin! Hiç bir can, cesaret edip de "Hey! Beni niye kesiyorsun, ben ne suç işledim?" diyemedi!
• İnsanın aşkını artırarak, onu Hakk'a ulaştırmayan bilgiden beter işkence yoktur! "îyi, kötü" diye insanları ayıranlara, ayrı görenlere yazıklar olsun!
• Mısır'daki kadınlar, Yusuf aleyhisselamın güzelliğini gördüler de, kendilerinden geçtiler, ellerini doğradılar ve; "Of!" bile diyemediler!
• Miraç gecesinde Peygamber Efendimiz, ilahî aşk ile kendinden geçti de yüzbinlerce yıllık yolu aşıverdi!
• Ey Tebrizli Şems; sen de bizi aşkla yok et! Çünkü, sen bir güneşsin; biz de gölgeleriz!"
1372. Akıl bana; "Seni hoş edip aşk yoluna düşürmek için şarap oldum!" dedi!
Fa'ilatün, Fa'ilatün, Fa'ilat
(c. VI, 2924)
• Aşıklardan kaçıp uzaklaşan o hurinin aşkından ah ederim!
• Aşkın öldürüşünde, yepyeni bir hayat, bir dirilik vardır; hastalık bile, onun yüzünden bir sıhhat, bir sağlık olmuştur!
• Aklıma; "Ey aklım; neredesin? Seni bulamıyorum!" diye sordum! Akıl dedi ki: "Ben, sana artık yol gösterecek değilim; senin dünyaya olan bağlılığını koparmak, seni sarhoş edip aşk yoluna düşürmek için şarap oldum! Bu yüzden, benim özümle hiç bir ilgim kalmadı!
• Canını yak, külünü sürme et, gözüne çek de, o can sürmesi yüzünden, artık, iki dünyada da körlük kalmasın, her şeyi açıkça gör!
• Cansız canlar, sema'a girsinler, canlansınlar da, ezel balının etrafında arılar gibi dönüp dursunlar!
• Şems-i Tebrîzî hazretleri de, Allah'ın kudreti ile, bütün kırılmış kalpleri tamir etsin!"
1373. Ölümsüz bir canın var; neden ölümden boş yere korkuyorsun?
Mefülü, Mefa'îlün, Mefulü, Mefa'îlün
(c. V, 2594)
• Ey zavallı insan! Ölümsüz bir canın var; neden boş yere ölümden korkuyorsun? Sen, Allah'ın bir nuruna maliksin; bu nurla sen, o daracık mezara sığabilir misin?
• Gönlünü hoş tut; alem, sende bulunan o incinin, o ilahî emanetin yüzünden, baştan başa altın kesildi! Gönül verdiğin o güzel varlığa benzer bir güzel nerede var; öyle bir güzeli gösterebilir misin?
• Beden, aşk ile arkadaş olunca, onunla düşüp kalkmaya başlayınca dayanamadı da, kendini fazlaca içkiye verdi! Ey hoca; neden benim bu halimden ürküyorsun da, bana bakıp yüzünü ekşitiyorsun?
• Renksizlik aleminde, mest olup kendinden geçmek var, şuhluk var! Ey şeyh efendi; senin gönlün neden böyle daralıyor, neden kendini gamları kederlere kaptırıyorsun? Herhalde, senin aşktan haberin yok!
• Bu kadar kedere kapılma, bu kadar çok gam yeme! Ne zamana kadar böyle yaslara gömüleceksin? Sen, acılar çekmeye, yaslara gömülmeye layık değilsin! Bizim sana bağışladığımız o sevgiyi kaybetmedinse, gamı kederi bırak da, bizimle beraber ol, bizimle aynı renge boyan!
• Sevgili! Verdiğin nüurla, can, öyle manevî bilgiler elde etti, öyle derin bir bilgin oldu ki... Buyur ey efendimiz, buyur; sende de şarap dolu kadehler var!...
1374. Hep istediğiniz burada, sevgilinin yanında!
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. V, 2593)
• Ay mı istiyorsun, güneş mi arzu ediyorsun? İşte; ay da burada, güneş de burada! Yok, feyizli seher vaktinin gelmesini, sabah olmasını mı istiyorsun? Onlar da, işte şurada, sevgilinin yanında!..
• Ey Kenan Yusufu, ey Süleyman'ın canı; taç ve taht mı istiyorsun? İşte taç, işte taht; onlar da burada, sevgilinin yanında!..
• Ey savaşların Hamzası, ey cenklerin Rüstemi! Kılıç, kalkan istiyorsanız, başka yerde aramayın; onlar da burada, sevgilinin yanında!..
• Ey hoş gül kokulan koklayan bülbül, ey tatlı sözler söyleyen papağan; gül mü istiyorsunuz, şeker mi arzu ediyorsunuz? Geliniz, geliniz; gül de burada, şeker de burada, sevgilinin yanında !
• Ey Hakk yoluna düşen, Hakk'ı arayan, ilahî tecelliye mazhar olmak dileyen zamanın Musası! Hakk'ı görecek mana gözü, O'nun buyruklarını duyacak mana kulağı istiyorsan, işte, onlar da burada, sevgilinin yanında!..
• Ey gönlü kinle, nefretle dolu şeytan, ey bizim eski düşmanımız; fitne mi istiyorsun, fesat mı istiyorsun, şer mi arzu ediyorsun? 0 kötülüklerin hepsi burada, sevgilinin yanında!..
• Sus; bu kadar fazla söyleme! Kalk Hakk yoluna düş! Yol arkadaşı mı istiyorsun? İşte burada; sevgili yol arkadaşı! Başka ne arıyorsun?..
1375. Gaflet uykusuna dalmışız da, gözümüz perdeli; göremiyoruz!
Mefülü, Mefa'îlün, Mef'ulü, Mefa'îlün
(c. V, 2580T
• Ey şaşkın bakışlı kişi; ırmağın kıyısına gel! Gel de, duru sudan iç; suyun üstünde dönen dolap gibi, ne diye boş yere dönüp duruyorsun?
• Baksana; ova şekerlerle, deniz de incilerle dolu! Ama çalışmadıkça, sebeplere el atmadıkça, Hakk'ın bu lütuflarından, bu ihsanlarından bir arpa tanesi bile elde edemezsin!
* Eğer sen güzelliklere, güzel şeylere bakmaktan hoşlanıyorsan, neden gözünü açıp da bakmıyorsun? Ay ışığının güzelliği, gözleri açıp bakmaya değmez mi?
• Biz, susuz kalmışız; her.tarafta; "Bir ab-ı hayat çeşmesi buluruz." ümidine kapılmışız! Halbuki önümüzde, arkamızda deniz gibi cömert birçok şeyler bağışlayan, veren bir ele sahip, tek, eşsiz, sayısız şeyler ihsan eden, lütuflarda bulunan biri var!
• O'nunla bizim aramızda nasıl bir yol var; hangi yola düşersek O'na varabiliriz? Bizim, hakikati görmekteki eksikliğimizden, perdeli oluşumuzdan başka bir şey yoktur! Aramızdaki perde nedir? Ağır bir gaflet uykusuna dalmışız da, gözümüzü açamıyoruz! Bu yüzden, O'nunla bizim aramıza perde gerilmiş!
• Hakk'ın lütfettiği buluttan, altı nur, yani altı duygu yağıp durmada! Beden bir dam gibidir; altı duygumuz da (görme, işitme, tatma, yoklama, koklama ve bir de seziş duygusu), o damın kenarlarındaki birer oluktur!
• Her gece biz uykuya dalınca, o altı kaynak, altı duygu durur ve o oluklardan bir şey akmaz olur! 0 duyguları veren, o kapıları açan, onları, bazan rüya alemine doğru götürür!
• Gündüzleri güneş, geceleri de ay, bazan kuyuya düşerler ve Hakk, onlar aletsiz ipsiz çeker, kuyudan çıkarır!
• Hakk'ın muhteşem ve şaşırtıcı yüzlerce sıfatı, yüzlerce güzel eserleri var Onlar, senden gizlidir; onları göremiyorsun; gördüklerine de akıl erdiremiyorsun! Çünkü sen, zayıfsın, zavallısın; onun gibi gücün kuvvetin yok!
• Sayısız eserlerle dolu, dayalı döşeli yeryüzü, bir çok güneşlerin, yıldızların dönüp durduğu gökler, hatta sınırı olmayan göklerin ötesi bile, Allah'ın kudretli avucunda korkularından cıva gibi titrer dururlar!
1376. Nerede sevgilimin yüzünden senin yüzüne akseden nur?
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mefulü, Mefa'îlün
(c. V, 2589)
• Allahım! Zümrüt renkli dokuz kat göğü havada, sonsuz boşluk içinde hapsettin; topraktan yarattığın insanı da, çarkla beraber oynatıp duruyorsun!
• Ey su; sen neler yıkamaktasın; göklerden, insanların kirlerini yıkamaya mı geldin? Ey rüzgar; sen de eserek, dünyayı dolaşarak gizlenmiş insan mı arıyorsun? Ey yıldırım; neden gürlüyorsun? Ey gök; ne diye dönüyorsun?
• Ey aşk; neden gülüyorsun? Ey akıl; hırsımızı mı bağlamak istiyorsun? Ey sabır; neden rahat oturuyorsun? Ey yüz; sana ne oldu; birisinden mi korktun ki, sarardın?
• Vefalı olmak hususunda başın ne değeri vardır; canın, cömertlik yönünden ne değeri vardır?
• Kamil o kişiye derler ki, yokluğa av kesilir, can verir! Çünkü, birlik (=vahdet) dairesine bir kıl bile giremez!
• Eğer benim ay yüzlü sevgilimi gördüysen, nerede onun yüzünden senin yüzüne akseden ve parıl parıl parlayan nur? Can şarabını içtiysen, onun verdiği sarhoşluk nerede? Galiba, can şarabı sana tesir etmedi!
• Gönlünü yıkayıp kötü huylardan, kötü düşüncelerden temizlyememişsin! Yüzünü yıkamaktan sana ne fayda var? Hırstan, tamahtan süpürgeye dönmüşsün; toz toprak içindesin!
• Benim her günüm Cuma'dır; ben, daima hutbe vermekteyim! Şu minberim yücelerden yücedir; ben, mertlik ve insanlık maksuresinde oturmaktayım!
• Şu hutbe okunan minberin basamağı, yeri gelir de, insanlardan boşalırsa, canlar, melekler Hakk'ın emri ile gayb aleminden birini bulurlar gönderirler, oraya oturturlar; o minberi, asla boş bırakmazlar!
1377. Çeng, niçin ağlayıp inliyor? Senden ayrı düştü de ondan!..
Mef'ulü, Mefa'îlün, Mef'alü, Mefa'îliin
(c. V, 2590)
• Ey perdeler perdesi, ey gizliden de gizli olan güzel varlık! Bir bak da, gör bize neler ettin, neler!.. Gönlü de aldın götürdün, canı da; burada hiç bir şey bırakmadın!
• Ey hevesleri, istekleri alıp götüren; ey gönül kuşlarının kafeslerini kırıp döken güzel! Haberin var mı; gönül kuşumuzu da yaraladın! Sonra da, hiç bir şey yapmamış gibi, göklere doğru uçup gitmeyi düşündün!
• Uçup gitmeye de kalksan, bize eza ve cefa etmeyi de tasarlasan, biz bir şey yapamayız! Nasıl cesaret eder de sana; "Dostum; bize neler ettin?" diyebiliriz?
• 0 yanıp yakılan mum, neden sessizce ağlıyor? Neden ağladığını, sana söyleyeyim: Sen, sıkıntılar verdin, kahrettin; onu, balından ayırdın! Sonra da mum haline getirdin, onun içine ateş düşürdün; onu yakıyorsun! 0 ağlamasın da kim ağlasın?
• Ya o çeng neden durmadan ağlayıp inliyor? Dur; sebebini sana söyleyeyim: Senden ayrı düştüğü için! Onun boyu, bu kölenin boyu gibi kamburlaştı, iki büklüm oldu da, o yüzden ağlıyor, inliyor!
• Bunca cefalar edersin fakat, güzel yüzünü gösterince, her şey unutulur zehir zehirliğini kaybeder, şeker olur; benim derdim de, deva haline gelir!
• Her yaprak, yiyecek bulamadı da el açtı, sana duaya başladı! Onların ağızsız dilsiz yalvarmalarına dayanamadın, keremler ettin, lütuflarda bulundun ve ilkbaharda, onlara süslü elbiseler giydirip çeşitli yiyecekler vererek dileklerin yerine getirdin!
1378. Gel; gel ki, derdinle sevdalara düştüm!
Mefa'îlün, Fe'ilatün, Mefa'îlün, Fa'ilün
(c. VI, 3097)
• Gel; gel ki, derdinle sevdalara düştüm! Kapıdan gir, içeri gel; içeri gel ki çok perişanım; can vermek üzereyim!
• "Acaba, acaba" diyorum; "Evden halimi sormak için mi çıktın; senin aşkının delisi olduğum için, ne hale geldiğimi, zavallılığımı gel de, kendi gözlerinle gör!
• Geldin, değil mi? Peki armağan olarak bana ne getirdin? Onu bana ver; bana ver yahut getirdiğini önüme koy da, şöyle karşımda otur! Hiç olmazsa, bir an için olsun, karşımda dinlen, dinlen!..
• Gitme; gitme, yalvarınm sana! Neden biraz oturup dinlenmeden hemen gitmek istiyorsun? Söyle; söyle, neden bana gelmede gecikiyorsun; neden hep böyle geç geç geliyorsun?
• Senden ayrı düştüğüm için her an, nefes nefes feryadlar etmedeyim ve zaman zaman güzel yüzünü görmediğim için sevdalara düşmedeyim!
• Hiç olmazsa, bundan sonra, sakın cefa yolunu arama; arama! Bu cefaları yapma; yapma ki, işimiz kötüye doğru gidiyor; her şey anlaşılacak, aleme rezil olacağız!
• Geldin, birazcık oturdun, hemen gidiyorsun! Git, git; istemiyorum! Nasıl da, salına salına, işvelerle gidiyorsun! Ama, gitme; dayanamıyorum! Gel, gel; ne hoş cilveler yapıyorsun; sen, ne de edalı dilbersin?