![]() ![]() ![]() |
Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.768 |
Evet, herbir vâdi ve dağdaki ve herbir sahrâ ve ovadaki herbir çiçek ve meyve, herbir nebat ve ağaç, belki herbir hayvan ve taş, belki herbir zerre ve toprak, nakışla eser mâbeyninde bir hâtemdir ve dikkatle nazar edenlere gösterir ki, o eserin sahibi kim ise, o nâmeyi ihtivâ eden şu mekânın kâtibi de odur; ve yeryüzünün ve denizaltının kâtibi de odur; ve böyle nâmelerle dolu semâvat sayfasına şems ve kameri nakşeden de odur. O Nakkaşın celâli herşeyden nihayet derecede yücedir. Allahu ekber!
Âlem bütün eczâsıyla hep birlikte Lâilâhe İllallah hakikatini terennüm ederler.
BEŞİNCİ MERTEBEHAŞİYE
Allah herşeyden nihayet derecede büyüktür. Zira O öyle Kadîr bir Hallâk ve öyle Basîr bir Musavvirdir ki, şu ecrâm-ı ulviye ve inci-misal yıldızlar Onun ulûhiyet ve azametinin burhanlarından birer nur ve rububiyet ve izzetinin şahitlerinden birer şuadır. Bütün bunlar Onun saltanat-ı rububiyetinin şâşaasına şehadet ve hikmet ve hâkimiyetinin vüs'atini ve azamet-i kudretinin haşmetini nidâ edip ilân ederler.
Şimdi âyet-i kerîmeye kulak ver: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik." Kaf Sûresi, 50:6.
Sonra semânın yüzüne bak ki, nasıl bir sükûnet içinde sükût, hikmet içinde bir hareket, haşmet içinde bir parlamak, ziynet içinde bir tebessümü, intizam-ı hilkat ve ittizan-ı san'atla beraber göreceksin.
Semânın lâmbası olan güneşin parlamasıyla mevsimleri tebdil etmek, kandili olan ayı semânın yüksek burcuna asıp aydınlatmak, yıldızları ışıl ışıl yakıp âlemleri süslendirmek, bu âlemi tedbir eden nihayetsiz bir saltanatın varlığını ehl-i fikre ilân eder.
Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.769
İşte o Hallâk-ı Kadîr herşeyi her şe'niyle bilir. Onun iradesi herşeye şâmildir; dilediği olur, dilemediği olmaz. Herşeyi ihata eden zâtî ve mutlak kudretiyle herşeye kadirdir. Nasıl şu günkü günde güneşin ziyasız ve hararetsiz vücudu mümkün ve mutasavver değilse, öyle de, semâvâtın hâlıkı olan bir İlâhın ilm-i muhit ve kudret-i mutlaka sahibi olmaması mümkün değildir ve tasavvur olunamaz. Demek, bizzarure, zâtının lâzımı olan muhit ilmiyle O herşeyi her şe'niyle bilir. Öyle bir ilmin herşeye taallûku lâzımdır ve hiçbir şeyin ondan gizlenmesi mümkün değildir; çünkü huzur ve şuhud ve nüfuz ve nuranî ihata vardır.
Mevcudatta müşahede edilen mizanlı intizamlar ve intizamlı mizanlar, hikmet-i âmme ve inâyet-i tâmme, muntazam kader ve müsmir kazâlar, muayyen eceller ve mukannen erzaklar, düsturlarının sağlamlığıyla kâinattaki fenleri netice veren itkanat ve herşeyi süslendiren ihtimamat ve gayet kemaldeki imtiyaz ve ittizan ve intizam ve itkan ve herşeyin hilkatinde görülen suhulet-i mutlaka nâmına hiçbir şey yoktur ki, herşeyi bilen bir Allâmü'l-Guyûbun ilminin ihatasına şahit olmasın.
"Yaratan bilmez olur mu? Onun ilmi herşeyin inceliklerine nüfuz eder ve O herşeyden hakkıyla haberdardır" (Mülk Sûresi, 67:14) âyetinin delâletiyle, birşeyin vücudu, o şeye taallûk eden ilmi istilzam eder. Ve eşyadaki nur-u vücut, eşyaya taallûk eden nur-u ilmi istilzam eder.
İnsanın hüsn-ü san'atının onun şuuruna delâletiyle, hilkat-i insanın ilm-i Hâlıka delâleti arasındaki nisbet, karanlık gecedeki yıldız böceğinin ışıkçığının, günün ortasında yeryüzünde parlayan güneşin şâşaasına nisbeti gibidir.
O Hâlıkın ilmi nasıl herşeyi muhit ise, iradesi de öylece herşeyi muhittir. Çünkü meşiet olmadan birşeyin tahakkuku mümkün değildir. Kudret tesir ettiği ve ilim temyiz ettiği gibi, irade de tahsis eder; ondan sonra eşya vücuda gelir.
Hak Sübhanehû ve Teâlânın irade ve ihtiyarına dair şahitler, eşyanın keyfiyat ve ahval ve şuûnâtı adedincedir.
Evet, hadsiz imkânat ve akîm yollar ve müşevveş ihtimaller arasından ve karma karışık seller altında bu dakik ve rakik nizamla ve bu gözle görünen hassas ve cessas mizanla mevcudatın tanzimi ve muayyen sıfatlarının onlara tahsis edilmesi; ve basit ve câmid unsurlardan muntazam ve muhtelif zîhayat mevcudatın halk edilmesi (insanın bütün cihazatıyla nutfeden, kuşların bütün âzâlarıyla yumurtadan, ağacın muhtelif âzâlarıyla tohumdan halk edilmesi gibi); herşeyin tahsis ve tayini, Hak Sübhanehunun irade ve ihtiyar ve meşietiyle olduğuna delâlet eder.
Yirmi Dokuzuncu Lem'a'nın Tercümesi - s.770
Nasıl bir cinsten olan eşyanın tevafuku ve bir nev'in efradının âzâ-yı esasiyede tevafukları onların Saniinin Vahid ve Ehad olduğuna bizzarure delâlet ederse, bütün o efradı şümulüne alan ve muntazam alâmet-i farikalarla tezahür eden hakîmâne teşahhusatlarındaki temayüz de, şânı herşeyden yüce olan o Sâni-i Vâhid-i Ehadin Fâil-i Muhtar ve Mürîd olduğuna ve dilediği gibi iş görüp dilediği gibi hükmettiğine delâlet eder.
Hem o Hallâk-ı Alîm-i Mürîd nasıl ki alîm-i külli şey ve mürîd-i külli şeydir, yani ilmi herşeyi muhit ve iradesi herşeye şâmil ve ihtiyarı tam ve ekmeldir. Öyle de, Onun kudreti dahi kâmildir, zarurîdir, zâtîdir, zâtından neş'et eder ve zâtının lâzımıdır. O kudrete acz tedahül etmesi muhaldir; aksi takdirde bil'ittifak muhal olan cem-i zıddeyn lâzım gelir.
O kudrette merâtib de bulunmaz.