(20) باب بيان
كون النهي عن
المنكر من
الإيمان. وأن
الإيمان يزيد
وينقص. وأن
الأمر
بالمعروف، والنهي
عن المنكر
واجبان
20- KÖTÜLÜKTEN
SAKINDIRMANIN İMANDAN OLDUĞUNUN, İMANIN ARTIP EKSİLDİĞİNİN, İYİLİĞİ EMREDİP,
KÖTÜLÜKTEN ALlKOYMANIN VACİB OLDUĞUNUN BEYANI BABI
78 - (49) حدثنا
أبو بكر بن
أبي شيبة.
حدثنا وكيع بن
سفيان. ح وحدثنا
محمد بن
المثنى. حدثنا
محمد بن جعفر.
حدثنا شعبة
كلاهما عن
لقيس بن مسلم،
عن طارق بن
شهاب. وهذا
حديث أبي بكر.
قال: أول
من بدأ بالخطبة،
يوم العيد قبل
الصلاة،
مروان. فقام
إليه رجل.
فقال: الصلاة
قبل الخطبة.
فقال: قد ترك
ما هنالك.
فقال أبو
سعيد: أما هذا
فقد قضى ما
عليه. سمعت
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم يقول "من
رأى منكم
منكرا
فليغيره بيده.
فإن لم يستطع
فبلسانه. ومن
لم يستطع
فبقلبه. وذلك
أضعف الإيمان".
[:-175-:] Bize Ebu Bekr b. Ebi Şeybe tahdis edip dedi ki: Bize
Veki', Süfyan'dan tahdis etti (H) Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis edip
dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer tahdis edip dedi ki: Bize Şu'be tahdis etti.
(Süfyan ile birlikte) ikisi Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan -bu Ebu Bekr'in rivayet ettiği hadistir-
dedi ki: Bayram günü namazdan önce hutbe okumayı ilk başlatan kişi Mervan'dır.
Bir adam ona kalkıp: Namaz hutbeden öncedir, dedi. Mervan ortada terkedilmiş
(daha başka) şeyler de vardır, dedi.
Ebu Said bunun üzerine:
Bu adam üzerine düşeni yerine getirdi. Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'i şöyle buyururken dinledim, dedi: "Sizden kim bir kötülük görürse
onu eliyle değiştirsin eğer gücü yetmezse diliyle yine gücü yetmezse (l/69a)
kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın en zayıf halidir. "
Diğer tahric: Ebu
Davud, 1040, 4340; Tirmizi, 2272 bu hasen, sahihtir diyerek; Nesai, 5023
-muhtasar olarak-, 5024 -olayı zikretmeksizin-; İbn Mace, 1275, 4013;
Tuhfetu'l-Eşraf, 4085, 4032
A.DAVUDOĞLU AÇIKLAMASI İÇİN BURAYA TIKLA
NEVEVİ ŞERHİ: Hadisteki "bayram günü namazdan önce hutbe okumayı ilk
başlatan kişi Mervan' dır" ifadeleri hakkında Kadı Iyaz (rahimehulIah)
şöyle diyor: Bu hususta ihtilaf vardır. Burada bizim gördüğümüz gibi rivayet
edilmiştir. Namazdan önce hutbeyi ilk okuyan kişinin Osman (radıyalIahu anh)
olduğu söylendiği gibi, Ömer b. el-Hattab (radıyalIahu anh) olduğu da
söylenmiştir. O insanların namazın tamamlanmasından sonra gidip hutbeyi
beklemediklerini görünce böyle yapmıştı. Hayır, bunun için değil de evi
uzaklarda olan ve bundan dolayı geciken kimselerin namaza yetişmeleri için
böyle yapmışlardır diye de açıklamışlardır. Bu uygulamayı ilk başlatanın Muaviye
olduğu İbn ez-Zubeyr (radıyalIahu anh)'ın da bunu yaptığı söylenmiştir ama Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den, Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyalIahu
anhum)'dansabit olan, önce namazın kılınmasıdır. İslam aleminin değişik
yerlerindeki fukaha topluluğu da bu kanaattedir. Hatta bazıları bunun icma
olduğunu dahi kabul etmiştir. Bununla -Allahu a'lem- bu ihtilaftan sonra
ihtilafın gerçekleştiğini kastetmekte yahut raşid halifelerin ve birinci asrın
icmaından sonra Umeyye oğullarının muhalefetine iltifat etmediği için böyle
söylemiş olmalıdır. Bundan sonra Ebu Said'in: Bu üzerine düşeni yaptı sözlerini
o pek büyük kalabalık huzurunda söylemesi ise onlar nezdinde sünnetin Mervan'ın
yaptığının aksine yerleşmiş olduğunun delilidir. Bunun böyle olduğunu Ebu
Said'in şu sözlerini delil göstermesi de açıkça ortaya koymaktadır: RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim: "Sizden kim bir
kötülük görürse onu ... değiştirsin." Eğer kendisi ve hazır bulunanlar
bunun böyle olduğuna inanmış olsaydı yahut daha önce bu uygulama görülmüş ya da
böyle bir sünnet geçmiş olsaydı ona kesinlikle münker (kötülük) demezdi. Bunda
da Mervan' dan önce herhangi bir halifenin böyle bir uygulama yapmadığına ve
Ömer, Osman ve Muaviye' den onların bu uygulamayı yaptıklarına dair gelen
naklin sahih olmadığına delildir. Allah en iyi bilendir.
"Bir
adam ayağa kalkarak ona: Namaz hutbeden öncedir dedi. .. Onu eliyle
değiştirsin" hadisiyle ilgili olarak şöyle bir soru sorulabilir: Ebu Said
(r.a.) nasıloldu da böyle bir münkere/kötülüğe karşı çıkmakta gecikti de bu
adam ondan önce bu işi yaptı. Cevabı şudur: Mervan'ın hutbeyi öne almayı
gösteren sebeplere ilk başladığı sırada Ebu Said'in orada bulunmaması ihtimali
vardır. Bundan dolayı bu adam ona karşı çıktı sonra onlar konuşmakta iken Ebu
Said içeri girdi.
Ebu
Said'in ta baştan itibaren arda bulunmakla birlikte kendisi ya da başkası
aleyhine tepki göstermesi sebebiyle bir fitnenin ortaya çıkacağından korkmuş
olma ihtimali de vardır. Başkasının tepki göstermesiyle onun münkeri değiştirme
yükümlülüğü de üzerinden düşmüş oldu fakat diğer adam -mesela- aşireti güçlü
olup, kendisi de ona dayandığından hiçbir şeyden korkmadı ya da başka bir sebep
dolayısıyla bunu yaptı ya da korkmuş olmakla birlikte kendisini tehlikeye atmış
olabilir. Bu gibi durumlarda ise böyle bir şey caizdir hatta müstehaptır. Bir
diğer ihtimal de şudur: Ebu Said karşı çıkmak isterken o adam ondan erken
harekete geçmiş, Ebu Said de onu desteklemiş olabilir. Allah en iyi bilendir.
Diğertaraftan
Buhari ve Müslim'in -Allah ikisinden de razı olsun- bayram namazı babında
ittifakla tahriç ettikleri bir hadiste belirtildiği üzere minbere çıktığını
görünce Mervan' i elinden çeken Ebu Said idi. Her ikisi de birlikte gelmişti.
Mervan da ona bu adama verdiği şekilde cevap vermişti. Bunların iki ayrı
olayalma ihtimali vardır. Birisi Ebu Said'in başından geçen olay, diğeri ise
Ebu Said'in huzurunda adamın başından geçen olay. Allah en iyi bilendir.
"Bu
adam üzerine düşeni yaptı" ifadesinde ise Ebu Said'in de aynı şekilde bu
kötülüğe karşı çıktığı açıkça ifade edilmektedir.
EMR-İ Bİ’L-MA’RUF NEHİY ANİ’L-MÜNKER
(İyiliği Emretmek ve MünkerilKötülüğü Değiştirmek )
Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onu değiştirsin" emri ümmetin
icmaı ile icap (farz) bildiren bir emirdir. İyiliği emredip, kötülükten
alıkoymanın vücubunu kitap, sünnet ve ümmetin İcmaı ortaya koymuştur. Aynı
zamanda
bu,
dinin kendisi olan nasihat türündendir. Bu hususta bazı Rafızller dışında
muhalefet eden olmamıştır, onların muhalefetlerinin de bir değeri yoktur.
Nitekim İmamu'l-Harameyn İmam Ebu'I-Meal1 de böyle demiştir. Onların bu
husustaki muhalefetleri önemsenmez çünkü Müslümanlar onlar ortaya çıkmadan önce
bunun üzerinde icma etmişlerdir. Bu amelin farziyeti -Mutezile'nin kanaatinin
aksine- akıl ile değil, şeriat iledir. Aziz ve celil Allah'ın: "Siz
kendinize bakınız eğer siz hidayet bulursanız sapıtanıarın size zararı
olmaz" (Maide, 105) buyruğu da bizim sözünü ettiğimiz hükme aykırı
değildir çünkü ayetin anlamı ile ilgili olarak muhakkikler tarafından kabul
edilmiş doğru açıklama şekli şudur: Eğer sizler yükümlü tutulduğunuz işleri
yerine getirecek olursanız başkalarının kusurlu hareket etmesinin size zararı
olmaz. Yüce Allah'ın:
"Hiçbir
nefis bir diğerinin günah yükünü yüklenmez." (İsra, 15) buyruğu gibidir.
Durum böyle olduğuna göre kişinin yükümlü kılındığı hususlardan birisi de
iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaktır. (2/22) O bunu yerine getirmekle
birlikte muhatap olduğu kişi onun dediğini yapmayacak olursa artık bundan sonra
emrolunduğunu yerine getiren kimsenin kınanması sözkonusu olmaz çünkü o
görevini yerine getirmiş olur. Ona düşen emretmek ve yasaklamaktır, kabul
edilmesini sağlamak değildir. Allah en iyi bilendir.
Diğer
taraftan iyiliği emredip, münkerden alıkoymak farz-ı kifayedir.
İnsanların
bir kısmı gereğini yerine getirecek olurlarsa diğerlerinden vebal düşer. Fakat
herkes onu terk edecek olursa mazeretsiz ve korkusuz olarak onu yapabilecek
durumda olan herkes günahkar olur. Bazı hallerde farz-ı ayn olarak muayyen
kimseler hakkında sözkonusu olabilir. Bir işin hükmünü kendisinden başka
kimsenin bilemediği bir yerde bulunması yahut onu ancak kendisi ortadan
kaldırabilecek durumda olması hali gibi. Eşini, çocuğunu ya da kölesini bir
münkeri işlerken gören ya da bir marufta kusurlu hareket ettiğini tespit eden
kimsenin durumu gibi.
İlim
adamları {Allah onlardan razı olsun} şöyle demişlerdir: Kendi zannınca fayda
vermediğini düşündüğü için iyiliği emredip, münkerden alıkoymak yükümlülüğü
mükellefin üzerinden kalkmaz. Aksine (bu düşünceye sahip olsa dahi) bu görevi
yerine getirmesi gerekir çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir. Daha önce de
ona düşenin iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamak olduğu, kabul edilmesini
sağlamak olmadığını da belirtmiş idik. Nitekim aziz ve celi! Allah da:
"Resule düşen tebliğden başkası değildir." (Maide, 99) buyurmaktadır.
İlim adamları buna hamamda ya da başka bir yerde avretini kısmen açmış bir
kimseyi göreni ve buna benzer durumu örnek vermişlerdir. Allah en iyi bilendir.
İlim
adamları der ki: iyiliği emredip, kötülükten alıkoyan kimsenin verdiği emri ya
da yasakladığı hususu gereğince yerine getiren, halinde eksiklik bulunmayan bir
kişi olması şart değildir. Aksine yerine getirilmesini emrettiği hususu kendisi
ihlal etse dahi emretmekle yükümlüdür, vazgeçilmesini söylediği yasağı kendisi
işleyen birisi olsa dahi yine yasaklamalıdır çünkü böyle bir kimseye iki görev
düşer. Kendisine iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak, bir de başkasına
iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak. Bunlardan herhangi birisini gereği gibi
yerine getirmeyecek olursa diğerini ihlal edip, yerine getirmemesi onun için
nasıl mubah görülebilir?
ilim
adamları der ki: iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak bu hususta resmi
yetkililere ait özel bir görev değildir. Aksine diğer Müslüman fertler için de
bunu yapmak caizdir. imamu'l-Harameyn dedi ki: Buna delil Müslümanların kmaıdır
çünkü birinci asırda ve ondan sonraki asırda yöneticilerin dışındakiler de
bizzat yöneticilere iyiliği emrediyor, onları kötülükten vazgeçirmeye
çalışıyorlardı. Müslümanlar da onların bu yaptıklarını takrir ediyorlar
(reddetmiyarlar}dı. Resmi yetki ve görevleri olmadığı halde iyiliği emredip,
kötülükten alıkoymakla uğraştıkları için de onları azarlamıyar, onlara çıkışmıyorlardı.
Allah en iyi bilendir.
Emredip,
alıkoyma işini ancak emrettiği ve yasakladığı hususu bilen bir kişi yapar. Bu
da emredilen ya da yasaklanan konunun farklılığına göre değişir. Eğer bu iş
açık farzlardan ve herkes tarafından bilinen haramlardan ise -namaz, oruç,
zina, şarap içmek ve benzeri işler gibi- bütün Müslümanlar bunları bilir. Şayet
ince fiil ve sözlerden olup, içtihad ile ilgili hususlardan ise avamın (alim
olmayanların) bununla bir ilgileri yoktur, böyle bir şeye tepki göstermek
hakları da yoktur. Aksine bu alimlerin görevi ve yetkisindedir. Ayrıca ilim
adamları kma ile kabul edilmiş hususlara karşı çıkarlar. Hakkında görüş
ayrılığı bulunan hususlarda ise karşı çıkmak sözkonusu değildir çünkü her iki
mezhep hakkında da her müçtehid isabet eder hükmü sözkonusudur. Muhakkiklerin
pek çoğu ya da çoğunluğuna göre tercih edilen kanaat budur. Bu husustaki diğer
görüşe göre ise isabet eden tek kişidir, hata eden ise bizim için muayyen
olarak bilinmemektedir. Hata eden hakkında da günah sözkonusu değildir fakat
böyle bir kimseye ihtilafın dışına çıkmak için nasihat olmak üzere teşvikte
bulunacak olursa bu yapılan iş güzeldir, sevilen ve ayrıca yumuşaklıkla
yapılması teşvik edilen bir uygulamadır çünkü ilim adamları eğer bir sünneti
ihlal etmeyi yahut başka bir görüş ayrılığı içine düşmeyi gerektirmiyorsa
ihtilafın dışınaçıkmayı ittifakla teşvik etmiş bulunuyorlar.
Kadıların
en kadısı Ebu'l-Hasan el-Maverdi el-Basri eş-Şafii, el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı
eserinde (2/23) devlet yetkilisinin hisbe görevini verdiği kimse eğer içtihad
ehlinden ise insanları fukahanın ihtilaf ettiği konularda kendi mezhebine uygun
hareket etmeye zorlamak yetkisi var mıdır yoksa başkasının mezhebine uygun olan
hususları değiştirmeye kalkışmamalı mıdır hususunda ilim adamları arasında
görüş aynlığı bulunduğunu nakletmektedir. Ona göre daha sahih olan sözünü
ettiğimiz sebepler dolayısıyla başkasının mezhebine uygun olan hali
değiştirmeye kalkışmayacağıdır çünkü fer'i meselelerde ashab-ı kiram, tabiin ve
onlardan sonra gelenler arasında (Allah hepsinden razı olsun) ihtilaf hep
görülegelmiş ve ne hisbe görevlisi, ne de bir başkası başkasının yapbğına karşı
çıkmamışbr. Aynı şekilde ilim adamları der ki: Müftinin de, hakimin de eğer
herhangi bir nassa, bir icmaa yahut açık bir kıyasa muhalif değilse kendisine
muhalif kanaatte olanlara itiraz edemez. Allah en iyi bilendir.
Şunu
bil ki, bu konu yani iyiliği emredip, münkerden alıkoymak ameli uzun
zamanlardan bu yana çoğunlukla ihmal edilmiş, bu zamanlarda geriye ondan
oldukça az birtakım şekli uygulamalar dışında bir şey kalmamışbr. Halbuki bu
husus işi ayakta tutan ve işin en önemli noktasını teşkil eden pek büyük bir
husustur. Kötülük çoğalacak olursa ceza iyi olanı da, kötü olanı da kapsamına
alır. Eğer ilgili kimseler zalimin elini zulümden alıkoymayacak olurlarsa şanı
yüce Allah'ın hepsini cezalandırması uzak değildir. Bu sebeple onun emrine
aykırı hareket edenler kendilerine bir fitnenin gelip çatmasından yahut pek
büyük bir azabın isabet etmesinden sakınmalıdırlar.
O
halde ahireti isteyen aziz ve celil Allah'ın rızasını elde etmek için uğraşan
bir kimsenin bu konuya gereken itinayı göstermesi gerekir çünkü bunun faydası
pek büyüktür. Özellikle de bu önemli görevin büyük bir kısmı ihmal edilmiş
bulunmaktadır. Bu işe kalkışan kimse niyetini halis kılmalı, mertebesinin
yüksekliğinden ötürü herhangi bir kimsenin kendisine göstereceği tepkiden de
çekinmemelidir çünkü yüce Allah: 'Y\ndolsun Allah kendi (dini)ne yardım edene
yardım edecektir." (Hac, 40); "Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa dosdoğru
yola ileti/miş olur." (Al-i İmran, 101); "Bizim yolumuzda mücahede
edenlere elbette yollarımızı gösteririz." (Ankebut, 69); "İnsanlar
"iman ettik" demeleri ile bırakılıverileceklerini ve imtihan
edilmeyeceklerini mi sandılar? Andolsun onlardan önce geçenleri biz imtihan
etmişizdir. Allah elbette doğru olanları da bilir, yalancı olanları da bilir.
" (Ankebut, 2-3) buyurmaktadır.
Bilmeli
ki mükMat yorgunluğa göredir. Aradaki arkadaşlık, sevgi, müdahale, nezdinde
güzel bir konum sahibi olmak, onun yanındaki güzel konumunu sürdürmek gibi bir
sebep dolayısıyla da gerekeni emredip yasaklamayı terk etmez çünkü şüphesiz bir
kimsenin arkadaşlığı, ona sevgi beslemek, onun lehine bir saygı duymayı ve hak
sahibi olmasını gerektirir. Ona nasihatta bulunması, ahirette faydasına
olanları ona göstermesi, ahireti için zararlı olacak hallerden onu kurtarmaya
çalışması da onun haklarının bir kısmıdır. insanın gerçek arkadaşı ve dostu ise
ahiretini mamur etmesi için çalışan kimsedir. isterse bu çalışması sebebiyle dünyasında
eksikliğe sebep olsun. Gerçek düşmanı da ahretinin kaybolması ya da eksilmesi
için çalışan kimsedir. isterse bundan dolayı dünyasında şekle n bir fayda elde
etsin. işte iblisin bize düşman olmasının sebebi de budur. Nebiler de -Allah'ın
salat ve selamları hepsine- müminlerin gerçek velileri, dostları idiler. Çünkü
nebiler müminlerin ahiret menfaatleri için ve onları bu menfaatlere iletmek
için çalışıp çabalamışlardır. Kerim olan Allah'tan bizleri, sevdiklerimizi ve
diğer Müslümanları rızasını elde etme muvaffakiyetini ihsan buyurmasını,
cömertliğiyle, rahmetiyle hepimizi kuşatmasını dileriz. Allah en iyi bilendir.
iyiliği
emredip, kötülükten alıkoyan kimsenin istediğini elde edebilme ihtimalinin daha
yükselmesi için olabildiği kadar yumuşak olması gerekir. imam Şafii (r.a.)
şöyle demiştir: Gizlice kardeşine öğüt veren bir kimse ona samimi olarak
nasihat etmiş ve ona güzel bir iyilikte bulunmuş olur. Açıkça öğüt veren bir
kimse ise onu rezil etmiş ve onu kötüleştirmiş olur.
Çoğu
kimsenin bu hususta önemsemediği noktalardan birisi de şudur:
Bir
kimseyi kusurlu bir mal ya da buna benzer bir şey satarken görecek olursa buna
karşı çıkmazlar ve müşteriye o malın kusurunu bildirmezler. (2/24) Halbuki bu
apaçı!< bir yanlışlıktır. İlim adamları ise açıkça böyle bir işi bilen
kimsenin satıcıya tepki göstermesinin, müşteriye de bunu bildirmesinin
gerektiğini açıkça ifade etmişlerdir. Allah en iyi bilendir.
iyiliği
Emredip Kötülükten Alıkoymanın Mertebeleri Alıkoyup, yasaklamanın nitelik ve
mertebelerine gelince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu sahih hadiste:
"E;liyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle
(değiştirsin)" buyurmaktadır. Yüce Rasulün: "Kalbiyle" buyruğu ise,
kalbinden o işten tiksinsin anlamındadır. Onun bu hali o kötülüğü ortadan
kaldırmak ve onun münkeri değiştirmesi değildir. Ama onun yapabileceği bu
kadardır.
"Bu
ise imanın en zayıfıdır" buyruğunun anlamı da -Allah en iyi bilendir-
neticesi en az olandır, demektir. Kadı lyaz (rahimehullah) dedi ki: Bu hadis
(şeriata uygun olmayanı) değiştirmenin niteliği hakkında önemli bir asıl
dayanaktır. Buna göre değiştirmek isteyen kimsenin değiştireceği şeyi söz ya da
fiil ile ortadan kaldırma imkanını bulabildiği her bir şekil ile değiştirmek
hakkına sahiptir. Batılın aletlerini kırar, bizatihi sarhoşluk veren içkiyi
döker ya da bu işi yapacak kimseye emir verir, gaspedilmiş malları
gaspedenlerin elinden çekip alır, onları bizzat sahiplerine geri verir ya da
imkanı olursa emir vererek bu işleri yaptırır.
Değiştirme
eylemini yaparken elinden geldiği kadar cahil kimseye ve şerrinden korkulan
güçlü zalime yumuşak muamele eder çünkü böylesi onun sözünün kabul edilme
ihtimalini daha da yükseltir. Aynı şekilde bu işi üstlenecek kimsenin bu
anlamdan ötürü salih ve fazilet ehli kimselerden olması müstehabtır. Günahına
dalıp giden ve batıl işlemekte aşırıya kaçan kimseye de -eğer sert
davranmasının etkili olacağından emin olursa- başkalarına davrandığından daha
sert bir şekilde ona tepki gösterir, münkerini değiştirmesini sağlar çünkü
kendisi bu durumda zalim in tasallutuna karşı korunmuş haldedir. Eğer eliyle
değiştirmesinin kendisinin öldürülmesi ya da bu sebeple başkasının öldürülmesi
gibi daha ağır bir münkere sebep teşkil edeceğine dair kanaati ağır basarsa
eliyle değiştirmeye kalkışmaktan uzak durur, dil ile değiştirmek, öğüt vermek
ve korkutmakla yetinir. Eğer söz söylemesinin de benzeri bir zarar vereceğinden
korkarsa kalbiyle değiştirir ve bu hususta onun için genişlik vardır. Yüce Allah'ın
izniyle hadisten kasıt işte budur. Eğer bu husı!sta yardımını alacağı kimse
bulacak olursa onun bu hali silah kullanmaya ya da çatışmaya götürmediği sürece
başkasının yardımını alır. (Eğer böyle bir sonuç verecekse) o takdirde bu
durumu -münker eğer başkaları tarafından işleniyorsa- yetkili kimseye bildirir
yahut onu kalbiyle değiştirmekle yetinir. İşte -isterse öldürülmesine sebep
olsa ve ona her türlü eziyet bundan dolayı yapılsa dahi- açıkça münkeri
değiştirmenin gerekli olduğunu kabul edenlerin kanaatinin aksine bu meselenin
fıkhi incelikleri ve bu hususta doğru uygulama şekli ilim adamlarına ve
muhakkiklerine göre budur. Kadı {rahimehullah)'ın sözleri burada sona
ermektedir.
İmamu'l-Harameyn
(rahimehullah) diyor ki: Büyük günah işleyen bir kimse -eğer sözlü olarak ondan
vazgeçmiyor ise iş çarpışmaya ve silah çekmeye götürmeyecek ise- onu (fiilen)
alıkoymak raiyenin fertleri için uygun görülen bir davranıştır ama iş o noktaya
kadar varacaksa o takdirde konu sultanı (devletin yetkili otoritesini) ilgilendiren
bir husustur. Zamanın valisi haksızlık yapıp, zulmü ve gaddarlığı açıkça ortaya
çıkacak ve yaptığı kötü işlerden söylenen sözle geri kalmayacak olursa o
takdirde hal ve akd ehli olan kimselerin -silah çekmek ve savaşmak yoluyla dahi
olsa- onu görevinden almak üzere anlaşıp ittifak etmeleri gerekir.
-İmamu'l-Harameyn'in sözleri burada sona ermektedir. -
İmamu'l-Harameyn'in
yöneticinin görevden alınması ile ilgili sözünü ettiği bu hüküm oldukça
gariptir. Bununla birlikte onun bu açıklaması onun kötülüğünden daha büyük bir
kötülüğü doğuracağından korkulmaması hali ile ilgili olarak yorumlanır. (2/25)
(İmamu'l-Harameyn ayrıca) dedi ki: İyiliği emreden kimsenin araştırmaya,
gizlilikleri ortaya çıkarmak için çalışmaya, tecessüs yapmaya, zan ile hareket
ederek evlere baskın yapmaya hakkı yoktur. Aksine özel bir çaba harcamaksızın
bir münkeri tespit ederse (onu değiştirmeye kalkar). -Bu İmamu'l-Harameyn'in
sözüdür.-
Kadıların
en kadısı Maverdi de şöyle diyor: Hisbe görevlisinin açıkça işlenmeyen haramları
(zandan hareketle) araştırmak hakkı yoktur. Herhangi bir emare yahut ortaya
çıkmış izlerden hareketle bir topluluğun bu işi gizlice yaptıkları zannı ağır
bir kanaat halini alması iki türlü sözkonusu olur. Birincisi böyle bir kanaatin
telafi edilmesi imkanı ortadan kalkacak şekilde bir haramın çiğnenmesi
suretiyle ortaya çıkabilir, doğru söylediğinden emin olduğu bir kişinin bir
adamın bir başka adamı öldürmek maksadıyla yahut bir kadını onunla zina etmek
amacıyla kıstırdığını haber vermesi halinde olduğu gibi telafi edilemeyecek bir
halin ortaya çıkma korkusu ile tecessüs yapması, durumu açığa çıkarmaya
kalkışıp araştırması aynı şekilde eğer bu hali görevi olmadığı halde nafile
(ibadet olarak) yapan muhtesib dışındaki bir kimse de öğrenecek olursa durumu
açığa çıkarmaya kalkışmaları ve bunu değiştirmek için uğraşmaları da caiz olur.
İkinci
tür ise bu halden daha geri ve daha hafif olan bir haldir. Bu takdirde ise kişi
hakkında tecessüste bulunmak da caiz değildir, onun üzerindeki örtüleri açmak
da caiz değildir. Eğer bir evden eğlence seslerini duyacak olursa, evin dışında
bunu tepki ile karşılayıp, değiştirmeye çalışır, eve girip baskın yapmaz çünkü
münker açıkça ortadadır. Onun gizli olanı açığa çıkarmak gibi bir yükümlülüğü
yoktur. Maverdi, el-Ahkamu's-Sultaniyye adlı eserinin sonlarında hisbe ile
alakalı güzel bir bab açmıştır. Bu babın kapsamında iyiliği emredip, münkerden
alıkoymak ile ilgili birtakım kaideler yer almaktadır. Biz burada bunların ana
maksatlarına işaret ettik ve bu hususta geniş açıklamalarda bulunduk. Buna
sebep ise bu konunun faydasının büyüklüğü, ona çokça ihtiyaç duyulması ve
İslam'ın kaidelerinin en büyüklerinden olmasıdır. Allah en iyi bilendir.
79 - (49) حدثنا
أبو كريب محمد
بن العلاء.
حدثنا أبو معاوية.
حدثنا الأعمش
عن إسماعيل بن
رجاء، عن
أبيه، عن أبي
سعيد الخدري.
وعن قيس بن
مسلم، عن طارق
بن شهاب، عن
أبي سعيد الخدري.
في قصة مروان،
وحديث أبي
سعيد عن النبي
صلى الله عليه
وسلم، بمثل
حديث شعبة
وسفيان.
[:-176-:] Bize Ebu Kureyb Muhammed b. el-Ala da dedi ki: Bize Ebu
Muaviye tahdis edip dedi ki: Bize A'meş, İsmail b. Reca'dan tahdis etti. O
babasından, o Ebu Said el-Hudri'den (diye) rivayet etti.
Ayrıca (A'meş,
İsmail'den, o) Kays b. Müs!im'den, o Tarık b.
Şihab'dan, o Ebu Said el-Hudri'den Mervan ile ilgili olayı ve Ebu Said'in Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den diye naklettiği hadisi (bundan önceki) Şu'be
ve Süfyan'ın hadisi ile aynen nakletti.
Tahric bilgisi 175 ile
aynı
NEVEVİ ŞERHİ: "Dize Ebu Kureyb
tahdis etti. .. Ebu Said' den" Senedinde "ve Kays' dan" ifadesi
İsmail'e atfedilmiştir. Yani bunu A'meş, İsmail'den, o Kays'dan diye rivayet
etmiştir demektir. Allah en iyi bilendir.